DOĞU NAZIM SANATI HAKKINDA BİR ÇALIŞMA (ŞEYH AHMED İBN-İ HUDAYDAD TARAZÎ- FÜNÛNÜ’LBELÂGA)

DOĞU NAZIM SANATI HAKKINDA BİR ÇALIŞMA
(ŞEYH AHMED İBN-İ HUDAYDAD TARAZÎ- FÜNÛNÜ’LBELÂGA)
Metin HAKVERDİOĞLU
İslam JEMENEY
Öz
Klasik Türk edebiyatı veya divan edebiyatı adını verdiğimiz edebî dönem
yalnızca Batı sahasında, Anadolu’da, gelişmiş değildir. Bu edebiyat; Arap, Fars
ve Türk halklarının yüzlerce yıllık ortak aklının ve estetik zevkinin bir
ürünüdür. Bu ortaklık, kimi zaman bir dilin zenginleşmesi kimi zaman da bir
diğer dilin zayıflaması olarak sonuç vermiştir. Doğu Türklerinin divan
edebiyatına katkıları oldukça önemlidir. Bu konu Batı Türkçesi ile Doğu
Türkçesi arasındaki coğrafî ve siyasî engellerden dolayı yeterince
araştırılmamıştır. İşte Doğu nazım sanatının teorisi hakkında ilk çalışmanın
tarihi esasları bu anlamda önemli bir eksikliğe parmak basmaktadır. Şeyh
Ahmed ibn-i Hudaydad Tarazî’nin Fünûnü’l-Belâga adlı eseri, Doğu
Türklerinin nazım sanatı teorileri hakkında bizlere bir fikir vermektedir. Bu
eser, Arap, Fars ve Türk şiirinin temellerini ve sanat anlayışlarını ortaya
koymaktadır. Eserin içeriği hakkındaki bu çalışmamız, devrin edebî ve fikrî
gelişmesini özetlemesi yönünden önem arz etmektedir. Bu çalışma ile, aruz
vezninin gelişimi kısaca ele alınmıştır. Ayrıca edebî sanatlar ve Türk şiir
sanatının teorisi hakkında ilk düzenli bilgileri bir araya getiren Ahmed
Tarazî’nin Fünûnü’l- Belâga adlı eseri tanıtılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Doğu Şiir Sanatı, Şeyh Ahmed İbn-i Hudaydad, Fünûnü’lBelâga,
Şiir Dili, Klasik Türk Şiiri.

 Yrd. Doç. Dr., Amasya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi,
metin.hakverdioglu@amasya.edu.tr.
  Prof. Dr., Süleyman Demirel Üniversitesi, Kazakistan, jemeneyislam@yahoo.com.
98 | M. Hakverdioğlu-İ. Jemeney
Amasya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Sayı 5)
A Studied of About East Poem’s Art
(Shayh Ahmed İbn-i Hudaydad Tarazî- Fünûnü’l- Belâga)
Abstract
The literal period which named classical Turkish literature or diwan literature
do not only improve in west or Anatolia. This literature is the product of
hundreds of years of collective wisdom and aesthetic pleasure of Arab, Persian
and Turkish people. This partnership sometimes makes a language wealthy,
sometimes makes other language weak. Contribution of the Eastern Turkish to
the diwan literature is very important. This issue has not been investigated
because of the geographical and political barriers between Western and Eastern
Turkish. So that, the first historical study on the basis of the theory of Eastern
poetic art is finger on an important shortcoming. Fünûnü’l-Belâga which has
Shayh Ahmed İbn-i Hudaydad Tarazî, gives us information about the theory of
Turkish poetic art. This work demonstrates sense of art and fundamentals of
Turkish Arab and Persian poetry. This study about the content of Fünûnü’lBelâga
is important in terms of summarizing period of the literary and
intellectual development. With this study, the development of the aruz poetic
measure discussed again. Also the work named Fünûnü’l- Belâga which
collected the first regular information about the literary arts and the theory of
Turkish poetic art is introduced.
Key Words: Eastern poetic art, Shayh Ahmed İbn-i Hudaydad Tarazî,
Fünûnü’l- Belâga, poetic language, classical Turkish poetry.
Giriş
Çok eski zamanlara dayanan ve Türk halklarının manzum
eserlerinde yer edinen şiir yapısının teorisi terimini, “ilk defa Kaşgarlı
Mahmut, XI. yüzyılda yazdığı Divanü Lügati’t-Türk adlı kitabında
‘kög’
1 olarak kullanmıştır. Kaşgarlı Mahmut, bu kıymetli sözlüğünde
anlamını açıklamak istediği şiir parçalarının tamamını kög terimi ile
karşılamıştır; ancak biz kög kelimesinin etimolojisini, anlamı ve önemini
bugüne kadar açıklayabilmiş değildik. Bu sözlükteki, sanatsal
açıklaması yapılan Alp Er Tunga’nın M.Ö. 626’da vefatıyla ilgili sagu
örneklerinin üzerinden yaklaşık üç bin yıl geçmiştir. Bu durumda şiir

1 Besim Atalay, Divanü Lügati’t-Türk Dizini, c. IV, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara,
1999, s. 355.
Doğu Nazım Sanatı Hakkında Bir Çalışma| 99
Amasya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Sayı 5)
teorisi hakkında bilimsel ifadelerin, dünyada ilk defa, ulu Turan
sahasında ortaya çıkmış olduğunu öngörebiliriz.”
2
Bu bağlamda, İslam’ın Türk şiir sanatına gözle görülen ilk etkisi
aruz ölçüsü ile olmuştur.
Bilinen bir gerçektir ki, İslam âleminde şiir teorisi ile ilgili ilk
eserler Arap âlimleri tarafından IX. yüzyılda yazılmıştı. İslamiyet’in İran
ve Turan topraklarına VII.-VIII. yüzyıllarda yayılmasıyla, Arap dili,
Acem sahasında devlet dili ve bilim dili haline geldi. Bu nedenle İran ve
Turan halklarının şiirlerinde Arap ölçüsü, yani aruz vezni hızlı bir
şekilde kullanılmaya başlandı.
A. Aruz ve Türk Şiiri
“VIII. yüzyılda Arap edebiyatında doğan ve bu yüzyıldan
başlayarak Arap şiirinde kullanılan bir şiir ölçüsü olan aruz, Arap
istilaları ile gittikçe geniş alanları kaplayan Arap kültürü ve edebiyatı ile
birlikte İran’a, Afganistan’a, Orta Asya ve Hindistan’a kadar yayılmış ve
yavaş yavaş bu yöre halklarının edebiyatlarında kullanılmakta olan
bütün değişik şiir ölçülerinin yerini almaya başlamıştır. Önce İran
edebiyatını etkisi altına alan aruz, İran şiirindeki değişiklikleri ile öteki
edebiyatlara girmiştir.”3
İpekten’in istila olarak ifade ettiği bu durum
Doğu Türklerinin pek çok yazar ve şairi tarafından da dile getirilmiş;
ancak her seferinde orta bir yol bulunmuş, edebiyatların aruz ile
kayıplarından çok kazançları olduğu ifade edilmiştir.
Aruz vezni, ilk önce İran şiirlerinde kullanıldığı için aruz-ı Farisî
yapay şiir ölçüsü olarak ortaya çıktı ve kullanılmaya başlandı.
İranlılardan sonra Arap hilafetinin gücüne sahip olan Turan Türkleri,
Arap şiir ölçüsünü, yani aruz veznini yoğun olarak kullanmaya başladı.
Bu üstünlük hâlâ bazı Türk halklarının manzum eserlerinde
değişmeden devam etmektedir. Bunun en önemli nedeni Türkmen,
Azerî, Özbek, Uygur, Tatar v.d. halkların dilinde Arap, Fars
kelimelerinin tesirinin büyük olmasıdır. Hatta o halkların dilinde Arap,
Fars kelimelerinin değişmeden doğal şekliyle kabullenilmesi sebebiyle
onların manzum eserlerinde aruz vezni üstünlüğünü sürdürmeye
devam edecektir denebilir. “Bu durumun sırrını çok iyi fark etmiş olan

2
İslam Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, Almatı/Kazakistan,
2013, s. 3.
3 Haluk İpekten, Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz, Ötüken, İstanbul, 1994, s.
117.
100 | M. Hakverdioğlu-İ. Jemeney
Amasya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Sayı 5)
Azerbaycan şairi Resul Rıza: ‘Yüzyıllar boyunca Azerbaycan şiirinde
aruz ölçüsü üstünlüğünü korumuştur. Kelimenin ünlü seslerinin uzun
ya da kısa olması temelinde kurulmuş olan bu ölçünün on dokuz çeşit
örneği var idi. Aruz ölçüsünü kullanmak ana dilimizi Arap ve Fars
kelimeleri ile renklendirdi, hatta bazı kelimelerimizi tamamen
değiştirdi. Ancak bunun sonucunda Azerbaycan diline büyük hasar
vermiş oldu.’ diye bir birine zıt düşüncesini bildirerek, bu durumun
millî dilleri ters etkilediğini bilimsel açıdan açıklamış oldu.”
4
Türk halklarının manzum eserlerinde yer alan bu şiir ölçüsü,
zamanla aruz-ı Türkî, diye adlandırılmıştır. Özellikle, Çağatay
Türkçesinin üstün olduğu dönemlerde ortaya çıkan nazım dünyasında,
bu ölçü daha baskın görülmektedir. Aruz-ı Türkî, yayılmaya başladığı
dönemde, ilk olarak Türk şiir sanatının teorisyeni, Şeyh Ahmed ibn-i
Hudaydad Tarazî tarafından telif edilen (1436-1437) Fünûnü’l-Belâga
(Söz Sanatı) adlı ilmî çalışmada derinlemesine ele alınmıştır. Bu eser,
Kazak sahasında, Taraz şehrinde yazılmıştır. Şeyh Tarazî’den çok sonra
Nevaî (1441-1501) ve Babur (1483-1530)’un aruz-ı Türkî şiir ölçüsü
hakkında araştırmalar yapıp bu sanatı tanıttığını biliyoruz.
Aruz ölçüsü Türkler arasında özellikle divan şiirinde revaç
bulmuştur. “Divan şiirinde hâkim vezin aruzdur. Arap şiirinin ölçü
sistemi olan aruz, önce Fars şiirinde, ardından aynı medeniyet
dairesindeki Türk şiirinde kullanılmaya başlandı. İran edebiyatı
teorisyenleri daha 11. yüzyıldan başlayarak aruzu sitemleştirmeye
çalıştılar. İran aruz sisteminin yanında Türk aruzundan da bahsetmek
mümkündür. Fakat, Türk aruzu, İran aruzunda olduğu gibi bir
teorisyenler grubunun çalışmasıyla değil, şairlerin asırlarca denemeyanılma
yoluyla ortaya koydukları ürünlerin sonucunda ortaya
çıkmıştır.”5
Muhsin Macit’in yukarıdaki görüşüne ters bir düşünceyi Doğu
sahasındaki şiir teorileri çalışmalarında görebiliyoruz. Şeyh Ahmed
Tarazî, şiir sanatı hakkında oldukça kapsamlı bir çalışma yapmış ve
aruz da dahil pek çok konuyu ayrıntılı ele almıştır. Yani, deneme
yanılma çalışması olarak görülen aruz ve şiir sanatı kaideleri, Tarâzî gibi
şahsiyetler tarafından çoktan sınırları çizilmiş bir saha haline gelmişti.

4
Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, s. 3.
5 Muhsin Macit, Divan Şiirinde Ahenk Unsurları, Akçağ, Ankara, 1996, s. 76.
Doğu Nazım Sanatı Hakkında Bir Çalışma| 101
Amasya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Sayı 5)
“Türk şiir tarihinde XVI-XIX. yüzyıllarda aruz-ı Türkî şiir
ölçüsüyle yazılan eserlerin şiir yapısını öğrenmek için Şeyh Tarazî’nin
Söz Sanatı olarak adlandırılan XV. asırdaki (1436-1437) eserine bakmak
gerekir. Şeyh Tarazî’nin şiir yapısı hakkında yazılan bu teorik bilimsel
çıkarımlarına sıkı sıkıya dayanmalıyız. Onun sayesinde Çağatay
Türkçesinde yazılan herhangi bir manzum eseri, hangi şiir ölçüsünde ya
da hangi türde yazıldığını inceleyerek tanıyabiliriz.”
6
Aruz-ı Türkîyi Doğu sahasında takip için şu gerçeğin bilinmesi
gerekir: XV. asırda Altınordu İmparatorluğu yıkılmış, onun
hakimiyetindeki Türk halkları başka hanlıklara ve beyliklere
bölünmüşlerdir. Bu dönemde Türk halklarının edebiyatı tamamen millî
yönden ilerlemeye başlamıştır. “XV. asırda başlayan Kazak Hanlığı
dönemindeki Kazak edebiyatı, özellikle, onun millî şiir ölçüsü, Kazak
şiir ölçüsü, “barmak” vezni temelinde ortaya çıkmıştır. Kazakçada
bulunan Farsça-Arapça kelimelerin, Kazak dili seslendirme kurallarına
göre telaffuzu, Kazakçalaştırılması neticesinde, Kazak nazmında aruz-ı
Türkî şiir ölçüsü yer edinememiştir.”
7 Ama diğer Türk halklarının
dillerindeki Farsça ve Arapça kelimelerin çok olması ve fonetik açıdan
değişmeden kabul görmesi ve kullanılması, onların şiirinde aruz-ı Türkî
ölçüsünün üstünlüğünü perçinlemiş ve günümüze kadar gelmesini
sağlamıştır.
Aruz-ı Türkî hususunda farklı fikirler de yok değildir. Örneğin
Resimli Türk Edebiyatı Tarihinde, N. Sami Banarlı aruzun Türk şiirinde
doğal olarak yer aldığını iddia etmektedir: “Türklerin savaşlardan barış
eğlencelerine; günlük hayatın türlü icaplarına kadar, her hareketlerini
musiki ile birlikte yapmaları, Türk şiir lisanına tabiî bir ahenk işlemiştir.
Bu musiki saltanatı eski Türkçeye, kendi hece imkanları içinde bir
müzikalite kazandırmıştı. Böyle hecelerle meydana gelen vezin şüphesiz
ki aruz değildi; fakat tamamıyla parmak hesabına dayanan ve hiçbir
ahenk kaidesi teşekkül etmemiş, basit bir hece vezni olmaktan da
üstündü. Eski Türk vezninde zaman zaman açık ve kapalı heceleri aruz
tef’ilelerini andırır bir ahenkle sıralayan sesler duyuluyordu.”8
İşte tüm bu karmaşık gelişim ve anlayışlar içinde Şeyh Ahmed
Tarazî’nin eseri bir mihenk noktası oluşturmakta ve aruzun bilinçli bir

6
Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, s. 4.
7
Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, s. 8.
8 Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c. 1, İstanbul, s. 157.
102 | M. Hakverdioğlu-İ. Jemeney
Amasya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Sayı 5)
şekilde Türkler tarafından kabullenildiğini ve geliştirildiğini
ispatlamaktadır.
B. Şeyh Ahmed Tarazî ve Eseri Hakkında
Hakkında hemen hemen hiç bilgi bulunmayan Şeyh Ahmed ibn-i
Hudaydad Tarazî Timur hanedanı döneminde yaşamış ve büyük saygı
görmüştür. Onu daha çok kendi eserindeki ifadelerinden ve çağının
özelliklerini anlayarak tanımak mümkündür. Eserinin ve devrinin
değerlendirilmesi onun şahsiyetinin ve ilminin ortaya konması anlamına
gelmektedir. Şair ve âlim olduğu eserinden açıkça anlaşılan Şeyh
Ahmed Tarazî 15. yüzyıl âlimleri arasında zikredilir.
“Şeyh Ahmed ibn Hudaydad Tarazî’nin 1436-1437 yıllarında
yazdığı “Fünûnü’l-Belâga” adlı eseri paha biçilmez bir eser olmakla
beraber aynı zamanda çok kapsamlı, derin bir edebî şaheserdir. Şeyh
Tarazî’nin bu kitabı, edebiyat ile medeniyete çok önem vermekte ve
onları temellendirmektedir. Onu daima koruyan Emir Timur
hanedanının hükmettiği dönemlerde, ilmî ruhun yüksek olduğu
ortamda bu eserini yazmıştır. Özellikle, astroloji, tarih ve edebiyat
uzmanı Mirza Ulukbek Muhammed Taragay (1394-1449), onun yaşadığı
döneme denk gelmiştir.”
9 Bu nedenle Şeyh Tarazî kendi eserini Mirza
Ulukbek’e ithaf etmiştir. Yazar eserinde: “İlham sahipleri ve gönül
sahiplerinden, bu saf cevher hazineden güç alan, eksiklerini düzeltmeye
çalışan şair ve yazara hayırlı olsun. Onu dua ederek yad etmek
istiyorum ki Ulu Sultan Emir Ulukbek, bütün akıl sahipleri ve ilim
dostlarına malum ve ayan olduğu gibi bu eseri, söz sanatının sahasına,
belâgat hazinesine kazandıran kişidir. Özellikle, bu değerli kitap,
padişahın mübarek adıyla süslenmiştir. O, saltanat denizinin cevheri,
adalet sahasının cevheri, cömertlik yağmurunun bulutu, cesurluk
ormanının arslanı, feraset âleminin ayı, bilgeliğin padişahı, ulu
şahenşah, bilgili şehriyar, kılıç ve kalem ehli, sevgi ve cömertlik deryası;
Türk, Arap, Acem halklarının emîridir. Din ve devran yardımcısı Emir
Ulukbek Göregen’in, Allah ömrünü uzun, mertebesini yüksek, bahtını,
saltanatını daim eylesin… Amin!”
10 diye riyasız yazmaktadır.
Şeyh Tarazî bu kitabı ne zaman, nasıl ve hangi amaçta yazdığını
şöyle açıklamıştır: “Şiir türleri birbiriyle ilişkili olarak bir bütün halinde

9
Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, s. 4.
10 Şeyh Ahmed Tarazî, Fünûnü’l- Belâga, s. 36a.
Doğu Nazım Sanatı Hakkında Bir Çalışma| 103
Amasya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Sayı 5)
herhangi bir eser ya da mecmuada incelenmemişti. Bu nedenle ilgimi
çekti. Büyük bir heves ve istekle elime kalem alıp nesir ve şiire ilgi
duyanlara genel kuralları hakkında bilgi vermek istedim. Her kim ki söz
sanatı ve belâgat yeteneğine sahip ise, bu eserden faydalanacaktır. Uzun
zaman bu düşünceyle geçti. En sonunda 840 hicrî yılında (1436-1437) bu
ilme başladım. Fars ve Türk kelimelerini birleştirerek, risaleyi yazmayı
bitirdim. Onu ‘Fünûnü’l-Belâga’ olarak adlandırdım. Bazıları ona
‘Letâyif-i Tarazî’ dedi. İlham ve gönül sahipleri bu tertemiz saf inci ve
cevher hazinesinden faydalanarak eksiklerini tamamlamaya çalışırlarsa,
şair ve yazarlara hayırlı ola, diye dua ediyorum.”11
Bu bağlamda, Ahmed Tarazî’nin bu eserini Kazakça olarak
yayımlayan Prof. Dr. İslam Jemeney’in Şeyh Ahmed Tarazî, Fünûnü’lBelâga
(Körkem Söz Hüneri), Almatı/Kazakistan, adlı eserinin
makalemizin ana kaynağı olduğunu belirtmemiz gerekir.
Şeyh Ahmed Hudaydad Tarazî’nin eserinin el yazısı 139
yapraktan (278 sayfadan) oluşmaktadır. Bu eserin tek el yazısı nüshası
İngiltere Krallığı Oxford şehrinde Bodlean Kütüphanesinde mevcuttur.
Bu eserin, Özbek bilim adamları tarafından, 1996 yılında, Arap
alfabesinden Kiril harflerine transkribi yapılmıştır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Şeyh Tarazî’nin hayatı hakkında,
bu eserde herhangi bir bilgi verilmemiştir. “Bize göre, o Tarih-i Raşidî
kitabının yazarı Mirza Haydar Duğlat’ın meşhur dedesi olabilir.”
12

Şeyh Tarazî’nin, ünlü uyumu ile sesbilimi kurallarına uygunluk
araştırması, Doğu edebiyatını aruz ilmine göre incelemesi ve bunu Arap,
Fars ve Türk şiirlerinden örneklerle ispatlaması, edebiyat teorisinde
Türk dünyasına miras bıraktığı büyük bir başarıdır. Onun XV. asırda
yazdığı bu, Fünunü’l-Belâga/ Körkem Söz Hüneri/ Söz Sanatı/ Letayif-i
Tarazî şeklinde adlandırılan eserinin paha biçilmez değeri herkes
tarafından kabul edilmektedir. Bu eserin, Türk edebiyatının (manzum
ve mensur) yapısını açıklayan, onu daha derin incelememize imkan
tanıyan ilk eser olduğunu tekrar tekar belirtmemiz gerekir.
Şeyh Ahmed ibn Hudaydad Tarazî’nin Fünunü’l-Belâga adlı bu
eseri, orta asır Türk edebiyatı teorisi hakkında yazılan ilk eserdir. Bu
eserin en önemli özelliği, Türk dilinde yazılmış olması, şiir türlerine
gösterdiği Türkçe örneklerle beraber Farsça ve Arapça beyitlerde

11 Şeyh Ahmed Tarazî, Fünûnü’l- Belâga, 3a.
12 Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, s. 5.
104 | M. Hakverdioğlu-İ. Jemeney
Amasya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Sayı 5)
kullanmasıdır. Örneğin, şiir tarifine başlarken açıklamasını Arapça
yazmıştır. Şiirin 10 türü olduğunu söylemiş ve hepsini Arap dilinde
yazmıştır:
)النوع االول فی بیان القصیده، النوع الثانی فی بیان الغزل، النوع الثالث فی بیان القطعه، النوع
الرابع فی البیان الرباعی، النوع الخامس فی البیان المثنوی، النوع السادس فی البیان الترجیع، النوع
( 13 السابع فی البیان المسمط، النوع التاسع فی البیان المتطول، النوع العاشر فی البیان الفرد
Bununla beraber her bir şiir türüne Türkçe şiir parçaları ile
birlikte Farsça şiirlerden örnekler vermiştir.
Fünûnü’l-Belâga dört ana bölümden oluşmaktadır ve her
bölümde edebiyatın değişik bir hususiyeti ele alınmaktadır.
Birinci bölümde nazım şekillerinden kaside, gazel, kıt’a, rubaî,
tuyuğ, mesnevî, terci’- bend, musammat ve ferdler; Farsça ve Türkçe
örnekleri ile ele alınmaktadır.
Kaside nazım şekline verdiği bir örnek beyit (Mevlanâ Lütfî):
Ey cefâ bâbında tasnîf itgüci yüz mekr ü fen
Muttasıl hüsnün sözidür kayda bulsa encümen14
Gazel nazım şekli ile ilgili olarak, Şeyh Tarazî, kendi yazdığı bir
örneği eserine almıştır:
Ger sabâ ol ay yüzin yed alsa her sa’at nikab
Tâb-ı ‘ayb tutkanıdın bolgay peşîmân âfitâb
Kâmet-i reftârını gördi meger serv-tîzrev
Reşk ötüdin serv-kadd ü tîzrev oldı kebâb15
Kıt’a nazım şekline de Farsça ve Türkçe diğer örneklerin yanına
kendi şiirinden bir parça almıştır (Şeyh Ahmed Tarâzî):
Gül yüzüňi görgeli ey reşk-i hûr
Dem be dem gözyaşı kandin dem urar
La’line nisbet ıtar özin ‘akîk
Ol yamanı gör ki kandin dem urar 16
Rübâî örneği olarak, Farsçadan verilen bol örneklerin arasına,
Seyyid Nesimî’den şu Türkçe rubaîyi koymuştur:

13 Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, s. 7. (Birinci kısım kasidenin
açıklaması hakkında; ikinci kısım gazelin açıklaması hakkında; üçüncü kısım kıt'anın
açıklaması hakkında; dördüncü kısım ruba'inin açıklaması hakkında; beşinci kısım
mesnevinin açıklaması hakkında; altıncı kısım terci'in açıklaması hakkında; yedinci
kısım mesmudun açıklaması hakkında; dokuzuncu kısım mutedavvel hakkında;
onuncu kısım fert hakkındadır.)
14 Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, s. 22.
15 Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, s. 31.
16 Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, s. 34.
Doğu Nazım Sanatı Hakkında Bir Çalışma| 105
Amasya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Sayı 5)
Ey harâmî gözlerin yağmacıdur
Ka’be yüzündur melâyik hacılar
‘Aşkıňa ümmit olan durnacılar
Vey dudagındın hecil helvacılar17
Rubaî nazım şeklinde Mevlanâ Sekkâkî’nin şiiri de sanatlı
söyleyişinden dolayı eserde örnek olarak kullanılmıştır:
Gülyüzüňi görse bülbül der çemen
Geyçip öz sevdasıdın bolgay çü gen
Lebleriňe tenk tutar özün ‘akik
Bilmes o beyhûde sözler ol yaman18
Tuyuğ örneğinin en ilginci ise Hacı Akçekindî’ye aittir:
Birgil ey sîmîn zukan elin maňa
Nice yaşı bolgasın ilin maňa
Derdiniz dermân-ı cânımdur menin
Sagınurlar bilmegen itdin maňa19
Mesnevî nazım şeklinden bütün örnekleri Farsça veren Tarazî,
Mevlanâ Celaleddin-i Rumî’nin Mesnevî adlı eserinin altı beytini de
örnek olarak kaydetmiştir.
بشنو از نى چون حكايت مى كند
20 از جدايي ها شكايت مىكند
Terci’-bent nazım şeklinde diğer şiirler yanında kendi şiirinden
de örnek vermiştir (Şeyh Ahmed Tarazî):
Ey gözleri ‘ayn-ı âfet-i cân
Hüsnü’l-yedâsın sin imdi sultân
Hayvân irür âdemi imastur
Kim dise lebbiňi âb-ı hayvân
Kim sini perî-ge kılsa nisbet
Tahkîk biliň imasdur insân
Göytürdi gamıň felekniň âyın
Yalguz min imân yüzüň-ke hayrân
Vakt oldı kim eyleseň ter-i ham
Ey ‘ârızı reşk-i mâh tâbân
Cân u gönül urtadı firâkıň

17 Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, s. 37.
18 Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, s. 37.
19 Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, s. 39.
20 Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, s. 42. (Dinle neyden kim
hikâyet etmede/ Ayrılıklardan şikâyet etmede)
106 | M. Hakverdioğlu-İ. Jemeney
Amasya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Sayı 5)
Endâzedin aştı iştikâkıň
Genç ol ruh u zülfüň ejdehâdur
Gamzeniň belî okı yâdur
Her kim ki yüzüň gördü bir dem
‘Aşkıň gamı birle mübtelâdur
La’liň ana ki hûn bahâdur
Gamzeň ki töker kanımızı bî-bâk21
Musammatlar bölümünde ise muhammes çeşitlerine örnekler
veren Tarazî, kendinden şu şiiri almıştır:
Ey ‘arızı reşk-i kamer zülfüň gamıda her seher
Çîn ü Hoten’de müşk-i ter âşüfte ü şeydâ bolur
Her lahza ey mâh-ı Hoten bulsaň hırâmândır çemen
Feryâd ü nâliş yüz tümen her gûşeden peydâ bolur22
Tarazî, müfred örneği olarak şu beyti Türkçe şiirlerden
seçmiştir:
Bardur ümmîdüm ki sa’d itgeyler imdi tâli’im
Bes ki yılkıttı felek ehlini efgânım meniň23
İkinci bölümde Şeyh Ahmed Hudaydâd Tarazî kafiye ve redif
konusunu ele almış ve bu hususta örneklerle açıklamalar yapmıştır.
Kafiye çeşitlerini ve revî, ridf, kayd, tesis, redif gibi kavramları tek tek
örneklendiren yazar, bu konuda da Türkçe ve Farsça şiir parçaları
kullanmıştır.
Ey cemâliňden hacil Firdevs bâgınıň güli
Teşnedür la’liň sıfatın içkeli Kevser müli24
Yazar, bu beytte “lam” harfinin revî, “ye” harfinin redif
olduğunu belirtmiştir.
Üçüncü bölümde Tarazî, şiir sanatının inceliklerinden bahsetmiş
ve örnekler vermiştir.
Meselâ, teşbih sanatı için Celâlî adlı şairden şu beyti örnek olarak
almıştır:
Kılur ol göz uğrılukla tutar burç
Anıň tek kim zamâne pâsbânî 25
Gözü, hırsıza kale alanlara benzetir.

21 Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, s. 59.
22 Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, s. 73.
23 Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, s. 84.
24 Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, s. 103.
25 Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, s. 170.
Doğu Nazım Sanatı Hakkında Bir Çalışma| 107
Amasya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Sayı 5)
Şeyh Tarazî, iltifat sanatı ile ilgili de şu ilginç örneği vermiştir:
Tüşti işim biringe ki âl bile
Bagladı gönlümni zülfi al bile
Kıble birip cân alurga ey sanem
Bolmasaň râzı gönülni al bile26
Birinci dizede “benim” iyeliğini kullanan şair, ikinci dizede “o”
zamirini, üçüncü dizede “sen” ve dördüncü dizede yine “sen” zamirini
kullanarak iltifat sanatını kullanmıştır.
Neredeyse tüm sanatları örnekleri ile tek tek açıklayan Tarazî,
devrine göre oldukça ileri bir belâgat âlimi olduğunu ispatlamıştır.
Dördüncü bölümde yazar, hikayeler ve mesneviler hakkında
bilgi vermektedir.
C. Türkler ve İslam Sanatları ile Tanışmaları
Tarazî’nin bu eseri kaleme alabilmesinin temel kaynağı onun
yetiştiği ortamdır. O, güçlü bir kültür birikimini miras almış ve kendi
düşünceleri ile yoğurmuştur. Onu yetiştiren birikim, Türklerin
İslamiyet’le tanışması ve onu en iyi şekilde özümsemesi ile kendini
göstermiştir. Bu birikimi şöyle özetleyebiliriz:
Türk halkları edebiyatı tarihi, İslamiyet’ten önce ve M.Ö. VI-V.
asırda yazılan Efrasiyap (Alp Er Tunga) ağıtlarına dayanır. Doğu Türk
dünyasında kabul edildiği şekliyle, Türkçe için M.S. V-VIII. asır eski
dönem, M.S. VIII-XV. asır ise orta asırdır. Her iki dönemde şekillenen
edebiyat ile medeniyet bütün Türklerin ortak manevî hazinesi olmuştur.
Bu iki dönemde Türklerin edebiyat ve ilimde yerleşik ve göçebe hayata
has değerleri bu eserlerle ortaya çıkmıştır. Bu sayede Türkler iki
kültürlülüğü, yerleşik ve göçebe kültürünün yaşam örneklerini, dünya
medeniyetine tanıtmış oldular.
Eski dönemden miras kalan Efrasiyap (Alp Er Tunga) ağıtı
ağızdan ağza dolaştıktan asırlar sonra, Mahmut Kaşgarî tarafından
derlenip Divanü Lügat-it-Türk adlı eserinde yazıya geçirilmiştir.
Dörtlük şeklindeki ağıtlar Türk halklarının edebiyatının başlangıcı
olarak bilinmektedir. Sonradan Hoca Ahmed Yesevî’nin Divan-ı Hikmet
adlı eserindeki dörtlükler ile bu özellik devam etmiştir. Kazak Hanlığı
1465-1847 döneminde ve sonrasında, Kazak şairleri, şiirlerinde, dörtlük
nazım biriminin kullanışlı olduğunu gösterdiler. Bunu, Dulat

26 Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, s. 180.
108 | M. Hakverdioğlu-İ. Jemeney
Amasya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Sayı 5)
Babatayulı, Abay Kunanbayulı, Turmagambet Iztıleuyulı gibi şairlerin
eserinde çokça görebiliriz. Kazak edebiyat tarihçileri “dörtlüğü” bazen
“dört tagan” veya “dört tarmak” olarak da adlandırmışlardır.
Türklüğün eski dönem edebiyatı, bu tarihî- siyasî dönemin sona
ermesi ile Turancılık veya Türkistan Dönemi adıyla Yeni Çağ olarak
devam etti. Artık Türklerin Orta Çağdaki İslamî edebiyat akımı, halkın
manevî ve ruhanî kaynağı olmuştur.
İşte bu yeni dönemin ortaya çıkış hikayesini, Şeyh Ahmed
Tarazî’yi yetiştiren dönemin şifrelerini tarihçilerin açıklamalarında
bulmak mümkündür:
Tarihî kaynaklarda yazıldığı gibi, “Kuteybe ibn Müslim (669-715)
704 yılında, Halife Abdülmelik ibn Mervan (685-705 hükmettiği yıllar)
tarafından Horasan bölgesinin hükümranı olarak seçildi. Ölümünden
sonra Velid ibn Abdümelik babasının yerine hilafet tahtına geçtiği (705-
715) yıllarda da Kuteybe tahtında kalmaya devam etti. Kuteybe,
Horasan’ın hükümranı olduktan sonra, Türk dünyasına İslam-Arap
hilafetinin yavaş yavaş nüfûz etmesine sebep olmaya başladı. Onun bu
girişimi Harezm’den başladı. Harezm, Amuderyanın iki tarafından Aral
gölünün güneyinden Hazar (Kaspi) Denizinin doğusuna kadar alanı
kaplayan bölgedir. Amuderya’nın doğu kıyısında bulunan Kat şehri
merkez idi. Sonradan Kat ismi Harezm ismiyle değiştirildi. Bu bölgeyi
yöneten Harzemşah sülalesi arasındaki sorunlar yüzünden, tahta talip
olan adaylardan biri Arap asıllı Kutaybe ibn Müslim’e Harezm’i
fethetmesini istediğini bildiren mektup gönderdi. Kutaybe onun ricasını
gerçekleştirdi ve 712 yılında hükümete karşı grupların yardımıyla
kolaylıkla Harezm’i fethetti. Kutaybe o sırada Buhara, Semerkant, Sogd,
Şaş, Fergane, Harezm ve diğer bölgeleri fethettikten sonra Horasan’a
geri döndü ve Merv şehrini de Horasan bölgesinin başkenti yaptı.
Böylece büyük Horasan bölgesini (eyaletini) kurdu. Eskiden Turan Türk
eli olarak bilinen bu saha, Kuteybe’nin Türk ülkelerine yaptığı seferler
sonucu Türkistan adıyla tarihe geçti.
Kuteybe’nin zaferleri de Türkleri tamamen kendine boyun
eğdiremedi. Sadece Muaviye ibn-i Ebusüfyan yönetimindeki Emevîler,
Abbasîler tarafından 750 yılında yıkıldıktan sonra Türkistan’da yeni
değişiklikler vuku’ buldu”.
27

27 Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, s. 8.
Doğu Nazım Sanatı Hakkında Bir Çalışma| 109
Amasya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Sayı 5)
Abbasî halifesi iyice yerini sağlamlaştırdıktan sonra, 751 yılında
Türk ve İslam ordusu, Çin ordusuna karşı Atlak/Talas bölgesinde büyük
zafere ulaştı. Bundan sonra Türkler İslam dininin bütün siyasî ve
manevî değerlerini derinden hissederek mantıkla kabullenmeye başladı.
(751 yıldaki bu olay, Arap asıllı tarihçi İbn Esir’in yazılarıyla beraber Çin
belgelerinde de kaydedilmiştir).
İslam-Arap hilafeti, siyasî üstünlüğü ile birlikte kültürü ve İslamî
bakış açısı vasıtasıyla, Türk eline nüfuz etti, onu sardı ve derinlere kök
saldı. Böylece Türk sahasında edebiyat, yeni çeşitleri ile beraber yeni
konular ve temalar ile zenginleşti. Bu başlangıç Arap, Fars, Türk
medeniyetlerin kesişmesiyle kendine özgü tarihî-siyasî özellikleri
geliştirdi. Bunun önemli sonuçlarından biri, Arapçanın İslam dili olarak
ilk asırlarda siyasî açıdan üstün olması; bir diğeri ise Farsça ve
Türkçe’nin onun gölgesinde kalmasıdır. Bu durum 2-3 asır devam etti;
hatta Farsça ve Türkçe kullanılmamaktan dolayı unutulmak üzereydi.
Bu dönemde Arapçanın üstünlüğünün bir kaç nedeni vardır:
1. Arapçanın Kur’an-ı Kerim dili olması ve bununla beraber
Peygamber efendimizin (s.a.s) tercüme alanına önem vermesi ve
dönemin büyük medeniyetleri olan Yunan, İran, Hind milletlerinin her
türlü alanda yazılı eserlerinin Arapçaya çevrilmesini emretmesi idi.
Peygamber efendimiz tarafından emredilen ve desteklenen bu tercüme
ve çevirme seferberliği, 850 yılına kadar asrın bütün ilmî ve edebî
şaheserlerini tercüme etmeyi başardı. Kur’an-ı Kerim temelinde, Arapça,
başka bilimsel alanlarla da zenginleşip kendi döneminin bilimsel sözlük
hazinesini zenginleştirdi. Bu nedenle ulu düşünürler, âlimler Arapçaya
ihtiyaç duymaya başladılar. Ebu Nasre’l-Farabî, Harezmî, İbn Sinâ,
Zekerya Razî ve yüzlerce Türkistanlı, İranlı bilim adamları Arapça
öğrenip Arapça okuyup yazmaya başladılar.
2- İslam hilâfetinin yönetimi Araplarda olduğu için siyasî
yönetime yakın olan Türk ve Fars devlet adamları da Arapçayı
öğrenmeye ihtiyaç duydular.
3- Ekonomik ve iktisadî durumun genişlemesi ve güçlenmesi de
Arapçanın gelişmesini destekledi.
İslam dini, Arap, Fars ve Türklerin kendi aralarında sıkı ilişkide
olmaları sayesinde, ilmin hızlı bir şekilde yayılmasına ve gelişmesine
temel teşkil etti. Arap, Fars ve Türk sahasındaki şehirlerde halka hizmet
eden kültür ve bilim merkezleri açıldı. Yani, medreseler, camiiler
yanındaki kıraathaneler, kütüphaneler, hangahlar ile kitapçılar faaliyet
110 | M. Hakverdioğlu-İ. Jemeney
Amasya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Sayı 5)
göstermeye başladılar. VIII. asır sonlarında Bağdat şehrinde yüzlerce
kitapçı, tercüme merkezleri ve camiler yanında kütüphaneler vardı.
Irak’ta Musul şehrinde 950 yılında zengin biri tarafından büyük bir
merkezî kütüphane yapıldı. Öğrenciler kitapla beraber gerekli kağıdı
oradan alabiliyorlardı. Bütün Müslüman şehirlerde merkezî
kütüphaneler gece gündüz, 24 saat, çalışmakta idi. İslam ülkelerinde
yazarlar, şairler ve bilim adamları büyük saygı ve hürmete sahip
olduklarından, onlar, öğrencileri şehir meydanlarında açık alanda
toplayıp dersler vermeye başladılar ve bunu bir gelenek haline
getirdiler. O dönemde ilim sahibi olan esir ve köleler azat edildi ve kızerkek
çocuklarını, 6 yaştan itibaren, umuma açık olan medreselerde
okutabildiler. Umuma açık olan medreselerde eğitim bedava idi, ücretli
olan medreselerin de ücreti çok düşüktü. Böylece herkes eşit ve aynı
derecede eğitim ve öğretim alabiliyordu. İslamiyet’in bu altın devrinde
İran’ın Rey, Irak’ın Bağdat, Musul şehirleri ile beraber Basra şehri;
Türkistan’da Merv, Harezm, Taraz, Balasagun ve birçok diğer bilim
merkezleri vardı. Bu üç milletin topraklarında yüzlerce medrese,
kütüphane, kitapçıların olması kitap okur halkın sayısının çoğalmasına
sebep oldu. Bu durum aynı zamanda, ticaretin ve kervan yollarının bu
sahalarda genişlemesine ve faal olmasına sebep oldu. Dolayısıyla birçok
kişinin gelir kaynağı oldu. O dönem kervanların taşıdıkları en değerli ve
kıymetli mal kitap idi. Böylece İslamiyet, İslam medeniyeti ve düşüncesi
temelinde tasavvuf edebiyatı gelişti. Orta Çağda bilim ve edebiyatın
gelişmesi çok hızlı oldu. “Bu nedenle günümüzde dünyada, Arapça
600’den fazla el yazısı nüsha bulunmaktadır. Farsça’da iki bine yakın,
Türk dilinde on binlerce yazma nüsha, dünyada birçok ülkenin yazma
nüshaları merkezlerinde bulunmaktadır.”
28
İslam tarihinde bir gerçeği gözden kaçırmamalıyız. Bu gerçek
şudur: “Bahsedilen üç milletin ilmî gelişmesi ile beraber toplum
arasında da Arapça’nın üstün olması gayet doğal idi. Bu durum
Ümeyye halifesinin (661-750) hükmettiği yıllarda en uç noktaya geldi.
Bu dönemde, Ümeyye siyasetinde Araplar dışındaki diğer ırk
mensuplarının hor görülmeleri ve İranlılara Acem denmesi İranlılara
ağır geldi. Bu nedenle İran milliyetçileri Arapların millî siyasetine karşı
gelmeye başladılar. Neticesinde halifeye karşı İran isyancılarına önderlik
yapan Ebu Müslim Horasanî zafere ulaşıp, Ümeyye hanedanını

28 Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, s. 10.
Doğu Nazım Sanatı Hakkında Bir Çalışma| 111
Amasya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Sayı 5)
hilafetten indirip, Abbasî sülalesinin hilafet tahtına oturmasına sebep
oldu.”
29
Abbasî hilafeti (750-1258) gayrimüslimlere karşı ılımlı bir siyaset
uyguladı. Buna rağmen Arapça’nın tesirinde İran’da Farsça
unutulurken, dili Farsça, dini İslam, Sünni-Hanefi olan Samanî sülalesi,
halifenin isteği ve emriyle Horasan ile Maveraünnehir’de (875-999)
yönetimin başına geçti. Horasan emiri olan Mansur ibni Saman, Fars
tarihi ve medeniyetine olan sevgisi ve yoğun ilgisi yüzünden eski İran
tarihinin kaynaklarını derleyip topladı. Yeni Farsî-Darî dilinde nesir
türünde çeviriler yapıldı. Bu esere Şehname-i Mansurî adı verildi. Bu
kitap İran’ın eski dönem padişahlarının hayatını anlatan eser idi. Emir
Mansur’un ölümünden sonra bu nüsha genç şair Abülkasım
Firdevsî’nin eline geçti. Şair, Şehname-i Mansurî mecmuasını eklediği
bölümler ile nesirden nazma çevirdi. Halk tarafından sevilen bu nüsha
Şehname-i Firdevsî adıyla günümüze kadar gelmiş oldu. “Şehname”
şiiri, İran halkının Farsçaya olan hürmet ve saygısının artmasına sebep
oldu ve Farsçanın canlanmasına ve güçlenmesine büyük destek oldu.
“Firdevsi’nin de amacı Fars milletinin millî şuurunu uyandırmaktı.
Şairin amacını kendi şiirlerinde görebiliriz:
Otuz yıl aşkın çile çektim, ana dilimi canlandırdım,
Sayesinde Farsları kendi diline yönelttim,
Zamanenin fırtınaları ve kasırgaları bile yok edemez,
Güzel, muhteşem sarayı ben sözle inşa ettim.”
30
Firdevsî, millî, yüksek idealleri sayesinde günümüzde de İran’ın
millî şairi olarak bilinmektedir. Firdevsi’nin Şehname’si İranlılarla
beraber Türklerin de Farsçaya olan ilgilerini çoğalttı. Bu nedenle Türk
bilim adamları ve şairleri Farsça öğrenmeye başladılar. Böylece Türkçe;
Arapça ve Farsça tesiri altında kendi öz yapısından uzaklaşmaya
başladı. “Bu sırada Türklerde Karahanlı sülalesi yönetimde idi (840-
1212). Karahanlılar, Türklerin millî birlik beraberliğini korumak için tek
yolun Türk halkının dil, din ve düşünce birliği olduğunu öne sürdüler.
Bu nedenle Karahanlılar memleketin resmi dinini İslamiyet’in Sünnî-
Hanefî kolu olarak ilan etti. Türkçe eserler yazılmasına dikkat çekti. Bu
dönemde Yusuf Balasagun didaktik Kuttı bılıg (Kutadgu Bilig), Kaşgarlı
Mahmut Divanü Lugat-it Türk, Hoca Ahmed Yesevî tasavvuf içerikli

29 Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, s. 9.
30 Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, s. 11.
112 | M. Hakverdioğlu-İ. Jemeney
Amasya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Sayı 5)
Divan-ı Hikmet adlı eserini Türkçe yazdı. Onlar bu şekilde Türkçülük
şuurunun uyanışı ve yeni dönemin başlangıç pınarı oldular. Zamanın
siyasi gücü ile aydınların hedefledikleri amaçlarına ulaştıklarına tarih
şahittir. Çünkü Türk halkları günümüze kadar, İslamiyet’in Sünnî-
Hanefî mezhebini, Türk dilini ve örf-âdetini korumuşlardır. O
dönemdeki edebî eserlerin etkisi, edebiyatın, millî ideolojiyi
gerçekleştirmede önemli bir araç olduğunu da ispatlamaktadır.”
31
Firdevsî kendi eseriyle İran halkının millî şuurunu uyandırıp,
önemli hizmette bulunduğu gibi, Hoca Ahmed Yesevî de Türklerle
birlikte İslam dünyasının medenî-siyasî sahasına ölçüsüz hizmette
bulunmuştur. Hoca Ahmed Yesevî önderliğinde İslamî tasavvuf
edebiyatı Bahaeddin Nakşibendî, Hacı Bektaş, Âşık Paşa (1272-1333),
Yunus Emre (1238-1320), Beket Ata (1750-1813) gibi sufî şairler ile Orta
Asya ve Anadolu Türk halklarının manevî bütünlüğünü bugüne kadar
sürdürmüşlerdir.
Bu devirde, İslam’a dayanan edebiyat ve bilim alanları hızlı bir
şekilde gelişmeye başlamıştır; öyle ki 750-1050 yılları arasındaki dönem
İslam medeniyeti, Rönesans Döneminde, Avrupa’da ilmin gelişmesine
ve ilerlemesine temel teşkil etmiştir. Ona Arap, Fars ve Türk
düşünürleri, aydınları hep beraber sınırsız katkıda bulunmuşlardır.
Edebiyat çeşitli türlerde, ilim çeşitli dallarda büyük başarılara ulaşmış
ve Muhammed ibn Musa Harezmî (780-850) cebir ve logaritma ilmini
dünyaya tanıtmıştır. Ebu Nasr El-Farabî (870-940) felsefe, mantık, müzik
gibi alanları en yüksek dereceye ulaştırmıştır. Öyle ki, Ebu Reyhan ElBeyrunî
(973-1048|50) nin tarih, matematik, astronomi, coğrafya, fizik,
tıp, jeoloji, mineraloji, v.b. bilim dallarında yazdığı Kanun adlı eseri XXI.
asrın eşiğinde Rusça’ya çevrilip, 12 cilt olarak 30000 adet basılmıştır.
Bunlar, İslamiyetin ilimdeki gerçek ve net başarısıdır, diyebiliriz. “Bu
dönemlerde İslam dünyasında ilimin gelişmesi ve ilerlemesini inceleyen
Jorj Sarton, İslam’ın ilmî dönemini yedi bölüme ayırarak, her dönemin
başlamasına ilmî yenilikler getiren bir bilim adamının adını vermiştir.
Eserinde,
1- Cabir ibn Hayyan dönemi VIII. asrın ikinci yarısı,
2- Muhammed Harezmî dönemi IX. asrın ilk yarısı,
3- Zekerya Razî dönemi IX. asrın ikinci yarısı,
4- Mesûydî dönemi X. asrın ilk yarısı,

31 Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, s. 11-12.
Doğu Nazım Sanatı Hakkında Bir Çalışma| 113
Amasya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Sayı 5)
5- Cuzcanî dönemi X. asrın ikinci yarısı,
6- Beyrunî dönemi XI. asrın ilk yarısı,
7- Ömar Hayyam dönemi XI. asrın ikinci yarısı olarak
sınıflandırılmıştır.”
32
İnsanlığın bilgisine ışık saçan bu dönemlerde Arap, Fars ve Türk
âlimleri, hangi ırk ve etnik gruptan olduğuna bakmadan İslam dininin
gelişmesine kalben, aklen yorulmadan hizmette bulundular. Bunun
neticesinde bir yandan dünya ilminin hızlı gelişmesine sebep oldular,
bir yandan da bu üç millet dünya medeniyeti kervanı ile ilerlemeye
devam etme imkanı buldular. Türkler, Türklük düşüncesiyle beraber,
İslam’ın tarih görüşünü şairleri ve âlimlerinin eserleri sayesinde
tanıyabildiler. Böylece dünya edebiyatına etki ve tesir edebildiler. Buna
örnek olarak Orta Çağ ve XV. asır yazarlarından bahsedebiliriz.
Tarazî’ye uzanan bu medeniyet yolculuğunda, Türkistan
sahasında yetişmiş büyük âlimlerin İslam medeniyetine hizmetlerini ve
çalışmalarını üç sınıfta inceleyebiliriz:
1- Eserlerini Arapça yazanlar: Muhammed ibn Musa Harezmî
(770-850), Ebu Nasr el-Farabî (870-940), Ayazan Ebu Reyhan El-Beyrunî
(973-1048/50), Ebu Ali ibn-i Sinâ (980-1037).
2- Eserlerini Farsça yazanlar: Nizami Gencevî (1141-1209),
Mevlana Celaleddin-i Rumî (1207-1273).
3- Eserlerini Türkçe yazanlar: Yusuf Balasagun, Kaşgarlı
Mahmut, Hoca Ahmed Yesevî (1041-1167), Ali Şir Nevaî (1441-1501),
Zahirüddin Muhammed Babür (1483-1530). Bu listeye daha da devam
edebiliriz. Bu yüzden VIII-XV. yüzyıllara ait İslam medeniyetinin en
büyük muazzam yapıtları Arap, Fars ve Türklerin ortak manevî hazinesi
olarak kabul edilmektedir. Bu dönemin âlimlerinin ve yazarlarının
büyük kısmı Sünnî-Hanefî mezhebinden oldukları için İslam
medeniyetinin hızlı gelişmesine bu inanç yön vermiştir, diyebiliriz.
Sonuç
Türkler, İslam medeniyetini yalnızca bilim alanında desteklemek
ve korumakla sınırlı kalmayıp, onun siyasî tartışmalar ve çıkmazlardan
da sağ salim çıkmasına ve büyük zaferlere ulaşmasına ciddi yardımda
bulunmuştur. Türk kavimleri arasından İslamiyet’in güçlenmesi,

32 Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, s. 12.
114 | M. Hakverdioğlu-İ. Jemeney
Amasya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Sayı 5)
gelişmesi ve yayılmasına, yılmadan çaba gösteren Şeyh Ahmed Tarazî
gibi birçok şahsiyetleri söyleyebiliriz.
İslam dininin dünyanın dört bir yanına yayılması ve
güçlenmesine İslam tarihindeki dört halifeden sonra, Karahan Buğra,
Seyfeddin Kutuz, Sultan Baybars, Fatih Sultan Mehmet’in büyük
yardımları ve hizmetleri olmuştur.
Eğer tarihe tarafsız bakacak olursak, İslam medeniyetinin
şekillenmesine, kalıplaşmasına, yayılmasına Arap, Fars ve Türk
milletleri elbirliği ile maddi ve manevî yardımda bulunmuşlardır. Siyasî
çatışmalara bakmadan, aydınlar ve halk, İslam anlayışının, saf tertemiz
pınarından yararlanıp, ona hizmet edip büyük yardım ve katkıda
bulundular. İslam dininin bütün insanlığın ortak değeri olduğunu kan
ve terle; ruhen ve bedenen, kalben ve aklen ispatlamaya devam ettiler,
etmektedirler. İslam, insanoğlunun dinidir. Türklerin orta asır
edebiyatını; kutsal Kur’an-ı Kerim, İslam büyükleri ve İslam tarihine
dayandığı için bu tarih ile medeniyetini Araplar ve Farslardan ayırarak
inceleyemeyiz. Bunun kanıtı olarak Şeyh Ahmed Hudaydad Tarazî’nin
“Fünûnü’l-Belâga” adlı eserini gösterebiliriz. Bu eser yukarıda
saydığımız temel eserlerden biridir ve hem Türklerin edebî
zenginliğinin derinliğini kanıtlar hem de ortak zenginliğin değerini
ortaya koyar. Bu eserle, aruz-dil ilişkisi, eser-medeniyet ilişkisi tekrar
kanıtlanmış ve İran, Turan, Arap kültürünün zıt ve benzer yönleri ile bir
medeniyet doğurduğu açıkça belirtilmiştir.
Kaynakça
Atalay, Besim, Divanü Lügati’t-Türk Dizini, Türk Dil Kurumu Yayınları,
Ankara, 1999.
Banarlı, Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul, 1977.
İpekten, Haluk, Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz, Ötüken,
İstanbul, 1994.
Macit, Muhsin, Divan Şiirinde Ahenk Unsurları, Akçağ, Ankara, 1996.
Şeyh Ahmed Tarazî, Orijinal Elyazması Metin.
Jemeney, İslam, Şeyh Ahmed Tarazî- Söz Sanatı/ Fünûnü’l- Belâga, Almatı/
Kazakistan, 2013.

Konular