ERKEN DÖNEM FARSÇA MESNEVİLERDE BEZM - IYRD.

ERKEN DÖNEM FARSÇA MESNEVİLERDE BEZM - IYRD.
DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
ÖZ
Bezm, Arapça bir kelime olan meclisin anlam dünyasıyla eşdeğer
olan bir kelimedir. İçki içilen, eğlenilen ve muhabbet yapılan yemekli,
büyük şenlik ve eğlencedir. Bir toplumun sosyokültürel tarihi içerisinde
önemli bir yeri kapsayan, yazıldıkları devre ait oldukça detaylı
bilgiler ihtiva eden, sosyal hayatla ilgili zengin materyaller sunan
eğlence ve şenlikler, mesnevilere de yansımış, bir takım izler bırakmıştır.
Bu izler, maddî unsurlar olarak toplumun kültürel dünyasını
oluşturan sosyal tarih belgesidir. Mesnevilerde bezm olgusu, geniş
bir yelpazeden ele alınmıştır.
Her şeyden önce bezm, düzenlenmesine vesile olan ve oldukça
çok boyutlu gerekçeleriyle başlar. Sonra bezmi düzenleyenler öne
çıkar. Katılımcılar da bezmin oluşmasını sağlar. Bezmin işleyişi geniş
bir hizmet ehli tarafından sağlanır. Bezme katılımcıların uyması gereken
kurallar, bezmin vazgeçilmezlerindendir. Bezmin kendine özge
alet ve gereçleri, bezmin görünümünü, konumunu ve pozisyonunu
yansıtan unsurlardır. Bezmin düzenlenmesi için mekânlara gereksinim
duyulur. Bu mekânlar, süslenir ve dizayn edilir. Bezmde alışkanlık
haline gelen, ma’mul olan ve bezmin doğasına uygun olan bazı
eylem ve olaylar sergilenir. Bir zaman diliminde başlayan bezm, yine
belirli bir zaman ve müddet içerisinde biter.
Anahtar Kelimeler: Mesnevi, bezm, eğlence, kültürel değerler.

 Yrd. Doç. Dr. Sadık ARMUTLU, İnönü Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi,
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Öğretim üyesi. Email: sadikarmutlu@windowslive.com.
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
58
ABSTRACT
The word bezm in Arabic means gathering. The term means a big
festival and party in which people drink, entertain and have a chat.
Festivals and parties have an important place in socio-cultural history
of a society; contain rather detailed information on the period when
they were written; and give rich materials about the social life.
Mesnevis also include these festivals and parties, which made some
marks. These marks are documents of social history which constitute
cultural world of a society as material elements. Bezm is told in
mesnevis in a wide range of aspects.
First of all, bezm starts with multidimensional reasons which lead
it to be held. Then, those who hold bezm come to the fore. Participants
also contribute to the holding of bezm. A large number of capable
people help running of bezm. The rules to be followed by participants
are indispensible for bezm. It is the unique instruments and
materials of bezm that reflect its appearance, position and state. Places
are required for bezm to be held. These places are decorated and
designed. Some events and acts which have been a pattern, rooted
and suitable for its nature are performed. Bezm which starts in a period
ends in a certain time and duration.
Key words: Mesnevi, Bezm, Entertainment, Cultural Values
چکیده
بزم، مترادف با معنی کلمه ی مجلس که عربی می باشد، است. مجلس مهمانی بزرگی هست
که همراه با عیش و نوش و طرب می باشد. آداب و رسوم و جشنهایی که ریشه در تاریخ و
فرهنگ و مسایل اجتماعی یک ملت داشته در مثنویها نیز انعکاس و نمود یافته و آثاری از خود
به جای گذاشته است. این آثار به عنوان عناصر مادی از جمله عوامل تشکیل دهنده دنیای
فرهنگی ملت بوده که بصورت برگه ها تاریخ اجتماعی تجلی می یابد. در مثنویها مورد بزم
محدوده گسترده ای را به خود اختصاص داده است.
پیش از هر چیز دیگر بزم با واقعیتهای پدید آورنده آن که ابعاد وسیعی را نیز در بر می
گیرد به وجود می آید. در مرحله بعدی افرادی که بزم را بوجود می آورند نمود می یابند.
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
59
شرکت کنندگان هم باعث تشکیل بزم می شوند. بزم نیز از سوی تعداد زیادی خدمتگذار اداره
می گردد. تابع بودن و پایبندی افراد شرکت کننده به بزم از جمله مهمترین شروط آن می
باشد. عوامل و ابزار بزم از جمله عناصری است که جایگاه و دیدگاه بزم را منعکس می کند.
برای ایجاد بزم نیاز به مکان هایی هست که این اماکن تزئین و طراحی می گردند. با توجه به
رسوم مربوط به بزم بعضی عادات و اصول به نمایش گزارده می شوند. بزم در یک بازه زمانی
مشخص شروع و پس از مدت محدودی اتمام می یابد.
کلید واژه ها: مثنوی، بزم، شادی، ارزش های فرهنگی
1. GİRİŞ
Her toplumda yaşama kültürünün ortak noktaları vardır; yeme,
içme, dinlenme, eğlence gibi. Bunlar toplumlarda zamanın şartlarına,
toplumsal örf, âdet ve geleneklere göre farklılıklar gösterse de benzer
yönler çoktur. Yaşama kültürünün önemli aktivitesi eğlencedir. Başka
bir ifadeyle yaşamın önemli bir yönünü eğlence oluşturur. Eğlence,
güzel vakit geçirmek, keyif almak için yapılan toplantılardır. Ortak
nokta neşelenip eğlenmektir. Amaç bedenlere dinamizm kazandırmak,
sıkıntıları unutturmak, günlük hayatın monotonluğunu kırmak,
yeni bir heyecan ve zevk alma duygusunu geliştirmek, toplumun
farklı kesitlerinden kişileri bir araya getirip birbirine yaklaştırarak
sosyal ilişkileri kuvvetlendirmektir.
Aynı amaç doğrultusunda statüleri ne olursa olsun toplum katmanlarını
oluşturan insanların, bireysel daha çok kitlesel veya ulus
olarak, zamanlı veya zamansız, gelişigüzel daha çok belirlenen yerlerde
bir araya gelerek, toplanmalarının amaçları doğrultusunda eylem
sergiledikten sonra, topluca eğlenip çalgı ve şarkı dinlemeleri ve
bu iki unsura bağlı olarak gelişen diğer yardımcı öğelerin çevrelediği
eğlence, bezm olgusunu karşımıza çıkarır. Bu olgu, bir toplumun
sosyokültürel yapısıyla ilintilidir, hatta iç içedir. Öyle ki bezmlerde
yer alan; mutfak kültürü, giyim kuşam kültürü, çiçeklerin dünyası,
eğlence ve şenlik anlayışı, musikî dünyası, toplum yaşamına ait gelenek,
âdet, alışkanlık ve ritüeller, sergilenen davranış biçimleri, uyulması
gereken kaide ve kurallar, mimari yapılar gibi maddî değerler,
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
60
sosyolojinin, kültür tarihinin, halk biliminin malzeme deposudur.
Bütün bunları toplayıp bir araya getirdiğimizde, karşımıza bezm ve
onun anlam dünyası ile malzemesi çıkar.
Bu makalede, yazıldıkları andan itibaren şöhretini sonraki yüzyıllara
taşımış ve benzeri konuda yazılan mesnevilere model olmuş;
Şâhnâme, Gerşâsbnâme, Vîs ü Râmîn, Hüsrev ü Şîrîn, Heft Peyker,
İkbâlnâme ve Şerefnâme adıyla iki mesneviden oluşan İskendernâme
başta olmak üzere erken dönemde yazılan bazı Farsça mesneviler
seçilerek, “bezm” kavramı irdelenmeye çalışılmış, konunun daha iyi
bir şekilde anlaşılması için de bazı kaynaklara, özellikle de önemli
tarihi kaynaklara başvurularak, tarihsel bağlantıları gösterilmiştir.
2. BEZM
Dihhodâ bezmi “meclis-i şarâb u ceşn u mihmânî” yani konuk
ağırlamak, şenlik düzenlemek ve şarap içmek için oturacak veya toplanılacak
yer diye tarif eder (Dihhodâ 1372: X, 1042). Hasan Enverî,
Dihhoda’nın tanımına benzer bir tanım yapmıştır: “Bezm, meclis-i
şâdî vü ceşn ü mihmânî” (Hasan Enverî 1386: II/958). Şâd mahlasıyla
bilinen Muhammed Pâdşeh, çok meşhur olan sözlüğünde bezmi şöyle
tarif eder: “meclis-i umûmen ve meclis-i ayş u neşât, husûsen” yani;
genel olarak oturulan her yer, özel olarak da eğlenmek ve yemek-içmek
için bir araya gelip oturulan yere bezm denir (Muhammed Pâdşeh 1363;
I/704). Mu’în de “meclis-i şarâb u tarab u mihmânî vü ziyâfet” diyerek
benzer tarif yapar (Mu’în 1360: I/523). Başka bir ifadeyle bezm, bir
grubun eğlenmek, neşelenmek amacıyla etrafında çepeçevre oturulan,
çeşitli araç ve gereçlerden yararlanılarak düzenlenen bir meclise
denir. Bu gün, “bezm” ve “meclis” aynı anlamda kullanılan iki kelimedir.
Meclis, Arapça bir kelime olarak “oturulan, toplanılan, bir araya
gelinen bir mekân” anlamına gelmesi nedeniyle Pehlevice olan bezm
kelimesiyle yakından ilgilidir. Bundan dolayı bu iki kelime işlevsel
olarak eş anlamlı kullanılmıştır. Bu tarife göre bezm denilince şarap
içilen, eğlenilen, yemek yenilen, açık ve kapalı mekânlarda kurulan,
düzenlenen büyüklü-küçüklü eğlence akla gelir Fakat bezmi, içkili
eğlence olarak algılarsak, onun kapsam ve içeriğini son derece dar
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
61
alana sıkıştırmış, işlevsel özelliklerini de azaltmış oluruz. Mutluluk
ve sevinç üzerine kurulmuş, eğlencenin ağır bastığı toplumsal şenlik,
âdet, töreler ve bunlara uygun davranış biçimleri olarak bakıldığında
bu kelimenin anlam katmanlarının genişlediği gibi, işlevsel yönünün
de arttığını görürüz. Klasik Fars Edebiyatında yazılan ve incelemesi
yapılan mesnevilerde bezm, eğlencenin çok ötesinde ama eğlenceyi
de içinde barındıran, çok yönlü işlev ve boyutları bünyesinde taşıyan,
içeriği daha kapsamlı olan, çok boyutlu bir olgu ve bir toplumun kültür
tarihinin arşiv belgesidir. Bu derinlik ve genişlik mesnevilerde
kendini göstermiştir. Bu makalede bezm, böyle bir çerçeve içerisinde
ele alınmıştır.
İran yaratılış mitine göre büyük Ahura Mazda; yeryüzünü, gökyüzünü
ve insanları yarattıktan sonra, onlar için mutluluğu, sevinci
yaratmıştır. Mazdekîyân inanışında da dört güçten biri sevinç ve
mutluluktur (Oşîderî 1371: 433). Sevinç ve mutlulukların yaşandığı
yerin başında bezm gelir. Bezm, hem yemekli, hem de müzikli eğlencelerin
yapıldığı yerlerdir. Bezmde ziyafet sofraları kurulur, musiki
eşliğinde eğlenilir.
Sasanî padişahları, ortak mutlulukları paylaşmak amacıyla büyük
törenler düzenlemiş ve böyle törenleri önemsemişlerdir. Bu törenlerde
binlerce hizmetçi bulundurulmuş, araç-gereç kullanılmış, binlerce
şarkıcı ve çalgıcılar, köleler, aşçılar görev almıştır. Padişahın büyüklüğünü,
devletin gücünü yansıtan bir gösterge olduğu için böyle tö-
renler düzenlemeyi Sasanî şahları ciddi bir görev saymışlardır (İbn
Belhî 1374: 251; Christensen 1370: 528). Gazneli sultanları da bezmlerin
düzenlenmesine önem vermiş, üst seviyede devlet görevlilerini bu
işler için vazifelendirmişler (Beyhakî 1362: 152).
Bezmler, normal hayatın akışında yani barış zamanlarında düzenlendiği
gibi, savaş gibi olağan durumlarda da düzenlenmiştir. Bu da
padişahların asli görevlerinden sayılan “bezm” ve “rezm” kavramlarını
karşımıza çıkarır. Başka bir ifadeyle hükümdarların hayatları ya
savaş alanlarında/rezm ya da eğlence törenlerinde/bezm geçer. Bu iki
kavram, özellikle de bezm, mesnevilerde çeşitli boyutlarıyla işlenmiş,
çok boyutlu anlatım ve renkli tasvirlerle, en küçük ayrıntıya varıncaya
kadar ele alınmıştır. Bu ayrıntılar: Munâsebethâ-yı Bezm, Eşhâs-ı
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
62
Bezm, Levâzım-ı Bezm, Mekânhâ-yı Bezm, Zamân u Muddet-i Bezm
ve Rohdâdhâ-yı Ma’mûl-ı Mecâlis-i Bezm başlıklarıyla ele alınmış,
örneklendirme yoluna gidilmiştir.
2.1. Münâsebethâ-yı Bezm//Bezm Düzenleme Gerekçeleri
2.1.1. İzdivâc//Evlenme
Bezmlerde amaç, bir araya gelmek, eğlenmek ve mutlu olmaktır.
Bu ortamın oluşması için çok çeşitli sebepler vardır. Bu sebeplerin
başında evlenme gelir. Bunu diğerleri takip eder Bezm düzenlenmesinin
en önemli sebeplerinden biri “izdivâc” yani evliliktir. Evlenme,
kutsal bir merasim, mutluluk veren bir eylem olarak görülmüştür.
Evlilikler, Şâhnâme’de çok öne çıkmıştır. İki çeşit evlilikle karşılaşırız.
Birinci grup temelinde aşk ve karşılıklı sevgi olan evliliktir. Zâl ile
Rudâbe’nin evlilikleri gibi. Haftalarca süren bu evlilik törenleri, bü-
yük bir bezmin düzenlenmesine vesile olmuş, bütün şehir zevk ve
mutluluk sesleriyle dolmuş, neşe ve coşku içinde geçen bezm, bir
cennete dönüşmüştür (Firdevsî, Şâhnâme 1388: 75-92, 118-120).
Siyâvuş’un Türk hükümdarı Efrâsiyâb’ın kızı Ferngîs’le izdivacı aşk
temeline dayalı bir evliliktir. Bir hafta gece gündüz süren bu törende/bezmde
eğlence ve mutluluk sahneleri oldukça ayrıntılı bir şekilde
tasvir edilmiştir (Firdevsî, Şâhnâme 1375: III/98).
İkinci grup evlilikler siyasi evliliklerdir. Rakip iki devletin, güven
içinde yaşayabilmeleri için barış anlaşmasının akabinde dostlukları-
nın göstergesi olarak yaptıkları izdivaçlardır. Dârâb’ın Rûm padişahının
kızı Nâhîd’le yaptığı evliliktir. Dârâb, Rûmlarla anlaşma yaptıktan
sonra, Rûm hükümdarının kızıyla evlenir (Firdevsî, Şâhnâme
1375: VI/300). Enûşîrvân’ın gücünden korkan Çin hakanı, kızını
Enûşîrvân’a vererek hem ülkesinin esenlik içerisinde, barış ortamında
yaşamasını sağlamış hem de iki ülke arasında dostluk köprüleri
kurmuştur (Firdevsî, Şâhnâme 1375: VIII/173). Bu evliliklerden başka
öldürülen hükümdarların kızlarıyla da izdivaç yapıldığı görülür.
Dahhâk, Cemşîd’i öldürdükten sonra onun Şehrnevâz ve Ernevâz
isimli dünya güzeli kızlarıyla evlenir (Firdevsî, Şâhnâme 1375: I/51).
Şâpûr’un, Mihrek’in kızıyla yaptığı evlilik de bu tür izdivaçlardandır
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: VII/169). İzdivaçlar; büyük, görkemli ve gös-
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
63
terişli bezmlerin düzenlenmesine neden olur. Bunlar mesnevilerde
ayrıntılı bir şekilde, en ince detayına kadar tasvir edilir.
Mesnevilerde evliliklerin bir usül çerçevesinde yapıldığı ve belirli
aşamalardan geçtikten sonra gerçekleştiği görülür. İzdivaç, önce
“hâstegârî” yani görücü gitmekle başlar. İzdivaç isteği, seçkin kişiler
aracılığıyla yapılır. Ferîdûn, üç oğlunu evlendirmek için Cendel isimli
seçkin ve en güvendiği adamını Yemen şahının yanına göndererek,
oğullarına şahın kızlarını istetir (Firdevsî, Şâhnâme 1388: 44). Kâvûs
da sadece çok güzel olduğunu duyduğu Sûdâbe’ye görücü olarak
akıllı, tatlı dilli, aynı zamanda kahramanlarından birini Hâmârvân
şahına gönderir (Firdevsî, Şâhnâme 1388: 189). Siyâvuş, Efrâsiyâb’ın
kızı Ferngîs’i istemek için İran-Turan savaşlarının ünlü kahramanlarından
Pîrân’ı Turan ülkesine görücü gönderir (Firdevsî, Şâhnâme
1388: 452).
Mesnevilerde görücülük olumlu sonuçlandığında ikinci aşamaya
geçilir. “Gelin için hediye göndermek” evlilik öncesi işlerin en önemlisi
sayılmıştır. Bu hediyelerin başında ziynet eşyaları, kırmızı altın ve
incilerle süslenmiş halılar, ipek kumaşlar, altın ve gümüş paralar,
altından yapılmış tahtırevanlar, cariyeler, köleler, zebercerd tabaklar,
firuze bardaklar, incilerle süslenmiş taçlar, altın süslemeli örtüler,
İran işi tabak ve bardaklar, altın taht, kürsü, kıymetli mücevherlerle
süslenmiş nalınlar vb. sayılabilir. (Firdevsî, Şâhnâme 1375: III/99-100,
233; I/232).
İzdivacın bir sonraki aşaması “cehiz hazırlamak”tır. Büyük bir titizlikle
hazırlanan ve şahlara layık olması için hiçbir özveriden çekinmeden
hazırlanan göz kamaştırıcı cehiz, kız evine görkemli bir
şekilde gönderilir. Gönderme işinde binlerce at, deve kullanılır. Atlar
ve develer, süslü kumaşlarla süslenerek, katar halinde götürülür
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: VII/11).
Evliliğin önemli âdetlerinden biri de “gelin süslemek”tir. Süsleme
işi için kıymetli mücevherlerden yararlanılır, başa altın taç takılır,
ipekli elbiseler giydirilir. Süslemede lazım olan her türlü araç ve gereç
kullanılır. Misk, gülsuyu, ıtır gibi çeşitli kokulardan da yararlanı-
lır. Genellikle süsleme işi görevli kişiler tarafından yapıldığı gibi gelinin
annesi tarafından da gerçekleştirilir. Zâl, Rûdâbe ile evlendiğinde
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
64
Rûdâbe’yi süslemek işini annesi Sîndûht yapar (Firdevsî, Şâhnâme
1375: I/228-229).
İzdivacın bir başka aşaması da “gelinin damat evine altın tahtırevan
götürmesi”dir. Altın tahtırevan gelinle birlikte geldiği gibi önceden
de gönderilmiş olabilir. Rûm hükümdarının kızı Meryem, Hüsrev
Pervîz’le evlendiği zaman şahlara yaraşan çeşitli mücevherlerle
süslenmiş bir tahtırevanla gelir (Firdevsî, Şâhnâme 1375: IX/99). Beşiklerin
mücevher dışında atlas ipeklerle, Rûm kumaşlarıyla süslendiği
de olmuştur (Firdevsî, Şâhnâme 1375: II/145).
Gelin, damadın evine doğru yola çıkarken “gelin uğurlaması” yapılır.
Gelin, hediye yüklü kervanlarla, köle ve cariyelerle birlikte yola
koyulduğunda belli sayıda seçkin kişiler ve askerler, belli bir mesafeye
kadar geline eşlik ederek onu uğurlar, sonra da geri dönerler.
Mesnevilerde buna “bedreke kerden-i arûs” denir. Çin hakanı kızını
evlendirdiği Enûşîrvân’ın yanına gönderirken, kızına Ceyhun nehrinin
kenarına kadar eşlik eder, onu uğurlar (Firdevsî, Şâhnâme 1375:
VIII/183-184). Rûm kayseri de kızı Meryem’i iki menzile kadar “bedreke
kerden-i arus” yapar (Firdevsî, Şâhnâme 1375: IX/99).
Baba evinden yola koyulan gelini, damadın ailesi ve sarayın bü-
yükleri “gelin karşılama”ya hazırlanırlar. Şehrin cadde ve sokakları
süslenir, evlerin çatı ve teraslarına “âzîn” veya “âyîn” denilen küçük
çadırlar kurulur. Gelin şehre girdiği andan itibaren güzergâhı boyunca
bu çadırlardan başına altın, gümüş, gül, misk, zaferan ve benzeri
şeyler saçılır. Şâhnâme’de bu sahneler oldukça fazladır (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: VIII/184; IX/101).
İzdivacın son aşaması “besten-i akd” yani “nikâh kıyma” ve “bezm
düzenlemek”tir. Söz ve akd, daha çok gelin ve damadın babaları arasında
gerçekleştirilir. Genellikle de düğünün yapılacağı yerde akid
kıyılır. Örneğin Ferîdûn’un oğullarının akdi Yemen’de (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: I/89), Kâvus’la Sûdâbe’nin akdi Mâhâran’da (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: II/133), Rüstem ve Tehmîne’nin akdi ile Sîyâvuş ve
Ferngîs’in akdi sarayda yapılır (Firdevsî, Şâhnâme 1375: III/100). Akid,
gelinin mutluluk evine doğru kendi evinden hareket etmeden önce
törelere uygun bir şekilde kıyılır. Akdin gerçekleşmesinin ardından
görkemli şenlikler, göz kamaştırıcı bezmler düzenlenir. Bezmler gün-
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
65
lerce hatta haftalarca devam eder. Hem şehir halkı hem de saray ve
de gelin ile damat gece gündüz uyumadan yer, içer ve eğlenirler
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: I/233; II/134).
İzdivaç törenleri Hüsrev ü Şîrîn’de de çoktur. Hüsrev’in Meryem’le
evliliği, Hüsrev’in Şeker’le izdivaç yapması, Şîrîn’in akdi ve de
Şîrîn’in nedimlerinin evlenmeleri (Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn 1363: 285-
286, 319, 386, 394, 422), Şâhnâme’de anlatılanlarla çok benzerlik gösterir.
Bu benzerlik Vîs ü Râmîn (Gorgânî, Vîs ü Râmîn 1371: 48, 84, 244),
Heft Peyker (Nizâmî, Heft Peyker 1363: 118, 160, 287, 333), Şerefnâme
(Nizâmî, Şerefnâme 1363: 239), Gerşâsbnâme (Esedî-yi Tûsî,
Gerşâsbnâme 1354: 468), Leylâ vü Mecnûn (Nizâmî, Leylâ vü Mecnûn
1363: 139), Varka vü Gülşâh (Ayyûkî, Varka vü Gülşâh 1343: 9-10)’ta
da görülmektedir.
2.1.2. Tâc Gozarî//Taç Giyme
Bezm düzenleme sebeplerinden biri de “tâc gozârî” yani taç giyme,
taç takma törenleridir. Şâhnâme’ye göre taç-gozârî, ilk kez Keyumers
tarafından gerçekleştirilmiştir (Firdevsî, Şâhnâme 1388: 11). Keyumers’ten
sonra onun çocukları tahta geçmiş ve taç takmışlardır.
Hûşeng, taç taktıktan sonra kendini “yedi iklim padişahı” ilan etmiş-
tir (Firdevsî, Şâhnâme 1388: 15). Sonra Lohrâsb’ın (Firdevsî, Şâhnâme
1375: V/418), Humâ’nın (Firdevsî, Şâhnâme 1375: VI/354), Erdeşîr’in
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: VII/154), Kûbâd’ın (Firdevsî, Şâhnâme 1375:
IX/253) ve diğer hükümdarların taç takma törenleri ayrıntılı bir şekilde
ele alınmış, bu merasimlerin ardından yapılan görkemli bezmler
ve bu bezmlerdeki eğlence, sevinç, mutluluk zengin materyallerle
anlatılmıştır. Tâc gozârî, Şerefnâme (Nizâmî, Şerefnâme 1363: 258), Vîs ü
Râmîn (Gorgânî, Vîs ü Râmîn 1371: 371), Hüsrev ü Şîrîn (Nizâmî, Hüsrev
ü Şîrîn 1363: 166), Heft Peyker (Nizâmî, Heft Peyker 1363: 98-100) de
aynı güzellik ve de edebi bir üslupla tasvir edilmiştir.
Ülke yönetimini ele geçiren, tahta geçen her hükümdar, özel bir
merasimle taç giyer. Christensen, bu tören hakkında şöyle der: “Saltanat
tahtı, sarayın en büyük salonunun sonuna konulur ve önüne de
bir perde çekilir. Perde önünde belirli aralıklarla büyükler, seçkinler
ve derece itibariyle yüksek makama sahip olanlar ayakta dururlar.
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
66
Ansızın perde açılır ve şah, altın işlemeli bir mindere yaslanmış, altın
elbiseler giymiş olduğu halde tahtın üzerinde görünür.” Şâhnâme’de
taç giyme merasimleri ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. Şâhnâme’ye
göre Keyûmers, padişahlık makamına ulaşan ilk kişi olarak “âyîn-i
taht u kulâh” yani taç giyme ve tahta oturma töreni yapar:
“Geçmiş zamanları araştıran, kahramanların öykülerini anlatan bir kimse,
taç giyme ve tahta oturmak törenini Keyûmers’in gerçekleştirdiğini ve
onun ilk padişah olduğunu söyledi. Güneş, Hamel/Koç burcuna girdiğinde,
cihan tazelendi, güzellik kazandı. Keyûmers, cihan üzerine efendi oldu/cihan
padişahı oldu. Önceleri dağlar üzerine oturdu” (Firdevsî, Şâhnâme 1388:
11). Görüldüğü gibi Şâhnâme’de yer alan Keyûmers’in tahtı sarayda
değil, yüksek dağlar üzerindedir. Onun padişahlık evresi de bahar
mevsimiyle aynı zamana rastlar. Yırtıcı hayvanların onun yanına
geldiğini, tahtının dibine boyun eğip oturduklarını, Keyûmers’in
kaplan derisi post giydiğini Şâhnâme’den öğreniyoruz (Firdevsî,
Şâhnâme 1388: 11). Taç giyme daha çok mûbed yani din adamları tarafından
yapılmasına rağmen, bazen şahın kendisi tacı kendi başı üzerine
koyarak da bu işi yapardı. Bazen de bir önceki şah, kendi eliyle
tacı yeni şah olanın başına koyardı. Menûçehr (Firdevsî, Şâhnâme
1375: I/135), Zev (Fisdevsî, Şâhnâme 1375: II/47), Lohrâbs (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: V/418), Humây (Firdevsî, Şâhnâme 1375: VI/354) ve
Kubâd (Firdevsî, Şâhnâme 1375: IX/253)’ın taç giymeleri bunlara örnektir.
Şâhnâme’de Keyhüsrev’in, kendi başındaki tacı çıkarıp oğlu
Lohrâsb’ın başına koyması şu şekilde anlatılmıştır:
“Padişah, Lohrâsb’ı görünce ayağa kalktı, ellerini açıp dua ettikten sonra
fildişi tahtından inerek, gönülleri ışıklandıran tacını başından çıkardı ve ‘bu
taç, başında taşıdığın taçtan daha kutlu olsun ve de bütün dünya sana kul
olsun! Çok zahmet çektikten sonra, nihayet kendi ellerimle tacımı ve hazinemi
sana bırakıyorum’ dedi” (Firdevsî, Şâhnâme 1388: 722).
Bir başka taç giyme de başkalarının aracılığıyla gerçekleşir.
Humây, annesi vasıtasıyla Dârâb’ı (Firdevsî, Şâhnâme VI/369-371),
Keykâvus, büyük babası aracılığıyla Keyhüsrev’i (Firdevsî, Şâhnâme
1375: III/249), Lohrasb, pederi vasıtasıyla Goştâsb’ı (Firdevsî, Şâhnâme
1375: VI/64) hem tahta geçirmiş, hem de onlara taç giydirmişlerdir.
Şahların iki kere taç giydikleri olmuştur. Keyhüsrev, babası hayattayken
onun eliyle taç giyer (Firdevsî, Şâhnâme 1375: III/269), daha sonra
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
67
babasının ölümü üzerine tahta geçerek, ikinci kez taç giyer (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: V/379). Behrâm Gûr da Şîrân’ı öldürmeden önce ve
onu öldürdükten sonra (Firdevsî, Şâhnâme 1375: VII/293, 302-304),
Şâpûr, önce anne karnındayken (Firdevsî, Şâhnâme 1375: VII/217),
sonra da kırk yaşına geldiğinde, daha sonra da yetmiş yaşına vardı-
ğında (Firdevsî, Şâhnâme 1375: VII/220) tam üç kere taç giymiştir.

Büyük bir törenle şahların başına taktıkları taçlar, pek çok kıymetli
mücevherlerden ve büyük bir ustalık isteyen bir tarzla işlenerek yapılmıştır.
Bu tarz yapım taçlar, “behâgîr” yani oldukça değerli ve
kıymetli, “pormâye” yani çok pahalı ve “dilforûz” yani gönül aydınlatan
sıfatlarıyla anılmışlardır:
“Behrâm’ı fildişi tahta oturttular, başına behâgîr bir taç koydular” (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: VII/293).
“Cihan sahibi fil dişi tahtına oturdu. Başına dilforûz tacı koydular” (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: VII/302).
“Kardeşi, pormâye tacın ‘yanında’ bilezik, gerdanlık ve fildişi tahtı getirdi”
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: VI/61).
Avfî, kıymetli, pahalı ve insanın içini parlatan, ışıklandıran taçlardan
birine sahip olan Pervîz’in tacını şöyle anlatır: “Atmış batman
altından yapılan bu tacın bir kısmı, nefis ve ışık saçan mücevherlerle,
bir kısmı da karanlık bir geceyi parıltısıyla gündüze çeviren mercanlardan,
başka bir kısmı da pîrûze taşlar ve zümrüdlerle süslenmişti”
(Avfî 1374: 161). Bel’amî’ye göre de Hüsrev Pervîz’in tacında yüz bin
mervarid varmış. Onların her biri yumurta büyüklüğündeymiş
(Bel’amî 1374: 806). Christensen, bu tacın ağırlığının 5/91 kilo oldu-
ğunu söylemiştir (Chiristensen 1370: 524). Bu ağırlıktaki taçlar, altın
bir zincirle şahın tahtının üstüne asılır, şah da bu zincirin altına oturur
ve taç, yukarıdan aşağıya sarkıtılarak hükümdarın başına yerleş-
tirilirmiş (Firdevsî, Şâhnâme 1375: V/360):
“Yedi ‘gün’de süslediler. Sonra fildişi taht üzerine yine fil dişiden yapılmış
tacı astılar” (Firdevsî, Şâhnâme 1375: II/61).
Beyhakî de “yapımı için üç yıl uğraştılar” dediği Sultan Mesud’un
tacından uzun uzun bahsetmiş (Beyhakî 1362: 540), Gerdizî de Sultan
Mesud’un tacının yetmiş batman ağırlığında olup altın ve cevherlerle
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
68
süslendiğini söylemiştir (Gerdizî 1363: 427). Şahlar, taç giydikten sonra
makam ve mertebelerine uygun mevkide bulunanlar sırayla şahı
tebrik ederler ve padişahın tacı üzerine altın mücevher ve kıymetli
taşlar saçarlar. Sonra padişah da Tanrıya dua eder ve uzun bir konuşmanın
ardından şahlığını ilan eder. Şâhnâme’de böyle bir konuş-
mayı Behrâm Gûr yapar. Tac giymesinin ardından, konuşur ve bu
konuşmasını dokuz gün üst üste yapar. Her gün yeni bir konuşma ve
başka başka tavsiyelerde bulunur (Firdevsî, Şâhnâme 1375: VII/304-
307). Şah, taç giyip tahta oturduğu andan itibaren de bezm başlar.
Keyhüsrev’in tahta geçtiğinde başına mücevher saçıldığını görürüz:
“Fildişi tahtına oturup başına gönülleri aydınlatan tacını koydu. Devletin
ileri gelenleri ve askerî yetkililer, başlarında altın işlemeli taçlarla saraya
gelerek, samimi bir şekilde dua ettiler ve Keyhüsrev’in tacının üstüne mü-
cevherler saçtılar” (Firdevsî, Şâhnâme 1388: 708).
Lohrâsp başına taç geçirip tahta çıkmasından sonra, Tanrıyı överek,
dini içerikli uzun bir konuşma yapar:
“Lohrâsp başına dilforûz tacını koyup fildişinden yapılmış tahtına oturunca,
cihanı yaratan Tanrıyı överek ona şükrettikten sonra etrafındakilerine:
‘Adil olan Tanrıya hem güvenin, hem de ondan korkun! Dönen kubbeyi,
yıldızları süsleyen ve kullarının güçlerini artıran hep odur.” (Firdevsî,
Şâhnâme 1388: 729).
Padişahlardan tahta geçip taç giydikten sonra, bezm düzenleyen
ilk kişi Ferîdûn’dur. Bezm, Dahhâk’ın sarayında kurulur. Bunun öyküsü
Şâhnâme’de şöyle öykülenir. Ferîdûn, babasının intikamını almak
için Dahhâk’a savaş açtıktan sonra, elindeki gürzle Dahhâk’ın,
cadıların ve devlerin bulunduğu muhteşem saraya girer, karşı koyan
herkesi öldürür, cadı ve devlerin kafalarını elindeki gürzle ezer, cadı-
lara tapan Dahhâk’ın vekili olan Kendrev’in huzura gelmesini ister.
Ondan “âlet-i taht-ı şâhî” yani padişahlık tahtı için gerekli olan gereçleri
bulmasını ve bir meclis düzenlemesini emreder (Firdevsî,
Şâhnâme 1388: 32-39).
“Cesur hükümdar/Ferîdun, ona ‘haydi git, padişahlık belirtileri olan gereçleri
bul, getir. Şarap da getir, çalgıcıları çağır, kadehleri doldur, sofrayı
donat, kur! Benim bezmime yaraşan çalgıcıların her birinin sohbeti/bilgisi
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
69
benim gönlümü açar. Tahtımın yanında bahtıma yaraşan bir bezm kur!’ diye
buyurdu” (Firdevsî, Şâhnâme 1388: 38).
Kendev, söylenilenleri duyduktan sonra Ferîdûn’un dediklerini
yerine getirir:
“Kendev, onun/Ferîdûn’un sözlerini dinledikten sonra, yeni hükümdarın
tüm isteklerini yerine getirdi. Parlak şarap ve çalgıcıları getirtti. Büyüklere
yakışan, cevherlerle süslü bir sofrada Ferîdûn, üzüntüyü bir kenara attı,
musikî dinledi, şahlara yaraşan böyle bir bezmde bir gece yaşadı” (Firdevsî,
Şâhnâme 1388: 38).
Şâhnâme’de tahta geçip taç taktıktan sonra düzenlenen bezmler oldukça
fazladır (Firdevsî, Şâhnâme 1375: I/72, 79, 81). Tahta geçip taç
takmasına rağmen özel durumlardan dolayı bezm düzenlemeyenler
de vardır. Kâvus, babası Keyhüsrev’in (Firdevsî, Şâhnâme 1375: I/379),
Nevzer de babası Menûçehr’in ölümünün ardından kırk günlük
yas/matem tuttuktan sonra bezm düzenlemiştir.
Şâhnâme’nin dışındaki mesnevilerde özellikle de kahramanlık anlatılarında
bu tür taç giyme ve arkasından bezme oturma eyleminin
gerçekleştirildiğini görmekteyiz. İskender, tahta geçer, altın ve mü-
cevherlerle donatılmış tacı, büyük bir merasimle başına takar, devletin
ileri gelenleri bir protokol içerisinde onu tebrik eder, kutlarlar ve
tacının üzerine saçı saçarlar. İskender, hazır bulunanlara konuşma
yapar; adaletten, iyilikten, güzelliklerden bahseder, sonra da bezme
geçerler (Nizâmî, Şerefnâme 1363: 257). Vîs ü Râmîn’de de taç giyme
merasimi görmekteyiz. Râmîn, oğlu Hûrşîd’i yanına sesler ve kendi
tacını ona vererek, onun padişahlığını ilan eder. Râmîn’in oğlunun
başına taktığı taç, “Keyânî”dir:
“Yılbaşında kutlu Nevrûz gününde, cihan onunla güzelleşti. Büyüklerin
güneşi ve de komutanların hüsrevi olan oğlunu yanına çağırdı. Oğlunu
tahtının yanına oturttu. Sonra da onu cihanın şahı ve hükümdarı yaptı.
Büyük bir parlak tacı ‘oğlunun’ başına koydu, ona ‘ülkenin kutlu şahı’ dedi.
Sonra ‘bu Keyânî taç, aynı zamanda padişahlara layık olan bu saray ve taht
da sana kutlu olsun’ dedi” (Gorgânî, Vîs ü Râmîn 1371: 381).
Hüsrev ü Şîrîn’de Hüsrev, Behrâm Çûbîn’i savaşta yendikten sonra,
Medâyîn’de tahta geçer ve taç takar. Bu taht, Süreyyâ yıldızına
kadar yükselen bir tahtmış. Bu tahtın oluşması için Hüsrev, gemi
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
70
dolusu cevher, derya kadar inci sarf etmiştir. Cevherlerin çokluğundan
sarayın içi, gecedeki mehtaptan daha parlak görünürmüş
(Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn 1363: 166). Heft Peyker’de Behrâm, taç giydikten
sonra, tacının üzerine pek çok saçı saçarlar. Bu eylemden hoşlanan
Behrâm, tören sonrası bir konuşma yapar (Nizâmî, Heft Peyker
1363: 98-100).
2.1.3. Ceşnhâ-yı İrânî//İranlılara özgü Bayramlar
Bezmin düzenlenmesinin sebeplerinden biri de “İran’a özgü bayramlar/ceşnler”dir.
Avestâ’da “yesn”, Sanskritçe’de “yecn”, Pehlevî
dilinde “yezeşen” olan bu Ceşn kelimesi “sitâyîş ve perestiş/övme ve
tapınma” anlamına gelir (Pûrdâvud trs. , 12). Bu bayramların kökenleri
eski İran’a dayanır. Sasanîler zamanında resmî ve dinî olarak bu
bayramların kutlandığı bilinmektedir (Christensen 1370: 246). Mesnevilerde
yer alan İran bayramları/ceşnler şunlardır:
2.1.3.1. Nevrûz
Ferverdîn ayının ilk günü “Nevrûz” olarak çeşitli etkinliklerle kutlanır.
Çünkü yeni yıl o gün başlar. Şâhnâme’ye göre Nevrûz,
Cemşîd’le başlar, bu bayramı icat eden odur (Firdevsî, Şâhnâme 1388:
19). Şâhnâme’ye göre, Tehmûrs’un çok değerli oğlu Cemşîd, babasının
ölümü üzerine tahta geçer ve padişah için düzenlenen törenle başına
altın tacını takar. Dünya baştan sona kadar onun hükmüne girer. Önce
demiri yumuşatıp savaş aletleri yapar. Sonra kıymetli kumaşlar
yapar. İnsanlara eğirmeyi, bükmeyi ve dokumacılığı öğretir. Sanat
sahiplerini kurumlaştırır. İnsanlara ibadet etmek için tapınaklar yaptırır…
Daha pek çok güzel iş yapar ve bunların gerçekleşmesi için de
elli yıl geçer. Köşkler, saraylar, hamamlar yapar, kıymetli taşları, sert
ve işe yaramayan taşlardan ayırır. Kafur, misk, öd, amber ve gülsuyunu
bulur… Saltanatının ikinci elli yılı da bunlarla geçer. Bunun
sonucunda da dünyada kendisinden büyük kimseyi görmemeye baş-
lar. Bulunduğu yeri beğenmeyerek daha yükseklere çıkmak ister.
Saltanatının büyüklüğüne uygun bir taht yaptırır, onu kıymetli ve
parlak taşlarla süsler. İstediği zaman o tahtı devler, bulunduğu yerden
gökyüzüne kadar çıkarabilirlerdi. Cemşîd, oturduğunda o tahtın
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
71
üzerinde parlak bir güneş gibi görünür. Herkes onun etrafında toplanır.
Çevresindeki halk, Çemşidin üzerine parlak ve değerli mücevherler
saçarlar. Sonra, şarap ve çalgılar gelerek, anın tadını çıkarırlar,
mutlu olurlar, neşelenirler. Yeni yılın ilk günü olan Ferverdin ayının
birinci gününe “Nevrûz” adını verirler. İşte Nevrûz denilen bu mutlu,
mesut gün o zamandan, o padişahtan hatıra kalır (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: I/41-42).
2.1.3.2. Mihregân
Nevrûzla birlikte eski İran’da kutlanan en önemli bayramdır.
Şâhnâme’ye göre Mihregân bayramını kutlama, o gün eğlenme âdetini
ilk kez gerçekleştiren Ferîdûn olmuştur (Firdevsî, Şâhnâme 1388: 43).
Ferîdûn, babasının intikamını Dahhâk’tan aldıktan sonra tahta geçer,
tacını başına takar ve padişahlığını ilan ederek, cihana duyurur. Sonrası
Şâhnâme’de şöyle ifade edilir:
“Feridun, arzusuna kavuşunca, cihanda kendisinden başka hükümdar
tanımadı. Keyânî töresince egemenlik göstergesi olarak, taç ve taht ile padi-
şahlık sarayını hazırladı. Kutlu Mihrümâh’ın ilk gününde Keyânî tacı başı
üzerine koydu. Zaman kötülükten uzaklaşarak kederi üzerinden attı. Herkes
Tanrının yolunu tuttu. Gönül, adaletle süslenince yeni bir bayramın temeli
atıldı. Mutlu bilgelerin her biri ‘ellerine’ yakut kadehleri alarak ‘mutluluğa’
oturdular. Cihan, parlak şarabın, padişahın çehresinin, adaletin ve ayın
‘ışıklarıyla’ yenilendi. Ferîdûn, ateşin alevlenmesi için içine zaferan ve amber
‘katılmasını’ emretti. Eğer, Mihregân’ı sorarsan onun dinidir. Bedenin
huzur ‘bulup’ yiyip içmesi ondan kalan bir töredir. Mihr ayı da ondan armağandır.
Bu ayda çalış, gayret et de yüzünde sıkıntı görünmesin” (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: I/79).
2.1.3.3. Sede
Ateşin bulunduğu gün, kutlanan büyük bir bayramdır.
Şâhnâme’de bu bayramın geçmişi Hûşeng’e dayanır. Hûşeng, dağlarda
dolaşırken karşısına çıkan büyük bir yılanı öldürmek için elindeki
taşı atar. Taş, yılan yerine büyük bir taşa isabet eder ve taşın içindeki
gizli ateş meydana çıkar. Huşeng, bulduğu ateşi Tanrı nuru diye kıble
yapar ve ateşe tapar. Akşama doğru büyük bir ateş yakar, tüm
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
72
adamları ateşin etrafında toplar, şarap içer ve eğlenirler. O geceyi
bayram ilan eder, adına da “Sede” der (Firdevsî, Şâhnâme 1388: 43).
Şâhnâme’ye göre, bu üç bayramda düzenlenen bezmlerde ilk kez
hediye vermek, mûbedlere para dağıtmak âdeti uygulamaya konulur
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: VIII/374-375; IX/267). Nevrûz, Mihregân ve
Sede bezmleri aynı parlaklıkla Gerşâsbnâme (Esedî-yi Tûsî,
Gerşâsbnâme 1354: 345-346), Şerefnâme (Nizâmî, Şerefnâme 1363: 141,
239-240, 299-300), Vîs ü Râmîn (Gorgânî, Vîs ü Râmîn 1371: 48, 212,
377) mesnevilerinde de yer almış, düzenlenen bezmlerde yenilenler,
içilenler, katılanlar yanında eğlencenin boyutları da gözler önüne
serilmiştir. Nevrûz, Mihregân ve Sede Bayramı İskendernâme’de de
yer alır:
“Nevrûz’a oturdular, şarap içtiler, çalgıcıların surûdlarına kulak verdiler.
Mugannî, sakî, rûd ve şarap uyku vaktine kadar şahtan uzaklaşmadı”
(Nizâmî, Şerefnâme 1363: 141).
“O gönül okşayan gece, şenlik gecesiydi. Peri gibi cilve yapan peri yüzlü-
ler, şarkı söylediler. ‘O gece’, Mihr ayındaki Mihregân ‘ayîni idi” (Nizâmî,
Şerefnâme 1263: 299).
“Mutluluk cihandan gamın adını kazıdı. Çünkü ‘gün’ Cem’in Nevrûz’u,
Ferîdûn’un Mihregân’ı idi. Hükümdar, tahtı üzerine oturdu, ‘diğer’ şahlar,
padişahın yanında yer aldılar. Çalgıcılarla, şarapla, rûdla, kadehlerle meclis
süslenmişti” (Nizâmî, Şerefnâme 1363: 300).
Bu üç İran bayramından Gerşâsbnâme’de sadece Mihregân’ın aynı
parlaklık ve büyük gösterişle kutlandığını, arkasından görkemli
bezmler düzenlendiğini görürüz (Esedî-yi Tûsî, Gerşâsbnâme 1354:
345-346). Hüsrev ü Şîrîn’de Nevrûz’dan bahsedildiği, düzenlenen
bezmlerin tasvir edildiği görülür (Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn 1363: 95). Vîs
ü Râmîn mesnevisinde yalınız Nevrûz yer alır, sevinç ve mutluluk
ona benzetilir: “Gece, her ikisinin yüzünden gündüz gibi oldu. Günleri
de mutluluktan dolayı Nevrûz’a döndü” (Gorgânî, Vîs ü Râmîn 1371:
212).
“Onun bütün zamanı Nevrûz idi. Her ikisi de kutlu idi” (Gorgânî, Vîs
ü Râmîn 1371: 48).
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
73
Es’ad Gorgânî, Vîs ü Râmîn mesnevisini bitirdiği zaman, Mihregân
Bayramına rastlar. Eserini de bu bayramın hediyesi olarak, memduhuna
takdim eder:
“Senin için Mihregân Bayramı saçısını getirdim. Hayat çeşmesinin suyu
gibi akar, durur. Senin bu bayramında hiçbir küçük, benim şaçılarımdan
daha büyük bir saçı getiremez. Emrin üzerine bir hikâye söyledim. Güzellikte,
bir bahçenin açılmamış ‘goncasına’ benzer” (Gorgânî, Vis ü Râmîn
1371: 388).
Mihregân Bayramının uzantısı klasik şiire de yansımıştır. Mesnevilerde
yer alan “Ferîdûn-âteş-eğlence” olan Mihregân’ın temel sacayağı,
Menûçehrî’nin şiirine de yansır:
“Onun çenginin sesiyle saf nebîd şarabı içmek gerekir. Özellikle Mihregân
bayramında çeng sesiyle birlikte şarap iyi gider. Her müzikle şarap
güzel olur. Fakat Mihregân bayramında çeng sesiyle parlak şarap daha güzel
olur. Mihregân, Ferîdûn’un bayramıdır ve ona saygıdır. Yeni bir ateş ‘yakmak’
ve ateş renginde olmayan şarap içmek gerekir” (Menûçehrî, 1386:
61).
Sede Bayramı da klasik şiirde işlenmiştir. Bu bayramı şiirlerinde
en çok işleyen şairlerin başında Menûçêhrî gelir:
“Ey Emir! Sede Bayramıdır. Büyüklerin törenidir. Bu Keyûmers ve İsfendyâr’ın
âyînidir” (Menûçehrî 1386: 19).
“Ey özgür olanların efendisi, Sede Bayramının akşamı geldi. Sede Bayramı
akşamının saygınlığı çok olur. Borzin Ateşini yak. Çünkü bu kış mevsiminde,
Borzin Ateşi Azer ayının habercisidir” (Menûçehrî 1386: 30).
2.1.4. Pîrûzî
Bezme vesile olan olaylardan biri de “pîrûzî”dir. Kazanılan bir zaferin
ardından düzenlenen, gösterişli bir şekilde ve en üst dereceden
en alt tabakaya kadar toplumun tüm katmanlarının katıldığı bir
bezmdir. Pîrûzî bezmler mesnevilerde üç grup olarak karşımıza çı-
kar:
a) Kazanılan bir zaferin ardından yapılan bezmler (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: IV/257, 265; V/377; VI/214-215; Nizâmî, Heft Peyker
1363: 127, 134, 227-228).
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
74
b) Kahramanların zaferlerini övmek için düzenlenen bezmler (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: I/224; III/36-37, 123; IV/299; Esedî-yi Tûsî,
Gerşâsbnâme 1354: 288-289).
c) Kendi zaferlerini kutlamak için kahramanlar tarafından kurulan
bezmler (Firdevsî, Şâhnâme 1375: V/15, 170, 324; VII/380; Nizâmî, Şerefnâme
1363: 134-135, 141, 481).
A) Zaferlerin en büyüğü, düşmana karşı kazanılandır. Bu da kazanılan
zafere paralel olarak görkemli bezmlerin düzenlenmesine
neden olur. Behrâm, Çin Hakanı’yla yaptığı çetin ve amansız savaş-
tan başarıyla çıkar ve kazanılan zaferin padişaha ulaşmasını istedikten
sonra, askeri yetkililere, seçkin insanlara yiyip içelim der:
“Rüstem, İranlılar’a şöyle der:‘artık silahlarınızı bırakın. Hepiniz başlarınızı
önce yere koyun, sonra da taçlarınızı giyin. Savaş kıyafetlerinizi çıkarın,
bezmin tadına bakalım. Gönüllerin arzuları da üzüntüleri de şüphesiz
geçicidir. Zaman bizim nefesimizi sayıyor. Bizim yapmamız gereken, en iyi
iş, şarap kadehini elimize alıp bu vefası olmayan feleğe aldırmayıp gece yarı-
larına kadar eğlenelim, büyüklerimizi analım” (Firdevsî, Şâhnâme 1388:
498).
Rüstem, Çin Hakanı’ından elde ettiği savaş ganimetlerini Keyhüsrev’e
gönderdikten sonra, ordusu ve kahramanlarıyla birlikte insan
eti yiyen Kâfûr’la savaşmaya gider. Sağlam ve korunaklı bir kalede
bulunan Kâfûr’u kısa sürede yener ve kaleyi ele geçirir. Savaş ganimetlerinin
bir kısmını hükümdara gönderir, geri kalanlarını askerlere
dağıtır. Yanında bulunan Gûderz, Gîv, Tûs, Gostehem, Şîdûş gibi
kahramanlarla bezme oturur. Rüstem, bezme oturmadan önce kahramanlarına
övgüler yağdırır, sonra da onlara hitaben: “Haydi kalkın
da şurada üç gün oturup içki içmekle vakit geçirelim” der. Bunun üzerine
bütün kahramanlar kalkıp şarapları, çalgıları ve çalgıcıları getirterek
eğlenirler (Firdevsî, Şâhnâme 1388: 507). Şâhnâme’de düşmana karşı
yapılan bir savaş ve arkasından gelen bir “pîrûzî” yani zafer ve ardından
düzenlenen görkemli bezmler oldukça fazladır: Goştâsb ve
İsfendiyâr, Efrâsiyâb’ın torunu ve Turan Hükümdarı Ercâsb’a karşı
elde ettiği başarının ardından bezm düzenler (Firdevsî, Şâhnâme 1375:
VI/ 209, 214-215), Kürtleri savaşta yenen Erdeşîr, kazandığı zaferin
arkasından görkemli bezm kurar. En kapsamlı ve katılımı yüksek
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
75
muhteşem bezmleri Keyhüsrev kurar. O, Efrâsiyâb’la yaptığı birkaç
savaş ve bundan başarı ile çıkması neticesinde bezm düzenler (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: V/291; 339). Yine o, Efrâsiyâb’ın ölümü üzerine
büyük bir bezm düzenler. Bu bezm, sadece sarayla sınırlı olmamış,
toplumsal bir şölene dönüşmüş ve kırk gün sürmüştür:
“Keykâvus, Tanrıdan istediklerinin hepsine ulaştıktan sonra, ateşgedeye
gitti. Dede ve torun/Hüsrev, ikisi birden ateş üzerine altınlar saçıp dua
ettiler. Azergoşesb Ateşgedesi’ne hazineler, mûbedlere de süslü elbiseler,
altın ve hazineler dolusu paralar bağışladılar, şehir halkına ve sanatkârlara
hazineler dolusu paralar dağıttılar… Bunlardan sonra cihan hükümdarı
şöyle dedi: ‘Ey büyük, talihli ve ünlü kişiler! Kadın ve çocukları şehirden
çıkarıp onları sahraya götürün, ayrıca yiyecek, içecek ve de çalgı götürün’
dedi. Bezm, düzene konulunca da padişah içmeye başladı. Onun soyundan
olanlar da oraya gittiler. Keykâvus, kırk günü şarap ve çalgıyla geçirdi”
(Firdevsî, Şâhnâme 1388: 707).
İran ve Turan savaşlarında, Turanlılar da İranlılar’a karşı yaptıkları
savaş ve bu savaştan pîrûzî ile çıkmaları sonucunda gösterişli
bezmler düzenleyerek, başarılarını sabahlara kadar kutlamış, şarap
içmiş, müzik ziyafeti çekmiş ve eğlenceye doymuşlardır. Uyku hiç
kimsenin aklına bile gelmemiştir:
“Kadehin verdiği bir mutlulukla gittiler, otağın önüne oturdular. Bütün
bir gece, rebâb ve çengin sesinden dolayı o yerde ‘hiç kimse’ uyumadı” (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: IV/142).
Gerşâsbnâme’de zaferin ardından gösterişli bezmlerin düzenlendiğini
görürüz. Hind Padişahı Mihrâc, Hindli komutan Behv’in çı-
kardığı isyanı bastırmasından sonra, bir bezm tertip eder (Esedî-yi
Tûsî, Gerşâsbnâme 1354: 92-93, 114). Çin Hakanı’nın yeğeni Tekîn Tâş,
Hakan’a isyan eder, başarılı olamaz. Bunun üzerine Çin Hakanı, bü-
yük bir bezm düzenletir (Esedî-yi Tûsî, Gerşâsbnâme 1354: 353).
B) Bir diğer “pîrûzî” bezm, kahramanların kazandıkları başarılarla
iftihar etmek için düzenlenmiş olandır. Tüm ordunun gözbebeği olan
kahramanlar, elde ettikleri başarılarıyla herkesin kalbinde taht kurmuşlardır.
Bunların ordu içinde, sarayda, halk arasında büyük bir
saygınlıkları vardı. Kazandıkları zafer doğrultusunda onurlarına ya-
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
76
pılan bezmler de o denli büyük ve görkemli olurdu. Menûçehr’in
ordu komutanı Rüstem, büyük başarılara imza atar. O, Bîzen’i zindandan
ve kötü niyetli ejderhaların elinden kurtarır, Ekvân Dev’in
kafasını keser ve Turan ordusunu da bozguna uğratır. Keyhüsrev,
Rüstem’in zaferler kazanması üzerine onu sarayında onurlandırır,
başarılarını alkışlar, kendisiyle iftihar eder ve Rüstem’e: “Ey mertliğin
dayanağı erdemlerin ruhu! Felek, her zaman dileğince dönsün! Gönlün şen,
tenin esen ve kötülerin gözünden ırak olsun” der (Firdevsî, Şâhnâme 1375:
563-564). Sonra Keyhüsrev bir bezm tertip edilmesini emreder:
“Keyhüsrev, sofra kurulmasını emretti. Üst seviyede büyükleri çağır ‘dedi’
Sofradan kalktıktan sonra, parlak ‘şarap’ sofrasına oturdular. Bezmi aydınlatan
sakîler, kulakları küpeli. Çeng çalanlar geldiler. Bütün kahramanların
başları üzerinde taç, altından; güzellerin ise mücevherden idi. Güzellerin
yüzleri renkli Rûm kumaşları gibiydi. Periden doğmuş bu güzellerin
ellerindeki çengin coşkusu her yanı coşturuyordu. Herkesin önünde saf
miskle dolu altın tabaklar ve gülsuyu kaplar vardı” (Firdevsî, Şâhnâme
1388: 564).
Kahramanların başarılarıyla övünmek sadece savaş alanlarına
mahsus değildi. Onların başka alanlarda da gösterdikleri başarılar,
onurlarına bezm düzenlenmesine neden olurdu. İran’ın ünlü kahramanı
Zâl, mûbedlerin kendisine sordukları ve çözümü oldukça zor
olan sorular karşısında çok güzel ve mantıklı cevaplar vererek onların
sınamasından büyük bir başarıyla çıkar. Zâl’ın bilmece gibi soruların
anlamlarını ortaya koymasına Menûçehr, sevinir ve onuruna
büyük bir bezm düzenler:
“Şah, gökyüzündeki ayın on dördüncü gecesi gibi ‘parlak’ bir bezm dü-
zenledi. Cihanı karanlık basınca ve başları şaraptan dönünceye kadar içtiler.
Onlar, güneş dağların ardından başını kaldırıncaya kadar coştular. Hepsi
mutlu ve sarhoş bir şekilde birer birer şahın sarayından ayrıldılar, kol kola
girerek uyumaya gittiler” (Firdevsî, Şâhnâme 1388: 118).
Şah Kâvus, oğlu Siyâvuş’un dağ gibi yanan bir ateşten siyah atıyla
geçmesi üzerine başarısını kutlamak için üç gün süren bezm düzenler
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: 31, 37-39). Siyâvuş, Efrâsiyâb’ın yanına sığı-
nır. Onun önünde tüm hünerlerini sergilediği gibi savaşlarda da bü-
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
77
yük bir beceri gösterir. Efrâsiyâb, onunla iftihar eder ve başarılarından
dolayı görkemli bir bezm kurar (Firdevsî, Şâhnâme 1375: III/123).
Menûçehr, ünlü kahraman Sâm’ın Mazenderân ve Gurgsârân ülkesinde
göstermiş olduğu zaferlerinden haberdar olduktan sonra onun
için bir bezm düzenler (Firdevsî, Şâhnâme 1375: II/197).
C) Bazen de kahramanlar kendileri göstermiş oldukları başarının
ardından bezme otururlar. Kahraman Bîjen ve Gurgîn, Turan sınırındaki
ayılara üstünlük sağlamalarından dolayı bir bezm tertip ederler
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: V/15). Heft Hân’da her birindeki başarısından
sonra İsfendiyâr, bezm düzenler (Firdevsî, Şâhnâme 1375: VI/170).
Ejderhaları öldürmesinin ardından Behrâm Gûr da başarısını kutlamak
için bir bezm kurar (Firdevsî, Şâhnâme 1375: VII/380).
Mesnevilerde bezme vesile olan eylemler ve bunların bezm şeklinde
kutlanması oldukça geniş yelpazede ele alınmıştır. Hemen her
ortamda bezm düzenlendiği ve en küçük bir olayın bile bezme dö-
nüştüğü görülmektedir. Bu da bir toplumun eğlenceye olan düşkünlüğünü
ve bu eğlenceyi/bezmi bir âdet haline dönüştürdüğünü gösterir.
Bunları ayrıntıya girmeden başlıklar halinde şöyle sıralayabiliriz:
Savaştan önce kurulan bezmler: (Firdevsî, Şâhnâme 1375: I/120;
II/207, 201-211, 232, 198; III/3, 43, 48; IV/31, 235, 287; VI/167, 202, 230;
Esedî-yi Tûsî, Gerşâsbnâme 1354: 93-94, 367).
Âşık ve maşuğun birbirlerinin yüzlerini gördüklerinde tertip edilen
bezmler: (Firdevsî, Şâhnâme 1375: I/171-172; V/21, 23-25; Gorgânî,
Vîs ü Râmîn 1371: 156-173, 189, 192, 212, 341; Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn
1363: 127-128, 383-389, 137, 139-140, 282, 379; Nizâmî, Leylâ vü
Mecnûn 1363: 211-218).
Misafir geldiğinde düzenlenen bezmler: (Firdevsî, Şâhnâme 1375:
VII/379, 385, 310-318, 227; II/173-174; VIII/295-296; Nizâmî, İkbâlnâme
1363: 228; Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn 1363: 95, 89, 118, 306; Nizâmî, Heft
Peyker 1363: 115, 154, 175, 325-326; Nizâmî, Şerefnâme 1363: 329; Esedî-
yi Tûsî, Gerşâsbnâme 1354: 28, 287; Gorgânî, Vîs ü Râmîn 1371: 156, 173,
189, 192-212, 341).
Bir ülkeye elçi gönderilmesinde veya bir elçi kabulünde yapılan
bezmler: (Firdevsî, Şâhnâme 1375: I/3, 55-56, 111-112; VI/56; VII/50, 93,
227, 418-419; Nizâmî, Şerefnâme 1363: 282).
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
78
Ülke adına çok önemli işler yapmaya teşebbüslerde bulunmadan
önce kurulan bezmler: (Firdevsî, Şâhnâme 1375: V/55; VI/167-168, 218-
219; Nizâmî, Şerefnâme 1363: 383, 415-416).
Ülke içinde veya ülke dışında istenmeyen kişiler veya etkisiz hale
getirmesi istenilen şahıslar için aldatmaya dayalı göstermelik bezmler:
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: I/134-135, 137; VI/178-179, 198-199;
VII/152, 224-225).
Hoşa giden, beğenilen her olaydan sonra yapılan bezmler: Bunlar
çok çeşitlidir ve de oldukça fazladır. Bu sevindirici olaylardan bazıları
şunlardır:
Güzel bir haberin işitilmesi (Firdevsî, Şâhnâme 1375: I/80, 231-232;
II/227; V/141, 339-342; VI/343; IX/200-201).
Saygın ve seçkin kişilerin gittikleri yerden geri dönmesi: (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: III/11-13; IV/13; V/363-364; VIII/28; Esedî-yi Tûsî,
Gerşâsbnâme 1354: 202, 332, 428).
Yeşilliklerle dolu bir alana ulaşıldığında: (Firdevsî, Şâhnâme 1375:
V/16; VII/233; VI/12; Nizâmî, Şerefnâme 1363: 43).
Baharın gelmesi: (Firdevsî, Şâhnâme 1375: V/19; IX/148, 193;
Gorgânî, Vîs ü Râmîn 1371: 42-43; Nizâmî, Leylâ vü Mecnûn 1363: 96).
Çocuk doğumları: (Firdevsî, Şâhnâme 1375: I/238-240; VII/218;
IX/201; Nizâmî, Şerefnâme 1363: 83-84).
Doğumdan sonra çocukların anne ve babaları tarafından belli zamandan
sonra ilk görüldükleri anda: (Firdevsî, Şâhnâme 1375: I/146,
151; VII/106-107, 163; IX/319).
Güzel bir rüya görüldüğünde: (Firdevsî, Şâhnâme 1375: II/40).
Mesnevilerde bezmin düzenlenmesine sebep olan eylemler bu şekilde
sıralanmasına rağmen, bunların dışında da bezmlerin kuruldu-
ğu görülmektedir. Bunlar herhangi bir nedenle dayanmadan, kimi
zaman, ara sıra, zaman zaman kurulan bezmlerdir. Kahramanlık anlatılarına
dayalı mesnevilerde, (Firdevsî, Şâhnâme 1375: II/76-77, 157;
I/155; VI/10; VII/367; Esedî-yi Tûsî, Gerşâsbnâme 1354: 125, 155;
Nizâmî, Şerefnâme 1363: 99-141) çok lirik anlatımlı mesnevilerde,
(Nizâmî, Heft Peyker 1363: 121-122, 146, 236, 243-244; Nizâmî, Hüsrev ü
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
79
Şîrîn 1363: 103, 394-395; Gorgânî, Vîs ü Râmîn 1371: 42-43) karşımıza
çıkarlar.
3. EŞHÂS-I BEZM//BEZMDEKİ KİŞİLER
3.1. Ber-Gozâr Konendegân-ı Bezm//Bezm Düzenleyiciler
Bezmi toplum katmanlarından herkes düzenleyebilirdi. Düzenlenen
bezmlerde farklılık toplumsal yapılanmada görülürdü. Katmanlar
arasındaki sosyal seviye ve statü bezmlere yansır, farklılıklar kendini
gösterirdi. Sosyal yapılanmanın gereği olarak bezm düzenleyenler
dört gruba ayrılır: Padişahlar, kahramanlar, sultan hanımları ve
sıradan insanlar.
3.1.1. Şâhân//Şâhlar
En görkemli bezmler, padişahlar tarafından düzenlenirdi. Bu
bezmler, padişahın görkemini, büyüklüğünü yansıtan bir göstergeydi.
Muhteşem ve son derece güzel bezmlerin saray, halk ve üst düzey
ordu komutanlarıyla şahlar arasında ilişkileri güçlendirmeye yönelik
işlevselliği vardı. Kâbûsnâme yazarı, kitabının 42. bölümü olan “Der
Âyîn ü Şart-ı Pâdşâhî”de şöyle der:
“Ey oğul, eğer padişahlığa ulaşacak olursan halkı, seçkinleri ve askerin
ileri gelenlerini yemekli ve şaraplı sohbetine çağır, gelsinler, iyilikler et, hilat
giydir, başka iyilikler için ümitvar et. Kendini onlara daima sıcak göster”
(Unsuru’l-Me’âlî 1378:234).
Se’âlibî, Mulûkul Furs isimli eserinde Efrâsiyâb ve çevresinin
Siyâvuş’u kıskanmasının en başta gelen nedenlerinden birinin düzenlenen
seçkin, göz alıcı, hayret verici ve görkemli padişah bezmleri
olduğunu ifade eder (Se’âlibî 1368:136). Sultan Mesûd, Hasan Meymendî’yi
vezirlik makamına getirdiğinde “neşâd ve şarab”ı vezirlik
görevinin ilk şartlarından biri olarak saymış, bütün bu işleri onun
yerine getirmesini istemiştir (Beyhakî 1362: 152). Şahların rezm/savaş,
şikâr/av, neşât/eğlenme, bahşiş verme gibi yapması gereken işleri
vardır. Bezm düzenlemek de padişahların zorunlu görevlerinden biri
olarak kabul edilmiştir. Şâhnâme’de; avlanmak, eğlenmek, savaşmak,
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
80
bahşiş dağıtmak ve bezm düzenlemek, şehinşahların işi olarak yer
almıştır (Şâhnâme 1375: VIII/266). Ferruhî (ö.1037), bir kasidesinde
sultanların dört şeye önem verdiklerini açık bir şekilde ortaya koymuştur:
“Hükümdarların dört seçkin işi var: eğlenmek, çevgan oynamak, savaş-
mak, avlanmak ve bezm düzenlemek” (Dîvan 1371: 102).
Sultan Mahmud’un bezm ve rezm ile övündüğünü Ferruhî’nin kasidesinden
anlıyoruz:
“Adıyla övünen, huyuyla övünen, eğlenceyle övünen, savaşla övünen
Şah/Sultan Mahmud, güneş dağların ardından kendini gösterince, şarap
istedi ve avlanmaya yöneldi” (Dîvan 1371: 206).
Bezm ve rezm şöhret olmanın gereklerinden biri olarak kabul
edilmiş, hükümdarlar bu yönleriyle hem övünmüşler, hem de övülmüşlerdir:
“Gençlikten kâm olmanın zamanı geldi. Savaşarak, eğlenerek şöhrete
ulaşmanın zamanı geldi” (Vîs ü Râmîn 1377: 226).
“Savaş yapmasıyla, eğlenmesiyle, düşüncesiyle ve avlanma yönüyle Goş-
tasb gibi ünlü bir padişah yoktur” (Şâhnâme 1375: VI/232).
Şahların bezm düzenlemelerinin başta gelen sebeplerinden biri de
şahzadelerin eğitimidir. Rüstem, Siyâvuş’un yetişmesini üstlenince,
Siyâvuş’u Zabilistan’a götürür ve pek çok hünerleri ona öğretir. Bunların
arasında en dikkat çekicisi de rezm, bezm ve şarap içmedir
(Şâhnâme 1375: III/11). Kâvus, Siyâvuş’u hareme, kız kardeşini görmeye
göndermek ister. Siyâvuş, babasına: “Beni hareme göndereceğine,
akıllı ve tecrübeli olgun kişilerin yanına gönder ki padişahlık hünerlerini
öğreneyim, bezmde nasıl oturulup kalkılır onu göreyim” der (Şâhnâme
1375: III/15). İsfendiyar, ölüm zamanında Rüstem’den oğlu Behmen’i
yanında götürmesini; ona çölde avlanmayı, bezme oturmayı, şarap
içmeyi, çevgan oynamayı öğretmesini ister (Şâhnâme 1375: VI/310).
Şahzadelerin eğitilmesi ve her açıdan donanımlı olmasına “hunerhâ-yı
şâhân” denir. Rüstem, Behmen’i yetişmesi için Goştâsb’ın
yanına gönderir ve sonuçta Rüstem’e “Ona/Behmen’e, şahlara ait
hünerleri öğrettim” der (Şâhnâme 1375: VI/318). Goştâsb’ın öğrettiği
hünerlerin başında bezm gelmektedir. Şahların bezm düzenlemesine
“âyîn-i cihândârân” denilmiştir. Bu terkip hükümdar töresi, tören ve
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
81
merasimi anlamına gelir. Önce meclis kurulur, hükümdar bütün
haşmetiyle meclise gelerek meclisi onurlandırır ve altından yapılmış
tahtına oturur. Tahtın önünde davetliler saf tuttuktan sonra padişahın
tahtı önüne otururlar. Saki, kadehleri dolaştırır ve hükümdarın
şerefine kadeh kaldırılır (Hüsrev ü Şîrîn 1363: 277). “bezm-dârân” tabiri,
şahlar ve şehzadeler için kullanılan bir ifadedir (İkbâlnâme 1363:
52).
3.1.2. Pehlevânân//Kahramanlar
Şahlardan sonra bezm düzenleyici olarak ikinci sırayı kahramanlar
alır. Ülke ve padişah adına savaşan kahramanların düzenledikleri
bezmler, savaşla ilintilidir. Savaş öncesi yapılan bezmler, kahramanları
savaşa ısındırmak, moral ve motivasyonlarını artırmak amaçlıdır.
Savaş sonrası bezmler, kazanılan zaferle orantılı olup görkemli bir
şenliğe dönüşürken savaş arası yapılan bezmler ise, iki tarafın anlaşarak
yaptığı kısa süreli bezmler olup dinlenme, yeme-içme amaçlıdır.
Savaş dışında eğlenmek, neşelenmek niyetiyle de bezmler düzenlenirdi.
Böyle bezmlere, başka kahramanlar da iştirak ederdi.
Şâhnâme’de böyle bir bezm şöyle anlatılır:
“Fil gövdeli Rüstem günün birinde bir bezm düzenledi. Yüksek köşklerin
bulunduğu Nevend denilen yerde. Bezmi herkesin bulabilmesi için Borzin
Ateşgedesi’nin, her yanı aydınlatmıştı. Bu sırada kahramanlardan Tûs,
Geşvâd’ın oğlu Gûderz, Behrâm, Gîv, Gurgîn, Şâverân’ın oğlu Zenge, Gostehem,
Horrâd, ünlü Borzîn ve Gorâze gibi savaş erleri bezme katıldılar.
Bütün kahramanlar, orada şarap içmek, avlanmak, ok atmak, gûy ve çevgan
oynamakla vakit geçiriyorlardı. Birkaç gün böyle çalgılarla neşeli neşeli eğ-
lendiler” (Firdevsî, Şâhnâme 1388: 212).
Rakip orduların kahramanları, birbirleriyle karşılaşmadan önce
bezm kurarlar. Rüstem ile Sohrâb dövüşmeden önce ayrı ayrı bezme
otururlar. Sohrâb, çevresindekilere şöyle der:
“Şimdilik gönlümüzden gamı, kederi atalım. Hizmetçilere emir ver de
bezmi kurup içki sofrasını hazırlasınlar” (Firdevsî, Şâhnâme 1388: 245).
Rüstem, Sohrâb’la ikinci kez savaşmadan önce Sohrâb düzenlediği
bezme Rüstem’i davet eder ve ona “bizimle otur da bezmimiz şenlensin”
der (Firdevsî, Şâhnâme 1388: 248). Kahramanların savaş alanına
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
82
gitmeden önce bezm düzenledikleri de görülür. Şâhnâme’de Rüstem
ile Gîv, Kavus’un yanında savaşmaya gitmeden önce Destân’ın köş-
künde eğlendikleri uzun uzun anlatılır:
“Haydi, kalk da gidip Destân’ın köşkünde biraz eğlenelim. Biz bugün
keyfimize bakalım, Kâvus’u da kahramanlarını da unutup kurumuş dudaklarımızı
şarapla ıslatalım. Sonra, şarap içip sarhoş oldular ve Kâvus’u düşü-
necekleri yerde söylenen şarkıları dinlemeye koyuldular. Ertesi gün Rüstem,
başı hâlâ mahmurlukla dönerken, bir bezm daha kurdurdu. Gîv’in sarhoşlu-
ğu o gün de sürdüğü için kalkıp gitmek aklından bile geçmedi. Rüstem, aşçı-
lara hemen bir sofra hazırlattı. Yemek yedikten sonra yine içki bezmini kurdurup
şarapla rûd getirtti, çalgıcıları çağırttı. O gün de böyle geçti. Ertesi
gün yine bir bezm kurup eğlendiler. Bu üçüncü gün de yine şarap getirtip
içtiler; Kâvus’u yine hatırlamadılar” (Firdevsî, Şâhnâme 1388: 231-232).
3.1.3. Hânumhâ// Hanımlar
Bezm düzenleyen başka bir grup da hanımlardır. Hanımların dü-
zenledikleri meclisler, sadece kadınlara mahsus olup erkeklerin bulunmadığı
bir bezmdir. Bu bezmler, hükümdar eşlerinden, onların
sohbet arkadaşlarından ve kadın kölelerden oluşur. Daha çok ilkbahar
mevsiminde kırlarda, çemenlikte güller arasında tertiplenirdi.
Açık alanlarda olduğu gibi kapalı alanlarda da bezm düzenlenirdi.
Turan hükümdarı Efrâsiyâb’ın kızı Menîje’nin bezmi bu bezmlerden
biridir.
Bu bezmlerde çeşitli yemeklerin bulunduğu bir sofranın kuruldu-
ğunu, şarap kadehlerinin dolaştığını, müzisyenlerin kendilerine ayrı-
lan yerlere konuşlanıp barbed ve çeng çaldıklarını, kölelerin ayakta
beklediklerini, çadırın içinin renk renk kumaşlarla bezendiğini ve
tavus kuşunun kanadını andırdığını, yerlere altınların saçıldığını,
çadırı baştanbaşa bezemek ve güzel kokularla donatmak için harcanan
miskin, amberin, yakutun ve altının haddi hesabı olmadığını,
Firdevsî’nin Şâhnâme’sinden öğreniyoruz (Firdevsî, Şâhnâme 1388:
534).
Hükümdar bezmleri kadar, özellikle sultan hanımların düzenledikleri
bezmler de dillere destan bir şekilde şöhret bulmuştur. Efrâsyâb’ın
kızı Menîje’nin düzenlediği bezm de bunlardan biridir. Bu
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
83
bezmler, bazen karşılıklı aşkların yaşanması için bir başlangıç sayılmıştır.
Aşağıdaki duygular bunu yansıtıyor:
“Bîjen kemerini kuşanıp pehlivanlık yüzüğünü parmağına geçirerek atı-
na atladı ve bezm yerine kadar dörtnala sürdü. Oraya varınca ormana gizlendi.
Atıyla kendini güneşten korumak için bir servi ağacının dibine gitti ve
o güzel yüzlü Menîje’nin çadırına biraz daha yakınlaşıp da bir göz atar atmaz
hemen ona gönlü kayıp Menîje’ye âşık oldu (Firdevsî, Şâhnâme 1388:
533).
Şîrîn’in bezmi de açık alanda çiçeklerin arasında kırlarda yapılan
bezmlerdendir. Nizâmî, Şîrîn’in bezmini şöyle tasvir etmiştir:
“Güzeller, çimenliğe gelip oturdular. Bazen şimşir, bazen gül demeti yapıyorlar,
bazen güllerden gül suyu çıkarıyorlar, bazen gülüşleri ile etrafa
neşe saçıyorlardı. Kadın kadına oturmuşlardı. Coşkunluktan kaplarına sı-
ğamıyorlardı. Demet demet gül topladılar, onlarla şarap sofrasını süslediler.
Artık Şîrîn’in etrafındaki güzeller, ellerindeki şarap dolu kadehlerle muhte-
şem bir güzellik tablosu çizmişlerdi. Çevreleri bomboştu, insanlardan bir
eser yoktu. Şîrîn, sevgili arkadaşları şerefine kadeh kaldırıyor, bazen onlara
kendi şarap veriyor, bazen onların elinden içiyordu (Nizâmî, Husrev ü
Şîrîn 1363: 59-60).
Şîrîn’in bezminin sabah başlayıp akşamın karanlığına kadar sürdüğünü
görüyoruz. Bunu bezmin yorgunluğunu kırda istirahate çekildiklerinden
anlıyoruz. Dinlenme esnasında bol bol şarap içildiğine,
Encirek sahrasında ellerinde kadeh, ayaklarının altında çiçeklerin
bulunduğu bir ortamda güzelce uyuduklarına şahit oluyoruz
(Nizâmî, Husrev ü Şîrîn 1363: 61-62). Şîrîn’in bezminde birbiri ardınca
içli gazellerin okunduğunu, kadeh tokuşturmalarının çıkardığı sesler
arasında güzel sesiyle sakînin bezme katılan güzel kadınları coşturduğunu
aşağıdaki ifadelerden anlıyoruz:
“Tekrar hep birlikte gülüp eğlenmeğe başladılar, şarap getirdiler,
bezm kurdular. Artık birbiri arkasına yanık gazeller okunuyor, kadeh
şıkırtıları arasında sakînin coşturucu sesi yükseliyordu. Şîrîn, acı şarabı
eline alınca o acılıktan ve şirinlikten cihan sarhoş oldu (Nizâmî,
Husrev ü Şîrîn 1363: 65).
Kadın bezmleri Vîs ü Râmîn’de “sûr-ı zenân” olarak adlandırılmış-
tır:
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
84
“Vîs’in kendi sarayında şöyle bir âdeti vardı. O, her gün bir “sûr-ı
zenân” düzenlerdi. Seçkin kişilerin hanımları ona katılırdı. Bir hafta
mutluluk onlarla olurdu” (Gorgânî, Vîs ü Râmîn 1371: 318).
3.1.4. Merdum-ı Âdî//Sıradan İnsanlar
Bezm düzenleyenlerin son grubunu sıradan insanlar yani halk tabakası
oluştururdu. Halk, çeşitli vesilelerle bu tür bezmleri düzenlerdi.
Neşelenmek, eğlenmek bunların başında gelirdi. Her çeşit bayram
ve şenliklerde de bu tür bezmler tertip edilirdi. Böyle bir bezme
Behrâm Gûr şahit olur. Behram, bir değirmenin kenarında yanan bir
ateş; ateşin başında bilmediği, tanımadığı kadınlı erkekli sıradan insanların
başlarına gül demetlerinden yapılmış taçlar taktıklarını, süslü
elbiseler giydiklerini, güzel kokular sürdüklerini, çalgıcıların ateşin
çevresinde daire şeklinde oturduklarını, herkesin mutlu bir şekilde
yiyip içtiklerini, şaraptan yarı sarhoş bir halde olduklarını, bezmde
sık sık “Çok yaşa Behrâm Şâh” diye seslendiklerini görür (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: VII/331).
Vîs ü Râmîn’de de halkın eğlenmek, neşelenmek, keyif almak için
kırlarda, bahçelerde, su kenarında bezm düzenlediklerine şahit olmaktayız:
“Herkes evinden kırlara çıkmış. Bütün seyir eşyasını yanına almış. Her
bağdan, bahçeden, su kenarından farklı farklı müzik sesi geliyordu. Toprak,
çiçek ve yeşillikle doluydu. Yıldızlarla dolu bir gökyüzüne benziyordu. Bir
grup eğleniyor, at sürüyor; bir grup şarkı söyleyip dans ediyor. Bir grup
bahçede şarap içiyor. Bir grup gül bahçesindeki güllere benziyor. Bir grup
akarsu kenarında, bir grup lale bahçesinin ortasında. Herkes mutluluk içinde
bezme gitmiş. Giydikleriyle cihanı atlasa benzetmiş” (Gorgânî, Vîs ü Râmîn
1371: 43).
3.2. Şirket Konendegân der-Bezm//Bezm Katılımcıları
Bezmlere katılımın özellikle de şahların bezmine katılımın özel
kuralları vardı. Katılım özel izne tabi tutulurdu. Katılanların sayısı
her zaman aynı olmayıp bezmin konumuna göre katılımın sayısı artar
veya azalırdı. Özel izinle girilen ve katılım sayısının az olduğu
bezmler olduğu gibi sadece askerlerin veya halkın iştirak ettiği bezm-
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
85
ler de vardı. Bu durumlarda katılımcı sayısı oldukça yüksekti. Bezme
katılanlar hiyerarşik bir yapıya veya unvanlara göre bir sınıflandırmaya
tabi tutulurlardı. Yukarıdan aşağıya doğru katılım şu şekilde
gerçekleşirdi: Büyükler, kahramanlar ve askerler, nedimler, bilginler
ve filozoflar, halk tabakası.
3.2.1. Bozorgân//Seçkin Kişiler
Bezme katılanların içinde en ön sırayı askeri ve idari grubun önde
gelen temsilcileri oluştururdu. Bezmin saygınlık kazanması bu seçkin
grubun katılımıyla gerçekleşirdi. Ferîdun, Dahhâk’ın sarayını ele ge-
çirdiğinde bezm kurulmasını ve buna iştirak edenlerin de bezme layık
kişiler olmasını ister:
“Şarap getir, çalgıcıları davet et; kadehlere yol aldır, sofrayı donat.
Musîkiye aşina olan herkes benim bezmime layıktır. Onların bilgileri benim
gönül bezginliğimi götürür. Benim tahtımın yanı başında benim şanıma
yaraşır bir bezm düzenle” (Firdevsî, Şâhnâme 1388: 38).
Semengâm padişahı da Rüstem’in Semengâm’a gelişi nedeniyle
verdiği bezmde ülkenin ileri gelenlerini ve üst düzey askeri yetkilileri
katılımcı olarak bezme davet eder:
“Ülkenin ileri gelenlerini ve ordunun seçkinlerini (bezme) davet etti, onlara
yaraşır (bir bezm kurdu), neşeli bir şekilde oturdular” (Firdevsî,
Şâhnâme 1388: 220).
Şehinşah Mûbed’in bahar vaktinde kurduğu bezme de üst seviyede
ve toplumun en saygın kişilerinin katıldığı görülür:
“İlkbaharda çok güzel bezm düzenlenirdi. Bezme tamamıyla tanınmış
kişiler katılırdı. Her bir şehirden bir ordu komutanı ve bir
hükümdar, her ülkeden bir peri yüzlü ve ay yüzlü, İran’ın ileri gelenleri,
seçkinleri; Azerbaycan’dan, Rey’den ve Gürgân’dan (seçkinler
katılırdı)” (Gorgânî, Vîs ü Râmîn 1371: 42).
Bezme katılanlar “mihan” ve “serân” olarak tavsif edildiği gibi
“âzâdegân” ve “vizegân” veya “ferruhân” isimleriyle anılmışlardır
“Salonlara sofra kurdular. Komutanlara söyle, mihân/büyükleri
davet et (dedi)” (Firdevsî, Şâhnâme 1375: VI/214).
“Dünyayı fetheden bu tarz işleri görünce, serân/ileri gelenleri davet
edip şarap içtiler. (Firdevsî, Şâhnâme 1375: VI/214).
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
86
“Bir kahraman bir sofra kurdu. Sofraya ferruhân/saygın kişilerle
oturdu” Firdevsî, Şâhnâme 1375: II/124).
“Ordugâhı Amul şehrine götürünce, her gece âzâdegân/özgür ki-
şilerle şarap içti” (Firdevsî, Şâhnâme 1375: I/156).
3.2.2. Pehlevânân ve Sipâhîyân//Kahramanlar ve Askerler
Bezmin temel katılımcılarından biri de kahramanlar ve askerlerdir.
Bezmlerin birçoğu onların gösterdikleri başarıları kutlamak için yapı-
lırdı. Böyle durumlarda katılımcıların içerisinde hükümdarın dışında
en seçkin katılımcı onlar olurdu:
“Şarap getirdi, çalgıcıları sesledi, askerin ileri gelenlerini davet etti”
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: V/333).
“Bölüklerin tümü takım halinde gittiler. Bütün ova, dağ ve sahrada
asker vardı. Neyin feryadı, sarhoşların sesi ovayı kapladı. Sanırsın
ki tamamen arzu ve isteğe daldılar. Bir hafta bu şekilde mutlu oldular.
Hiç kimse üzüntü ve kederi hatırlamadı” (Firdevsî, Şâhnâme 1375:
V/400).
Kahramanların hükümdar bezmlerine katıldığı veya hükümdarın
kahramanlarla bir toplantı yapması gerektiği zaman bir meclis dü-
zenlenir ve meclise katılanların ileri gelenleri kahramanlar olurdu.
Keyhüsrev, saray nazırına bir meclis düzenlemesi için emir verir.
Bezm, sarayın bahçesinde hazır hale gelir. Padişah gelir, altın tahta
oturur. Bütün sakîler de başlarında mücevherli taçları, altın işlemeli
kumaşlardan ve Çin ipeklerinden yapılmış elbiseleriyle tahtın önüne
gelip dizilirler, boyunlarında gerdanlıklar, kulaklarında küpeler, ellerinde
şarap kadehleri var. Kimi sakî çeng çalıyor, kimisi de öd ağacı
yakıyordu. Bu sırada Keyhüsrev, bezme kahramanların çağrılmasını
ister:
“Padişah, nöbetçi komutanına Gûderz’in Tûs’un ve öteki kahramanların
davet edilmesini ve de kahraman Rüstem’in gelmesini buyurdu”
(Firdevsî, Şâhnâme 1388: 550).
Rüstem gelip ağacın altına kurulmuş olan padişahın tahtının yanı-
na oturur. Keyhüsrev, Rüstem’e övgü dolu sözler söyler. Kahraman
Rüstem de Keyhüsrev’i öven, yücelten sözler söyledikten sonra padi-
şahın buyruğuna tabi olduğunu söyler ve ardından bezm başlar:
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
87
“Rüstem böyle söyleyince Gûderz, Gîv, Ferîborz, Ferhâd ve Şapûr
gibi ordu içindeki büyük kahramanlar onu çok beğendiler ve onun
için Tanrıdan iyilikler dilediler. Bundan sonra da padişahla beraber
ellerine şarap kadehleri alıp içerek sarhoş oldular. Gönülleri neşeden
bir bahara döndü” (Firdevsî, Şâhnâme 1388: 551).
3.2.3. Nedîmân//Özel Seçilmiş Kişiler
Bezmin önemli katılımcılarından bir başkası nedîmlerdir. Nedîm,
padişahın ve şehzadelerin meclis ve sohbet arkadaşına verilen isimdir.
Bu makama ulaşmak oldukça zordur. Bazı özelliklere sahip olmanın
yanında her açıdan donanımlı olmak da gerekir. Kabûsnâme
yazarı, kitabının “ender âdâb-ı nedîmî kerden” başlıklı 38. bölümünde
şunları yazar: “Nedîm, aynı zamanda şair olmalıdır. Şair değilse de
şiirden anlamalı ve Arapça, Farsça birçok şiiri ezberden bilmesi gerekir.
Nedîmin tıp ve yıldız ilmini de bilmesi gerekir. Nedîm, gücü yettiğince
musîkî aletlerini de çalmalı. Nedîmin tavla ve satrancı da bilmesi lazım.
Nedîmin tarih, fıkıh, tefsir gibi ilimlerden de nasibini alması gerekir. Nedîm
güzel görünüşlü ola…” (Unsurul Me’âlî 1378: 203-205).
Mesûdî, “şeref, tevazu, iffet, bayağılaşmamak, arsız olmamak,
ağırbaşlılık, cömertlik, ahlâkı güzel, edebli olmak ve güzel nükteler
bilmek” diyerek nedîmlerde bulunması gereken özellikleri sayar
(Mesûdi 1370: I/240). Sasanî hükümdarları, Erdeşîr-i Bâbekân’dan
itibaren nedimlerle yüz yüze gelmeme geleneğini uygulamışlardır.
Böylece şah ile nedimler arasına bir perde çekilmiştir. Bu perde geleneği
Emeviler ve Abbasilerin ilk dönemlerinde de devam etmiş,
bezmlerde halifeler, nedimlerine görünmezlermiş (Mes’ûdî 1370:
I/241).
Nizâmül Mülk de: “Padişahın nedimlik vasfını taşıyan, ona layık
olan nedîmlere sahip olmaktan başka çaresi yoktur. Zira padişahın
büyüklerle, devlet erkânıyla, askeri yetkililerle çok oturması ona zarar
verir, diğerlerini de cüretkâr kılar” (Nizâmül Mülk 1364: 162) diyerek
nedimin önemine vurgu yaptıktan sonra sözlerine şöyle devam
eder:
“Genel bir kaide olarak, birine nedimlik görevi verilmişse, ona
başka bir iş veya vazife verilmemelidir. Zira padişahla birlikte bu-
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
88
lunmaktan gelen rahatlık sebebiyle halka zulüm yapabilir. Nedîmler
daha çok şaraba, eğlence bezmlerine, temaşaya ve buna benzer her
şeye dair padişaha tavsiyede bulunur, ona danışmanlık yapar. Çünkü
onlar, bu işler için hazırlanmışlardır” (Nizâmülmülk 1364: 106-107).
Nedîmler, padişahın vakitlerinin güzel bir şekilde geçmesinde
önemli bir rol üstlenirler. Onlar, bilgileri doğrultusunda yeri geldi-
ğinde latife söylemek ve şaka yapmak suretiyle hükümdarı bilgilendirmişler,
söyledikleri bilgi dolu yararlı latifelerle padişahı bilgilendirme
yoluna gitmişlerdir. Bazen de şuh yaratılışları ve zariflikleriyle
padişahın gözünü açmışlardır. Sultan Sencer hakkında şöyle bir
anekdot anlatırlar:
“Sultan Sencer, Harezm’i ele geçirince Reşîd Vatvât’ın Harzemşah
Sultanı Atsız’ın sultanlığını ve şahsını övme noktasında söylemiş
olduğu şiirlerden dolayı ona karşı incinmişti. Onu yakaladığı takdirde
yedi organını birbirinden ayırıp paramparça edeceğine dair yemin
etmişti. Vatvât, bir süre sultandan kaçıp gizlendi… Sonra da Sencer’in
meşhur nedimi Muntecîbuddîn Bedî’e sığındı. Bir gün, adı ge-
çen nedîm, sultanın huzuruna gitmiş, bir sürü öğüt ve çalışmadan
sonra sözü Vatvât’a getirmiş. Muntecîbuddîn ayağa kalkmış ve sultana
“şayet uygun düşerse bendenizin bir ricası vardır” demiş. Sultan
bu ricanın yerine getirilmesin istedi. Muntecîbuddîn, “Vatvât, zayıf
ve zavallı bir kuştur, yedi parçaya ayrılacak gibi değildir. Şayet emir
buyurursanız iki parçaya ayırsınlar!” dedi. Sultan bunun üzerine
güldü ve Vatvât’ı affetti” (Mostevfî 1364: 484).
Câhız, şahın meclisinde nedîmlerin çeşitli derecelere sahip oldu-
ğunu ve herkesin mertebelerine göre kendilerine ayrılan yerlerde
oturduklarını yazar (Câhız 1386: 93). Erdeşîr’in nedîmlerinin hepsinin
zarif, bilgin ve fazilet sahibi kişilerden oluştuğu söylenmiştir. Erdeşîr,
onlarla aynı mecliste oturur, şarap içer, onlardan yararlanırmış. Onun
meclisi baştan sona kadar ciddiyet içinde geçer, asla şaka ve mizah
mecliste yaşanmazmış. (İbn Belhî 1343: 71). Nedîmlerin bilginlerden
oluşturulması Abbasi halifeleri tarafından da benimsenmiştir. Halife
Memun, Bağdad’a girdiğinde bilginlerin listesini istemiş, onlarla oturup
kalkmış, onları kendisine nedîm yapmıştır. (Mez 1362: I/172).
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
89
Hüsrev’in Şâpûr adında çok özel bir nedîmi varmış. Bu nedîm son
derece yetenekli ve kalem ehli imiş:
“Hüsrev’in Şâpûr adında çok sevdiği bir nedîmi vardı. Mağrib’ten
Lahor’a kadar bütün yerleri dolaşmıştı. İkinci bir Mâni’yi müjdelemiş,
ikinci bir Oklidis olmuştu” (Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn 1363: 48).
Nedîmler, sadece erkeklerden olmamıştır. Kadın nedîmler de vardır.
Örneğin Hüsrev’in Şâpûr dışında yetmiş güzel bayandan oluşan
nedîmi bulunmaktadır. Bunların hepsi asilzadedir. Güzellikte ay par-
çası olup cana can katarlar:
“Ay yüzlü asilzade çocuğundan yetmiş kız onun hizmetinde idi.
Güzellikte her biri cihanı süsler, cihanda gönül götürmede ilgi duyulan
olurlar. Hepsi kadeh ve rud ile donatılmıştır. Ay gibi menzilden
menzile salınarak yürürler” (Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn 1363: 53).
Hüsrev ü Şîrîn’de güzel nedîmlerin on tanesinin adı da söylenmiş-
tir:
“Bir taraftan padişahın tahtı kurulmuş ve birkaç saki de ayakta
durmuştu. O tarafta putperestlerin güneşini ‘Şîrin’ ve onun etrafında
on tane nar memeli güzel oturmuştu. Frengîs ve fidan boylu Suheyl,
Acebnûş, Feleknâz, Hemîlâ, Humâyûn, Perîzad, Hoten Hatun, Gevher
Melek ve Dilşâd” (Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn 1363: 133).
Vîs’in de güzel, peri yüzlü nedîmler istediğini ve sayılarının en az
seksen olduğunu görmekteyiz:
“Akşam olduğunda iki yüzlü ipek ve peri yüzlü güzel nedîmler istiyor.
Yanından seksen kadından az nedîm bulunmamalı, bundan
daha azı nedimliğe yakışık almazmış” (Gorgânî, Vîs ü Râmîn 1371:
50).
Râmîn, Gurâb isimli şehre geldiğinde Gül adındaki kızı görür ve
ona âşık olur. Gül’ün çevresinde seksen güzel nedîm bulunmaktadır:
“Etrafında Çin, Rûm, Hind ve Berber seksen güzel dilber bulunmaktaydı.
Bu güzellerin hepsi selvinin etrafındaki nesrin, ayın önündeki
Pervîn gibiydi” (Gorgânî, Vîs ü Râmîn 1371: 238).
3.2.4. Dânâyân ve Hekîmân//Bilginler ve Filozoflar
Bezme katılan bir diğer grup da bilginler ve filozoflardı. Bunlar,
padişahların vazgeçemediği, sürekli yanında bulundurup bazı konu-
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
90
lar hakkında bilgi aldığı şahsiyetlerdir. Padişahların bazı bezmlerine
onların katıldığı görülmektedir. Bilgin ve filozofların bezme katılmaları,
sultanın onların bilgi ve yeteneklerinden yararlanmasından dolayıdır.
Aşağıda beyitlerde Enûşirvân’ın bezmine mûbetlerin ve bilginlerin
katıldığı görülmektedir: “Padişah bir gün bezme oturdu, mûbetlerin
davet edilmesini emretti. Bilgin ve bilim adamlarını da çağırttı. Gittiler
gönlü uyanık mûbetleri, her çeşit gizli bilgileri bilen önderler/bilginleri alıp
getirdiler” (Firdevsî, Şâhnâme 1375: VIII/116).
İskender’in bezmine de Rûm filozoflar iştirak etmişlerdir:
“Cihanı aydınlatan hükümdar tahta oturdu. Parlaklığı sebebiyle
geceyi gündüze çevirdi. Etrafı, zamanın önde gelen filozoflarıyla çevrili.
Cihanı iyiliklere boğdu. Filozofların her birine ihsanda bulundu.
Aristo kadehe, Eflatun bardağa doğal kan rengine benzer saf şarabı
döktü” (Nizâmî, Şerefnâme 1363: 141).
3.2.5. Umûm-ı Halk//Halk Tabakası
Baharın gelişi veya kazanılan bir zaferin ardından bezmler düzenlenir
ve halk tabakası diye adlandırılan insanlar davet edilirdi. Câhız,
İran hükümdarlarının düşmanlarına karşı kazandığı zaferin ardından
gösterişli bezmler, zengin ve donanımlı sofralar kurdurduklarını,
halkın neredeyse tümünün davet edildiğini söylemiştir (Câhız 1386:
273). Yine Câhız, İranlı hükümdarların kendi özel bahçelerinde oturduklarını,
halkın da saray dışında özel hazırlanmış zengin sofralardaki
yerlere yerleştiklerini, şehrin güvenliğinden sorumlu olan şehir
emniyet amirinin padişahı görmeye gelen halka güvenlik amacıyla
eşlik ettiklerini, çalgıcıların bezme gelerek, çalgı çalıp şarkı söylediklerini,
oyuncuların da gösteri yaptıklarını ifade etmiştir (Câhız 1386:
273).
Bu İranlı padişahlardan biri olan Behrâm Gûr düzenlediği bir
bezme bütün halkı çağırır; çalgıdan, musikiden ve şaraptan herkesin
yararlanmasını sağlar:
“Her memleketten ve her evden kadın erkek çocuk dışarı çıkarak zeminde
toplandılar. O adalet sahibi cihan hükümdarına teşekkür ettikten sonra, yemek-içmek
için beklemeye başladılar. Şarap, çalgı ve müzisyenleri çağırdılar.
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
91
Günün ilk yarısı yemekle, diğer yarısı da dinlenmeyle geçti” (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: VII/400).
Rüstem’in heft hanının dördüncüsünde bireysel hazırlanmış bir
bezmin kurulduğunu görmekteyiz. Öyle ki Rüstem, uzun süreli at
koşturduktan sonra yeşil, akarsuları bol ve güzel bir yer gelir. Ortasında
bir çeşme, yanında da şarapla dolu altın bir kadeh görür. Bezm
için hazırlanan sofrada kızarmış koyun, ekmek, tuz, çerez gibi daha
pek çok şey vardır. Rüstem atından iner, sofraya oturur, tamburu
eline alır ve kendi durumunu dile getiren bir şarkı söyler (Firdevsî,
Şâhnâme 1388: 180).
3.3 Hıdmet Gozârân-ı Bezm//Bezde Hizmet Edenler
Bezmin kurulması, başarılı bir şekilde devam etmesi, güzel ve sorunsuz
bitirilmesinde önemli rol oynayanlar bezmin hizmetçileridir.
Bezmdeki davetlilere, misafirlere hizmet etmek, onlara servis yapmak
bu kişilerin görevlerindendir. Bunlar, bezmin işleyişinden sorumludurlar.
Bezmin ihtiyaç duyduğu gerekli şeyleri/levâzımı hazırlar ve
katılanların gereksinimlerini yerine getirirler, bezmin parlak bir şekilde
geçmesini sağlarlar. Bezmin hizmetçileri: Sakîler, çalgıcılar, aşçı-
lar, dansçılar, köleler ve cariyelerdir.
3.3.1. Sâkiyân//Sakîler
Bezmin hizmetçilerinin başında sakîler gelir. Bezm dünyasının en
önemli unsurlarından biri sakîdir. Mecliste çok önemli role sahiptir.
Meclise neşe ve canlılık veren odur. Kadeh sunar, içki dağıtır. Sakî,
genellikle padişahın özel teveccühüne sahip olmuş bir köledir. Bunlar
özel seçilen ve güzellikleriyle öne çıkan kimselerdir. Beyhakî, ismi
Tuğrul olan ve Türkistan yöresinden Sultan Mahmûd’a gönderilen
bir köle hakkında şu bilgileri nakleder:
“Tuğrul binlerce köleler arasından seçilmiş özel bir köleydi. Güzelliğiyle,
boy ve posuyla, incelik, zarafet ve liyakatiyle dikkat çekiyordu. Emir, bu
Tuğrul’u çok beğenmişti. Ayaz’dan sonra onun sevdiği yedi sekiz sakîden
biri Tuğrul’du” (Beyhakî 1362: 252).
Mesnevilerde yer alan bezmin baş aktörlerinden olan sakîler, bazen
“mey-gusâr” ve “gusârende-i mey” olarak da adlandırılmışlardır:
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
92
“Mey-gusârlar, şarap getirdi. Sâm’ın oğlu Mihrâb’a baktı” (Firdevsî
Şâhnâme 1375: I/156).
“Sen ey Bâbil şarabından ‘içki sunan’ gusârende-i mey, başımız dönünceye
kadar şarap sun” (Firdevsî, Şâhnâme 1375: II/161).
Sakîler, genç ve güzel yüzlü köleler arasından seçilmişlerdir. Onların
sıfatları “perî-çehre”, “yakut-leb” ve “kûdek/küçük”tür. Bunlar
aynı zamanda isim olarak da kullanılır.
“Şarap sunan perî çehreli yirmibeşinci günde (şarabı) adil hükümdarın
eline verdi” (Firdevsî, Şâhnâme 1375: VII/370).
“Şarap sunan peri çehre, elinde bir kadehle padişahın yanına geldi” (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: IX/227).
“O gül bahçesi, altın yıldızlarla süslendi. Şarap sunan yakut dudaklı, şarap
getirdi” (Firdevsî, Şâhnâme 1375: V/363).
“Şarap sunan kûdek, şarap kadehini şahlara layık dolulukta getirdi”
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: IX/228).
Sakîler güzel oldukları kadar iyi giyimli olup şık, alımlı ve oldukça
kıymetli elbiseler giyer, süslenir ve cilveli davranışlar gösterirlerdi.
Beyhakî, bir sakînin giyimiyle ilgili şu bilgileri nakleder:
“Bir gün Emir, bahçede firuzî şarap içiyordu. Etrafındaki ay yüzlü
sakîler sırayla ikişer ikişer geliyorlardı. Tuğrul adındaki sakî, mücevherlerle
süslü kırmızı bir elbise giymiş olarak bezme geldi. Bir başka sakî de firuze
taşı renginde bir elbise giymişti. Onun da elbisesi renkli taşlarla süslenmişti.
Bu iki ay yüzlü sakî, sakîlik işiyle meşgul oldular” (Beyhakî 1362: 252).
Samanî hükümdarlarından Nasr b. Ahmed’in Sistan’da kazandığı
bir zafer üzerine verilen bir bezmde sakîlerin başlarına taç taktıkları
görülmektedir. Rûdekî, bunları şöyle vasfetmiştir:
“Her biri başlarına kırmızı renkli taç takmış, dudakları kırmızı şarap gibi,
zülüf ve kâkülleri reyhan kokulu gibiydi” (Rûdekî 1378: 35).
Şâhnâme’de de sakîler, başlarında altından yapılmış bir taç, pabuç-
ları da mücevherlerle süslü olarak tasvir edilmişlerdir:
“Sakîlerin başında altından yapılmış bir taç, ayaklarında kıymetli taşlarla
süslü pabuçlar” (Firdevsî, Şâhnâme 1375: VII/443).
Sakîlerin vazifeleri en başta kadeh sunmak, şarap vermektir.
Ortada dolaşarak içki dağıtmak onun görevleri arasındadır. Sakî ba-
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
93
zen sevgili mesabesindedir. Bezme katılanlar ona âşık da olabilir.
Sultan Mahmûd’un güzel kölesi, sultanın düzenlediği bezmde sakîlik
yaparmış, Emir Yûsuf’a şarap sunarmış. Emirin gözleri hep onun
üzerinde olurmuş. Sonunda ona âşık olmuş. Her ne kadar kendini
ondan uzak tutmak istemişse de başarılı olamamış (Beyhakî 1362:
252-253).
Sakîlere âşık olmanın yanında kadeh doldurmak veya yenilemek
amacıyla onlara yönelip ilgi gösterilmiştir. Bazen de hoş edalı oluşlarından
dolayı da rağbet görmüşlerdir. Ayrıca bezme katılanlarla
sakîler arasında kabul ve reddetme gibi işaret diliyle de konuşulmuş-
tur. Hâfız, aşağıdaki beyitte bu karşılıklı işaretleşmeyi şöyle dile getirmiştir:
“Sakînin göz kırpmaları elimden gönlümü götürdü/beni baştan aldı. Artık
bir başkasıyla konuşacak takatim yoktur” (Hâfız 1368: 221).
“Sakînin yan bakışı kılıç çekmiş, aklı yağmalamaya; sevgilinin zülfü gö-
nül avlama için tuzak kurmuş” (Hâfız 1368: 473).
Mesnevilerde olduğu gibi Farsça şiirlerde de sevgili, bir sakî sayılmış,
maşukla sakî bir görülmüştür:
“Kırmızı renkli şarap, güvenilir bir mekân, sakî gibi bir sevgili, ey gönül!
Eğer işin şimdi iyi olmayacaksa ne zaman iyi olacak” (Hâfız 1368: 184).
“Eyvahlar olsun ki, sarhoş ve dudağı tatlı olan sakî, benim mahmur olduğumu
anladı da bir kadeh göndermedi” (Hâfız 1368: 150).
Ayrıca sakîler, “Sakînâme” adı verilen edebî türde ayrıntılı bir
biçimde ve çeşitli mazmunlarla ele alımışlardır. Fars edebiyatındaki
sakînameler için bakınız: (İhtirâm Rızâyî, Sakînâme der-Şi’r-i Fârsî,
İntişârât-ı Emir Kebîr, Tahran, 1388). Şahlara layık bezmlerde içki
sunma işlerini uhdelerinde bulunduran resmi görevli sakîlerden baş-
ka, bazen şah, sakîlik işini bezme katılanlardan birinin yapmasını da
ister. Öyle ki, Şâh Mobed, kendi düzenlediği bezmde, Râmîn ve
Dâye’den böyle bir istekte bulunur:
“Şehinşâh, Râmîn’e: ‘sen şarap ver’ dedi. Zira dostların elinden şarap
içmek güzeldir. Dünyayı aydınlatan Râmîn de aynı şekilde yaptı: Mutlu bir
şekilde sürekli şarap veriyor ve sürekli şarap içiyordu” (Gorgânî, Vîs ü
Râmîn 1371: 166).
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
94
“Dâye’ye dedi: ‘Dâye, sen şarap ver’. Râmîn’e de dedi: ‘Râmîn,
çengi eline al’. Daha sonra Dâye onlara şarap verdi. Râmîn’in gönlü
aşktan coştu” (Gorgânî, Vîs ü Râmîn 1371: 167).
3.3.2. Nevâzendegân//Çalgıcılar
Bezmde hizmet veren şahıslar arasında çalgıcılar da vardır. Bezmlerin
vazgeçilmez unsurlarındandır. Çalgıcılar daha çok “râmişger”
adıyla anılırlar. “Râm” ve “râmiş” aslında Mezdiyesna dinindeki
Tanrılardan birinin adı olup Avesta’da “râmin” şeklinde ve “asayiş”,
“sulh”, “huzur”, “neşe”, “sevinç” anlamlarına gelir. Pehlevi dilinde
“râmîşîn” olan bu kelime yeni Farsça’da “râmiş”e dönüşmüştür (Afîfî
1374: 527). “Mutluluk”, “huzur veren” manasındaki “râmişger” özel
olarak çalgıcılar anlamında kullanılmıştır. Bunların en önemli görevleri
bezmde mutluluk veren bir rol üstlenmeleridir. Onlar, çalgı aletlerini
çalmanın yanında okudukları şarkılarla meclisin coşku ve heyecanını
artırırlar. Onların samimi ve gönülden kopup gelen nağmeleri
şarapla birlikte bezme katılanların ruhlarını okşamıştır:
“Ramişger, rûdu eline aldı, hoş geldin ey zevk! Safa geldin ey neşe! diye
şarkı okudu” (Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn 1363: 98).
“Şarap, rûd ve râmişgerlerin sesi, başları üzerinde parlayan taçlar”
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: III/17).
Râmişgerden başka çalgıcılar; “mutrib”, “honyâger”, “mugannî”,
“ebrîşem-zen diye de anılmışlardır: “Bütün bu konukların telaşını görmüyor
musun? Honyâgerin sesi Keyvân’a ulaşıyor” (Gorgânî, Vîs ü Râmîn
1371: 57).
“Ebrîşem-zenin nağmeleri yükselmiş, ipekli giyinenin gömleği parçalanmış”
(Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn 1363: 452).
“Bir can hatifi olan (Şîrîn), perde arkasından seslendi: Bu mutiblerden
birini yanıma çağır” (Nizâmî, Külliyât-ı Nizâmî-i Gencevî, 1388: 256).
“Ebrîşem-zen, dostları coşturmuş, âşıkların perdelerini yırtmıştı”
(Nizâmî, Külliyât-ı Nizâmî-i Gencevî, 1388: 142).
Çeng-zen, rûd-zen, berbed-zen veya çengî, berbetî, rebâbî de çalgı-
cılar için söylenmiş diğer isimlerdir:
“Her gün perî çehreli yüz çeng-zen şahın sarayında toplanıştı” (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: V/299).
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
95
“Sohrab sayesinde topluluğa rûd-zen eşliğiyle şarap içiriyorsun” (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: II/232).
“Berbedî, rebâbî ve çengilerle (dolu) iki ferseng boyunda bir kuyruk uzadıkça
uzanmış” (Nizâmî, Külliyât-ı Nizâmî-i Gencevî, 1388: 481).
Bezmde çalgıcılar, bezmin havasına göre çeşitli musiki makamlarını
icra etmişlerdir. Hüsrev ü Şîrîn’de ünlü müzisyen Bârbed, yüz
makamdan otuz makam seçerek seslendirmiştir:
“Sazında onun yüz makam vardı. Tatlı nağmeli otuz makam seçti”
(Nizâmî, Külliyât-ı Nizâmî-i Gencevî 1388: 181).
Hüsrev ü Şîrîn’de geçen otuz makamdan bazıları şunlardır:
genc-i bâd-averd, genc-i gâv, genc-i sohte, şâdrevânî, taht-ı takdîsî,
nakusî ve evrengî, hokka-yı kâvus, mâh-ı berkûhân, müşkdâne,
ârâyiş-i hûrşîd, nîmrûz, sebz-der-sebz, kufl-i Rûmî, servistân, serv-i
sehî, nûşînbâde, râmiş-i cân, nâz-ı nevruz, mişkûye, mihrigânî, şebdîz,
şeb-i Ferruh, ferruhrûz (Nizâmî, Külliyât-ı Nizâmî-i Gencevî 1388:
181 vd.).
Meclislerde çalgıcılar en çok uşşâk, rast, Irak, nevruz makamlarında
çalmışlardır:
“Nekîsâ, bu efsaneyi çeng ile söyleyince Bârbed’in sazı aheng tuttu ve
nağmeler, Iraklılara yaraşır biçimde feleği aştı. Irak makamından bu sesi
yükseltti” (Nizâmî, Külliyât-ı Nizâmî-i Gencevî 1388: 257).
“Nekîsâ, bu efsaneyi sazı ile terennüm edince, Bârbed’in sazı feryada
başladı ve nağmeleri uşşak makamıyla süsledi. Bu gazeli rast makamında
söyledi” (Nizâmî, Külliyât-ı Nizâmî-i Gencevî, 1388: 262).
“Nekîsâ, dörtnala giden bir at gibi çenge vurunca Bârbed’in ‘ona’ sazı
ahenk tuttu. Sanki özür dileyenlerin hüzünlü sesi gibi bu gazeli Isfahan
makamında gönderdi” (Nizâmî, Külliyât-ı Nizâmî-i Gencevî, 1388: 258).
Sakîler gibi çalgıcılar da güzel yüzlülerden seçilmekteydi:
“Her gün yüz tane peri çehreli râmişger, şahın sarayında toplanmaktaydı”
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: V/299).
“Peri yüzlüler rûdu (ellerine) aldılar. Bütün günü mutlu bir şekilde ge-
çirdiler” (Firdevsî, Şâhnâme 1375: V/17).
Ebul Ferec Isfahânî, “şarkıcılar bezme katılmadan önce güzel bir
şekilde yıkatılıp, temizlettirilip saçları tıraş ettirildikten sonra olduk-
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
96
ça temiz, şık ve göz alıcı elbiseler giydirilir, kıymetli taşlarla donatılır,
bir düzene sokulur ve sonra bezme dâhil olurlar” demiştir (Isfahânî
1965: XX/61).
Çalgıcıların da kıymetli taşlarla süslenmiş şık, temiz ve gösterişli
elbiseler giyerek, başlarına taç takarak bezme dâhil olduklarını görü-
rüz:
“Şarap, rûd ve hepsinin başlarında kıymetli taçlar takınmış râmişgerler”
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: III/17).
“Meclisi aydınlatan ve sakî, hizmetçilerle birlikte çengi çalanlar,
hepsinin başları üzerinde kıymetli taçlar var. Hepsi mücevherlerle
süslü, altın desenli kumaş giymişler” (Firdevsî, Şâhnâme 1375: V/83).
Çalgıcılar sadece erkeklerden olmaz. Kadın şarkıcılar da bezmlerde
şarkı söylemek için kendilerine ayrılan yerlerde görev icra etmiş-
lerdir. Bezmlerde kadın şarkıcıların varlığı, Sasanîler dönemine kadar
gider. Sasanî sarayında kadın şarkıcıların bulunması birçok kaynakta
yer almıştır. Resim, minyatür ve heykellerde bile kadın şarkıcılar gö-
rülmektedir. (Christiensen 1370: 827).
Kadın şarkıcıların Emeviler sarayında da boy gösterdikleri, kaynaklarda
kayıtlıdır. Emeviler devrinin daha ilk yıllarında Fars asıllı
cariyelerin teganni ettikleri, Fars nağmelerine tutkunluk gösterdikleri
görülür (Kılıçlı 1993: 84). Emevi halifesi Yezîd b. Abdulmelik’in sesi,
fiziği ve güzelliğiyle ün yapmış olan Hababe ile musikî ve şarap
âlemleri yaptığı da bilinmektedir. Azze el-Meylâ (ö. 738), Cemîle esSulemiyye
(ö. 743), Sellâme el-Kas (ö. 748) ve Sellame ez-Rezkâ (ö.
745), Emevi saraylarının vazgeçilmez kadın mugayyinelerindendir
(Kılıçlı 1993: 137-142). Gazneli Mesud’un sarayında hem kadın hem
de erkek çalgıcıların bulunduğunu Beyhakî’den öğreniyoruz (Beyhakî
1362: 121).
Behrâm Gûr Yemen’de ikâmet ettiği vakit, birçok çalgıcı cariyeler
içerisinde iki cariye seçip ona getirirler. Bunlardan birisi de “çengzen”dir:
“Behrâm için o gül yanaklılardan iki tane seçtiler. Onun elbisesi fildişi
kemiği rengindeydi. Boyları düz ve uzun servi tarzında. Hepsi de güzel,
mutlu ve mesut (idiler). Yıldıza benzeyen bu iki güzelden biri çeng-zen idi.
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
97
Diğeri Yemen yıldızı gibi lale yanaklı (idi)” (Firdevsî, Şâhnâme 1375:
V/273).
İskendernâme’de Çin Hakanı’nın İskender’e hediye olarak gönderdiği
cariye hem çalgı çalıyor hem de şarkı söylüyor:
“Onda, anadan doğma üç özellik var. Dördüncü özellik kimsenin eline
geçmedi. Güzel sesli olma, rûdu nağmeli ‘çalma’, Zühre’den daha güzel şarkı
söylüyor olması ‘onun’ üç özelliği. İçli sesi yankılanırken, onun yankılanması
üzerine tüm canlılar uyur” (Nizâmî, Şerefnâme 1363: 415).
Bazı çalgıcılar aynı zamanda dans etme yeteneğine sahiptiler.
Behrâm’ın bu özellikleri taşıyan ve adı Fıtnâ olan bir cariyesi vardı:
“Bu cariyenin adı Fıtnâ idi. Onda binlerce fitne vardı. O, hem fitnenin
şahı hem de Behrâm’ın biricik Fıtnâ’sıydı. Bütün güzelliğiyle şarkı söyler,
hızlı bir şekilde dans eder, rûd çalardı” (Nizamî, Heft Peyker 1363: 108).
Resmî çalgıcıların yanında mesnevi kahramanlarının da birer
çalgıcı oldukları görülür. Rüstem, İsfendiyâr ve Râmîn bunlardan
bazılarıdır. Rüstem’in heft hanında çalıp söylediğini görmekteyiz.
Rüstem’in cadı karıyı öldürmek için yola çıktığı dördüncü sofrasında
onun bu özelliği güzel bir şekilde anlatılmaktadır. Rüstem, ağaçlık ve
akarsuları bol olan bir yere gelir. Buranın ortasında bir çeşme, yanında
şarap dolu kadehler, kızarmış koyunlar, mezeler, yiyecekler ve
daha çok şeylerin bulunduğu ve aslında cadılar sofrası olan bir yere
gelir. Rüstem atından iner ve oraya oturur:
“Sazlığın kenarındaki çeşmeye oturdu. Orada altın bir kadeh gördü ve
ona şarap doldurdu. Şarabın yanında da tambur vardı. Gördüğü çöl değil
sanki düğün eviydi. Tehmten lakaplı Rüstem, tamburu (aldı), göğsüne dayadı,
ona vurarak şarkılar söyledi: Rüstem, avare ve talihsizdir. Zira onun
mutlu günlerden nasibi azdır” (Firdevsî, Şâhnâme 1388: 180).
İsfendiyâr’ın da yedi sofrasının dördüncüsünde onun çalgı çaldı-
ğını ve kendi durumunu dile getirdiği görülür:
“Hemen tamburu eline aldı, duygularını söylemeye başladı. İsfendiyâr,
kötü talihinden hiçbir zaman zevk ve sefa görmediğinden, ejderha ve aslan
avlamanın dışında bir şey yapmadığından, belalarla boğuşmaktan kurtulamadığından
bahsetti” (Firdevsi, Şâhnâme 1375: VI/178-179).
Vîs ü Râmîn mesnevisinin kahramanlarından Râmîn de Vîs’e çeng
ve tambur çalarak aşk şarkısı söyler:
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
98
“Vîs’in yanında gönül çelen Râmîn oturmuştu. Bazen tambur, bazen de
göğsünde çeng çalıyordu” (Gorgânî, Vîs ü Râmîn 1371: 156).
“Vîs’in kulağının nasibi Râmîn’in ‘çaldığı’ çengdi. Gözünün nasibi, sevgilinin
yanaklarıydı. Râmîn arada bir çeng çalmaya başlayınca taş, mutluluktan
suyun üzerine çıkıyordu. Kendi haline güzel bir şarkı söylüyordu.
Vîs’in yüzü de gül gibi açılıyordu” (Gorgânî, Vîs ü Râmîn 1371: 165).
Mesnevilerde devletle resmi görev üstlenmiş çalgıcılar da yer
almıştır. Devlet/saray sanatçıları olarak bilinen bu kişilerin varlığı
Sasanî dönemine kadar uzanır. Sasanîler döneminde genel olarak
“Honyâger” adıyla bilinen bir takım hanende ve şarkıcılar, kahramanlık
anlatılarını, aşk konulu hikâyeleri ve benzeri metinleri saz
eşliğinde okuyorlardı. Bunların bazıları çok ünlü sanatçılar olarak
tarihe geçmiş kişiliklerdir (Yıldırım 2012: 489). Bunların başında Bârbed,
Nekîsâ, Serkeş ve Gûsânân gelir. Bârbed, Sasanî devrinin en
önemli şair, şarkıcı ve musikî bilginlerinden biridir. Hüsrev Pervîz
zamanında yaşamıştır. Adı geçen şahın çalgıcısının adıdır. Bârbed’in
otuz makam icad ettiği söylenmiştir. Bunlardan biri de Hüsrevânî’dir
(Christensen 1370: 630).
Bârbed’in Şâhnâme’de ve Hüsrev ü Şîrîn’de adı geçer. Hüsrev
Pervîz’in kurduğu bezmlerde yer almış, renkli, özellikle de yeşil elbiseler
giyinmiş, dal ve yapraklar altında gizlenmiş ve Hüsrev Pervîz
şarap içmeye başlayınca ortaya çıkarak ona kadeh sunmuş, şarap
sunumunun ardından da çeşitli makamlarda şarkı söylemeye başlamış
olarak Şâhnâme’de anlatmıştır (Firdevsî, Şâhnâme 1375: IX/226-
229).
Hüsrev ü Şîrîn mesnevisinde Bârbed’in adı geçer. Hüsrev’in dördüncü
gün şarap meclisi kurduğunda Bârbed’in elinde saz, sarhoş bir
bülbül gibi meclise dâhil olduğu ve yüz makamdan tatlı nağmeli otuz
makam seçip bu makamları büyük bir başarıyla çaldığı ve yanık sesiyle
bezmde bulunanları kendinden geçirdiği, Hüsrev’in ona “aferin”,
“bravo” diyerek onu alkışladığı ve de Hüsrev’in dilinden gazeller
söylediği yazılmıştır. (Nizâmî, Külliyât-ı Nizâmî-i Gencevî 1388:
257-260, 357-358).
Nekîsâ da Hüsrev Pervîz döneminin büyük musikişinaslarından
biri olup Bârbed’in çağdaşıdır. Onun ismi sadece Hüsrev ü Şîrîn’de
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
99
geçer. Nizâmî, av yerinde Hüsrev’in bezm tertip etmesi bölümünde
Nekisâ’dan övgüyle söz eder:
“Nekîsâ adında çeng çalan bir adam vardı. Emir’in sert yapılı özel bir
nedimiydi. Musikide ondan daha güzel okuyan bir ses yoktu. Rûdtan ilk
ölçülü/makamlı sesi o çıkardı/icad etti. Musiki için usul adetleri o koydu.
Nağmeleri o kadar kıvrak çalardı ki kuşlar dertten kanatlarını toprak üzerine
vururdu. Sesleri öyle düzgün çıkarırdı ki Zühre, feleğin çevresinde dönerdi/dans
ederdi. Hiç kimse kendini Zühre’den üstün gören, Nekîsâ’dan başkasını
Bârbed’e eş bilmedi” (Nizâmî, Külliyât-ı Nizâmî-i Gencevî 1388: 255).
Hüsrev’in bezminde Nekîsâ, Hüsrev’in dilinden dört gazel söylemiş,
Bârbed’in gazel ve makamla söylediği şarkılara da karşılık vermiştir
(Nizâmî, Külliyât-ı Nizâmî-i Gencevî 1388: 256-263).
Gûsân, Partlar dönemi honyâger yani çalgıcıların genel adıdır.
Bunlar aynı zamanda birer şair ve hanende olarak bilinmişlerdir. Yine
bunlar, padişahların savaşlarına da eşlik etmişler, çeng çalıp şiir
okuyarak ordunun moral gücünü yükseltmişlerdir (Boys, 1369: 37-
53). Gûsân adı sadece Vîs ü Râmîn’de geçer. Mûbed’in bahçede bezm
kurdurması, çalgıcı müzisyenlerin şarkı söylemesi bölümünde adı
geçer:
“Şahlarşahı bahçede oturmuş, yanında da güzeller güzeli Vîs. Cesur
Râmîn de onunla beraber oturmuş. Râmîn’in önünde Gûsân. Gûsân, yeni
tarzda şarkı söyledi. Şarkılarında Vîs ile Râmîn’in halini gizledi” (Gorgânî,
Vîs ü Râmîn 1371: 220).
Gûsân, ayrıca şah Mûbed’e bir de hikâye anlatır. Vîs ile Râmîn’in
arasında var olan aşkı hiç çekinmeden söyler. Şahlarşahı Mûbed, çılgına
döner ve Râmîn’i öldürmek için gırtlağını sıkar, hançerini kalbine
dayar ve Vîs ile arasında bir şey olmadığına yemin etmesini ister
(Gorgânî, Vîs ü Râmîn 1371: 220-221).
3.3.3. Hâligerân//Aşçılar
Bezmde bulunan ve hizmet veren bir diğer grup da “hâlîgerân”
yani “aşçılar”dır. Hâlîger, Pehlevî dilinde yemek pişirenler için kullanılan
genel bir isimdir (Âmûzgâr 1376: 162):
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
100
“Şâh, hâlîgerâna dedi ki padişahtan bir şey gizlemek gerekmez. Tüm altın
sofrayı önüne serdiler, yağlı ve tatlı tüm yiyecekleri de sofranın üzerine koydular”
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: IX/277).
“Kendi töresini soran kız, hâlîgerândan öncelikle sofra kurulmasını istedi”
(Esedî-yi Tûsî, Goştâsbnâme 1354: 27).
Aşçılar, hâlîgerân dışında “hûrişger” veya “sâlâr-ı hân” adıyla da
mesnevilerde anılmışlardır:
“Hûrişger, dört ayaklı hayvandan ve kuşlardan ‘pişirilmiş’ her çe-
şit eti, birer birer sofraya getirdi” (Firdevsî, Şâhnâme 1375: I/47).
“Sâlâr-ı hâna, ‘huzura sofra kur, bilginleri ve seçkinleri çağır’ dedi”
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: V/51).
Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn ve İkbâlnâme’de, hâlîger yerine “tabbâh”
veya “tabbâhe” kelimelerini kullanmıştır:
“Ne güzel bir sofraydı. Tabbâh o fırının ateşinden böyle bir yemek ortaya
çıkardı” (Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn 1363: 276).
“Eli çabuk, becerikli tabbâhe, padişah için güzel bir yağlı ve şekerli
yemekler hazırlar” (Nizâmî, İkbâlnâme 1363: 152).
Şâhnâme’ye göre yeryüzünde ilk aşçılık görevini şeytan yapmış-
tır. Firdevsî, “Şeytanın Aşçılığı” başlıklı bölümde şunları söylemiştir:
“Şeytan, kendisi güzel sözlü, uyanık gönüllü, temiz görünüşlü bir genç
‘kılığına’ girip hemen Dahhâk’a yöneldi/yanına vardı. O, övgü dolu sözler
söyledikten sonra O’na ‘ben temiz ve tanınmış bir aşçıyım. Padişah da ‘aşçı-
lığa uygun görürse’ dedi. Dahhâk bu sözleri işitince onu arzusuna ulaştırdı
ve yemek (pişirmesi) için bir yer yaptı. Şahın emri ile Şahın saray mutfağı-
nın anahtarı ona verildi” (Firdevsî, Şâhnâme 1388: 23).
Şâhnâme’de, yaşadıkları dönemin önemli ve seçkin zahitlerinden
olan iki genç aşçı daha yer almaktadır. Bunlardan biri temiz dinli
Ermayil ve ileri görüşlü Germail’dir. Bunlar Dahhâk’ın omzunda
çıkan yılanlara yedirilmek üzere her gece iki gencin Dahhâk’ın sarayına
götürülüp orada öldürülüp beyinleri çıkarılarak yılanlara yedirilmesini
önlemek amacıyla saraya aşçı olarak girerler, yemekleri öl-
çülü bir şekilde hazırlarlar ve iki gençten birinin hayatını kurtarırlar.
Bu iki genç aşçının yaptığı işler anlaşılır ve sarayın celladları tarafından
yakalanırlar. Öldürülmek ve beyinleri alınmak üzere aşçılara
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
101
teslim edilirler. Aşçıların bu manzara karşısında ciğerleri sızlar, gözleri
kanlı yaşla ve kafaları kinle dolar. İkisinden birini öldürmekten
başka bir yol bulamazlar. Birini öldürüp bir koyunun beynini çıkarıp
öldürülen gencin beyniyle karıştırırlar. Aşcı olan diğer gencin canını
bağışlayarak, kaçıp gizlenmesini, canını kurtarmasını salık verirler
(Firdevsî, Şâhnâme 1388: 28).
Erkek aşçılardan başka kadın aşçıların da saray mutfağında görev
aldıkları görülmektedir. Enûşirvân’ın mutfağından sorumlu olan bir
bayan aşçıdır:
“Kâhyalığın seçkin perde gerisinde temiz yaratılışlı ve ileri görüşlü bir
kadın vardı. Şah Kisrâ ondan yemek istediğinde altından hazırlanmış bir
sofra kurardı” (Firdevsî, Şâhnâme 1375: VIII/129).
Aşçıların görevleri hem yemek pişirmek hem de sofraları şahlara
layık bir biçimde donatmak, pişirilen yemekleri bezm için kurulan
masalara getirmektir. Bezm sahibinin bir işaretiyle türlü türlü özel
yemek ve tatlıları bezmde hazırlanan sofralara getirmek onların gö-
revleriydi. Onlar, yemek sunumlarının bir protokol çerçevesinde yapılacaklarını
bilirler. Ayrıca mevsimsel sebzelerin en taze ve sağlıklı
olanlarından seçilip pişirileceğini ve sofra adabına uygun bir şekilde
bezmin işleyişine paralel olarak yapılacağını da bilirler (İhsan 1383:
162).
Aşçılar sofrayı donatırken bezmi düzenleyenleri mahcup etmemek
ve de bezme katılanların bezm sahibinin sofra düzenlemesini dillerinden
düşürmemeleri için bazı özel yetenekler kullanarak, bu yetenekleri
sofraya yansıtmak için çaba sarf etmiş, görülmemiş şeyler
ortaya koymuşlardır. Beyhakî, bu şekilde donatılmış bir sofradan
bahsederek, aşçıların sofranın ortasına helvadan yapılmış bir köşk
koyduklarını ve bu yapay köşkün feleğin evine kadar yükseldiğini
yazmıştır (Beyhakî 1362: 540). Nâsır Husrev de Ramazan bayramı
münasebetiyle Mısır sultanının düzenlediği sofrayı anlatır, dalları,
yaprakları ve meyvesi şekerden yapılmış yapay bir turunç ağacı gördüğünü
söyler (Vezînpûr 1362: 67).
Gerşâsbnâme’de, Gerşâsb için Hakan’ın bezminde aşçıların görülmemiş
buluşlarının sofraya yansıtıldığını görmekteyiz. Bu sofrada
şeker, bal, tatlı ve meyveden yapılmış askerler topluluğu ellerinde
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
102
kılıç ve mızraklar, diğer düşman grup askerleriyle savaş halinde olduğunu
ve bir başka asker topluluğunun da avlandıklarını gösteren
minyatür av ve savaş sahneleri yapay olarak sofraya yerleştirilmiştir
(Esedî-yi Tûsî, Gerşâsbnâme 1354: 346).
Bezme aşçıların yanında unvanları “Çâşnîgîr” yani sofracı başı
olan kişi de katılırdı. Bu kişinin görevi yemeklerin tadına ve lezzetine
bakmaktır. Bunlar öncelikle bezme katılanların damak lezzetinden
sorumluydular. Sofra kurulmadan önce yemeklerin tümünün tat ve
lezzetini tadarak denemek onun aslî görevidir. Yemeklerin sağlıklı
olup olmadığını kontrol etmek, sofraya sunulmasını uygun görmek
de onun görevlerindendir. Onun kontrolünden geçen yemekler başta
şah olmak üzere bezme katılanların yemeleri için sofraya getirilir ve
gönül rahatlığı içerisinde yemekler yenilir:
“Ey iyi bahtlı ve adil hükümdar; sen çâşnîgîrin tatmadığı yemeklere el
sürme” (Firdevsî, Şâhnâme 1375: IX/149).
“Gece uykudan uyandığında çâşnîgîrin tatmadığı bir suyu içme” (Esedî-
yi Tûsî, Gerşâsbnâme 1354: 266).
Bezmde hizmet veren sofracı başılar yani çâşnîgîrler, tıpkı bezmin
diğer hizmetçileri gibi oldukça güzel yüzlüler arasından seçilerek bu
göreve atanırlar:
“O, parlak ay ışığına benzeyen çâşnîgîrin eliyle gülsuyu şerbetleri
gönderdi” (Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn 1363: 304).
Beyhakî, güzelliğiyle şöhret olmuş Sultan Mahmûd’un özel kölesi
olan Nuştekin, Emir Muhammed zamanında hem sakîlik hem de
çâşnîgîrlik görevi yaptığını yazmıştır (Beyhakî 1362: 409). Bazı özel
günlerde hükümdarın yemeklerin tadına bakılmasını dini önderlerden/mûbedlerden
istermiş. Bu durumda sofrada gez ağacı, hum bitkisi
veya nar ağacından özel bir tören ve dua ile kesilen, ince daldan
oluşan “Bersem” bulunurmuş. İran geleneklerinde bazı törenlerde
yemekten önce bu ağaç dalları ele alınarak dualar okunurmuş.
Şâhnâme’de sık sık padişahların Allah’ı övüp dua etme amacıyla yemekten
önce ellerine Bersem aldıkları vurgulanır (Yıldırım 2006: 162).
Nizâmî, bu İranî geleneği yani Bersem dalları eşliğinde çeşnicibaşının
değil de mûbedlerin yemeklerin tadına baktıklarını Hüsrev ü Şîrîn
mesnevisinde anlatmıştır:
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
103
“Yemek vakti gelince cihanın hükümdarı, mûbedden ‘Bersem ayini’nin
yapılmasını istedi. Hüsrev, kurdurduğu her sofranın yemeğinde Bersem
duasının ‘yapılmasına’ özen gösterirdi. Bersem ayini de çeşnicibaşının (yemeklerin
tadına bakmasından) ibarettir. Mûbed, yemeklerin iyi olup olmadıklarını
‘kontrol ettikten’ sonra verdiği icazetle yemeğe başlanırdı”
(Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn 1363: 103).
3.3.4. Raksendegân//Dansçılar
Bezmin şahıslarından birisi de dansçılar olup bezme hizmet eden
kişilerdir. Dans etmek; bir hüner, bir sanat grubundan kabul edilirdi.
Dansçılar bezmin ayrılmaz ve gözde unsurlarındandır. Mesûdî, dansın
sekiz çeşidini saydıktan sonra dansçılarda bulunması gereken
özellikleri şöyle sıralar: “Son derece çevik ve ritme uygun hareket edecek
bir yapıya/vücuda sahip olması gerekir. Boyu uzun olduğu kadar boynu da
uzun olmalıdır. Belinin de oldukça ince olması lazım. Parmakları yumuşak,
ayakları zarif ve iki ayağının düzgün, tutarlı ve bağdaşım içinde hareket
etmesi gerekir. Alt tarafı yuvarlak olan etekli bir elbise giymeli ve dans oyun
listesi geniş olmalı” (Mesûdî, trs. : IV/225-226).
Emevî saraylarında meslekleri dans etmek olan erkek ve bayan
dansçıların danslarını uygun müzik eşliğinde yaptıkları bilinmektedir
(Dayf, trs. : 142; Hourani, 2002: 243-244). Rey Kethudası Kâtip
Tahir, bezm bitiminden sonra bir geleneği bozduğu nedim ve köleleriyle
sohbet ederek dansçıları oynatması sonucu hem makamından
hem de görevinden uzaklaştırıldığını Beyhakî yazmıştır (Beyhakî
1362: 387-388).
Dansçılar, kendileri için hazırlanmış özel elbiseler, özel kıyafetler
giyerek dans ederlermiş. Dansçılar hem erkek hem de genç kız kölelerden
oluşurmuş. Genç cariyeler ayak becerileriyle öne çıkmış ve
değerli olmuşlardır. Bir cariyeye “elinden bir iş gelip gelmediği” sorulmuş.
O cariye de “ayaklarımdan gelir” diyerek anlamlı bir cevap
vermiş, usta bir dansçı olduğunu belirtmeye çalışmıştır (İbn Kuteybe
1930: IV/111).
Bezmde dans etmek her şeyden önce bir yetenek işiydi. Daha doğ-
rusu dansın bir meslek olduğu ve bu mesleği de ancak o sanatla ilgilenenlerin
başardığını görmekteyiz. Nizâmî, Heft Peyker mesnevisinin
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
104
“Behrâm’ın Pazartesi Günü Siyah Kubbe’ye Gitmesi ve Birinci İklim
Padişahının Kızının Ona Hikâyeler Anlatması” bölümünde, düzenlenen
bir bezmde dansçıların nasıl mesleklerine, yeteneklerine uygun
hareket ettiklerini görmekteyiz:
Meydan dans için açıldı, daire şekli alındı. Ayaklar ‘dansa’ girince,
eller de ‘dans’ koşusuna ‘hazırdı’. Mumları başları üzere bir yere
koydular. Mum gibi de ayakta ‘dimdik’ durdular. Dansları bittikten
sonra dinlendiler, ellerini şaraba götürdüler” (Nizâmî, Heft Peyker
1363: 164).
“Bir grup eğlenmede, bir grup at koşturmada, bir başka grup ‘şarkı’ dinlemede,
başka bir grup da ayak dansı yapmada” (Gorgânî, Vîs ü Râmîn
1371: 43).
Dansçılar, “pâykûblar” yani “dans eden” adıyla anılmışlardır:
“Keşmir’li pâykûblar, tıpkı rüzgâr devi gibi danslarında takla atıyorlardı”
(Nizâmî, Şerefnâme 1363: 409).
“Altı bin kuklacı, mutrib, pây-kûb ve oyuncakçı ustayı her şehrin köylerinde
topladı ve onlardan nasiplenmek için ülkeye gönderdi” (Nizâmî, Heft
Peyker 1363: 106).
“Bu gül yanaklı, beyaz tenli hem pâykûb hem de çalgıcı sana yaraşır”
(Esedî-yi Tûsî, Gerşâsbnâme 1354: 37).
Pâykûbdan ve “pây-bâzî”den başka Heft Peyker’de “dest-bend” kelimesi
de kullanılmıştır. Destbend, bir grubun birbirlerinin ellerini
tutarak bir arada dans ettikleri bir dans çeşididir.
“Bir saat destbend oynadılar, ‘sonra’ yeşillikler üzerine serilip kaldılar”
(Nizâmî, Heft Peyker 1363: 300).
“Sabaha kadar tatlılar yiyip o peri yüzlüyle destbend oynadım” (Nizâmî,
Heft Peyker 1363: 171).
3.3.5. Gulâmân, Kenîzân ve Peresterân//Köleler, Cariyeler ve Hizmetçiler
Bezmlerde hizmet amacıyla bulunan şahıslar arasında köleler, cariyeler
ve uşaklar da vardır. Bunların çokluğu bezmi düzenleyenlerin
büyüklüğünün ve gücünün göstergesi sayılmıştır. Hüsrev Pervîz’in
on bin kölesi ve on iki bin cariyesi olduğu söylenmiştir (Gerdîzî 1363:
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
105
95). Mısır Fatîmi halifesi el-Hakîm Bîllah’ın sarayında on bin cariye
ve kölesi yaşadığı rivayet edilmiştir (Râvendî 1357: III/553). Abbasi
halifesi Mutasım’ın dört bin Türk köleye sahip olduğu, altın süslü
kemerler taktıkları ve özel giysiler giyerek diğerlerinden görünüm
olarak belirgin oldukları söylenmiştir (Mes’ûdî 1370: II/466).
“Kemerleri altın süslü Rûm köleler, altın gerdanlıklı uşaklar” (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: IV/313).
“Kölelerin tümü kemer bağlamış, külah takmış, hizmetçiler de altın gerdanlıklara
ve bileziklere sahip” (Firdevsî, Şâhnâme 1375: III/55).
“Köleler ve cariyeler, büyük çadırın etrafında, ay halesi çevresindeki Sü-
reyya yıldızı gibiler” (Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn 1363: 128).
Bazen hükümdar kendi güç ve saltanatının büyüklüğünü göstermek
için çeşitli ırklardan oluşmuş köle, cariye ve uşakları bezmi ku-
şatan büyük perdenin etrafında ayakta bekletirler:
“Etrafta gerdanları parlak Ayyuk yıldızı gibi Deylemli köleler, gönderlerin
üstüne takılan hilâl kıvrımı gibi ‘başlarına’ külah takmışlar. Çadır önündeki
siyah köleler, askerler için de siyah etek bağlamışlar. Habeşli siyahiler,
Çinli güzeller, ay ile gece gibi birlikte düşüp kalkan arkadaş olmuşlar. Tahtın
altındaki dar gözlü ‘Türk muhafızların’ kılıçlarından saba rüzgârı için geçiş
yolu daralmıştı” (Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn 1363: 355-356).
Şahın tahtının çevresinde yer alan bu köleler, hizmet eden diğer
gruplar gibi güzellerden oluşmuştu. Bu güzel köleler, hoş giyimli,
süslü ve bakımlı olmalarının yanında, öncelikle altın ve gümüş olmak
üzere kıymetli taşlardan oluşmuş ziynet eşyası takınmışlardır:
“Rumlu köleler altın kemerler, hizmetçiler de altın gerdanlık takmıştı”
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: IV/313).
“Kölelerin hepsi altın kemerli ve altın taçlı, hizmetçiler de altın taç takmış
ve incilerle süslenmişti” (Firdevsî, Şâhnâme 1375: III/55).
“Gönül çeken kırmızı çehreli köleler tahtın etrafında ayakta durmuşlar,
kemer üstüne kemer takmışlar” (Nizâmî, Şerefnâme 1363: 95).
“Aya benzeyen peri çehreli bütün güzeller, şahın çevresinde saf tuttular”
(Nizâmî, Şerefnâme 1363: 330).
“Zülüfleri yasemen kokulu peri çehreli güzeller ayakta padişahın önünde
durmuşlar” (Firdevsî, Şâhnâme 1375: V/10).
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
106
Vîs ü Râmîn mesnevisinde de Mûbed Şah’ın bezminde toplanan
güzel yüzlü bayanların etrafında güzel hizmetli uşakların bulunduğu
görülür:
“Bu ay yüzlülerin etrafında binlerce güzel hizmetçiler toplandı. Çin,
Türk, Rûm, Berberî güzelleri. Bu güzeller, menekşe zülüflü, gül yüzlü, yasemen
göğslü idi. Her birinin boyu azat olmuş servi misali, saçlarının kıvrımlığı
şimşir ve mersin ağacı gibi, her birinin inciden ve saf altından belleri
üzerinde kemerleri, başları üzerinde de taçları var” (Gorgânî, Vîs ü Râmîn
1371: 44).
Bezme hizmet edenlerin büyük bir kısmının çalgı çalma ve şarkı
söyleme yeteneklerine sahip oldukları da görülmektedir:
“O evde atmış hizmetçi vardı. Bunların hepsi de rebap çalıp şarkı söylü-
yor” (Firdevsî, Şâhnâme 1375: V/24).
Bezmlerde hizmet edenler, giyimleri temiz, pahalı elbiselerin yanında
göz kamaştırıcı “azde be-zer” yani altına batırılmış elbiseler
giymiş, başlarında taç, kulaklarında küpe, boyunlarında inci gerdanlık,
kollarında altın bilezik ziynet eşya takmış olarak bezmde boy
gösterirler. Göz kamaştırıcı görünümleri sayesinde dikkatleri üzerlerine
çekerler:
“Hizmetçiler, küpeleriyle, cevher nakışlı taçlarıyla, inci gerdanlıkla…”
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: V/341).
“Hizmetçiler her tarafta sıra sıra dizildi. Hepsinin elbiseleri ‘âzde be-zer’
gibiydi” (Firdevsî, Şâhnâme 1375: VII/177).
Bezmde katılımcılara hizmet verenler, bezm âdabına göre davranırlardı.
Ciddi bir şekilde sadece görevlerine odaklanır, bezmin
havasını bozacak davranış biçimleri sergilemezler. Dinlenme amaçlı
oturma olmadığı gibi hiç kimseyle konuşmazlardı. Ayakta durmak
onların asıl görevleri sayılmıştır.
“Işıltılı ve süslenmiş bezm cennete dönüşmüştü. Güzellerin önünde hizmetçiler
ayakta duruyorlar” (Firdevsî, Şâhnâme 1375: I/172).
“Kulaklarında küpe, boyunlarında gerdanlıklarıyla hizmetçiler, altınlarla
süslenmiş gül bahçesinde ayakta duruyorlar” (Firdevsî, Şâhnâme 1375:
VII/50).
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
107
3.4. Âdâb-ı Huzûr der-Bezm//Bezmde Geçerli Olan Usul
Gösterişli bezmlerde oldukça ince, bir o kadar da katı kurallar
hâkim idi. Çeşitli sosyal gruplar, bezme katıldıkları için bunların oturum
şekilleri farklı farklı olurdu. Her sosyal grup birbirlerinden ayrı
oturur ve padişahla aralarında bir mesafe olmasına dikkat edilirdi.
Sosyal grupların bireyleri makam ve mevkilerine göre padişaha ya
yakın, ya da uzak otururlardı. Padişahın sağ tarafında ve sol tarafında
oturanlar ileri mevki bir makama sahip kişilerdi. Bu oturum şeklinin
çeşitli zamanlarda farklılık arz ettiği görülmüştür.
Cemşîd zamanında insanların yerleri ve makamları yaş ve yıl temeline
dayanırdı. Yaşlı olanlar, Cemşîd’e yakın bir yerde veya yanında
otururlarmış. Dahhâk zamanında zenginler, birikimli ve varlıklı
olanlar daha üst taraflarda otururlarmış. Ferîdûn zamanında varlıklılar
ve öncelikli olanlar, Kavûs zamanında akıllı ve hikmet sahipleri,
Keyhüsrev zamanında kahramanlar ve liyakatli olanlar, Enûşirvân
zamanında da şerefli kişiler, bezmin üst makamlarında, padişaha
yakın bir yerde otururlarmış (Se’âlibî 1368: 16).
Şahın sarayındaki bezmlerde bazı şahısların yerleri daimidir, de-
ğişken değildir. Enûşirvân’ın saray bezmlerindeki oturum hakkında
şöyle denilmiştir: “Onun tahtının arkasında sol ve sağ tarafında altın
üç kürsü kurulmuştur. Bu kürsülerden biri Çin hükümdarı, diğeri
Rûm hükümdarı, üçüncüsü Türk hükümdarı için hazırlanmıştır. Bu
hükümdarlar İran sarayına geldiklerinde kendilerine ayrılan kürsülere
otururlarmış. Bu üç kürsü, şahın tahtının yanında bulunurmuş.
Adı geçen hükümdarların dışında hiç kimseye o kürsülere oturma
müsaadesi verilmemiştir. Enûşirvân’ın tahtı önünde altın bir kürsü
bulunurmuş, ona da veziri Bozorgmihr otururmuş. Daha aşağıda bir
kürsüde toprak zenginleri ve ülkenin büyükleri belirlenen protokol
sırasına göre otururlarmış. Bu oturuma kimse itiraz edemediği gibi
padişahın gazabına uğrayan olursa da onun kürsüsü oradan kaldırı-
lırmış” (İbn Belhî 1374: 112-113).
Câhız, bezmde bulunanların protokole göre oturma düzenini belirleyen,
onları makam ve derecelerine göre taksim eden ilk kişinin
Erdeşîr Bâbekân olduğunu söyler. Şah, bezmde perde arkasında otururmuş.
Perdeden on arşınlık arayla ve hükümdarın sağından başla-
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
108
yarak, bezme katılanlardan Şahzadeler, Gilân Melikleri ve seçkin
insanlar, hükümdarın özel adamları, nedimleri, bilim adamları ilk
grup olarak otururmuş. Bu tabakadan itibaren on arşın mesafede
ikinci tabaka otururmuş. Bunlar merzbânlar, sarayda kalan bölgesel
melikler ve kendine ait bölgesi bulunan sipehsâlardan ibaretmiş.
Üçüncü tabakayı oluşturanlar, ikinci gruptakilerden itibaren on arşın
mesafede otururlarmış. Bu gruptakiler, basit ve değersiz ailelerden
gelmemeleri, kötü soylulardan sayılmamalı, adi işlerle meşgul olmamalı,
bedensel arızalarının bulunmamaları, çok uzun veya çok kısa
boylu olmamaları, bir sanatla uğraşmamaları gerekirmiş. (Câhız 1386:
93; Mes’ûdî 1387: I/209).
Bu üç tabakanın dışında bir başka tabaka grubu da şarkıcı ve çalgıcılardan
teşkil edilmiştir. Bu gruptakiler, bezme katılan tabakalardan
biri mukabilinde bulunurmuş. Birinci derecedeki çalgıcı ve şarkı-
cılar, şehzadeler mukabilinde, ikinci derece şarkıcı ve çalgıcılar da
nedimler ve bilginler mukabilinde olacak şekilde tertibe tabi tutulmuşlardır
(Câhız 1386: 94).
Çalgıcılar içerisinde de bir hiyerarşi olup her çalgıcı kendi ayarındaki
grup çalgıcılarla bir arada bulunur ve diğer gruptakilerden ayrı
olacak şekilde otururlarmış. Az da olsa bu gruptan birine emredilince,
daha yukarı derecedeki çalgıcılara katılırmış.
Şahın, adı “hurrembâş” olan ve seçkin kişiler arasından seçilen bir
“perdedâr”ı bulunurmuş. Şah ile bezme katılanlar arasına onar arşın
mesafeyle perdeler çekildiğinden dolayı, bu perde tertibinin sağlanması
görevini “hurrembâş”lar sağlarmış. Bunlar daha çok Gilân Melikleri’nin
eğitim öğretim almış çocuklarından seçilirmiş. Padişah,
bezme oturduğu zaman katılımcılar kendileri için ayrılan yerlere sessiz
ve sakin oturduklarında “hurrembâş”, şahın emri veya işaretiyle
güzel bir ses ve nağmeyle bezmin icrasını başlatmadan önce katılımcıların
tamamının duyabilmesi için sarayın en yüksek yerine çıkarak,
yüksek bir sesle: “Ey dil! Kendini tut, kendine sahip çık, çünkü bugün
hükümdarın huzurunda bulunuyorsun!”diye seslenir, sonra iner ve
bezm başlarmış. Ayrıca Hurrembâş, şahın isteği doğrultusunda çalgı-
cıların yanına gider ve “Ey sen! Şu şarkıyı seslendir! Hey sen de şarkıyı
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
109
şu makâmdan çal” diye emir verirmiş (Câhız 1386: 96; Mes’ûdî 1387:
I/241).
Bezme katılanların uyması gereken bir başka usul de şahın güzel
sakî ve kölelerine göz dikmemek, onlara bakmamaktır. Bu duruma
uymamak edep dışı sayılmıştır. Kâbûsnâme yazarı bu hususta şöyle
demiştir: “Padişahın bezminde sakî gibi onun kölelerinin yüzüne bakma.
Sana ne zaman kadeh verirse ve de kadehi alırsa onun yüzüne bakma, başın
öne eğilsin. Kadehi alıp içip tekrar ona verirsen yine onun yüzüne bakma.
Zira padişah senin için kötü bir düşünceye sahip olmasın” (Unsurul Me’âlî
1378: 205). Ayrıca Kâbûsnâme yazarı; Abbasî halifesi Memûn zamanında,
kadılık görevinde bulunan ve adı Abdulmelik olan birinin
halifenin bezminde şarap sunan sakîlerden birine göz kırpması ve bu
durumun birkaç kez tekrar etmesi, ansızın Halife Memûn’un bunu
görmesi üzerine, gözden düştüğüne dair bir hikâyesini anlatır (Unsurul
Me’âlî 1378: 205).
Beyhakî, Türkistan’dan Gazneli Sultan Mahmûd’a gönderilen
Tuğrul isminde zarif ve güzel bir köleden bahsederken şunları söyler:
“Bir gün Sultan Mahmûd, şarap içmek için bağa geldi ve bezm kurdu. Ay
yüzlü sakîler ikişer ikişer hizmet ediyorlardı. Bu sakîlerden biri de kırmızı
elbiseler içindeki Tuğrul idi. Tuğrul elinde kadeh, ayakta duruyordu.
Mahmûd’un biraderi Emîr Yûsuf, gözlerini Tuğrul’un üzerinden ayırmı-
yordu ve ona âşık oldu. Her ne kadar çalıştı ise de gözlerini ondan ayıramadı.
Emîr Mahmûd, kendinden geçmiş, âşıklık hali beliren kardeşinin bu durumunu
gördü ve görmemezlikten geldi. Bir müddet sonra kardeşini yanına
çağırdı ve “şarap meclisinde bizim kölelerimize bakman hoş değildi” dedi ve
ekledi: “Babama hürmetim olmasaydı seni hemen öldürürdüm”. Sonra da
“bu köleyi sana bağışlıyorum” diyerek köleyi ona verdi” (Beyhakî 1362:
252-253).
Düzenlenen bezmlerde sakîlere farklı bir bakışla bakmak, beraberinde
büyük bir cezayı da getirmiştir. Sakîlere yan gözle bakanların
servetinin sultan tarafından alınıp söz konusu sakîye bağışlandığını
Beyhakî, eserinde söylemiştir. Öyle ki Nûştekin isimli bir köleye yan
gözle bakan nedim Bûnaîm’in mal varlığına el konularak adı geçen
köleye/sakîye bağışlanmıştır (Beyhakî 1362: 253).
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
110
Bezme katılanların uyulması gereken kaidelere uygun hareket ettiklerini
görmekteyiz. Vîs ü Râmîn mesnevisinin “Mû’bed’in bahçede
bezm kurdurması” bölümünde, şahlarşahı Mû’bed’in bezm usulünü
nasıl uyguladığını görürüz: “Şahlarşahı bağda oturmuş, onun yanına
güzeller güzeli Vîs Bânû, sağ tarafında özgür Vîrû, sol yanında cihanı
süsleyen Şehrû, Râmîn onun yanına, Râmîn’in önünde şarkıcı müzisyenler
oturmuş” (Gorgânî, Vîs ü Râmîn 1371: 220).
Çin Hakanı, İskender’in onuruna verdiği bezmde hakanın usul gereği
İskender’i kendisinin sağ tarafında bulunan altın tahta oturttu-
ğunu Şerefnâme’de görürüz (Nizâmî, Şerefnâme 1363: 409). Firdevsî,
Şâhnâme’sinde bezm protokolüyle ilgili şu bilgileri verir. İsfendiyâr’ın
düzenlediği bir bezmde İsfendiyâr, Rüstem’i sol yanına oturtur. Usul
gereği Rüstem buna itiraz ederek, Behmen’den kendisi için İsfendiyâr’ın
sağ tarafına bir kürsünün kurulmasını ister. İsfendiyâr emir
verir ve Rüstem için altın bir kürsü getirirler (Firdevsî, Şâhnâme 1375:
VI/554).
Bezmlerde herkes sosyal durumuna göre kendisine ayrılan yerde
oturmasına rağmen (Nizâmî, Şerefnâme 1363: 256) bu düzenin az da
olsa bozulduğu görülmektedir. Rüstem’in doğuşu üzerine bezm şenlikleri
düzenlendiğinde büyükler ve küçüklerin bir protokol düzeninde
değil de “târupud” yani atkı-çözgü gibi karışık bir pozisyonda
oturduklarını Şâhnâme’de görmekteyiz:
“Bütün ova şarap ve neyle doluydu. Her köşede yüzlerce bezmi
süsleyenler vardı. Zabulistân’da bir uçtan diğer uca her yer çalgıcılarla
dolmuştu. Bu bezmde küçükler, büyüklerden aşağıda oturmuyordu.
’Davetliler’ tıpkı atkı- çözgü gibi (karışık) oturmuştu” (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: I/ 206).
4. LEVÂZIM-I BEZM//BEZMİN GEREÇLERİ
Bezmin kendine özel/özgü alet ve gereçleri vardır. Bezmin görü-
nümünün, konum ve pozisyonunun belirlenmesinde bunların rolü
büyüktür. Gösterişli alet ve gereçlerden yararlanma, bezmin büyüklüğünü,
ihtişam ve görkemini gösterir. Bu durum bezmi düzenleyenlerin
refah seviyesi, servet ve varlıklarıyla yakından ilintili olduğu
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
111
kadar, maddi kültür seviyelerini de yansıtır. İbn Haldûn, zenginlik ve
lüks isteği bir ülkenin ve insanının en doğal hakkıdır (İbn Haldûn
1369: I/267) dedikten sonra şöyle der: “Bir ulusun diğer bir ulusa üstünlüğü,
servet ve varlığın/paranın ele geçirilmesiyle olur. Servet ve zenginliğin
artışı, sert yaşam koşullarından kurtularak öteye geçme, zarif ve süslü eşyalara
sahip olma, lükse yönelmedir. Sonra bu lüksün zorunlu olan adetleri de
kazanılır. Yemeden içmeye, giyimden kuşama, kullanılan kaplardan serilen
yaygıya kadar insanların ihtiyaçları hem değişir, hem de artar, çoğalır, lüksün
ve zarafetin tüm çeşitlerine bir tutku başlar.” (İbn Haldûn 1369: I/267-
268).
İbn Haldûn’un sosyolojik yaklaşımı, şahlar başta olmak üzere seç-
kin insanların düzenledikleri bezmlerle bire bir örtüşür. Bu kişilerin
tertip ettiği bezmin alet ve gereçleri hep altındandır: “altın taht, altın
sofra, altın tabak, altın çatal ve kaşık gibi” şahların ve seçkinlerin altından
özel eşyalar yaptırmaya yönelik davranış biçimleri sergilemelerinin,
altına padişahların rağbet etmelerinin nedeni, altının eriyebilme
özelliğine sahip olması, başka bir mücevherin bu özelliğe sahip
olmamasından kaynaklanır. Buna “şâh-govherhâ-yı godâzende” denir.
(Hayyam trs.: 67) Görkemli bezmlerde kullanılan alet ve gereçler
şunlardır.
4.1. Mey
Mey/şarap bezmin en önemli unsurudur. Başka milletlerde olduğu
gibi İranlılar arasında şarap içilmesi, eski dönemlere kadar uzanır.
Sasanîler döneminde eğlence meclislerinde düzenlenen kutlamalarda
içki de içiliyordu. Hatta Sasanîler zamanında İranlılar yılda bir günde
o da Mihregân gününde aşırı derecede sarhoş olabilme hakkına
sahiptiler (Yıldırım 2008: 514). Firdevsî, şarabın bulunuşunu Cemşîd’
e nisbet eder. İlk şarap içenin Cemşîd olduğuu söyler. Avfî, şarabın
bulunuşunu şöyle anlatır: “Cemşîd, dört mevsim üzümden yararlanmak
amacıyla suyunun alınmasını emreder. Bir gün gelir ve suyu alınan üzümleri
kontrol eder. Üzüm suları acı bir tat verdiğini gören Cemşîd, üzüm sularını
bir küpe doldurarak ağızlarını kapatır. Cemşîd’in cariyelerinden biri
şiddetli baş ağrıları çeker, bu ağrıların geçmemesi onun canına kastetmesine
neden olur ve küplerdeki zehir sanılan üzüm suyunu içer. Farklı bir dünya
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
112
hisseder, tadından zevk alır ve iyileşir. Sonra Cemşîd, bu zehir sanılan sudan
içer, bazı hastalıkların tedavisinde onu kullanır” (Avfî 1374: 30- 31;
Yıldırım 2008: 514).
Şarabın bulunuşu hakkında farklı görüşler vardır. Bu görüşler için
şu kaynaklara bakılabilinir: (Ravendî 1387: I/787- 788; Esedî Tüsî, Gor-
şasbname 1354; 308; Hayyam trs: 76; Lisân 1355: 47; Yıldırım 2008: 513-
514).
Mesnevilerde şarabın bulunuşu hakkında bir bilgi verilmemiştir.
Şaraptan ilk defa Şâhnâme’de bahsedilmiştir. Hûşeng’in öyküsünde;
onun ateşi bulduktan sonra, dağ gibi büyük bir ateş yaktığı, bütün
adamlarının etrafında topladığı, o gece şarap içtiği anlatılır:
“O gece şenlik düzenledi, şarap içti. Cihanı güzelliklere boğdu. Herkes
onu andı, yadetti” (Firdevsî, Şâhnâme 1388: 15).
Mesnevilerde şaraba verilen veya şarap yerine kullanılan isimler
daha çok "mey, bâde, mul, nebîd, bigmâz, râh, rahîk” gibi adlarla
anılmıştır.
“Bâde ile dolu bir altın câm, bu câm ile özgür insanlar anıldı” (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: VI/239).
“Amul şehrine ordugâhı götürünce, bütün gece yemek yediler ve özgür
insanlarla mul içtiler” (Gorgânî, Vîs ü Râmîn 1371: 364).
“Cihan sahibi yüzünü nebîd câmına ‘çevirdi’ Bir kerede iki batman
‘nebîd’ içti” (Firdevsî, Şâhnâme 1375: VII/322).
“Ey sakî gel! O reyhan kokulu râhı bana ver. Çünkü cennette olduğumu
hatırladım” (Nizâmî, Şerefnâme 1363: 84).
“Behrâm’ın yüzü reyhan kokulu rahîki içince gül saçıcıların ‘yüzü gibi’
kırmızı oldu” (Nizâmî, Heft Peyker 1363: 234).
Mey, hemen hemen her bezmde, bezmin mutlak ögesi olarak yer
aldığı görülmektedir. Meysiz bezm olmaz. Şahların bezminde, kahramanların
ve seçkinlerin düzenlediği bezmlerde, küçük veya büyük
tarzda tertip edilen bezmlerde, en alt grup halk tabakasındaki insanların
kurdukları bezmlerde, bezmin vazgeçilmez bir unsur olmuştur.
Mesnevilerde daha çok mey içilmiştir, az da olsa yasaklandığı da
görülmüştür. Behrâm zamanında Kibrevî olan kişi aşırı derecede şarap
içer, eve gideceği yerde bir köşede sızar kalır. Bir karga onun göz-
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
113
lerini oyar ve adam ölür. Bu haber Behrâm’ ın kulağına ulaşınca o da
mey/şarap içmeyi yasaklar (Firdevsî, Şâhnâme 1375: VII/323):
“O vakit saraydan çağrı geldi ki ey akıllı ve güçlü şöhret sahibleri! Yeryüzünde
halktan biri de olsa, şöhretli de olsa ‘herkese’ mey yasaklandı” (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: VII/323).
Bu yasağın ardından bir yıl geçer. Bir ayakkabıcının oğlu gerdek
gecesinin sonunda kendini güçlü hissetmek için kimsenin haberi olmadan
gizlice şarap içer, sonra evden çıkar gider. Padişaha ait aslanlar
evinden bir aslan o sıralarda kaçmıştır. O kişi aslanın peşine düşer
ve aslanı etkisiz hale getirir. Behrâm, bu macerayı duyunca tekrar
mey içmeyi serbest bırakır (Firdevsî, Şâhnâme 1375: VII/325):
“Mûbed şöyle seslendi. Bu gün şarap helâldir. Bugün mey içmeyi tercih
etmek gerekir” (Firdevsî, Şâhnâme 1363: VII/325).
4.1.1. Sıfat-ı Mey//Meyin Özellikleri
Tercüme-i Takvîmu’s-Sıhhat adlı eserde şarabın türleri, şarabın fayda
ve zararları hakkında şunlar söylenmiştir: “Şaraplar koku, renk,
tat, kıvam ve etki bakımından çeşitlidir. Beyaz olan şarapların harareti/
keskinliği daha azdır, hazmı daha çabuk olur, tatlı olur çabuk sindirilir
ve mideyi yumuşatır.” (İbn Batlân 1382: 115). Mey, mesnevilerde
çeşitli yönlerden ele alınmış ve vasfedilmiştir. Meyin bazı özellikleri
ve sıfatı mesnevilerde ele alınışı şöyledir:
4.1.1.1. Rengi
Şarap daha çok kırmızı renkli olarak vasfedilmiştir. Ergûvânî
renkteki şarap da oldukça çok geçer.
“Kırmızı meyi ve kadehi getirdi. Önce cihan hükümdarının adını andı”
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: 342).
“Erganunun nağmelerine kulak veriyor, ergûvânî renkteki meyi içiyordu”
(Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn 1363: 44).
Nizâmî, Şerefnâme’de şarabın rengini: “yakut”a, “şengref”e, “zer-i
godahte”ye, “kukurd-ı surh”a ve “hûm”a benzetmiştir (Nizâmî, Şerefnâme
1363: 365, 439, 351, 308, 256). Az da olsa sarı renkli şaraptan
da bahsedilmiştir:
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
114
“Billûr kadeh ve zerd/sarı renkli meyin yansımasından gökyüzü eyvanı
ay ve yıldızlarla doldu” (Esedî-yi Tûsî, Gerşâsbnâme 1354: 51).
“Ben, üç kere gülnâr ve sarı renkli yıllanmış parlak mey içtim” (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: VII/400).
4.1.1.2. Sâfî ve Zulâlî// Saf ve Zülâl Oluşu
Meyin bir başka özelliği de saf ve temiz oluşudur. Yıllanmış şarabın
tortusu dibe vurunca yukarıda kalan kısmı saf ve temiz olur:
“İlk kadehin meyi halis ve saf olur, son kadehlerin meyi de tortulu olur”
(Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn 1363: 130).
“Ab-ı rûşen” ve “la’l-ı pâlûde” de saf ve temiz mey için kullanılır:
“Gel ey sakî! O lal-ı pâlûdeyi getir ve bu kederi yıka” (Nizâmî, Şerefnâme
1363: 150).
“O âb-ı rûşene benim için bak, ilgilen. Bu yaşamı ‘benim için’ diri, canlı
yap!” (Nizâmî, Şerefnâme 1363: 508).
4.1.1.3. Dorohşendegî//Parlaklığı
Meyin parlaklığı da sık sık mesnevilerde yer alır:
“Cihân sahibi ‘hükümdar’, Çin hakanıyla birkaç gün huzur içinde parlak
meyden içti” (Nizâmî, Şerefnâme 1363: 405).
“Billûr kadehteki parlak kırmızı mey, Behrâm Gûr’u mutlu etti” (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: VII/338).
Meyin parlaklığı onun “çerâğ” veya “sebçerâğ” olarak tahayyül
edilmesine neden olur ve mey anlamında kullanılır:
“Gel ey sakî! O muğanın sebçerâğını getir. Benim üzerimde inilti ve feryat
kalmasın” (Nizâmî, Şerefnâme 1363: 257).
“Akşam olunca her ova ve sahrada her elde çerâğ kadehi vardı (Gorgânî,
Vîs ü Râmîn 1371: 242).
Bu parlaklık az da olsa “ciğer-kûşer-i âftâb” şeklinde de düşünülmüştür:
“Mey değil san ki, gevheriyle hem ateşi hem de suyu yaratan ciğer- kûşei
âftâb’dır” (Nizâmî, Şerefnâme 1363: 424).
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
115
4.1.1.4. Hoş-bûyî//Güzel Kokulu Oluşu
Mesnevilerde şarabın güzel kokulu oluşu onun “müşk-bû”
“reyhân- sirişt” ve “kâfur-bû” gibi sıfatlarla tavsif edilmesine neden
olmuştur:
“Sana misk kokulu ve kırmızı renkli, parlak ve hoş şarap sunayım”
(Gorgânî, Vîs ü Râmîn 1371: 239).
“Gel ey sakî! O reyhan kokulu şarabı bana ver ki cennette olduğum hatı-
rama geldi” (Nizâmî, Şerefnâme 1363: 84).
“Kadehe kâfurî kokulu şarap dökelim bu ‘üzüntü’ deryasından ‘kadeh’
kayıklarıyla kaçalım” (Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn 1363: 354).
Mey, güzel kokusu sebebiyle gülsuyuna da benzetilmiştir:
“Ey sakî! O gül suyuna benzeyen meyi üzerime dök, saç ki uykuya dalayım”
(Nizâmî, Şerefnâme 1363: 381).
“O gül suyu gibi olan gül renkli taze mey, baştan derdi, içimizde kederi
götürdü” (Nizâmî, Şerefnâme 1363: 498).
Nevrûznâme’de zararı def etmek için şaraplardan bazıları tavsiye
edilmiştir. Tavsiye edilen şaraplar, gül suyu ve kâfurla karıştırılmış
(Hayyâm trs: 73-74): Sasanî hükümdarı Hüsrev Pervîz’in misk harcamalarının
altmış ölçek olduğu söylenmiştir. Bunun yirmi ölçeği
yenilecek ve içileceklere, yirmi ölçeği şaraphaneye ve geri kalan yirmi
ölçeği de kapkacak yıkamak için hizmetçi evine gönderilmiştir.
(Mucmelüt Tevârîh, 1317: 80). Miskten hem şarap içiminde hem de tas
ve tabağı yıkamada yararlanılırmış. Aşağıda da şarabın misk ile karıştırılması,
misk ve gül suyuyla bardak-tabakların yıkanmasına işaret
ediliyor:
“Bütün cevher ve zaferanı döktüler, mey ile miski karıştırdılar” (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: I/89).
“Akîk ve zebercerdi onun üzerine döktüler, meyi misk ve anberle karıştırdılar”
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: I/170).
4.1.1.5. Telhî//Acılık
Meyin kabul gören özelliklerinden biri de acılığıdır:
“Güzel Şîrîn, acı meyi alınca; o acılıktan ve tatlılıktan cihan sarhoş oldu”
(Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn 1363: 64).
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
116
“Acı şarab kadehinden ‘Hüsrev’ sarhoş olunca, hikâye anlatımı yeniden
Şîrîn’e düştü” (Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn 1363:103).
Kaynaklarda şarabın acılığının artması için, ona acılık özelliği kazandıracak
olan “sabr” bitkisi de ilave edildiği söylenmiştir (Mes’ûdî
1370: II/488). Bu yüzden adı geçen bitki “acı ilaç” olarak adlandırılmıştır:
“Gel ey sakî! Özellikleri olan o şarabı bana ver. Kişiyi baygın yapan ilaç-
tan bana ver. O, acı ilaçla kendimden geçeyim, belki kendimi unuturum”
(Nizâmî, Şerefnâme 1363: 32).
Bu yüzden acılık, bezmde ”nukl”un yani mezenin bulunmasını zaruri
kılar:
“Bir bezm süslemek için padişah, emir verdi; şarap, meclis ve nukl/meze
istedi” (Nizâmî, Şerefnâme 1363:339).
“Gel ey sakî! Beni meyke sarhoş yap. Şarap verdiğinde nukl/meze de elime
ver” (Nizâmî, Şerefnâme 1363:133).
Bezmde nukl verme de artık gelenek haline gelir:
“Köşelere yakut ve zümrüdden yapılmış nukl-dân/meze kapları yığın yı-
ğın konulmuştu” (Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn 1363: 356).
“Karend, yemek sofraları hazırlanmasını çevresine de nukl-dân’ların ‘konulmasını’
emretti” (Nizâmî, Şerefnâme 1363: 295).
Nukl, günümüzde şarabın yanında verilen “meze” olarak adlandı-
rılır ve şarabın ağızlara vereceği acılığı azaltmak için kullanılır. Her
şarap kadehinin yanına özel bir nukl/meze konulurmuş: ilk kadeh:
güzel gül kokusu, ikinci kadeh: meyve kurusu, üçüncü kadeh: bitki
reçeli, dördüncü ve beşinci kadeh: iki çeşit yemek, altıncı kadeh: yeterli
yiyecek, yedinci kadehde: bedeni yağlamak ve uyumak için yağ
verilen nukullarmış. Mezeler, yaz mevsiminde taze meyvelerden, kış
mevsiminde de kuru meyvelerden oluşur. Fars edebiyatında daha
çok şeker, fıstık, badem, kuru üzüm meze olarak yer almıştır:
“Güzel gözü, taze kırmızı dudağı, badem ve şekerden olan bezmin nuklunu
hatırla” (Hâcû-yi Kirmânî 1369: 80).
“Sana şahlara layık meze olarak fıstık ve üzüm yaraşır. Ağız hazinesini
yeniden aç ve insanlara bir miktar sun!” (Emîr Hüsrev Dihlevî 1380:
833).
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
117
Şarabın yanında meze/nukl verilme geleneğinin varlığı ve bunun
zorunlu oluşunu gösteren en güzel delillerden biri de Ferruhî’ nin
tegazzülünde dile getirilmiştir. Ferruhî âşık olduğu veya ilgi duydu-
ğu erkek çocuktan şaraptan sonra buse ister ve ona badenin yanında
meze/nukl geleneğini hatırlatır:
“Ey çocuk benim gönlümü hoş edeceksen kadehten sonra öpücük vermen
gerekir. Meze, bade ile beraberdir. ‘Mademki’ badeyi veriyorsun, meze de
ver. Uzun süreden beri bu âdeti koyan koydu. Kaç zamandır kadeh ve öpü-
cükle beni sarhoş etmedin, bana mutluluk vermedin” (Ferruhî-yi Sistânî
1371: 45).
Âşıklar bezminde nukldan/mezeden maksat, busedir. Başka bir
ifadeyle buse, meze yerine geçer:
“Şarap kadehini kaldırıp içtiği her zaman, bûse nuklu (sanki) şeker tadı-
yordu” (Gorgânî, Vis ü Râmîn 1371:190).
“Mey içtikçe sevgilinin dudağını kendi ‘dudağı’na doğru çekiyordu.
Meyden sonra ‘onun dudağı’ mey renkli şeker tadıyordu” (Esedî-yi Tûsî,
Gerşâsbnâme 1354: 190).
Bazen nukl/meze, tatlı sıfatıyla birlikte kullanılır:
“Ateşe tapanların şarabıyla canımızı kuvvetlendirelim. Âşıklara yaraşır
şarap ve mezeler hazırlayalım. İçki acı olsa da tatlı meze vardır. Tatlı mezeyi
sofraya koyalım, şarabı elimize alalım” (Nizâmî, Heft Peyker 1363: 165).
4.1.1.6. Kohenî//Eskilik, Yıllanmışlık
Mey ne kadar çok bekletilirse ona rağbet fazlalaşır. Acılığı ve keskinliği
içenleri daha çok sarhoş yaptığı için, yıllanmış/kohenî şarap
tercih edilir:
“Senden kohenî nebîd istedim, onunla sohbeti süslemek istedim” (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: VII/377).
“Kırmızı ve sarı renkli şaraptan, yıllanmış şarap daha iyidir. Şimdi yıllanmış
şarap, yeni şaraptan daha hoştur” (Esedî-yi Tûsî, Gerşâsbnâme
1354:442).
Yıllanmış şarap için “sâl-horde” tabiri de kullanılmıştır. Seçkin insanlara
altın veya billur kadehler içinde yıllanmış/sâl-horde şarablar
sunulduğu mesnevilerde yer almıştır:
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
118
“Sarı ve Gülnar renkli şara ile üç batman sâl-horde şarap içti” (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: VII/400).
4.1.1.7. Tondî ve Tîzî//Sertliği ve Acılığı
Hoş, güzel şarap, sert ve acı olmalıdır. Onun daha çok sarhoş edici
bir özelliği vardır. Sertliği ve acılığı su dökülerek azaltılabilir.
Nevrûznâme’ de “Eğer ihtiyaç duyulursa sıcakkanlı insanlar, bu şarabı
içmek için onu gül suyu ve su ile karıştırırlar. Ta ki ziyan olmasın” diye
yazılmıştır (Hayyâm trs: 73).
“Niçin kadehe su ekliyorsun; yıllanmış nebîddin sertliğini kırıyorsun”
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: VI/266).
“Peşûten şarap içene şöyle dedi: su katılmamış şarap câmını getir” (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: VI/266).
Şaraba su katılmadığı sürece o şarap sertliğini ve acılığını muhafaza
eder. Böyle şaraba yani su katılmamış şaraba “nâb” yani “saf” sıfatı
verilir, onun değeri daha çok olur, kıymeti artar:
“İmparatorun câmında nâb şarap bazen doluyor, bazen boşalıyor”
(Nizâmî, Şerefnâme 1363: 155).
4.1.1.8. Hâmî//Doğal Haldelik
Meyin üçte biri geride yani aşağıda kalsın diye onu fazlaca kaynatırlar.
Böyle kaynatılan meyin verdiği sarhoşluk derecesi de azdır.
Ham şarap yani işlenmemiş mey, kaynamış meye oranla daha fazla
rağbet görür, kıymeti artar:
“Câm getiriniz diye büyüklere emir verdi. Kaynamış meyin yerine
hâm/saf mey getiriniz diye buyurdu” (Firdevsî, Şâhnâme 1375: VI/265).
“Hâm şaraptan gönül alevlenirse sakî, dolunay gibi haşmetli görünür”
(Nizâmî, Heft Peyker 1363: 176).
“Bazen hâm şarap içerdi, bazen gözyaşını şarap yapar, kadehe dökerdi”
(Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn 1363: 167).
Meyin doğal halindeki saf durumu belirtmek için “hûn-ı hâm” yani
saf kan ifadesi kullanılır.
“Eğer mey kadehinden alevler yükselirse, bizim işimiz hûn-ı hâm gibi olgunlaşır"
(Nizâmî, Şerefnâme 1363: 298).
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
119
Mesnevilerde şarabın “husrevî”, “husrevânî” ve “şâhvâr” gibi sı-
fatlarla da tavsif edildiği görülmüştür (Firdevsî, Şâhnâme 1375:
V/10;VI/ 327).
“Üç câm husrevânî şarap içti, düşünceye daldı, baş uykuya yöneldi”
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: V/260).
“Hüsrev’i seven tüm kahramanların ellerinde hüsrevânî bade var“ (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: V/10).
4.1.2. Zurûf-ı Mey//Şarap Kapları
Şarap, kap denilen araçla içilir. Şarap içmek için çok çeşitli kaplar
vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: Ratl, kadeh, sâgar, sürâhî, hum,
kâs, kâse. Bu kaplar genellikle altın, gümüş, bakır ve seramikten yapılmıştır.
Kurutulmuş bal kabağından, öküz veya boğa boynuzundan
yapılan şarap içme kapları da vardır. Bu kaplardan yararlanma ve
kapların seçiminde farklı tercihler yapılmıştır.
Sasanîlere kadar İranlıların, derinliği az olan bakır kaplarla şarap
içme adetleri varmış. Daha zarif kaplarla içme geleneğini sürdürenler
de bilinmektedir. Câm, şarabın rengini daha iyi gösterir. Düz, yassı
bir hale sokulmuş musattah bir camda şarap gül renginde görülür.
Derin camlarda şarabın rengi koyu kırmızı olur. Öküz boynuzundan
yapılan şarap kaplarının iki özelliği varmış. Birincisi, el işçiliğiyle
ondan zarif kadehler yapılırmış. Onun inceliği ve zerafeti daha çok
olurmuş. İkincisi de dayanıklılık gücünün olması. Boynuzdan yapı-
lan kapla şarap içenler, onu yere düşürdüklerinde kırılmazmış. Fakat
cam, yere düştüğünde kırılmalar olabilirmiş. Dolayısıyla cam bardakla
şarap içenler onun kırılma özelliğinden dolayı bir kerede başlarına
dikip içme zorunluluğu varmış (Pertovî 1369: 1070)
Şahların bezminde bulunan kaplar, çok göz alıcıdır. Bu göz alıcı
şarap kapları altın ve gümüşten yapılmıştır. Sasanîler döneminde
bunlara rağbet oldukça çokmuş. Bu kaplar çeşitli desen ve nakışlarla
süslenirmiş. Şah tasvirleri, av yeri tasvirleri, bezm tasvirleri kadehin
içine ve dışına nakşedilirmiş (Rızâ. 1356: 9) Hâfız’ın aşağıdaki ifadeleri
bu durumu yansıtır.
“Sakî, renk renk şarabı piyâleye döktü. Kedûda/Kadehte güzelce görülen
nakışlara, desenlere bir bak!” (Hâfız Şîrâzî 1368: 111).
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
120
“Kadehteki bütün bu resimler, süslü nakışlar; sakînin yanak parıltısının
câma yansımasından ortaya çıktı” (Hâfız Şîrâzî 1368: 151).
Gerşâsbnâme’de büyük bir kadehten söz edilmiştir. Gerşâsb onu
kendi eliyle yapmış, onun bir tarafı bezmdeki Cemşîd tasvirleri, diğer
tarafı kahramanların resimleri ve kendi savaşlarının tasvirleriyle süslemiş:

“Gerşâsb, on görkemli câm yaptı. Onda çeşit çeşit cevherler bulunuyordu.
O câmın bir yüzünde Şâh Cemşîd’in bezmdeki taç ve sarayı, diğer yü-
zünde ejderhalarla nasıl savaştığını ‘gösteren’ kendi resmi resmedilmişti.
Bezm kurduğu her vakit de on batmanlık câmı isterdi” (Esedî-yi Tûsî,
Gerşâsbnâme 1354: 322).
Mesnevilerde şarap içmek için kullanılan şarap kapları şunlardır:
4.1.2.1 Câm
Şarap içmek için kullanılan kapların en tanınmışı camdır. Bütün
mesnevilerde ondan çok bahsedilmiştir. Cinsi, rengi, ölçüleri, neden
yapıldığı sıkça yer almıştır. Câm, şarap içilen bir kap olarak çok çeşitlidir.
Bu çeşitler şunlardır: “câm-ı zerrîn, câm-ı sîmin, câm-ı yakut,
câm-ı pîrûze, câm-ı billûr, câm-ı sıfâlîn”
“Elinde nergis gibi câm-ı zerrîn var. Yürüyen şimşir gibi yerinden kalktı”
(Gorgânî, Vîs ü Râmîn 1371: 190).
“Siz kındaki kılıçları çıkarıp kırmızı şarap câm-ı sîmîni getirdiniz” (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: V/383).
“Şimdi elde câm-ı billûr var. Gönlünün muradınca sürekli mutlu ve
sarhoş ‘ol’” (Gorgânî, Vîs ü Râmîn 1371: 308).
“Câm-ı sifâlîn, onun can şarabıdır. O seramik câmın yeri toprak kokusu
reyhandır” (Nizâmî, Şerefnâme 1363: 57).
“Bir câm-ı yakût, saf miskle, bir başka câm-ı pîrûze de gül suyu ile dolu”
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: II/125).
“Yedi hafta işler yolunda gidince de mey, câm-ı yakut ve mey içenleri istedi”
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: IX/123).
Bal kabağından/kedûdan yapılan şarap kapları, daha çok aşağı
seviye tabaka gruplarının kullandıkları kaplardır:
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
121
“Yaşlı kadın, Rüstem’e ‘Eğer sen, şarap arzu ediyorsan, şarap var. Hem
de eski kedûda var” (Firdevsî, Şâhnâme 1375: IX/126).
Kaplar, parlaklık yönünden de ele alınmıştır. Parlaklıkları ya kehribar/kehrubâ
ya da sarıdır:
“O parlak câmı/kabı eline aldı. Önce Kâvus’ un adını andı” (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: II/161).
“Gökyüzünde Merih yıldızı nasıl parlıyorsa yeşil renkli câmın içinde de
kırmızı şarap ‘öyle’ parlıyordu” (Ayyûkî, Varka vü Gülşâh 1343: 10).
“Gel ey sakî! Şarabı, kehribar renkli seramik kaba dök” (Nizâmî, Şerefnâme
1363: 483).
“Tehemten sarı renkli câmdaki kırmızı Bâbil şarabını misafirlere doğru
(tutarak) içti” (Firdevsî, Şâhnâme 1375: II/161).
Kapların ölçüleri birbirinden farklıdır. Bazı kaplar bir gemi veya
bir kayık ölçüsündedir. Bu kaplar, diğer kaplardan daha büyüktürler.
Şekil itibariyle de gemiye benzerler. Şairler “şarap gemisi” veya “şarap
sandalı” ifadesiyle bir taraftan içinde şarap olan bir kabı gemiye
ya da sandala benzetirken, diğer taraftan kabın/câmın bir türünü de
söylemiş olurlar:
“Şarap câmlarına kâfur kokulu şarap dökelim. Bu ‘sıkıntı’ deryasından
sandala benzeyen! şarab câmlarıyla’ kaçalım” (Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn
1363: 354).
“Behrâm, bir gün cennete benzeyen bahçesinden gemi şeklindeki şarap
kabıyla yola koyuldu” (Nizâmî, Heft Peyker 1363: 464).
“Şarap câmlarına kâfur kokulu şarap dökelim. Bu ‘sıkıntı’ deryasından
sandala benzeyen! şarab câmlarıyla’ kaçalım” (Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn
1363: 354).
“Behrâm, bir gün cennete benzeyen bahçesinden gemi şeklindeki şarap
kabıyla yola koyuldu” (Nizâmî, Heft Peyker 1363: 464).
Klasik Fars şiirinde de gemi veya sandala benzeyen ve içinde şarap
bulunan kaplar, sık sık kullanılmıştır.
“Gemi şeklindeki şarap câmını getir. Çünkü sevgilinin yüzü olmaksızın
her göz köşesinde gönül gamından bir derya oluştu” (Hâfız Şîrâzî 1368:
369).
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
122
“Şah, sandala benzeyen şarap kabını zaman zaman alır, gül ‘mevsiminde’
bezme ve meclise gider” (Unsurî 1363: 71).
Şarap câmlarının üzerinde az da olsa şahların isimlerinin yazıldığı
da olmuştur. Bu yazım biçimi daha çok kahramanlık serüvenlerinde
karşımıza çıkarlar. İstenmeyen kahramanının adını şarap câmında
yazılı olduğunu gören kişi, rahatsız olur ve elinde içmek için tuttuğu
şarap câmını yere atar. Behrâm’ı istemeyen kişi eline aldığı şarap
câmında onun ismini görünce, huzursuz olur ve kabı yere atar:
“Bezmde bir şarap câmı vardı. O câmda Behrâm’ın adı yazılmıştı. Hü-
kümdar emir verdi, câmı yere çaldılar, herkes onu gönlünden uzaklaştırdı”
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: IX/195).
Şâhnâme’de Keyhüsrev’e ait özel bir şarap câmından bahsedilmiş-
tir. Keyhüsrev, cihanın sırlarını bu şarap câmına/kadehine bakarak
gördüğü yazılıdır. Firdevsî “Keyhüsrev’in Dünyayı Gösteren Şarab
Câmında Bîjen’i Görmesi” başlığı altında bu câmdan ilk kez söz eder.
Şâhnâme’ye göre İran’ın tanınmış kahramanlarından Bîjen, Efrâsiyâb
tarafından yakalanıp bir kuyuya atılır. Keyhüsrev bu şarab câmı-
na/kabına bakarak Bijen’in sağ olduğunu ve bir kuyuda baş aşağı
tutulduğunu, oğul hasretiyle yanan Gîv’e haber verir. Gîv de Rüstem’e
bir mektup yazarak oğlunun kurtarılmasını ister. Rüstem de
gider, Bîjen’i kuyu zindanından kurtarır (Firdevsî, Şâhnâme 1375:
V/42).
Keyhüsrev’in bu şarap kabına “câm-ı gîtî-numây” yani dünyayı
gösteren şarab câmı/kabı denilmiştir. Konuyla ilgili Şâhnâme’de şu
bilgiler yer almıştır. “Kutlu nevrûz gelince, Keyhüsrev’in şarab câmına da
ihtiyaç duyuldu. Kaybolan Bîjen’in hasretiyle beli iki büklüm olan kahraman
Gîv, üzüntülü bir şekilde Keyhüsrev’in sarayına gider. Keyhüsrev, Gîv’i hiç
böyle görmemişti. Şâh, Rûm kumaşından yapılan bir elbise giyer, Tanrıya
şükreder, yalvarır ve o parlak şarap camının üzerine dualar okur. Sonra
kalkıp sarayına giderek başına Keyâniyân tacını takar” (Firdevsî, Şâhnâme
1375: V/42-43). Keyhüsrev tacını takıp tahtına oturur ve “câm-ı gîtî-
numây”ı eline alır. Olay, Şâhnâme’de şöyle anlatır:
“Keyhüsrev, eline bir şarap câmı aldı. O kabın/câmın içinde yedi ülkeyi
gördü. Yüce feleğin bütün zaman ve işaretlerini, bütün her şeyin nasıl ve
niçin ‘olduğunu’ gördü. ‘Deniz dibindeki’ balıktan hamel burcuna kadar bir
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
123
baştan bir başa her şey o şarap câmının içinde görünüyordu. Keyvân,
Behrâm, Nahîd, Güneş ve Aslan ‘burcu’. Ayın altındaki ‘parlaklık’, üstündeki
karalık, o şarap câmının/kabının içindeydi. Büyüden anlayan cihan
padişahı gelecekte olacak tüm olayları bu parlak câmda gördü” (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: V/43).
Klasik Fars Edebiyatında bu câm/kab: “câm-ı cihânnumâ, câm-ı
cihânbîn, câm-ı Keyhüsrev” ve özellikle de “câm-ı Cem” olarak geçer.
Bu tabirler, irfani veya gayr-i irfanî olarak ele alınmış ve işlenmiştir
(Mu’in 1368: I/345; Christensen 1377: 457).
İskendernâme’de bu şarap câmından bahsedilmiştir. İskender, Serîr
kalesine gider, orada Keyhüsrev’in tahtına oturur ve onun cihânı gösteren
parlak şarab câmından şarap içer ve şarap câmını tahtının üzerine
bırakır, atar. Nizâmî de Keyhüsrev’in şarap kabı/câmı fîruze
renklidir (Nizâmî, Şerefnâme 1363: 329).
Keyhüsrev’in kadehinde var olan yazılar ve çizgiler mesnevilerde
“hatt-ı câm”, “hatt-ı sâgar” terkibiyle karşımıza çıkar ve “müselsel”
denilen bir yazı stili buradan doğarak edebiyatta kullanılır:
“Meyhane piri bir muamma okuyordu. Dün gece sonunda ne olacak diye
‘şarap’ câmının üzerinde yazılıydı” (Hâfız Şîrâzî 1368: 307).
“İki âlemin sırrını sâgardaki yazıdan okuyan her kimse, Câm-ı Cem’in
rumuzlarını bu yoldaki nakışlardan anladı” (Hâfız Şîrazî 1368:119).
Nizâmî, İkbâlnâme’de Keyhüsrev’in şarap kabına göndermede bulunur
ve onu “câm-ı gîtî-numâ” olarak görür:
“Bu câm-ı gîtî-numâya/dünyayı gösteren şarab câmına bak, Allah’ın
dünyada ‘yapacaklarının’ ne olduğunu öğrenmek istiyorsan, bak da gör!”
(Nizâmî, İkbâlnâme 1363: 283).
Câmın dışında mesnevilerde şarab içilen kablara verilen başka
isimler ile bu kapların birçok çeşidi de yer almıştır. Bunlar şunlardır:
4.1.2.2. Eyâğ
Şarap kabı, şaraba kadehi (Muhammed Pâdşeh trs: I/512). Eyâğ,
mesnevilerde şarap içilen bir kap olarak geçer. Gerşâsbnâme’de billurdan
yapıldığı ve onunla sarı renkli şarap içildiği görülmektedir:
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
124
“Billur eyâğ içindeki sarı şarap, temiz suda yansıyan ışık gibiydi”
(Esedî-yi Tûsî, Gerşâsbnâme 1354: 425).
4.1.2.3. Bâluğ
Gergedan veya inek/boğa boynuzlarından yapılan şarap kadehi
(Hasan Enverî, Ferheng-i Bozorg-i Sohen 1386: I/806) Bâluğ,
Anendrâc’da “bâliğ” olarak yazılmıştır. (Muhammed Pâdşeh trs. :
I/586). Gerşasbnâme’de Hüsrev’i seven seçkin insanların düzenlenen
bezmde ellerinde kadeh olarak tuttukları şarap içilen kabın adı
“bâluğ” ismiyle anılır:
“Hüsrev’i seven çok sayıdaki büyüklerin ellerinde bâluğ ve tekûk vardı”
(Esedî-yi Tûsî, Gerşâsbnâme 1354: 425).
4.1.2.4. Bulbul
Şarap kadehi (Muîn, Ferheng-i Fârsî 1360: I/565) Şâhnâme’de
Zuvâre’ nin içmek için eline verilen kadehin ismi “Bulbul”dur (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: II/161).
“Zuvâre, bulbulu eline alınca, hemen Keykâvus’u andı, yadetti” (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: II/161).
4.1.2.5. Bulbule
İçine şarap dökmek için bakırdan imal edilmiş boru testi (Hasan
Enverî, Ferheng-i Bozorg-i Sohen 1386: I/1010) bu kelime “bülbül” kelimesiyle
aynı beyit içinde kullanılarak, çeşitli kelime oyunları yapılır:
“Bülbül, toplulukta bülbüle olmuş, keklik gibi ağzında kahkalar parçalı-
yor” (Nizâmî, Şerefnâme 1363: 302).
“O iki sarhoş bülbülün sesinden bütün bülbüle kırıldı”( Nizâmî, Leylâ
vü Mecnûn 1363: 95).
4.1.2.6. Bulbulî
Şarap kadehi (Muîn, Ferheng-i Fârsî- 1360:566) “Ellerinde ne de çok
şarap dolu bulbuli vardı. Sen ovanın baştanbaşa gelinciklerle dolduğunu
sanırdın” (Gorgânî, Vîs ü Râmîn 1371: 242) denilerek bu şarap kadehinin
adına yer vermiştir.
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
125
“Ey sakî! Bulbulî’nin tamamını Bâbil meyinde doldur” (Firdevsî,
Şâhnâme 1375: II/161).
4.1.2.7. Pîl-pâ
Şarap içmede kullanılan büyük bir kap (Muîn, Ferheng-i Fârsî
1360:I/956) Bu kelimeyle de fil kelimesi birlikte kullanılarak, çeşitli
söz oyunları yapılmıştır.
“Pîlpâdan şarap içince, fil şeklindeki gürzümle filleri izledim” (Nizâmî,
Şerefnâme 1363: 112).
4.1.2.8. Tekûk
Topraktan veya bakırdan yapılan üzerinde çeşitli, özellikle de
hayvan resimleri bulunan, şarap içmek için kullanılan bir kap (Ferheng-i
Bozorg-i Sohen 1386: III/1860). Gerşâsbnâme’de bu şarap içilen
kabın hem adı hem de neden yapıldığı zikredilmiştir.
“Hüsrev’i seven binlerce büyüklerin ellerinde inek boynuzundan yapılmış
‘baluğ’ ve billûrdan imal edilmiş ‘tekûk’ vardı” (Esedî-yi Tûsî,
Gerşâsbnâme 1354: 425).
4.1.2.9. Hom/Honb
Ağzı kapalı, gövdesi silindir şeklinde büyük kiremit kap (Hasan
Enverî, Ferheng-i Bozorg-i Sohen 1386: IV/2823) Şarabın içine döküldü-
ğü, bulundurulduğu, saklanıldığı bir kabın adıdır ki küp olarak da
bilinir. Mesnevilerde oldukça çok geçer:
“Kale kapısı keder kapısıyla kapatılmış hom’un ağzı da tövbe ile kırılmış”
(Esedî-yi Tûsî, Gorgânî, Vîs ü Râmin 1371: 192).
“Ey sakî! Yaşlı köylülerin honb’unda ‘bulunan’ süt ve bal gibi olan şarabı
kadehin içine dök” (Nizâmî, Şerefnâme 1363: 75).
4.1.2.10. Çemâne
Şarap kadehi (Muîn, Ferheng-i Fârsî-i 1360: I/1312).
“Onun gözleri nar tanesi yaşlar yağdırıyor. Sanki çemâne’den şarap dö-
külüyor” (Gorgânî, Vîs ü Râmîn 1371: 185).
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
126
4.1.2.11. Ratl
Bir ağırlık ölçeği olan ratl, hem şarap kadehi, hem de mecazen şarap
anlamında kullanılmıştır (Hasan Enverî, Ferheng-i Bozorg-i Sohen
1386: IV/3639) .
“Birbiri ardına parlak ratl’lar sunarak, hükümdarı uyutuyordu”
(Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn 1363: 281).
“Sarhoş gönül, şaraba karşı hırslı olur. Bundan dolayı oldukça fazla ratl,
pek çok sâğar tekrar tekrar içer” (Gorgânî, Vîs ü Râmîn: 287).
4.1.2.12. Sâgar
Şarap içilen bir kabın adıdır (Hasn Enverî, Ferheng-i Bozorg-i Sohen
1386: V/3984) Mesnevilerde yaygın kullanılır.
“Padişâh, iki-üç sâğar şarap içince, yüzü gül gibi kızardı” (Nizâmî,
Heft Peyker 1363: 115).
“Gönül çelen Vîs, bu sözleri işitince, dostun anısına sâğar’ı dolduruyordu”
Gorganî, Vîs ü Râmîn 1371: 190).
4.1.2.13. Surâhi
Genellikle dar ve kıvrımlı, kulplu ve şişeden yapılmış bir testidir
(Hasan Enverî, Ferheng-i Bozorg-i Sohen 1386: V/4721).
“Şahın bezminde surâhî’den ‘şarap’ dök diye söylenemez, kavga da yapı-
lamaz” (Nizâmî, İkbâlnâme 1363: 249).
“Surâhî’yi şarapla doldurtuyor, şarapla cihana hayat veriyordu”
(Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn 1363: 44).
“Kırmızı surâhî’ler, sakînin elinden gülerek: ‘Yaşasın bu hayat’ dedi”
(Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn 1363: 128).
Sürâhînin şişeden yapılmış olması, ona istenilen şeklin verilmesine
neden olur. Bundan dolayı mesnevilerde çeşitli şekillerde yapılmış
sürahiler karşımıza bolca çıkar. Hüsrev ü Şîrîn mesnevisinde horoz
şeklinde bir sürahi görürüz. Horoz şeklinde algılanan sürâhî ile horoz
arasında bir bağlantı kurulmuş, onun ötüşü ve bağırmasıyla horozdan
yapılmış sürâhî bağrışması birbiriyle ilintilendirilmiştir.
“Surâhî bir horoz gibi yapılmış. Fakat vaktinde öten bir horoz” (Nizâmî,
Hüsrev ü Şîrîn, 1363: 97).
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
127
“Horoz şeklindeki surâhî, horoz ‘gibi’ çoşuverdi/ötüverdi, şarabın çoşkusuyla:
‘afiyet olsun’ dedi” (Nizâmî, Şerefnâme 1363: 256).
4.1.2.14. Tâs
Piyâle, kadeh (Hasan Enverî, Ferheng-i Bozorg-i Sohen 1386:
V/4839). Bir içecek kabı olan tâs, işlevsel olarak kullanılmış ve şarap
içiminde kullanılan bir alet olarak sadece isim olarak mesnevilerde
yer almıştır (Nizâmî Şerefnâme 1363: 256).
“O, bir şarap tâs’ını eline aldı, güzel bir şekilde Tanrıyı andı”
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: II/98).
4.1.2.15. Kadeh
Şarap içmede kullanılan bir başka kab da kadehtir. Şarap içiminde
kullanılan küçük kadehtir (Hasan Enverî, Ferheng-i Bozorg-i Sohen
1386: VI/5492). Kadeh, iki ratl veya beş ratl arasında bir ölçeğe sahip
olması, onun özelliklerinden biriymiş (İhsân 1383:139). Mesnevilerde
bir özellik arz etmeden sadece şarap içiminde kullanılan bir kap olarak
geçer (Firdevsî, Şâhnâme 1375: V/10; Nizâmî, Şerefnâme 1363: 155).
“Mey, kadeh’in içinde Yemen akiki gibi ‘parlıyor’, önlerinde lale ve nesteren”
(Firdevsî, Şâhnâme 1375: V/10).
4.1.2.16. Kınîne
Şarap kabı (Hasan Enverî, Ferheng-i Bozorg-i Sohen 1386: VI/5597).
Mesnevilerde sadece işlevsel olarak adı geçer, şarap içilen bir kabın
ismi olarak zikredilir:
“Kırmızı renkli şaraptan kınîne ağladı, nây/ney inledi, câm güldü”
(Esedî-yi Tûsî, Gerşâsbnâme 1371: 332).
4.1.2.17. Kâs
Şarap kadehi, kâse (Hasan Enverî, Ferheng-i Bozorg-i Sohen 1386:
VI/5685). Kâs, diğer şarap içiminde kullanılan kablardan biri olarak
mesnevilerde bu isimle anılmıştır. (Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn, 1363: 414):
“Böylece, geceden bir kısım geçinceye kadar, durmadan neşeyle bir
kâs’tan şarap içti” (Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn 1363: 388).
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
128
4.1.2.18. Kâlih
Kabaktan yapılmış ve şarap içmede kullanılan bir kap çeşidinin
adıdır (Ferheng-i Bozorg-i Sohen 1386: VI/5893).
“Onu gördü, kendi tahtına oturdu. Biri, huzura boynuzdan ve kabaktan
yapılmış bâluğ ve kâbihi ‘sundu’” (Esedî-yi Tûsî, Gerşâsbnâme 1354: 421).
4.1.2.19. Nısfî
Orta ölçekli şarap kadehi (Ferheng-i Bozorg-i Sohen 1386: VIII/7844).
Sadece isim olarak yer alır (Nizâmî, Şerefnâme 1363: 340).
KAYNAKÇA
Afîfî, Rahîm, Esâtîr ve Ferheng-i İrân der-Noviştehâ-yi Pehlevî, Tahran 1374
hş.
Attâr, Ferîduddîn, Dîvân-ı Attâr, (nşr. Takî Tefezzulî), Tahran 1374 hş.
Avfî, Muhammed, Cevâmi’ul Hikâyât, (nşr. Cafer Şiâr), Tahran 1374 hş.
Ayyûkî, Varka ve Gulşâh (nşr. Zebihullâh Safâ), Tahran 1343 hş.
Bahâr, Melikuşşuarâ, “Fehleviyât yâ Terânehâ-yı Millî”, Bahâr ve Edeb-i
Fârsî (nşr. Muhammed Gulbîn), Tahran 1351 hş.
Belamî, Ebu’l Fazl, Târîhnâme-i Teberî, (nşr. Muhammed Ruşen), Tahran
1363 hş.
Berûmend, Saîd Cevâd, Cur’afeşânî, Tahran 1385 hş.
Beyhakî, Ebu’l Fazl Muhammed b. Hüseyin, Târîh-i Beyhakî, (nşr. Kâsım
Ganî), Tahran 1362 hş.
Câhız, Ömer b. Bahr, Âyîn-i Kişverdârî der-İrân ve İslâm, (trc. Habibullah
Nevbaht), Tahran 1386 hş.
Christensen, Arthur, “Câm-ı Sihrâmîz” Nomûnehâ-yı Nohistîn-İnsân ve
Nohistîn-Şehryâr der-Târîh-i Efsânehâ-yi İrâniyân, (trc. Jâle AmûzgârAhmed
Tefezzulî), Tahran 1377 hş.
Christensen, Arthur, İrân der- Zemân-i Sâsâniyân, (trc. Reşîd Yasemî),
Tahran 1370 hş.
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
129
Damgânî, Menuçehrî, Dîvân-ı Menûçehrî Damgânî, (nşr. Muhammed
Debîrsiyakî), Tahran 1384 hş.
Dayf, Şevkî, Târîhul Edebi’l-Arabi/Asru’l-İslâm, Kahire trs.
Dıraht-i Âsûrîk, (trc. Mâhyâr Nevvâbî), Tahran 1363 hş.
Dihhodâ, Alî Ekber, Lugatnâme, Tahran 1372 hş., I-L.
Dihlevî, Emîr Husrev, Dîvân-ı Emîr Husrev Dihlevî, (nşr. İkbâl
Selâhuddîn), Tahran 1380 hş.
Enverî, Hasan, Ferheng-i Bozorg-i Sohen, Tahran 1386 hş.
Firdevsî, Ebul Kâsım, Şâhnâme, (nşr. Saîd Hamîdyân), Tahran 1375 hş.
Firdevsî, Ebul Kâsım, Şâhnâme-i Firdevsî, (nşr. Julius Mohl), 1388 hş.
Gencevî, Nizâmî, Heft Peyker, (nşr. Vahîd Destgerdî), Tahran 1363 hş.
Gencevî, Nizâmî, Hüsrev ü Şîrîn, (nşr. Vahîd Destgerdî), Tahran 1363 hş.
Gencevî, Nizâmî, İkbâlnâme, (nşr. Vahîd Destgerdî), Tahran 1363 hş.
Gencevî, Nizâmî, Kulliyât-ı Nizâmî-i Gencevî, (nşr. Pervîz Bâbâyî), Tahran
1388 hş.
Gencevî, Nizâmî, Leyla vü Mecnûn, (nşr. Vahîd Destgerdî), Tahran 1363
hş.
Gencevî, Nizâmî, Şerefnâme, (nşr. Vahîd Destgerdî), Tahran 1363 hş.
Gerdizî, Ebu Saîd Abdulhay, Târîh-i Gerdizî, (nşr. Abdulhay Habîbî),
Tahran 1363 hş.
Gorgânî, Fahruddîn Esad, Vîs ü Râmîn, (nşr. Muhammed Rûşen), Tahran
1371 hş.
Gurvî, Alî, “Sayd ve Âdâb-ı Ân der-Şâhnâme-i Firdevsî”, Huner ve
Merdum, s: 153-154, Tahran 1353 hş.
Hosrevî, Zehrâ, Şi’r-i Şikâr der-Edeb-i Arab, Tahran 1383 hş.
Hourani, Albert, Arap Halkları Tarihi (trc. Yavuz Alagun), İstanbul 2002.
İbn Batlân, Tercume-i Takvîmus Sıhhat, (nşr. Gulâmhüseyn Yûsufî),
Tahran 1382 hş.
İbn Belhî, Farsnâme, (nşr. Mensûr Restiğâr Fesâyî), Tahran 1374 hş.
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
130
İbn Cevzî, Abdurrahmân b. Alî, Kıssa ve Kıssagûyî Der İslâm (trc. Mehdî
Muhabbetî), Tahran 1386 hş.
İbn Haldûn, Abdurrahmân, Mukaddime-yi İbn Haldûn, (trc. Muhammed
Pervîn Gonâbâdî), Tahran 1345 hş.
İbn Kuteybe, Abdullah b. Müslim, Uyûnul Ahbâr, Kahire 1930.
İbn Nedîm, Muhammed b. İshâk, el-Fihrist, (nşr. Muhammed Rızâ
Teceddüd), Tahran 1381 hş.
İhsân, Muhammedİsfahânî, Ebul Ferec, el-Egânî, (nşr. Abdussettâr
Ahmed Ferrâc), Beyrut 1965.
Kılıçlı, Mustafa, Sadrul İslâm ve Emeviler Döneminde Gınâ, Erzurum 1993.
Kirmânî, Hâcû, Dîvân-ı Eş’âr-ı Hâcû Kirmânî, (nşr. Ahmed Suheyl
Hansârî), Tahran 1369 hş.
Levend, Agah Sırrı, Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara 1988.
Lisân, Hüseyin “Şi’r ve Şarâb”, Yağmâ, s: 29, Tahran 1355 hş.
Mekkî, Muhammed Kâzım, Temeddun-i İslâmî der Asr-ı Abbâsiyân, (trc.
Muhammed Sipihrî), Tahran 1383 hş.
Mesûdî, Hüseyin b. Alî, Murûcu’z-Zeheb (trc. Ebûl Kâsım Pâyende),
Tahran 1370 hş.
Meşhûn, Hasan, Târîh-i Mûsîkî-yi İrân, Tahran 1373 hş.
Mevlânâ, Celâluddîn Rûmî, Mesnevî-yi Ma’nevî, (nşr. R. A. Nicholson),
Tahran trs.
Mez, Âdâm, Temeddun-i İslâmî der Karn-ı Çehârom-i Hicrî, (trc. Alî Rızâ
Vekâletî), , Tahran 1362 hş.
Mostevfî, Hamdullah, Târîh-i Gozîde, (nşr. Abdurrahmân Nevâî), Tahran
1364 hş.
Mucmelut Tevârîh, (nşr. Melikuşşuara Bahâr), Tahran 1318 hş.
Muîn, Muhammed, “Şomâre- i Heft ve Heft Peyker-i Nizâmî”, Mecmû’ai
Makâlât, Tahran 1368 hş.
Muîn, Muhammed, Ferheng-i Fârsî, Tahran 1360 hş., I-VI.
Nefîsî, Saîd, Târîh-i Temeddun-ı İrân-ı Bâstân, Tahran 1383 hş.
ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ 
131
Nizâmülmülk, Ebul Hasan, Siyerül Mulûk, (nşr. Cafer Şiâr), Tahran 1364
hş.
Oşîderî, Cihângîr, Dânişnâme-i Mezdiyesnâ, Tahran 1371 hş.
Pâdşeh, Muhammed, Ferheng-i Câmi’-i Fârsî/Anendrâc, (nşr. Muhammed
Debîrsiyakî), Tahran 1363 hş.
Râvendî, Mortezâ, Târîh-i İctimâ’î-yi İrân, Tahran 1357 hş.
Râvendî, Muhammed b. Alî, Rahâtu’s-Sudûr ve Âyetu’s-Surûr, (nşr.
Muhammed İkbâl) Tahran 1364 hş.
Rengçî, Gulâmhüseyn, Gul ve Giyâh der Edebiyyât-ı Manzûm-i Fârsî,
Tahran 1372 hş.
Rızâ, İnâyetullah, “Berresî-yi Câmiaşinâsî-yi İrân Pîş ez İslâm”, s: 19,
Abân 1356, 1356 hş.
Rûdekî, Dîvân-ı Rûdekî, (nşr. Cafer Şiâr), Tahran 1378 hş.
Sâbî, Hilâl b. Muhsin, Rusûmu Dâru’l-Hilâfe, (trc. Muhammed Rızâ
Kedkenî), Tahran 1346 hş.
Se’âlibî, Abdulmelik b. Muhammed, Yetîmetü’d-Dehr, (nşr. M. Muhyiddîn
Abdulhamîd), Kahire 1956.
Seâlibî, Abdulmelik b. Muhammed, Târîh-i Se’âlibî/Ahbâr-i Mulûk-i Furs,
(trc. Muhammed Fezâ’ilî), Tahran 1368 hş.
Selmân, Mesûd-i Sa’d, Dîvân-ı Mes’ûd-i Sa’d, (nşr. Pervîz Bâbâyî), Tahran
1374 hş.
Semerkandî, Nizâmî Arûzî, Çehâr Makâle, (nşr. Muhammed Kazvînî),
Tahran 1369 hş.
Sistânî, Ferruhî, Dîvân-ı Hekîm Ferruhî, (nşr. Muhammed Debîrsiyâkî),
Tahran 1371 hş.
Sitâyişger, Mehdî, Vâjenâme-yi Musîkî-yi İrân, Tahran 1374 hş.
Şemîsâ, Sîrûs, Ferheng-i İşârât-ı Edebiyyât-ı Fârsî, Tahran 1377 hş.
Şîrâzî, Hâfız, Dîvân-ı Hâfız, (nşr. M. Kazvînî-K. Ganî), Tahran 1368 hş.
Şirvânî, Hâkânî , Dîvân-ı Hâkânî-yi Şirvânî (nşr. Ziyâuddîn
Seccâdî),Tahran 1374 hş.
 YRD. DOÇ. DR. SADIK ARMUTLU
132
Tûsî, Esedî, Goştâsbnâme, (nşr. Habîb Yağmâyî), Tahran 1354 hş.
Unsurul Me’alî, Keykâvus b. İskender, Kâbûsnâme, (nşr. Gulâmhüseyin
Yûsufî), Tahran 1375 hş.
Vezinpûr, Nâdir, Nâsır Husrev, Tahran 1362 hş.
Yakût Hamevî , Mu’cemu’l Buldân, Beyrut, trs.
Yıldırım, Nimet, Fars Mitolojisi, İstanbul 2008.
Yıldırım, Nimet, İran Edebiyatı, İstanbul 2012.
Zeydân, Corcî, Târih-i Temeddun-ı İslâm, (trc. Alî Cevâhir kelâm), Tahran
1382 hş.

Konular