İRAN EDEBİYATINDA MERSİYE TÜRLERİ

İRAN EDEBİYATINDA MERSİYE TÜRLERİ
Ersin SELÇUK*
ÖZET
Bu makalede İran Edebiyatında mersiye ve türleri konusu ele
alınmıştır. Arapça “resâ” kökünden gelen mersiye, ölünün üzerine
ağlamak ve onun iyiliklerini zikretmek anlamındadır. İran
edebiyatında kendisinden mersiye türünde şiir nakledilen ilk şâir
Rûdekî’dir. Mersiyelerin üç kısımda incelenmesi mümkündür. Bunlar
resmî-törensel, şahsî-ailevî ve dinî (mezhebî) içerikli mersiyelerdir.
Bunlar içerisinde ikinci kısım mersiyeler diğerlerine oranla daha fazla
edebi özelliği haizdirler. Birinci kısım mersiyelerde resmî atmosferin
gereği olarak şâirin kendisini üzgün olarak göstermesine ve yapmacık
bir hal almasına karşın ikinci kısım mersiyelerde, şâir kalbinin sesini
ve gerçek duygularını şiirine yansıttığından okuyucusunun zihninde
daha derin anlamları harekete geçirmektedir. Üçüncü kısım mersiyeler
ise dini duyguların şâirin ruhunda bıraktığı etkiye binâen şâirin inancı
ve yürek acısından dolayı söylediği şiirlerdir. İrân şâirlerinin bir çoğu
mersiye yazımında ilk planda tercileri ardından da kasîdeyi
kullanmışlardır. Mersiyelerin tamamına yakınında bulunabilen bir
husûs dünyânın vefâsızlığı, zamanın geçici oluşu, feleğin acımasız
oyunları ve feleğe sitem konularıdır.
Anahtar Kelimeler: İran Edebiyatı, Mersiye, Mersiye Türleri,
Kasîde, Muhteşem-i Kâşî
ABSTRACT
Persian elegiac Literature and its types discussed in this article. Elegy
is a kind of poem which means “mersiye/marṯīa” derived from Arabic
word “resâ/reṯā” and thematises deceade individuals. First known
samples from this literature quoted by Persian poet Rûdekî. It is
possible to study elegies with three types such as “ceremonial”,
“individual” and “religious”. In Ceremonial one foregoing as required
by the official atmosphere, poet could pretend sorry and could write
his marṯīa without sincere feelings. Likewise religious type of elegies
shaped in the poet’s beliefs. But individual one of these separated
from other types in this respect and relatively more effective in a
literary sense because of friendly feelings for deceased person. In
summary, main subjects of these literature are transience of life and
the cruelty of fate, of disasters or of personal grievances are
elegiacally in this broad sense.

*
Dicle Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölümü, Fars Dili
ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Öğretim Elemanı, Diyarbakır.
DOĞU ARAŞTIRMALARI 12, 2013/2
6
Keywords: Persian Literature, Marṯīa, Types of Marṯīa, Qasîdah,
Muhtasham-i Kâshî
Mersiyenin Tanımı
Arapça “resâ” kökünden gelen mersiye, ölünün üzerine ağlamak ve
onun iyiliklerini zikretmek anlamındadır1
. Çoğulu “merâsî” şeklindedir.
Terim olarak ise risâ ya da mersiye, ölülere mâtem, akraba ve dostlara
taziye, pâdişâhlar, vezîrler, soylular ve kavmin ileri gelenlerinin ölümüne
duyulan üzüntü ve kederin izhârı, din büyüklerinin ve mutahhar imamların,
özellikle hz. Seyyidü’ş-Şühedâ ve Kerbelâ şehitlerinin başına gelen
musîbetlerin zikredilmesi, olayın abartılması, musîbetin tazîmi ve
mâtemzedeleri sabra, sükûnete ve bu kabilden diğer manalara davet sırasında
söylenen şiirlere verilen addır2
. Mersiyelerin yazılışları, belli olayların, daha
açık bir ifadeyle bir ölüm hadisesinin meydana gelmesine bağlı olduğu için,
bir anlamda şartlı şiirlerdir. Ayrıca şâirle, mersiye yazılan kimse arasında bir
alâkanın var olması da mersiyenin ortaya çıkmasının şartlarından biridir3
.
Öte yandan sarayın ve buna bağlı merkezlerin şiiri ve şâirleri destekliyor
oluşu, saray şâirlerini medhiyeciliğe mecbur kıldığı gibi saraydan veya buna
yakın merkezlerden memdûh bir devlet adamının ya da ileri gelen bir
kimsenin ölümünün ardından mersiye söylemelerini zorunlu kılmakta idi.
Tezkiretü’ş-Şüerâ’nın müellifi Devletşâh-ı Semerkandî ve Lübâbü’lElbâb’ın
müellifi Avfî gibi meşhur tezkirecilere göre şimdiye dek söylenmiş
ilk şiir, insanoğlunun babası hz. Âdem’in, oğlu Hâbil için ağıt şeklinde
söylediği şiirdir4
.
Eski Araplarda nevh, yani kadınların ağlamalarından sonra aileden şiir
kabiliyeti olan birinin, ölünün meziyet ve asil hareketlerini bir manzumede
yadetmesi adet idi. Bu şiirler esas itibarı ile alelâde kasîdeler gibi teşbîb,
yani aşktan bahseden bir giriş ihtivâ etmez ve birçok hallerde tersî denilen ve
sec’e benzeyen bir nevi iç kafiye gibi bazı husûsi vasıflar arz eder. Bir çok
şiirler, eski Arapların çok yaygın ve hatta cihanşumül olan kadercilik

1
Ma’luf, Levis “resâ”, El-Müncid, s. 249, Tahran, 1367 hş.; Dihhudâ, Ali Ekber, “mersiye”,
Lügatnâme-i Dihhudâ, s. 3994, Tahran, 1352 hş.
2
Mu’temen, Zeynu’l-Âbidîn, Şi’r u edeb-i Fârsî, s. 74, Tahran, 1346 hş.
3
İsen, Mustafa, Acıyı Bal Eylemek, s. XIII., Ankara, 1993.
4
Kirmânî, Abdu’l-Rızâ Efserî, Nigerişî be mersiye-serâî der İrân, s. 16, Tahran, 1371 hş.
DOĞU ARAŞTIRMALARI 12, 2013/2
7
inanışını göz önünde bulundurarak sakınılmaz bir kaderin elinden hiç bir
şeyin kurtulamayacağını göstermek için şiirlerini tasvirler ile süslerler. Ebû
Zueyb’ın uzun şiiri (Dîvân: nr. 1; Mufazzaliyât, nr. 126), bu husûsa bir örnek
teşkil etmektedir. Bu anane Arap şâirleri tarafından cahiliye devrinden son
zamanlara kadar devam ettirilmiştir. Mısır devlet adamı Zağlul Paşa’nın
ölümünün ilham ettiği birçok manzûmeler bu şiirlerin hala söylenmekte
olduğunu ispat etmektedir. Eski devirlerde birçok mersiye şiirleri muhafaza
edilmiştir ve Ebu Temmâm’ın Hamâsesi’nden şimdiye kadar, hemen bütün
müntehabât kitaplarında merâsiye ayrılmış bir kısım bulunmaktadır. Bu nevi
şiirde en iyi eserleri veren şâir, bir kadın, el- Hansâ olmuştur1
. Hansâ’nın
ağıtları bir cilt oluturacak hacimde olup, şiirlerinin en meşhurları erkek
kardeşleri olan Sahr ve Muâviye’nin ölümleri üzerine yazılanlardır2
İlk Mersiyeciler
İran edebiyatında kendisinden mersiye türünde şiir nakledilen ilk şâir
Rûdekî’dir. Belirtilmelidir ki Hanzala-i Bâdgîsî, Fîrûz-i Maşrikî, Ebu Selik-i
Gurgânî, Muhammed Vasîf-i Sîstânî ve Ebû Şekûr, Ebu’l-Müeyyed ve Şehîdi
Belhî gibi Rûdekî’den önceki ya da çağdaşı şâirlerin divanları elde
bulunmadığından ve kendilerinden, sayılı bir kaç şiirden başka bir eser
günümüze ulaşmadığından dolayı bu bağlamda bir söz söyleyip
söylemedikleri malum değildir. Fakat kesin olan şudur ki kendilerinden
bugüne ulaşan eserler içerisinde mersiye türünden bir eser bulunmamaktadır.
Buna binaen bu türün Fars edebiyatında özellikle Rûdekî’den itibaren
başladığını belirtmek gereklidir.
Rûdekî’nin mersiyelerinden biri şâir Ebu’l-Hasan-ı Murâdî
hakkındadır. Ayrıca altı beyitte Şehîd-i Belhî için söylediği mersiyesinde
bulunmaktadır ki onun ilk iki beyti meşhurdur. Bunlara ilave olarak kime
dâir olduğu bilinmeyen bir başka meşhur kıtası daha vardır ki Rûdekî o
şiirinde muhatâbı sabır, sükûnet ve metânete çağırır.
Ebu’l- Hasan-ı Murâdî hakkındaki mersiyesinin bazı beyitleri
şöyledir:
ه ههه ه ههه هه ههه ههه ههه ههه ه هه مرررررررر نهمرررررررر منده رررررررر ه م رررررررر ه رررررررر همرررررررر ن
ه ه هه مررررر ه ه هه هه ه هه ههه ههههه هه ه هه ه هه چ ررررر جه نم ررررر ه ررررر ه ررررر ه ررررر ن

1
Krenkow, F., ”Mersiye”, İA (MEB), VII, 772, İstanbul, 1993.
2
Goldziher, Ignace, Klasik Arap Literatürü, s. 31, Ankara, 1993.
DOĞU ARAŞTIRMALARI 12, 2013/2
8
هه ههه هه ه هه ههه هه هه هه ههههه رررررررررر جهر ممرررررررررر ه رررررررررر ه ررررررررررن ه رررررررررر هنمن
ههه هههه ه ههه ههه ههه هه هه هه ل ررررررررررررنه رررررررررررر ه رررررررررررر همرررررررررررر ن ه رررررررررررر ن
“Murâdî’dir ölen Murâdi başka biri değil; böyle bir büyüğün ölümü
küçük bir iş değil
Kıymetli canını babasına geri verdi; kararmış bedenini annesine
ısmarladı1
.”
ههههه هههه هه ههه هه ررررررررر ه رررررررررنهمنه ررررررررر ه ررررررررر ههه ههه ه هه ررررررررر نده رررررررررن
ه ههه هههه هه ههه ههه ه ههههه ه هه آبه ررررررررررنهمنه رررررررررر ه رررررررررر ه رررررررررر م ه رررررررررر ن
هههههه ه هههه هه ههه ههه ه ه هه هه ه ه شرررررر ه ررررررننهمنه رررررر ه رررررر همررررررندهش رررررر
هه هههه ه هههه هه ههه هه هه ههه ه هه نم ررررررررر ه رررررررررننهمنه ررررررررر ه م ررررررررر ه شررررررررر ن
هه هه ه ه هه ه هههه ه ه هه هه ههه ه ررررررررررررر نه ده ررررررررررررننهن ررررررررررررجه ررررررررررررنمج
ه ههه هه ه هه هه هههه ه ه هههه هه هه ررررررررررنهننه رررررررررر جه مه ررررررررررندهم شررررررررررم ن
“O rüzgârda uçan bir saman değildi; o soğukta donan bir su değildi
Saçta kırılan bir tarak değildi o; toprakta sıkışmış bir tane değildi o
O şu arzda iki cihana bir arpalık değer biçen altın hazinesiydi2
.”
Yine Rûdekî’nin, ölümünden dört yıl önce yani 325/936 yılında Şehîdi
Belhî için söylediği bir mersiyesi vardır3
ve onun iki beyti meşhurdur:
وان مااااااا ااااااا گيااااااان و مااااااا ا ااااااا
وز شااااااااااا اااااااااان اااااااااا ا ان ااااااااااي
كااااااااااا وان شااااااااااا ي ااااااااااا از اااااااااااي
از شااااااااا و كاااااااا اااااااا اااااااا كاااااااا
“Şehîd’in kervanı önden gitti; bizi de gitmiş say ve düşün
İki gözün hesabınca bir kişi az; akıl hesabınca binlercedir 4
.”
Rûdekî’nin çağdaşı olan şâirlerden, kendisinden mersiye nakledilen
tek şâir, yukarıdaki mersiyenin tanziminden altı yıl sonra yani 331/942
yılında Sâmanlı hükümdarı Nasr ibn Ahmed’i taziye ve onun yerine geçen

1
Semerkândî, Rûdekî, Dîvân, s.108, Cihangir Mansur Tahkîki, Tahran,1373 hş.
2
Aynı eser, s. 108.
3
Safâ, Zebîhullâh, Târîh-i edebiyât der İrân, I, 374 ve 391, Tahran, 1372 hş.
4
Semerkândî, age, s.130.
DOĞU ARAŞTIRMALARI 12, 2013/2
9
hükümdarı tebrik için mersiye söyleyen Şeyh Ebu’l-Abbâs Fazl ibn Abbâs
Rebinceni-yi Buhârâî’ dir1
. Mersiye söyleyen ilk şâirlerden biri de
Sâmânlıların son dönem ve Gaznelilerin ilk dönemlerinde yaşayan Ebû
Mansûr Ammâre-i Mervezî’dir. Bu şâir, 395/1004 yılında bir dizi zorlu
çarpışmaların ardından kalleşçe öldürülen, Sâmânlıların Muntasır adıyla
meşhur son şehzâdesi Ebû İbrahim İsmail ibn Nûh hakkında bir mersiye
söylemiştir.Bu şiir şu şekildedir:
وى و ااااا اااااي شااااا و كااااا اميااااا ز
ماااانن از يااااآ ااااا ماااان ن شااااا ا
از ااان او ااا وى زمااي م اا اا شاا
يغ خاا ا ا ان مانن ا
“Onun kanından arz lal dudaklı olunca, vefâ yüzü karardı; ümit gözü
sarardı. Onun oku ölümün kanını içmek istedi; ölüm, korkusundan o
şâhı yedi.”
Mersiye Çeşitleri
Mersiyelerin üç kısımda incelenmesi mümkündür. Bunlar resmî-
törensel, şahsî-ailevî ve dinî (mezhebî) içerikli mersiyelerdir2
. Bunlar
içerisinde ikinci kısım mersiyeler diğerlerine oranla daha fazla edebi özelliği
haizdirler. Birinci kısım mersiyelerde resmî atmosferin gereği olarak şâirin
kendisini üzgün olarak göstermesine ve yapmacık bir hal almasına karşın
ikinci kısım mersiyelerde, şâir kalbinin sesini ve gerçek duygularını şiirine
yansıttığından okuyucusunun zihninde daha derin anlamları harekete
geçirmektedir. Üçüncü kısım mersiyeler ise dini duyguların şâiirin ruhunda
bıraktığı etkiye binâen şâirin inancı ve yürek acısından dolayı söylediği
şiirlerdir. Bu kısım mersiyeler ikinci kısım mersiyeler kadar etkileyici
olmasa da şâirin gerçek duygu ve üzüntülerini yansıtmak bakımından
önemlidir3
.
Resmî- Törensel Mersiyeler
Bu tür mersiyeler daha çok saray şâirleri, medhiyeciler ve resmî
makamlarda yer alıp, mezhebi ya da bunun dışındaki hânedanlara intisab

1
Furûzanfer, Bediüzzamân, Suhen ve suhenverân, s. 27, Tahran, 1369 hş.Kirmânî, Mersiyeserâî
s. 86, Tahran, 1369 hş.
2 Bu sınıflandırma Zeynu’l-Âbidîn Mu’temen’e göredir. Bundan Bâşka Fesâî, dostlar için
yazılan mersiyeleri ayrı bir grup halinde incelemiştir; Kirmânî ise mersiyeleri dostlar
hakkında söylenenler, meşhurlar hakkında söylenenler, vatan hakkında söylenenler ve
mezhebî mersiyeler olmak üzere yine dört gurupta ele almıştır.
3
Mu’temen, age, s. 79.
DOĞU ARAŞTIRMALARI 12, 2013/2
10
etmiş olan edipler tarafından söylenmiştir. Bu kısım şâirler gerekli
durumlarda memdûhlarını fasîh kasîdelerle överler, önceleri aldıkları ödül ve
bahşişlerin karşılığında bunu idari ve resmî bakımdan bir görev olarak yerine
getirirlerdi. Birtakım olaylar ve musîbetler vukû bulduğunda memdûhları ya
da onun bağlıları için, ister kendiliklerinden isterse memdûhlarının veya
onun yerine geçen kimsenin işaretiyle resmî anma törenlerinde hazır bulunup
kendilerine düşen görevi yerine getirmek zorunda idiler. Şâirler bu gibi
durumlarda öleni övüp yüceltmek, olayın önemi ve musîbetin büyüklüğünü
vurgulamak, kalanlara taziyede bulunmak ve onları teselli etmek için bir
kasîde hazırlar ve bu kasîdeyi resmî anma törenlerinde okurlardı.
Sultan Sencer’in, Mahmud ibn Muhammed ibn Melikşâh’ın nikahı
altındaolan kızı Mehmelek Hatun 524/1129 yılında ölünce Sencer, ağıt ve
nevhacılıkta meşhur olan Am’âk-ı Buhârâî’yi kızının cenaze merâsiminde
mersiye okuması için Belh’ten çağırttı. Am’âk yaşlılığı sebebiyle gelmekten
imtinâ etti fakat bir şiir hazırlayarak oğlu Hamid ile birlikte gönderdi1
.
Basitçe ferman şiirleri diye adlandırabileceğimiz bu tür resmî şiirlerin iki
yönü vardır. Şâir ya sırf görev anlayışı ile verilen emri yerine getirmekte ya
da memdûhuna yakınlığı, birlikteliği, ondan gördüğü iyilikler, memdûhuna
karşı duyduğu alâka ve ayrılıktan kaynaklanan hasretinden dolayı gerçekten
üzgün olduğu için mersiye söylemektedir. Şâirin kendi iradesiyle ya da
saraydan olmayan başka şâirler tarafından söylenen bu tür şiirler de bu
kısım içinde yer almaktadırlar.
Bazan da Sa’dî gibi meddah olmayan ya da resmî yönü bulunmayan
bazı şâirler, inançlarının, siyasi, felsefî ve toplmsal düşüncelerinin bir yansı-
ması olarak mersiyeler söylemişlerdir. Sa’dî’nin Sa’d ibn Zengi hakkında
mersiye olarak söylediği tercî-i bendi, yine onun Mu’tasım-ı Abbâsi’ye
mersiye olarak söylediği kasîdesi ve Hâkânî’nin İmam Muhammed Yahyâ
hakkında mersiye olarak söylediği kasîdesi bu türdendir2
.
Bu kısım mersiyeler İran edebiyatı içerisinde fazlaca yer almazlar.
Çünkü genel olarak resmî-törensel şiirler diğer şiir türlerine oranla daha az
yer almaktadırlar; ayrıca medhiyecilerin çoğunlukla hakkında mersiye
söylenilen kimselere bağlılık ve yakınlıkları olmayıp, kendi hayâtları ve
memdûhlarının kendilerine gösterdikleri ilgiden memnun ve razı değillerdi.

1
Furûzanfer, age, s. 237.
2
Fesâî, Mansûr Restgâr, Envâ-i şi’r-i Fârisî, s.209-210, Şirâz, 1373 hş.
DOĞU ARAŞTIRMALARI 12, 2013/2
11
Bu yüzden bu tür mersiyelerden meşhur olanları parmakla sayılacak kadar
azdır. Ferruhî’nin Sultan Mahmûd hakkındaki mersiyesi, Muizzî’nin Sultan
Melikşâh ve Hâce Nizâmu’l-Mülk hakkındaki mersiyesi bu cümleden olarak
zikredilmelidir. Ferruhî’nin mersiyesinin Fars edebiyatındaki en iyi resmî-
törensel kasîde olarak tanınmakla kalmayıp, tüm mersiye türündeki şiirler
içerisinde de en iyi şiirlerden birisi olduğu belirtilmelidir. Bu kasîde şu matla
ile başlar:
شاا ن ناا ي اا ا لاا كاا ماا اا اا ا ا كا املا گ گنگاان شا كا
“Gazneyn şehri geçen yıl benim gördüğüm değil; ne olmuşta bu yıl
işler tersine dönmüş.”
Oysa ki Emir Muizzî’nin Melikşâh ve vezîrine dâir söylediği iki
kasîdeden ibaret olan mersiyesi Ferruhî’nin mersiyesinin, değil yakınında
olması, yaklaşması dahi mümkün olmamışsa da edebi tesir ve letâfetten uzak
değildir; ve onu Ferruhî’nin mersiyesinden sonra en iyi resmî-törensel
mersiyelerden birisi olarak kabul etmek gerekir. Bu iki kasîdenin matlaı şu
şekildedir:
شااغ وماا يخكاان شاا كاا مگاا اا كاان اا اا شاا وماا و مگاا ز شاا ا گاان
“Devlet ve millet o âdil hükümdardan ayrı düşünce,devletin işi
tehlikeden uzak, milletin işiyse tehlike dolu oldu.”
كاا اااان گكاا كاا شاا مگاا ش كاا ي اا كا ااان گكا كا شا ا يا ان ا ااا
“Şâhlarşâhı mülkünün nizamsız olduğu nasıl söylenebilir;
peygamberin dininin direksiz olduğu nasıl söylenebilir 1
.”
Şâh, vezîr ya da din büyüklerinin ölümünün ardından, kardeş ya da
yakın akrabalardan birisi onun yerine geçerdi. Bu durumda medhiye şâirleri
yeni gelene tebriklerini ölene rahmet okuyarak ve kalanlara uzun ömürler ve
mutluluklar dileyerek sunarlar, bu şekilde tebriği taziye ile karıştırırlar ve
Senâî’nin şu şiirini kullanırlardı2
:
و ا ن ا دا ى شاتن و يا م اا ا صاا ب كتلاا اان د لاا شاا اا
“Dostlar için ona bir teşekkür ve tebrik düşer; eğer sedef kırılıp

1
Mu’temen, age, 79-82; Fesâî, age, s. 201-209.
2
Kirmânî, age, s. 81-82.
DOĞU ARAŞTIRMALARI 12, 2013/2
12
döküldüyse yerinde şâhâne bir inci var.”
Bu usül Araplar arasında daha önceleri vardı böyle yapanların ilki,
Muâviye’nin ölümünden sonra Yezîd’’in tahta geçmesiyle Yezîd’e hitaben bu
türden şiirler okuyan Abdullâh ibn Hemmâm’dır. Daha sonraları Farsça şiir
söyleyen şâirler de bu usülü izlemişlerdir. Bu şâirlerin ilki Sâmânlı
hükümdarı Nasr ibn Ahmed’ in ölümünün ardından Oğlu Nûh’a taziye
esnasında bu türden bir şiir okuyan Şeyh Ebu’l-Abbâs Fazl ibn Abbâs
Rebinceni-yi Buhârâî’dir.
Ferruhî’nin, Sultan Muhammed ve babası Sultan Mahmûd’a dâir,
Emir Muizzî’nin, Fahru’l-Mülk’e ağıt ve oğlu Kavvâmu’l-Mülk’ü tebriği ile
ilgili olarak birer kasîdeleri vardır.
Yine Cemâleddîn-i İsfahânî’nin, her ikisi de Hanefî mezhebinin ileri
gelen âlimlerinden olan Rükneddîn-i Saîd’i tebrik ve kardeşi Kavvâmuddîn-i
Saîd’e ağıt şeklinde, Sabâ’nın Feth’alişâh’ı tebrik ve önceki şâha ağıt
şeklinde şiirleri mevcuttur1
.
Şahsî-Ailevî Mersiyeler
En iyi mersiyeler olarak kabul edilen bu tür mersiyeler şâirin çocuğu,
yakın akrabalarından ya da değerli dostlarından birine dâir söylediği
mersiyelerdir. İçten ve acılı bir yürekle söylendiğinden, daha çok etki ve
cazibeye sahiptir. Bu yüzden bu tür şiirleri şiirin hakiki anlamlarını taşıyan,
şâirin gerçek ve derûni hislerini yansıtan şiirlerden saymak gereklidir. Bu tür
mersiyeler her ne kadar Fars edebiyatında çok olmasa da hemen her dîvânda
bulunmakta ve o şâirin en iyi şiirleri zümresinden sayılmaktadır.
Şâirler içerisinde çocuğunun ardından bu tür mersiyeler okuyanların
başında Firdevsî’yi zikretmek gerekir. Firdevsî 65 yaşında iken 37 yaşındaki
çocuğunu yitirmiş ve bu sebeple, dağlanmış yüreğinin tercümanı olan bir kaç
beyit söyleyerek meşhur kitabı Şâhname içinde bu beyitlere yer vermiştir.
Mes’ûd-i Sa’d, Merenc kalesine hapsedildiği dönemde oğlu Sâlih’in
mâtemine oturduğunda etkileyici bir rubai söylemiştir. Yine aynı
dönemlerde Sultan İbrahim’in sarayının ileri gelen şâirlerinden olan
Râşidî’ye oğlunun mersiyesine dâir bir kasîde yazıp göndermiştir2
. Hâkânî

1
Mu’temen, age, s. 83-85.
2
Safâ, age, II, 486.
DOĞU ARAŞTIRMALARI 12, 2013/2
13
50 yaşında 20 yaşındaki oğlu Reşidûddîn’in ölümü1 musîbetiyle karşılaşmış
ve kasîdelerinin en güzel olanlarından sayılan etkileyici şiirler söylemiş ve
yine kendini yetiştiren ve ikinci babası sayılan amcası Kafiyuddîn’in
mersiyesinde de etkileyici şiirler söylemiştir. Yine Kemâleddin İsfahânî
babası ve oğlunun mâteminde şiirler okumuştur. Sa’dî ve Hâfız’dan da birisi
mesnevî diğeri gazel şeklinde bir oğula dâir mersiyeler günümüze ulaşmıştır;
Bunlar her ne kadar oldukça etkili ve hisleri harekete geçiren türden iseler
de, temsili ve gazel şeklinde olmaları itibariyle asli hüviyetlerini bir dereceye
kadar yitirmişlerdir. Hâfız şu kıtasını bir oğulun mâtemine dâir söylemiştir2
:
ا ا ا ا ا ا ا ا ااي
گاااااا اااااان اااااان اااااا مااااااا اااااا ي
ال اااااا ى كاااااا ن نزا اااااا نز اااااا
اااااااا داااااااا ى مااااااااا ااااااااياي ك اااااااا
“Ey gönül o bilge oğulun şu renkli kemerin kıvrımında ne gördüğünü
sen de gördün mü?
Felek onun kenarına gümüş bir levha yerine, başı üzre taştan bir
levha koymuş3
.”
Emir Hüsrev-i Dehlevî’nin Mecnûn u Leylâ’sında bir ana ve kardeşin
mersiyesine dâir şiirleri mevcuttur ve şöyle başlar:
املاااااااااا گ و ااااااااااا ز ا اااااااااان اااااااااا اااااااااا ماااااااااا و اااااااااا اااااااااانا اااااااااا
“Bu yıl şans yıldızımdan iki ışık daha söndü; hem anam hem kardeşim
gitti.”
9. asrın meşhûr şâiri Câmî bir baba ile kardeşin mersiyesine dâir çok
etkileyici şiirler söylemiş; yine Muhteşem-i Kâşî bir kardeşin mersiyesine
dâir ve Feyzi-yi Dekenî bir oğulun mersiyesine dâir yürekleri sızlatan şiirler
ortaya koymuşlardır.
Sa’di’nin Bostân’ının 9. bâbında bir hikayenin girişinde temsili olarak
bir kaç beyitin yer aldığı, Hâfız’ın Şâh Nûmân adında bir oğlu olduğu ve
oğlu gençlik çağında ölünce onun ardından bir gazel kaleme aldığı,
Câmî’nin, kardeşi Mevlânâ Muhammed’in mersiyesine dâir 7 bendi içeren
bir terkîb-i bend söylediği ve Câmî’nin, kardeşinin eserleri içinde uygun bir

1
Zerrînkûb, Abdu’l-Hüseyin, Bâ kârvân-ı hulle, s. 193, Tahran, 1373 hş.
2
Safâ burada söz konusu edilen oğuldan, Hâfız’ın kendi oğlu olarak bahsetmiştir. Bk. Safâ,
a.g.e. III, 1072.
3
Şîrâzî, Hâfiz, Dîvân, s. 373, Şahrûdî Tahkîki, Tahran, 1368 hş.
DOĞU ARAŞTIRMALARI 12, 2013/2
14
gazeli bu terkîb-i bendin 6. bendine dahil ettiği söz konusudur.
Yine Câmî’nin 64 yaşında iken yani 881/1476 yılında, 1 yaşında ölen
biricik evladı Hâce Safiyyuddîn’in mâteminde kaleme aldığı daha içli bir
bendi de mevcuttur.
Browne, Şiblî’nin, mersiyelerden hazırladığı bir seçkide Feyzi-yi
Dekenî’nin, oğlunun mersiyesine dâir yazdığı şiirlerden naklettiği bir kaç
şiiri onun şiirlerinin en güzel örneği sayar1
.
Belirtilmelidir ki şâirin, bir takım dostları ve öteki şâirler için
söylediği mersiyeler de bulunmaktadır; fakat bu tür mersiyeler az sayıdadır.
Sa’dî’nin bu konu ile ilgili olarak şu beyitleri bulunmaktadır:
اااا گي اااا اااا ى ياااا كاااا اااان اااان
ا اا ماا اان اان اا ه ااا كاا اا ك اان اان
كاااا اااانوز كاااا اااا ى ااااا شاااا اداااا
اا اا وز د اا ن اا ااا اا ى كااا
“Keşke ecel dikeninin ayağına battığı o gün dünyâ eli helak kılıcını
benim başıma vursaydı.
O zaman şu gün gözüm sensiz bir dünyâyı görmezdi; Vay bana ki şu
senin toprağı başındakiyim ben.”
* * *
اااااا گاااااا و لاااااان ككاااااا ى خلاااااا
ااااا اااااا ن اااااان ااااان اااااا ك ن اااااا
تااااااااااااا ااااااااااااانا ن ااااااااااااا و ااااااااااااااا
كااااااااان گي ااااااااا گااااااااا و ااااااااا ن خااااااااا
“Önce gül ve nesrîn saçmayıncaya dek oraya girip yatmadı o;
dünyânın dönüşü yüzündeki gülleri döktü, onun toprağı üstünde diken
ağaçları bitti.”
Bu tür şiirlerin başında Rûdekî’nin Ebu’l-Hasan Murâdî ve Şehîd-i
Belhî hakkında daha önce de kendisinden söz edilen2 mersiyesini zikretmek
gerekir. Yine Senâî’nin Muizzî’ye mersiye olarak söylediği 4 kıtası
bulunmaktadır. Bunlardan başka Nizâmî ’nin, kendisine ait olduğu şüpheli
olmakla beraber Hâkânî’ye dâir söylediği mersiyesi meşhurdur.
Bu tür şiirlerin en meşhuru ise Mes’ûd- i Sa’d’ın Seyyit Hasan
Gaznevî’ye zindanda iken mersiye olarak söylediği kıtasıdır.

1
Mu’temen, age, s. 85-88.
2
Bu metnin 3. ve 4. sayfaları.
DOĞU ARAŞTIRMALARI 12, 2013/2
15
Çağdaş şâirlerden merhum Bahâr, çağdaşı şâir ve bilginlerden İrec
Mîrzâ ve Cemal Zehâvî ’ye dâir bir mersiye söylemiştir1
. Ayrıca Bahâr ‘ın,
babasına mersiye olarak gençliğinde söyledigi bir şiiri vardır2
. İrec
Mîrzâ’nın da Kolonel (Albay) Muhammed Takî (Muhammed Takî Han
Pesyân)’ye mersiye olarak söylediği bir gazeli bulunmaktadır3
.
Bazan tasavvuf ehli olup da irfâni düşüncelere sahip olan bazı şâirler,
yaşam ve ölüm, gençliklerinin geride kalmışlığı, ölümü yakın hissetmeleri,
gerçek sevgiliye kavuşma vb. konularına atfen, bir takım tenbîh ve öğütleri
ihtivâ eden felsefî şiirler yazmışlardır. Şâirin, ölmeden önce kendisi için
yazmış olduğu mersiyeler bu kısım şiirlerin başında yer alır. Bu mersiyelerin
bazısını, Hâfız’da olduğu gibi mezar taşı üzerine yazmışlardır4
.
Bu konu ile ilgili olarak Nizâmî’nin bazı beyitleri ve Mevlevî ’nin,
dostlarını kendi ölümünden dolayı teselli ettiği bir gazeli bulunmaktadır.
Sa’dî’nin eserlerinde de gençliğin geride kaldığı, hayâtın sona erdiği, hayâtın
gaflet ve isyanla geçip gittiğine dâir tenbîh ve öğütler ihtivâ eden şiirler
bulmak mümkündür.
Câmî’nin, ölümü hissettiği ve yaşamının son günlerini geçirdiği bir
dönemde yana yakıla Sa’dî’nin Bostân’ında yer alan şu iki beyti söyleyip
durduğu rivayet edilir:
نو ااااااااااا گااااااااااا و كاااااااااااتك ا ااااااااااا
اااان اااا كاااا ماااا اااا ه شااااي و كاااا
غااااااا كااااااا ااااااا مااااااا لااااااا وزگااااااا
لااااااااااا يااااااااااان و اااااااااااا و ا كااااااااااا
“Yazık ki bizsiz nice vakitler gül açacak, ilkbahar gelecek; nice Tîr,
Deymâh ve Ordîbehişt ayları gelecek ki biz artık toprak ve kupkuru olmuş
olacağız5
.”
Bazan da şâirlerin, başkalarının kendi ölümünden sonra yapacakları işi
önceden kendileri yapıp mezar taşı üzerine uygun bir şiir yazdırarak hazır
bulundurdukları vaki olmuştur. İrec Mîrzâ’nın mezar taşı üzerindeki şiir bu
türden bir şiirdir.6

1
Mu’temen, age, s. 89-90; Fesâî, age, s. 210-216; Aryenpûr, Yahyâ, Ez Sabâ tâ Nîmâ, II,
390, Tahran, 1372 hş.
2
Aryenpur, aynı aser, II, s. 125.
3
Aryenpur, aynı eser, II, s. 398.
4
Kirmânî, age, s. 71-73.
5
Şîrâzî, Sa’dî, Külliyât-ı Sa’dî, Muhammet Ali Furûğî Tahkîki, Tahran, 1368 hş.
6
Mu’temen, age, s. 90-95.
DOĞU ARAŞTIRMALARI 12, 2013/2
16
Dînî ( Mezhebî ) Mersiyeler
Bu tür mersiyeler klasik Fars edebiyatında ortaya çıkan yeni bir konu
olup, ortaya çıkışı ve yaygınlaşması üzerinden bir kaç asırdan çok bir süre
geçmemektedir. Bu tür şiir Şîî mezhebine mahsustur ve bu mezhebin İrân’ın
resmî mezhebi oluşu bir kaç asırdan ibarettir. Kerbelâ şehitlerine bir mersiye
olarak yazılmış olan en eski mensur kitap, 9. asrın meşhur ve gayretli bilgin
ve yazarlarından Sultan Hüseyin Baykara ve Câmî’nin çağdaşı Mollâ
Hüseyin Kâşifî ’nin Ravzatu’ş-Şühedâ adlı kitabıdır. Bu kitap çeşitli
ravzalara ayrılmış ve her ravzada hz. Hüseyin ve yarenlerinin başlarına gelen
musîbetlerden bir bölüm nakledilmiştir. Ayrıca bu ravzaları anma günlerinde
meclis ve tekkelerde okuyorlardı. Ravzahânî terimi de işte buradan ortaya
çıkmıştır. Genellikle imamların menkıbeleri hakkında şiir söyleyen veya
daha çok ehl-i beytin Kerbelâ vakasında karşılaştığı musîbetlerin zikrine dâir
kalem oynatan 9. asır şâirlerinden Kemâl-i Gıyâs-i Şirâzî , Baba Sevdâî-yi
Ebîverdî, Tâceddîn Hasan Tunî-yi Sebzvârî, Hâvernâme ( Hz. Ali’nin
gazvelerinin şerhine dâir mütekarib bahriyle yazılmış bir mesnevî )’nin
müellifi İbn-i Husâm Kuhistânî, Hâce Evhad-i Sebzvârî, Lütfullâh Nîşâbûrî
ve Kâtibî-yi Turşîzî’yi zikretmek gerekir. Safeviler döneminde Şîîliğin resmî
mezhep olarak kabulü ile bu türden şiirler oldukça yaygınlaşmış fakat
bunların çoğunluğu edebî ve tarihi değere sahip olamamıştır.
Muhteşem-i Kâşî İran’ın en meşhur mersiye söyleyen şaiiridir. Bu şâir
de diğer şâirler gibi gençliğinde zevk ve aşk şiirleri söyledi. Şöhrete kavuşup
kavmi tarafından tanınınca selefleri gibi methiyeçilikle meşgul olmak istedi.
Oysa ki Safevî iktidarının siyaseti, dînî duygu ve eğilimler ve mezhebi çevre
başka şeyleri gerektiriyordu. Şâir bu yüzden itibar ve konumunu muhafaza
etmek ve maddi ihtiyaçlarını temin etmek amacıyla ortama ayak uydurmaya
mecbur kaldı. Kendisiyle ilgili olarak Şâh Tahmâsb’ın onun methiyelerini
reddedip imamların menkıbelerine dâir mezhebi methiyeleri salık verdiğini
yazmışlardır1
. Ayrıca kendisini oldukça üzen, kardeşinin ölümü hadisesi bu
tarzı seçmesinde etkili olmuştur. Muhteşem-i Kâşî’nin Fars şiiriyle imamlara
mersiye söylemekte ortaya çıkardığı usül kendisinden sonra da devam etmiş,
yakın dönemlere dek bir çok büyük şâir bu türden eserler ortaya
koymuşlardır.

1
Safâ, Muhtasarî der târîh-i tahavvul-i nazm u nesr-i Pârsî, s. 78, Tahran, 1373 hş. Safâ,
Zebîhullâh, Târîh-i edebiyât, V/I 623-624.
DOĞU ARAŞTIRMALARI 12, 2013/2
17
Onun Kerbelâ şehitlerine mersiye olarak kaleme aldığı ve şîî
İrânlıların yüzyıllardır muharrem ayında dertli duygularını ortaya koymak
için söyledikleri, mescitlerin kapı ve duvarlarına yazdıkları oldukça yaygın
olan1
terkîb-i bendinin iki bendi şöyledir:
هه ههه ه هه ههه ه ه ه ههه ه هه هههه هه ه ه هه هههههه ه ه رر هم ررجهچرر هشررن هم رر ه رر هن ه رر ه رر ل هم رر
هه ههه ه هه هههه ه ههه هه ههه ه ههه ه ههه هههههه ه ه ررر هم رررجهچررر ه نزررر هنهچررر ه ررر مهنچررر همررر هم ررر
هه ههه ه هه ههه ه هه هه هه ه ههه ه هه ه هه ه هه ه ررررر هم رررررجهچررررر ه ررررر ه م ررررر ه ررررر ه ررررر ج
رررر ه ورررر ههررررن ه رررر ه رررر ه رررر هم رررر هم رررر
ه ه ههه ه ه ه هه ه ههه هههه ههه ه ه هههه هه ه رن رررررررر هك ررررررررن همرررررررر ه ررررررررنهم هم رررررررر بهآ رررررررر ب
هه ه ه ههه ههه ههه ههه هه هه هههههه ه ه شررررررررررررنبهن ه مرررررررررررر م ه م ه رررررررررررر ل هم رررررررررررر
ه هه ررررررررر ه ه هههه ههههه ه هههه ههههه ههههه ه ه ررررررررنم م هي مرررررررر هن رررررررر ه ررررررررنه رررررررر
ه ه هه ه هه هه هه هههه ههه ههه ههه ه هههه ه ه م رررررجه رررررر ه ررررر ه رررررر ه ررررر م همزرررررر هم رررررر
ه هههه ه هههه هه هه ههه هه هه ه ه هههه ه ه ن ه رررررررر هيرررررررنته ررررررر ه ررررررر دهمررررررر ه ررررررر
ه ه هه هههه ههه هه ه هههه هه هه ه ه هه هههه ه ه رررررر دهين رررررر جه مرررررر هن ه م ررررررنده رررررر هم رررررر
ه هه ههه ه هه ه ههههه هه ههه ه ههه ه هههه هه ررررررجهنهم ررررررريه ررررررر هآنم ررررررر جهر ررررررر همررررررر ه رررررررن
ه ه ه هه ه هه ههه ه ه ههه ه هههههههه ه ه رن رررررررررررر ه رررررررررررر مدهمشرررررررررررر همن نهآن هم رررررررررررر
ه ه ه ههههه ههه هه هه ه هه هه ه ه ههه ه ههه ه ن شرررررررر نهآ ررررررررم جهنه مرررررررر جه ررررررررن همشرررررررر ي ج
ه ه ه ههههه هه هه ه ه ه هه هههه ه هه ه ررررررررررر ن ن ه ررررررررررر ه رررررررررررن ه رررررررررررنمهز ررررررررررر ج
ه هه هه هه ه هه شررررررررر هش ررررررررر ه ه ه هههه ه ه هه هه ه هه ه رررررررررن ن هكن ررررررررر جه ررررررررر
ه هه هه هه هه ه ه ههه ههههه هههه ههه هه ه هه ه ن ه ررررررر يهنه رررررررنجه ررررررر ن ه ررررررر هم رررررررنمجه ررررررر
ه ههه هه هههه ههههههه هه هههه هه هه ه م هآبه ررررررررررررر همفررررررررررررر ه ن رررررررررررررنه ن ررررررررررررر ج
ه ه هههه ههههه ه ه ه هههه هه هه ه هه ه ررررررررررن هنمشرررررررررر نهز مرررررررررر هم مرررررررررر جه رررررررررر
ه هه هههه ه هه ههههه ه ههه هه هه هه ه ه هههه هه نن ررررررنهن رررررررنهنهننه مررررررر ه ررررررر مبهنمررررررر هم رررررررن
ههههه ههه ه ههه هه ههههه هه ه هه ه ررررررررررررررر ه هيزررررررررررررررركهآبه ررررررررررررررر م جه ررررررررررررررر

1 Yûsûfî, Gulâm Hüseyin, Çeşme-i Rûşen, s. 279, Tahran 1373 hş. Safâ, Târîh-i edebiyât,
V/II, 796.
DOĞU ARAŞTIRMALARI 12, 2013/2
18
هههه هههه ه هه هههه هه ههه ههههه ه هههه ه هه آ هم هآنمررررررر ه ررررررر هلشررررررر هم رررررررنمه ررررررر ن هشررررررر
ه هه ههه ه هه ههه هه ههه هه هه هه ه هه ه ن رررررررررررنه نه ررررررررررر ه مررررررررررر ه ررررررررررر ك جه ررررررررررر
ه ههههه ه هه ه ههه ه هه ه ه ه آ ررررررررن ه رررررررريه رررررررر هآ رررررررر ه رررررررر هه ههههه هه ه رررررررر نهشررررررررن
ه هه ه ه هه ه هههه هه ه ه هههه هه هههه ههه هه ررررر ه رررررن ه هررررر هن هزررررر جهم ررررر جه رررررنهشرررررن
“Âlemin yaratılışındaki gibi nasıl bir kargaşadır bu; ne figan, ne eza,
ne mâtemdir bu
Daha sûra üflenmeden, dünyâdan arş-ı a’zama yükselen ne büyük bir
diriliş bu
Âlemin tüm zerreleri birbirine karışmış; güneş sanki batıdan doğuyor
Buna dünyânın kıyameti desem uzak değil; halkın, adı muharrem olan
dirilişidir bu
Kedere yer olmayan cennet sarayında cennet meleklerinin başı
gamdan dizlerine dayanmış
Cinler, melekler insanlar üzerine ağlıyorlar; devran Âdemoğullarının
en şereflisinin mâteminde
Yerin ve göğün güneşi, iki doğunun ışığı; Allâh resûlunun mahdûmu
Hüseyin
Kerbelâ tufanının yenilmiş gemisi; Kerbelâ meydanının toprağa, kana
bulanmışı
Suyu bile esirgemişti Kûfeliler; Kerbelâ’nın misafirine ne kadar da
hürmet etmişlerdi
Herkes vahşileşmiş ve suya kanmıştı; Kerbelâ Süleyman’ı ise sudan
arta kalanı emmede
Yazık ki düşman ordusu hiç utanmadan Kerbelâ sultanının çadırına
yöneldiler
O zaman felek gayret ateşinde nazar otuna döndü, düşmanın
korkusundan haremde bir figan yükseldi.”
Daha sonraki şâirlerden Mahmûd Han Melikü’ş-Şüerâ, hz. Seyyidü’ş-
Şüheda’nın karşılaştığı musîbetlere ve şehadetine dâir 14 bendden oluşan
DOĞU ARAŞTIRMALARI 12, 2013/2
19
oldukça fasih ve dokunaklı bir terkîb-i bend söylemiştir1
; eğer ilklerin
sonrakilere fazileti ve tekaddümü olmasa idi o, Muhteşem’in mersiyelerine
denk, hatta onlardan daha üstün sayılabilirdi. Onun ilk bendinin beyitleri
şöyledir:
وز نااا كلااا ااان گ يااان ودااااان ن ااا
ك ااا از ن خااانم كااا اااا ن شااانا
وز اان اانب ح ماا مككاان شاا شاات
تلااان ااا ى مكتااا ا ااا يگ اااان ااا
نگكااا ااااى ياااا گااان ااا يلااااا
ااااااا ز از ا اااااااش ااااااا گ مكااااااان شااااااا شااااااات
اااااا ز كاااااا ز وى زمااااااي گكاااااا شاااااا گ و
اااان اااا از زمااااي و زماااا ن شااااا ااااخي
گك ااااا اااااي و ااااا كااااا ز ااااان و ز ااااان شاااااا
از ن اااااااا ا ااااااااآ ش كاااااااا اااااااا م اااااااان
ينا ااااا خااااا ااااان صااااا ن و و ااااا لاااااي
اااااااااانم شااااااااااك ح وز داااااااااا ا لااااااااااي
“Ufuktan muharrem hilali yine gözüktü, kederden yaşlı ve gencin
gönlüne kondu
Yeryüzünden yine bir ateş yükseldi, sonra ondan yedi gök harmanına
bir kıvılcım düştü.
Zemin ve zamandan diriliş coşkusu yükseldi ve her taraftan mahşer
alâmeti belirdi.
Şu nilgün hisarlı sağlam binanın alt üst olmasının vakti gelmiştir
diyordu.
Yoksa din seyyidinin atı harp meydanından, çadıra doğru yine binitsiz
mi döndü.
Sabır ve rıza çehresinin süsleyicisidir Hüseyin, cezâ gününün şefaat
sermayesidir Hüseyin.”
Visâl-i Şîrâzî de ehl-i beyte mersiye olarak Muhteşem-i Kâşâni metod
ve üslûbuyla2
daha çok terkîb-i bend ve mesnevî şeklinde 2000 beyit
civarında şiir söylemiştir3
.
Bunların yanında İrân’da halk kesimleri içerisinde en yaygın mersiye
söyleme tarzı olan sinezenî merâsimlerini de hatırlatmak
gerekir.Dînî(mezhebî) mersiyeler 1342/1963 yılından sonra yeni bir şekil

1
Aryenpûr, age, I,128.
2
Aryenpûr, age, I, 41.
3
Mu’temen, age, s. 95-98; Fesâî, age, s. 216-220.
DOĞU ARAŞTIRMALARI 12, 2013/2
20
kazanmış bir takım bedîi mazmunlar nevha içlerinde gözükmeye başlamıştır.
Bu tür mersiyeler bir takım süreçlerin sonucu olarak bir tür marş şekline
dönüşmüştür1
.
Mersiyelerde Şiir Kalıpları
İrân şâirlerinin bir çoğu mersiye yazımında ilk planda tercileri
ardından da kasîdeyi kullanmışlardır. Fars dilinin meşhur mersiyelerinin
çoğunluğu bu iki tür şeklinde özellikle de birinci türden olarak nazım
biçiminde söylenmiştir. Bazı mersiyeler ise mesnevî ve gazel şeklindedir. Bu
durum, şâirin şiir türlerinden birini özellikle benimsemiş olması ve bir olay
vukû bulduğunda duygu ve teesürlerini işte bu şiir türü kalıbında
yansıtmasından kaynaklanmaktadır. Bu konuda Firdevsî ve Hâfız örnek
olarak gösterilebilir. Firdevsî’nin mesnevîyi, Hâfız’ın ise gazeli ekseriyetle
kullanıyor olmaları, bu iki şâirin, çocuklarının acılı ölümleri hadisesi
karşısında hüzünlerini beyan etmek için birincisinin mesnevîye, diğerinin ise
gazele yönelmesine neden olmuştur.
Mersiye yazımında kullanılan şiir kalıplarında kasîdeden sonra kıta
yer almaktadır. Şâirlerin dîvânlarında bir takım hadiseler karşısında konuyu
kısaca dile getirmiş oldukları kıtalara bir çok yerde rastlanmaktadır.
Hâkânî’nin amcası Kafiyüddîn hakkındaki mersiyesi bu şekildedir2
.
Mersiyelerin Muhtevası
Mersiyelerin tamamına yakınında bulunabilen bir husûs dünyânın
vefâsızlığı, zamanın geçici oluşu, feleğin acımasız oyunları ve feleğe sitem
konularıdır. Bu tür anlamlar daha başlangıçtan itibaren şâirlerin ele aldığı
konular olmuş, Arap mersiyelerinde de kullanılmıştır. Cahiliye devri
edipleri, mersiyelerde genellikle büyük pâdişâhların fânî oluşunu,
hükümetlerin ve güçlü kavimlerinin saltanatlarının geçiciliğini karada ve
havada bulunan bir çok güçlü hayvan ve kuşun yok olup gittiğini örnek
vererek, ölünün ardından hayâtta kalanları teselli etmişlerdir. Ölümden kaçış
ve ölüme çare olmadığından mert kişi kadere razı olup, teslim olmalı ve
sabretmelidir.
İranlı edipler çoğunlukla, bu tür sözler söylerken gökyüzünü (feleği)
hedef almışlar ve oraya karşı konuşmuşlardır. Muizzî ve Mes’ûd-i Sa’d ‘ın

1
Kirmânî, age, s. 122-125.
2
Mu’temen, age, s. 78.
DOĞU ARAŞTIRMALARI 12, 2013/2
21
bu anlamları ihtivâ eden, yine Sa’dî’nin, hükümetlerin zevâlinde göklerin
hâkimiyetine dâir söylediği beyitleri bulunmaktadır1
.
Mersiyelerde anlatılan bir başka husûs, bir kimsenin ölümüne rağmen
diğerlerinin varlığını devam ettirdiği husûsudur. Bu çerçevede söylenen
sözler muhatâbın üzerinde oldukça fazla etki bırakmakta ve birtakım
musîbetlerin sadece kendisinin değil, kendinden önce yaşamış birçok
kimsenin hatta peygamberlerin dahi başına geldiğini görerek teselli
bulmaktadır.
Şâirler muhatâba başına gelen musîbet karşısında geçmişten bazı
örnekler getirmişler ve bu örneklerinde vâkıa ile benzerlik kurdukları ölçüde
başarılı olmuşlardır. Yani annesi ölmüş birisine karısı ölmüş birinden
örnekler sunmak, sözün etkisinin azalmasına neden olmaktadır.
Bazı mersiyelerde göze çarpan etkileyici bir nokta da ilkbaharın gelişi,
tabiatta hayât alâmetlerinin belirmesi ve dostun ansızın ölümüdür. Bu da
vâkıa ile uygun olarak ortaya konulduğunda oldukça etkili etkileyici bir
üsluptur. Elbette sonbaharda ölen bir kimse için bu tarz bir mersiye
söylemek uygunsuz düşmektedir.
Bazı mersiyeler ise bir hitap tarzında söylenmektedir. Buradaki
muhatâb bazan devran, bazan gökyüzü ve felek, bazan da yer ve toprak
olmaktadır. Bu tür mersiyelerden meşhur olan bazılarının mezar taşları
üzerine yazıldığı da vâkidir.
Pâdişâhlar ya da kavmin ileri gelenleri için yazılan mersiyelerde,
edebe muhalif bulunduğundan veya memdûhun haysiyet ve azametine
yakıştırılamadığından ölmek kelimesi kullanılmak yerine, ferman geldi,
hakkın davetine lebbeyk dedi, hakkın rahmetine kavuştu, hayâta veda etti,
dünyâya gözlerini kapadı, merhum oldu vb. ifadeler kullanılmıştır2
.
Şâirler mersiyelerde musîbetin ne kadar da büyük olduğunu ortaya
koymuşlar, musîbet karşısındaki direnç, istikâmet ve teslimiyetlerini Allâh’a
arz etmişlerdir. Bazan ahlâkî usüller çerçevesinde dolaylı öğütlerde
bulunmuşlar, bazan da birtakım vasiyetlerde bulunmuşlardır. Mersiyelerde
ölen kimseye ya da geride bıraktıktıklarına duâda bulunulduğu gibi,
hakkında mersiye söylenilen kişi öldürülmüş ise kâtillerinin nefretle anıldığı

1
Kirmânî, age, s. 96-97.
2
Mu’temen, age, s. 98-106.
DOĞU ARAŞTIRMALARI 12, 2013/2
22
da görülür.
Bibliyografya
Aryenpûr, Yahyâ, Ez Sabâ ta Nîmâ, c.1-2, Zevvâr yayınları, Tahran, 1372 hş.
Dihhudâ, Ali Ekber, Lügatnâme-i Dihhudâ, Tahran Üniversitesi yayını, Tahran,
1352 hş.
Furûzânfer, Bedîüzzamân, Suhen ve suhenverân, Harezmî yayınları, Tahran, 1369
hş.
Fesâî, Mansûr Restgâr, Envâ-i şi’r-i Fârsî, Nuvîd yayınları, Şirâz, 1373 hş.
Goldziher, Ignace, Klasik Arap Literatürü, İmaj yayınları, Ankara, 1993.
İsen, Mustafa, Acıyı Bal Eylemek, Akçağ yayınları, Ankara, 1993.
Krenkow, F. “Mersiye”, İslam Ansiklopedisi (İA), I-XIII, Milli Eğitim basımevi,
İstanbul, 1993.
Kirmânî, Abdu’l-Rızâ Efserî, Nigerişî be mersiye-serâî der İrân, Ittılâât yayınları,
Tahran, 1371 hş.
Ma’lûf, Levis, El-Müncid, İsmailiyân yayınları, 3. baskı, Tahran, 1367 hş.
Mu’in, Muhammed, Ferheng-i Fârsî, I-VI, Emîr-i Kebîr yayınları, Tahran, 1371 hş.
Mu’temen, Zeynu’l-Âbidin, Şi’r u edeb-i Fârsî, Efşârî basımevi, Tahran, 1346 hş.
Safâ, Zebîhullâh, Muhtasarî der târîh-i tahavvul-i nazm u nesr-i Pârsî, Koknûs
yayınları, Tahran, 1373 hş.
Târîh-i edebiyât der İrân, I-V, Firdevs yayınları, Tahran, 1372 hş.
Semerkândî, Rûdekî, Dîvân, Cihangir Mansur Tahkîki, Nâhîd
yayınları,Tahran,1373 hş.
Şîrâzî, Hâfiz, Dîvân, Şahrûdî Tahkîki, Tulu’ yayınları, Tahran, 1368 hş.
Şîrâzî, Sa’dî, Külliyât-ı Sa’dî, Muhammet Ali Furûğî Tahkîki, Koknus Yayınları,
1. baskı, Tahran, 1368 hş.
Yûsufi, Gulâm Hüseyin, Çeşme-i rûşen, İlmî yayınları, Tahran 1373 hş.
Zerrînkûb, Abdu’l-Hüseyin, Bâ kârvân-ı hulle, İlmî yayınları, Tahran, 1373 hş.

Konular