“FÂİK’İN, ‘ELÂ YÂ EYYÜHE'S-SÂKÎ EDİR KE’SEN VE NÂVİLHÂ’ MISRAINA TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN”

Ϧ
İSMAİL HAKKI AKSOYAK “FÂİK’İN ‘ELÂ YÂ EYYÜHE’S-SÂKÎ EDİR KE’SEN VE NÂVİLHÂ’
MISRAINA TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN”
HİKMET-AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [JOURNAL OF ACADEMİC LİTERATURE],
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI, YIL 2, SAYI 3, 2016 SS. 223-251
YÜKLEME TARİHİ: 23.03.2016 KABUL TARİHİ: 28.03.2016
İSMAİL HAKKI AKSOYAK*


INTERPRATION OF ONE COUPLET IN HAFIZ'S DİVAN BY FÂİK

Abstract:
"Elâ yâ eyyühe's-sâkî edir ke'sen ve nâvilhâ"
Ki ışk âsân nemûd evvel velî üftâd-ı müşkilhâ
This couplet is from the first ghazel in Hâfız-ı Şirazî (ö.
1389)'s Divan. İt is argued that the first line from the poem of
Yezid (ö. 683), the son of Muaviye:
Ene'l-mesmûmu mâ indî bi-tiryâkin velâ râkî
Elâ yâ eyyühe's-sâkî edir ke'sen ve nâvilhâ
It is understood that that is not true. In the same way,
Ottoman poets composed a lot of ghazals something like that.
Behiştî, Mirî, Zikrî, Sırrî, Sânî, Hisalî, Nimeti, Derviş and Hıfzî …
like Hâfız-ı Şirazî. Gelibolulu Mustafa Âlî and Yahya Bey wrote the
Arabic couplets in the same meaning. As a result, this way effected
more than ten Turkish poet.
Keywords: Hâfız-ı Şirazî, Yezid the son of Muaviye, Ottoman
Literature, Persian Literature, Borrowing.



“FÂİK’İN, ‘ELÂ YÂ EYYÜHE'S-SÂKÎ EDİR KE’SEN VE NÂVİLHÂ’ MISRAINA
TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN”
“Elâ yâ eyyühe's-sâkî edir ke'sen ve nâvilhâ”
Ki ışk âsân nemûd evvel velî üftâd müşkilhâ
(Ey sâkî! Kadehi dolaştır ve bana sun. Çünki aşk başlangıçta çok kolay
göründü; ancak içine girince ne zorluklar ortaya çıktı.)
beyti meşhur İran şairi Şirazlı Hâfız'ın (ö.1389) divanındaki ilk gazelin
ilk beytidir. Hâfız'ın beytinin birinci dizesi, Muaviyeoğlu Yezid'in (ö. 683)
Ene'l-mesmûmu mâ indî bi-tiryâkin velâ râkî
Elâ yâ eyyühe's-sâkî edir ke'sen ve nâvilhâ
(Ben zehirlenmişim. Yanımda ne tiryak, ne şarap var. Ey sâkî! Kadehi
dolaştır ve bana sun.)
beytinin ikinci dizesidir (Mazıoğlu, 1956). Yezid'in olarak bilinen bu
mısraın Hâfız tarafından iktibas edilerek ilk gazelinin matla beyti olarak
kullanması zamanın sanat çevrelerinde sansasyona sebep olur. "Hâfız'a
"Neden bu beyitten iktibasta bulundun" diye sorulduğu, onun da "kâfirin malı
mümine helâldir" diye cevap verdiği rivayet edilegelmiştir. Ehlî-i Şîrâzî bu
konuda şunları söylüyor: "Bir gece rüyada Hoca Hâfız'a ey fazilet ve bilgide
eşidi olmayan, bu kadar fazilet ve kemalinle neden Yezid'in şu şiirini aldın,
kendi şiirine kattın, diye sordum. Dedi ki: Bu meseleyi anlamazsın. "Kâfirin
malı mümine helâldir". Kâtibî de bu beyit yüzünden "Hâfız'ın şiirine öyle
şaşmaktayım ki akıl bunu anlamadan âciz kalır. Ne hikmet gördü de divanına

* PROF. DR.; GAZİ ÜNİVERSİTESİ, EDEBİYAT FAKÜLTESİ, TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ.
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
Yezid'in şiiri ile başladı. Kâfirin malı müslümana helâldir; bunda söz yok...
fakat arslanın, köpeğin ağzından lokma kapması ne büyük ayıp" mealindeki
kıtayı söyler (Gölpınarlı, 1992).
Farsçaya da çevrilen ünlü Hâfız Divan’ı Şerhi’nde Bosnalı Sudî, bu ilk
gazelin ilk mısraının Yezid Bin Muaviye’nin bir kıtasında “Edir ke’sen ve
nâvilhâ elâ yâ eyyühe's-sâkî” biçiminde yer aldığını ancak Hâfız’ın yine
Sudî’nin ifadesiyle “İki mısraını takdim ve tehir ettiğini söylüyor1. Muhammed
Kazvinî, Sudî’nin bu iddiasını çürüten geniş bir makale kaleme alır. Hüseyin Ali
Herevi, Hâfız’a yazdığı şerhin birinci cildinde Yezid’in bütün şiirlerinin 1982
yılında Beyrut’ta basıldığını ve söz konusu beytin Yezid’in divanında yer
almadığını tespit eder.
Muhammet Kazvînî ve Kâsım Ganî bu mısraın Yezîd’e ait olduğunu
reddederler. Minuvî ise 725’te vefat etmiş olan Husrev-i Dehlevî’nin, Hâfız’ın
doğum yılına yakındır, aşağıdaki beyti söylediğini hatırlatır.
Şarâb-ı la‘l bâşed kût-i cân-hâ kuvvet-i dilhâ
Elâ yâ eyyühe's-sâkî edir ke'sen ve nâvilhâ2
Muhammed Kazvînî yaptığı bir araştırmada bilinenin aksine Hâfız'ın
bu mısraı Yezid'den almadığını Harunürreşid dönemi şairlerinden Ebulfazl
Abbas bin Ahnef'in
Yâ eyyühe's-sâkî edir ke'senâ
Vekrir aleynâ seyyidü'l-eşribât
(Ey sâkî bardağını dolaştır ve sık sık bize bu içeceklerin en önde
gelenini ikrâm et.)
beytinden esinlendiğini ileri sürer (Seyyid Ebulkasım Encevî-i Şirazî,
1369; Aydemir, 2000, 229).
Bu mısra isterse Ebulfazl Abbas bin Ahnef'in şiirinden ilhamla
söylenmiş olsun Osmanlı şairleri arasında etkiler yaratmıştır. Bu etkiyle
Osmanlı şairleri de aynı dizeyi divanlarındaki ilk gazelin başına yerleştirirler.
Sözü edilen uygulamaya katılan şairlerden Vizeli Behiştî (ö. 1571)'nin gazelini
örnek olarak aşağıya alıyoruz:
"Elâ yâ eyyühe's-sâkî edir ke'sen ve nâvilhâ"
Bizi öldürmedin gam gâfil olma çâremüz kıl hâ
Ezelden mekteb-i ışkun bir üstâd-ı safâ-bahşı
Görüp âyîne-i tab’um dimiş bu hayli kâbil hâ
Görürsen mug-beçe yanında bir yanlış hayâl itme
Bizi ey pîr-i mey-hâne hemân oglun gibi bil hâ
Olur mı dîdeden dîdâra perde eşk-i hûn-âlûd
İrişdi cilve eyyâmı gönül demdür gözün sil hâ
Perî-rû dil-rübâlarda sana benzer melek yokdur
Kemâl ehlini sevmezsin musâhibin erâzil hâ

1 Seyyid Mehmet Vehbî Konevî, Şerh-i Divan-ı Hâfız, Dersaadet 1872, s. 22.
2 Hüseyin Ali Herevî, Şerh-i Gazelha-yi Hâfız, Tehran 1381, c. 1, s. 2.
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
Behiştî dil-rübâlarla mülâkata du’â kılsan
Kabûl olmaga sînende gerekmez kıl kadar gıl hâ
(Aydemir, 1999)
Sâniî de Hâfız’ın meşhur mısraını tahmîs etmiştir:
Bahâr oldu açıldı gonce-i gülşen temâşâ kıl
Yeter künc-i belâda ağlayup bahtın şebâsâ kıl
Çemen bezminde dâim merdümek câm-ı musaffâ kıl
Yetiş ayş u tarab esbâbını cümle muheyyâ kıl
“Elâ yâ eyyühessâkî edir ke’sen venâvilhâ”
Bugün bir işreti var gülşen-i mecliste hûbânın
Piyâle nûş ederler dem-be-dem ragmına devrânın
Cihânı na’re-i yâhû’su tutdu ehl-i irfânın
Yetiş ayş u tarab esbâbını cümle müheyyâ kıl
“Elâ yâ eyyühessâkî edir ke’sen ve nâvilhâ”
Açıldı gonceler işret demidir şimdi rindâne
Piyâle lâle-i hamrâ çemenzâr oldu mey-hâne
Salâ et Sâniî şimdengerü var ehl-i irfâne
Surâhî der sadâ ile olup mecliste mestâne
“Elâ yâ eyyühessâkî edir ke’sen ve-nâvilhâ3”
Mantıkuttayr nüshalarının birinde ise bu beytin altına şöyle bir yorum
yapılmıştır.:
"Elâ yâ eyyühe's-sâkî
Edir ke'sen ve nâvilhâ"
Ki ışk âsân nemûd evvel
Velî üftâd-ı müşkilhâ
Hoca Hâfız buyurdı kim
Didi ışkın hevâsından
Neler gördi neler buldı
Didi hem âh u zârım çok
Çü geldim kapuna Yâ Rab
Kapundan eyleme mahrûm
Sen ol lutf issi sultânsın
Senin gayrı ilâhım yok
Yüzi kara günahkâram
Günâhım hadden efzûndur
Kimin dergâhına varam
Lutf issi pâdişâhım yok
‘Âlem-i ervâhdan gelüp
Nüzûl itdüm fenâ milke
Kime yalvaram Yâ Rabbi

3 Veli Behcet Kurdoğlu, Şair Tabipler, İstanbul 1967, s. 144.
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
Gayrı perverdigârım yok
Yüzüm kara elim boşdur
Ne vech ile varam sana
İlâhî merhamet eyle
Elimde yâdigârım yok
Yüzüm yok dergâha varup
El kaldırup du’â idem
Senin gayrı kime varam
Benim hiç yâr-ı gârım yok
Gönül firâk ile toldı
Çü katlanmaz feryâd ider
Sığmaz yire göğe gayrı
Bir mekânda karârı yok
Kalupdur nâr-ı fürkatle
Düşüp bir dem karâr itmez
Niçe sabr eyleye tâ kim
Ölümden hod firârı yok
Düşüp çün bülbül külhâna
İdemez sabrına tâkat
Nidâ ider görün bülbül
Çü sabra intizârı yok4
Hâfız veli midir?
İslâm tasavvuf âleminde de kendisine mühim bir veli konumu sağlayan
Hâfız’ın Divanı “fal” kitabı hâline gelmiştir. Çünkü divandaki şiirler, derin bir
müphemiyet içinde her ruhun ihtiyacına cevap verecek beyitler ihtiva eder.
Hâfız’ın şiirleri, muhtelif konularda ve her konumdaki insanın zevkine
uygundur ve niyete göre anlam verme imkânı bakımından oldukça zengindir.
Meşhur bir rivayete göre gûyâ Hâfız’ın cesedinin Müslümanların
mezarlıklarına gömülmesine izin vermiyorlarmış. En sonunda onun divanına
müracaat ederler. Şu fal çıkar.5
Kadem dırîğ medâr ez-cenâze-i Hâfız
Ki gerçi gark-ı günâhest mî-reved be-bihişt
[Hâfız’ın cenazesine katılmaktan çekinme. Evet günahlara batmıştır ama
yine de cennete gidiyor.6]
Gerçek ne olursa olsun kitaptan özellikle de Hâfız Divanı’ndan fal
bakmanın onun yaşamı sırasında ve öldükten hemen sonra da kullanıldığı
anlaşılıyor. Hâfız’ın Lisanü’l-gayb ve Tercümânü’l-esrâr sıfatları ile anılması da
kendisinin mutasavvıf olarak görüldüğüne işaret ediyor. Hâfız evliyaullahtan
olsa da olmasa da şiirleri mutasavvıflar tarafından sevilmiş ve kullanılmıştır.
Osmanlı sahasında kendisini tespit edebildiğimiz veya edemediğimiz pek çok
nazire söylenmiştir. Bunlardan yeni ve ilgi çekici bir tespit olması bakımından

4 Mantıkuttayr, Ankara Millî Kütüphane, Yz. A 4301, yk.3b.
5 Mahmut Ruhulemînî, Fâl-ı Hâfız, Tehran 1359, s. 24.
6 Yakup Şafak, “Bahru’l-maârif Müellifi Sürurî’nin Şiir ve şairlikle İlgili Görüşleri”, Yedi İklim, C.7.,
S. 52, Temmuz 1994, s.19.
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
iki örneği sunuyoruz:
Hâfız’ın aşağıda
Ânân ki hâk-râ be-nazar kîmyâ kunend
Âyâ buved ki gûşe-i çeşmî bemâ kunend7
matlaı ile başlayan gazelini XV. yüzyıl şairi Çâkerî
Anlar ki hâke kılsa nazar kîmyâ kılur
İzün tozını gözlerine tûtiyâ kılur8
matlalı gazel ile Türkçeye tercüme etmiştir.
Elâ Yâ Eyyühe's-Sâkî Edir Ke’sen Ve Nâvilhâ’ Mısraı İle Bağlantılı Şiir
Yazan Şairler
Mısraın aynen iktibas edildiği 35 şiir tespit edilmiş. Bunlardan 5 ve 8
numaralı Şâhî’ye ait beyitler mükerrer olduğu için elimizde 32 şiir var. 2-30
(Zikri-Leysi) ve 19-33 (Nagmi-i Belgradi ve Nimetî) nin beyitleri tevarüt
olamayacak kadar birbirine yakın. Bunlar içinde 2 Zikri, 13 Şeyh Adli, 14
Şahidi, 18 Derviş Remimi, 21 Fezayi el-Kadi, 24 Remzi-i Mısrî, 30 Leysi ve 32
Seyyid Feyzi Bey’in alıntılanan beyitlerin telif olan mısraından tasavvuf
neşvesi hissedilmektedir.
I. Aynen iktibaslar.
II. Kısmen iktibaslar.
III. Anlam olarak iktibas
IV. Söyleyiş tarzını andıranlar
V. Arapça veya Farsça ibarelerle başlayan gazeller ve divanlar
Mirî (?), Emrî (?),Sırrî (?), Sânî (ö. 1688), Şâhî, Pertev, Ziyâyî, Kabûlî
(2), Ravzî (2), Adlî, Şâhidî, Behiştî, Hulûsî, Visâlî, Dervîş Remîmî, Nağmi,
Fezâyî, Ahdî, Hisalî (ö. 16. yüzyıl), Remzî-i Mısrî, Abdî, Nakşî, Civânî, Avnî,
Kâsib, Leysî, Dervişpaşa, Seyyid Feyzî Bey, Zikrî (ö. 1688), Nimetî (?), Zikrî (?)
ve Hisâlî…
Örneklerle de görüldüğü gibi Hâfız'ın divanındaki ilk dize gerek Fars
edebiyatında gerekse Şiirleri batı dillerine defalarca çevrilen ünlü İran şairi
Şirazlı Hâfız'ın divanındaki ilk dizeyi en az 35 Osmanlı şairi iktibas etmiştir.
Birçoğunun 16. yüzyılda yaşadığını tahmin ettiğimiz şairlerin Hâfız'ın
ilk dizesini aynen iktibas ettiği görülüyor.
Hıfzî (ö. 1799), Gelibolulu Mustafa Âlî (ö.1600) ve Yahya Bey (ö.1582)
ise söz konusu dizeyi iktibas etmek yerine aynı anlam ve vezinde Arapça
başka beyit söylemeyi tercih ederler.
Söz konusu mısraı aynen iktibas edenlerin yanında gazellerine Arapça
veya Farsça bir veya iki dize ile başlayan şairler de vardır. Nevayî (ö.1441),
Cem Sultân (ö.1495), İbni Kemal (ö.1534), Fuzulî (ö.1556), Bağdatlı Ruhî
(ö.1605) ve Şahidî İbrahim Dede (ö.1550) divanlarının gazeller bölümüne
sakiden yani içki dağıtan güzelden, aşk kadehinden ve âşıklardan söz eden bir
veya iki Arapça dize ile başlarlar.
Bu da Hafız’ın hem tasavvuf neşvesi ile şiir yazan hem de daha dünyevi
duyguları terennüm eden şairler tarafından önemsenip tazmin edildiğini
düşündürüyor bana. Nitekim “ela ya eyyuhe’s-saki ………” diye başlayan ünlü

7 Abdulbaki, Gölpınarlı, Hâfız Divanı, İstanbul (1992), s.126..
8 Hatice Aynur, XV. Yüyıl Şairlerinden Çâkerî, İstanbul 2000, s. 128.
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
gazeline yapılan şerhlerin hatırı sayılır bir kısmının tasavvufi eksende
yorumlanması da bu düşünceyi destekliyor9. Burada da Sudî’den gelen şerh
geleneğinde Hafız’ın bu gazelinin sadece rindane bir hava taşımadığı iddiası
yer alıyor). Nitekim sizin üzerinde çalıştığınız şerhin yazarının da Nakşibendi
tarikatına mensup olması sanki Hafız’ın, tasavvufi gelenek içinde de hatırlı bir
yer işgal ettiğini düşündürüyor bana.
Osmanlı şairinin İran edebiyatını model aldığı konusunda hemfikir
olunuyorsa, bu edebiyatın zirve ismi Hafız’ın da dünya ve şiir görüşü farklı
Osmanlı şairleri tarafından model alınmış olması çok da yadırganacak bir
durum değildir.
Arapça ve Farsça ibarelerle başlayan Divanlar ve Gazeller konusunda
da, Orhan Okay’ın Sanat ve Edebiyat Yazıları’da Baki’nin Kanuni
Mersiyesi’ndeki ilk beytini yorumlamıştı. Orhan Okay, bunun okuyana farklı
bir iklime pek çok açıdan göndermeler yapılacağının mesajı olarak
yorumlanması gerektiğini savunuyordu. Asaf Halet Çelebi’nin Hint
mistisizminden etkilenerek yazdığı şiirlerde de Hintçe ibareler bulunmasını
bununla açıklamıştı10. Öte yandan Hafız, o dönemin az buçuk okuryazar ve şiir
severleri tarafından zaten tanınan biriydi ve söz konusu şiiri de belki
açıklamaya ve şerhe gerek kalmaksızın biliniyordu. Yani, büyük olasılıkla
klasik şiir severler için Hafız’ın bu gazeli “öteki” iklimin şiiri değildi. Nitekim
listede ¼ oranında tasavvuf içerikli şiire konu olduğu görülse de bu tasavvuf
kentsel bir tasavvuftur yani entelektüel bir kesime hitap eden bir söylem
içerir. Alevilik gibi kırsala ait bir kültür değildir.
Tablodaki Avnî mahlaslı şair Fatih Sultan Mehmed ise 15.yy.dan
itibaren yani Hafız’ın yaşadığı yüzyıl dâhil olmak üzere 16.yy.da sayıca daha
fazla şair tarafından ve sonraki yüzyıllarda da örnekleri takip edilebilecek
şekilde Hafız Divanı’nın ilk gazelinin ilk beyit/mısraının tazmini, Hafız’ın
15.yy.dan itibaren her neşvedeki şair tarafından kendi şiir anlayışına yakın
bulunup, bir şekilde söylemine uydurulup, tazim edildiğinin de göstergesidir.
Tazmin, sonuçta beğenilen şiir ve şaire yapılır ve bence bir saygı ifadesidir.
Edebiyatımızda en çok Acem şairlerinin divanları, manzumeleri veya
beyitlerine şerhler yazılmıştır. Az da olsa Türkçe eserlerin şerhi yapılmıştır.
Şerh edilen müstakil eserler içinde Hâfız Divanı, Gülistan ve Bostan ilk sırayı
alır. Bunların yanında Câmî ve Hâfız gibi tanınmış İran şairlerinin divanlarına
ve şiirlerine birçok şerh kaleme alınmıştır.. Bunların içinde Hâfız Divanı
şerhlerinin ayrı bir öneme sahiptir. Bu şerhler Hâfız’ın Osmanlı sahasında ne
kadar beğenildiğini ve şiirlerinin şerhlerinin bile elden ele dolaştığını gösterir.
Sürurî şerhinin Türkiye kütüphanelerinde 100-150 civarında nüshasının
bulunması bu şerhin ne kadar sevildiğini gösterir.
Acem Edebiyatı’ndan Câmî’nin gazelleri ve muammalarına şerh
edilmiştir. Örfi Divanı’ndaki manzumelere başta Neşatî olmak üzere 10 kadar
Osmanlı şârihi şerh kaleme almıştır. Az sayıda olsa da Saib’in manzumelerine
şerhler vardır. Murat Molla da Şevket’in bir kasidesi şerh etmiştir.
Müstakimzade Süleyman Saadettin Hz. Ali Divanı'nın şerhi yapmıştır. Ünlü
Acem şairi Hâfız’ın Divanı hem bütün olarak hem de manzume ve beyit olarak
pek çok kez şerh edilmiştir. Dolayısıyla Osmanlı sahasında en çok merak
edilen şiirler Hâfızınkiler olmuştur. Hâfız Divanı’ hakkında yazılan en eski en
eski şerh, Sürurî’nin Şerh-i Divan-ı Hâfız’ıdır. Bunu Şemî’nin Şerh-i Divan-ı

9
İlyas Yazar, Hafız Divanı’nın İlk Gazel Üzerine, basılmamış çalışma.
10 Orhan Okay, “Bâkî'nin Kânûnî Mersiyesi'ne Dair”, Şükrü Elçin Armağanı, Ankara 1983, s.235-240.
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
Hâfız ve Sûdî’nin Şerh-i Divan-ı Hâfız-ı Şirazî adlı eserleri takip eder. Müstakil
Hâfız Divanı şerhlerinin sonuncusu Hüseyn-i Kefevî’nin Şerh-i Divan-ı Hâfız
adlı eseridir. Ayrıca Mehmed Vehbî Efendi şiirleri ilk defa tasavvufî bir görüşle
şerh etmiştir. Bu şerh, Hâfız’ın hemen her sözünü tasavvufî açıdan yoruma
tabi tutmuştur. Hâfız’ın Divanı’nın yanında ilk gazeline ve bu gazelin ilk
beytine ayrı bir önem verilmiştir. Âhîzâde, Hüseyin Efendi, Kemâl Paşazâde,
Sürûrî ve Rıdvân b. Mehmed Rûmî’nin bu beyit konusunda şerhleri
bulunmaktadır. XXX şairlerinden Fâik da Divanı Hâfız’ın "Elâ yâ eyyühe's-sâkî
edir ke'sen ve nâvilhâ" mısraı Lübb-i Sühan adı ile şerh etmeye çalışmıştır.
Fâik kimdir ve “Lübb-i Sühan” adlı şerhi değeri nedir?
Asıl adı Ömer’dir. Babasının adı Abdullah olduğu söylenir. Doğum yılı
ve yeri hakkında kaynaklarda bilgi yoktur. Sicill-i Osmanî ölüm tarihini 1245
olarak bildirir. (Rumi ise 1830/31, hicri ise 1829/30).
Vüzera mühürdarlığı, haceganlık, sipahi katipliği ve şıkk-ı salis
defterdarlığı yaptığı işler arasında sayılır. Bu da Faik’in memur sınıfından
olmakla birlikte üst düzey bir görevi bulunmadığını gösterir.
Sicill-i Osmanî ve Fatin Tezkiresi’nin verdiği bilgiler arasında yer
almamakla birlikte Üniversite Ktp. Halis Efendi Kt. 75 numaradaki Faik
Divanı’nın 27. yaprağında kendi el yazısı ile yer alan “anbar-emin-ı sabıkı”
ibaresi, biyografik kaynaklarda yer almayan başka memuriyetlerinin de
varlığına işaret eder.
Divanındaki bazı şiirlerden Nakşibendi tarikatına mensup olduğu
hissedilmektedir. Ancak Nakşilikten önce Şeyh Mehmed Sadık Efendi’nin
şeyhliği yaptığı Sadiye tarikatına intisap ettiği yine kaynaklarda kayıtlıdır.
Fatin Tezkiresi’nde şiirlerinin varlığından bahsedilmekle birlikte
divanından bahsedilmemiştir. Ancak Faik’in Türkçe ve Farsça Divanı
bulunmaktadır. Türkçe Divanı’nın bilinen altı nüshası vardır: İstanbul
Üniversitesi Ktp. T.2234; T. 275; T. 5473; Millet Ktp. Manzum Eserler 320;
Süleymaniye Ktp. Zühdi Bey Kt. 130/2 numaralarda kayıtlıdır
Divanları dışında Makalat-ı Sıddıkiye, Nizamü’l-atik fi’l-amik, Ahvâl-i
Rızaiyye isimli mensur üç eseri vardır. Makalat-ı Sıddıkiye, kendisine intisap
ettiği şeyhi Neccarzade Sıddık Efendi’nin menakıbına dair bir eserken,
Nizamü’l-atik fi’l-amik tarihe dair bir eserdir. Ahval-i Rızaiyye ise babasının
hal tercümesini içerir. Divanı dışında kalan mensur eserleri basılmıştır.
Lübb-i Sühan’a Göre Hâfız
Şiraz’da doğup büyümüş ve yine Şiraz’da 792 (1389/1390) yılında
vefat etmiştir. Şiraz’da bulunan Gülgeşt-i Musalla isimli yerde metfundur. Şah-ı
Nakşibend Bahaeddin Hace’nin de aynı yıl vefat ettiği söylenmesine rağmen,
Reşehat’ta vefatına tarih olarak düşülen “kasr-ı irfan” bu tarihle örtüşmez.
Hâfız-ı Şirazi’nin, Saadeddin Taftazanî ile aynı yıl vefat ettiği (1390) bilinir.
Sözden anlayan, söze kıymet verenler, Hâfız Divanı’ndaki ilk gazelin ilk
mısraının lanetli ve alçak Yezid’in kelamı olduğu konusunda fikir birliği
halindedir. Hazret-i Hâce gibi irfan madeni ve hakikat incisi hazinesi birinin
hangi gereklilikle o lanetlinin murdar sözüne tenezzül ettiği, ârifler ve aydınlar
arasında tartışma konusu olmuştur. Kimileri buna tesadüfî derken kimileri de
tesadüfi olmadığı görüşündedir.
Hâfız, gayb sırlarının büyük perdesinin tercümanı, iyi insanların
sırlarına tümden vakıf, elest meclisindeki tanrısal cezbenin sarhoşu, manalar
meyhanesinin kadehiyle coşmuş, aşk evreninin korkusuz askeri, irfan sahibi,
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
olgun, vuslata ulaşmış âşık Hâfız-ı Şirazi olarak tanınan meşhur Hace
Muhammet’tir.
Gayb sırlarının tercümanı olan Hâfız’ın bütün sözü aşk ve tevhit nükte
ve remizlerinden ibaret ve tarikat yolunun hikâyeleri ile tevhit ehlinin çeşitli
hallerinden ibarettir. Sufi görünüşlü ikiyüzlü kişileri kullanarak derinlerdeki
sırları ve manevî halleri yani gerçek manaları söyler. Sırların keşfi (keşf-i
esrâr) konusunda maddi ve manevi zararları kendine izafe etmek suretiyle
işaret eder. Saliklere şeriat, tarikat, hakikat ve marifet noktasında bu yolla
öğütler verir. İnsanlar ona “mütekellim” der. Hâfız, kaba softa tipinde bir zahit
değildir, aşk şarabını inkâr etmez, bir an bile o şaraptan uzak olamaz.
Hâfız’ın sözlerinin her birinin irfan dolu mucizeler yaratan, aşk ve
sevgi meyhanesinden taşacak derecede dolu bir hakikati içeren kadeh olduğu
şüphesizdir. Pek çok âşık ve sadık secde âleminde manevi neşveyle sarhoş
olduğu, temiz yürekli saf münkirler zümresi dahi Hâfız’ın sırları işaret eden
sözlerini işittiklerinde “la havle” demeye başladıkları tüm dünyada sözün
kıymetinden anlayanların malumudur.
Bu çalışmanın sonunda şu çıkarımlarda bulunabiliriz:
1. XIX. yüzyılda bile Hâfız’ın etkisi canlı ve tasavufî çevrelerce şerhinin
yapılıp okunduğu görülüyor.
2. Kendisi de mutasavvıf olan Fâik Ömer, şerhinde Seyit Vehbî gibi
Hâfız’a tasavvufî bir şerh yapmıştır.
3. Fâik Ömer şerhinde diğer şerhlerdeki gibi kelimelerin dilbilgisi
açıklamalarına çok fazla yer vermeden onların tasavvufî anlamları üzerinde
durmuştur.
4. Fâik Ömer’in şerhinin değeri diğer şerhlerle karşılaştırarak
değerlendirilebilir.
5. 15. yüzyılda sanat çevrelerinde yaşanan bu hadise 19. yüzyılda da
canlılığını koruyabilmiştir.
6. Hâfız’ın meşhur beyti edebiyatımızda yönlerden iktibas edilmiş ve
esinlenilmiştir:
I. Aynen iktibaslar.
II. Kısmen iktibaslar.
III. Anlam olarak iktibas
IV. Söyleyiş tarzını andıranlar
V. Arapça veya Farsça ibarelerle başlayan gazeller ve divanlar
Özellikle son maddede yer alan özelliğin Hâfız’ın meşhur beyti ile ilgili
olduğuna dair bir makalede bir iz bulabildik. Alî kemal Peyâm-ı Edebî’deki bir
makalesinde Nevâyî ve Fuzûlî’nin Hâfız’ın yolunu tutarak divanlarına Arapça
beyit ile başladığını belirtiyor11.
6. Divan edebiyatı ile meşgul olacak olanlar Arapça ve Farsçayı anadili
Arapça veya Farsça olanlar kadar öğrenmeleri mümkün olmayabilir. Divan
edebiyatı çabalarını daha ciddi sürdürme istiyorsak şiirimize bu diller aracılığı
ile giren ortak deyimlerden, atasözlerinden ve “Elâ yâ Eyyühe’s-sâkî ve edir
ke’sen nâvilhâ” gibi etrafında tartışmalar oluşmuş ve bir gelenek oluşturacak
kadar benimsenmiş sanat hadiselerinden de haberdar olmak zorundayız.

11 Ali Kemal, Makaleler, (Hz. Hülya Pala), İstanbul 1997, s.125.
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
KAYNAKLAR
Âhîzâde, Hüseyin Efendi, Risâle fî-tahkîkil-bey bi’l-vefâ, Millet
Kütüphanesi Ali Emiri, Arabî no: 1122/2, yk. 20-22. (Sonunda Hâfız-ı
Şirâzî’nin bir beytinin Türkçe şerhi var.)
Ali Kemal, Makaleler, (Hz. Hülya Pala), İstanbul 1997, s.125.
Arslan, Saime, Resmî Alî Baba, Divan, Gazi Ünversitesi, Yüksek Lisans
Tezi, Ankara 2002.
Aydemir, Yaşar, (2000), Behiştî Divanı, 59, s. 229, Ankara, 768 s.
Bahauddin Hurremşahî, (1366), Hâfıznâme, s. 1, Tahran, C. I, 654 s.
Behiştî, Mecmua, Ankara Millî Kütüphane, Yz. C. 4, 51b.
Çavuşoğlu, Mehmet, (1977), Yahya Bey Dîvân, s. 279, İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 646 s.
Demirel, Mustafa, (1996), İbni Kemâl Divan, s. 9, Fakülteler Matbaası,
İstanbul, 229 s.
Divan-ı Hâfız, (1369), Seyyid Ebulkasım Encevî-i Şirazî, Çâphâne-i İlmî,
s. 1, Tahran 1369.
Emir Şâhî, (1871), s. 1, Divan-ı Farisî, 250 s.
Emrî, Mecmua, Süleymaniye Kütüphanesi, Zühdî Bey, nr: 449, s. 57b.
Ersoylu, Halil, (1989), Cem Sultân'ın Türkçe Divanı, s. 44, Ankara, 356
s.
Fâik, Divan-ı Fâik, "Elâ yâ eyyühe's-sâkî edir ke'sen ve nâvilhâ"
Mısraının Şerhi, İstanbul Üniversitesi, T. 2234, 1b-2a.
Gelibolulu Mustafa Âlî, Mecmau'l-bahreyn, Ankara Millî Kütüphane, Yz.
A 136, 16a.
Gölpınarlı, Abdulbaki, (1992), Hâfız Divanı, s. 664-665, Milli Eğitim
Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 722 s.
İnal, İbnülemin Mahmud Kemal, (1988), Son Asır Türk Şairleri, s. 608,
Dergâh Yayınları, İstanbul, C. 2, 617 s.
Karahan, Abdülkadir, (1988), Şirazlı Hâfız ve Şiirlerinden Seçmeler, s.
123, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 125 s.
Kemâl Paşazâde Şemseddîn Ahmed b. Süleymân, Şerh-i Beyt-i Hâfız-ı
Şirâzî, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, no: 619/16, yk. 268b-
269a.
Komisyon, (1969), Türkçe Yazma Divanlar Kataloğu, Millî Eğitim
Basımevi, İstanbul, C. 4, 125 s.
Kurdoğlu, Velî Behcet, Şair Tabibler, İstanbul 1967, s. 144.
Levend, Agâh Sırrı, (1966), Ali Şir Nevayî, s. 19, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, Ankara, C. II, 272 s.
Mazıoğlu, Hasibe, (1956), Fuzulî-Hâfız, s. 313, İş Bankası Yayınları,
Ankara, 384 s.
Muhammed-i Kazvinî, Mecelle-i Yâdigâr, s. 45-78, Sâl-i Evvel, Şomare-i
Nüh, Ürdibehişt 1324, 78 s.
Muslihiddîn Mustafâ b. Şabân Sürûrî, Şerh-i Beyt-i Hâfız-ı Şirâzî,
Mevlana Müzesi, no: 4925/5, yk. 16a-b.
Nazîre-i Mirî, Mecmua, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi, İS.
I, 575, 38a.
Nazîre-i Zikrî, Mecmua, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi,
İS. I, 575, 38a.
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
Rıdvân b. Mehmed Rûmî, Şerh-i Beyt-i Hâfız-ı Şirâzî, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin Türkçe Yazmaları, no:
1323/2, yk. 49b-65a
Rûhî, (1287), Külliyat-ı Eş’âr-ı Rûhî-i Bağdâdî, s. 84, İstanbul, 356 s.
Sânî, Divan, Mısır Millî Kütüphanesi, nr: ? , 88b.
Sânî, Mecmua, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi, İS. I, 4125
115b.
Sevgi, Ahmet, "Giritli Şairler", Selçuk Üniversitesi, Fen-Edebiyat
Fakültesi Dergisi, 1992-1993, 7-8. Sayı, s. 41, 18 s.
Seyyid Vehbî Konevî, (1273), Şerh-i Divan-ı Hâfız, s. 1, Bulak, C. 1, s. 1.,
503 s.
Sırrî, Mecmua, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi, İS. I, 4125,
115b;
Sırrî, Mecmua, İstanbul Üniversitesi, T. 1802, 39b.
Sudî, (1250), Şerh-i Divan-ı Hâfız, s. 2-3, Bulak, C. 1, 411 s.
Şerh-i Beyt-i Elâ ya Eyyuhe's-sâkî, Kastamonu İl Halk Kütüphanesi, 37
Hk 1118/8, yk. 209b-216b.
Tarlan, Ali Nihat, (1985), Fuzulî Divanı Şerhi, s. 12, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yayınları, Ankara, C. I, 350 s.
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
[1b] LÜBB-İ SÜHAN12

FeèilÀtün feèilÀtün feèilün
Hamd-i bì-had o kerìm’ullÀha
Hamdi zìb-Àver-i zìver-efvÀha
Her dem Àvìz ola hem dürr-i salÀ
Ravza-i pÀk-i Resul’ullÀha

TercemÀn-ı serÀ-perde-i esrÀr-ı gayb ve rÀz-dÀn-ı serÀ’ir-i ebrÀr-ı lÀ-reyb
bì-hÿş-ı bezm-i elest-i cezbe-i rabbanì pür-cÿş-ı cÀm-ı mey-kede-i maèÀnì èÀlem-i
èışkun ser-bÀzı èÀrif u kÀmil èÀşık-ı vÀsıl HÀce Muhammedü’l-meşhÿr bi-HÀfızi’ş-
ŞìrÀzì kuddise sırrehu hazretlerinün mevtın u mevlidleri hıtta-i memleket-i ŞìrÀz
olup vilÀyet-i ŞìrÀzda niçe zamÀn dem-sÀz-ı nÀy-ı nagme-i èirfÀn ve bezmgÀh-ı ehli
mahabbetde sÀgar-ı kelÀm-ı hakìkat-ittisÀmları rahşìde-pÀş-ı nişeste-i derÿn-ı
sÀlikÀn olarak zamÀnları güzerÀn idüp sÀl-i ferhunde-fÀl-i hicret-i nebeviyye
sallallÀhu taèÀlÀ èaleyhi vesellemin yedi yüz doksan [2a] iki tÀrìhinde mevzi-i
mihen-i gabrÀ-yı nÀsÿtdan èazm-i gülşen-serÀ-yı èÀlem-i lÀhÿt itdükde derÿn-ı
ŞìrÀzda vÀkiè Gül-geşt-i MusallÀ nÀm makÀm-ı ferah-fezÀda Àsÿde-nişìn ü medfÿn-
ı hÀk-i pÀk-i güzìn olmışdur. Ol sÀl-i fürkat-me’Àlde kutb-ı rabbü’l-èÀlemìn Hazreti
HÀce BahÀed-dìn ŞÀh-ı Nakşbend kaddesallÀhu bi-sırrehi’l-emced hazretlerinin
dahı vefÀtını bir mahalde yazmışlar meşhÿdum oldı ancak tÀrìh-i vefÀtı ReşehÀt-ı
şerìfe tahrìri üzre kasr-ı èirfÀn olmagla bu takdirce muvÀfık olmaz. VelÀkin gÀlibÀ
Àhir-i senede vukÿè u tesÀdüfe mebnì ola Hazret-i ŞÀhun fevti tÀrìhi eger kasr-ı
èÀrifÀna farz olınursa bir elif-i memdÿde zammıyla mutÀbık gelür. Ancak anlarun
tÀrìh-i vefÀtları kasr-ı èirfÀn oldugu ReşehÀt’da muharrer olan FÀrsì tÀrìhden
maèlÿm ve muèayyendir ki mısra-ı tÀrìh budur:
Kasr-ı èirfÀn z’Àn sebeb Àmed cenÀb-ı ……….. (791)
Ve’l-hÀsılı ol sÀl-i hüzn-iştimÀlde ihvÀnÀn-ı HÀce HÀfız-ı ŞìrÀzì ve sÀlikÀn-ı
hakìkat-feşÀn-ı Hazret-i ŞÀh müdÀvemet-i hümÿm-ı hücre-i ahzÀn u èÀlem-i [2b]
rabbÀnì SaÀdeddìn TaftÀzÀnì hazretleri dahı ol sÀlde menzilgÀh-ı fürkÀtden
nüzhetgÀh-ı vuslata hırÀmÀn u tullÀbÀn-ı medrese-nişìnÀn dahı mülÀzemet-i gumÿm
ile giryÀn oldıkları nüvişte-i sahìfe-i beyÀn oldıgı maèlÿm-ı hünerverÀn-ı cihÀn
durur. Rahim’allÀhu taèalÀ èaleyhi ve alÀ Àlihim ve ihvÀnihim ecmaèìn. AmmÀ ba‘d
maèlÿm-ı èurefÀ vü meczÿm-ı zürefÀ vü fuzelÀdır ki HÀce HÀfız hazretlerinün
kelÀm-ı muèciz-nizam-ı èÀrifÀneleri ki her biri bir hum-hÀne-i èışk u mahabbetden
leb-rìz bir sÀgar-ı hakìkat-Àmìz oldıgı bì-gümÀn ve niçe èÀşıkÀn u sÀdıkÀn neşe-i
maèneviyesiyle èÀlem-i sücÿda sekrÀn ve zümre-i münkirÀn-ı sÀde-levh [ü] sÀdedilÀn
dahı istimÀè-ı kelimÀt-ı gÀmıza-simÀtlarıyla lÀ-havle-gÿyÀn oldukları
maèlÿm-ı sühan-şinÀsÀn-ı cihÀn olmagla bu hakìr-i pür-taksìr FÀ’ik-i nÀ-tüvÀn el
cÀhilu cesÿrun medlÿlınca kemÀl-i cehÀletimden nÀşì bilÀ-tehÀşì Hazret-i HÀcenin
mezÀk u ıstılÀhÀt-ı sÿfiyye üzre bazı rümÿzÀt-ı kelÀmını beyÀn u maènÀ-yı
hakìkiyyesini èayÀn itmek içün [3a] dìvÀnından harf-i elifden yÀya resìde olınca
kadar müşkilÀt-ı gazeliyyÀtınun her birinden üçer beşer gazel intihÀb iderek vÀdì-i
şerh-i tahkìka güstÀhÀne giderek şürÿè itmişdüm ve ser-zìb-i safha-i dìvÀnı olan elÀ

12 Fâik, Divan-ı Fâik, “Elâ ya Eyyühe’s-sâkî edir ke’sen nâvilhâ”, Mısraının Şerhi”, İstanbul
Üniversitesi Kütüphanesi, T. 2234, 1b-10b.
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
eyyühe’s-sÀki gazelinin icmal-i maènÀ-yı èibÀre-i FÀrsiyyesi şerhinden sonra
maèÀnì-i hakìkiyyesini dahı bi’t-tamÀm bì-edebÀne şerh itmişdim ve işbu gazelden
mÀèada birkaç beyit dahı tahkìkÀne şerh olınmış olup ancak der-Àn sÀat bir hÀtıra
sebebiyle terk idüp niyyetime nÀdim ve tarìk-i rücÿèa èÀzim oldum. èAle’l-husÿs
Şemèì ve Surÿrì ve Sÿdì gibi fÀzıl-ı yegÀneler ki şÀrih-i dìvÀn olup anların kÀl ü
kaleme almadıkları kelÀma benim bir cÀhil u mechÿlün zebÀn-dırÀz olması sÀz-ı
bed-ÀvÀz-ı cehÀlet u bì-edebÀne ile dem-sÀz olmadan èibÀret bir hÀlet-i güstÀhì
oldugu bì-gümÀn olup gazel-i mezbÿr ve ebyÀt-ı mezkÿreler tekmìlen şerh olınmış
olmagla bazı ihvÀn dahı tebyìzine iltimÀs itmegin kendimi Kıtmìr-i AshÀb-ı [3b]
Kehfden taèdÀd u teybìz-i müsvedde-i evrÀkını her çi bÀd-À-bÀd tarìkince safha-i
zÀhire-i cesÀrete keşìde ve nazra-i nÀzire-i nezÀrete resìde itdüm makÀl-i èaczme’Àlim
her ne kadar musìb degil ise dahı mısra:
FeèilÀtün feèilÀtün feèilÀtün feèilün
Áb-ı pÀke ne zarÀr vakvaka-i kurbagadan
Mefèÿlü fÀèilÀtü mefÀèìlü fÀèilün
Meh nÿr mì-feşaned u seg bang mì-şeved
Sekr Àb-i pors-ı hışm-ı to ey mÀh-tÀb çìst
Av‘avu’l-kilÀb lÀ-yuzirru’s-sehÀb kabìlinden olup fÀ’ideden dahı hÀli
olmadıgından başka vesìle-i rahmet olur ümìdiyle beyÀna keşìde ve miyÀne-i
ihvÀna bir berg-i sebz-i dervìşÀne olarak resìde idüp güstÀhÀne ihdÀ kıldum. Tahrìr
olunan keyfiyyet èalÀ’tarìki’l-icmÀl zübde-i kelÀm-ı hakìkat-iştimÀl olmagla ismini
dahı Lübb-i SühÀn tesmiye ve mÀye-i maènÀyı gevher-i eczÀ-yı fikretle terbiye
idüp taèbirÀt-ı maèÀnì-i hakìkası bazen kütüb-i tasavvufda cilve-ger-i meşhÿdum ve
bazen dahı zebÀn-ı meşÀyıhden mesmuèum ve kimi dahı bi’l-èacz ve’t-taksìr
ilhÀmÀt-ı kalbiyyeden ser-zede-i zuhÿr olan maènÀdur ki [4a] varakçe-i èayÀna derc
ve nakd-i efkÀrı sahìfe-i beyÀna harc ederek yÀdgÀr-ı ihvÀn-ı vefÀ-şi’Àr eyledim
niyÀzmendim ki devha-zÀr taèrìfinde bezg-i efsÿrde-i kusÿr olan nihÀl-i maèÀnisin
ÀbyÀrì-i himÀye-iltifÀtlarıyla şÀd-Àb ve bu èabd-i ahkÀrı semere-i teveccüh-i
derÿniyyeleriyle kÀm-yÀb buyururlar ki şìme-i kerìme-i Àyìn mürüvvet-mendÀn u
suhan-sencÀn-ı kadr-şinÀs-ı gevher-i maèÀnì olan zevÀta şÀyÀn bir hisÀl-i bergüzìde
oldugu nümÀyÀndur. HemÀn CenÀb-ı Hakk tahkìk-i maèÀnìde tevfìkini
terfìk eyleye Àmìn.
Mefèÿlü mefÀèìlü mefÀèìlü feèÿlün
YÀ Rab sühanım mevrid-i tahkìka karìn et
GüftÀrımı ser-safha-i maènÀ-yı güzìn et
HÀl ile zekebÀn-ı kalemim dediği kÀli
AhkÀm-ı şerìèatde hatÀlardan emìn et
Maèlÿm-ı sühan-şinÀsÀn-ı cihÀndur ki HÀce HÀfız hazretlerinin ser-zìb-i
safha-i dìvÀnı olan gazelinün mısrÀè-ı evveli mazhar-ı laènet-i pelìd u èanìd
Yezìdün kelÀmı [4b] oldugu müttefekun èaleyh olup ÀyÀ ne zarÿret kesb etdigi
meger Hazret-i HÀce gibi bir kÀn-ı maèrifet ve gencìne-i gevher-i hakìkat öyle bir
mazhar-ı laènetin sühÀn-ı nÀ-pÀkine tenezzül ide diyü miyÀn-ı èurefÀ vü zürefÀda
kìl u kÀl olunup kimi tesÀdüf makÿlesidir ve kimi dahı degildür diyerek bÀèis-i
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
bahs u cidÀl olup hattÀ èÀlem-i misÀlde ruhÀniyyet-i Hazret-i HÀceden zÀtun biri
tefahhus edip keyfiyyet-i su’Àl u cevÀbı FÀrsì èibÀre ile bu vech ile nazm itmişdür.
fÀèilÀtün fÀèilÀtün fÀèilÀtün fÀèilün
HÀce HÀfız-rÀ şebì dìdem be-hÀb
Goftem ey der-fazl u dÀniş bì-hisÀb
Ez çi ber-hod besti ìn beyt-i Yezìd
BÀ-vücÿd-ı ìn heme fazl u kemÀl
Goft to vÀkıf-ı ne der-z’ìn mes’ele
MÀl-i kÀfir hest ber-mü’min helÀl
Fièl-hakìka mÀl-i kÀfir mü’min üzerine helÀl oldu ise dahı bu fakìr-i pürtaksìr-i
kalìlü’l-bizÀèanun fehmine nÀ-mülÀyim bir maènÀ olup mÀlı olmagla şÀyÀn-
ı mÀl olmadıgından [5a] başka kendi dahı mÀlı alınan kÀfirlere kıyÀs olmayup
mÀlına ve kendine laènet be-her-dü şÀmil olan kabìlden oldıgı izhÀrdur. Ancak
mutlaka tesÀdüfdür zann iderim veyÀhod bir sırr-ı hikmet tahtındadur diyü tesellì
vü tahayyül ederim. èAle’l-husÿs Hazret-i HÀcenin vefÀtından sonra tertìb-i
dìvÀnını eden zÀtlara taèaccüb ederim ki merhÿmun harfü’l-elifden sÀ’ir gazelinin
birini ser-levha-i ibtidÀ-yı dìvÀn itmeyip anunla ibtidÀ itmişler bu dahı tabè-ı hakìre
nÀ-mülÀyım görinür. AmmÀ Hazret-i ÒÀcenin èuluvv-i şÀn-ı maèneviyesi cümle
èÀrifÀn-ı maèneviye sÀhibi èindlerinde muèayyen olmagla bizim gibi ehl-i èaczin
idrÀki bu müşkilin halline yol bulmaz sırrına kendi èalemdür vallÀhu’l-muèìn.
Beyt
mefÀèìlün mefÀèìlün mefÀèìlün mefÀèìlün
[1] ElÀ yÀ eyyuhe’s-sÀkì edir ke’sen ve nÀvilhÀ [I]
Ki èışk ÀsÀn nemÿd evvel velì uftÀd müşkilhÀ13
[II]
ElÀ harf-i istiftÀh yÀ harf-i nidÀ yÀ harf-i tenbìhe’s-sÀkì takdìren merfÿè-ı
sıfat edir emr-i muhÀtab ke’s elsine-i nÀsda telaffuz olınan kÀse olup [5b] ancak bu
mahalde mazrÿf-ı hamr olan kadehden èibÀretdür ki lafzı isimle harf miyÀnında
müşterek harfinin beynini rabt içindür. Nemÿd fièl-i mÀzì uftÀd dahı fasl-ı mÀzì
olup iki maènÀ ile müşterekdür. Biri düşmek ve biri vakèa gibi vÀkiè oldu
dimekdür. Mahsÿl-i sühan “Ey sÀkì ÀgÀh ol devr eyle kÀseyi dahı sun. ZìrÀ èışk
evvel ÀsÀn göründü velÀkin müşkilleri vakiè oldu dimekdür. MÀènÀ-yı èibÀre-i
FÀrsiyye budur ki cümleye maèlÿmdur. Ya’lemu’l-lah tahkìk-i maèÀnì-i hakìkiyye
bu vech ile ola ki zebÀn-ı ıstılahÀt-ı èuşşÀk-ı ilÀhiyyede sÀkì teşekkür yüzünden
tecelliyÀt-ı mahabbetullÀhdan kinÀye olup ve bazı mahallerde dahı reh-ber-i
tarìkate ıtlÀk olına. KÀse ki, kadeh ve cÀm taèbìr olınur kadeh-i vakte ve cÀm-ı
èÀleme ve kalb-i Àrife ve ahvÀl-i sÀlike remz olup dimek olur ki ey sÀkì-i feyz-i
tecellì-i mahabbetullÀh veyÀhod ey pìr-i dest-gìr-i tarìk-i ÀgÀh sÀgar-ı èışk-ı
maèneviyyeyi devr ile dahı sun. ZìrÀ cezbe-i kemend-i saèÀdetmend-i tevfìkine [6a]
beni bezm-i mahabbetullÀh çekdi. HÀric ez havsala-i tahammül olan èışk evvelÀ

13 Saki döndür kadehi, herkese sun, bana da ver. Çünkü aşk önce kolay göründü ama sonradan çok
müşküller meydana geldi.
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
ÀsÀn göründü. VelÀkin bu rahm-ı bì-pÀyÀnda müşkiller vÀkiè oldu. KÀse-i èışkı
bana sun ki tÀ ser-mest-i mertebe-i kemÀl olup hall-i müşkil edeyim diyü hÀl dili
kÀle getirmiş olalar. AllÀhu aèlem bi-hakìkatü’l-hÀl
mefÀèìlün mefÀèìlün mefÀèìlün mefÀèìlün
[2] Be-bÿy-ı nÀfe-i k’Àhir sabÀ z’Àn turre be’gşÀyed [III]
Zi-tÀb-ı caèd-ı müşgìneş çi hÿn üftÀd der-dilhÀ [IV]
Be-bÿyìde bÀ-sebebiyyet nÀfe göbek ancak bu mahalde şol göbekdür ki
diyÀr-ı Hind u Çin taraflarında olan ahuvÀnın göbegi miskidür. Bÿyì bÿy-ı zülf-i
mahbÿbdan kinÀyedür. SabÀ matlaè-ı şemsden hübÿb eden bÀda ve seherì vezÀn
eden rÿzgÀra ıtlÀk olınur. Z’Àn ism-i işÀret be-güşÀyed fièl masdarı tÀbìden pertev u
tÀkat ve bu kelime ki pìç u pìç-tÀb dirler. Caèd siyÀh ve mücellÀ zincìr şeklinde
olan zülfe ıtlÀk olunur. Mulahhas-ı sühan yaènì bir nÀfe kokusu sebebiyle ki Àhir-i
sabÀ ol turreden açar dìvÀnun yaènì mahbÿbun [6b] caèd-ı müşkili turresi tÀbından
dillere ne kanlar düşdi dimekdür. èAla-tarìku’l-hikÀye der-me’Àl-i èibÀre-i zÀhire-i
FÀrsiyye budur ancak turra ki zülfden èibÀretdür. Zülf-i pìç ıstılÀh-ı èurefÀda usÿl-i
hakÀyıka ve sıfat-ı CelÀle remzdür. TÀb-ı zülf ketm-i esrÀrdan kinÀye olmagla lübbi
kelÀm hakìkat-ı maènÀ AllÀhu aèlem bu vech iledir ki bÿy-ı tecellì-i muvÀsalat-ı
hakìki cÀn dimÀgına resìde ola diyü usÿl-i hakÀyıkda ketm-i esrÀr için bìm-i
mazhariyet sıfat-ı CelÀlden ve bÿy-ı hakìkate kemÀl-i intizÀrdan dil hÀnesine ne
kanlar düşdi. Yaènì tarìk-i èışkda hasbe’z-zÀhir çekilen şedÀ’id u ÀlÀma nihÀyet
yokdur dimek ola. èAlÀ-küllì hÀl hikÀye-i ahvÀl-i èışk mahbÿb mücÀhedesinden
kinÀyedür.
[3] Be-mey seccÀde rengìn kon geret pìr-i mugÀn gÿyed [V]
Ki sÀlik bì-haber ne-bÿd zi-rÀh-ı resm-i menzilhÀ [VI]
Rengìnde yÀ-i nisbiyye-i nÿn ifÀde-i tekid resm Àdet menziller meyhÀneden
èibÀret pìr-i mugÀn pìr-i meygedeyi remzdir. ZÀhir-i èibÀre-i beyt budur ki
eger sana pìr-i mugÀn [7a] mey ile seccÀdeyi rengìn eyle dirse kabÿl eyle. ZìrÀ
sÀlik bì-haber degildür. Mey-hÀnelerin Àdetini ve bÀde-nÿşlugun tarìkini bilür
demekdür. MuktedÀ-yı maènÀ-yı èibÀre-i zÀhir budur. AmmÀ taèbìr-i hakìkat-i
kelÀm şol vechle netìce-bahs-i merÀm olabilir ki mey èışkdan kinÀye şarÀb-ı
hakìkat olup seccÀde tagyìr-i kisve-i zÀhirìyeyi ìmÀdır ve gÀh meyden tecellì-i
şuèÿrì-i has murÀd olınur. Bu iètibÀrla kalb-i èÀrife cÀm taèbìr ve ıtlÀk olınur.
MeyhÀne èÀlem-i melekÿt olup bu sÿretde maèÀnì-i hakìkat-ı beyt ber-vech-i icmÀl
şöyle olabilir ki galebÀt-ı èışkla eger sana pìr-i kÀmil sÿreti sìrete mübeddel eyle ve
kisve-i zÀhireyi tegayyür eyle dirse eyle. ZìrÀ zÀhirde dahı reng-i pìre bu yanımda
fÀ’ide-i kesìre vardır. E’z-zÀhiru unvÀnu’l-bÀlindür. RivÀyet olunur ki Hazret-i
MÿsÀ èaleyhisselÀmın kıyÀfetine girip Firèavnun hatır-ı pür-küdÿretini teskìn için
….. eden etbaè-ı Firèavndan biri fevt oldukda MÿsÀ èaleyhi’s-selÀm nÿr-ı
nübüvvetle mezbÿrı ravza-i Cennetde [7b] hırÀmÀn görüp yÀ Rabbì benim
aduvvumı ne sebep ile Cennete dÀhil itdün diyü keyfiyyetinden su’Àl idince yÀ
MÿsÀ senin kıyÀfetine girüp taklìd itdügi içün mazhar-ı hidÀyet olup dÀhil-i Firdevs
eyledüm diyü hıtÀb-ı èizzet vÀrid oldı mezkÿr müşrik oldıgı hÀlde hazret-i
KelìmullÀh’ın kıyÀfetine mukallidlik eyleyegörüp mazhar-ı hidÀyet olınca
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
fÀèilÀtün fÀèilÀtün fÀèilÀtün fÀèilün
(Mısraè) Var kıyÀs et vusèat-ı deryÀ-yı rahmet n’eydigin
medlÿlınca mü’min muvahhid olup verese-i enbiyÀya taklìd idenin rütbe-i fazìleti
ne derecelerdedür. Yaènì sÿreti sìrete tebdìl ve kisve-i zÀhireyeyi dahı tahvìl eyle
dirse eyle. ZìrÀ ol vÀkıf-ı esrÀr-ı melekÿtdur. RÀh-ı èışkun resmini bilür. SÀlik bì-
haber degildür dimek ola. AllÀhu aèlem.
mefÀèìlün mefÀèìlün mefÀèìlün mefÀèìlün
[4] MerÀ der-menzil-i cÀnÀn çe emn-i èıyş çün her dem [VII]
Ceres feryÀd mì-dÀded ki ber-bendìd mahmilhÀ [VIII]
MerÀ’da mìm zamìr-i mütekellim-i vahde rÀ bu mahalde maènÀ-yı
mefèÿliyeti ifÀde ider. Çe emn kelime-i istifhÀm dem vakt maènÀsına [8a] subhdem
gibi bendìd emr-i muhÀtaba ceres Türkçe çandır maènÀ-yı èibÀre-i zÀhire-i
beyt budur ki bana cÀnÀn menzilinde ne emn-i èıyşdır. Her dem ceres feryÀd ider ki
yüklerinizi baglan dir yaènì bu yolcu yolda mütedÀrik gerekdir diyü ìmÀ vü işèÀr
ider. Sÿret-i maènÀ-yı èibÀre-i FÀrisiyye budur ammÀ sìret-i maènÀ-yı maèneviyesi
AllÀhu aèlem budur ki menzil-i cÀnÀndan murÀd AllÀhu aèlem karìne-i maènÀ ile
èÀlem-i fenÀdır. èAdem-i emniyeti cihetiyle bu mahalde anı iktizÀ ider. Gerçi cÀnÀn
menzilinde emniyyet lÀzım idi. Ve lÀkin fenÀsı der-kÀr olmagla rızÀ-yı cÀnÀn ne ise
ona imtisÀl elzem oldu. Taèbìr-i Àher mümkindür ve maènÀsı dìgere
mütehammildür. Ancak harf-gìrÀn-ı sÀde-levh u sÀde-dilÀndur. İhtirÀza binÀen kÀl
u kaleme alınmadı. Ehline maèlÿmdur. Ceresden murÀd bu mahalde tahzìr ve
tehdìdi ve ìkÀz ve intibÀhı mÿcib olur keyfiyyetdür yüklerden maksÿd èamel-i
hasene ve tahsìl-i kemÀlÀt-ı müstahsenedür ki Àdemiyyet anunladur ve şol sÀlik
tarìk-i ilallÀh bi’l-külliye kat‘-ı mÀ-sivÀ itmiş [8b] ola ana göre bu èÀlemde her bir
makÀm menzil-i cÀnÀndur. Ayrı gayrı yokdur. MÀlikü’l-mülk Hak taèÀlÀdır.
Mefèÿlü fÀèilÀtü mefÀèìlü fÀèilün
[5] Án rÀ ki cÀy-ı nist heme şehr cÀy-ı ÿst [IX]
Dervìş her koca ki şeb Àmed serÀy-ı ÿst [X]
[6] Merd-i ÒudÀ be-maşrık u magrib garìb nìst [XI]
Her cÀ ki mì-reved heme mülk-i ÒudÀ-yı ÿst14
[XII]
Bu nazm-ı latìf takrìr u taèrìfimüzin güvÀh-ı hÀlidür. Mahsÿl-i sühan Yaènì
bana bu dÀr-ı nÀ-pÀydÀrda ne emn u èıyş müyesserdür. Çünki èÀlem-i Àhere nakl
der-kÀr u zamÀn nakl-i mübhem ÀşkÀr olmayıp münÀdì-i haber-i fÀnì hakìkaten
haber verip feryÀd eder ki resen-i tehzìb-i ahlÀkla bÀr-ı èamel-i haseneye baglan ve
kemÀli müstahsene-i insÀniyeyi hÀsıl ve fırsat elde iken cÀnÀna vÀsıl olun dir bu
sÿretde ne emn u ıyş müyesser ü mutasavver olur olmaz dimekdür.
Mefèÿlü fÀèilÀtü mefÀèìlü fÀèilün
İmrÿz kÀr kon ki besì rÿzgar nìst [XIII]
FerdÀ ki rÿzgÀr dırÀzest kÀr nìst15 [XIV]

14 Yeri olmayan insanın şehirde her yer onundur. Derviş gece nereye varırsa ora onun yeri ve evidir.
Arif insanlar için doğu ve batı yoktur. Her nereye gitseler onlar için Allah’ın mülküdür.
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
Ed-dünyÀ mezraèatu’l- Àhire ……… nìk ü bed sÿd u ziyÀn [9a] hÀsılÀt-ı
insÀn bu hırmengÀh-ı fenÀda husÿl-pezìr oldıgı èayÀndır.
MefÀèìlün mefÀèìlün mefÀèìlün mefÀèìlün
Şeb-i tÀrik ü bìm-i mevc-i gird-Àbı çonìn hÀ’il [XV]
KocÀ dÀnend cemÀl-i mÀ sebük-bÀrÀn-ı sÀhilhÀ [XVI]
TÀr u tÀrik karanlık maènÀsına yalnuz tÀr lafzı zülf ve iplik teli maènÀlarına
dahı şÀmildür. Ancak bu mahalde mutlaka murÀd zulmetdür. Bìm havf çünìn çün
ile ìnden mürekkeb edÀt-ı teşbìhdir ve dÀnend fièl-i muzÀri cemè. HÀsıl-ı maènÀ-yı
èibÀre-i zÀhiri budur ki karanluk gice ve mevc-i gird-Àb-ı fürkatde kalmak havfı bu
hÀlle kanda bilürler. SÀhil-i visÀlde bÀr-ı gam altında olmayanlar bizim hÀlimizi
bilmezler dimekdür. Ancak maènÀ-yı maèneviyye-i hakìkiyesi AllÀhu aèlem bu
dimek ola ki şeb-i tÀrìkden murÀd ihtimÀldür şol leyÀlì-i zulmet kabri yÀd ola
yÀhod mahbÿb-ı hakìkinin ubÿdiyyeti ile muèÀmele-i maèneviyyesidür ki şebzinde-dÀrÀn-ı
sÀlikÀn èÀlem-i agyÀrdan hÀli iken eyledikleri sÿz u güdÀzın ve niyÀz-
ı icÀbet-sÀzun fıkdÀnı hÀletidür ki zamÀn-ı feyzde olur anun bìm-i infièÀlinden [9b]
kinÀye ola mevc-i gird-Àbdan garaz deryÀ-yı bì-pÀyÀn-ı èışk içre keştì-i vücÿda
telÀtum-ı emvÀc-ı mücÀhede nümÀyÀn oldukca èadem-i tahammül havfıyla
iftirÀkda müebbed kalmak ihtirÀzından ola sebük-bÀrÀn-ı sÀhilhÀdan maksÿd zikr
olunan emìn olup sÀhil-i selÀmetde visÀl-i mahbÿb ile havf-ı infisÀli olmayana
sÀhib-dillerden kinÀye ola ki el-Àn evliyÀullÀh lÀ-havfe èaleyhim velÀhum
yehzunÿn mazharıdırlar. Me’Àl-i alÀ-küllin hÀl kendi hÀlinden ahvÀli ber-ter olanlar
ile kendüyi beraber tutmayıp gıbta vü istimdÀd u hikÀye-i hÀl tarìkıyle ahvÀlini yÀd
eylemekdür. Lübb-i kelÀm budur ki şeb-i hicrÀn zulmeti veyÀhod şeb-i gaflet tÀrìki
ve girdÀb-ı fenÀda deryÀ-yı bì-pÀyÀn-ı èışkda iken telÀtum-ı emvÀc-ı mücÀhededen
èadem-i tahsìl-i kemÀl havfından fürkatde müebbed kalmak havfı böyle hÀlle kande
bilürler bu mehlekelerden merdÀne èubÿr eden sÀhib-diller bizim hÀlimizi diyü
kesr-i nefs ü niyÀz tarìkıyle ifÀde-i hÀlden ve hikÀye-i [10a] ahvÀlden èibÀret olmak
gerekdür. AllÀhu aèlem ki èibÀre anı iktizÀ eder.
MefÀèìlün mefÀèìlün mefÀèìlün mefÀèìlün
[9] Heme kÀrem zi-hod-kÀmì be-bed-nÀmì keşìd Àhir [XVII]
NihÀn key mÀnd Àn rÀzì kezÿ sÀzend mahfilhÀ16 [XVIII]
Heme ihÀta-i ifrÀt içün mand fièl-i muzÀri Àn ism-i işÀret sÀzend fièl-i
muzÀr-i cemè-i gÀ’ib mefhÿm-ı zÀhire-i beyt budur ki benim cümle kÀrım kendi
murÀdım muktezÀsınca olup murÀd-ı mahbÿba muhÀlif olmagla Àhir bed-nÀmlık
çekildi gizli kaçan kalur ol bir sır ki andan mahfiller düzeler. Yaènì bir sır ki
mecÀlis ü mehÀfilde söylene kaçan gizli olur olmaz dimekdür. Bu beytin
mefhÿmunda sÿrì maènevì tenbìh u ìkÀzı mÿcib ìhÀm vardır. Fièl-hakìka dìn ü
dünyÀya nÀfiè kelÀm olmayup meydÀn-ı tekellümde her ne olursa bilÀ-mülÀhaza
kemÀn-ı dehenden tir-i ziyÀn-gìr-i sühana güşÀd verin. Be-her-hÀl mutazarrır u pürmelÀl
olur. SelÀmete’l-insÀn fì-hıfzu’l-lisÀn mazmÿnıyla Àmil olmak lÀzım ve’ssamtu
seyyidu’l-ahlÀk hadìs-i şerìfi mefhÿmıyla sÀkit u kÀmil olmak elzemdür

15 Bugün çalış ki zaman yoktur. Yarın senin zamanın çoktur, işin yoktur.
16 Bu sır nasıl gizli kalsın? Bütün meclislerde denilir.
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
maèÀnì-i hakìkiyesi. [10b] bu beytin bu vech ile olmak muhtemeldir ki muktezÀ-yı
beşeriyyet ve galebÀt-ı neş’e-i mahabbetle ketm-i esrÀrda nÀ-şekìb olup keşfine
cesÀret oldugu takdìrce kendi nefsini murÀdı olmak havfı olmagla bu sÿretde
nedÀmet der-kÀr olundugundan keşìde-i bed-nÀmlık zÀhir ü bedìdÀr ve hakkında
taèn u melÀmet ve harf-endÀzlıga ÀgÀza vesìle olur. Bu makÿle şemÀtetli hÀl kaçan
gizli kalır ki ol rÀz-ı nühüfteden mahfiller düzeler yaènì nÀ-ehl meclisinde esrÀr-ı
ilahiye söylene. Elbette sırrı gÿş edenin dìdesi hÿn-pÀş ve sırr-ı melÀlet-eseri
mübtelÀ-yı sevdÀ-yı telÀş olur. Hazret-i HÀce şerìèat u tarìkat u hakìkat u maèrifet
yüzünden sÀlik-i tÀrik-i ilallÀh olanlara pend ü nasìhat zımnında maènÀ-yı beyti
kendüye izÀfe eder. V’allÀhu aèlem be-hakìkatü’l-hÀl bu mahal egerçi tafsìl-i makÀl
mahalli degildir. Ancak ìkÀz u ihtÀr tarìkiyle güstÀhÀne bazı ahvÀl-i sÀlik-i zamÀn
olan ihvÀn için kÀl ü kÀleme alındı. Maèlÿm buyurula ki ehl-i kulÿb olan zevÀt-ı
kirÀm bir emìn-i sÀhib-kuvvet [11a] dükkÀn-ı sıdk u sadÀkatdur ki hÀmil oldugu
bÀr-ı esrÀr-ı emÀnetde sebÀt u metÀneti cebel-i Kaf’dan metìn olur ve eger su’Àl
vÀrid olursa ki ol zümre-i èaliyyenin bazılarından keşf-i esrÀr ve şath u tÀmmÀt
zÀhir ü ÀşkÀr olmuşdur cevÀb budur ki o makÿle kelÀm-ı nikÀt-encÀm-ı sühan
ashÀb-ı sekr ü istigrÀkdur. MerdÀn-ı HudÀ kelÀmün-nÀs èalÀ-kadri ukÿlihim
medlÿlince mütekellim derler erbÀb-ı tahkìk-i ÀlÀdan esfele nuzÿl edip er-rücÿ ile’lbidÀye
üzerinedir. Sekr u istigrÀk sÀhibinin her ne kadar èizÀm-ı şÀnı var ise dahı
kelÀmı sened-i sÀlikÀn olamaz. Ekseri fühÿm-ı ezkiyÀdan hÀricdir. ÌkÀz fì-
zemÀninÀ muhibbÀn sÿretinde baèzı cühhÀlden kimseler kütüb-ı tasavvufdan Türkì
tercümeler mütÀlaèasiyle tevhìd ü tasavvufdan celì vü hafì dem-zenÀn olarak
kendüyi mÀlik-i nakdìne-i èirfÀn zannıyla endÀhte-i vÀdì-i delÀlet ü tugyÀn edip
mecÀlis ü mehÀfilde FÀrsì beytler okuyup ve NefÀhÀt ü FütühÀt ve sÀ’ir resÀil [11b]
ve kütüb-i tasavvufÀtdan ve magz-ı Kur’Àn olan MesneviyÀtdan rivÀyet ederek
hod-furÿşlıgla bazÀr-ı cehÀletde mesÀèì-i delÀleti ber-dÿş edip ümmet-i
Muhammed’in sÀde-levh olanları gÿş u hÿşların tutup kendüyü èÀlem-i èilm-i tarìk
ve vÀkıf-ı esrÀr-ı tahkìk zann etdirmekle bu gümÀn u cehÀletle gÿnagÿn kìl u kÀller
zuhÿra gelmişdir. Bu makÿle èurefÀdan kıyÀs olunan kimseler mecÀlis içre FÀrsi ve
Arabì beytler ve rumÿz-ı tevhìd diyü bazen gÀmız kelÀmlar egerçi nakl eder. Ancak
vuzuè-ı salÀt ve sünen ü vÀcibÀt ve müstehabÀtdan ve sÀ’ir emr-i dìn olan
keyfiyyÀtdan bir mes’ele su’Àl etsek cevÀba iktidÀrı olmadıgından başka belki
su’Àlini iştikÀl eder. Ol cÀhil-i dÿn hìç bilmez ki èirfÀn-ı HudÀ kemÀ huve hakkuha
zaruret-i dìniyyeyi bilmekle hüveydÀ olur èulemÀ-yı zÀhirin cÀhil evliyÀ olmaz
dedigi bu makÿle cühhÀldur ki emr-i dìnde cehÀleti olup hakkı bÀtıldan farkı
olmayup hemÀn bir laklaka-ı zebÀnı vardur ki söyler li-münşi’ihi [12a]
Mefèÿlü fÀèilÀtü mefÀèìlü fÀèilün
[10] èİrfÀn be-laklaka-yı zebÀn-rÀ dalÀletest [XIX]
èÁrif çünìn buved ki koned ihtiyÀr-ı üns17 [XX]
TahsilÀt-ı ser-mÀye-i kemÀl-i èirfÀn zeyl-i şerìèata teşebbüs ve emr-i dìnde
eser-i evliyÀya èazìmetle üns hÀsıl edip zÀhiri şerìèatla ÀrÀste bÀtını esrÀr-ı tÀrikatle
pìrÀste bir zÀt-ı kÀmilin halka-i irÀdetine dÀhil olmagla olur yoksa Nefahat ve
Fütuhat ve ReşehÀt ve Mesneviyatı cildiyle ekl u belè etse olmaz. İrfÀn-ı HudÀ

17 İrfan sözleri dille söylenmez. Arif böyle yapmış ki kendisi için dosta kavuşmuş.
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
daèvÀsında olan cÀhil-i èÀlem-nümÀ belki mülhid-i müsellem-i sìmÀnın bu dakìka
karìn-i müdrike-i izèÀnı olsun ki èilm èirfÀn sÀhibi olan zevÀt-ı kirÀm èayne’l-yakìn
ashÀbı olup hudÿd-ı şerèiyye ÀdÀbına èulemÀ-yı resmiyyeden ziyÀde rièÀyet edip
mertebe-i ihsÀndan èibÀdet etmekle kurb-ı nevÀfil ve kurb-ı ferÀ’iz merÀtibini
mazhar-ı saèÀdet-i ebedì olurlar. Bu èirfÀn hÀsıl olmaz. İllÀ ber-vech-i muharrer
habl-i metìn-i şerìèati temessük ile olur. Bu èilm kÀl ile olmaz hÀl èilmidir. Şart-ı
evvel tezhìb-i ahlÀk ve sıfat-ı kÀmile ile ittisÀfdır ki [12b] Ve hazret-i vÀcibü’lvücÿda
hasbe’t-tÀke iktidÀ ve takarrübdür ki dÀmen-i şerìèat der-dest ü hilÀfı
metrÿk u pest gerekdür. Kavl-i bì-fièl ve güftar-ı bì-kirdÀr ile yalnız kitÀb
mütÀlaèasıyla sohbet-i hÀs diyerek sÀde söz ile me’Àl-i matlÿba vÀsıl ve èirfÀn hÀsıl
olmaz. Kutbü’l-ebrÀr ve cüyÿş-ı èirfÀna sipeh-sÀlÀr olan Hazret-i HÀce
UbedullÀhü’l-ahrÀr kaddesallÀhu bi-sırri’s-settÀr efendimiz kÀdì Ebu Saèìd
merhÿma bir tahrìrÀtında bazen nesÀyih-Àmìz kelimÀt tahtında buyururlar ki ehl-i
sünnet ve cemÀèat mezhebinde noksÀn èakìdeye sebeb olan tevhìd-i maèÀrif
istimÀèından kaçmak gerek ve tahsìl-i èilmi Muhammedü’r-resÿlullÀhi salli AllÀhu
èaleyhi ve sellem mütÀbaèatine meşrÿt olan maèÀrif ve hakìkiyye zuhÿrundan ötürü
itmek gerek diyü tenbìh buyururlar. Fe-keyfe ki esìr-i nefs-i emmÀre ve zarÿret-i
dìniyyede sÀde-levh ve bì-çÀre olan har-ı lÀ-yefhem tevhìd ü èirfÀndan dem-zenÀn
olacak subhÀne ve taèÀlÀ hazretleri ebniyÀ ve evliyası hürmetine cümle ihvÀnımızı
[13a] bu makÿle kesÀn ülfetinden masÿn ve emìn eyleye Àmin. Bu bahse dÀ’ir
baèzı tafsìlÀt LÀyiha-i Dil nÀm risÀlemüzde meşhÿrdur. İktizÀ-yı maèÀnì-i beyt bu
kadarca tatvìl-i kelÀma bÀdì oldı. Birine ÀcizÀne şerhe şürÿè edelim. Hazret-i HÀce
keşf-i esrÀr husÿsunda sÿrì ve maènevì mazarratı işèÀr ile kendüye izÀfe etdigi
beyÀn olundu.
[11] Huzÿrì ger hemì hÀhì ez-u gÀ’ib meşev HÀfız [XXI]
MetÀ mÀ telakkì men tehevvi daü’d-dünyÀ ve …… imhalhÀ [XXII]

Huzÿrìde yÀy-ı vahdet hÀhì fil-i muzari-i muhatab hÀhìden müştakdır.
Meşev nehy-i hÀzır metÀ da mÀ harf-i zÀid tekid için telak fièl-i muzari-i muhÀtab
mulÀkatdan tehevvi kezÀlik fiil-i muzÀriè-i muhÀtabdır. Bu mahalde mahabbet
maènÀsına imhal emr-i muhÀtab hÀ harf-i tenbìh. Me’Àl-i sühan “ey HÀfız eger bir
huzÿr dilersen o gÀ’ibden gÀfil olma çünkü sevdigine mülÀkÀt istersen dünyÀyı terk
ü imhÀl eyle. MaènÀ-yı èibÀre budur. İşbu maktaè [13b] beytin maèÀnì-i
hakìkiyyesi hÀtır-ı hakìr-i kalìlü’l-bizÀèaya bu vech ile ilhÀm-pezìr olur ki fi’lhakìka
huzÿr huzÿr-ı edebìdir ki dÀr-ı Àhirette olur. AmmÀ ehl-i dünyÀya nazaran
bu èÀlem-i bì-huzÿrda sÀlik-i tarik-i ilallÀhın huzÿru der-kÀrdır. ZìrÀ ehl-i dünyÀ
firìfte-i halÀvet-i mÀ-sivÀ olmagla elem-i gÿnÀgÿnla her Àn bì-huzÿrdur. Dervìş-i
sÀlik èarÿs-ı dünyÀyı tatlìk etmekle hemÀn kemÀlÀt-ı şeref-i insÀniyyetini tahsìlden
gayrı bir elemi yokdur. Egerçi matlÿb-ı èazìm sebeb-i èazìme mevkÿf olmagla anın
bu elemi elem-i èazìmdir. AmmÀ tesellìsi rÿşendir. Emr-i dünyÀ gibi mübhem
degildir ve refte refte bir menzile vÀsıl olur ki saltanat-ı maèneviyye sÀhibi olur. Bu
neş’e hÀsıl olmaz illÀ mahabbet-i dünyÀyı bi’l-külliyye terkle olur. Ez-zıddÀn layucetmi’nÀn
kabìlindendir. KÀle èaleyhisselÀm Ed-dünyÀ hırÀmu alÀ-ehli’l-Àhire
ve’l-Àhiretihi hırÀmu èalÀ ehl-i dünyÀ ve humÀ hırÀman alÀ ehlullÀh sadaka
resÿlullÀh bu hadìs-i şerìfe burhÀn-ı kÀtıdur. Bu suretde Lübb-i Sühan budur ki
HÀfız eger gÀ’ibden huzÿr istersen. [14a] İmdi gÀfil olma bu sermÀye-i saèÀdet
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
ancak bu bÀzÀr-ı fenÀda hÀsıl olur. Hubb-ı dünyÀyı terk ü imhÀlle bu vech ile sülÿk
edersin. Matlÿba vÀsıl ve murÀdın hÀsıl olur ve illÀ felÀ dimek ola èÀlem bì-
hakìkatü’l-hÀl
[12] Án telhveş ki ummü’l-habÀ’iseş hÀnd [XXIII]
Eşhi lenÀ ve ahlÀ halli men kıblete’l-izÀrÀ [XXIV]
Telh acı veş edÀt-ı teşbìhdir gibi maènÀsına telhveşden murÀd badedir.
Ümmü’l habÀis keyfiyyat-i şarÀbdır. Üm anaya dirler. EşhÀ lezìz demek lenÀ bize
ahla ism-i tafdìl helvden eşhÀ maènasına kabl vü kıble bÿse maènÀsına itlÀk olunur.
Harf-i nidÀ ile hulÀsa-i beyt ve èibÀre-i FÀrsiyye budur ki “ol acı gibi şarÀb ki sÿfì
ana ümmü’l-habÀ’is didi bize lezìz ü şìrìn mahbÿblar bÿsesinden ahlÀdır.” MaènÀ-
yı èibÀre-i zÀhiriye-i FÀrsiyye bu olup ancak işbu maènÀ-yı azher-i hilÀfet sırr-ı
enver olmagla binÀenèaleyh Sÿdì [14b] merhÿm tevcìh ü tev’ìl ile beyt-i mezkÿr
hakkında bu vech ile èukde-güşÀ-yı maènÀ olup dimiş ki sÿfìden murÀd risaletpenÀh
salli AllÀh taèÀlÀ èaleyh ve sellem efendimiz olup şarÀba bu ümmü’l-habÀ’is
diyen odur keyfiyyetin fÀèili hazretdir ve mefèÿlü ümmü’l-habÀ’isdir. “Bize kız
oglan bÿsesinden elezz ü ahlÀ dimek” yaènì èaleyhisselÀtı vesselÀm efendimizin
her kavli lezìzdir. Bu kavli dahı elezz ü lezìzdir diyü tevcìh-i maènÀ itmişdür. Fièlhakìka
maènÀ-yı beyti hatÀ-yı èibÀre-i zÀhiriyyeden vÀ-reste ve resen-i maènÀyı
halka-i tatbik ve muvafakat-ı şerìèata beste idüp hazreti hÀceyi taèn u teşnìèden
istihlÀs buyurmuşlar ancak mey-kede-i sülÿkde sagar galebe-i mahabbetle mest-i
bì-hÿş olup hasbe’l-merÀtib ve’l-menzil şath u tÀmmÀt-ı sühane bazen mübtelÀ olan
èuşşÀk-ı ilÀhiyyenin neşve vü keyfiyyet ü istigrÀkından bahs etmeyip cüra-nÿşÀn-ı
Àrzÿ-yı bezm-i tarìk-i mahabbet olan kesÀnları [15a] dagdaga-i maènÀ-yı beytden
bir hoşça halÀs ve tefrìk buyurmamışlar veyÀhod her ne kadar èulÿm-ı zÀhiriyye
sÀhibi olmuşlar ise dahı merÀk-ı sÿfiyyeden zevk-yÀb olmayıp hemÀn ol mikdÀr
maènÀyla iktifÀ buyurmuşlar yÀhod bu èabd-i mücrim gibi bì-edeblik vÀdìsine
gitmeyüp rÀh-ı edebi gözetmişler. Sÿdi merhÿm bin senesi hudÿdunda (dÀr-ı bekÀ)
edüp èulemÀnın mütekÀèidi ve Bosnaviyyü’l-asl olup gılmÀnÀn-ı hisse hÀceligi ile
me’lÿf idügi Zeyl-i ŞakÀyık’da muharrerdir. RahmetullÀh çünki ümmü’l-habÀ’is
tesmiyesi hazret-i risÀlet-penÀh salli allÀhi vesellem efendimizin kelÀm-ı isÀbetencÀmları
idügi bedìhì olup ümmü’l-habÀ’is oldugunda şek dahı yokdur. VelÀkin
bi-tarìki’l-mecÀz zevk u riyÀ sÀhibi zebÀn-zed zurefÀ ve èurefÀ olan sÿfìlerden
bahsle vech-i Àher ile maènÀ-yı beyti tasarruf etmek kÀbil iken itmeyip sÿfì hitÀb u
ıtlÀkı zÀt-ı hazret-i nübüvvete münÀsib görülmediginden bu èabd-i [15b] èÀcizin
mizÀcına göre sÿ’-i edeb fehm olunmagla tatvìl-i kelÀma bÀdì oldu. MeselÀ Sÿdi
Efendi merhÿm èacebÀ kendi zamÀnındaki müderrisìn ü èulemÀdan birine sÿfì
ıtlÀkıyla hitÀb etmiş olsa nice olurdu. Belki sen tahkìr-i èulemÀ etdin diyü
kıyametler kopardı. Bu sÿretde üshadına ve èulemadan birine bi’l-müşÀfehe yÀhod
gıyÀbdan sÿfì ıtlÀkıyla taèbìr mümkin olmayıp sÿ’-i edeb olundugu hÀlde
èaleyhisselati ve’s-selÀm efendimize niçe olabilir murÀd-ı èÀcizÀnem şÀrih-i
merhÿma hÀşÀ iètirÀz degildir. HemÀn dirÀyetim mikdÀrı taèzìm tahtında hÀtıra
lÀyıh olanı beyÀndır. Şu vech ile dahi èibÀre-i beytin maènÀ-yı zÀhiriyyesi
mümkindür. Şol acı gibi şarÀbına zerk ü riyÀ sÀhibi sÿfì anun ümmü’l-habÀis
idigini beyÀn eyler. Fil-hakìka harÀm ve ümmü’l-habÀisdir. Ancak sÿreti salÀhda ve
sìreti nefs-i emmÀresine maglÿb sÿfì-i sÀhib-riyÀnın mübtelÀ oldukları kız oglan
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
[16a] bÿsesinden bize ahlÀ ve elezzdir. ZìrÀ takazÀ-yı nefsle sÿfì-i sÀhib-riyÀ zinÀyı
dahı mürtekib olmak muhtemeldir gibi maènÀlar olsa dahı enseb-i mülahaza
olunur. Hazret-i HÀce HÀfız-ı ŞìrÀzì bir gazeli beytinde bu maènÀyı işrÀb eder ki
beyt-i mezkÿr budur.
Mefèÿlü fÀèilÀtü mefÀèìlü fÀèilün
[13] Mey hor ki şeyh ü hÀfız ü müftì vü muhtesib [XXV]
Çün nìk be’ngerì heme tezvìr mi koned18 [XXVI]
Yaènì maènÀ-yı beyt budur ki bÀde içmege Şeyh ve hÀfiz ve muftì ve
muhtesib çün eyü nazar edesin görsün ki cümlesi tezvìr ederler. ZìrÀ bunların işleri
ekseri zerk ü riyÀda derece-i kebÀ’irdir. ŞarÀb içmek ana nisbet mertebe-i kebÀ’irde
ehven-i şerdir. Niçün dirsen şeyhler riyÀ vü zerkle HÀfız ise şÀèir. ŞÀèir ise yalancı
olur. Müftì kavl-i zaìfle fetvÀ verir. Muhtesib Àmil degildir dimekdür
(Mısraè)
Mefèÿlü fÀèilÀtü mefÀèìlü fÀèilün
[14] Mey hor ki sad günÀh zi-agyÀr der-hicÀb [XXVII]
Bihter zi tÀèatì ki be-rÿy-ı riyÀ koned. [XXVIII]
AshÀb-ı sülÿk zerk ü riyÀdan ziyÀde ictinÀb etdiginden merhÿm kesr-i nefs
tarìkiyle kendüyi [16b] dahı tefrìk etmeyip bu vech ile hÀle almışdır. BinÀenèaleyh
maènÀsı tafsìl olunan beyt-i mezkÿrun bu kıyÀslar ile maènÀ-yı zÀhiriyyesi
verilmek mümkin iken şÀrih-i merhÿm bilmem niçin bu sÿretler ile maènÀyı
vermemiş birine mÀ-nahnu fìh’imiz gelelim bu èabd-i èÀciz ve halìlü’l-bizÀèanın
fehmine göre mezÀk-ı hazerÀt-ı sÿfiye üzere beyt-i mezkÿrun maènÀ-yı hakìkiyyesi
bu vech ile sÀniha-i hÀtırım olur ki ıstılÀhÀt-ı èuşşaki’l-hissiyye medlÿlince
şarÀbdan murÀd zevk-i rÿhÀnì ve tecellì-i YezdÀnì ve èışk u şevk-i rabbÀnidir.
Ruhdan murÀd mazhar-ı hüsn-i zÀt ve matla-ı işrÀk-ı sıfatıdır ki èÀşık-ı nÿr-ı cemÀli
kibriyÀ fe-eynemÀ tevellu fe semme vechullÀh
19
nass-ı şerìfi mısdakınca her
nereye nazar-endÀz olsa eserden mü’essire istidlÀl ile ol mahalde ÀsÀr-ı kudretden
bir kudret ve sıfat-ı ilahiyyeden bir sıfat müşÀhede eder. Kalbine bÿsedir. MurÀd
işbu musÀhedet-ı maèneviyyesiyle bì-karÀr olup kendi vahdetinde ruh-sÿde ve
mahbÿb-ı [17a] hakìkiyye secde-ber olarak der-i dìvarı bÿs eder mescid ü
meyhÀnede çagırırım dost dost terÀnesince nevÀ eder zuhÿr-ı tecelliyÀta tÀbiè olup
gider bu neş’eden bì-zÀika olanların meşhÿdı oldukda ol mest ü harÀba meczÿb ve
Àşüfte vü şeydÀ zann eder. Ol ise şathiyyÀt vÀdilerinde mecbÿren güzer bi’l-külliye
vÀreste olmuşdur. ŞÀh-ı èışkın fermÀn-beridir. Niçe hükm ederse anın hükmünce
hareket eder. Telhden murÀd tarik-i èışkda çekilen şedÀ’id ü ÀlÀmdır. Her ne kadar
mücÀhedeye tÀlib-i Hak rızÀ-dÀde ise dahı hasbe’l-beşeriyyetine şedÀ’id ü Àlam
telhdir ve’l-hÀsıl kÀ’il-i beyt olan HÀce HÀfız-ı ŞìrÀzì merhÿmun bu makÿle kelÀm-
ı manzÿm-ı gÀmıza mefhÿmu şath u tÀmmÀt makÿlesidir. MuktezÀ-yı cezebÀt-ı èışk
ile zamÀn-ı sekrde vÀki olup ÀvÀn-ı sahvda istigfÀr olunan kabìldendir.
BinÀenèaleyh kendinin esrÀr-ı bÀtına ve ahvÀl-i mÀèneviyyesini setr için sÿfì [17b]
sÿretinde olan ashÀb-ı zerk ü riyÀyı zÀhirde perde edip bu vech ile dehen-güşÀ-yı

18 Onlara iyice baksan, hepsi dedikodu yapıyor.
19 Yüzünü nereye döndürür isen Hakk’ın yüzüdür (Bakara/115).
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
maènÀ-yı hakìkiyye olup buyururlar ki sÿfìnin ümmü’l-habÀ’is dedigi şarÀb ki fi’lhakìka
telh ve ümmü’l-habÀ’isdir mey-kede-i èÀlemde vukÿfu olan şarÀb ancak
işbu acı ve ümmü’l-habÀ’is olan şarÀbdır. Bilmez ki benim murÀdım şarÀb-ı èışk-ı
rabbÀnì ve zevk-i rÿhÀnì ve tecellì-i YezdÀnìdir. MurÀdÀtı hemÀn tarìk-i bÀ-tevfik-i
èışkda çekilen şedÀ’id ü ÀlÀm bu sırra vÀkıf olmayanlardan taèn u melÀmetle istimÀ
olunan kelÀm-ı bì-encÀmdır ve ol şarÀb-ı hakìkinin neş’e ve lezÀ’izi zikr olunan
evsÀfla mevsÿf sÿfì-sÿret tekÀzÀ-yı nefesle me’lÿf ve hÀhişger oldugu kız oglan
bÿsesinden ahlÀ ve elezdir. Belki hìç münÀsebet kabul edici degildir demek ola.
AllÀhu aèlem. Nükte vÀkıèa sÿreti sÀlih sìreti tÀlih(?) niçe kimseler vardır ki hüsn-i
zan olunur bu makÿlelerin ekseri ahvÀli riyÀ ve dÀm-ı tezvìr-i dünyÀdır. Şekl-i
èavÀmda dahı vardır. [18a] Nefs-i emmÀresi gÀlib olmagla ma’azallÀhi taèaalÀ
hìn-i gazab u infiÀlde veyÀhod eline bir ser-rişte-i devlet ve bir cüz’ì habl-i fursat
girdikde sÿret-i salÀh u hakkÀniyetde her şey mürtekib olup niçe fesÀd u belki
èimÀr olan niçe hÀneleri harÀb-ÀbÀd eder. Bu hakìrin karibü’l-ahadda birkaçı
meşhÿdum oldu ki rü’yet-i èumÿr-ı zÀhiriyyede kendiden hakkÀniyyet ve kÀrgüzÀrlık
niçe kesÀnın me’mÿli iken eline cüz’ì bir fursat girmekle habÀset-i
bÀtınasını icrÀya mübÀderet birle ihtilÀl-i umÿr-ı devlete bÀdì olacak hÀlÀta
başladıkda cabbÀr-ı müntakim safha-i èÀlemde levha-i zindegÀnìsi kezÀlik mevtle
hakk ü mahv edip devleti vü èÀlemi mekrinden emìn etdi ve hakkında gayret-i
ilÀhhiyye zuhÿr etdigi mezkÿrun fevkinde üç gün akdem bu èabd-i èÀcizin ve
sÀirin meşhÿd-ı maèneviyesi olmuşdur. TecÀvüz AllÀh an-seyyiÀtihi diger bir
kaçının dahı hÀlleri meşhÿd-ı èÀlemdir ki anlardan bazıları [18b] mahallerinde elyevm
duzah azÀbıyla leyl ü nehÀr èazaba giriftÀr derler.Yalnız èilm hÀdi olmayıp
èamelleri olmamagla ellerine fursat girdükde firìfte-i halavet-i dünyÀ olup sÿret-i
salÀhda èÀlemin fesÀdına bÀdì oldular.HÀlbuki mezburların zÀhiriyyesinde nazaran
kebÀ’ir şöyle dursun sagÀ’ir dahı kendilerinden sudÿr etmemişdür diyü kesÀn-ı
şehÀdet-resÀn iken meydÀn aşıp ve fezÀhatde kimsenin ihtiyÀr etmedigi ve bir
ahadın böyle rÀh-ı nÀ-savaba gitmedigi ve firÀr u istièÀze etdigi şey’e tÀbi olup ilÀ-
Àhiri’l-kıyÀm medhÿl ü bed-nÀm oldular. ZÀlike takdìru’l-èazìzu’l-èalìm
“Zi-meger subha-şumÀrÀn-ı HudÀ nigehdared” fehvÀsınca bu makÿle zerk
ü riyÀ ashÀbından her bir emrde vakt u muhÀfaza lÀzıme-i hÀldendir. CenÀb-ı rabb-i
muèìn mekrlerinden cümleyi masÿn u emìn eyleye amìn. Biz yine saded ü makÀle
ve şerh-i şìrin-kÀle gelelim. Hazret-i HÀce’nin DìvÀnı’ndaki gazelin bir beyti dahı
budur. [19a] Mÿcib-i kìl u kÀl-i harf-girÀn-ı cihÀn ve mü’eddì-i lÀ-havle-gÿyÀndır.
Mefèÿlü fÀèilÀtü mefÀèìlü fÀèilün
[15] SÀkì be-nÿr-ı bÀde ber-efrÿz cÀm-ı mÀ [XXIX]
Mutrib be-gÿ ki kÀr-ı cihÀn şod be-kÀm-ı mÀ [XXX]
SÀkì takdìren merfÿè-ı sıfatdır. Be-nÿrìde ki bÀ-mÀè maènÀsına nÿrun
bÀdeye izafeti müşebbehün bihin müşebbehe izafeti kabìlindedir. Safvetden
kinÀyedir. Ber harf-i tekìd efrÿz emr-i muhÀtab cÀm kadeh mutrib ism-i
fÀildir.Gÿyende maènÀsına bu mahalde emr makamındadır nagamÀt eyle demektir.
MaènÀ-yı èibÀre-i zÀhiriyye-i FÀrisiyye budur ki “ey sÀkì nÿr-ı bÀde ile bizim
cÀmımızı rÿşen yaènì lebrìz eyle ve ey mutrib sen dahı nagamÀta başla. ZìrÀ kÀr-ı
cihÀn murÀdımız üzre oldu demektir. Cümlenin maèlÿmlarıdır ancak zeban-ı
süllÀk-ı èÀrifÀn-ı hakìkat ıstılahatında sÀkì bu mahalde teşekkür yüzünden
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
tecelliyÀt-ı mahabbetullÀh ve muharrik-i tarìk-i èışk olan pìr-i kÀmilden kinÀye
bÀde ki èışk u sevk-i ilÀhiyyedir. Nÿrun bÀdeye izÀfeti izÀfet-i beyÀniyye-i
tafsìliyye makÀmında èışk-ı ilahiyyenin dil-i [19b] sÀlikde istihkÀk ve tezÀyüd ve
işrÀkından ber-efÿz tekìd olup kemÀl-i pertevinden mutrib dahi taleb-i zevÀ’id-i
şevk ve mızrÀb-ı èışkı tahrìkden cÀm dahı kalb-i èÀrifden kinÀyedir. Bu sÿretde
mahsÿl-i maènÀ-yı hakikiyyesi bu vech ile ibrÀz-ı keşf-i rÀz olunabilir ki ey mÿcibi
tecelliyÀt-ı mahabbetullÀh ve’y muhrik-i èışk olan mürşid-i dil-ÀgÀh nÿr-ı bÀde-i
èışkla cÀm-ı kalbimizi tenvìr ve tarìk-i èışkda beni irşÀd u tebşìr eyle v’ey mutrib
sen dahı mızrÀb-ı èışkı tahrìkle nagamÀta başla ki tezÀyüd-i èışk u şevkle ser-mest-i
kemÀl olalum. Zuhÿr-ı mahabbetullÀhla zìrÀ kÀr-ı cihÀn murÀdımızca oldu. Yaènì
ser-rişte-i hakìkat ele girdi demekden remz ü kinÀye ola. Maèlÿm ola ki èÀlem-i
èışk özge èÀlemdir. KÀl ü hÀl ile taèrìfi mümkin mutasavver degildir. Bu bÀbda bazı
taèbìrÀt LÀyıha-i Dil nÀm risÀlemizde mukayyeddir. NÀr-ı èışkın bir ednÀ şereri
hücre-i halbe[20a] duhÿl etdikde bi’l-külliyye hestì-i mÀ-sivÀyı hark etmekle ol
zamÀn rÀh-ı Hakka reh-revlik ser-riştesi ele girer ve menÀzil-i maksÿda kadar gider
bu menzilde sÀlik-i tarìk-i illallÀh hel min mezìd naèrasın ider. Hazret-i HÀcenin bu
beytinin maènÀ-yı hakìkati münasebetiyle ihtÀr u ÀgÀh zımnında işbu beyt-i
nesÀyıh-Àmìzi dahı beyÀn olunur.
MefÀèilün feèilÀtün mefÀèilün feèilün
[16] Zi-mülk tÀ-melekÿteş hicÀb berdÀrend [XXXI]
Her Àn ki hidmet-i cÀm-ı cihÀn-nümÀ be-koned [XXXII]
Yaènì èÀlem-i mülkden ki èÀlem-i şehÀdetdir tÀ melekÿta kadar anın
hicÀbını refè ederler. Her şol kimse ki kalb-i èÀrife hizmet göstermeklik ider bÀlÀda
şerh olunan cÀm ki kalb-i èÀrifden kinÀyedir. Hak taèalÀ kalb-i èÀrife hizmetkÀrlık
hizmetini mukadder edip behre-yÀb eyleye kalb-i èÀrife dünyÀ vü mÀ-fìhÀyı vazè
etsek yine bir kÿşesi tehì kalır gözedilecek şeydir. BinÀenèaleyh tahrìr ü işèÀr
olurdu. Kalb-i èÀrif ben ne(re)den bileyim. [20b] Neden maèlÿm gibi hÀtıra gelirse
sen her bir kalbi gözedip tatyìbden hÀli olma şÀyed kalb-i èÀrife tesÀdüf edesin ve
muhtemeldir ki bulasın. ZìrÀ niçe niçe bulmuşlar ve tesÀdüf etmişler vardır ve bir
tarafdan hüsn-i hulka mÀlik olanlar bulmakdadır. CenÀb-ı Hak bizi ibÀdının eyüsi
ve kötüsünü tefrìkle me’mÿr etmedi belki maèrifeti ve hüsn-i hulk ile me’mÿr etdi.
Sen cümleye hüsn-i zann u güzel nazar ve hilÀfından hazer ile be-her hÀl bu sÿretle
eyü bulunur ve bilinir.
Mefèÿlü mefÀèìlü mefÀèìlü feèÿlün
[17] Sad süfre-i düşmen be-keşed tÀlib-i maksÿd [XXXIII]
ŞÀyed ki yekì dost bi-yÀyed be-ziyÀfet20 [XXXIV]
Sadaka dahı fukarÀ-yı hakìkate mahsÿsdur. LÀkin bizim fukarÀ-yı hakìkat
mechÿlümüzdür. Cümle fukaraya tasaddukdan garaz içinde bir fukarÀ-yı
hakìkiyyeye tesÀdüf ettirmekdir. Bu makam tatvìl-i kelÀm mahalli degil ise dahı
fÀ’ideden hÀli olmamak mülÀhazasıyla mahalle münÀsib müretteb olan dìvÀn-ı

20 Yüz sofra açar ve hedefine ulaşmak için misafir çağırır. Belki bir dost bunun açtığı sofraya
misafirliğe gelir.
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
[21a] èÀcizÀnemden bir gazeli te’kìd-i maèÀnì-i beyt için ihtÀr u işèÀre mübÀderet
olundu.
FÀèilÀtün fÀèilÀtün fÀèilÀtün fÀèilün
èÁşık-ı nÿr-ı cemÀl-i kibriyÀ bì-rengdir
Anın için münkir-i ehl-i hevÀ dil-tengdir
Gerçi çok eşkÀli var noksÀn-pezir olmaz yine
Keffe-i mìzÀn rÀh-ı ihtidÀ bir dengdir
Sanma sÿfi cÀm u efyÿn ehlini sen ehl-i hÀl
Ol harÀbì -meşrebin hÀli riyÀ vü bengdir
PÀre-i elmÀs olur mu hìç sengistÀnda
Her hacer zi-kıymet olmaz dÿn-bahÀ bir sengdir
Sìne-i santÿr-ı ehl-i dil èaceb pes perdedir
Nagme-i dil-sÿz-ı Àhı bì-nevÀ Àhengdir
Tavr-ı güstÀhÀne-i gerdÿna sÀbir ol dilÀ
Nefs ile rÿhun işi subh u mesÀ hep cengdir
ŞehryÀr-ı kişver-i èirfÀn olurdun lik kim
Başına tÀc-ı tahammül FÀ’ikÀ pek tengdir
Hazret-i HÀce kaddese sırrehu’l-èazìz hazretlerinin [21b] işbu gazelinin
birkaç beytini dahı lisÀn-ı ıstılÀhat-ı sÀlikìn ve meşreb-i èÀrifìn üzre bi-kadri’l-vusa
ve’t-tÀka şerh ü beyÀna şürÿè edelim ve bunun ile hatm edilmege maènÀ-yı
hakìkate nihÀyet yokdur ve maèÀni-i hakìkat güncÀyiş-pezìr-i havsala kìl u kÀl
olmak muhaldir. Merhÿm-ı müşÀrün ileyh tercümÀn-ı esrÀrü’l-gayb olmagla bi’lcümle
kelÀmı rumÿz u nikÀt-ı èışk u tevhìdden èibÀret ve sülÿk-i tarìkatden hikÀyet
ve meşÀrib-i muhtelife-i ehl-i tevhìde göre rivÀyetten kinÀyetdir. Ekseri fühÿm-ı
ezkiyÀdan bìrÿn ve ehline havÀledir cümlesini kÀl u kaleme almak sÿ’-i edeb ve
tatvìl-i kelÀma sebebdir.
Mefèÿlü mefÀèìlü mefÀèìlü feèÿlün
[18] Şerh-i şiken-i zülf-i ham-ender-ham-ı cÀnÀn [XXXV]
Kÿteh ne tevÀn kerd ki ìn kıssa dırÀzest [XXXVI]
fehvÀsınca el-kalilu yedi’l-ale’l-kesìr bu mıkdÀrca kÀfìdir. Muhtasarınca şerhine
ibtidÀr olunacak ebyat-ı maèÀrif-şièÀr bunlardır.
FeèilÀtün feèilÀtün feèilÀtün feèilün
[19] Ben u inkÀr-ı şarÀb ìn çi hikÀyet bÀşed [22a] [XXXVII]
GÀlibÀ ìn kadarem èakl u kifÀyet başed21
[XXXVIII]
Hazret-i HÀce maènÀ-yı beyti kendiye izÀfe ile zÀhir-i èibÀre FÀrsìyede gÿyÀ der ki
ben ve şarÀba inkÀr bu ne hikÀye olur ne münÀsebet gÀlibÀ budur ki benim kifÀyet

21 Benim şarabı reddetmem nasıl bir hikayedir. Herhalde yeter ki benm bu kadar aklım var.
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
mikdÀrı èaklım vardır kim dedigine ben şarÀba inkÀr ederim. Ben şarÀbsız bir Àn
olamam dimekden èibÀret ve mahall-i taèaccübde hikÀyetdir. ZÀhir-i èibÀre budur
maèlÿm ola ki şimdiye kadar beyÀn olunan vech ile sermaye-i kÀr-ı sülÿk nakd-i
èışk iledir. Ser-mÀyesiz dÀd u sitÀd hisÀbda taèdÀd olunmaz.
FeèilÀtün feèilÀtün feèilÀtün feèilün
èIşkdır bÀèis-i kirdÀr-ı medÀr-ı eflÀk
èIşksız èÀlemü’l-ìcÀdda bir kÀr olmaz
Bu bÀbda tatvìl-i kelÀm etmeyelim. MaènÀ-yı hakìkat-i beyt bu ola ki bana
kim dedi ki HÀfız-i ŞìrÀzì sÀdece bir zÀhid-i huşkdur ben zÀhid-i huşk degilim rindi
èışkam şarÀb-ı èışkı inkÀr etmem ve bir nefes şarÀb-ı èışkdan hÀlì olamam
demekdir. ZìrÀ tarìk-i sülÿk-ı rÀh-ı èışkdır. èIşksız [22b] Bu yolun mesafesi kat
olunmaz ve mücÀhede-i raha èışksız tahammül mümkin olmaz.
FeèilÀtün feèilÀtün feèilÀtün feèilün
[20] Men ki şebhÀ reh-i takvÀ zedeem ba def [ü] çeng [XXXIX]
NÀgehÀn ber-ser-i dÀrem çi hikÀyet başed22 [XL]
MaènÀ-yı èibÀre-i Farsiyye budur ki ben ki def ü çengle giceler takvÀ
yolunu urmuşdum. NÀgehÀn başı taşra yola çıkamayam ne hikÀyet ü ne münÀsebet
diyü makÀm-i taèaccüb ü inkÀrdadır. Beyt-i evvelin maènÀsı te’kiddir. Maèanì -i
hakìkat-i beyt bü yüzden lema’Àn-i izèÀn ve ıstılÀhÀtın èÀrifÀn üzre beyÀn olunur ki
def talebi şevk ü zevkdir. Çeng bir nevè sÀz ismidir. MurÀd tavr-ı sìretde kemÀl-i
şevk ü zevkdir. Men ki takvÀ yolunu niçe giceler def ü çengle urdum demeden
murÀd yaènì èÀlem-i èışkdan bì-haber iken bÀ-haber olup èÀlem-i èışkda taleb-i
şevk-i vicdÀnì ve tavr-ı sìretde kemÀl-i zevk-i rÿhÀnì üzre oldum. NÀgehÀn ben bu
yoldan [23a] taşra baş göstermiyim tarìk-i èışk-ı HudÀdan dönmek ihtimÀlim
yokdur. èIşksız zühd nihÀl-i huşkden mìve-i ter ümmìdini etmekdir demek ola.
Nitekim SÀ’ib-i merhÿmun bir beyti dahı bu me’Àli beyÀn eder.
Mefèÿlü fÀèilÀtü mefÀèìlü fÀèilün
[21] SÀ’ib zi-zÀhidÀn me-taleb vecd-i sÿfiyÀn [XLI]
ŞÀhì ki huşk geşt kucÀ raks mì kuned23
[XLII]
Beyt-i dîger-i merhÿm-ı müşÀrün ileyh kuddise sırrehu
FeèilÀtün feèilÀtün feèilÀtün feèilün
[22] TÀ-be-gÀyet reh-i mey-hÀne nemì dÀnistem [XLIII]
V’er ne mestÿri-i mÀ tÀ be çi gÀyet bÀşed24 [XLIV]
Su’Àl-i mukaddere cevÀb makÀmındadır. MaènÀ-yı èibÀre-i zahiriyyesi
budur ki gÀyeti rÀh-ı mey-hÀneyi bilmezdim. Yoksa bizim mestarlıgımız yaènì
sÿfìligimiz niçeye dek idi. IstılÀhat-ı kavm üzre mey-hÀne èÀlem-i melekÿt ü meykede
èÀlem-i ceberrÿtdur. MurÀd-ı merhÿm lisÀn-ı hÀl ile sÀlik-i tarìk-i illallÀha
reh-nümÀlık edip cevÀb vermekdir. Ben gÀyetì èÀlem-i melekÿtun yolunu

22 Ben bütün geceleri takva ve def ve çenf yolunda geçirdim.
23 Saib, sofilerin coşkusunu zahitlerden isteme. Kuruyan bir dal nasıl raks edebilir?
24 Ben ki meyhanenin yolunu bilmiyorum, benim sarhoşluğumun nedeni nedir?
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
bilmezdim. MakÀm-ı èışka düşmeyince yohsa bizim [23b] mestÿrlugumuz yaènì
sÿfìligimiz niceye dek idi. èIşk-ı hakìkì bana èÀlem-i melekÿtin yolunu gösterdi.
Eger sÀde zühd-i bÀridle sÿfìlıkde kalmış olaydım. èÁlem-i melekÿta yol
bulamazdım demeden kinÀye ola. Mine’l-kadìm işbu iki tÀ’ife ki biri sÿfì-i bÀrid ü
biri zÀhid-i huşkdur. AshÀb-ı makÀmÀt-ı vüsÿlun kendilerini setrle bu makÿle
kelimÀt-ı rumÿz-Àmìz ü nikÀt-engìzlerine èÀif olmayup havsala-I ıstièdÀdlarına
sıgmadıgından seng-endÀz-ı taèn u melÀmet olurlar ve ashÀb-ı vüsÿl dahı
makÀmların göre bu makÿle kelÀm ifÀdesinden ve sühan-sÀzlıkdan ihtirÀz etmezler.
ZìrÀ her bir kelÀm-ı muèciz-nizÀmları èayn-ı sülÿk ü tÀlib-i hakkı irşÀd zımnında
ehline havÀledir. Dirìg itmezler eger su’Àl vÀrid olursa ki kelimÀt-ı meşÀyih-i èizÀm
kelemü’n-nas alÀ kadri ukÿlihim fehvÀsınca mütekellim ve èale’l-husÿs rücÿ ilÀ
bidÀye [24a] mantÿkınca nihÀyet menzilden bidÀyete rÀciè olup denilir ise fièlhakìka
öyledir. Ancak evliyÀ-yı kirÀm ilÀ-yı illiyyìnden esfele irşÀd için rücÿè eder
ve ebu’l-vakt ve ibni vakt menÀzillerinde tayerÀn u me’mÿriyyetine göre seyrÀn
eder kÀmil ü ekmel olur. AmmÀ makÀm-ı temkìne resìde olmayanlar menÀzil-i
maèneviyyeden bir menzilde kalanlar ve bulunanlar meşrebine göre hareket ve
sühan-sÀzlıga mübÀderet eder ve kümmel-i evliyÀdan dahı muglak nikÀtengìzlerine
èÀrif olmayup havsala-i istidÀdlarına sıgmadıgından u gÀmız-ı dakìk
niçe niçe kelÀmlar vÀkiè olmuşdur. İbni èArabì ve CelÀlü’d-dìn-i Rÿmì ve
Hüseynü’l-mansÿr ve sÀ’irleri gibi kaddasallÀhü’l-esrÀrihim hem bu hususda
MevlÀnÀ LÀmièì ve sÀ’iri cevÀb verip buyurmuşlardır ki bu makÿle kelimÀtdan ve
rümÿz-ı nikÀtdan esrÀr-ı cÀnı ve etvÀr-ı nihÀnı erbÀb-ı hÀle ve ashÀb-ı kemÀle sırren
beyÀndır ve tÀ’ife-i agyÀrdan ketm ü ihfÀdır. Bu tÀ’ife-i kirÀmın [24b] kimi ehl-i
muèÀmeledir. Ri’Àyet èÀmÀl eyleriz kimi meşgÿl-i murÀkabedir. HikÀyet-i ahvÀl
eyler kimi èÀlem-i meşhÿd u meşkÿrda ve kimi hayret ü sekrde mazÿrdur. Kimi
hÀtıfın berhiyyatından vü kimi hÀtırın zevkiyyÀtdan söyler. Kimi èÀkilÀne kimi
èÀşıkÀne kimi zÀhidÀne söyler kimi etvÀr-ı siyerden rivÀyet kimi esrÀr-ı nihÀyet
kimi esfÀr-ı bidÀyetdir. Kimi dÀnedir hevÀ ehline dÀm için. Kimi efsÀnedir efsÿn-ı
èavÀm içün ve’l-hÀsılı bunların sırrını yine kendileri ve hem-hÀl olanları bilir ki.
Nükte: Maèlÿm ola ki kelimÀt-ı sufiyye kaddesallÀhu esrÀrihim tiryÀk-i fÀrÿk
gibidir. Bir cüz’ì lahm-ı efìdir. Hikmet maslahat içindir. Şol kimseler ki fıtrat-ı
selìme sÀhibi olup şerè-i şerìfe itikÀdı dürüstdür. Mü’min min-indillÀh ola. Her ne
kadar mahcÿb ise yine anınla dekÀyık-ı tevhìdden ve rümÿz-ı kelÀm-ı evliyÀdan
söyleşmek olur. [25a] ZìrÀ anda Àrzÿ-yı dìn hevÀ-yı nefse gÀlibdir. Usÿl-i dìne
muvÀfık olanı kabÿl eder. Ruhsat ve ibÀhet fehm olunanı tavakkuf edip gönlünden
der ki hÀşÀ ki bu tÀ’ife-i èaliye mübÀhì ve ehl-i ruhsat ola. Bu kelÀm bana bu vech
ile göründügü benim kusÿr-ı fehmimdendir diyip iètirÀz etmeyip èaczini bilip
èazìmetle èameli elden komaz. Bu vasf ile mevsÿf olmayan kimse yanında kelimÀt-
ı nikÀt-Àmìz-i sÿfiyyeden bahs etmek mÿcib-i hatardır. HemÀn Hak subhanehu ve
taèalÀ cümle ihvÀnımızla emr-i şerìèatte èÀmil ve ahkÀm-ı tarìkatde kÀmil edip
hevÀcis-i nefsÀnì ve vesÀvis-i şeytanìden masÿn eyleye. Amìn sümme Àmìn.
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
İŞLEVSEL SÖZLÜK*

A
AhlÀ [XXIV]25: Hevl’den ism-i tafdil. En lezzetli, en tatlı anlamlarında.
Án [XVIII]: İşaret sıfatı.

B
BÀde [XXIX] : İlahi aşk ve şevk.
Be [III]: Sebep bildirir, a/e.
Be-güşÀyed [III]: Fiil.
Be-gÿ [XXX]: Gûyende anlamındadır. Burada emir kipindedir, nagamat
eyle, söyle demektir.
Bendìd [VIII]: 2. T.Ş. emir kipi çekimi.
be-nÿr [XXIX]: Be-nûr’daki be mâè görevindedir. Nur’un bâde’yle
bağlantısı, kendisine benzetilenin benzetilene bağlantısı şeklindedir.
Ber [XXIX]: Kuvvetlendirme edatı.
Ber-efrÿz [XXIX]: Kuvvetlendirme olup, parlaklığının kuvvetinden
mutribin de şevkin artmasını istemesi ve aşk mızrabını
hareketlendirmesinden kinayedir.
Bìm [XV]: korku.
Bÿyì [III]: Sevgilinin saçının kokusundan kinayedir.

C-Ç
Ca‘d [IV]: Siyah ve parlak zincir şeklinde olan saç.
CÀm [XXIX]: Kadeh. Arifin kalbinden kinayedir.
Ceres [VIII]: Çan. Burada ceres’ten kasıt, sakındırma, korkutma, uyarma
ve dikkat çekme olmalıdır.
Çe emn [VII]: Soru kelimesi.
Çeng [XXXIX]: Bir çeşit saz ismidir.
Çonìn [XV]: Çün ile ìnden oluşan benzetme edatıdır.

D
DÀnend [XVI]: 3.Ç.Ş. geniş zaman fiil çekimi.
Def [ü] çeng [XXXIX]: İçsel hallerde şevk ve zevkin üst dereceleridir.
Def [XXXIX]: Şevk ve zevk isteği.
Dem [VII]: Vakit

*
İşlevsel sözlüğün hazırlanmasında yardımcı olan Dr. Ayşe Yıldız’a teşekkür ederim.
25 Maddelerin yanındaki köşeli parantez içindeki Romen rakamları, madde başı olan kelimenin
metinde geçtiği mısra numarasına işaret eder.
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
E
Edir [I]: (devr)’den 2. T.Ş. emir kipi.
Efrÿz [XXIX]: 2.T.Ş. emir kipi.
ElÀ [I]: Başlangıç edatı.
EşhÀ [XXIV] : Leziz. “Bize genç kız busesinden daha lezzetli ve tatlı
demek” yani Hz. Muhammed’in her sözü lezzetli olduğu gibi bu sözü de
en tatlıdır diye yorumlanmıştır.
Eyyuhe’s-sÀkì [I]: Sakiyi tembih için kullanılan sıfatın zamme harfi.

H
HÀhì [XXI]: HÀhìden fiilinin 2.T.Ş. Geniş zaman çekimi.
Heme [XVII]: Aşırılık, çokluk bildirir.
Huzÿrì [XXI]: YÀy-ı vahdet (teklik bildiren ye). Ebedi huzur, ahirette olur.
Ancak, dünya ehline nazaran bu huzursuzluk âleminde Allah yolunun
yolcularının huzuru aşikârdır. Çünkü dünya ehli, Allah’ın dışındaki
şeylerin hallerine aldanmış olduğu için çeşit çeşit elemlerle huzursuzdur.
İ
İmhalhÀ [XXII]: İhmal, 2.T.Ş. emir, hÀ tembih edatı.

K
Kabl [XXIV]: Buse
Ke’sen [I]: Halk arasında kâse olarak telaffuz edilen kelime. Fakat burada,
şarap kabı olup kadeh anlamındadır. Kâse, kadeh ve cam olarak da
kullanılabilir. Kadeh, zamana, cam, kâinata ve arifin kalbine ve sâlikin
hallerine delalet eder.
Kıble [XXIV]: Buse
Ki [I]: Bağlama edatı.

L
LenÀ [XXIV]: Bize

M
MahmilhÀ [VIII]: Yükler. Yüklerden kasıt, güzel ameller ve beğenilen
bilgi ve ahlak olgunluğudur.
MÀnd [XVIII]: Geniş zaman fiil çekimi.
MenzilhÀ [VI]: MeyhÀne, èÀlem-i melekÿt (ilahi kudret).
Menzil-i cÀnÀn [VII]: èÁlem-i fenÀdan kinayedir.
MerÀ [VII]: Mîm, 1. T.Ş. zamiri. RÀ burada akuzatif (nesne)
fonksiyonundadır.
Meşev [XXI]: Olumsuz emir.
MetÀ [XXII]: ma harf-i zÀid, anlamı kuvvetlendirmek için kullanılmıştır.
Mevc-i gird-Àb [XV]: Aşkın uçsuz bucaksız denizi içinde vücut gemisine
nefisle mücadele dalgalarının çarpması ortaya çıktıkça tahammülün
ortadan kalkacağı korkusuyla darmadağın ve perişan bir halde devamlı
kalma korkusundan kinayedir.
İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
Mey [V]: Arifin kalbine cam (kadeh) denilir. Kimi zaman da meyden
kasıt, gerçek bir tecellidir. Mey [XVII] : Şaraptan kasıt, ruhani zevk,
Tanrı’nın tecellisi ve Tanrının aşk ve şevkidir.
Mey-hÀne [XLIII]: Melekler ve ruhlar âlemidir.
Mutrib [XXX]: İsm-i fâildir.

N
NÀfe [III]: Göbek. Hint ve Çin diyarında olan ahuların göbeğindeki misk.
Nemÿd [II]: Geçmiş zamanda fiil çekimi. Vaki oldu, oldu anlamındadır.
Nÿr-ı bÀde [XXIX]: Nur’un bâde’yle bağlantısı, ilahi aşkın salikin gönlüne
doğması, olması ve artmasından kinayedir.

P
Pìr-i mugÀn [V]: Meyhanenin piri.

R
Rengìn [V] : Rengìnde yÀ, nispet; nun, tekit ifadesidir.
Resm [VI]: Âdet
Rÿy [XXVIII]: Yanaktan kasıt, tanrının güzelliğinin zuhur ettiği yer ve
sıfatlarının görünmesidir. Allah’ın cemalinin nurunun âşığı olan kişi her
nereye baksa eserde eser sahibine deliller görerek onda Tanrının
kudretinden ve sıfatlarından izler bulur bu da onun kalbine busedir.

S
SabÀ [III]: Güneşin doğduğu vakit, seher zamanı esen rüzgâr.
SÀkì [I]: Allah sevgisinin tecellisinden kinayedir, kimi zaman tarikat
rehberi anlamında da kullanılır. SÀkì [XXIX] Allah sevgisinin
tecellisinden kinayedir, burada Allah sevgisinin tecellisi ve aşk yolunun
yakıcılığının göstergesi olarak pìr-i kâmilden kinaye şeklinde
kullanılmıştır.
sÀzend [XVIII]: 3.Ç. Ş. Geniş zaman çekimi.
sebük-bÀrÀn-ı sÀhilhÀ [XVI]: Kurtuluş sahilinde sevgilinin vuslatından
ayrılma korkusu olmayan gönül sahiplerinden kinayedir.
SeccÀde [V]: Görünen kisvenin değişmesini ima eder.
Sÿfì [XXIII]: Sûfîden kasıt, Hz. Muhammet’tir. Şaraba, ümmü’l-habÀ’is
(kötülüklerin anası) diyen de odur. Bu durumun öznesi Hz. Muhammed,
nesnesi de şaraptır.

Ş
Şeb-i hicrÀn: Karanlık.
Şeb-i tarìk [XV]: Karanlık gece. Gerçek sevgilinin kulluğu ile onun
geceleri uyanık olan, ondan ayrı kaldıkları için ağlayıp inleyen saliklerine,
kuluna yaptığı manevi muameledir, bu durum feyz zamanlarıdır.

İSMAİL HAKKI AKSOYAK - FÂİK’İN TASAVVUFÎ ŞERHİ: LÜBB-İ SÜHAN
HIKMET - ϦИКМЭТ - حكمت
HİKMET - AKADEMİK EDEBİYAT DERGİSİ [ JOURNAL OF ACADEMIC LITERATURE ]
PROF. DR. ABDULKERİM ABDULKADİROĞLU ÖZEL SAYISI - YIL 2, SAYI 3, 2016
ISSN: 2458 - 8636
T
TÀb-ı zülf [IV]: Sırları gizli tutmaktan kinayedir. Özündeki anlamı, Gerçek
vuslat tecellisi kokusunun can dimağına ulaşması olmalıdır. Hakikatlerin
başlangıç bilgisinde sırları gizli tutmaya mazhar olma korkusu Tanrı’nın
celal sıfatından hakikatler kokusuna olgunlaştırıcı bekleyişten gönül evine
çok kanlar düştü.
TÀr [XV]: Saç ve iplik teli anlamlarına da gelir. Ancak bu şekilde
kullanılınca kastedilen karanlıktır.
Tarìk [XV]: gaflet gecesi.
Tehevvi [XXII]: 2.T.Ş geniş zaman çekimi. Burada, sevgi, muhabbet
anlamındadır.
Telak [XXII]: Mülâkat fiilinin 2. T.Ş. geniş zaman çekimi.
Telh [XXIII]: Acı. Telhten kasıt, aşk yolunda çekilen sıkıntı ve
eziyetlerdir. Her ne kadar Hakk’ı isteyen kişi, Allah yolunda mücadeleye
rıza göstermişse de insan olmanın gereği eziyet ve sıkıntı kişiye acı gelir.
Telhveş [XXIII]: Şaraptan kinayedir.
Turra [III]: Saç, zülüf.

U-Ü
UftÀd [II]: Geçmiş zamanda fiil çekimi. Düşmek anlamındadır.
Ummu’l-habÀ’is [XXIII]: Şarabın hallerinden kinayedir.
Ümm [XXIII]: Anne.

V-Y
Veş [XXIII]: Benzetme edatı, gibi anlamında
YÀ [I]: Seslenme edatı.

Z
Z’Àn [III]: İşaret sıfatı.
Zi-mülk [XXXI]: Âlem-i şehâdet.
Zi-tÀb [IV]: TÀbiden mastarından. Pertev u tâkat (aydınlık ve güç) bu
kelime ki pîç u pîç-tâb dirler. Zülf-i pîç (Kıvrımlı saç) arifler arasında
hakikatlerin temel, başlangıç bilgisine ve Tanrı’nın celâl sıfatlarına işaret
eder.

Konular