Mevlevilikte Mutfak Kültürü ve Ateşbaz-ı Veli Makamı

96
Mevlevilikte Mutfak Kültürü ve Ateşbaz-ı Veli Makamı (Culinary Culture and Atesbaz
Veli Chair in Mevleviyeh)
*Mustafa AKSOYa
, Ayşenur Burcu AKBULUTa
, Nurhayat İFLAZOĞLUa
aGazi University, Faculty of Tourism, Department of Gastronomy and Culinary Arts, 06830 Gölbaşı, Ankara / Turkey
Makale Geçmişi
Gönderim Tarihi:06.12.2015
Kabul Tarihi:03.02.2016
Anahtar Kelimeler
Ateşbaz-ı Veli
Mevlevi Mutfağı
Mutfak Kültürü
Öz
Mevleviliğin en önemli özelliklerinden biri olan çile geleneğinde, dergaha gelen dervişin
bin bir günlük bir sürede çilesini tamamlaması beklenir. Mevlevilikte mutfak (matbah),
yemek pişirilen ve sofra kurulan yer olmasının yanı sıra dervişlerin çilesini tamamladığı
ve temel eğitimlerinin yapıldığı yerdir. Bu bağlamda da bu akımı sistemleştirme ve
profesyonelce idame ettirme gibi son derece güç bir işi, yine o kuvvette ve iradede bir
kişinin yapması gerekmiştir. Hz. Mevlana'nın aynı zamanda fikri varisi olan Sultan Veled
ile doğan Mevlevilik, Ulu Arif Çelebi zamanında büyürken, perde arkasındaki
kahramanlardan biri de Ateşbaz-ı Veli'dir. Dünyada bilinen ilk ve tek aşçı anıt-mezarına
sahip olan Ateşbaz-ı Veli ve son derece özgün kültür unsuru olan Mevlevi mutfağının,
hem unutulan kültür hazinelerinin ortaya çıkarılması hem de son dönemlerde büyük bir
ivme kazanan gastronomik turların ve destinasyonların özgünlüğünün seyahat kararı
üzerindeki önemli etkisi nedeniyle değerlendirilmesi önemli hale gelmiştir. Bu çalışmada,
Mevlevi eğitim ekolü için önemli bir yere sahip olan mutfağın ve bu eğitimin önemli bir
unsuru olan aşçı dede Ateşbaz-ı Veli’nin tanınmasını sağlamak ve Mevlevi mutfağı
özelliklerinin belirlenmesi amaçlanmaktadır.
Keywords Abstract
Atesbaz Veli
Mevleviyeh Cuisine
Culinary Culture
One of the most important features among Mevleviyeh culture is ordeal tradition; and, it is
expected from a dervish to complete a thousand and one days period of ordeal. The
cuisine (matbah) in Mevleviyeh is the place where cooked meals, as well as where
dervishes conduct their training and complete their ordeals. In this context,
systematization and sustainability of this system is required to person who is dedicated
and willed to this extremely difficult task. Sultan Veled, who is the son and successor of
Hz. Mevlana, is the pioneer of Mevleviyah. While this culture has expanded in the time of
Ulu Arif Celebi, one of the heroes was behind the scenes is Atesbaz Veli. Atesbaz Veli,
having the first known cook mausoleum, has become important with regarding to its effect
on the decision of gastronomic travels and freedom of destinations because of the
revealing of highly original cultural elements of the Mevlevi cuisine. In this study, it is
aimed to specify the features of Mevleviyeh kitchen and to make senior cook Atesbaz
Veli, who has an important place for the ecol of Mevlevi school education, more
recognizable.
* Sorumlu Yazar.
maksoy03@gmail.com (M. Aksoy)
Journal of Tourism and Gastronomy Studies 4/1 (2016) 96-103
97
GİRİŞ
Mevlana Celaleddin-i Rumi (1207-1273), sadece Türk
İslam Medeniyetinin ilim ve irfan geleneğini değil batı
medeniyetini de etkilemiş büyük bir âlim, yaşamı ve
kişiliğiyle derin bir sufi ve ortaya koyduğu eserleriyle hala
etkisini sürdüren iyi bir şairdir. Kendisi kurmamış olsa da
temellerini attığı Mevlevilik geleneği; insanı ideal manada
yetiştirmeyi amaçlayan birer terbiye mektebi ve eğitim ekolü
olmuş, başta Konya olmak üzere pek çok bölgede kurulan
Mevlevi dergâhları aracılığıyla Türk kültürünü asırlarca
etkilemeyi sürdürmüştür. Mevlana, Mevlevilik tarikatının
piridir. Mevlana, toplumu her yönüyle aydınlatan fikirlerini,
kullandığı çeşitli sembollerle de vermiştir. Bu sembollerden
biri de yemektir. Örneğin, ''Hayatım 'hamdım, yandım, piştim'
sözlerinden ibarettir.'' diyerek en anlamlı hayat felsefesini,
yemek terimleriyle açıklamıştır. Mutfakla ilgili yazılı kurallar
geliştirilmesi, bu kurallar içinde görülen; mutfakta ekipleşme,
dervişlik eğitiminin mutfakta başlaması, Mevlana'nın ünlü aşçısı
Ateşbaz-ı Veli için öldüğünde ateşi temsil eden kızıl renkli
taşlarla anıt mezar yaptırılması, 13. yüzyılda Mevleviliğin
mutfağa verdiği önemi anlatmaktadır (Halıcı, 2007, s. 16).
Mevlevilik; Hz. Mevlana'nın öğretilerini gelecek nesillere
aktarmak üzere oğlu Sultan Veled, talebesi Çelebi Hüsameddin
ve torunu Ulu Arif Çelebi tarafından kurulmuş daha sonra, o
soydan gelen Çelebi'ler arasından seçilen makam Çelebi'si
tarafından idare edilmiştir. Mevlana Celaleddin-i Rumi, on
üçüncü asırdan başlayarak Anadolu’da oluşan ortak düşüncenin
ana kaynaklardan biri olarak görülmektedir (Karaismailoğlu,
2014, s. 231).
Mevlevi geleneği, kuruluşundan itibaren ortaya koyduğu
faaliyetlerle toplumsal tarih içerisindeki etkisi kadar, sanat,
edebiyat ve kültür tarihi açısından da önemli bir yere sahiptir
(Kemikli, 2007, s. 2). Mevlevilik, bir eğitim ve öğretim
ekolüdür. Gayesi, insanı ele alarak, madde ve manada olgun
şahsiyet yapmaktır. Bu bakımdan insanı ideal manada
yetiştirmeyi amaçlayan bir terbiye mektebidir (Özönder, 1988,s.
98). Hz. Mevlana ile başlayan Mevlevilik, temelinde tasavvufla
şekil bulmuş ve daha renkli tezahürlerle ilim yelpazesini
genişletmiştir. Bu geniş yelpazede Mevlana'nın yanında yer
almış, ona yoldaşlık etmiş, desteklemiş pek çok müridinin
yanında, gönül saflarına kattığı müstesna dervişleri vardır.
İşte bu değerli dervişlerden biri de, Mevlevilik inşasının
önemli mimarlarından olan Ateşbaz-ı Veli'dir. Hayatını; Hz.
Mevlana'ya adayanlar listesinin başında gelen Ateşbaz-ı
Veli, hem sembolik manada, hem de günlük yaşantısında
Mevleviliğin mutfağında yetişmiş, ulviyete ermiş, bir kâmil,
bir gönül dostudur (Bekleyiciler, 2015: 16-23). Bu terbiye
mektebinin yönetiminde ise Ateşbaz-ı Veli yani Aşçı
Dede’nin büyük önemi vardır. Mevlana zamanında da
yaşamış olan Ateşbâz-ı Veli, Mevlevi dergâhlarının ilk aşçısı
ve Mevlana’nın değer verdiği bir zat olmasının yanı sıra
dervişlerin eğitiminden de sorumlu kişidir. Mevlevilikte
mutfak yemek pişirilen ve sofra kurulan yer olmasının
dışında Mevlevi eğitim ekolünün de uygulama alanıdır. Bu
ekol belli bir sistem ve kadro tarafından yönetilir ve bu
sistemin eğitim yetkilisi, Ateşbaz-ı Veli'dir. Bu önemli
görev, ondan sonra, "Ateşbaz-ı Veli Makamı" na getirilen
seçkin kişilerce yerine getirilmiştir (Özönder, 1988, s. 100-
101). Bu açıdan Mevlevilikte mutfak, sofra düzeni ve adabı,
Mevlevi mutfağında kullanılan pişirme yöntemleri ve dikkat
edilen unsurlar, Mevlevi mutfak kültürünü etkileyen yiyecek
ve içeceklerin belirlenmesi önem taşımaktadır.
Bu araştırmanın amacı Mevlevi eğitim ekolü için önemli
bir yere sahip olan mutfağın ve bu eğitimin önemli bir unsuru
olan aşçı dede Ateşbâz-ı Veli’nin tanınmasını sağlamak ve
Mevlevi mutfağında sofra düzeni ve adabı, pişirme
yöntemleri, yiyecek ve içeceklerin belirlenmesidir. Bu
amaçlar doğrultusunda Mevlevi geleneğinin 21. yüzyıl
mutfağına olası etkilerinin neler olabileceği ve bu etkilerin
kültür unsuru olarak aktarılmasında nelere dikkat etmek
gerektiğiyle ilgili olarak araştırmacılara bir kaynak
oluşturulması da hedeflenmiştir.
MEVLEVİLİKTE MATBAH VE ÖNEMİ
Anadolu'da Mevlevilik sentezinin ekolleşmesinden önce,
Mevlevilik kumaşının ilk dokunduğu fabrika, yani mukaddime
edildiği yer Mevlana dergâhının matbahıdır (Bekleyiciler, 2015,
s. 34). Mevleviler mutfak için “matbah” sofra, yemek için
“somat” ifadesini kullanmışlardır. Matbah, maddi ve manevi
açıdan beslenmenin yeridir (İyiyol, 2014, s.591). Matbah-ı Şerif
(Mutfak); Mevlana dergâhının, Meydan-ı Şerif bölümünün,
güney doğu köşesine rast gelmektedir, dergâh ve Mevlevilik için
büyük önem arz eden, en değerli bölümdür. Burası her ne kadar,
sadece yemek pişirilen ve yenilen bir yer gibi görünse de
aslında, Mevlevilikte karar kılmış fakat yüce Allah’a ulaşmanın
inceliklerini ve yöntemlerini bilmeyen, amatör dervişlerin ilimle
pişirildiği bir çilehanedir (Bekleyiciler, 2015, s. 31). Çileye
girmek mutfakta başlar. Mutfak sadece yemeklerin hazırlanıp
pişirildiği yer değildir. Aynı zamanda Mevlevi dervişlerinin
çileye soyunup, hazırlanma, yetişme, pişme ve olgunlaşma
sürecini geçirdikleri yerdir. Mutfak, dünyevi meşguliyetlerin
sembolik yeri demektir(Demirci, 2008, s. 124). Mevlevi
dergâhlarının ruhu mutfakta atar. Acemi Mevleviler
benliklerinden mutfakta soyunmuşlar, bencillikten tamamen el
çekmişler ve yol-yöntemi mutfakta öğrenmişlerdir (Halıcı, 2009,
s.18-19). Yemeğin pişmesi için belirli bir dönüşümün
gerçekleştirmesi gerekir,çiğ olan yiyeceklerin ocakta pişmeleri
ve belli bir kıvama gelmeleri gibi tasavvuf ehlinin de bir
dönüşüm geçirmesi gerekir. Bu iş, kalpten başlayıp hayatın her
yanını içine alan bir eğitimdir. Ham olan acemi dervişler de
Mevlevi ocağında pişip belli bir kıvama gelmelidir. Maksadın
dolaylı olarak ya da teşbih ile ifade edildiği Mevlevi kültüründe,
yemeğin pişmesi ile insanın manevi yolculuğu arasında bir
benzerlik kurulmuş ve bunun etrafında bir ritüel ortaya çıkmıştır
(İyiyol, 2014, s. 592).
Matbah-ı Şerif ve Ateşbaz-ı Veli (Konya; 05.03.2016)
Journal of Tourism and Gastronomy Studies 4/1 (2016) 96-103
98
Çileye başlayan adaya ilk olarak mutfak kapısının sol
tarafında kapı dibinde bulunan saka postuna oturması
söylenirdi. Aday, üç gün dizleri üzerinde gözlemci
durumunda, kendisinden önce çileye girmiş olan diğerlerinin
hizmetini seyrederdi. Bu bir bakıma o mekânda olup
bitenleri dikkatle gözlemleme devresiydi. Bu müddet içinde
zaruri ihtiyaç dışında yerinden kalkmaz ve kimseyle
konuşmazdı. Üç gün tamamlandıktan sonra Kazancı
Dede'nin huzuruna getirilir, kendisine tekrar sorulur, çileye
devamda ısrar ederse bin bir gün devam edecek çileye başlar
ve ilk olarak on sekiz gün süren ayakçılık hizmetinde
bulunurdu. Daha soma kendisine yapacağı diğer hizmetler
gösterilirdi (Demirci, 2008, s. 124). Bin bir gün süren çile
döneminde on sekiz hizmet dalında derviş, ayrı ayrı hizmet
verirdi. Bir sanat dalında ehliyet kazanır, hizmet esnasında
sohbet, sema, zikir ve tefekkür içerisinde pişer, olgunlaşır,
sonunda da Allah, aşk, insan ve doğa sevgisi ile bezenir, bir
gönül adamı, bir sevgi kandili olup, nur saçan, etrafını
aydınlatan mübarek bir dede haline gelirdi. Derviş, çilesinin
dolması yaklaşınca da hela temizleyiciliği ile
görevlendirilirdi. Hela temizlemek nefse en ağır gelen
hizmettendi. Dedeliği yaklaşan derviş, hela temizlerken
aslında nefsini temizlemekte, egosunu kırmakta ve yok
etmekteydi(Top, 2006, s. 60-61).
Mutfakta Görülen On Sekiz Çeşit Hizmet:
1. Kazancı Dede: Aşçı Dede'nin vekilidir. Tekke zabitanı
olup mutfağı, acemi Mevlevileri topluca o yönetirdi.
2. Halife Dede: Mutfağa yeni gelen acemi Mevlevilere
yol gösterir, onları eğitirdi.
3. Dışarı Meydancısı: Hücredeki dervişlere Aşçı
Dede'nin emirlerini iletirdi.
4. Çamaşırcı: Dede ve dervişlerin çamaşırlarının
yıkanmasını sağlardı.
5. Abrizci (su döken): Hela ve ortalık temizleyicisiydi.
6. Şerbetçi: Çilesini tamamlayıp, hücre sahibi olacak
dede namzedinin merasim şerbetini yapar, aynı zamanda
mutfağı ziyarete gelen dedelere şerbet yapıp sunardı.
7. Bulaşıkçı: Bulaşıkları yıkar ve yıkatırdı.
8. Dolapçı: Kaplara bakar, kapların kalaylanmasına ve
temiz tutulmasına nezaret ederdi.
9. Pazarcı: Sabahları zembille pazara gider, alınması
gereken şeyleri alıp gelirdi.
10. Somatçı: Sofrayı kurar, kaldırır, sofra mahallini
süpürür ve süpürtürdü.
11. İçeri Meydancısı: Dervişlere, dedelere ve misafirlere
kahve yapar sunardı.
12. İçeri Kandilcisi: Matbahın kandillerini şamdanlarını
temizler, hazırlar uyandırır, dinlendirir ve sıralardı.
13. Tahmisçi: Dergâhın, kahvesini kavurur, çeker un
haline getirir ve kahve hazırlardı.
14. Yatakçı: Dervişlerin yataklarını yapar, toplar ve
kaldırırdı.
15. Dışarı Kandilcisi: Matbahın dışındaki kandillere,
mumlara, şamdanlara bakar, onların uyandırılması,
dinlendirilmesi gibi hizmetleri görürdü.
16. Süpürgeci: Mutfağı ve avluyu temizler, süpürür ve
süpürtürdü.
17. Çerağcı: Matbahın kandil ve şamdanlarına nezaret
ederdi; türbedarında yardımcısı sayılırdı.
18. Ayakçı: Ayak hizmeti denilen getir-götür işlerine
bakardı. Dergâha yeni gelenlere, önce bu hizmet verilirdi
(Demirci, 2013, s. 184-185).
AŞÇI DEDE: ATEŞBAZ- I VELİ
Ateşbaz-ı Veli, Hazreti Mevlana’nın zamanında yaşamış
olup, esas ismi Şemseddin Yusuf, babasının adı İzzeddin’dir.
Ateşbaz-ı Veli’nin, Baha Veled’le birlikte Belh’ten veya
Karaman’dan geldiği, dergâhta yetiştiği ve aşçılık yaptığı
rivayet edilmiştir. Ateşbaz, ateşle oynayan demektir. Onun,
Hazret-i Mevlana ve Mevleviler arasında önemli bir yeri
vardır. Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Mesud döneminde
etkin varlığı hissedilen Aşçı Dede, Mevlevi tarikatının
feyziyle kuşanmış dervişlerin pınarı gibi, gönülden gönüle
akıp giden ilim deryasıdır. Fakat aynı zamanda kendisi, bu
ilahi mekânda eğitimle alakalı kürsü sahibi olmasının yanı
sıra, asli görevi matbah sorumluluğudur.Matbahındaki
aşçılığın yanı sıra, dergâh giderlerinin muhasebesinden de
sorumludur. Kendisi, her ne kadar dergâh mutfağında Sertabbah
(Farsça ve Arapça'da, baş aşçı anlamındadır, Mevlevi
tabiridir), yani aşçı dede olarak bilinse de, aslında o
Mevleviliğe gönül vermiş ve nefsini terbiye ederek kemale
ermek isteyen dervişlerin, kılavuzu ve eğitimcisi
olmuştur(Bekleyiciler, 2014, s.16-23). Aşçı Dede acemi
Mevlevileri her bakımdan eğitirken Kazancı Dede de onun
yardımcısıdır. Ateşbaz Makamı, bir terbiye ve eğitim
makamıdır. Aşçı Dede acemi Mevlevilerin ilk öğretmenidir.
Meydan-ı Şerif'de serili olan Beyaz postun adı, Ateş- baz
postudur. Bu makama teslimiyet, Mevleviliğe ikrar vermek,
Çileye soyunma niyazında bulunmak demektir. Acemi
Mevlevilerin mürebbisi olan Ateşbaz-ı Veli dergâhtaki en
yüksek ikinci makamın sahibidir (Özönder, 1988, s. 97).
Halk arasındaki bir inanışa göre; Şemseddin Yusufermiş
bir kişidir ve Ateş-baz adını alması şu olaydan sonra
gerçekleşmiştir; “bir gün Şemseddin Yusuf, Mevlana'ya
ocağı yakacak odun kalmadığını söyler ve Mevlana da
ayaklarını ocağın altına koymasını ve yemeği bu şekilde
pişirmesini buyurur. Bunun üzerine Şemseddin Yusuf gidip
ayaklarını ocağın altına uzatır ve başparmaklarından çıkan
alev yemek kazanını anında kaynatmaya başlar fakat acaba
yanar mı, diye şüpheye düştüğü esnada sol ayak başparmağı
yanar. Durumu Mevlana'ya haber verirler ve Mevlana
gelerek, niçin şüpheye düştün, anlamında ''Hay Ateş-baz,
hay'' diyerek üzüntüsünü dile getirir; O da yanan parmağını
göstermemek için sağ ayak baş parmağını sol ayak
başparmağının üzerine koyar.” Bu olay semazenlerin semaya
başlamalarında attıkları ilk adımla yâd edilir (Halıcı, 2009, s.
19).
Mevlevilerde yemek ateşten indirildiğinde, yemek
sonrasında, bayram yemeğinde ve aşure yenildikten sonra
Journal of Tourism and Gastronomy Studies 4/1 (2016) 96-103
99
gülbank okunur. Yemekle ilgili gülbanklarda mutlaka
Ateşbaz-ı Veli’nin ismi zikredilir. Gülbanklarda, Ateşbaz-ı
Veli’nin isminin zikredilmesinin temel işlevi Mevlana’nın
aşçısı olan bu zata saygı ve bağlılığı ifade etmektir. Bunun
yanında, matbah, Ateşbaz-ı Veli makamı olduğu için aynı
zamanda bu makama da hürmet gösterilmektedir (İyiyol,
2014,s. 591). Matbahda Ateşbaz-ı Veli'nin ardından kurulan
her sofrada onun adının zikredildiği gülbanklar çekilirken
dervişler, yedikleri her lokmada Aşçı Dede'lerinin elinden
çıkan yemeklerin feyzini aramışlardır (Bekleyiciler, 2015, s.
102).
Diğer yandan Ateşbaz-ı Veli'nin aşçılığına değinilecek
olursa; Hz. Mevlana, yaşamı boyunca rubailerini, fikirlerini
ve sırlarını çeşitli sembollerle ifade edip, sözlerine nitelik
kazandırmıştır. Bu semboller kapsamına bağ, gül, sema,
güneş, ay, şeker, ayna ve konumuz itibariyle aşçı dedesinin
yaptığı ve hoş kokularla gönülleri fetheden yemek nefaseti
de girmektedir. Aşçı dede yemek yapmadaki maharetini ve
yemeklere kattığı ledünniyatla (Allah vergisi olan gizli ilimi)
harman edilmiş aşını, mahcubiyetle süsleyerek pirine
sunmuştur(Bekleyiciler, 2015, s. 40).
Şeyh Galip beyitlerinde, Ateşbaz-ı Veli'ye atıfta
bulunmuştur; ''Aşk ocağı olan matbahta pervaneler, Mevlevi
semahına yeni başlamış Mevlevi dervişleri; semender ise
Ateşbaz-ı Veli'dir. ''Örnekte görüldüğü gibi Ateşbaz-ı Veli
sıradan bir Mevlevi dervişi değil, Mevlevilik tarihi boyunca
hürmetle anılan ve yaşatılan önemli bir kişiliktir. Nitekim
Sakıp Mustafa da bir beytinde, ''Hal potası içinde kin ve
hileyi def eden matbahındaki kandilin, Ateşbaz-ı Veli'nin
sırrıyla olan bağını dile getirir'' (Gökalp, 2005, s. 296).
Ateşbaz-ı Veli, Mevlana'nın ebedi vedasından 12 yıl
sonra, 1285 yılında dünyadan göçmüştür. Dervişler ve
dergah mensupları, her zaman onu hayırlarla yad edip, Aşçı
Dede'lerinin telkinlerine ve nasihatlerine sadık kalmış ve
onun anısına hürmeten, sekiz yüz yıldır süre gelen bu adap
reformunu yaşatmaya çalışmışlardır. Ateşbaz'ın ölümüyle
müteessir olan Mevlevi dostları, dergâh dervişleri ve
Şeyh'leri Sultan Veled'in gayretleriyle Aşçı Dede'lerinin
şanına yakışır, mütevazı bir türbe yaptırarak Mevlevi
adabına göre sükutu mekanına defnedilmiştir (Bekleyiciler,
2015, s. 101-102).
Ateşbaz-ı Veli Türbesi (Konya; 05.03.2016)
Ateşbaz-ı Veli için yapılan türbe kırmızı taşlarla
yapılmıştır. 13.Yüzyılda yapılan bu türbe, bir aşçı adına türbe
yaptırılan ilk ve tek türbedir. Bu, o dönemde yiyeceğe,
yemeye, mutfağa ve bir aşçıya gösterilen saygıyı belirtmesi
açısından özel bir anlam taşır (Halıcı, 2009, s. 19).Konya
merkez Meram yolu üzerinde eski adıyla Havzan Yöresi yeni
adıyla Orgeneral Turhal mahallesindedir. Türbe iki katlıdır,
ikici katında sembolik sandukası yer almaktadır asıl merkat,
yani Ateşbaz-ı Veli'nin yattığı yer ise Selçukluların zır-i
zemin(yer altı) olarak tabir ettiği yerdedir. Bu sandukaların
üzerine yeşil renkli üzeri sırma ile ayet ve hadisler işlenmiş
örtüler serilidir. Başucunda yeşil sarıklı bir Mevlevi sikkesi
vardır (Bekleyiciler, 2015, s. 104). Ateşbaz-ı Veli'nin Hakk'a
kavuşmasının 700. yıldönümü anısına düzenlenen
Milletlerarası Yemek Kongresi'nin ilki için Konya'ya gelen
dünyanın en ünlü yemek otoriteleri, Ateşbaz-ı Veli'nin
türbesini de ziyaret etmişler ve Konya'da 13. yüzyılda adına
anıt mezar yaptırılan bir aşçıyla karşılaşmanın büyüsünü
yaşamışlardır. Bu uzmanlardan Alan Davidson, ''Konya'nın
Yedi Harikası'' isimli makalesinde, Ateşbaz-ı Veli türbesi
ziyareti için ''oraya bir turist gibi gittik ama hacı gibi
döndük.'' ifadesini kullanmıştır (Halıcı, 2007, s. 36).
Halk arasında, Ateşbaz-ı Veli'yi ziyaret etmenin ve orada
dağıtılan tuzdan bir tutam alıp mutfaklarına götürmenin,
ziyaret eden kişilerin mutfaklarına bereket getireceği,
yaptıkları yemeklerin güzel olacağı veya hastalıklara iyi
geleceği gibi inançlar yaygındır (Halıcı, 2009, s. 20). Bir
menkıbeye göre, Hz. Mevlana sağlığında, Ateşbaz-ı Veli'ye
hitaben; ''Tuzunu alan şifa bulsun, hacetleri kabul olsun,
aşları artsın eksilmesin, taşsın dökülmesin…'' diyerek bu
tuzun hikmeti kerametine işaret etmiştir (Bekleyiciler, 2015,
s. 103).
Dünyada türbesi bilinen ilk ve tek Ser-tabbah (aşçıbaşı)
olarak Ateşbaz-ı Veli adına 2010 yılından itibaren İstanbul'da
düzenlenen, Mutfak ve Mutfak Kültürü Ödülleri yarışması
2014 yılından bu yana ''Ateşbaz-ı Veli Mutfak ve Mutfak
Kültürü Ödülleri'' adını alarak Konya'da düzenlenmektedir.
MEVLEVİ MUTFAĞINDA SOFRA DÜZENİ VE
YEMEK ADABI
İlk çağlardan beri süregelen ve insanoğlunun varoluşu
kadar eski geçmişe dayanan ateş ve ocak kutsiyeti,
Mevlevilikte; acemi dervişlerin ham iken pişip olgunlaştığı
bir kutsal ocak, bir kutsal mabet olarak kabul edilirdi (Halıcı,
2009,s. 18). Türk tasavvuf kültüründe ocak ve ateş Türk
mitolojisine uygun anlam ve mahiyette kutsiyet kazanmıştır.
Ocak, Ateşbaz-ı Veli’nin makamı olarak görülmüştür. Ocağa
verilen bu kutsiyet orada pişen yemeğe ve gerçekleşen işleme
saygı ve önem göstermeyi gerektirmiştir. Ocağın kutsiyetine
uygun olarak yemek ateşten indirilince bir ritüel yapmak ve o
ritüele uygun gülbank çekmek zaruriyet arz etmiştir (İyiyol,
2014, s. 592).
Mevlevilikte yemek gibi, yemek yemek de bir ibadetti,
çünkü akabinde şükrü icab ettirirdi. Fakat Mevlana,
aşağıdaki rubaisinde olduğu gibi, Hakk'a ulaşmanın
saadetine, mide doygunluğuyla değil, İbadet doygunluğuyla
nail olunacağını tavsiye ederdi. ''Ey, yemek, içmek
zindanında mahpus olan, eğer sen, bundan kesilirsen;
Journal of Tourism and Gastronomy Studies 4/1 (2016) 96-103
100
kurtulabilirsin…'' Yani, yemeğin ve içmenin azına kanaat
etmek, az uyumak, zamanı ibadetle kalitelendirmek nefsin
terbiyesinde önemli bir rol oynamaktadır. Sonuç olarak
bunun bilinciyle meydana getirilen edep-adapta sofra
nizamının etkisi küçümsenemez. Edep- adap çerçevesinde;
hizmet anlayışı, nefs terbiyesi, felsefeye sadakat ve daha pek
çok konuda istisnasız uyulması gereken kurallar dâhilinde,
sofra adabı da vardı ki, Mevlevilerce en çok hassasiyet
gösterilen eylemlerden biri olmuştur (Bekleyiciler, 2015, s.
89).
Sofra adabında herkesin uyması gereken bazı kurallar
vardır bunlar: Derviş, yemeği pişirirken abdestli olmalı, zikri
bırakmamalı, kazandan kâseye dökeceği zaman besmele
çekmeli, sofrayı sol koltuğu altında, tuzluğu sol elinde ve
kâseyi sağ elinde tutarak getirmeliydi. Sofrayı açınca önce
ekmeği, sonra kâseyi koymalıydı. Yemek helal olmalı, sofra
hazır iken namaz vakti girse bile önce yemeği yemeli,
yemeğe Besmele ile başlamalı, Allah'a hamd ile bitirilmeli,
cemaatin en büyüğü (şeyh) yemekten önce dua etmeli,
diğerleri de âmin demeliydi. Dervişlerin sofranın başına
edeple oturmaları ve gaflette olmamaları gerekirdi. Yemeğe
başlamak için önce şeyhin ve yaşlıların başlamasını
beklemeleri gerekirdi (Tosun, 2004, s. 124-125). Yemeğe
tuzla başlar, tuzla bitirirlerdi. Herkes sağ elinin işaret
parmağını diliyle ıslayıp önündeki tuza banar ve onu
tadarak yemeğe başlardı. Yemek, tek bir kaptan yenir ve
herkes kendi önünden yerdi. Ekmek ve et bıçakla
kesilmezdi. Yemeğin ardından içilmesi gereken bir bardak
su üç yudumda içilirdi(Soysal, 2007, s. 78).Lokmalar küçük
alınıp iyi çiğnenir, bir lokmayı yutmadan diğer lokma
alınmazdı. Yaslanarak veya yatarak yemek yenilmezdi. Sol
ayak üzerine oturup sağ dizi dikilir, sofrada tamamen
susulmaz ve mideyi tam doldurmadan yemek bırakılırdı. Bir
derviş diğerlerinden önce sofradan kalkmaz, dervişler yemek
öncesi ellerini, yemekten sonra hem ellerini hem de ağzını
yıkardı (Tosun, 2004, s. 124-125).
Mevlevilikte kutsallık prosedürüne giren sofra adabı
yemeğin pişirilmesi, sofraya getirilmesi, tabağa servis
edilmesi ve yenmesi hususunda, her aşama ayrı bir merasime
tabidir. Mevlevilerde yemek yenilen düzeneğe, Sımat veya
Somat denir. Matbahta kullanılan herhangi bir materyal
olmasına rağmen Mevlana sentezinde edep-adap
çerçevesinde nicelik kazanan somat, aslında özel imalatıyla
göze çarpan yuvarlak ve büyük tahta satıhtır. Bunu
tamamlayacak unsur olarak ayrıca somatın altına
konulduğunda, sofranın 25-30 cm. yükseltilmesini sağlayan
bir düzenek vardır, o da tercihe göre açılıp kapanan üçayaklı
bir iskemledir (Şahin, 2012).Mevlevilerde ayrıca ''elifi
somat'' denilen Arapçadaki elif harfine benzeyen ince uzun
tomar haline getirilerek saklanan meşin bir sofra vardır.
Daha çok kahvaltılık ya da çerez gibi ayrı kaplarda
yenebilecek yiyecekler için kullanılırdı (Soysal, 2007, s.
109). Mevleviler sofraya konulan yemeğe “lokma” derlerdi,
ayrıca Belh-Özbek Pilavı olarak bilinen Lokma Pilavı da
vardı. Hz. Mevlana lokmayı methederken de, onun olgun
taamı olduğunu ve yiyende fazilet gerektirdiğini söylemiş ve
bir şiirinde dile getirmiştir; ''Nükte ve lokma olgun kişiye
helaldir. Mademki, sen olgun değilsin, yeme ve
sus.''(Bekleyiciler, 2015, s. 94).
Mevlevi Dergâhında yemek, yer sofrasında yenirdi.
Vakit gelince mutfakta üçayaklı bir iskemle üzerine yuvarlak
tahtadan yapılmış sofralar kurulur, çevresine postlar konur ve
sofranın kenarına peçete görevi yapacak bütün, uzun bir
peşkir dolanırdı. Kaşıklar, sapları sağa ve yüzleri aşağı
gelecek şekilde sıralanırdı (Halıcı, 2007, s. 36).Kaşığın bu
duruş şeklinden dolayı “ kaşık niyazda”, “ kaşık şükürde”
denilirdi. Herkesin önüne bir tutamda tuz konulurdu. Su
vermek hizmetini alan dervişler, testileri, bardakları
hazırlarlardı. Bütün bu hizmetler görüldükten ve yemekler
boşaltıldıktan sonra dervişlerden biri salacılık vazifesini
yerine getirirdi, yani hücrelerin bulunduğu koridorda
''baş keserek'' (Mevlevilikte, dervişlerin, dua ederek
gerçekleştirdikleri bir tür ritüel) yüksek bir sesle; "Huuu
Somata salaaaa!" diye bağırırdı. Bu umumi bir davetti.
Hücrelerin yerlerine ve miktarına göre bir kaç yerde sala
edildiği olurdu. Herkes birer birer matbaha baş keserek
girerdi. Şeyh de gelince beraberce sofraya oturulurdu (Şahin,
2012).Yemeğin sonunda şeyh ya da kıdemli dervişlerden biri
Mevlana'nın gazelinden şu beyti söylerdi; ''Yola düşmüş
sufileriz biz; padişahın (Allah'ın) sofrasında oturmuş,
nimetini yiyenleriz biz, Yarabbi bu kâseyi, bu sofrayı ebedi
kıl'' beyti okunduktan sonra Fatiha okunur, arkasından
gülbank çekilirdi. Eğer, pilav ya da helva varsa gülbank
helva ya da pilav gelince çekilirdi (Soysal,2007, s.
108).Doyan kimse sofradan kalkamazdı, kaşığını çevirir, eski
haline koyar beklerdi. Herkes doyduktan sonra, somatta
bulunan en kıdemlinin duasıyla yemek son bulurdu. Duadan
sonra isteyen kalkar, sofradaki dervişlere elini kalbine
koyarak başıyla selam verirdi. Öbür sofradaki dervişlere de
kapıdan geri çıkarken, yüzü dönük aynı şekilde selam verirdi.
Somat boşalınca dervişler sahanları toplar, matbahtaki
dervişlere teslim ederdi; sofraları siler, yerleri süpürürler ve
somattan ayrılırlardı ( Halıcı, 2007, s. 39).
Mevlevilikte yemek sırasında tekkenin şeyhi ya da
aşçıbaşı gülbank çeker-okurdu. Bu gülbanka, “somat
gülbankı” denirdi. Pilav sofraya gelince, el parmakları
içeriye doğru bükük bir şekilde sofrayı tutar sofranın
kenarına konur ve gülbank okunurdu(Somat gülbankı, yenen
yemeğe şükür işlevi görmektedir) (İyiyol, 2014, s. 592).
Mevlevilerde Yeme İçme Kültürü
Sofra adabı dışında yöresel mutfaklarında oluşmasında
tekke kültürünün payı vardır. Et, hayvansal gıdalar ve hamur
işlerinin ağırlıklı olduğu İslam öncesi Türk mutfağını
Anadolu'ya taşıyan tarikatlar, Anadolu'da da farklı yemek
kültürleriyle karşılaşmışlar; Mezopotamya'nın tahılları,
Akdeniz'in sebze ve meyveleri, Güney Asya'nın baharatları,
yolların kavşak noktasındaki bu topraklarda zengin bir
mutfak oluşturmuştur (Soysal, 2007, s. 78). Mevlana,
ailesiyle başkent Konya'ya geldiği zaman sarayda, muhteşem
bir mutfak olduğu Selçukname'lerden anlaşılmaktadır.
Mevlana döneminde daha sade malzemelerle yapılan
yemekler, zamanla halk mutfağında olduğu gibi dergâh
mutfaklarında da geliştirilmiştir. Mevlana'nın eserlerinde
kimyon, karabiber, tarçın, sumak gibi baharatlardan
bahsedilmiştir, zamanla diğer baharatlarında mutfağa girmesi
ile etli yemeklerde pekmez, bazı yemeklerde ise pekmezle
sirke gibi tatlı-ekşinin birlikte kullanılması yemek tatlarını
Journal of Tourism and Gastronomy Studies 4/1 (2016) 96-103
101
zenginleştirmiştir. Kabak kalyesi tatlı-ekşi karışımına, tatlı et
kabağı ve gerdan tatlısı; tatlı-tuzlu karışımına örnektir
(Halıcı, 2007,s. 40).
Mevlevi mutfağında pişirme yöntemleri, kendi içinde
birkaç bölüme ayrılan dört ana başlıkta incelenir: Suda
pişirme, yağda kızartma, kuru ısıda pişirme ve yağ-su
karışımında pişirmedir. Suda pişirme, yiyecekleri suda
haşlama ya da nadiren de olsa buharda pişirme şeklinde iki
türlü yapılırdı. Yağda kızartma az veya çok yağda olarak
uygulanmaktaydı. Kuru ısıda pişirme yöntemleri fırında,
sacda, ızgarada, közleme ve tandırdadır. Yağ-su karışımı
pişirme yöntemi ise tencere yemekleridir (Halıcı, 2007, s.
42).
Ateşbaz'ın kendine özgü yaptığı yemeklerin listesi
oldukça zengindir ama Mevlana için bazı yemekler, daha
fazla önem arz etmiştir. Çünkü Mevlana, arifane sezgilerle
yemeklerin, ruhsal ve zihinsel açıdan, yararları ve damakta
bıraktığı nefaseti bakımından, ifadeye mana kazandırdığına
inanmıştır. Bu nedenle, zaman zaman o dönemin padişah ve
sultanlarının da tatma imkânı olduğu, Ateşbaz'ın kazanında
pişen Mevlevi yemeklerinden, Tutmaç Çorbası Harise,
Kalye, Borani, Pişmiş baş, Ciğer kebabı, Tirit, Şiş kebap, Aşı
(Bulgur pilavı) ve Tarhana çorbası; Ateşbaz-ı Veli'nin
Mevlana için pişirdiği ve Mevlana'nın eserlerinde de adı
geçen yemeklerden bazılarıdır. Mevlevi kültüründen, 21.
Yüzyıla kadar Badem helvası olarak gelen tatlı ise aslında un
helvasıdır. Un helvası, Mevlevilikten Türk mutfak kültürüne
miras kalan, iki tuzlu, iki tatlı adabının vazgeçilmezidir
(Bekleyiciler, 2015, s. 41-43).
Yeme içme eylemi tasavvuf dünyasında günlük, sıradan
bir eylem değildir. Çoğunlukla ibadetlerin tamamlayıcı
unsuru olarak kabul edildiği için törensel bir görünümdedir.
Toplu olarak yenen, dua ve gülbankların eşlik ettiği,
simgesel hareketlerle kutsallaştırılan sofralar
gelenekselleştirilmiştir. Dini öğelerin ya da menkıbelerin
vücut bulduğu bazı yiyecekler onlar için uygun görülen özel
günlerde törensel bir düzenle pişirilerek yenmiştir (Soysal,
2007, s. 49).Mevlevi mutfağında belli günlerde ve tasavvufi
bir merasimle pişirilip yenen yemekler: insan hayatında
önemli bir rolü olan suyu temsil eden çorba, toprağı temsil
eden et ve sebzeler, ateşi temsil eden pilav ve börek, nesli
temsil eden pastırmalı yumurta ve Allah aşkını temsil eden
kaymaklı güllaçtır. Mevlevi tekkelerinde pirinç, et, soğan,
nohut, kişniş ve fıstıktan oluşan Cuma ve bazen Pazartesi
geceleri merasimle pişirilen bir çeşit pilava ''Lokma'' adı
verilmiştir. Bunun için ayrı ve içinde başka hiçbir şey
pişmeyen bir kazan vardır. Gümüş gibi parlak olan bu kazan
beze sarılı olarak kendine mahsus dolapta muhafaza edilmiş
ve mutfakta (matbah) bunun için mevcut ocağa Ateşbaz-ı
Veli Ocağı denilmiştir(Tosun, 2004, s.128).
Tasavvuf kültüründe ekmek, Allah'ın nimeti olarak kabul
edilip kutsanır, menkıbelerde keramet gösterilen
yiyeceklerden biri olarak görülür. Mevlana, '' Ekmek sofrada
durduğu sürece cansızdır. Fakat insan vücudunda neşeli ruh
kesilir. Sofrada duran o ekmeğin can olması imkânsızdır.
Fakat can, selsebil suyuyla o olmayacak şeyi yapar, ekmeği
ruh haline getirir'' diyerek yiyeceğin insan vücudundaki
değişimini dile getirmiştir (Soysal, 2007,s. 86).
Mevlana, Mesnevi'de geçen Nohut hikâyesinde;
"tencerede kaynatılan nohut sıçramaya başlar, evin hanımına
niçin beni ateşlere salıyorsun; mademki satın aldın, ne diye
beni bu hallere uğratıyor, baş aşağı ediyorsun diye sorar? Ev
hanımı, seni istemediğimden, sevmediğimden
kaynatmıyorum ki; bir tat tuz elde edesin de gıda haline
gelesin, cana karışasın diye kaynatıyorum; bu sınayış seni
horlamak için değil: Allah'ın rahmeti, kahrından ileridir; bu
yüzden de birini sınaması, rahmetindendir. Bahçede su içer
yeşerir, tazeleşirdin hani, o suyu içmen, bu ateşe düşmen
içindi. Sudan, topraktan ayrıldın ama lokma oldun dirilere
karıştın, gıda oldun, kuvvet oldun, düşünceler haline girdin",
(Halıcı,2007, s. 64-65)diyerek: Besin maddesinin çiğ
haldeyken ateşe konulup pişirilmesini, tasavvuf ehlinin
tarikata hamken girip Allah aşkıyla pişerek insan-ı kâmil
mertebesine ulaşmasını sembolize etmiştir (Soysal, 2007, s.
90).
SONUÇ
Mevleviler yemeğin malzemesine ve pişirilme metoduna
birçok sembolik anlamlar ve dinimotifler yüklemişler, bu
sayede aslında dünyevi bir iş olan yemeği, bir ibadet tarzına
dönüştürmüşlerdir. Bazı dini gün ve gecelerde, bulundukları
muhitin insanlarına ikramda bulunarak onların bu dini
atmosferi daha iyi anlamalarına da yardımcı olmuşlardır.
Ayrıca kültür dünyasına ve özellikle Türk yemek kültürüne
önemli katkılar sağlamışlardır. Yiyeceklerin en verimli, en
uygun şekilde kullanımına ve tüketimine büyük önem
verilmiştir. İşte bu yüzden aşçılık, Mevlana zamanında en
çok itibar edilen bir meslek haline gelmiş hatta ruhani bir
makam olarak değerlendirilmiştir. Adına türbe yaptırılan
dünyanın ilk ve tek aşçısının Mevlana döneminde yaşayan
Ateşbaz-ı Veli olması da bu önemin göstergesi olarak kabul
edilir. Mevlana’nın aşçısı olan Ateşbaz-ı Veli, Mevlana’nın
yanında yer alan Mevlevi büyüklerinden biridir. Mevlana’nın
düşüncelerinden istifade etmek isteyenlere ön eğitim vererek
gerekli bilgi ve görgü kurallarını öğretirdi. Ateşbaz-ı Veli’nin
Mevlevi çevrelerinde unutulmamasında onun da dâhil olduğu
kerametin büyük etkisi vardır. Mevlana dergâhının en mühim
kısımlarından biri Matbah-ı Şerif, en mühim şahsiyetlerinden
biri de Ateşbaz-ı Veli ve temsil ettiği makamdır. Tam bir
teslimiyet makamı olan ve 1001 gün süren çilenin (manevi
terbiye) sevk ve idare edildiği Matbah-ı Şerif'te Ateşbaz-ı
Veli'nin gözetiminde yüzyıllar boyunca hem aş hem de
gönüller pişirilmiştir. Bir terbiye ve eğitim makamı olan
Mevlevihane mutfağında aşı, aşk ile yoğuran kişi olan
Ateşbaz-ı Veli, unvanı, makam ve vazifesi de bütün
Mevlevihanelerde yüzyıllarca devam eden söz ve karar
sahibi yüce bir şahsiyet olarak yaşatılmıştır.
21. yüzyıla gelinceye kadar dünyada olduğu gibi pek çok
nedenden dolayı Türk mutfak kültüründe de önemli
değişimler yaşanmış ve bu değişimlerin süreceği
muhakkaktır. Mutfak kültürünün çoğunlukla sözlü
aktarımlarla yeni nesillere taşınması değişimin
hızlanmasında önemli bir etkendir. Bunun yanında simgesel
şahsiyet ya da objelerin olmaması da köklü mutfak
kültürünün anlaşılması ve korunmasını güçleştirmektedir. Bu
nedenle Ateşbaz-ı Veli sadece aşçı olarak ya da Mevlevi
dergâhının velisi olarak değil Türk mutfak kültürünün bir
Journal of Tourism and Gastronomy Studies 4/1 (2016) 96-103
102
simgesi olarak ön plana çıkarılması gereken şahsiyettir.
Dolayısıyla zengin olan mutfak kültürünün pek çok etkinin
altında kimlik arayışında olan gençlere benimsetilmesi ve
geleceğe aktarılması için bir başlangıç noktası olarak
değerlendirilmelidir. Ateşbaz-ı Veli hakkında daha fazla
araştırma ve yayın yapılması tavsiye edilmektedir.
KAYNAKÇA
Bekleyiciler, N. (2015). “Ateşbaz-ı Veli”. Üstüniş Ofset
Matbaa, Konya.
Demirci, M. (2008). “İnsan Eğitimi Açısından Mevlevi
Çilesi”. Mevlana ve İnsan Sempozyumu;
Sempozyum Bildirileri, III. Oturum, İzmir.
Demirci, M. (2013). “Hz. Mevlana ve Mevlevi
Kültürü”. Kubbealtı Yayınları, İstanbul.
Gökalp, H. (2005). “Divan Şairlerinin Gözüyle Mevlevi
Mekânları”. Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
Cilt: 14, Sayı: 2, s. 281-298.
Halıcı, N. (2007). “Mevlevi Mutfağı”. Metro Kültür
Yayınları, İstanbul.
Halıcı, N. (2009). “Türk Mutfağı”. Oğlak Yayıncılık,
İstanbul.
İyiyol, F. (2014). “Mevlevi Gülbankları ve Mevlevi
Gülbanklarının İşlevsel Açıdan Tahlili”.Turkish
Studies - International Periodical For The
Languages, Literature and History of Turkish or
Turkish Volume 9/6 Spring 2014, p. 583-600.
Karaismailoğlu, A. (2014). “Mevlana ve Anadolu
Geleneği - Mevlana’nın Kimliği ve Anadolu
Geleneği Olarak İsimlendirilebilecek Kimliğe
Katkısı”. Türk Dünyası Bilgeler Zirvesi: Gönül
Sultanları Buluşması. Türk Dünyası Kültür
Başkenti Ajansı (TDKB),Eskişehir.
Kemikli, B. (2007). “Mesnevi ve Türk İrfanı:
Mesnevihanlık Geleneği”. Uludağ Üniversitesi,
İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 16, Sayı: 2, s. 1-20.
Özönder, H. (1988). “Ateşbâz Veli ve Mevlevi
Dergâhlarında Ateşbâz Veli Makâmı'nın Önemi”. 3.
Milli Mevlana Kongresi, Selçuk Üniversitesi
Basımevi,Konya.
Soysal, S. (2007). “Derviş Sofraları”. Doğan Egmont
Yayıncılık, İstanbul.
Şahin,B. (2012). “Mevlevilikte Yemek
Adabı”http://konyaarastirmalari.blogspot.com.tr/20
12/12/mevlevilikte-yemek-adabi.html. (Erişim
tarihi, 05.03.2016).
Top, H. H. (2006). “Mevlana ve Mevlevilik
(Mevlevilikte Adap)”. T.C. Konya Valiliği İl Kültür
ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Konya.
Tosun, N. (2004).“Tasavvuf Kültüründe Tekke
Yemekleri”. Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma
Dergisi,Yıl:5, Sayı: 12, s. 123-135.
Extensive Summary
Culinary Culture and Atesbaz Veli Chair in
Mevleviyeh
Mevlana Celaleddın-ı Rumi (1207-1273), who
still remains his effect, is not only a great wise in
the field of Turkish-Islam civilization knowledge
tradition, but also a good poet with revealing deep
mystic works. Even though he did not establish the
Mevleviyeh tradition, Rumi, has found the basic
structure of this culture with his wisdom. This
tradition has become a training school and ecol of
education by aiming to train human in ideal sense.
Establishing in many regions, at first in Konya,
Dervish convents has continued to affect Turkish
culture for centuries. Mevlana is the sage of the
Mevleviyeh culture. He used a variety of symbols
for his ideas that illuminate every aspect of
society. Food is among the one of those symbols.
For example, he explained his philosophy of life
with these words: "My whole life consists of the
sentences of 'I was raw, I cooked, I burnt.'"
Developing written rules about cooking, seen in
these rules; teaming in kitchen, train of dervish
starting in kitchen, building red-colored stones
tomb representing Rumi's famous cook Atesbaz's
death, describe the importance given by
Mevleviyeh culture to kitchen in 13th century.
Mevleviyeh culture has been established by
Mevlana's son Sultan Veled, scholar Celebi
Husammeddin and grandson Ulu Arif Celebi for
the purpose of handing down his disciplines to
next generations. Then, this culture's sustainability
has been granted by the continuum of Celebi
ancestry.
Mevleviyeh tradition has an important place in
the history of literature and culture; and, the
impacts of the activities in the social history as
well. Mevleviyeh is the ecol of education and
training. Its purpose is making the individual
mature in both material and meaning through the
way of approaching the human himself. In this
regard, it is a training school aims to educate
people in the ideal sense.
Journal of Tourism and Gastronomy Studies 4/1 (2016) 96-103
103
Mevleviyeh, starting with Mevlana, found its
basics shape with Sufism and has expanded iits
range of knowledge with more colorful
manifestation. Within this wide range, dervishes
have been in side of Rumi; and disciples has
supported him. One of those esteemed dervishes is
Atesbaz Veli who is the major architect of
Mevleviyeh culture. Atesbaz Veli is major in the
list of people who devoted his life to Mevlana. He
have also raised in the Mevlevi cuisine, ennobled,
and a wise. Senior cook, Atesbaz Veli, has a major
role in the management of this training school.
Atesbaz Veli, who ived in the time of Mevlana, is
the first cook of Mevleviyeh culture and valuable
person for Mevlana. Also, he is responsible for the
education program of dervishes. The cuisine
(matbah) in Mevleviyah is the place where cooked
meals, as well as where dervishes conduct their
training under the light of Mevelviyeh ecol. The
school is governed by a particular system and the
training staff. The authority of this system is
Atesbaz Veli. This important task has been
fulfilled by distinguished persons who are come
up with the Atesbaz Veli Authority. In this respect,
cuisine, table manner, cooking methods and
techniques, and attentive elements in Mevleviyeh
are important to determine the foods and
beverages affecting its culinary culture.
The purpose of this study is to make senior
cook Atesbaz Veli who is esteemed wiser in the
ecol of Mevleviyeh training; and, to determine the
table manner, cooking techniques, foods and
beverages in Mevleviyeh culture. Within the lights
of these aims, this study can be a guide for further
researches in the field of possible effects of
Mevlevi culinary to the 21st century, and the
attentive points to these effects as a cultural issue.
The author has requested enhancement of the downloaded file. All in-text references underlined in blue are linked to publications on ResearchGate.

Konular