Divan Şiirinde Türkçe Kaygısı 1

bilig Ê Yaz 2010 Ê Sayı 54: 255-267
© Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığı
Özet: Köprülüzâde Mehmed Fuâd (1890-1966), 16. yüzyıl şairlerinden
Edirneli Naẓmī divanında “Türkī-yi basīṭ” deyimi kullanılarak nitelenmiş
şiirleri bir araya getirip Dīvān-ı Türkī-yi Basīṭ başlığı altında geniş bir önsözle
yayımlamıştı (1928). Bu yayım, günümüze değin süregelen büyük
yanılgılara yol açtı. Hemen herkes, 16. yüzyılda ciddî bir Türkçecilik akımı
başlamış olduğuna inandı ve Naẓmī’nin gerçekten bu başlık altında bir divan
düzenlediğini sandı. Oysa aslında Naẓmī, bu şiirleri sadece hüner göstermek
için, yani sadece bir oyun olarak “Türkī-yi basīṭ” ile yazmıştı. Yazdığı
binlerce başka şiirde ise, yabancı kelime kullanmamak veya az yabancı
kelime kullanmak gibi bir kaygısı kesinlikle yoktu; ama o şiirlerinde de
çeşit çeşit başka tuhaf hünerler göstermişti. Köprülü, bunu pek iyi bildiği
halde, dönemin milliyetçilik akımına ayak uydurabilmek için Naẓmī’nin
“Türkī-yi basīṭ” ile gazeller söylemiş olmasının önemini aşırı derecede
abartmaktan kendini alamamıştı. Makalede bu tutum ve bu tutumun yol
açtığı yanılgılar ele alınmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Divan şiiri, Edirneli Nazmi, Türki-yi basit,
Köprülüzâde Mehmed Fuâd.
Giriş
Yirminci yüzyılın ilk yarısında Türkiye’nin yetiştirdiği önemli bilim adamlarından Fuat
Köprülü, gençlik yıllarında şiirler de yazmıştır. O zaman Köprülüzade diye anılan Mehmed
Fuad Bey, önceleri Abdülhak Hâmid ve Ahmed Hâşim’i taklit ediyordu. Servet-i Fünun
dergisinde yazmakta, Genç Kalemler’de başlatılan Türkçeleştirmeye ve Millî Edebiyat
akımına karşı çıkmaktaydı. Ancak sonradan Ziya Gökalp’in şiirlerine benzer şiirler
yazmaya başladı, “Millî Edebiyat Cereyanı” adı verilen harekete katıldı.
2
Beri yandan da
edebiyat tarihi araştırmalarını sürdürmekteydi, Millî Tetebbular Mecmuası’nı çıkarmaya
başladı. Mensup olduğu edebî akımın kendisine verdiği “millîci” / “milliyetçi” heyecanın
onun araştırmalarına da yansıdığını belirleyebilmekteyiz.
Köprülü, yirmili yıllardaki yazılarıyla: 1) Anadolu’daki yazılı Türk edebiyatının başlangıcını
daha geriye götürmek; 2) Dilde ve edebiyatta “millîlik” düşüncesinin eskiliğini kanıtlamak
istemiştir. Bu savların ikisi de büyük yaygınlık kazanmış, son zamanlara kadar geçerli
kalmıştır.

*
Bilkent Üniversitesi / ANKARA
stezcan@bilkent.edu.tr
bilig, Yaz / 2010, Sayı 54
256
Ne var ki Köprülü’nün birinci savı, yani 13. yy.da Anadolu’da Sultan Veled’den başka
aruzla Türkçe şiir yazmış olanlar bulunduğu iddiası doğrulanmamış, tersine onun 13. yy.
şairi olduğunu ileri sürdüğü bütün yazarların 14. yy. yazarı olduğu ortaya konmuştur.3
Ben burada Köprülüzade’nin ikinci tezini, yani dilde ve edebiyatta “millîlik” düşüncesinin
eskiliğini ele almak istedim.
Şimdi, Köprülü’nün dilde millîleşmek olarak algılamak istediği ve öyle tanıttığı Türkī-yi
basīṭ sorununu (Köprülü’ye göre: cereyanını) ele alalım. 15. yy.ın sonunda ve 16. yy.da
birkaç şairin – Köprülü’ye göre Arapça ve Farsça kelimelerin fazlaca kullanılmasına karşı
“tepki” olarak – sadece Türkçe kelimeler ya da çok sayıda Türkçe kelime kullanarak aruzla
şiir yazmasını Köprülü Türkī-yi basīṭ cereyanı olarak tanıtmıştır. Bu şairlerden ikisinin
sadece adı bilinir (Viṣālī, Ṣāfī). Bir başkasından, Maḥremī’den geriye kalan, sadece, ne
olduğu bile bilinmeyen Basīṭnāme adlı eserinin adı, Türkī-yi basīṭ ile yazılmamış beş gazeli
ve Şehnāme’sinden başka bir kaynağa aktarılmış yine Türkī-yi basīṭ ile yazılmamış olan
birkaç parçadır.4 Türkī-yi basīṭ ile bir tek beyti bilinmekte, bunun da mizah olarak yazılmış
olduğu daha ilk bakışta belli olmaktadır:5

Gördüm segirdür ol ala gözlü geyik gibi
Düşdüm saçı tuzaġına bön üveyik gibi6
Dördüncü şair Edirneli Naẓmī’dir. Köprülüzade 1928 yılında Millī Edebiyyāt Cereyānınıŋ
İlk Mübeşşirleri ve Dīvān-ı Türkī-yi Basīṭ başlıklı kitabında bu yazarın Türkī-yi basīṭ ile
yazılmış 286 şiirini geniş bir önsözle yayınlamıştı. Naẓmī’nin sayısı sekiz bine yakın şiirleri
arasından seçilerek derlenen bu şiirlere Köprülü’nün Dīvān-ı Türkī-yi Basīṭ diye bir de ad
koymuş olması, bugüne kadar süregelen yanılgılara yol açmıştır; kimi yazarlar, Naẓmī’nin
gerçekten bu başlık altında bir dīvān düzenlediğini sanmışlardır.
Köprülüzade, kitabının ithaf sayfasında yer alan: “Millī edebiyyāt cereyānınıŋ tārīḫi içün
küçük bir medḥal māhiyetinde olan bu es̱eri Żiyā Gök Alp’iŋ aẓīz ḫāṭırasına itḥāf
ėdiyorum” cümlesinde amacını açıklamış sayılır. “Milli Edebiyat Cereyanı”nın tarihini
gerilere götürmek. Ülkemizde olsun, dünyamızda olsun her şeyin tarihini gerilere
götürmek hevesi büyüktür.
Edirneli Naẓmī ile uğraşmış olan bir araştırmacı da Nihal Atsız’dır. Atsız, Köprülü’nün
yayınına dayanarak Edirneli Naẓmī’yi değerlendirmeye çalışmıştır. Dünya görüşü gereği
Köprülü’nün görüşlerini daha da abartarak “dilde milliyetperverlik”ten söz etmiş, Türkī-yi
basīṭ ile yazmış olmayı Türkçülük saymıştır.7

Günümüze değin birçok yayında, edebiyat tarihlerinde ve antolojilerde Köprülü’nün
Türkī-yi basīṭ üzerine düşünceleri kimi kez özetlenerek, kimi kez abartılarak, fakat
eleştirilmeksizin tekrar edilegelmiştir. Köprülü’nün yazdıklarını edebiyat tarihçileri gibi Türk
dilinin gelişim tarihini yazmak isteyenler de aktarmıştır.8
Ölçüsüz bir abartma örneğini
Şemsettin Kutlu verir: “Edirneli Nazmi. Hayatı: 16. yüzyılın öztürkçeyle yazan ünlü şairi...
Divan şiirinin ağır ve külfetli diline katılmadığı ve birçok şiirlerini çok sade bir dille kaleme
almış olduğu için, öteki klasik şairlerle Tezkere-i Şuarâ yazarları, Nazmi’yi
önemsememişler, hakkında bilgi vermeye gerek duymamışlardır. (...) Edirneli Nazmi,
Tezcan, Divan Şiirinde Türkçe Kaygısı
257
ilhamı geniş, hayalleri ince bir şair değildir. Esasen yeniçeri asıllı olduğu için şiirin bu
inceliklerine fazla zaman ayırması da güçtür. Fakat bilgi ve kültür yönünden oldukça
yüklüdür. En dikkat çekici yönü, divan şairlerinin aşırı Farsça-Arapça kelimeler,
tamlamalar ve mazmunlar kullanmasına onun karşı çıkışıdır. Tatavlalı Mahremî ile birlikte
“Türkî-i Basit” (Yalın Türkçe) diye bir çığır – belki bir kampanya– açmış olmaları ve aruz
ölçüsüyle, ancak katıksız Türkçeyle gazel ve benzeri divan şiirleri yazmalarıdır. Özetle şunu
söylemek gerekir ki, edebiyat ve sanat dilinin temiz ve duru olması yolunda, divan
edebiyatının ilk ve son aşamacıları bu iki arkadaştır. Nazmi’nin manzumeleri,
arkadaşınınkine oranla biraz daha başarılıdır. Ancak, yeterince güçlü bir kültüre ve sanat
yeteneğine sahip olamamaları ve kendilerinden sonra kimsenin, izlerinden yürümemiş
bulunması Edirneli Nazmi ile arkadaşının başlattığı bu çığırın başarıya ulaşmasını
engellemiştir. Eserleri: Edirneli Nazmi’nin sadece gazellerinin sayısı sekiz bine yaklaşıktır ve
bunların önemli bir bölümü duru, arı Türkçeyle kaleme alınmıştır.” (Kutlu 1983: 132).
Köprülü’nün Türkī-yi basīṭ’i bir akım olarak takdim etmesi öylesine inandırıcı olmuştur ki,
dilbilimciler bile bunu bilinçli bir tepki sayma eğilimi göstermişlerdir. İmer, ikideğişkelilik
(diglossia) üzerinde dururken şöyle yazmaktadır: “Türkçedeki bu ikideğişkeliliğin daha 16.
yüzyılda farkına varılmaya başlandığı ve buna tepki gösterildiği söylenebilir. Türkî-i Basit
adıyla anılan akımın temsilcileri, dilsel ikiliğe ödünçlemelerin neden olduğundan hareketle
Arapça ve Farsça sözcüklere ve dilbilgisi özelliklerine çok az yer vererek yine aruz ile şiir
yazmayı denemişlerdir. Bu akımın temsilcilerinden divan sahibi Edirneli Nazmi’den alınan
aşağıdaki örnek, aruzla ama çok az ödünçleme kullanarak da şiir yazılabileceğini ortaya
koymaktadır.” (İmer 1998: 42 vd.).
Sanıyorum Vasfi Mahir Kocatürk dışında Köprülü’nün Naẓmī’yi gereğinden fazla
büyültmüş olmasına karşı çıkan olmamıştır.9
En ciddî araştırmacılar bile bir Türkī-yi basīṭ
cereyanından, akımından ya da hareketinden söz etmekten çekinmemişlerdir. Bu arada
bilimsellikle hiçbir ilgisi olmayan “temiz Türkçe, sevimli Türkçe, düzgün Türkçe, Türkçe
sevgisi, Türk dilinin dehası, Türk dilinin tabii ahengi” gibi bir takım doldurma sözlere de
sık sık rastlanır.
Köprülü, Naẓmī’nin yazdıklarının toplamının 50.000 beyte yakın olduğunu, ʻarūż’un
hemen bütün kalıplarını kullandığını, bütün nazım türlerinde yazdığını, şiirlerinde İran
edebiyatından bilinen tüm söz ve anlam sanatlarına (oyunlarına) rastlandığını bildirir
(1928: 65, 67, 1965: 259 vd.). Björkmann, onun gazellerinin sayısının en az 7777
olduğunu yazar (Björkmann 1964: 438, 7777 sayısını nerede bulduğunu bildirmiyor.).
Bu kadar çok yazmış olmasına karşılık hemen hemen hiç kimsenin dikkatini çekmemiş bir
şairdir.
Verilen sayılara göre Naẓmī, şiirlerinin sadece % 3.5’ini Türkī-yi basīṭ ile söylemiştir. Onun
tutumu, ileri sürüldüğü gibi, bir “tepki”yi yansıtsaydı, ya da bir “akım” başlatma çabası söz
konusu olsaydı, tutarlı olarak şiirlerinin çoğunu ya da büyük bir kısmını Türkī-yi basīṭ ile
Türkçeyle söylemiş olması beklenirdi.
bilig, Yaz / 2010, Sayı 54
258
Naẓmī’nin Türkī-yi basīṭ ile değil, alışılmış Osmanlıca ile olan şiirlerinden yayınlanmış olan
galiba yoktur. Vasfi Mahir Kocatürk “basit olmayan Türkçeyle yazdıkları daha güzel” der
(Kocatürk 1970: 349).10
Bu durumdan çıkarılabilecek olan sonuç bence şudur: Naẓmī, şiirde tutunabilmek için
elinden gelen her şeyi yapmış, her yola başvurmuştur. Türkī-yi basīṭ ile şiir söylemek de
onun başvurduğu bu yollardan biridir. Bunu sadece dikkati çekmek, tuhaflık yaparak
şöhret kazanmak için yapmış olduğu çok açıktır. Onun için yalnız Türkçe kelimelerle, yani
“köylü dili” ile yazmak, yalnız noktalı harflerle ya da yalnız noktasız harflerle yazmak gibi
bir oyundan başka bir şey değildi.
Naẓmī her ne yapmışsa başarılı olmamış, kaba saba, inceliksiz, düşük zevkli bir yazar
olmaktan kurtulamamıştır. Naẓmī’nin Türkī-yi basīṭ şiirleri öylesine berbattır ki, insan
bunları okurken sanki bu yazarın Türkçe ile alay ettiği duygusuna kapılır. Oysa böyle bir
alay söz konusu değildir. Sözde şairin yeteneği ortaya daha güzel bir şey çıkarmasına
olanak vermemiştir.
Köprülü, elbette Naẓmī’nin bu sade Türkçe şiirleri bir oyun olarak yazmış olduğunu fark
etmiştir. Fakat bunu yalnız bir tek yerde ve bir cümleyle, kapalıca dile getirmiş, Naẓmī’nin
Türkī-yi basīṭ ile gazeller söylemiş olmasının önemini aşırı derecede abartmaktan kendini
alamamıştır. Bu cümle şudur: “Ṣanāyiʻ-i edebiyyeniŋ ve ʻarūż aḳṣāmınıŋ hepsine miṯāller
tedārik etmek ṣūretiyle o devir ulūm-ı edebiyyesine temāmiyle āşinā olduğunu göstermek
istemiş olan Naẓmī, öyle görünüyor ki, sāde Türkçe ile yazmayı da bir ṣan’at add etmiş ve
bu ḫuṣūṣda da başḳalarından geri ḳalmamaḳ içün bu manẓūmeleri yazmışdır” (Köprülü
1928: 68). İşte Köprülü’nün bunu çok iyi gördüğü halde o dönemin millîci tutumuyla
Türkī-i basīṭ şiirlere aşırı önem vermiş olması şaşırtıcıdır.
Sonuç olarak, “Köprülü’nün Edirneli Naẓmī ve Türkī-i basīṭ üzerine görüşleri” Türkoloji
tarihi içerisinde bir yer almıştır, ama Türk dilinin gelişim tarihi içerisinde onun “Türkī-yi
basīṭ akımı” diye adlandırdığı şeyin bir önemi yoktur.
Cem Dilçin’in “Türkī-yi basīṭ gazel”e örnek olarak, Naẓmī’den bir şiir değil de Şeyḫ
Ġālib’in yalnız Türkçe kelimelerle yazdığı tek gazeli yayınlamış olması anlamlıdır (Dilçin
1983: 116). Dilin sadeleşmesinden yana düşünceleri olan, ancak bunları şiirlerine
yansıtmamış olan Ġālib’in bu tek denemesi, Naẓmī’nin tuhaflıklarından çok daha
değerlidir.
Türkçe şiir söylenen başka ülkelerde de “türkāne” usulle ve tuhaflık yapmak
amaçlanmaksızın güzel şiirler söylendiği olmuştur. Flemming, Şerīf’in (Ḥüseyin bin Ḥasan
Muḥammad al-Ḥusaynī) Memlûk sultanı İkinci Ḳanıṣav Ġavrī (sultanlığı: 1501-1516) için
söylediği şarkı tarzında, içten bir “geçmiş olsun” manzumesini yayınlamıştır (Flemming
1976: 22-28; Şerīf’in şiiri: s. 27), sondan bir önceki dörtlükte şair mahlasını sözünün
“türkāne” olduğunu söyleyerek verir:
türkānedür sözüŋ Şerīf
sözüŋe kim olur ḥarīf
her dem dėgil kim yā laṭīf
Sulṭāna sıḥḥat yaraşur
Tezcan, Divan Şiirinde Türkçe Kaygısı
259
Fakat bütün bunlar bir akım ya da bilinçli bir tepki olarak kabul edilebilecek şeyler
değildir; kişisel denemeler olarak kalmıştır.
Aslında 19. yüzyıl öncesinde dilde aşırı yabancılaşmaya “ulusal dil” bilincine bağlı bir tepki
duyulmuş olmasını beklemek apaçık bir anakronizmdir. “Ulus” kavramının olmadığı bir
dönemde “ulusal dil” bilinci de olamazdı.
Türk klasik edebiyatı (divan edebiyatı) ile uğraşanlar öteden beri bu edebiyatta Acem
tesiri, Acem taklitçiliği görmüşlerdir. İlk bakışta bu belirlemede bir yanlışlık olmadığı sanılır.
Oysa bu yanıltıcı olmuştur. Başka bir açıdan bakmayı öneriyorum: Türk klasik edebiyatı
(divan edebiyatı), Acem taklidi değildir, Acem çıkışlıdır. Acem kaynaklı olan, İran’ın dış-
taşrasında11 sürdürülen bir edebiyat, dilini değiştirip Türkçe olarak yazılmaya başlanmıştır.
İşte bu, büyük bir atılımdır. Ancak bu atılıma, bu büyük değişikliğe yol açan etken “ulusal
dil bilinci” ya da “Farsçaya tepki” değil, sadece “okunma ve anlaşılma isteği” olmuştur.
20. yy. başında Türkiye’de oluşan “millî gurur”, Anadolu’nun Selçukluların eline
geçmesinden sonra yaratılmış olan ilk edebiyatın Farsça olmasını yaralayıcı bulmuş, bu
yüzden gerçek, çoğu zaman kaçamaklı bir biçimde dile getirilmiştir. Anadolu
Selçuklularının Türklüğünden kimse şüphe duymaz, onların başarılarından övünç
duyulur, ama iş dil ve edebiyat sorununa gelince onların yazı dili olarak Türkçeyi
kullanmamış olmalarından sanki utanç duyulmaktadır. Bu yüzden Farsçanın yalnızca
saray çevresinde kullanıldığı ısrarla fakat kanıtsız olarak ileri sürülmüştür. Oysa Ahmet Ateş
(daha 1945’te), 12-14. yüzyıllarda Anadolu’da Farsça eserler üzerine önemli makalesini
bitirirken bu yüzyıllarda Anadolu’da Farsça yazan pek çok şair olduğu, şehirlerde Farsça
bilen ve belki Farsça konuşan halk zümreleri olduğu sonucuna varmaktaydı (Ateş 1945:
94-135).
Son yıllarda iki dillilik (bilingualismus) üzerine birçok araştırma yapılmaktadır. Türkçe
konuşan kavimlerle İran dilleri konuşan kavimler arasında çok eski zamanda Orta
Asya’nın doğusunda başlayıp yüzyıllar boyu bütün Orta Asya’da, özellikle Mâverâ’ünnehr’de
ve İran’da sürmüş olan ilişkiler, gerek İran dilleri, gerekse Türk dilleri konuşan
topluluklar arasında çeşitli düzeylerde iki dilliliğe yol açmıştır. Anadili olarak İran
dillerinden Sogdca12 ve Harezmceyi13 konuşmuş olanlar, iki dilliliğin ileri aşamasında
kendi anadillerini unutmuşlar, dilce Türkleşmişlerdir. Ama onlar da kendi dillerinden Türkdillilere
de birçok kelime bırakmışlardır. Bu arada Eski Farsça ve Orta Farsça’nın devamı
olan “Yeni Farsça” (M. S. 9 yy.dan bu yana) Orta Farsça’ya göre epeyce farklılaşıp kimi
bakımlardan bir Türk dilini andıran biçime girmiştir. Bunda, “İranlılaşan”, yani İran’a
yerleşen, Farsçayı da öğrenen fakat bu dili Türkçeye benzeterek konuşan Türk dilli
kavimlerin etkisi söz konusu edilebilir. Öte yandan İran dilleriyle komşu olan Türk
dillerinin hepsinde özellikle sözdizimi ve söz varlığında güçlü bir İran etkisi görülür.
Kısacası, Türk dilleri – İran dilleri ilişkileri basit değil, son derecede karmaşık ve çok
yönlüdür.
İran’dan Anadolu’ya giden bütün Türk-dilli’lerin iki dilli olduğunu ileri sürecek değilim;
göçerler arasında Farsça bilenler herhalde az, ya da pek azdı. Ama şehir halkı olarak
bilig, Yaz / 2010, Sayı 54
260
gelenlerin çoğu herhalde iyi ya da kötü Farsça biliyordu. Okur-yazarların, medreseye
devam etmiş olanların büyük çoğunluğunun şehir halkından olduğu tahmin edilebilir.
Farsça, Anadolu’da herhalde sadece kâğıt üzerinde kalan, konuşulmayan bir dil değildi.
14. yy. öncesi durumu yansıttığını tahmin edebileceğimiz bir atasözü vardır: Türk iti şehre
gelicek Farsīce ürer.
14 Tabii, burada türk ‘köylü’, daha doğrusu ‘Müslüman köylü’ anlamında,
fakat aynı zamanda ‘Türkçe konuşan’ anlamındadır:15
“Köylünün (~ Türkçe konuşanın) iti şehre gelince Farsça havlar.” Bu atasözü çe-
şitli yorumlara açık olsa da bir şeyi açıkça ortaya koyuyor; o da şehirlerde Farsça
konuşulduğudur. Şehirlinin köylüye bakışını yansıtan bir başka atasözünde:
Türklerüŋ yırı ṭırıdur ṭırı denmektedir, yani “Köylülerin (~Türkçe konuşanların) şiiri,
türküsü tırı tırı’dan, anlamsız nakaratlardan başka bir şey değildir”.16
Selçukluların son zamanlarında, yani 13. yy. sonlarında herhalde durum değişmekte,
Türkçe lehinde gelişmeler olmaktaydı. Yine de 14. yy.da Anadolu’da Türkçe yazmaya
başlayan şairlerin hemen hepsi Türkçenin sert, kaba, kobat17 bir dil olmasından şikayet
edip Türkçe yazdıkları için yakınırlar, Türkçe şiir söylemeyi bir ayıp gibi gösterirler. Çoğu,
Arapça ve Farsçayı övüp Türkçeyi yeren beyitler söylemişlerdir. Yazıcıoğlu, Ḫurşidnāme’sinin
sonunda eserini niçin Farsça yazmadığını açıklıyor:
ve līkin Rūm ėlinüŋ ḳavmı yek-ser
ınıġup Türk dilini söyleşürler
diyor.18 Burada ınıḳ- eylemini ‘vazgeçmemek, alışkanlığını terk etmemek, bağlı kalmak’
anlamına kullandığını sanıyorum.19 Anadolu halkı Türk diliyle söyleştiği, Türkçeden
vazgeçmediği, yani Türkçeyi büsbütün bırakıp Farsçayı kullanmadığı için Yazıcıoğlu
kendisini Türkçe yazmak zorunda hissetmiş olduğunu söylüyor.
Gerek Yazıcıoğlu’nun gerekse öteki yazarların bu tür sızlanmalarında ne derecede içten
olduklarını belirlemek mümkün değildir. Önemli olan onların her fırsatta Farsçaya karşı
hayranlıklarını dile getirmiş olmalarıdır. Ancak “okunma ve anlaşılma tutkusu” ile Türkçe
yazmış, kendi dönemlerinin dil durumunu belli bir ölçüde yansıtmışlardır. Bunlar arasında
Faḫrī gibi Türkçeye meyli daha çok olanlar bile “Öztürkçe” yazmak ya da başka bir deyiş-
le yapay bir Türkī-yi basīṭ yaratmak yoluna gitmemiştir. Böyle bir gelenekle yetişmiş olan
divan şairlerinden bir tuhaflık yapmış olmak için 16. yy.da Türkī-yi basīṭ ile şiir söylemiş
birkaç kişiyi “Milli Edebiyat Cereyanının ilk mübeşşirleri” olarak görmek ve sanki onlarda
20. yüzyıl ulusçuluğu çizgisinde bir Türkçe kaygısı, Türkçe özeni varmış gibi göstermek
doğru olmamıştır.
Tezcan, Divan Şiirinde Türkçe Kaygısı
261
Açıklamalar
1. Bu yazı, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık tarafından 18-21 Kasım 1999’da
düzenlenen “Osmanlı Dünyasında Şiir” konulu sempozyumda okuduğum bildirinin
metnidir. Orada sunulmuş olan bildirilerin bir ciltte toplanması söz konusuydu;
bu yüzden başka bir yerde yayımlamayı düşünmemiş, uzunca bir süre bekletmiş-
tim. O cilt yayınlanmadı, bu bildiri metni de araya giren değişik uğraşılardan dolayı
bir köşede unutulmadan kaldı. Aradan on yıl geçtikten sonra burada yayınlarken
bu süre içerisinde aynı konuyla ilgili olarak görebildiğim ve haber alabildiğim
yayınları, bildirileri ve tezleri yazının sonuna “Güncelleme” başlığıyla ekledim.
2. Köprülü’nün başlangıçtaki tutumu “Türkçü” çevrelerde unutulmamıştır (krş. Orkun
1944: 72: “Her yeni harekete evvelâ şiddetle hücum eden, sonra bu işin yürümekte
olduğunu görünce derhal ona katılan Mehmet Fuat Bey (Köprülü) bu yeni lisan hareketine
Servet-i Fünûn mecmuasında hücum etmeğe başlamış ve Arapça, Farsça terkiplerin
güzelliğini müdafaa ederek ...”).
3. Bu konuda yazılmış yazılar için bk. Tezcan 1994: 75-88. Adamović’in ileri sürmüş
olduğu bir noktada düzeltme gerekiyor. 1985 tarihli çalışmasında ‘Ömer bin Mezīd’in
Mecmū’atu’n-neẓā’ir’inde Dehhānī’nin Aḥmedī’ye yazılmış nazireleri bulunduğuna
dikkati çeken Adamović, buna dayanarak Dehhānī’nin 15. yy. yazarı olduğunu kesin
bir ifadeyle ileri sürmüştü (s. 7). Oysa Şeyhoğlu, 1401 yılında bitirdiği Kenzü’lküberā’da
bu yazardan bir alıntı yaparken merḥūm Ḥoca Dehhānī demiştir (bk. Yavuz
1991: 144, 108b/6). Demek ki Dehhānī 14. yy.da yaşamıştır. Söz konusu nazirelerini
1401’den önce yazmış olmalıdır. Ahmedī’nin 1334-1412 arasında yaşamış olduğu
tahmin edilmektedir (bk. Ünver 1983: 3).
4. Şehnāme’ için Güncelleme’de Hatice Aynur’un tezine bk.
5. Maḥremī’nin şūḫ yaratılışlı birisi olduğunu Ḳınalızāde Ḥasan Çelebi bildirmiştir (bk.
Köprülü, 1928: 22.).
6. Öksüz 1995: 9’da bön üveyik gibi yerine ben bir örik gibi okuyup beyti anlaşılmaz
biçime sokmuş.
7. Atsız 1934. Bu yayının ağırlık noktasını “Dîvân-i türkî-i basît’in tarih ve medeniyet
bakımından ehemmiyeti” alt başlıklı kısım oluşturur. Burada, Naẓmī’nin bir gazelinde
geçen albız ‘şeytan’ kelimesiyle, Güney Sibirya Türk dillerinden Altayca’da bulunan
almıs ‘kötü ruh’ arasında birleştirme yapan Atsız, sadece buna dayanarak, kendisinin
de üçüncü derecede bir şair olduğu için şiir bakımından önemli görmediği Naẓmī’yi
kültür tarihi için çok önemli sayar. (Köprülü, Naẓmī için “o devrin dördüncü beşinci
derecede şairlerinden addetmek zaruriyetindeyiz” demişti.) Burada ayrıntısına giremeyeceğim
ve eleştirisini yapamayacağım bu birleştirmeden yola çıkarak bunu “millî
Türk dininin İslâmiyeti de nasıl millîleştirdiği” hakkında bir kanıt olarak ileri sürer. Köprülü
ise Naẓmī’nin bir beytinde kukla oyunu’nun geçmesine dikkati çekmişti; bu kültür
tarihi açısından gerçekten önemlidir. Ancak geçen zaman içerisinde, kukla oyununun
daha 14. yy.da Süheyl ü Nev-bahār mesnevisinde geçtiği ortaya konabilmiştir (bk. Dilçin
1991: 126.).
bilig, Yaz / 2010, Sayı 54
262
8. Björkmann 1964: 438, Akyüz 1964: 475’te Şināsī’nin şiir dilini yenileştirme çabalarını
Naẓmī’nin girişimleriyle karşılaştırır. Levend 1960: 76 ve devamında “Bu gayreti geçici
bir heves değil, belki bilinç altında gizlenen ve zaman zaman kendini duyuran bir
özlem olarak kabul etmek elbette daha doğrudur” der. Korkmaz 1974: 25 ve devamında
“Türkî-i Basît akımı adı altında bu ağır ve yapma dile karşı duyulan tepkiler”den
söz eder. Mengi 1994: 150’de tepki tezini tekrarlar. Öksüz 1995: 10’da bu hareketin
“Temiz Türkçenin Osmanlı-Türk topluluğunda kendini her vesileyle hissettiren
devamlı bir hayata sahip olduğunu” gösterdiğini iddia eder.
9. Kocatürk, daha önce de (13. 14. yy.larda) böyle şiirler yazılmış olduğunu, dolayısıyla
Naẓmī’nin şiirlerinin bir ilerilik, bir millilik değil, tersine gerilik olduğunu söylemektedir.
“Bu şiirleri devrinde hemen hiç tanınmadığı ve sevilmediği gibi Fuad Köprülü kadar
da kendisine değer verilmemiştir. Fuad Köprülü’nün samimiyetle ve heyecanla lanse
etmesine rağmen devrimizde de hiç kimse tarafından okunmamış, tutulmamış, benimsenmemiştir”
(1970: 349). İki noktada Kocatürk’e katılmıyorum: 14. yy.da aruzla yazılmış
şiirler hem suni değildir, hem de Naẓmī’ninkilerden daha üstündür. İkincisi Köprülü,
Naẓmī’yi şair olarak lanse etmiş değildir, sadece dil tarihi açısından önemini
abartmıştır.
10. Naẓmī’nin derlediği, içerisinde 3356 şiir bulunan Mecma’un Neẓā’ir üzerine sanıyorum
bir çalışma yapılmış değildir. (Güncellemede M. Fatih Köksal’ın doktora çalışmasına
bk.) Köprülü’nün Naẓmī hakkında bir araya getirdiği bilgilere sonradan eklenmiş
olan tek şey, ona ait bir de münşeat derlemesi bulunmuş olduğuna dair tahmindir (bk.
İlaydın – Erzi 1957: 221-252). Bu mecmuanın yarıdan fazlasının Naẓmī’nin düzenlediği
bir münşeattan nakledilmiş olduğu üzerine tahmin için bk. s. 222. Burada,
Naẓmī’nin kendisinin fenn-i inşā’daki ustalığını birkaç beytinde dile getirdiğine Köprü-
lü’nün bu beyitlere dikkati çekmiş olduğuna da değinilir.
11. dış-taşra terimini “Peripherie” karşılığı olarak kullanıyorum.
12. Sogdluların asıl yurdu, Batı dillerinde Sogdiana diye adlandırılan Semerkand ve
çevresiydi. Sogdlular, gerek ticaret erbabı, gerekse Buddhizm ve Maniheizm’in
misyonerleri olarak dillerini ve kültürlerini doğuda çok geniş bir alana yaymışlardı.
13. Bir “doğu İran dili” olan Harezmce, 13. yy.a kadar Harezm’de (Aral Gölü’nün
güneyinde kalan bölge) konuşulmaktaydı.
14. İstanbul Oğuznamesi Yayını (İzbudak 1936: 56, no. 548.).
15. Birçok yerde türk sözcüğünün ‘kaba, görgüsüz, bilgisiz, köylü’ anlamına gelmesi,
Osmanlı seçkinlerinin halkı küçük görmüş olması sonucu Anadolu’da ortaya çıkmış bir
anlam kaymasıyla açıklanır. Bu yanlıştır, sözcük daha 10. yy.da Eski Uygurca metinlerde
‘cahil, barbar, budizmi bilmeyen’ anlamına kullanılmıştır. Bugünkü Türk dillerinde
de buna yaklaşan anlamları vardır: Azerbaycan Türkçesi: türkesaya(ġ) ‘safdil,
sadedil, kurnazlık bilmeyen’, türkeçare ‘kocakarı ilacı, cahil insanların tedavi usulü’,
Türkmence türk ‘sade, safdil, salak’, Kırgızca türköy, türköyü ‘okuması yazması olmayan,
cahil’, Yeni Uygurca türük ‘okuması yazması olmayan’. Bu sözcük, kavim adı
(etnonym) olan Türk’ten başka bir sözcük değildir. Küçümseyici anlamının nasıl ortaya
çıktığı ve yayıldığı başlıbaşına bir araştırma konusu olabilir.
16. Berlin Oğuznamesi, (yayınlanmamıştır) 34b.
Tezcan, Divan Şiirinde Türkçe Kaygısı
263
17. Yazıcıoğlu’nun Türkçe için kullandığı bu sıfat (bk. Ayan 1979: beyit 7802; orada
köbüt okunmuştur) Ermeniceden bir alıntıdır, bk. Dankoff 1995: vd. (no. 379). Bugün
Azerbaycan Türkçesinde kobud ‘kaba’ olarak yaşamakta, Türkiye ağızlarında da
kobat, kubat, gubat vb. biçimlerde yaygın olarak kullanılmaktadır. Tarama Sözlüğü 3,
TDK, Ankara 1967, s. 1714’te Şāmilu’l-luġā’dan (16. yy.) alınmış tek bir veri yer alır,
orada göbüt okunmuştur.
18. Ayan 1979: 423, beyit 7800.
19. Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü c. 7, TDK, Ankara 1974, s. 2478 ınık- 2.
‘alışmak, huy edinmek’ (Konya); Tanıklariyle Tarama Sözlüğü c. 3, Ankara 1967, s.
1951, ınık- ‘itaat etmek, inkıyat etmek’.
Kaynaklar
Adamović, Milan (1985). Konjugationsgeschichte der türkischen Sprache. Leiden: Brill.
Akyüz, Kenan (1964). “La littérature moderne de Turquie”. Philologiae Turcicae
Fundamenta II. Wiesbaden: Franz Steiner. 465-634.
Ateş, Ahmed (1945). “Hicrî VI-VIII. (XII-XIV.) Asırlarda Anadolu’da Farsça Eserler”.
Türkiyat Mecmuası 7-8: 94-135.
Atsız, Hüseyin Nihal (1934). XVI’ncı Asır Şairlerinden Edirneli Nazmî’nin Eseri ve bu
Eserin Türk Dili ve Kültürü Bakımından Ehemmiyeti. İstanbul: Arkadaş Matbaası.
Ayan, Hüseyin (1979). Şeyhoğlu Mustafa: Ḫurşîd-nâme. Erzurum: Atatürk Üniversitesi
Yay.
Björkmann, Walther (1964). “Die klassisch-osmanische Literatur”. Philologiae Turcicae
Fundamenta II. Wiesbaden: Franz Steiner. 427-465.
Dankoff, Robert (1995). Armenian Loanwords in Turkish. Wiesbaden: Harrassowitz.
Dilçin, Cem (1983). Örneklerle Türk Şiir Bilgisi. Ankara: TDK Yay.
---- (1991). Mes’ūd bin Aḥmed, Süheyl ü Nev-bahār. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yay.
Flemming, Barbara (1976). “Aus den Nachtgesprächen Sultan Ġaurīs”. Folia Rara. Yayınlayanlar:
H. Franke, W. Heissig, W. Treue, Wiesbaden: Franz Steiner. 22-28.
İlaydın, Hikmet ve Adnan Erzi (1957). “XVI. Asra Aid Bir Münşeat Mecmuası”. Belleten
21: 221-252.
İmer, Kamile (1998). Türkiye’de Dil Planlaması: Türk Dil Devrimi. Ankara: Kültür Bakanlığı
Yay.
İzbudak, Veled (1936). Atalar Sözü. İstanbul: TDK Yay.
Kocatürk, Vasfi Mahir (1970). Türk Edebiyatı Tarihi. Ankara: Edebiyat Yayınevi.
Korkmaz, Zeynep (1974). Cumhuriyet Döneminde Türk Dili. Ankara: Ankara Üniversitesi
DTCF Yay.
Köprülü, M. Fuat (1928). Millī Edebiyyāt Cereyānınıŋ İlk Mübeşşirleri ve Dīvān-ı
Türkī-yi basīṭ. İstanbul: Türkiyat Enstitüsü.
bilig, Yaz / 2010, Sayı 54
264
---- (1965). “La Métrique arūż dans la Poesie turque”. Philologiae Turcicae
Fundamenta II. Wiesbaden: Franz Steiner.
Kutlu, Şemsettin (1983). Divan Edebiyatı Antolojisi. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Levend, Agâh Sırrı (1960). Türk Dilinin Gelişme ve Sadeleşme Evreleri. Ankara: TDK
Yay.
Mengi, Mine (1994). Eski Türk Edebiyatı Tarihi. Ankara: Akçağ Yay.
Orkun, Hüseyin Namık (1944). Türkçülüğün Tarihi. İstanbul: Berkalp Kitabevi.
Öksüz, Yusuf Ziya (1995). Türkçenin Sadeleşme Tarihi Genç Kalemler ve Yeni Lisan
Hareketi. Ankara: TDK Yay.
Tezcan, Semih (1994). “Anadolu Türk Yazınının Başlangıç Döneminde Bir Yazar ve
Çarḫ-nāme’nin Tarihlendirilmesi Üzerine”. Türk Dilleri Araştırmaları. c. 4. Ankara:
Simurg Yay. 75-88.
Ünver, İsmail (1983). Aḥmedī: İskender-nāme – İnceleme, Tıpkıbasım. Ankara: TDK Yay.
Yavuz, Kemâl (1991). Şeyhoğlu: Kenzü’l-küberâ ve mehekkü’l-ulemâ. Ankara: Atatürk
Kültür Merkezi Yay.
Güncelleme
Canım, Rıdvan (1995). Edirne Şairleri. Ankara: Akçağ Yay.
Mazıoğlu, Hasibe (1977). “Edirneli Nazmi’nin Pend-i Attâr Tercümesi”. Türkoloji Dergisi
7: 47-53.
Sağlam, Feyyaz (1988). “Türkî-i Basit Akımı: Divan Şiirinin Sahipsizleri Visâlî – Nazmî –
Mahremî”. Türk Yurdu 19 (363):17-19.
Avşar, Ziya (2002). “Türki-i Basiti Yeniden Tartışmak”. Bilig 18: 127-43.
Köksal, M. Fatih (2002), “Orijinal Bir Şair: Edirneli Nazmî ve Divanına Yeni Bakışlar”.
Bilig 20: 101-124.
Mermer, Ahmet (2002). “XV. yy.da yazılmış bilinmeyen bir nazire mecmuası ve
Aydınlı Visâlî'nin bilinmeyen şiirleri”. Millî Folklor 56: 75-94.
---- (2006). Türki-i basit ve Aydınlı Visalinin Şiirleri. Ankara: Akçağ Yay.
Aynur, Hatice (2003). “Mahremî.” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. c. 27.
İstanbul: TDV Yay. 390-91. Aynı yazının genişletilmiş şekli için bk.
www.ottomanhistorians.com/database/html/Mahremî.htlm
---- (2008). “Rethinking the Türkî-i Basît Movement in Turkish Literature” Archivum
Ottomanicum 25: 79-97.
Aynur, Hatice (2002). “Was the Türkî-i Basît really a movement?” International
Committee of Pre-Ottoman and Ottoman Studies. 15th CIEPO Symposium, July
8-12. London.
Köksal, M. Fatih (2002). “Edirneli Nazmi’nin yayımlanmamış Türkî-i Basit Şiirleri”. Trakya
Üni., Fen-Edebiyat Fak., Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, I. Edirne Kültür Araştır-
Tezcan, Divan Şiirinde Türkçe Kaygısı
265
maları Sempozyumu. 23-25 Ekim. Baskı: I. Edirne Kültür Araştırmaları Sempozyumu
Bildirileri. Hazırlayan: Yard. Doç. Dr. Levent Doğan. Edirne: Edirne Valili-
ği Yay. 2005. 93-109.
Özkan, Mustafa (2002). “Edirneli Nazmi ve Türkî-i Basit Hakkında”. Trakya Üni., FenEdebiyat
Fak., Türk Dili ve Edebiyatı Böl. I. Edirne Kültür Araştırmaları Sempozyumu.
23-25 Ekim.
Tezler
Avşar, Ziya (1998). Edirneli Nazmi, hayatı, edebi kişiliği, eserleri -Türki-i Basit ve
gazelleri dışındaki nazım şekil ve türleri. (Mustafa İsen gözetiminde yapılmış doktora
tezi, YÖK tez no. 73788).
Aynur, Hatice (1993). Mahremi ve Şeh-namesi. I. Kısım: Yavuz Sultan Selim dönemi.
İnceleme-metin-sözlük-dizin (Kemal Yavuz gözetiminde yapılmış doktora tezi,
YÖK tez no. 25640).
Bilecik, Fahrünnisa (1991). Divan mecmualarında Edirneli Nazmi. İnceleme-metinindeks
(Mehmet Akalın gözetiminde yapılmış yüksek lisans tezi, YÖK tez no.
18964).
Güven, Ahmet Zeki (2006). Edirneli Nazmi'nin Pendnamesi’nde ahlâk ve eğitim
unsurlarının tespiti ve incelenmesi (İlhan Genç gözetiminde yapılmış yüksek lisans
tezi, YÖK tez no. 189815).
Köksal, Mehmet Fatih (2001). Edirneli Nazmi Mecma’ü’n-Neza’ir. İnceleme tenkitli
metin (Osman Horata gözetiminde yapılmış doktora tezi, YÖK tez no. 100298).
Turgut, Savaş (2001). Edirneli Nazmi - Divan-ı Türk-i Basit. İnceleme, metin, sözlük,
adlar dizini (Mustafa Özkan gözetiminde yapılmış yüksek lisans tezi, YÖK tez no.
104721).
Ün, Cumhur (1996). Edirneli Nazmi Mecma’ü’n-Neza’ir 1-50 varakların transkripsiyonlu
metni (Kaşif Yılmaz gözetiminde yapılmış yüksek lisans tezi. YÖK tez no.
54104).
Ünlü, Suat (1998). Edirneli Nazmi’nin divanındaki gazellerin dil incelemesi (Muzaffer
Akkuş gözetiminde yapılmış yüksek lisans tezi, YÖK tez no. 72200).
bilig Ê Summer 2010 Ê Number 54: 255-267
© Ahmet Yesevi University Board of Trustees
Concerns with Turkish in Divan Poetry
Semih Tezcan*
Abstract: Köprülüzâde Mehmed Fuâd (1890-1966) collected the
poems in the divan of the 16th century poet Edirneli Naẓmī that he
characterized as “Türkī-yi basīṭ” and published them with a long
foreword under the title Dīvān-ı Türkī-yi Basīṭ (1928). This publication
paved the way to great errors that have continued to this day. Nearly
everyone has believed that a serious Turkization movement began in
the 16th century and that Naẓmī actually put together a divan under
this title. However Naẓmī wrote these poems in “Türkī-yi basīṭ” simply
in order to demonstrate his skill, i.e., as a game. His thousands of
other poems do not show the slightest concern with avoiding foreign
words; but they do demonstrate various kinds of unusual verbal skills.
Although Köprülü was well aware of this, in order to conform with the
nationalist movement of the period he could not refrain from
exaggerating the importance of Naẓmī’s writing gazels in “Türkī-yi
basīṭ”. This article deals with this attitude and the errors it fostered.
Key Words: Divan poetry, Edirneli Nazmi, Türki-yi basit, Köprülüzâde
Mehmed Fuâd.

*
Bilkent Üniversitesi / ANKARA
stezcan@bilkent.edu.tr
билиг Ê Лето 2010 Ê Выпуск 54: 255-267
© Полномочный Совет университета имени Ахмета Ясави
Турецкая тревога в диванной поэзии
Семих Teзджан*
Резюме: Копрюлюзаде Мехмед Фуад (1890-1966), собрав стихи,
которые он охарактеризовал как «Турки-и басит» (простой турецкий)
из диванов Эдирнели Назми – поэта 16-го века, опубликовал работу
«Диван-и Турки-и басит» с содержательным вступительным словом
(1928). Это издание явилось причиной больших ошибок,
продолжающихся до сих пор. Почти все поверили, что в 16 веке
началось серьезное тюркское движение и Назми действительно
создал диван под таким названием. Тогда как на самом деле Назми
писал эти стихи ради искусства, то есть в качестве игры назвал это
произведение «Турки-и басит». В других написанных им тысячах
стихотворениях у него не было установки на неиспользование или
ограниченное использование иностранных слов, но и в этих стихах
были показаны различные другие виды искусств. Хотя Копрюлю
очень хорошо знал это, для того, чтобы примкнуть к
националистическим движениям преувеличил важность их
исполнения посредством газелей. В данной статье рассматривается
данный подход и заблуждения, вызванные этим подходом.
Ключевые слова: диванная поэзия, Эдирнели Назми, Простой
турецкий, Мехмед Фуад Копрюлюзаде.

*
Университет Билькент / Анкара stezcan@bilkent.edu.tr

Konular