İRAN'LA TURAN'IN PAYLAŞILAMAYAN Ş Î RÎN' İ

İRAN'LA TURAN'IN PAYLAŞILAMAYAN
Ş Î RÎN' İ
A. CAFEROĞLU
Birbirinden farklı üç büyük dilin ortaklaşa Orta-Asya kültür yaylasına
sürmüş olduğu muazzam edebiyat, kültür tarihçileri için, dâima
ender bir fikir toleransı örneği olarak kalacaktır. Arap, Fars ve Türk
kültür dillerinin vücuda getirdikleri bu edebiyat, ne gariptir ki, millî
dilleri asla arka plâna atmadan ve birbirine karşı en ufak bir mücâ-
deleye mahal vermeden, müşterek bir motif, çağın geleneğine uygun
bir terennüm, hangi hükümdar tarafından ısmarlanırsa ısmarlansın ve
hangi kalem üstadı tarafından kaleme alınırsa alınsın, hep ayni his ve
ayni sıcaklıkla işlenmiş, Orta - Asya klâsik ve epik edebiyatına mâledilmiştir.
Bilhassa epik eserlerin temel mevzû ve idealini teşkil eden
" aşk kurbanları", yerli renklere boyanmasına rağmen, Orta-Asya sahasında
İran - Turan şeklini alarak, yüzyıllar boyunca yaşamış, edebî de-
ğerinden hiç bir şey kaybetmemiştir. Hatta insanlık ülküsü yönünden
bu nevi epik eserler, motifçe, dünya edebiyatlarının sınırları içerisinde
kolayca yerleşmiş kalmıştır. Tâbir câizse, bu haymatlos edebiyat nev'i,
Orta - Asya topraklarında, belirli bir karakter alarak İranla Turan' ın
paylaşılamaz hâle getirilen müşterek bir motifi olmuştur. Burada kastedilen
Turan> umumiyetle Türklerin yaşadıkları Orta - Asya'nın tam
kendisidir. Daha Göktürk devletinin (VI. - VII.) ortaya çıkmasile; Turan
deyimi, bir ülke adı olmak üzere Türkistan'ı temsil etmiş, bu yüzden
İran-Turan mücâdelelerine âit hikâyelerdeki Turanlı kahramanlar da,
tamamile Türk kahramanlarından sayılmışlardır Hele Karahanlı Türk
devletinin kültür hayatı ve bilhassa destan edebiyatı nev'i üzerinde ağır
basan İran tesiri
2 ister istemez, bu devlete âit olmayan İran menşe'li
1 V. Bartold, Orta Asya Türk tarihi hakkında dersler, İstanbul 1927, s. 77.
2 A. N. Samoyloviç , transkiy geroiçeskiy epos v literaturch T yurkskih narodov
Sredney Azii (—Orta Asya Türk halkları edebiyatında İran'ın kahramanlık eposu, Firdovsi),
Leningrad 1934, s. 161 -162.
6 0 A. CAFEROĞLU
birçok rivâyet ve tarihî geleneklerin, Türk Karahanlı'lar hesabına ge-
çirilmesine kolayca yol açmıştır
3. Okadar ki bu Türk devleti kendisine
" Al-i Afrâsiyâb" süsünü bile vermekten çekinmemiştir. Halbuki Turan'
ın efsânevî bir padişahı olan Afrâsiyâb, gerçekte, hiç bir vakit
Türk olmamıştır. Ancak manevî değeri, adı ve sanıyle Türklüğe nakledilmiştir.
Nitekim daha tran hükümdarı Faridün zamanında, ilk olarak
Türk ve Turan tâbirlerinin Türklere mahsus millî bir tarif şeklinde
kullanışı, zamanla vâzıh bir mâna kazanmış, İran devleti karşılığı olmak
üzere, Turan şeklinde Firdavsi' nin Şâhnâme'sinde yer almıştır
4 .
Hatta Firdavsi, destanının temelini teşkil eden İran - Turan mücâdelesinde,
gerçek bir aşkla bağlandığı vatanı İran'ı, yerleşik bir medeniyeti
temsilen, göçebe medeniyetli Türk' le yani Turan'la karşı karşıya
koymasına rağmen 5 , Türk muhibliğini de asla bir kenâra atmış sayılmamalıdır.
Bahusus ki "İran'ın yeni doğuşunun ve birliğinin" yegâne
kurtarıcısı olarak, âdeta taptığı hükümdarı Gazneli Mahmud8 , hem
Türk hem de Turan denilen, Firdavsi 'ce benimsenen ülkenin göçeri bir
evlâdı idi. İran ve Turan ülkelerinin sınırı ise bu zamanlarda Ceyhun
ırmağı kabul edilmişti.
Karakter bakımından ise destandaki İran'la Turan, birbirine karşı
"ateş-su " gibi zıd birer unsurdurlar. Nitekim Firdavsi şöyle der:
Fakat bu tarifi ile yetinmeyen üstad, Şâhnâme'sinde ayrıca bu iki
ülkeden hangisinin "ateş", hangisinin "su " olduğunu açıklamağı da lü-
zumlu görmüştür :
3 Nitekim Kâşgarlı Mahmud , Afrâsiyâb' i, lejaııder Türk kahramanlarından Alp -
Tonga' nm aynı olarak kabûllenmiştir (Dîvân, I, 44; C. Brockelmann, Mitteltürkischer Wortschatz,
Leipzig 1928, s. 240. Aynı fikir Katadga Bilig' ce de benimsenmiştir ( nşr. W.
Radioff, II, 31 ) . Afrâsiyâb , Dedem Korkut' ta da geçmektedir.
4 T. Kowalski, Stadia nad Şâh-nâme , Krakow, 1952, I, 245.
5 Jan Rypka , hanische Literaturgeschichte, Leipzig, 1959, s. 155; T. Kowalski,
aynı eser, s. 244 .
® J. Rypka, aynı eser, s. 157 .
7 T. Kowalski, aynı eser. s. 246 ; makalede geçen farsça metinler Kowalski vası-
tasiyle, Şâhnâme' nin J. Vullers neşrinden alınmıgtır.
7
y l y>- jlj/ j öj J İ I
İRAN' LA TURAN' IN PAYLAŞILAMAYAN ŞİRİN'İ 6 1
Bir iranlı olması hasebile sevdiği İran'ı "ateş " telâkki eden Firdavsi,
Türk'ü, ateşi söndürmeğe yarayan bir "su"y a benzetmeği, nedense
daha uygun bulmuştur. Buna göre de İran destanında, İran ve
Turan, karşılıklı birer müstakil âlem olmuşlardır. Hatta siyasî ve edebî
eserlerde Turan, " Türân-zamin ", " şahr-i Türân ", "marz-i Turan "gib i
adlar ve sıfatlar dahi almıştır.
Dilce de Turan, Firdavsi' ye göre, İran'dan tamamile ayrılmıştır.
İki ülke veyahut âlem arasındaki siyasî görüşmeler ve münâsebetler
"tercüman " vasıtasiyle yapılmıştır. Şahnâme, bu çok nâzik mes'eleyi
ihmal etmemiş, bâzı konular dolayısile açıklamalar da yapmıştır; Şöyle ki:
( III, 1616 )
j ^ V S*. ^ Oİ>j j^- 5 üj j C—ii
( III, 1164 )
0 J 3J ^ jt j ¿j ö jL» ^ J J ^
(III, 1165 )
Bundan başka tarcümân tâbiri dışında, birçok yerde açıktan açı-
ğa Türkü ve dilini işaretleyen ifâdelere rastlanmaktadır 8 . Anlaşılan
Firdavsi'nin ruhunda yerleşen Türklük sevgisi, Şâhnâme' yi bütün genişliğine
kaplamış ve yer yer Türk yiğit - kahramanlarına bahşedilen
yüksek vasıflar, Orta-Asya bozkır fikir yaratığının bir nevi Şahnâme1 si
sayılan Manas destanı üzerinde de müessir olmuştur
9 . Nasıl müessir
olmasın ki, Firdavsi'nin eserinde :
j J j j -ul J J oU j j > -
veyahut :
8 Şahnâme'de Turk (ve cemi Türkân), şâh-i Tut kân, sâlât-ı Türkân, sipahdâr-i
Türkân , Turk zâd ( , - e ) , Turkmân , Turki v. s. gibi kelimeler yüzlerce defa
geçer ; bunların yerleri için bk. F. Wolff, Glossar zu Firdosis Schahname, Berlin, 1935,
s. 241 v.d.
9 S. M. Abramzon , Etnografiçeskie syujetı v Kirgizskom epose "Manas", Sovetskaya
Etnograjiya, 1947, II, 136.
6 2 A. CAFEROĞLU
jVL- ¿jul j (_$lr .•..>- jjj j „jj ' 4.
" »
(III. 1283 )
gibi ifâdeler vardır. Nihayet, insan olarak bir Türk, Firdavsi için "peri"'
den başka bir şey olmadığı halde, aklen de ("akıllı" ) ' dir:
-A> ı o jıp^>•" ( V. III. 1187 )
j i j jia^ ) jij ; jiji y j ^SÎ
( V. III. 1420 )
Tarihî - destânî rivâyetler üzerine yazılmış bulunan Şâhnâme, Doğu
İran toprağı ile, Turan'ın - yani bugünkü Özbekistan Türklüğünün—ortaklaşa
bir fikir mahsulü olması bakımından, şüphe yoktur ki, eski İran
ve Türk cemiyet hayatının da gerçek mürevvici olmuştur. Zâten OrtaAsya,
bu çağlarda, tarihî milletler münâsebetleri kavşağını elinde tutmuş,
çeşitli kültür kaynaşmalarına imkânlar sağlamıştır. Burada karşı-
laşan ve çarpışan hayat içerisinde eriyen ideolojiler arasında İrancılık
ve Turancılık da bulunmakta idi. İşte Şâhnâme bu tarihî hâdiselerin
yarattığı bir şâheserdi.
Buna göre Şâhnâme' den de anlaşıldığı üzere İran ve Turan taksimi,
gelişi güzel ve keyfî bir destan konusundan doğma hayalî bir ayırma
olmayıp, iki ayrı dilli, gelenekli ve kültürlü ayrı cemiyetlerin, ortaklaşa
sürdükleri hayatın mahsulü olmuştur. Böyle bir vasatta, elbette
ortaklık nispeti, yalnız mânevî kültür değerlerine has kalamazdı, savaş
kahramanlarının sicilline dahi gidebilirdi. Nitekim Firdavsi'nin savaş
tasvirlerindeki İran - Turan mücâdelesi, İran'ın bir kısmının hükümdarı
sayılan Türk Mahmud'un zamanındaki, Karahanlı devletine karşı yapı-
lan savaşı da canlandırmakta ve bu savaş, Türk imparatoru nazarında,
İran milliyetçilik geleneği dışına o kadar da çıkmamaktadır- Bartold
ve Rypka gibi yabancı bilginlerin, Türk kahramanlarını ve İran'la Turan
arasındaki savaşları, sadece İranlılarla, iranîleşmiş Türkler arasında
bir vaka olarak kabullenmeleri, tamâmile yersizdir
I0. Orta-Asya klâsik
!0 Bilindiği üzere, Mahmud Gaznevî Şâhnâme' yi beğenmemiştir. ( E. E. Bertel's ,
Firdovsi i ego T vorçeştvo — Firdavsi ve eseri, Firdavsi, L- 1834, s. 112.). Buna kar-
şılık olarak Selçuklular ise , tam aksine Şâhnâme' yi benimsemiş, onun şiddetli tesiriyle,
eski tarihî şah adları, Selçuk sultan ailelerinin, âdeta gözağrısı derecesine getirilmişlerdir.
İRAN' LA TURAN' IN PAYLAŞILAMAYAN ŞİRİN'İ 6 3
Türk, epik edebiyatının şövalye ruhlu lejander kahraman tipleri arasında,
İran'ın epik " centilmen " kaynağından gelenleri de vardır ki, bu
da çağın birleşik fikir hayatı için tabiî idi. Savaş meydanında karşı-
laşan iki dilli İran ve Turan, nihayet savaş dışı sâkin hayat şartları
baskısı ile, müşterek ve tabiî bir fikir birliği içinde de yaşamak mecburiyetinde
idiler. Hele Orta-Asy a destan nev'i Türk edebiyatı kahramanları
için bu, zarurî bile sayılırdı. Ayrılık ve gayrılık bir nevi ge-
«ı lenek dışı yersiz hareket olarak bilinirdi. Leylâ ve Mecnun un bu yüzden
menşeini arayanlara, bugüne kadar rastlanmamıştır. Dünya edebiyatları
çapında arama teşebbüsüne girişilecek olunsa dahi, tıpkı Husrev
ve. Şîrin'in kahramanı "Şirin " gibi, çağın kültür ve sanat hayatı
tesiriyle, paylaşılmaz bir takım adlar altında, yeni yeni millî kahramanlar
türemiş ve türetilmiş olacaktır. Nitekim "padişahları övmekten"
bıkan Firdavsi' ^a/mame'sinde, boşboğazlığa bir son vermek suretile :
d_fjb ı jb — I j a-i ¿ j jli-J j Jf j (r_Ş>J
11 '^Jri ^ f-^-'
diyerek kalemini, savaş cephesinden, paylaşılamayan " Şirin" e çevirmiş,
onun trajik hayatına can katan rakibini zehirlemesini, sevgilisi
Husrev tarafından terkedilmesini, nihayet " aşk kurbanı" oluşunu tasvire
ve yaşatmaya çalışmıştır. Şirin bu sâyede lejander, sınırları çok
uzaklara taşan edebiyatların, sevimli ve ezelî bir kadın kahramanı olmuştur.
Nihayet o, dünyanın "yedi " harikasından biri sayılırdı 1 2 .
Çağatay edebiyatı kurucusu sayılan üstad Mır Ali Şîr Nevâî' nin
Firdavsi'yi "üstâd-ı fann"
13 olarak tavsif etmesine rağmen, Şîrîn, en
iyi vasfını ve gerçek değerini Firdavsi'de değil bilâkis Nizami' nin velût
kaleminde ve sızlayan kalp acısında bulmuştur. Yakın doğunun, aşkı
terennümünde, emsâline nâdir rastlanan ikinci büyük şiiri Husrav u Şî-
rin olmuşuştur. Erkek kahramanı tarihî İran 'ın Husrav' ini, kadın kahramanı
ise, Nizami' yi, zamansız terkederek, Şirin'e kavuşan, şâirin
sevgili refikası, hayat arkadaşı ve aslen bir Kıpçak Türk câriye olan
1 1 E. E. Bertel's , aynı makale, s. 114-115 .
12 K. V. Trever, Sasanidskiy Iran ve Şah-name = Sâsânîler İran'ı ve Şahnarne ,
Firdevsi , Leningrad 1934, s. 195 .
13 Ali Şîr Nevâî, Mahakemet-ül-lûgateyn, T. D. K., Ankara 1941, s. 96 (şimdiki
dile çeviren İshak Refet Işıtman) .
6 4 A. CAFEROĞLU
Afak' ın hatırasını ebedileştirmiş, böylece İran'la Turan'ı sâkin bir tarihî
çatı altında bağdaştırmıştır.
Mesnevî 'nin yazarı, eski Azeri Türk edebiyatının kurucusu ve bu
edebiyatın Fars dilli devrinin üstad şâiri Nizâmi'dir. Yazılmasını ısmarlayan
ise, Irak Selçukluları hükümdarı II. Toğrul ( 1177 -1194)'
dur :
1 y>- jljlkL .
Toğrul, çağının saray âdâbına uyarak, kendisi için, aşkı terennüm
edecek bir mesnevinin yazılmasını Nizâmî'den talebetmiştir. Bunu
f^ " b A , y Ji »
beytinde " Şehinşâhm emri" kabul eden Nizami de , geçirdiği ve ruhî
aşk buhranı tesirile, bu teklifi nimet bilmiş, okuyucusuna iç âleminin
ıztıraplarını duyurmak ve bu acıyı tâzelemek istemediği hâlde, Şirin' in
hayat mâcerasını kalbinin kanı ve ayrılık hasretinin acısıyle yazmaya
mecbur olmuştur. Bu suretle, iyi bir tesadüfle, mesnevinin nazmedili-
şinde, bizzat şâirin aşk ve hissiyatının da muazzam bir payı olmuştur.
Eserden anlaşıldığı üzere, Şirin, şâirin hayatında derin iz bırakmış
olan sevgili refikası Âfâk'ın bir nevi prototipidir. Asıl adı, Türk-
çeye uygun Apak yahut bugünkü ağız telâffuzu ile Appak 14 olması
gereken Âfâk, aslen Kıpçak Türklerinden olup Derbend şehri hâkimi
tarafından, câriye olmak üzere şâir Nizami' ye armağan edilmişti.
Âfâk' in yabancı bir ihtiyarın eline teslimi ve onun haşin ev hayatına
alışması herhâlde başlangıçta pek trajik olmuştur. Bu Kıpçak câriyenin
vaziyeti ilk anlarda ihtiyar Nizami için de, pek üzücü ve kırıcı olmuş-
14 Yazmalarda Âfâk olmakla beraber, Kıpçak antroponimisi için bu telâffuz şekli,
taraâmiyle yabancıdır. Buna göre, Türk kadın adları için normal sayılan ve bugün bile
mevcut olan Apak Appak olması daha uygundur ( bk. E. E. Bertel's , Kak zvali pervuga
jena Nizami ?, V. A. Gordlevskiy Armağanı, 1953, s. 64) .
y j p>7rü J ' 6
(3 iS'jJj d-£J~<> X
J UM,
fU ol ,1i» l i d y j> ¿j->-
İRAN' LA TURAN' IN PAYLAŞILAMAYAN ŞİRİN'İ 6 5
tur. Fakat bu dramatik hâdise, edip ve şâir Nizâmi'nin ince ruh zenginliği
sâyesinde, kısa zaman sonra, bertaraf edilmiş , câriye ile olan
kaba münâsebetler Şirin'in aşkını andıran, içli bir durulma havası yaratmış,
bu hava ihtiyar şâiri sihrî bir aşkla genç ve güzel Kıpçak kı-
zına bağlamıştır. Bu süretle Nizami' nin âile hayatı yeni bir veçhe almıştır.
Şâir bu kıpçak kızını eserinde şöyle târif etmektedir :
j ¿¡¿-I ¿»jv j ' (jr Li j \j Çji
İri cüsseli, fevkalâde güzel ve akıllı olan Âfâk, Nizâmı' ye yepyeni
bir hayat kazandırmıştır. O kadar ki şâir mükâfat olarak câriyesinin
değerini takdir etmiş ve kısa zaman içinde onu kendine zevce yapmış-
tır. İşte şâirin meşhur Husrav u Şirin indeki Şirin, Nizami'nin de itiraf
ettiği gibi, Âfâk'mın ruhunu ve insanseverliğini kendinde toplamış hem
İran Padişahı Husrav'i, hem Turanlı Nizami'yi yaşatmıştır.
Nizâmi'nin Âfâk'la olan izdivacından, takriben bir yıl sonra, 1173-
1174 yıllarında Muhammed adlı bir oğlu dünyaya gelmiştir. Câriye olmasına
rağmen, ahlâkan mazbut ve ismetli Âfâk' ın dünyaya getirdiği
bu çocuk, Nizami için unutulmaz bir nimet olmuştur. Fakat ne yazık ki
evlâdına doyamadan 1180 yılında Âfâk'ın ufûlü, Nizamı'yi derin acılara
garketmiş, onun san'atı üzerinde müessir olmuştur. İhtiyar şâir için yegâne
teselli kaynağı oğlu Muhammed'le, hayal olan eşinin mâtemli aşkı
olmuştur. Hayâlen avunmakta olan Nizâmi'nin tam bu ağır ve matemli
günlerinde, Türk imparatorunun 15 kendi gönül eğlencesi için, bir mesnevi
yazmasını ihtiyar Nizâmî'den istemesi, şâire âdeta bir iç dökme,
Afâk'ına ağlama fırsatını vermiştir. Appak'ın unutulamayan acısına
ortak arayan Nizami, bunu ebedî ve ezelî aşk kurbanı olarak hayâlinde
yaşattığı tarihî Şirin'de bulmuş 1 8 , ona sevimli Kıpçak Türk kızı-
nın, saf ve sâdık vasfını vermekten çekinmemiştir 1 7 .
15 Bâzı tezkirelerde, bu mesnevinin yazılmasını isteyenin Kızıl Arslan olduğu yazılmaktadır.
Bu yanlışlığı doğuranların öncülüğünü Davlatşah yapmıştır.
16 NizSmi elbette Şirin hakkındaki tarihi rivâyetleri pekâlâ bilirdi. Hatta bu husustaki
kaynakları inceden inceye aramış taramıştır ( G. Yu. Aliev, Legenda o Hosrove
i Şirin v literaturah narodov Vosioko, 1960, s. 10 = Doğu milletler edebiyatında Husrav
ve Şilin hakkındaki lejanda) •
17 E, E. Bertel's, Nizami, 1956, s. 102 v-d.
Şarkiyat Mecmuası F, 5
6 6 A. CAFEROĞLU
Nizami, Husrav u Şirin'ini 1181 tarihinde bitirmiştir. Yazılmasını
emreden Irak Selçuk imparatoru olduğu hâlde, Nizami, eserini Gence
hâkimi Şemseddin Ebû Ca'far Muhammed Cihan Pahlevan (1174-1186)'a 18
ithaf etmiştir. Eserin ortalarında ayrıca, aynı bölgenin üçüncü emîri bulunan
Muzaffereddin Osman Kılıç Arslan ( 1186-1191 )'ın adı geçmektedir
ki, bu zat, kardeşi Cihan'm ölümü üzerine tahta çıkmıştır. İçerisinde
rastlanan bu kabilden çeşitli emirler, devlet adamları, daha doğ-
rusu Türk hükümdar adları, eserin hiç olmazsa mânevi yönden büyük
hissesinin Türk hamurundan yoğrulduğuna bir işâret sayılabilir.
Zaten Şirin, milletlerarası edebiyatta paylaşılmaz lejaııder bir tip
olarak kalmaktadır. Menşe şehâdetnâmesini Iran hükümdarlarından Husrav
Parviz (hüküm yılları: 590-628 ) ile olan aşk macerası teşkil etmekle
beraber, yine de Şirin'i gerçek bir İranlı olarak kabûllenmek
zordur. Kaldı ki, Husrav'in kendisi dahi, bir dereceye kadar Turanlı
yani Türk muhitindendir. Babası Hurmuzd hakkındaki, Doğu ve
Bizans kaynaklarının verdikleri bilgiye bakılacak olunursa o, aslen "yarı
Türk" yarı "İranlı" idi 1 9 . Yarı İranlı, yarı Turanlı bir babanın oğlunda
da herhâlde aynı tesir mevcut olmuştur. Bâhusus ki, Husrav Parviz'in
devrinde İran' daki iç harp ve kaynaşmalara Türk kumandanları da
karışmış, taraf tutmuşlardır. Bu sûretle destanın erkek kahramanının soyunda
ve sopunda bir Türklük havası mevcut olmuştur.
Şirın'in durumu ise daha karışıktır: Kaynaklar onu, hep çeşitli milletler
ve ülkelere bağlamakta âdeta yarışa çıkmışa benzemektedirler.
Nitekim Süryanî kaynakları Şirin'i Fırat ırmağı yöresi sâkinlerinden
saymaktadır 2 0 . Ermeni ve diğer bâzı kaynaklar da bu fikre katılarak
onu Huzistan'lı saymakta tereddüt göstermezler
21 . Buna rağmen Bizans
kaynakları onu kendilerinin ayrılmaz bir parçası olarak tanıtmaktadırlar.
Ayni fikrin müdâfileri arasında Arap müeüiflerindan İbn Miskavayh
de bulunmaktadır 2 2 . Ermeni kaynaklan ise Şirin'i gerçek bir ermeni
kızı olarak tanıtmak istedikleri halde
23 , Azerbaycan Türkleri, sırf
Nizâmî'nin Genceli oluşu dolayısile, Azerî Türklerinden saymaktadırlar
24.
Hâlbuki Mîr Ali Şîr Nevâî, insanlık idealini terennüm ederken Farhâd'ı
Çin Padişahının oğlu; sevgilisi Şirin'i Ermeni; Farhâd'ın arkadaşı Şâ-
18 E. E. Bertel's, aynı eser, s. 104.
1 9 N. V. Pigulevskaya, Vizantiya i Iran ııa Rubeje VI i VII vekov, 1946, a. 85.
20 N. V. Pigulevskaya, Sâsânîler devrine ait bir anonim Süryani kaynağı. s. 67;
Aliev, aynı eser, s. 33.
2 1 Th. Nöldeke, Die von Gaidi herausgegebene Syrische Chronik. s. 10.
22 tbıı Miskavayh, The Tajarib al Umam, Leyden 1909 ( GMS) , s. 472 .
23 Büyük Sovyet Ansiklopedisi, XLIV, 546, mad. Ferhad ve Şirin.
2 4 Z. İbrahimov, Azerbaycan gadınlarınıngehraman keçmişinden, Bakü, 1943, S. 11.
İRAN'LA TURAN'IN PAYL AŞİLAMA YAN ŞİRİN'İ 6 7
pür'u ise İranlı olarak kabullenmiş, bu yolla ırksızlığın millî yaradılış-
taki zıddiyetini ortadan kaldırmak istemiştir
25 . Ayrıca üç dilli kahramanların
anlaşmada, sevişmede ve yaşamada en ufak bir fikir zorlu-
ğu ile karşılaşmaması motifinin bu vesile ile, Türk edebiyatına da sokuluşu,
şüphesiz araştırmaya değer mühim bir edebî cereyandır. Şirin'i
Ermeni olarak tanıtanlar arasında Amir Husrav-i Dihlavî (1253-1325) de
bulunmaktadır 2 6 . Şirin'in gerçek bir İranlı, yâni Fars kızı olduğunda
ısrar edenler de vardır 2 7 . Halbuki Şirin'in efsânevî ve yerine göre mü-
bârek aşk kurbanı sayılan sembolik adı, İranlılardan fazla İranlı olmayan
milletler edebiyatında, yer aimış
28 ve aşk uğrundaki fedakârlığı
ile âdeta " kült " leştirilmiştir.
Böylece İran'la Turan arasında paylaşılamayan Şirin, İranlı, Ermeni,
Bizanslı ve Türk gibi milletlere mâledilmek istenmiştir. Şimdiye kadar
onun Türklüğü üzerinde durulmamıştır. Buna mukabil Ali Şîr, Husrav-i
Dihlavi ve Afâk'ın hemşehrisi Kutb gibi Türk asıllı yazarlar, aksine
onu Türklük dışında görmüşlerdir. Ancak tek başına Genceli Nizami,
Şirin' den bahsederken " Benim Âfâk'ıma benziyordu" demekle, aşk
kahramanının gerçek soyunu da açıklamış bulunuyor. Bu suretle, Nizâmi'nin
Şirin'i Kıpçak illi bir Türk kızı olmuş ve bütünü ile eserinde
yaşatılmıştır. Kimbilir belki de Âfâk- Şirin birliği Oğuz ilinde beylik
yapan kızlar ünlü efsanesi kahramanlarından biri olmuştur. OrtaAsya
Türk bahşılarına göre "Yed i kız " bütün Oğuz ilini bir zamanlar
idâreleri altına almışlardır. Bu " Yediler " belki de, aynı Nizâmi'nin
Haft Paykar' i olmuştur. O takdirde Şirin' in Âfâk'lığına da şüphe edilemez.

Nizami eserinin Natica-i afsâna-i Husrav u Şirin kısmında bu gü-
zel motifi münâkaşaya ve herhangi bir tâvize yer vermeden kardeş
İran'la Turan dostluğunu, Şirin aracılığı ile şöyle neticelendirmiştir.
4»Li! j C t^jU ^ 4.5- ,j U ¡yj, cjj>C- f ?
25 Alişer Navoiy, Tanlagan eserler. Hamsa II. Farhod va Şirin, Taşkent, 1948,
s. 17 ; L. Klimoviç, Sovyet Doğusunun edebiyat tarihinden, 1959, s. 81 (Alişer Navoi) .
26 Aliev, aynı eser, s. 130.
27 Zabih Bihröz , Şâh-i ıran u Bânü-yi Arman, Tahran, s. 7 ; Aliyev, s. 35.
8 8 F. Justi, Iranisches Namenbuch, Marburg, 1895, s. 302 - 3 .
A. CAFEROĞLU
d V j j j -»W Jifa,' ; ¡f j T ¿j T
** à ' « (j'ilS' oj ^ j til ¿u f ¡ja w) J j
i j (jr'lJ i (>•>' £.>> j 1 i
©«íl.^ J J »^V y J1 f 1 J
S j
¿ w 1; (oj ¿Í J
/
i ui- ü V J 1 ¡0 " j^ 1

Konular