BABURNÂME’DE HOCA UBEYDULLAH AHRAR

DEMİR, C. (2016). Baburnâme’de Hoca Ubeydullah Ahrar. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim
Dergisi, 5(2), 651-660.
Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi Sayı: 5/2 2016 s. 651-660, TÜRKİYE

BABURNÂME’DE HOCA UBEYDULLAH AHRAR
Cengiz DEMİR
Geliş Tarihi: Nisan, 2016 Kabul Tarihi: Haziran, 2016
Öz
Muhammed Zahiruddin Babur (1483 - 1530), Hindistan’da 1526’dan
1858’e kadar hüküm süren Babur (Gürkaniler) İmparatorluğu’nun
kurucusudur. Babur, devlet işlerinin yanında sanatsal ve akademik
çalışmalara da ilgi duymuştur. Çağatay Türkçesi ile yazdığı Baburnâme
olarak bilinen eserinde dönemin tarih ve kültürü hakkında pek çok bilgiler
vermektedir. Sade ve akıcı dille, şahit olduğu olayları ve tanıdığı kişileri
açıkça anlatmaktadır. Bu eserinde Babur, Hoca Ubeydullah Ahrar (1404 -
1490) hakkında da bazı kısa satır arası bilgiler vermektedir. Timur
hanedanının (1357 - 1858) pek çok üyesi üzerinde etkiler bırakmış olan Hoca
Ubeydullah Ahrar, döneminde ve sonrasında sultanların, âlimlerin ve halkın
saygı duyduğu bir velidir.
Anahtar Sözcükler: Hoca Ubeydullah Ahrar, Hoca Ahrar, Babur,
Baburnâme.
KHWAJA UBAIDULLAH AHRAR IN THE BABUR-NĀMA
Abstract
Muhammad Zahiruddin Babur (1483-1530) is the founder of the Gurkani
(Mughal) Empire that ruled from 1526 to 1858 in northern India. Besides the
governance, Babur was also interested in atristic and intellectual works. In
his work the Babur-nāma written in Chagatai Turkic, he gives a lot of
information about the history and the culture of his age. He depicts frankly
the events he witnessed and people he knew. In that work, Babur gives some
interlinear information about Khwaja Ubaidullah Ahrar (1404-1490). Khwaja
Ubaidullah Ahrar, who had an influence on the several members of Timurid
Dynasty (1357-1858) was a saint respected by sultans, scholars and people in
his time and later.
Keywords: Khwaja Ubaidullah Ahrar, Khwaja Ahrar, Babur, the Baburnāma.
Giriş
Timur’un torunlarından Ömer Şeyh Mirza’nın (1456 - 1494) oğlu Muhammed
Zahiruddin Babur (1483 - 1530), Fergana’nın Andican kasabasında doğmuştur. Babasının kaza
sonucu ölümünün üzerine 12 yaşında Fergana tahtına oturan Babur, başlangıçta Semerkant’ta
hüküm süren amcası Sultan Ahmed Mirza (1451 - 1494) ve Taşkent’te hüküm süren dayısı
Sultan Mahmud Han (1462 - 1508) ile mücadele ettikten sonra, Özbek hükümdarı Muhammed
Şeybani Han (1451 - 1510) ile mücadele etmiştir. Kızı Gülbeden’in ifadesiyle “Tam on bir sene

 Okt.; Kocaeli Üniversitesi, cdemir@kocaeli.edu.tr.

652 Cengiz DEMİR
______________________________________________
Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi Sayı: 5/2 2016 s. 651-660, TÜRKİYE
Mavera-ün-nehir ülkesinde Çagatai, Timuri ve Özbek sultanlarıyla mütemadiyen cenk ve
cidalde bulundular. Kalem dili bu çarpışmaların sayısı ve beyanı hususunda aciz ve
kasırdır”(Gülbeden, 1987: 115). 1504’te Kabil’i ele geçiren Babur, 1525’te Delhi sultanı
İbrahim Ludi’nin (1480 - 1526) ordusunu mağlup ederek Pencap ve Lahor’u ele geçirmiş;
1526’da kuzey Hindistan’da 1858’e dek hüküm süren Babur (Gürkaniler) İmparatorluğu’nu
kurmuştur. 1530’da oğlu Hümayun’u (1508 - 1556) yerine hükümdar ilan ettikten sonra
Agra’da vefat etmiştir (Akar, 2005: 192 - 193; Konukçu, 1991: 395 - 396).
“O, bir insanda aynı zamanda bir araya gelemeyecek çeşitli kabiliyet ve değerleri
ahenkli bir terkip içinde toplayabilmiş eşsiz bir hükümdar olarak yalnız Türk tarihinde değil,
Doğu ve Batı âleminin büyük şahsiyetler galerisinde günümüzde hayranlıkla seyredilen bir
portre olmuştur” (Akün, 1991: 396).
“Beş esere imzasını atmış bir edebiyatçı hükümdar”(Akün, 1991: 396) olan Babur ‘un
en önemli eseri Baburnâme, yaklaşık 18 yıllık kayıt eksik olmakla birlikte Fergana (1494 -
1503), Kâbil (1504 - 1520), Hindistan (1525 - 1529) devrelerini anlattığı bir hatırattır. “Sade ve
samimi bir dille yazılmış olan bu eser Türk hatıra edebiyatının ve Çağatay nesrinin şaheserdir”
(Ercilasun, 2013: 419).
Baburnâme, Babur’un kendi dili olan Çağatay Türkçesi ile yazılmış, daha sonra Ekber
Şah (1542 - 1605) döneminde Farsçaya çevrilmiştir. İlk kısımları hatırat şeklinde, daha sonraki
kısımları günlük şeklinde yazılmış, bazı kısımları ise elde mevcut değildir. Çevresindeki
insanları, hanları ve beyleri, evliliklerini ve çocuklarını, kazandığı ve kaybettiği savaşları ve
toprakları, isyanları, hasımlarını, içki sofralarını, gezilerini ve hatta yemek yerken kırılan dişini
bile anlatmıştır Baburnâme’de. Kendi ifadesiyle sadece gerçekleri yazmaya çalışmıştır.
Babur, babası Ömer Şeyh Mirza(1456 - 1494), amcası Sultan Mahmud Mirza (1453 -
1494), Hüseyin Baykara (1438 - 1506), Abdurrahman-ı Camî (1414 - 1492) ve Ali Şîr Nevayî
(1441 - 1501) gibi o dönemin ünlü simaları hakkında detaylı bilgiler aktarır, onları portreleştirir.
Babur’un kaleminden portreleşen simalardan biri olmasa da, Hoca Ubeydullah Ahrar hakkında
da kayda değer satır arası bilgiler bulunmaktadır. Hoca Ubeydullah Ahrar, Nakşibendî
(Hacegan) erenler silsilesinin en önemli halkalarından biridir.
Asıl adı Nâsıruddîn Ubeydullah b. Mahmud eş-Şaşî’dir. Daha çok Ubeydullah Ahrar ve
Hoca Ahrar olarak bilinmektedir. 1404’te Taşkent’in Bağıstan köyünde doğdu. Yirmi iki yaşına
geldiğinde dayısı Hace İbrâhim onu ilim tahsili için Semerkant’a götürdü. Medrese eğitiminin
yanı sıra tasavvufa meylederek Nizâmeddin Hâmûş, Seyyid Kasım-ı Tebrizî, Zeynüddin el-Hâfî
gibi dönemin ünlü sufilerinin sohbetlerine katıldı. Daha sonra Semerkant’tan ayrılıp Herat’a

653 Cengiz DEMİR
______________________________________________
Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi Sayı: 5/2 2016 s. 651-660, TÜRKİYE
gitti. Herat’taki ikametinin dördüncü yılında Nakşibendî şeyhi Ya‘kūb-i Çerhî’ye intisap etti.
(Tosun, 2012: 19 - 20) Ali Şir Nevâyî’nin ifadesiyle: “Mevlana Ya‘kub-i Çerhî kuddise
sirruhudın irşadlar ve terbiyetler tapıpdurlar” (Nevayi, 1996: 257). Üç ay kadar Ya‘kub-i
Çerhî’nin sohbetlerinde bulundu ve ondan hilafet aldı. Ertesi yıl 27 yaşında Taşkent’te irşat
faaliyetine başladı, bir yandan da ziraat ve ticaretle meşgul oldu (Tosun, 2012: 19 - 20).
Semerkant’ı ele geçirip başşehir yapan Ebu Said Mirza Han’ın daveti üzerine
Taşkent’ten ayrılarak Semerkant’a yerleşti. Burada da ziraat ve ticaretle uğraşarak Semerkant,
Buhara, Taşkent vb. şehirlerde çok sayıda köy, bahçe, tarla, sulama kanalı satın aldı; bunların
bir kısmını cami, medrese ve tekkelere vakfetti (Tosun, 2012: 19 - 20). Hoca Ubeydullah Ahrâr
1490’da Semerkant’ta vefat etti ve burada defnedildi. Onunla devam eden Nakşibendiyye
silsilesine Ahrariyye adı verilmiştir (Tosun, 2012: 19 - 20).
Hoca Ahrar’ın meşhur eseri, babasının kendisinden yüksek manevi makamlara
ulaşmaya vesile olacak hususları yazmasını istemesi üzerine Farsça kaleme aldığı ahlak risalesi
Vâlidiyye’dir. Bu eserle ilgili olarak Babur, Baburnâme’de bir hastalık sonucunda iyileşmek
için teberrüken bu eseri manzum olarak tercüme ettiğini şöyle anlatmaktadır:
Pazar günü yeniden ateş geldi ve bir az titredim. Salı günü gecesi, Safer ayının yirmi
yedisinde, Hoca Ubeydullah hazretlerinin Vâlidiye risâlesini nazma çevirmek
hatırıma geldi. Hazretin ruhuna iltica edip, gönlümden: —“Eğer bu manzûme, o
harzetin makbûlü olur — nitekim Kasîde-i bürde sâhibinin kasidesi makbûl olup,
kendisi felç hastalığından kurtulmuştu — ve ben de bu hastalıktan kurtulursam, bu,
nazmımın kabûl olunduğuna bir delil olur” — diye düşündüm. Bu niyetle, remel-i
müseddesin darb ve arûzu mahbûn, bazen ebter ve bâzan mahbûn ve mahzûf olan
vezninde— ki, Mevlâna Abdurrahman Câmî’nin Sübha’sı da bu vezindedir —
risalenin nazmına başladım ve o gece on üç beyit tertip ettim. Bililtizam her gün on
beyitten daha az tertip edilmezdi. Gâlibâ bir gün ara verildi. Geçen sene de bir defa
böyle bir hastalık gelmiş ve en az bir ay veya kırk gün devam etmişti. Tanrı inâyeti
ve hazretin himmeti ile, Perşembe günü, ayın yirmi dokuzunda, bir az hafifledi;
sonra bu hastalıktan kurtuldum. Cumartesi günü, Rebiülevvel ayının sekizinde,
risalenin nazmı tamamlandı. Bir gün elli iki beyit yazıldı (Arat, 1987: 393 - 394).
Baburnâme’de Hoca Ubeydullah Ahrar
Ömer Şeyh Mirza’nın çevresinde iki önemli isim vardır: Hoca Ubeydullah Ahrar ve
kayınpederi Yunus Han (1416 - 1487). Babur’un “Hoca Ubeydullah hazretlerinin müridi idi ve
sohbetleri ile çok müşerref olmuştu. Hoca hazretleri de ona “oğlum” diye hitap ederdi” (Arat,
1987: 6) sözleriyle anlattığı babası Ömer Şeyh Mirza ve amcası Sultan Ahmed Mirza da “Hoca
Ubeydullah hazretlerinin müridi idi” (Arat, 1987: 18).
Ömer Şeyh Mirza’ya Hoca Ahrar’ın “oğlum” diye hitap etmesinin Babur tarafından
yazılmaya değer görülmesi Hoca Ahrar’ın yüksek itibarının göstergesidir.

654 Cengiz DEMİR
______________________________________________
Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi Sayı: 5/2 2016 s. 651-660, TÜRKİYE
Ömer Şeyh Mirza, en büyük oğlu Babur doğduğunda Hoca Ahrar’dan oğluna isim talep
etmiş ve o da Muhammed Zahiruddin ismini vermiştir. Hoca Ahrar’ın 1490 yılında 89 yaşında
irtihalinde, Babur 7 yaşındadır ama Hoca Ahrar’ın onun üzerindeki etkisi ömür boyu sürmüştür
(Beveridge, 1979: xxix).
Ali Şir Nevâyî, Maveraü’n-nehir’deki sultanların Hoca Ubeydullah Ahrar’ın müritleri
olduğunu ve onun verdiği hükmü uyguladıklarını; hatta Horasan, Irak, Azerbaycan, Anadolu,
Mısır, Çin ve Hindistan’daki sultanların da onun hükmüne itiraz etmediğini, emirlerini yerine
getirdiklerini, mektuplarının bu sultanlar üzerinde çok etkili olduğunu; hatta hazretin çeşitli
vesilelerle kendisine yazdığı mektupları bile ciltleyip teberrüken sakladığını belirtmektedir
(Nevâyî, 1996: 257).
Hoca Ahrar’ın sultanlar üzerindeki etkisini göstermesi açısından; Semerkant’ı almak
isteyen Sultan Mahmud Han ve Ömer Şeyh Mirza ile Sultan Ahmed Mirza’nın savaş
meydanında barıştırılması ve antlaşma imzalanması hadisesi Hoca Ahrar’ın halifelerinden
Mevlana Ali b. Hüseyin es-Safî’nin meşhur eseri Reşehât’ta özetle şöyledir: Ömer Şeyh Mirza
ve Sultan Mahmud Han birleşerek Semerkant hükümdarı Sultan Ahmed Mirza üzerine
yürümeye karar verdiler. Sultan Ahmed Mirza ordusuyla hareket edince beraberinde Hoca
Ahrar’ı da götürmek için rica da bulundu. O seferde Hoca Ahrar 40 gün ordunun içinde Sultan
Ahmed Mirza’nın yanındaydı. Hoca Ahrar, Sultan Ahmed Mirza’ya “Beni buraya niçin
getirdiniz? Ben sipahi değilim. Eğer amacınız savaşmaksa benim burada ne işim var, yok eğer
barış yapacaksanız niçin geciktiriyorsunuz? Artık daha fazla asker arasında durmaya mecalim
kalmadı!” deyince Ahmed Mirza “Benim elimde olan bir şey yok! Bütün işler sizin görüşünüze
bağlıdır. Siz nasıl uygun görürseniz bizim ona uymaktan başka çaremiz yoktur” şeklinde cevap
verdi. Hoca Ahrar üç ordunun savaş için beklediği meydana bir çadır kurdurarak mirzaları orada
buluşturup barışa ikna etti. Anlaşma gereği Taşkent’in yönetimini Sultan Ahmed Mirza’dan
alarak Sultan Mahmud Han’a verdi (Es-Safi, 2010: 550-553). Burada kısaca aktarılan bu
hadiseyi Reşehât yazarı Hoca Ahrar’ın halifelerinden Mevlana Kadı’dan ayrıntılı olarak
nakletmektedir.
Reşehat’ta nakledilen diğer bir hadisede, Hoca Ahrar’ın muhtemel bir yağma ve savaşı
önlediği ve binlerce kişinin Müslüman olmasına katkıda bulunduğu anlatılmaktadır: Soğuk bir
kış mevsiminde Sultan Ahmed Mirza’nın ricası üzerine Hoca Ahrar Türkistan seferine katıldı.
Günlerce süren meşakkatli bir seferden sonra Şahruhiye’ye varıldı. 4000 kadar Moğol, 1000
kadar Özbek şehri yağmalamak kastıyla gelmişlerdi. Sultan Ahmed Mirza’nın bu kadar kişiye
karşı koyacak askeri bulunmadığından Hoca Ahrar’dan yardım istediler. Hoca Ahrar bir grup
ilim ehliyle birlikte giderek Moğol ve Özbek askerlerin emirleriyle konuştu ve onları ikna etti.

655 Cengiz DEMİR
______________________________________________
Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi Sayı: 5/2 2016 s. 651-660, TÜRKİYE
Onlar da Hoca Ahrar’ın huzurunda Müslüman oldular ve tüm askerlerinin İslam’ı kabul
etmesini sağladılar. Tüm esirlerini ve yağmaladıklarını Hoca Ahrar’a iade ettiler. Esirleri
memleketlerine gönderen Hoca Ahrar, askerlerin İslam’ı öğrenmesi için bir hafız ve fakih
görevlendirdikten sonra Şahruhiye’ye döndü (Es-Safi,2010: 615 - 616).
Hoca Ahrar üzerine yaptığı çalışmalarla bilinen Jo Ann Gross, Hoca Ubeydullah
Ahrar’ın mektupları üzerine yaptığı çalışmasının önsözünde yirmi yıldan fazla zamanı Hoca
Ahrar’ın müritlerinin, sultanların, saray çalışanlarının, âlimlerin, çiftçilerin gözündeki
büyüklüğünün siyasi, ekonomik, sosyal ve dinî boyutlarını anlamaya harcadığını belirtmektedir
(Gross, 2002: xi). Gross aynı eserinde Habibu’s Siyer’den yaptığı alıntıda Hoca Ahrar’ın
sultanlar nezdindeki yüksek itibar ve nüfuzunu ortaya koymaktadır: “Türkistan’ın uzak
beldelerinden, hatta Azerbaycan ve Irak’ın şehirlerine kadar dönemin sultanları ve güçlü
hanlarının hepsi bağlıları idiler ve her sözüne çok kıymet verirlerdi” (Gross, 2002: 2).
Reşehât yazarının bildirdiğine göre Hoca Ahrar’ın sultanlarla birlikte oluşunun amacı
kendi ifadesiyle “Müslümanları zalimlerin şerrinden korumaktır” (Es-Safi 2010: 549).
Baburnâme’de sultanların önemli meselelerde Hoca Ahrar’a danışarak onun sözü
üzerine hareket ettikleri görülmektedir: “Hoca hazretlerinin de her işte eli var idi; mühim
meseleler ekseriya şeri’at yolu ile halledilirdi” (Arat, 1987: 18). Sultan Ahmed Mirza, Hoca
Ahrar’ın isteğiyle Semerkant şehrini damga uygulamasından muaf tutmuştur (Es-Safi, 2010:
557). “Semerkand ahalisi, Sultan Ahmed Mirza’nın yirmi - yirmi beş sene süren saltanatı
zamanında, müreffeh ve rahat yaşamışlardı, işlerin çoğu Hoca hazretleri tarafından, doğrulukla
ve şeriata uygun olarak, halledilirdi” (Arat, 1987: 24).
Baburnâme’de Sultan Ahmed Mirza’nın anlatıldığı şu satırlarda sultanların Hoca
Ahrar’ın huzurunda edebe çok riayet ettikleri açıkça görülmektedir: “Her zaman, bilhassa
Hoca’nın sohbetinde, fevkalâde terbiyeli idi. Dediklerine göre, Hoca’nın meclisinde hiç bir
vakit dizini dizi ile değiştirmemiştir. Bir defa Hoca hazretlerinin sohbetinde, âdeti hilâfına,
ayağını değiştirerek oturmuş. Mirza kalktıktan sonra, Hoca hazretlerinin emri ile Mirza’nın
oturduğu yere bakmışlar; bir kemik varmış” (Arat, 1987: 18).
Ebu Said Mirza’dan sonra Sultan Ahmed Mirza tahta geçince, Sultan Mahmud Mirza
Semerkant’ı almak istemiştir. Hoca Ahrar, Sultan Mahmud Mirza’ya ve Emir Mezid Argun’a
uyarı niteliğinde mektup yazmıştır. Hoca Ahrar’ın nasihatini kabul etmeyen Sultan Mahmud
Mirza şehri kuşatınca, Sultan Ahmed Mirza şehirden çıkmak için Hoca Ahrar’dan izin istemiş;
Hoca Ahrar, Sultan Ahmed’e izin vermeyerek onu zaferle müjdelemiştir (Es-Safi, 2010: 546 -
549).

656 Cengiz DEMİR
______________________________________________
Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi Sayı: 5/2 2016 s. 651-660, TÜRKİYE
Babur, Sultan Mahmud Mirza için “Hoca Ubeydullah hazretlerini istihfaf ederdi” (Arat,
1987: 27) demektedir. Hoca Ahrar’dan gelen mektup ve nasihati kabul etmemesi de Sultan
Mahmud Mirza’nın Hoca Ahrar’ı Babur’un dediği şekilde küçük gördüğünü göstermektedir.
Kendisini küçük gören insanların halk arasında bulunması Hoca Ahrar’ın yüksek itibarını
zedelemez. Hacegan büyüklerine göre, kâmil bir mürşidin aleyhinde insanların bulunmaması o
zatın kemâlat eksikliğine işarettir çünkü Hacegan yolu peygamber yoludur ve bütün
peygamberlerin aleyhinde insanlar hep olagelmiştir.
Sadece sultanlar ve hanlar değil, dönemin itibarlı emirleri ve beyleri de Hoca Ahrar’ın
müritleridir. Sultan Ahmed Mirza’nın emiri Timur soyundan Derviş Bey “Hoca hazretlerinin
müridi idi” (Arat, 1987: 2).
Hoca Ahrar, fakirlere ve miskinlere yardım eden, güçsüz ve mazlum kimseleri himaye
ederek koruyan, onlara sığınak olan bir gönül eridir. Babur bu durumu “Evvelce fakir ve
miskinler Hoca Ubeydullah hazretlerinin adamlarının himayesine iltica ederek, zulüm ve
tecavüzden kurtulurlardı” (Arat, 1987: 23) şeklinde belirtmektedir. Olcott’un “sufi Robin Hood”
(Olcott, 2007: 6) yakıştırmasını bir tarafa bırakacak olursak; Hoca Ahrar, döneminde vakıf
sistemini işleterek yüzlerce akardan gelen kazancın hepsini halkın hizmetine adamıştır.
Babur, Baburnâme’de iki yerde rüya yoluyla Hoca Ahrar’ın kendisini uyardığını ve
manevi destek verdiğini anlatmaktadır. Bu şekilde rüyada uyarılma veya desteklenme sadece
Babur’a özgü değildir. Reşehât’ta benzeri rüya hadisesi hem Hoca Ahrar hem de Babur’un
dedesi ve Hoca Ahrar’ın müridi Ebu Said Mirza (1424 - 1469) için nakledilmektedir. Hoca
Ahrar rüyasında kendisine “İslam senin yardımınla kuvvetlense gerektir” demeleri üzerine,
uyandığında bunun ancak sultanlarla olabileceği düşüncesiyle dönemin sultanı Abdullah Mirza
(1410 - 1451) ile görüşmeye gider, ancak dervişin sultanla işi olmaz gerekçesiyle sultanla
görüştürülmez.
O günlerde Babur’un dedesi Ebu Said Mirza da rüyasında Ahmed Yesevi’nin (1093 -
1166) Hoca Ahrar’a Mirza’nın yardım ve zafer kazanması niyetiyle dua etmesini işaret ettiğini
görür. Ebu Said Mirza Taşkent’e gelerek Hoca Ahrar’ı bulur, elini öper ve duasını alır.
Semerkant’a sefer için izin ister. İslam’a hizmet etmek şartıyla fethin kendisinin olacağı
müjdesini alır (Es-Safî, 2010: 539 - 540; Hanî, 2011: 602).
Ebu Said Mirza, 1451 yılında Semerkant üzerine sefer yaparak Abdullah Mirza’yı
mağlup etmiştir. Semerkant’ı payitaht yapan Ebu Said Mirza, Hoca Ahrar’ı Semerkant’a davet
edince, sultanın bu ricasını kırmayan Hoca Ahrar Semerkant’a yerleşmiştir.
Yukarıda sözü edilen rüyalardan ilki Baburnâme’de şu şekilde aktarılmaktadır:

657 Cengiz DEMİR
______________________________________________
Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi Sayı: 5/2 2016 s. 651-660, TÜRKİYE
Bir gün Esfidek kurganında, Dost Nâsır, Noyan Kökeltaş, Han Kulı, Kerimdâd,
Şeyh Derviş, Husrev Kökeltaş ve Mirim Nâsır gibi, içkiler ile hep beraber
oturuyorduk. Oradan buradan konuşuluyordu. Ben: — “Söyleyin bakalım, eğer
Tanrı rast getirirse, Semerkand’ı ne zaman alırız?” — dedim. Bâzıları:— “İlk bahara
alırız” — dediler. O zaman son bahar idi. Bâzıları bir ay, bâzıları kırk gün ve
bâzıları da yirmi gün sonra dediler. Noyan Kökeltaş: — “On dört günde alırız” —
dedi. Tanrı rast getirdi ve tam on dört günde Semerkand’ı aldık.
O sırada garip bir rüya gördüm. Rüyamda, Hoca Ubeydullah hazretleri gelmişler ve
ben istikballerine çıkmışım. Hoca gelip oturdular. Hoca’nın önüne, galiba biraz
tekellüfsüz, sofra örtüsü yaymışlar ve bu yüzden hazretin hatırına bir şey gelmiş.
Molla Baba, benim tarafıma bakıp, işaret ediyor. Ben de ima ile: — “Benden
değildir, sofra örtüsünü koyan kusur etmiştir” — dedim. Hoca anladı ve bu
mazeretimi kabul etti. Ayağa kalktılar; teşyie çıktım. Bu evin avlusunda, sağ veya
sol kolumdan tutup, beni öyle yukarı kaldırdı ki, bir ayağım yerden kalktı.
Sofradakiler: — “Şeyh maslahat verdi” — dediler ve şu birkaç gün içinde
Semerkand’ı aldım (Arat, 1987: 87).
Babur, Şeybani Han’a mağlup olup Semerkant’ı bıraktıktan sonraki dönemde dayıları
Sultan Mahmut ve Sultan Ahmet Han’la tekrar Şeybani Han’a karşı hareket etmiş, Ahsı’da
Şeybani Han’ın müttefiki Tenbel’in askerleriyle vuruşurken yaralanmış ve kaçarak Kernan
köyüne saklanmıştır. Bu köyde gerçekleşen rüya ve kurtuluş hikâyesini Babur, Baburnâme’de
şu şekilde anlatmaktadır:
Bende Ali: — “Kernan’m mahallelerinde tenha bahçeler var; orada hiç kimse bizim
bulunabileceğimizi hatırına getirmez. Oraya gidip, Kadir-Birdi’ye adam gönderelim,
oraya gelsin” — dedi. Bu niyetle atlara binip, Kernan’ın mahallerine geldim. Kış idi
ve epeyce soğuktu. Bir eski kuzu derisi bulup getirdiler; giydim. Bir çanak darı
çorbası getirdiler; içtim. Çok rahat ettim. Bende Ali’ye: — “Kadir-Birdi’ye adam
gönderdin mi?” — dedim. — “Gönderdim” — dedi. Fakat bu alçak herifler, bu
adamla birleşerek, onu Ahsi’ye, Tenbel yanına göndermişler. Duvarla çevrilmiş bir
eve girip, ateş yakıp, bir müddet uykuya daldım. Bu herifler işgüzarlık edip, bana
tekrar: — “Kadir-Birdi’den haber almadan, hareket edemeyiz. Burası mahalle
arasıdır, kenarda tenha bahçeler vardır; oraya gidersek, hiç kimse bizim orada
bulunabileceğimizi hatırına getirmez”— dediler. Gece yarısı ata binip, kenar
bahçeye gittim. Baba Sayramî duvar üzerinden etrafı gözetliyordu. Öğle vaktine
yakın duvardan inip, benim yanıma gelerek: — “Yusuf Daruga geliyor” — dedi.
Buna çok üzüldüm ve — “Anla bakalım, benim burada olduğumu bilerek mi
geliyor” — dedim. Çıktı ve konuştuktan sonra, gelip: — “Yusuf Daruga diyor ki,
Ahsi kapısında bir yaya karşı çıktı ve padişahın Kernan’da filân yerde olduğunu
söyledi. Ben başkalarına duyurmadan, bu yayayı, muharebede elime düşen Veli
Hazançı ile birlikte, bir yere gizleyerek, kendim size koştum. Beylerin bu işten
haberleri yoktur” — dedi. — “Sen ne düşünüyorsun?”— dedim. “Hepsi de
hürmetkârlarınızdır, ne yapabilirler; gitmek lâzımdır. Sizi padişah yapacaklardır” —
dedi, — “Bu kadar kavga ve muharebeden sonra, ne gibi bir itimatla gideyim” —
dedim. Böyle konuşurken, Yusuf gelip, önümde iki dizi üzerine çöküp: — “Size
neden gizleyeyim; bundan Sultan Ahmed Bey’in haberi yoktur. Bayezid Bey sizin
haberinizi alıp, beni gönderdi” dedi. Böyle deyince, bana garip bir hal oldu.
Dünyada can korkusundan daha kötü bir şey yokmuş. Ben: — “Doğrusunu söyle,
eğer iş biraz başka şekilde ise, abdest alayım” — dedim. Yusuf yemin etti, fakat
onun yeminine kim inanır.
Kendimdeki takatsizliği düşündüm. Kalkıp, bahçenin bir köşesine gidip, kendi
kendime düşünerek: — “însan eğer bin sene bile, yaşasa nihayet ölecektir” —
dedim.

658 Cengiz DEMİR
______________________________________________
Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi Sayı: 5/2 2016 s. 651-660, TÜRKİYE
İster yüz sene, ister bir gün kal; bu gönül aydınlatan köşkü terk edeceksin.
Ölümü kabul ettim. Bu bahçeden bir su akıyordu. Abdest aldım. İki rekât namaz
kıldım. Başımı münacata koyup, dilek dilerken, uykuya dalmışım. Rüyamda, Hoca
Yahya’nın oğlu Hoca Ubeydullah hazretlerinin torunu olan Hoca Yâkub, ak ve kara
nişanlı ata binip, kalabalık bir cemaatle karşıma çıktılar ve: — “Endişe etmeyiniz,
Hoca Ahrar beni size gönderdiler: —“Biz onlara yardım gönderip, padişahlık
makamına oturtmuşuz; bir yerde müşkilâta uğrarsa, bizi göz önüne getirip, yad etsin;
biz orada hazır oluruz” — dedi. Hala bu anda muvaffakiyet sizin tarafınızdadır.
Başınızı kaldırın, uykudan uyanın” — dedi. Bu vaziyette sevinçle uyandım. Yusuf
Daruga ve yanında olanlar: — “Bahane edip, hiyle yapıyor; tutup bağlamak
lâzımdır” — diye birbirleri ile görüşüyorlardı. Bu sözü işitip:— “Siz böyle
konuşuyorsunuz, göreyim bakalım, hanginiz bana yaklaşabilir” dedim. Bu sözü
söylerken, bahçenin duvarından, dışarıda kalabalık bir atlı kafilesinin ayak sesi
geldi. Kutluk Barlas: — “Ahsi’den kaçıp çıkarken, sizden ayrıldıktan sonra,
Endican’a geldim. Hanlar da Endican’a gelmişlerdi. Ben, bir rüya gördüm. Rüyamda
Hoca Ubeydullah dediler ki, Babur padişah Kernan denilen köydedir; gidip onu
getirin. Padişahlık makamı ona verilmiştir” — dedi. Ben bu rüyayı gördükten sonra,
sevinerek, büyük ve küçük hana arzettim ve: — “Benim beş - altı küçük kardeşim ve
oğlum var; bunlara birkaç yiğit katınız. Kernan tarafına gidip, haber alayım” —
dedim. Hanlar da: — “Biz de onun o tarafa gitmiş olacağını düşünüyoruz” dediler ve
on kişi tayin ettiler ve: — “O tarafa gidip, iyice tahkik ederek, bir haber alın; hiç
olmazsa, o taraftan bir haber bulabilirsiniz” — dediler. Böyle konuşurken, Baba-ı
Pergarî: —“Ben de gidip arayayım” — dedi ve o da iki yiğit küçük kardeşi ile
birlikte olduğu halde, hareket ettik. Bugün üçüncü gündür, yoldayız. EIhamdülillâh
sizi bulduk” — dediler ve: “Yürüyün ata binin, bu bağlananları da alarak, gidelim.
Burada durmak iyi değildir. Tenbel sizin buraya geldiğinizden haber almıştır. Ne
yapıp yapıp gidelim de hanlara iltihak edelim” — dediler. Derhal ata binip Endican
tarafına yürüyüverdik (Arat, 1987: 126-127).
Haydarabat nüshasını İngilizceye çeviren S. A. Beveridge bu olağanüstü rüya ve
kurtuluşun esas metine dâhil olmadığını, uydurma olduğunu ve sonradan eklendiğini iddia
etmektedir. Beveridge, Haydarabat ve Kehr yazmalarında bulunmasına, İlminsky ve Courteille
tarafından da çalışmalarına alınmış olmasına rağmen, bu olayın uydurma olduğunu ve Cihangir
Şah (1569 - 1627) tarafından esere sonradan eklendiğini düşünerek Erskine ve Leyden gibi
çevirisine almamış, dipnotlarla gerekçelerini açıklamıştır:
İlminsky ve Courteille’nin eksiksiz bir yazma üzerine çalışmadıklarını, çalışmalarının
Elphinstone ve Haydarabat yazmalarıyla karşılaştırıldığında tutarsızlıkların görüleceğini
düşünmektedir. Beveridge’a göre, Farsça tercümelerden birinin Çağatay Türkçesi’ne yeniden
çevrilmesiyle oluşturulan Kehr - İlminsky metni garip bir biçimde bozuktur. Metindeki bu
kusurlar Babur’un üslubu hakkında okuyucuya yanlış izlenim vermekte, okuyucu bu kurtarma
hadisesini okurken esas metinden geçişi hissetmemektedir. Beveridge, görülen ayrıntılı rüyanın
sıra dışı olması, rüyada “mirza” unvanını kullanan Timur hanedanı mensubu Babur için
“padişah” sözcüğünün kullanılması, Hoca Yahya’nın Hoca Ya’kub isminde bir oğlunun olup
olmadığının bilinmemesi, olayda geçen isimlerin Baburnâme’de daha önce geçmemesi, hanların
Andican’da olmaması, bu bölümün ana metinle üslup olarak uymaması ve daha bazı

659 Cengiz DEMİR
______________________________________________
Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi Sayı: 5/2 2016 s. 651-660, TÜRKİYE
gerekçelerle bu kısmın Baburnâme’ye ait olmadığı sonucuna ulaşmıştır (Beveridge, 1979: ix -
xvi).
Sonuç
Baba tarafından Timur soyundan, anne tarafından Cengiz Han’ın soyundan olan
Muhammed Zahiruddin Babur, Timur hanedanı, Moğollar, Orta Asya tarihi, Hindistan tarihi,
Özbekistan tarihi, tasavvuf tarihi gibi pek çok alanda yapılan araştırmalarda bir tür kavşak rolü
oynamaktadır. 1858’e dek süren Gürkaniler İmparatorluğu’nu kuran Babur, savaşlar ve devlet
işlerinin yanında şiirle ve nesirle meşgul olmuştur.
Babur, dilindeki sadelik, canlılık ve ahenk ile Türk nesrinde mümtaz yere sahip olan
Baburnâme adlı otobiyografisinde pek çok tarihî olaylar ve kişiler hakkında elde edilmesi zor
bilgiler sunmaktadır. Detaylı olmasa da, Hacegan silsilesinin en gözde halkası olan Hoca
Ubeydullah Ahrar hakkında birtakım kısa bilgiler Baburnâme’de bulunmaktadır. Bu kısa
değinmelerde Hoca Ahrar’ın döneminde ne kadar itibarlı, sevilen, fakir ve mazlum dostu,
sultanların bile huzurunda edeple oturduğu bir kutlu insan olduğu görülmektedir. Pek çok
araştırmacının dikkatini çeken bu itibar ve sevginin kaynağında ise Hacegan büyüklerinin
‘Hakka giden yol halka hizmetten geçer’ düsturu olsa gerektir.
Kaynaklar
Abdulmecid HANÎ (2011). Hadaiku’l-Verdiyye (M. Emin FİDAN, çev.), İstanbul: Semerkand
Yayıncılık, s.600 - 607
AKAR, A. (2005). Türk Dili Tarihi. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
AKÜN, Ö. F. (1991). “Bâbürnâme”. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. Ankara:
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. 4, 404 - 408.
BEVERIDGE, S. A. (1979). Babur-nama (Memoirs of Babur). New Delhi: Oriental Books
Reprint Corporation
ERCİLASUN, A. B. (2013). Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi. Ankara: Akçağ
Yayınları.
Gazi Zahirüddin Muhammed Babur (1943). Vekayi Babur’un Hâtıratı I-II (Prof. Reşit Rahmeti
Arat, çev.). Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
GROSS, J. A. (2002). Tle Letters of Khwaja Ubayd Allah Ahrar and his Associates. Leiden:
Brill.
GÜLBEDEN, (1987). Hümayunnāme. (Abdurrab Yelgar, çev. ), Ankara: Türk Tarih Kurumu
Yayınları
KONUKÇU, E. (1991). “Bâbür”. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. Ankara: Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları, C. 4, 395 - 396.
LEYDEN, J. and ERSKINE, W. (1921). Memoirs of Zehir-ed-din Muhammed Babur
(Annotated and Revised by Sir Lucas KING). London: Oxford University Press

660 Cengiz DEMİR
______________________________________________
Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi Sayı: 5/2 2016 s. 651-660, TÜRKİYE
Mevlana Ali b. Hüseyin es-SAFÎ (2010). Reşehat (Hayat Pınarından Can Damlaları). İstanbul:
Semerkand Yayıncılık
NEVAYİ, Ali Şir (1996). Nesayimü’l- Mahabbe min Şemayimi’l Fütüvve (Prof. Dr. Kemal
ERASLAN, haz.). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınevi.
OLCOTT, M. B. (2007), Sufism in Central Asia, Washington: Carneige Endowment for
International Peace.
TOSUN, N. (2012). “Ubeydullah Ahrar”. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. Ankara:
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. 42, 19 - 20.

Konular