Türk Edebiyatında Kaside

133
Türk Edebiyatında Kaside
Dr. Yaşar AYDEMİR
Gazi Üniversiesi, Gazi Eğitim Fakültesi
Özet: Kaside, Arapça "kasada" kökünden gelip, kelime
anlamıyla "kastetmek, yönelmek, niyet etmek" demektir.
Edebiyat terimi olarak, ilk beyti musarra, sonraki beyitlerin ilk
mısraları serbest, ikinci mısraları ilk beyitle aynı kafiyede olan ve
baştan sona aruzun aynı kalıbıyla yazılan nazım şeklinin adidir.
Bu nazım şekliyle tevhid, münacaat, naaat, medhiye, hicviye,
mersiye vs. türlerinde şiirler yazılmıştır.
Kaside, nesib bölümünde işlenen konuya, redifine veya
kafiyesine göre isim alır. Beyit sayısında bir sınırlama yoktur.
Ortalama bir kaside 30-45 beyit arasındadır. Aruzun hemen her
kalıbıyla yazılır.
Kasidenin beş ana bölümü vardır: Nesîb/teşbîb, maksûd, tegazzül,
fahriye ve dua. Her kasidede bütün bölümlerin bulunma
zorunluluğu yoktur. Kaside olabilmesi için biri maksûd olmak
üzere en az iki bölümünün bulunması gerekir. Girizgah bir
bölümün adı olmayıp, bölümler arası geçişi sağlayan beyit yada
beyitlerdir.
Anahtar Kelimeler: Kaside, tevhid, münacaat, naat, medhiye,
mersiye, nesîb, tegazzül, girizgah
_____________________________________________________
Giriş
Kasîde, "niyet etmek, yaklaşmak, kastetmek, yönelmek" manalarında
"kasada" kökünden gelen Arapça bir kelimedir. Belli bir maksada
yönelmeyi, bir maksada dayanılarak yapılan işi ifade eder.
bilig ♦ Yaz 2002 ♦ Sayı 22:133-168
bilig 2002 Yaz Sayı 22
134
Edebiyat terimi olarak kaside, Arap, Fars ve Türk Edebiyatlarında
kullanılan, belirli bir maksada yönelik olarak yazılan, ortak ve yaygın
nazım şekillerinden biridir. Arap Edebiyatında doğmuş, Fars Edebiyatında
bazı değişikliklere uğrayarak gelişmiş ve oradan Türk Edebiyatına
geçmiştir (Keskin, 1994, 1). Şair kasidesini, sevdiği, takdir ettiği bir kişiyi
övmek, sevmediği bir kişiyi yermek (Krenkom, 1988, 388; İpekten, 1997,
38), veya bunların dışında belli bir konuyu işlemek maksadıyla yazar.
Arap Edebiyatında Kasîde
Arap Edebiyatının bir ürünü olan kasidenin miladi V. asrın ortalarında
Arabistan'ın doğusunda, Bakr ve Tağlib kabileleri arasında geliştiği
tahmin edilmektedir. Hîra muhiti vasıtasıyla yayılma imkânı bulmuştur.
Klasik kasîde, tabiî bir gelişme sonucu ortaya çıkmıştır. Fakat, Araplar
kasideyi herhangi bir sanatkarın ürünü gibi düşünerek bir başlangıca
bağlamak istemişler ve böylece ilk kasîde söyleyen şairin el-Muhalhil b.
Ra-bi'atü't-Tağlibî olduğunu kaydetmişlerdir (Çetin, 1973, 71). Kasidenin
ilk örneklerini " Muallaka-i Seb'a " (yedi askı) adı verilen yedi muhtelif
şiirde buluyoruz. Cahiliyye Devri şiirinin temel özelliklerini yansıtan bu
manzumeler, bedevilerin yaşayış tarzlarını, yaşadıkları tabii ve sosyal
çevreyi canlı tasvirlerle yansıtır. Yer yer bir mersiye, bir fahriye, bir hicviye
veya sevgiliyi öven, aşkı anlatan bir nazım şekli olarak karşımıza çıkan
kasideler, hemen bütün tenkitçiler tarafından Arap Edebiyatının en eski ve
esaslı ürünü sayılmaktadır.
Tek kafiye üzerine kurulan kasidenin beyit sayısı, Arap edebiyatında
genellikle 30-120 arasında değişir. Bununla birlikte İbn el-Fariz'in
kasidelerinde olduğu gibi 700 beyti aşan örnekleri de vardır. Klasik
kasidede ilk beytin musarra' (mısraları kafiyeli) olması miladi VI. asırdan
beri süregelen bir gelenektir (Çetin, 1973, 72; Keskin, 1994,1).
Arap edebiyatında klasik kasidenin iç yapısı, muhtevası, şairlerin hayat
görüşleri ve yaşamlarıyla yakından ilgili olup, herkesçe uyulması zaruri
olan belli bir kompozisyonu vardı.
Şair, kendisi gibi göçebe bir hayat süren sevgilisinin çadırının yerine gelir,
orada hüzünlenir, sevgilisini ve geçmiş günlerini hatırlayarak, konak
yerinin tasviriyle şiirine başlardı. Büka denilen bu hüzünlü manzaranın
tasvirinden sonra şair, sevgilisini vasfederdi ki buna da nesîb adı verilirdi.
Nesîb denilen bu bölüm, daha önceleri müstakil olarak nazm edilen aşk
Aydemir, Türk Edebiyatında Kaside
135
şiirlerinden alınmıştır. Bundan sonra, çölde geçen uzun, meşakkatli, yorucu
ve tehlikeli bir yolculuğun ve bu yolculuk sırasında şairin karşılaştığı
muhtemel durumların; bindiği devenin veya çölde rastladığı bir çöl
hayvanının tasvirinin yapıldığı rahil bölümü yer alırdı. Daha sonra, kasideye
asıl kimliğini kazandıran, ana konusunu oluşturan medh bölümü gelirdi. İlk
kasidelerin bu eski örneklerinde şair, daha çok kendi kabilesini över, düşman
olduğu kabileyi yererdi. Buradaki övgü, kişiye değil, mensup olunan
kabileye yapılırdı (Çetin, 1973, 72; Çavuşoğlu, 1986,17). Seb'a-i
Muallaka'daki ilk örnekler, hemen hemen aynı ortak özelliklere sahipti:
Kahramanlık, içtenlik ve göçebe kültürünün bütün özelliklerinin sadelikle
yansıtılması. Bu dönemlerde, şairlerin çoğunluğunun, kasidelerinin iç
yapısını yukarıda belirtildiği şekilde düzenledikleri görülmekle birlikte,
sonraki dönemlerde kasidenin iç yapısında değişiklikler olmuştur. İslâmın
itici gücüyle yeni medeniyet ve kavimlerle karşılaşma sonucu yerleşik
hayata geçen müslümanların hayatlarındaki ve zihinlerindeki değişiklikler,
kasidelere de yansıdı. Nesîb bölümlerinde çöldeki konak yerlerinin izleri
yerine, mamur yerlerden; çölde yetişen yavşan otu, fesleğen gibi bitkiler
yerine gül, nergis gibi çiçeklerden; çöl tasvirleri yerine bağ ve bahçelerden,
deve tasviri yerine at tasvirlerinden bahsedildi. Ebu Nuvâs, Ebu'1-Atâi, elMütenebbî
gibi şairler, kasidenin iç yapısında değişiklik yapan şairler
arasındadır (Çetin, 1973, 74; Çavuşoğlu, 1986,17-18). Bu tasniflerden klasik
Arap şiirinin belli başlı konularının sırasıyla medh (övgü), fahr (Övünme),
nesîb veya teşbîb, tegazzül, i'tizâr (özür dileme), isti'tâf (yardım ve merhamet
dileme), vasf, teşbih gibi konular olduğu görülür (Çetin, 1973, 80; Keskin,
1994, 2).
Kâb b. Züheyı'in Kasîde-i Bürde'si hariç tutulursa, Asr-ı saadet'te ve dört
halife devrinde, şiire fazla sıcak bakılmadığından, Emeviler dönemine
kadar kasîde pek rağbet görmemiştir. Emeviler dönemi ile birlikte,
özellikle Suriye ve Irak'taki çeşitli kabileler arasında yeniden başlayan
rekabet, kasideye rağbeti artırmış, bu dönemde yetişen Ahtal, Cerir,
Ferezdak gibi büyük şairlerle takipçilerinde "hiciv" tarzı yeni ve büyük bir
gelişme göstermiş, Cahiliye Devri'nin kasidecilerini taklit etmişler,
muhaliflerini hicvederek iktidarda bulunan sultanların ve devlet
adamlarının övgüsünü yapmışlardır.
Abbasiler devrinde VIII. asrın sonlarına doğru yazılmış olan kasidelerde
yerleşik hayatın izleri belirgin olarak hissedilmeye başlar. Artık kasidenin
bilig 2002 Yaz Sayı 22
136
nesîb bölümlerinde eğlence ve şaraptan, beden hazlarından söz edilmiş,
çöl tasvirlerinin yerine bağ, bahçe tasvirleri yapılmış, at ve deve tasvirleri
ise yerini av ve savaş tasvirlerine bırakmıştır. Bazen bu konulardan her
biri bir şiirde müstakil olarak işleniyor ve buna da kaside deniliyordu (Çavuşoğlu,
1986,18; Keskin, 1994, 3). Bu dönem şairlerinden, aynı zamanda
âlim bir şâir olan Ebû Temmâm, onun öğrencisi Buhturî ve Mütenebbî
kaside yazan en önemli şair olarak anılır (İpekten, 1997,41).
İran Edebiyatında Kaside
Kasidenin muhteva yönünden zenginleşmesi, bir nazım şekli olarak
büyük önem kazanması, mühim gelişme ve değişikliğe uğraması, İran
Edebiyatı içinde olmuştur. Abbasiler zamanında merkezden uzakta
bulunan valiler, merkezle bağlarını kopararak adeta bağımsız yaşıyorlardı.
Bu yaşantıları onları değişik arayışlara itiyor, nüfuzlarını artırmak için
İran tarihi, gelenek görenekleri ve destanlarını derleme faaliyetine
giriyorlar, böylece edebî hayata bir canlılık kazandırarak hükümdar
saraylarını, şairleri etrafında toplayan birer edebiyat merkezi haline
getiriyorlardı. Sâsânîler devri olarak bilinen bu dönemin en meşhur şairi
Rûdekî'dir. Saraylarında şairlere önemli mevkiler veren ve bunu
hükümdarlığın icaplarından sayan Sâmânîlerden II. Nasır bin Ahmed
zamanında büyük nüfuz kazanan Rûdekî, bazı tezkire yazarları tarafından
İslamî-İran Edebiyatının adeta kurucusu olarak kabul edilir. Kasideye
gazel havası veren şairin "Medâr-ı Mey" adlı kasidesi çok meşhurdur
(Çavuşoğlu, 1986,18). Rûdekî'nin çağdaşları ve takipçileri arasında Ebu'lAbbas
Buhârî'yi, Şeyh Ebui-Hasan Şâhid-i Belhî'yi, "Ruh ve Akıl"
kasidesini yazan Kisâî'yi sayabiliriz (Köprülü, 1980,114).
Gazneliler devrinde de edebî gelişme artarak devam etmiş, Sultan Mahmud'un
etrafında bir edebî çevre oluşmuştur. Bu çevrenin merkezinde
Belhli şair Unsurî yer almıştır. Sultan Mahmud'un övgüsünü yaptığı
kasideleri, İran şiirinin beğenilen örnekleri arasındadır. Devrin şair olarak
önde gelen diğer isimleri, Ferrûhî, Minuçihr ve Asadî'dir. Sistanlı Ferrû-
hî'nin kasidelerinde nesîb kısımları çok canlıdır, parlak ve renkli tasvirleri
vardır. Arap kasidecisi Mütenebbî'ye benzetilir. Övgüleri çok sade, ama
çok güçlüdür. Minuçihr, şiirlerinde tamamiyle Arap ruh ve yaratılışını dile
getirmiştir. Tûslu Asadî saray şairleri arasında şiirle tartışma çığırını açan
şairdir (Çavuşoğlu, 1986,18; İpekten, 1997,42).
Aydemir, Türk Edebiyatında Kaside
137
Gaznelilerden sonra edebî gelişme Selçuklular devrinde de yükselişini
sürdürmüş ve Fars edebiyatının, daha sonra Türk şairleri üzerinde de
etkili olan, en büyük ustaları bu dönemde yetişmiştir. Bunlardan,
şiirlerinde aşırı mübalağa, dilinde sağlamlık ve ustalığı ile Enverî, üslûbu
oldukça şatafatlı, süslü ve ağır, nesîblerindeki derin, renkli ve parlak
hayalleriyle okuyucuyu gerçek dünyadan uzaklaştırarak aklın ve mantığın
ötesine götüren Hâkânî ile Sultan Sencer'in himayesini gören Mu'izzî
dönemin kayda değer şairlerindendir. Yine bu dönemde Harzemşahlar
sarayında da Reşidü'd-din Vatvat ve Zahirü'd-din Faryâbî gibi ünlü
kaside şairleri yetişmişdir. Ayrıca şiirlerinde hayalden çok anlam
güzelliğine önem veren ve Hallâk-ı Ma'ânî diye anılan Kemâl-i İsfehânî de
Klasik Türk Edebiyatına büyük etkisi olan şairlerdendir (İpekten, 1997,42).
Moğol istilası sırasında yetişen Sa'dî-i Şirâzî, Timurlular devri şairi Hâcû-
yı Kirmanı ve Selmân-ı Sâveci Türk şairlerini etkileyen, şiirlerindeki
incelik ve zarifliğin yanında şiir tekniğindeki ustalıklarıyla da tanınan
şairlerdir (İpekten, 1997, 42). XVI ve XVII yüzyıllarda Hindistan'da Hint
edebiyatının da etkisi ile oluşturulan Sebk-i Hindî akımının temsilcileri
olarak örfi-i Şîrâzî, Sâ'ib-i Tebrîzî ve İran'da kalan Şevket-i Buhârî de gazelle
birlikte kasîdeleriyle de tanınmış şairlerdir.
Kaside, İran Edebiyatında bu tarihi seyrini yaşarken, şekil ve muhteva
yönünden önemli gelişmeler göstermiştir.
Beyit sayıları çoğunlukla 20 beyitle 70-80 beyit arasında değişmiş, bazen
20 beyitten az bazan 150 beyte kadar ulaşmış, hatta bunu da aşan
örneklerine rastlanmıştır. Bazen çok uzun, konusunun önemine ve şairin
kuvvet ve kudretine göre yazılmış kaside örnekleri vardır. Bunlara inşâî
kasâid denilir.
Uzun kasidelerde kafiye bulmak zorluğundan bir kasidede aynı kafiye
birkaç defa kullanılmıştır. Bunun kusur sayılmasından dolayı, büyük
şairler mümkün mertebe kaçınmışlar veya en az 20 beyit ara ile
kullanmışlardır. Şair, zaman zaman kasidesinin monotonluğunu gidermek
için tecdîd-i matla' yapabilir.
Memduhun medhinden önce mukaddime vardır. Bu bölüm genellikle 5-
15 beyit arasındadır. Bazen 30-40 beyit olduğu görülür. Bu bölümde
işlenen konuya göre Arap edebiyatında olduğu gibi nesîb veya teşbîb
isimlendirmesine gidilmemiş, her ikisine birden tegazzül veya nesîb adı
verilmiştir.
bilig 2002 Yaz Sayı 22
138
Nesîb, tegazzül veya teşbîbden medhiyeye geçişe tahallus veya giriz
denir. Şair bu şekilde asıl bölüme (maksud) geçer. Medh, memduhun
övüldüğü bölümdür. Bazen bu bölümde tegazzül bulunabilir. Şair
kasidesine medhiye ile başlarsa, böyle nesîb veya teşbîb bölümü
bulunmayan kasidelere mahdûd veya muktedâb adı verilir.
Kasidenin sonunda şair övdüğü kişi için dua eder, mahlasını da
çoğunlukla burada söyler. Bu bölüme de dua veya şerîta adı verilir. Iran
Edebiyatında kasideler, redif veya kafiyelerine göre, nesîb bölümüne veya
maksûd bölümüne göre isimlendirilmiştir.
Eski İran kasidelerinin yapısı eski Arap kasidelerinden kısmen farklı
olmasına karşılık, Abbasî devri şairlerininkinden hemen hiç farklı
değildir. Bunda Abbasî devrinde etkili olan İran kültürünün önemi
büyüktür (Hümâyî, Tarihsiz, 102).
Türk Edebiyatında Kasîde
Türk toplumunun İslam'ı kabullenmesi, Farslar kanalıyla gerçekleşmiş ve
klasik şiir de kendisine model olarak Fars Edebiyatı'nı görmüştür. İslam
kültürünün tesiriyle Arap dili ve edebiyatının etkisi altında kalan Fars
Edebiyatı, klasik şiire modellik yapınca, hem Fars kültürü ve dilini, hem
de etkisi altında kaldığı Arap dili ve kültürünü bize taşımıştır. Türkler,
uzun bir olgunlaşma sürecinden geçen ve bunun sonucunda klasik bir
edebiyat halini alan Fars Edebiyatına, Gazneli ve Selçuklu saraylarından
da aşina idiler.
Türk Edebiyatında kasîde nazım şeklinin kullanılmaya başlanması, XIII.
Asra kadar iner. Bu yüzyılda Mevlânâ'nın 300 kadar kasidesi vardır.
Bunlar şairin tevhid ve münâcât türünde yazmış olduğu şiirleridir.
Kasideleri Farsça olmasına rağmen, Mevlânâ'nın Türk şairleri ve edebiyatı
üzerindeki etkisi büyük olmuştur.
Bu yüzyıldan itibaren XVI. yüzyıla kadar divanında ya da çeşitli
kaynaklarda kasideleri bulunan şairlerimiz şunlardır: XIII asırda,
Dehhânî'nin 1 kasidesi, Ahmed Fakih (Ö.1221)'in kasîde nazım şekliyle
yazılmış Çarh-nâme isimli müstakil eseri olmak üzere 2 şairimizin 2
kasidesi, XIV. asır şairlerinden Şeyyad Hamza'nın 1, Aşık Paşa (d.l272-
ö.l332)'nın 3, Nesîmî (Ö.1404 veya 1418)'nin 1, Elvan Çelebi'nin 1 ve
Ahmedî (ö.l412)'nin 17 kasidesi vardır. XV. asır şairlerinden Hümâmî'nin 1,
Ahmed-i Dâî'nin 5, Şeyhî (Ö.1432)'nin 14, Yazıcıoğlu Mehmed (ö-1453)'in 1,
Hamîdi’nın 4, Safî'nin
Aydemir, Türk Edebiyatında Kaside
139
3, Abdi'nin 1, Atâyî'nin 2, Hassan, Nârnusî ve Ömer Bin Mezid'in birer,
Cem Sultan (Ö.1495)'m 7, Sadi-i Cem'in 3, Aynî'nin 26, Adnî (Ö.1474)'nin
1, Kemal Ürnmî (Ö.1475)'nin 10, Rûşenî (Ö.1486)'nin 2, Lütfî (Ö.1495)'nin 5,
Mevlânâ İzârî (ö.1496)'nin 1, Ahmed Paşa (Ö. l495-97)'nın 27, Necâtî Bey
(Ö.1509)'in 27, Karamanlı Nizâmî'nin 9, Mihri Hatun (Ö.1506)'un 13, Mesîhî
(Ö.1512)'nin 15, Cemâlî'nin 9, Mehdî, Nişânı, Sâfî ve Şehdî'nin birer,
Tâcî-zâde Ca'fer Çelebi (Ö.1515)'nin 28, Atâ'nın 1, Çâkerî'nin 2, Işkî,
Kemâl, Kemâl Musannif, Keşfî, Melîhî, Gevheri ve Sabâyî'nin birer,
Sevdâyî'nin 4, Subhî'nin 1, Vasfî (Keskin, 1994, 6-7) ve Hamdullah
Hamdî'nin 3'er kasideleri vardır (Özyıldırım, 1999).
Bu rakamlar bize Türk Edebiyatında kaside nazım şeklinin XV. asırda
büyük bir gelişme kaydettiğini gösteriyor. Kasîdeleri türlerine göre
değerlendirdiğimizde başlangıç döneminde daha çok tevhid, münâcât ve
na't kasidelerinin yazıldığı görülür: XIII. ve XIV. asırlarda yazılan
kasidelerin 18'i (% 72'si) tevhid ve na't türünde iken 8'i (% 28'i) medhiye ve
başka konulardadır. XV. asırda yazılan kasidelerin 40'ı (% 16.7'si) tevhid,
münâcât ve na't, 188'i (% 78.6'sı) ise medhiye ve ll'i (% 4.6'sı) başka
konulardan oluşmaktadır. Bu sonuç bize XV. asırda daha çok medhiye
türünde kasidelerin yazıldığını gösteriyor (Keskin, 1994, 6-7).
XVI. yy.'da Osmanlı Devleti birkaçı çok güçlü padişahların idaresinde
büyüme ve gelişmesini sürdürerek büyük bir imparatorluk haline
gelmiştir. Bu gelişmenin tabii sonucu olarak ilim, kültür ve edebiyat da
paralel bir gelişme göstermiştir. Bunda, padişahlardan başlayarak bütün
devlet büyüklerinin edebiyat ve sanata karşı gösterdikleri alaka da etkili
olmuştur. Yüzyılın başında II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim, Kanunî, II.
Selim, III. Murad gibi padişahların da şiir yazmaları ve şiirle ilgilenmeleri
bu gelişmeyi destekleyen unsurlardır (İpekten vd., 1992,130). XVI. yy/da
edebiyatın genelinde olduğu gibi kaside sahasında da önceki yüzyıllara
göre nitelik ve nicelik açısından farklılıklar vardır. Kasidelerinin nesîb
bölümlerinin canlılığıyla dikkati çeken Bâkî (Ö.1600) 27 (Küçük, 1994, 3-
74), kasîdelerindeki hayal unsurlarının zenginliği ile Hayâlî (ö. 1556) 23
(Tartan, 1945, 5-68), Nev'î (ö. 1598) 50 (Tulum, vd., 1977, 9-151),
kasidelerinin dilinde alay, istihza, sadelik unsurlarıyla dikkati çeken Rûhî-i
Bağdâdî (ö. 1605) 34 (Rûhî-i Bağdâdî, 1287, 2-55), 8'i tevhîd ve na't, 29'u
medhiye 37 kasidesi bulunan Fuzûlî (ö. 1556) (Akyüz -vd., 1992, 23-127),
Hayreti (ö. 1535) 20 (Çavuşoğlu, vd.,1981, 5-63), Helâkî (ö. 1575-76) 6 (Ça-
bilig 2002 Yaz Sayı 22
140
vuşoğlu, 1982,17-25), Zaîfî (ö. 1557) 7 (Akarsu, 1993), Cinânî (ö. 1595) 41
(Okuyucu, 1994, 9-132), Usûlî (ö. 1538) 4 (İsen, 1990, 29-43), Yahya Bey (ö.
1582) 34 (Çavuşoğlu, 1977), Zâtî (ö. 1546) 50 (Kurtoğîu, 1995), Âgehî (ö.
1577), (özellikle gemicilik terimlerini fazlaca kullandığı kasidesine
nazireler vardır.), Ebussuud Efendi (1490-1574) (Aydemir, T.y.), Fîgânî (Ö.
1532) 8 (Karahan, 1966), Behiştî (Vizeli öl. 1571) 4 (Aydemir, 2000), Âhî 1
(Sungur, 1990), Ravzî (öl?) 15 (TDK,, Yz.A.500) bu yüzyılın ulaşabildiğimiz
kaside yazan bellibaşlı şairleridir.
Bu yüzyılda yazılan kasidelerin % 75'i medhiye türünde, % 7.53'ü na't
%2.55'i tevhid, %1.34'ü münacât, %1.24'ü fahriye, %0.67'si mersiye,
%12.11'i de nasihat, zamandan şikayet, aşk ve tasavvuf gibi konularda
yazılmıştır (Çakıcı, 1996, 28). Yüzyıl kasidelerini diğer yüzyılların
kasidelerinden ayıran önemli farklılıklar, "Kasidenin Bölümleri" başlığı
altında ele alınacaktır.
Sosyal ve siyasal değişiklikleri belli bir mesafeden takip eden edebiyat,
XVII.yy.da devletin duraklama ve gerileme devrine girmiş olmasına
rağmen, gelişimini sürdürmüştür. Bu yüzyılda kasîde de buna paralel
olarak, hem nicelik hem de nitelik bakımından en muhteşem dönemini
yaşar. Sebk-i Hindî'nin de etkisiyle dil önceki yüzyıllara göre daha
ağırlaşmıştır. Önceki yüzyıllardaki nesîb-maksud-tegazzül-fahriye-du'a
sıralamasının bu yüzyılda bağlayıcılığı kalmamış, özellikle Nefî'nin
etkisiyle kimi zaman şairler kasideye fahriyeyle başlamışlardır. Önceki
yüzyıllarda ağırlığı hissedilmeyen fahriye bölümü, yine Nefî'nin etkisiyle
vazgeçilmez bir bölüm haline gelmiş ve beyit sayısı artmıştır.
Bu yüzyüda kasidelerin % 1.44'ü tevhid, % 131'i münâcât, % 9.86'sı na't,
% 0.39'u mersiye, % 1.18'i tasavvufî aşk, % 0.52'si fahriye, % 0.26'sı
mektup, % 78.68'i de medhiye türünde yazılmıştır (Aydemir, 1994, VE).
XVII.yy.da yazılan kasidelerin şairlere göre dağılımı da şöyledir: Ali
Çelebi 16, Arif (ö. 1708)13, Arşî 8, Atâyî (Nevizâde) (Ö.1617-8) 5, Azîm (ö.
1712 ?) 5, Bahâyî (Ö.1653-54) 6, Bahtî (ö. 1617) 3, Cem'î (Ö.1659) 10, Cev-rî
(ö. 1654) 39, Dukakinzâde Ahmet 11, Fâiz (ö. 1688) 4, Fâizî (ö. 1622) 15,
Fehîm-i Kadîm (ö. 1648) 16, Fenâî (Cennet-Mehmet) 2, Fenâî (La'li Mehmed)
4, Feyzî (Simkeşzade) (ö. 1691) 25, Feyzî (Kefevî) 12, Fütûhî 4, Güftî
(ö. 1677) 76, Hâletî (ö. 1631) 31, İsmetî (ö. 1665) 6, Kabûlî 5, Kâşif 5, Kâşif
(Es'ad) (ö. 1699) 2, Kelîm (ö. 1663) 2, Mahvî 1, Mantıkî (ö. 1634) 1, Nâbî (ö.
1712) 26, Nâcî (Ahmed Dede) (ö. 1611-12) 8, Nâdirî (ö. 1626) 39, Mezâkî (ö.
Aydemir, Türk Edebiyatında Kaside
141
1677) 29, Nailî (ö. 1666) 35, Nakşî (İbrahim) (ö. 1702) 1, Nâmî (ö. 1673-74)
4, Nâzım Dâniş 6, Nâzım 2, Nâzik (ö. 1686) 2, Nazmi (Mehmed) (ö. 1700)
5, Nedîm-i Kadîm (ö. 1670) 7, Nef î (ö. 1635) 62, Neşâtî (ö. 1674) 24, Râmî
(ö. 1707) 23, Râsih 2, Ragıp (ö. 1685) 1, Resmî 2, Riyâzî (ö. 1644) 24, Rüşdî
(ö. 1699) 8, Sabrî (ö. 1645) 20, Sabit (ö. 1712) 41, Sabûhî (ö. 1647) 2, Sâbir
(ö. 1680) 4, Sırrî (ö. 1699) 10, Şehrî (ö. 1660-61) 10, Şerîf <ö. 1698-99) 13,
Şeyh Rıza 3, Şinâsî Muhammed Çel. (ö. 1702) 5, Tâlib Ahmed (ö. 1670) 5,
Tecellî (ö. 1695) 11, Tıflî (ö. 1659-60) 25, Vâdî-i Üsküdârî (ö. 1684) 8, Veysî
(ö. 1627) 7, Vişnezâde İzzetî (ö. 1681) 3, Yahyâ (Şeyhülislam) (ö. 1643-44)
6, Yüsrî 4, Zuhûrî (ö. 1672) 9 kaside (Aydemir, 1994).
XVIII.yy.da kasidelerin nitelik ve nicelik açısından XVII.yy.a göre daha
sönük olduğu görülür. Ama şekil ve içerik açısından XVlI.yy.
kasîdelerinin etkisi altındadır. Yüzyılın nitelik açısından gözde kasideleri,
Nedim ve Şeyh Galib'in kasideleridir. Bu yüzyıla ait şair sayısı ve kaside
sayısı üzerinde geniş bir çalışma yapılmadığı için net isim ve rakam
söylemek mümkün değildir. Buna rağmen genel bir isim ve rakam
vermek mümkündür. Osrnanzâde Tâib (Yatman, 1989) (Ö.1724) 12, Nedim
(Ö.1730) 44 (Macit 1997), Haşmet (Ö.1768) 19 (Arslan vd., 1994), Şeyh
Galib (1799) 31 (Kalkışım, 1994), Nazim Yahya (1727) 60'm üzerinde, Na'tî
(Ö.1731), Vâhit Mahtûmî (Ö.1732), İzzet Ali Paşa (Ö.1735), Sezâî-i Gülşenî,
Atıf (1742) 2, Münif (Ö.1742) 17, Salim (Ö.1743) 22, Şeyh Rızâ Efendi
(Ö.1746), Hâmî (Ö.1747), Neylî (1748), Hâtem Akovalızâde (1754), Beliğ
Mehmed Emin (Ö.1759) 7, Akif (Ö.1759) 3, Nevres-i Kadîm (1761-62), Hâzık
(1763), Sermed (Ö.1788) 11, Nâşid İbrahim (6.1791-92) 17, Kânî (Ö.1792),
Neyyir (Ö.1800) 4, Hoca Neş'et (Ö.1807) 10, İlhâmî (Sultan III. Selim),
Sünbülzade Vehbî (Ö.1809) 40'm üzerinde, Süleyman Zâtî 1 ve
Enderunlu Fâzıl (Ö.1810) 84 (Büyük Türk Klasikleri, 1987, C.6-7. Fazıl
edebiyatımızın en çok kaside yazan şairidir. Ancak kasideleri sönüktür.)
kaside yazan şairlerdir.
XIX. yy. divan şiirinin yüzyıldaki genel durumuna paralel olarak, kaside
açısından da oldukça sönüktür. Bu yüzyılda, Müştak Baba (Ö.1831) 8
(Doğan, 1995), Süleyman Şâdî, (Ö.1900) 23 (Abdulkadiroğlu vd,, 1993),
Kuddûsî (Ö.1848) 8 (Koyuncu, 1982), Yenişehirli Avnı (Ö.1884) (Özgül,
1989), Enderunlu Vâsıf (1824-25) 13 (İpekten, 1989), Recâizâde Mahmud
Ekrem (1914) (Parlatır, 1986), Ziya Paşa (Ö.1880) (Göçgün, 1987), Leskofçalı
Gâlib (Ö.1817) 1 (Özgül 1987), Şeref Hanım (1809-1861) 23 (Şeref Hanım,
1284), Leylâ Ha-
bilig 2002 Yaz Sayı 22
142
nım (Ö.1847) 13 (Leylâ Hanım 1260), İzzet Molla (1785-1829) (Tanpınar,
1985), Akif Paşa (1787-1845) (Tanpınar, 1985), Şinâsî (1826-1871), Ziya Paşa
(1825-1880), Namık Kemal (1840-1888) (Özön, 1941), Âdile Sultan
(Ö.1899) 41 (Özdemir, Ankara 1996), Fennî (1850-1918) 25 (Fennî, Ankara
1996) kasîde yazmışlardır.
XX.yy.da da nadir de olsa kasîde nazım şekliyle şiir yazan şahsiyetler
vardır. Mesela Halil Nihat Boztepe (1882-1949)'nin na't, tevhid ve
münacaat türünde yazılmış kasideleri gibi.
Arap, Fars ve Türk edebiyatında ana hatlarıyla tarihî gelişimini
verdiğimiz kasîdenin, Türk edebiyatındaki örneklerinden hareketle
ulaştığımız sonuçlar şu şekildedir:
Kasîde, bir nazım şeklinin adı olup, bu nazım şekliyle tevhid, münacaat,
na't, medhiye, fahriye, hicviye, mersiye vs. türlerinde şiirler yazılmıştır.
Kasîdenin beyit sayısı konusunda kesin bir sınır çizmek doğru değildir.
Ancak daha çok ortalama bir kasîde 30-45 beyit arasındadır. Türler bazında
bakıldığında Tevhid ve Münacaat türünün beyit sayısının 15 beytin altında
bir ortalamaya sahip olduğu ve bunun genel ortalamanın altında kaldığı
görülür. Na't, medhiye ve mersiye türünde yazılmış kasîdelerin beyit
sayıları genel ortalamayla paralellik arzeder. Bir kasîde baştan sona
aruzun aynı kalıbıyla yazılır. Kasîdede aruzun hemen her kalıbı
kullanılmıştır. Ancak kimi kalıplarla daha fazla, kimi kalıplarla da az
sayıda kasîde yazılmıştır. Bu kullanım yüzyıllara göre de değişmektedir.
Mesela XIII.-XV. ve XVI.yy.larda yazılan kasidelerde daha çok Fâilâtün (3)
Fâilün kalıbı kullanılırken, XVII. yy.da Mefâîlün (4) ilk sırada yer almış ve
XIII.-XV. ve XVI.yy.da ilk sırada yer alan kalıp, dördüncü sıraya
düşmüştür. Bahirler bazında bakıldığında kasidelerde ilk sırada Remel
bahri, ikinci sırada Hezec ve üçüncü sırada da Müctes bahri yer almaktadır.
Kasîdenin ilk beyti musarra, ondan sonraki beyitlerin ilk mısraları
serbest, ikinci mısraları ise birinci beyit ile aynı kafiyededir, (aa, ba, ca
gibi). Kasîdede zaman zaman yer alan bir gazel veya tecdîd-i matla'da
kafiye yenilenmiş, yani "aa" şeklinde olabilir. Tecdîd-i matla'ya Zâtü'lmatla'
burada yer alan gazele de tegazzül adı verilir.
Kasîdenin ilk beytine matla', son beytine makta', en güzel beytine şah
beyt veya beytül-kasîd denir. Kasîdenin sonlarına doğru çoğunlukla
fahriye, du'aya girizgahda ve du'a bölümünde şair mahlasını söyler. Bu
bey-
Aydemir, Türk Edebiyatında Kaside
143
te taç beyt adı verilir. Bir kısmı tegazzül içinde yer almak şartıyla bazan
şairin birden fazla mahlas beyti söylediği de olur.
Kasideler ya nesîblerinde işlenilen konuya göre; baharı anlatıyorsa bahariyye,
kışı anlatıyorsa şitâiyye, atlardan söz ediyorsa rahşiyye veya esbiyye,
düğünden bahsediyorsa sûriyye gibi, ya rediflerine göre; su
kasidesi, sünbül kasidesi, sözüm kasidesi gibi, ya da kafiyelerinin son
harflerine; râiyye, mîmiyye, nüniyye vs. göre isim alırlar. Bunların
dışında Allah'ın birliğini anlatan kasidelere Tevhid, günahların
bağışlanması İçin yazılanlara Münacat, Hz. Peygamber ve dört halife için
yazılanlara Na't, padişah, vezir vs. Övüyorsa Medhiye, padişahın tahta
çıkışını kutlamak için yazılanlara Cülûsiyye, birini kötülemek için
yazılanlara Hicviye, övdükleri bir kişinin yaptırdığı bir yapıya tarih de
düşerse Tarih kasidesi adını alır.
Matla'dan sonraki beyitlerde mısra ortalarının birinci mısra' ile kafiyelendirilen
kasidelere musammat kaside adı verilir.
Kasideler müretteb divan sıralamasında divanların başında yer alır. Varsa
öncellikle Tevhid, sonra Münacaat, sonra Na't daha sonra da Medhiye
türünde kasideler sıralanır. Genellikle kasidelerin başında, memduhun adı
ve unvanı yazılmıştır; "Tevhid-i Bari", "Münâcât", "Kaside der-na't-ı
Hazret-i Fahr-i Kâinat", "Der menkıbe-i Şîr-i Huda Aliyyü'l-Murtazâ",
"Der Medh-i Sultan Murâd Hân", "Der-Sitâyiş-i Sadr-ı a'zâm Amucazâde
Hüseyin Paşa" gibi. Dîvanların dışında, mesnevilerde de kaside nazım
şekliyle yazılmış tevhid, münacat, naat, medhiye vs. türünde kasidelere
rastlanır. Bunlar da genellikle divan sıralamasında olduğu gibi,
mesnevilerin başında, tevhid, münacat... sıralamasına uygun olarak
dizilirler. (Şeyhî'nin Hüsrev ü Şîrîn'indeki Tevhid tarzında yazılan 90-105
arası beyitleri ile, 501-550 beyitlerindeki naatı, yine Sultan Murad
övgüsüne ayrılan 661-700. beyitleri arasındaki medhiyesi, eser mesnevi
olmasına rağmen kaside nazım şekliyle kaleme alınmıştır (Timurtaş, 1963).
Diğer taraftan, Vizeli Behiştî'nin Cemşâh u Alemşâh mesnevisinde yer
alan medhi-yelerin bir kısmı kaside nazım şekliyle, bir kısmı da mesnevi
nazım şekliyle yazılmıştır (Aydemir, 2000, 76).
Dini konularda yazılanların dışında, şairlerin yazdıkları kasideler,
çoğunlukla ortaya koydukları eserin kıymeti değerinde ödüle layık
görülmüştür. Bu yüzden hemen her olay; padişahın tahta geçmesi, bir
vezirin veza-
bilig 2002 Yaz Sayı 22
144
rete atanması, ramazan, bayram, düğün kutlamaları, yeni bir yapının in-
şaası, kazanılan bir zafer, şairlerce fırsat olarak değerlendirilmiş ve bunun
karşılığında da şair ihsan ve caize ile ödüllendirilmiştir. Şairin memduhundan
isim vererek bir şeyler istemesi pek adaba uygun görülmese de
kimi şairler bundan çekinmemişlerdir; kendisine yardım edilmesini,
tayininin başka bir yere yapılmasını istemek gibi (İpekten, 1997,40).
Kasidelerin Sunulması ve Değerlendirilmesi
Kasidelerin övülen kişiye sunulması, ya huzurunda okumak ya da bir
vasıta ile iletilmek şeklinde olurdu. Sunulan kasideler bu esnada tenkit
süzgecinden geçer, kimi zaman düzeltilmek üzere geri gönderilir, kimi
zaman da kabul edilmezdi. Sunulan kasideleri değerlendiren kimseler bu
iş için görevlendirilmiş sanattan anlayan kişilerdi. Kanunî'nin oğlu II. Selim'in
şehzadeliğinde bir aralık bu iş için tarihçi Âlî görevlendirilmiştir.
Makâlî'nin;
"Melâhat ehli zamanında bulmadı ta'zîm
Bütân-ı deyr ile mânend-i devr-i İbrahim"
matlalı şiirini okuyunca ilk mısraı dil bakımından uygun görmemiş,
"ta'zîm bulmak" yerine "ta'zîm olunmadı" ifadesinin uygun olacağını
söyleyerek düzeltilmek üzere kasideyi şaire geri vermiştir. Kanunî'nin
oğlu şehzade Mehmed'in sünnet düğününde şairler kasidelerini bizzat
huzurda okumuşlardır. Zâti kasidesini padişahın huzurunda okuduktan
sonra, pâdişâha Fazlı adında bir çırağının olduğunu ve müsaade
buyrulursa kasidesini okumak istediğini iletmiş ve padişahın müsadesi
üzerine Kara Fazlî de kasidesini okumuştur.
Bu şekilde memdûha ulaşan kasideler memduhun beğenisine göre ödüle
layık görülürdü. Bununla ilgili olarak Zâtî'nin Yavuz Selim'e padişah
olunca sunduğu bir kasîdesindeki;
"Serverâ bî-bende-i bî-kayddur kapunda adl
Tutamazdı anı zencîre çeküp Nûşirevân"
beytini çok beğenerek bir köyün gelirini caize olarak vermiştir. Bir başka
anekdot da, yine Yavuz'un Mısır seferinde, şair Revânî'nin "berf" redifli
bir kasîde sunmasıyla, padişahın "her mevsimi sıcak olup karın ne idüğü
bilinmeyen bir yerde ne münasebetle bunu yazdın" deyip şairi
azarlayarak geri çevirdiğidir (Çavuşoğlu, 1986,23-26).
Aydemir, Türk Edebiyatında Kaside
145
Kasidelerin Vesika Değeri
Kasideler, kimi zaman tarihe yardımcı, kimi zaman da tarihî belgelerin
olmadığı yerde belge niteliği taşırlar. Bu açıdan, tarihin, edebiyat
tarihinin, folklorun, sosyal psikolojinin, sosyolojinin, etnoğrafyanın
vazgeçilmez kaynakları konumundadır. Özellikle suriyye, ıydiyye,
nevrûziyye, fethiy-ye, cülûsiyye, kudûmiyye, dâriyye, sulhiye kasideleri,
devrinin folkloru, tarihi, mimârisi ve toplum psikolojisini yansıtırlar.
Nesîbin konusu, Iydiyye ise, bayram eğlenceleri, bayramlaşma
merasimleri, bayram namazı için sala ve temcit verilmesi, insanların
giyim kuşamı, sûriyye ise; eğlence şekilleri, düğün âdetleri, yemek çeşitleri,
fethiyye, cülûsiyye ve kudûmiyye.ise; tarihi, askerin ve halkın sosyal
psikolojisi, dâriyye ise; devrin mimârisi, sulhiyye ise hem tarih hem de
ağırlıklı olarak toplum psikolojisini yansıtır.
Fahriye bölümleri, aynı zamanda şairin arz-ı hal ettiği bölümler
olduğundan, daha çok şairin hayatına ve sanatına ait bilgiler verir ve bu
bilgiler edebiyat tarihine ışık tutacak nitelik taşır.
Kasidenin bölümleri bahsinde bölümlerle ilgili geniş örneklemeye
gidildiği için, burada konuyla ilgili ayrıca örneğe gerek görülmemiştir.
Anılan bölümlerin örneklerine bu açıdan bakılırsa, mesele kolaylıkla
anlaşılacaktır.
Kasidenin Bölümleri
Kasidenin beş ana bölümü bulunur: Nesîb-Teşbîb, Maksûd/Medhiye, Tegazzül,
Fahriye ve Du'a. Bir kasidede bu bölümlerin bütününün
bulunması şart değildir. Fakat en az iki bölümün bulunması gerekir.
Girizgâh ise bir bölüm olmayıp, her bölümün başlangıcında bulunan ve
daha çok bir-iki beyitle o bölümü haber veren beyit ya da beyitlerdir
(Aydemir, 1995,546-551).
1. Nesîb
Nesîb (ya da Teşbîb) bölümü, genellikle şairin maksadına geçmeden önce
sanat gücünü sergilediği, felekden, talihden yakındığı, memdûhunun
makama gelişinden duyduğu sevincin ifade edildiği; bahardan,
bayramdan, kıştan, temmuzdan, eğlenceden bahsettiği ve bunların
tasvirini yaptığı; kimi zaman da aşktan, aşkın acılarından, sevgilinin
güzelliğinden, içkiden ya da içkinin keyfiyetinden; yapılan yeni bir kasrın,
köşkün, bahçe-
bilig 2002 Yaz Sayı 22
146
nin, caminin, herhangi bir savaşın veya savaş hazırlığının, savaşta etkin
rol oynayan atların tasvirinin yapıldığı; nadir olarak da felsefî bir
düşüncenin dile getirildiği bir bölümdür.
Kaynaklarda nesîb-teşbîb ayrımına dikkat çekilmiş, "konusu aşk ve sevgili
olan, aşkın acılarından bahseden başlangıç kısımlarına nesîb; diğer
konulardan bahseden kısımlara ise teşbîb denir" denilmiştir. Fakat
bunların birbirinin yerine kullanılır olduğu ve yaygın olarak da "nesîb"
tabirinin kullanıldığı zikredilmiştir (İpekten, 1997, 43; Krenkozo, 1988, 388;
Tahiru'l-Mevlevî, 1984,84; Dilçin, 1983,123-124). XVII.yy.a ait incelediğimiz
kasîdelerde, kaynaklarda ısrarla vurgulanan "sevgiliden", "sevgilinin
eziyetinden" söz eden kısım, sanıldığı kadar değildir. Daha ziyade bunun
dışında konular işlenmiştir.
Kasîdelerde nesîb oranı yüzyıllara göre farklılık arzeder. XIV. yy'da nesîb
oranının varlığı %39 iken, XV.yy.'da (Keskin, 1994,12-13) (buradaki yüzdeler
verilen rakamlardan hareketle tarafımızdan çıkartılmıştır.) %60, XVI. yy.da
(Çakıcı, 1996, 20) %58.68, XVII.yy'da (Aydemir, 1994, XLIII) ise %58.15'dir.
Kasidelerin nesîb bölümlerinin sayıları konusunda, "genellikle 15-20 beyit
kadar olur" (Dilçin, 1983/123-124) kanaati varsa da, metinlerden hareketle
çıkan sonuca göre kasîdenin nesîb bölümlerinin beyit sayıları, 5-20
arasında yoğunlaşır. 5'ten aşağı ve 20'yi aşan beyit sayısına sahip olan
nesîbler de vardır.
Nesîblerin varlığını türlere göre oranlarsak en fazla nesîb, medhiye türünde
yazılmış kasîdelerde görülür. Nesîbde işlenilen konuların başında ise
bahar tasviri gelmektedir.
Yukarıda kasîdenin adlandırılmasında başvurulan yollardan birinin nesîb
bölümlerinde işlenen konuya göre olduğunu belirtmiştik. Bu konudaki
yaygın isimlendirmeler ve işlenişleri aşağıdaki şekildedir:
Bahariyye
Nesîbinde bahar konusu işlenen kasideler bu adla anılırlar. Bahar,
yeniden yaradılışın yaşandığı; ağaçların, bitkilerin yeşerdiği, suların
coştuğu, canlıların kış uykusundan uyandığı, tabiattaki canlılığa paralel
olarak insanlardaki hareketlilik ve coşku, şairler için hassaten güzellerin
gül bahçesinde salınarak yürüdüğü bir mevsimdir. Bu nedenle bahar,
kasidelerin nesîb bölümlerinde en çok işlenen konudur. Rakamlarla ifade
edersek; baharın XVII. yüzyılda tüm nesîblere oranı %17.4'dür. İkinci
sırada işlenilen
Aydemir, Türk Edebiyatında Kaside
147
konu %12 ile baharın beş puan altındadır. Bahariyeye nevruziyeyi de
dahil edersek bu oran %19 olacaktır. Diğer asırlarda da nesîb olarak ilk
sırada yer alan bahariyyeden (Keskin, 1994,28; Çakıcı, 1996,43) sonra,
mevsim olarak şitaiyye XVII. yy.da %2.70 ile konu sıralamasında 8. XVI.
yy.da 7. Temmuziye XVII. yy.da %2.3'le 10. Sonbahar %0.45 ile 28.
sırada iken, XVI. yy.da 17. sırada olması, divan şairlerinin dünyasında
baharın yerini göstermesi açısından dikkate değerdir (Aydemir 1996,140-
143). Sevgilinin ter ü tazeliği, ona ait birçok güzellik unsurunun bahardan
alınması, baharın memduh için yeni bir başlangıcın ifadesi olması,
cennetten bir niğane görülmesi, şairlerce bu oranda tercihin sebebidir.
Bâki'nin Ali Paşa için yazdığı
Rûh-bahı oldı Mesîhâ sıfat enfâs-ı bahâr
Açdılar dîdelerin hâb-ı ademden ezhâr
Nef î'nin IV Murad için yazdığı,
Esdi nesîm-i nev-bahâr açıldı güller subh dem
Açsın bizim de gönlümüz sâkî meded sun câm-i
Cem beyti ile başlayan, Riyazî'nin,
Zamân-ı îş u şâdîdür dem-i ikbâl-i devrândur
Felek evzâ'-ı nâ-hem-vârma şimdi peşîmândur
matla„yla başlayan kasideler, Türk edebiyatında bahariyenin güzel
örnekleridir.
Iydiyye
Şairler, Ramazan, Kurban, hatta Nevruz bayramlarını vesile kılarak,
devlet büyüklerine nesîb bölümlerinde bayramı konu alan kaside
sunarlar. Bu tür kasideleri bir bayram tebriği olarak kabul etmek de
mümkündür. Nesîbi bayramdan söz eden kasidelerin bu bölümlerinde,
bayram Ramazan bayramı ise; oruç, hilal, orucun hassaten sevgili ve aşık
üzerindeki etkisi, rindin oruçla münasebeti, orucun bitip bayramın gelişi
ve bunun doğurduğu sevinç, Kurban bayramı ise; yine bayram sevinci,
bayram eğlenceleri, bayramlaşma merasimleri, bayram namazı için temcit
ve sala verilmesi, namaz için camilerin dolup taşması, fakir fukaranın
hatırlanması, yeni elbiselerin giyilmesi, güzellerin gezintiye çıkması,
Nevruz bayramı ise; hayatın yeniden başlıyor olması, hayata canlılık
gelmesi, sevinç vs. dile getirilir. Türk Edebiyatında nesîbi bulunan
kasidelerin yaklaşık % 5'inde bayram konusu işlenmiştir (Aydemir
1996,141-42).
bilig 2002 Yaz Sayı 22
148
Dâriyye
Nesîb bölümlerinde cami, köşk, saray, yalı, bina vs. gibi yapıların söz
konusu edildiği kasidelere dariyye denir. Kasidelerde memduhun inşa
ettirdiği herhangi bir yapı, şairlerce hem bu yapının tavsifi, hem de,
övülen kimseye kaside sunmanın bir aracı olarak değerlendirilir. Bina
edilen bir saraysa; gül bahçesinin güzelliği, çatısı, yüksekliği, ferahlığı,
altın kubbesi, şadırvanı, süsleniş biçimi, fenerleri, odaları; çilehaneleri, cami
ise; kubbesi, avizesi, minareleri, kemeri, mermeri, havzı, şadırvanı vs. gibi
özellikleri dile getirilerek anılır. Şitâiyye
Şitaiyye kasidelerinin nesîbinde kıştan; soğuktan, kardan; karın etrafı
kaplamasından; gül bahçesinin, servinin görünümünden, kara bağlı olarak
av merasimlerinden, yağmurdan, rüzgarın sert esmesinden, güzellerin
dışarı çıkıp gönlünce salmamamasmdan, saçaklarda oluşan buzlardan,
vs.den bahsedilir. Medhiye türündeki kasidelerin nesîb bölümlerinin
yaklaşık %3'ünü şitâiyyeler oluşturur. Kışın tavsifine genellikle,
memduhun makama gelmesi öncesi var olan sıkıntılı durumun anlatılması
için başvurulur, övülen kişinin makama gelmesi ile kış etkisini kaybetmiş
ve bahar havası duruma hakim olmuştur. Necâti'nin Sultan Mehmed'e
yazdığı şitâiyesi, Fâizî'nin Hz. Hasan'ı konu alan şitâiyyesi ile, Bosnalı
Alaeddin Sabit'in Müfti Feyzullah Efendi'ye söylediği şitâiyyesini buna
örnek verebiliriz. Bazan da kış, özellikle av mevsimi olması münasebetiyle,
pozitif yönleriyle karşımıza çıkar. Nâdirî'nin Sultan Ahmed için yazdığı
ve av merasimini anlattığı saydiyye kasidesinde olduğu gibi. Kalemiyye
Kasidelerin nesîb bölümlerinde kalemin işlenmesi veya nesîbi olmayan
kasidelerde kalemin redif olarak kullanılmasından dolayı bu ad verilmiştir.
Redif olarak seçilen kasidelerin büyük bir çoğunluğu aynı zamanda
nesîbinde de kalemi konu edinmiştir. Cevrî'nin, Muhammed Paşa ve
Mevlânâ Bahâyî için yazdığı kalemiyye kasideleri ile, Sabit'in Seydîzade
Mehmed Paşa'ya yazdığı kasidesi, nesîbinde kalem konusunun
işlenmesine, Tıflî'nin na'tı "kalemüm" redifi almasına, Fuzûlî'nin Mustafa
Çelebi'nin vasfında söylediği kasidesi de hem redif hem de nesîb olarak
işlenmesine örnektir. Kalem, düşünceleri kağıda dökmesi, nüktesi, şivesi,
cızırtısı, fesahat vadisinin raksedeni, iki dilliliği, sihri, sırdaş oluşu vs.
özellikleri ile tasvir edilir.
Aydemir, Türk Edebiyatında Kaside
149
Fethiyye
Daha çok nesîb bölümlerinde herhangi bir yerin fethinin sözkonusu
edildiği veya nesîbi olmadan doğrudan fethi gerçekleştirenin övgüsünün
yapıldığı kasidelere verilen addır. Bu tür kasideler, fethi gerçekleştiren en
üst düzeydeki yetkiliyi tebrik mahiyetini taşır. Şairler için de memduha
bir yakınlaşma vesilesidir. Fethiyyede, fethedilen yerin ehemmiyeti, tasviri,
savaşa hazırlık, fetheden askerlerin tekbir sesleri, şükür nidaları, satır
aralarında tarihî bilgiler, birtakım özel isimler vs. dile getirilir. Eğer
kasidede doğrudan medhe girilmişse, fatihin kılıcı, atı, heybeti,
savaşçılığı, makamı, kahramanlıkları, zaman zaman tarihî isimler, askerin
kahramanlık ve coşkusu vs. anlatılır. Neşâtî'nin Bağdat'ın fethini konu
alan Sultan Murad övgüsü, Mezâkî'nin Kandiye, Uyvar ve Kamaniçe'nin
fethi, Nâdiri'nin Isfahan fethi ve Murat Paşa'ya Celâlî isyanlarını
bastırması münasebetiyle yazdığı kasidesi, doğrudan medhiyeden
başlayan fethiye kasidelerine örnektir.
Seheriyye
Nesîbinde sabahın, seher vaktinin, karanlıkdan aydınlığa geçişin dile
getirildiği kasidelere denir. Daha çok, tan yerinin ağarması, gün ışığının
yavaş yavaş dünyayı aydınlatması, karanlığın ortadan kalkması,
canlıların, bitkilerin tabiatına feyz saçması, gökyüzünün masmavi
görüntüsü vs. yönleriyle işlenir. Necati'nin Sultan Bâyezid vasfında
söylediği "seher" redifli kasîdesi, Simkeşzâde Feyzî'nin Hz. Peygambere
yazdığı na'tı seheriyye için güzel bir örnek oluşturur. Kasidenin nesîbi, tan
yerinin ağarması, Hz. Peygamberin küfür karanlığını kaldırıp İslam
nurunu yaymasını belirtecek şekilde belli bir kompozisyon içinde
işlenmiştir.
Rahşiyye
Nesîb bölümlerinin konusu at tasvirine ayrılan kasidelere verilen addır.
Rahşiyye yerine kimi zaman da "Esbiyye" terimi kullanılır. Böyle
kasidelerin nesîb bölümlerinde atlardan; onların yürüyüşünden,
çabukluğundan, hızından, renginden, kâkülünden, endamı ve mevzun
gerdanından söz edilerek daha çok Burak'a benzetilir. Nef'i'nin Sultan
Murad'ın atlarını övdüğü kasideleri en meşhur olanlarıdır. Sabrî'nin Sultan
Murad'a, Sabif' in Mehmed Paşaya yazdıkları rahşiye kasideleri de kayda
değerdir.
Sühaniyye
Nesîb bölümlerinde "söz"den bahsedilmesi veya redifinin "söz"le ilgili
seçilerek, şiirin onun etrafında kurulması ile oluşan kasidelere verilen ad-
bilig 2002 Yaz Sayı 22
150
dır. Daha çok birincisi tercih edilmiştir. Çoğu zaman "söz"den kasıt, şiir
söyleme gücüdür. Bu yüzden bu tür şiirlerde daha çok fahriye havası
sezilir. Söz; rabbanî bir ilhamdır, söylenilince boş değil, "ilham" yada
"vahiy" olmalıdır. Söylenince düzgün söylenilmeli, anlaşılır olmalı, karşı
taraf üzerinde etkili olmalı, nükteden âri olmamalı, tatlı olmalıdır. Konusu
söz olan kasidelere, Riyâzî'nin Sultan Osman'a, Nef'î'nin Sultan Ahmed'e
yazdığı kasideleri örnek teşkil eder. Redif olarak kullanıma da, Mezâ-
kî'nin Sultan Murad ve Nef'î'nin Âlî'ye yazdığı kasidelerini örnek
verebiliriz.
Sûriyye
Nesîb bölümlerinde, düğün, ziyafet, şenlik gibi tasvirlerin yapıldığı
kasidelere, suriyye kasîdesi denir. Kasidelerin dışında, gerek manzum
gerekse mensur aynı konuyu işleyen eserler de mevcuttur. Bunlar daha çok
surnâme olarak adlandırılmışlardır. Kasideler için "sûriyye" tabiri
kullanılıyorsa da, kimi örneklerde "surnâme kasîdesi" (Pakalın, 1983,279)
başlığına rastlanmaktadır. Suriyyelerde şehzadelerin sünnet düğünleri,
kadın sultanların evlenme törenleri; bu düğün ve törenler dolayısıyla
yapılan eğlenceler; eğlencede gösterilen hünerler, açılan yarışmalar,
kazananlara verilen hediyeler, yemekler, padişahların vezirlere giydirdiği
kürkler vs. anlatılır. Figanî'nin Kanunî'nin oğulları Mustafa, Mehmed ve
Selim'in sünnet düğünleri için kaleme aldığı suriyye kasîdesi, Hayâlî
Bey'in İbrahim Paşanın düğününe ve şehzâdelerin sünneti münasebetiyle
yazdığı sûriyyeleri, Nâilî'nin Vezir Hazerpâre Ahmed Paşa için yazdığı
sûriyye kasîdesi, Mezâkî'nin, Feyzî'nin suriyye kasideleri, örneklerden
bazılarıdır.
Kudûmiyye
Kasidenin nesîbinde, yöneticilerin muharebe veya herhangi bir vesile ile
gittikleri yerden dönmeleri, memuriyet vesaire ile bir yere gelmeleri konu
edilir. Bakî'nin Sultan Süleyman'a sefer dönüşü tebrik maksadıyla
sunduğu kasîdesi, Sultan Murad'a aynı vesileyle yazdığı kasîdesi, Sultan
Mehmed Han'a sefer dönüşü sunduğu kasîdesi, Cevrî'nin Sultan Murad'ın
Bağdat'ı fethi dönüşünde söylediği kasîdesi, Salih Paşa'nın defterdar oluşu
münasebeti ile söylediği kasideleri, bunlardan birkaçıdır. Nesîbinde bu
konuyu işleyen kasidelerin bazılarının aynı zamanda redifi de "gelmek"le
kurulmuştur. Bakî'nin Sultan Murad'a yazdığı "gelür" redifli kudûmiyesi
gibi.
Aydemir, Türk Edebiyatında Kaside
151
Cülûsiyye
Cülus, "oturma", "tahta geçip oturma" demektir. Cülûsiyye de,
padişahların tahta oturması münasebetiyle onu tebrik için yazılan
kasîdelere verilen addır. Bu kasîdelerin nesîb bölümlerinde, genellikle bir
önceki ölen padişahın iyiliğinden bahsedildikten sonra onun yerini
dolduracak memduhun gelişine duyulan sevinç, burada yapılan
hazırlıklar, sultanın taç giymesi, tahta geçişinden önceki düzensizlikler,
ideal bir padişahtan beklentiler vs. dile getirilir ve medhiye bölümünde de
padişahın hangi vasıfları taşıması gerektiği, memduhda varmışçasına
anlatılır. Bâkî'nin Sultan Selim ve Sultan Mehmed Hanın tahta geçişlerini
tebrik için yazdığı kasideleri, Nâdiri, Nef'î ve Riyâzî'nin Sultan Osman'ın
tahta geçişine, Nâbî'nin ve Nâdiri'nin Sultan Mustafa'nın cülusuna
yazdıkları kasidelerini, cülûsiye örnekleri olarak verebiliriz.
Ramazâniyye
Ramazan münasebetiyle, nesîbinde bu konunun işlendiği kasîdelere
verilen addır. Ramazana hazırlık, Ramazanın gelişi; hilalin görünmesiyle
Ramazanın başlaması, ilk teravih namazının kılınışı, camilerin ve
minarelerin süslenmesi, sahura kalkış, Ramazan boyunca şeytanın
hapsolması, içki içenlerin içkiyi terk etmeleri, meyhanelerin boşalması,
iftar heyacanı, tiryakilerin iftarda duhan istekleri vs. sözkonusu edilir.
Edebiyatımızda en fazla Ramazâniyye yazan Enderanlu Fâzıl'dır (Pahalın,
1983, 11). Sâbit'in Baltacı Mehmet Paşaya, Tâlib Ahmed'in Rami Mehmed
Paşaya yazdığı Ramazaniyyeleri, Mesîhî'nin Sultan Bâyezid, Şeyh Gâlib'in
Şeyhülislâm Es'adzâdenin mahdumları vasfında söylediği kasîdesi, ismini
sayabileceğimiz örneklerden birkaçıdır.
Sulhiyye
Savaştan barışa geçilmesi münasebetiyle nesîbinde sulhun dile getirildiği
kasidelere denir. Bu bolümde savaşın şiddeti, barışın nimeti, barış öncesi
ve sonrası durumların karşılaştırılması, barışın sevinç gösterilerine
dönüşmesi; mehterler ve davulların vurulması gibi etkinlikler anlatılır.
Nâbî, Sâbit ve Tâlib'in, Karlofça antlaşmasını yapması dolayısıyla
Amucazâde Hüseyin Paşaya yazdıkları kaside, bunlara örnektir.
Temmûziyye
Nesîbinde, yazdan ve yaz sıcağından, temmuzdan bahseden kasîdelere
verilen addır. Bu tür kasidelerde, temmuzun sıcağı, onun getirdiği bunaltı,
sıkıcılık, susuzluk dile getirildikten sonra, genelde medhiyeye giriz-
bilig 2002 Yaz Sayı 22
152
gahda, bu sıkıntıları giderecek olanın memduhun lutfu, ihsanı, âb-ı zülâ-li
olduğu söylenerek övgüye geçilir. Temmuz, genellikle sıkıntı ifadesidir.
Fehîm-i Kadîm'in Sultan Murad'a, Râmî'nin Reisü'l-küttap Hamza Efendi
ve Halep Kadısı Mustafa Efendiye, Nef î'nin Vezir Nasuh Paşaya yazdığı
temmuziyeleri ile Vâdî-i Üsküdârî'nin bir temmuziye kasidesi bunlara
örnek verilebilir.
Verdiyye
Kimi şairler bazı kelimeleri, kasidelerin hem nesîbinde, hem de redifinde
işlerler. Bu konulardan biri de, "Verdiyye" kasideleridir. Gül, hem
redifinde, hem de nesîb bölümünde işlenir. Rengi, kokusu, şekli, güzelliği
sözko-nusu edilen gül, daha çok sevgili ile ilgili benzetmelere konu olur.
Hz. Peygamber için de değişik şekillerde kendisine benzetilen olur.
Tecellî'nin Hz. Peygamberi konu alan na'tı, Hayâlî Bey'in ve Fuzûlî'nin
Sultan Süleyman'ın övgüsünde söyledikleri "gül" redifli kasideleri,
hemen örnek olarak zikredilebilecek şiirlerdir.
Sünbüliyye
Redifleri sünbül olan ve buna bağlı olarak da nesîbinde sünbül
konusunun işlendiği kasîdelere verilen addır. Değişik benzetmelere konu
olan sünbül, şekli ve kokusu itibariyle, daha çok sevgilinin saçlarına
benzetilir. Kasidelerde redif olarak çiçekler içerisinde "gül"den sonra en
çok işlenen konudur. Tecellî'nin Hz. Peygamberi konu alan na'tı,
Riyâzî'nin Nakî-bü'1-eşrâf Allâme Efendi'ye, Bakî'nin Mehmet Çelebi'ye
yazdığı kasîdesi, sünbüliyye örnekleridir.
Bunların dışında yukarıda detayına girdiğimiz başlıklar kadar olmamakla
beraber nesîbi mehtâbiyye, azliyye, hazaniyye gibi isimlerle aralan
kasidelerle, "serv", "kalem", "âb", "güneş", "su", "hâtem", "arpa", "cev",
"tîğ", "hançer" gibi rediflerle kurulmuş ve bu adla anılmış kasideler
vardır. Kasîdeler, bunların dışında kafiyeyi oluşturan harflere göre
nûniyye, mîmiyye, tâiyye, râiyye, lâmiyye, vâviyye gibi isimler alır.
2. Maksûd/Medhiye
Nesîb bölümünü müteakip, bir veya birkaç girizgâh beyti ile esas
konunun dile getirildiği bu bölüme, kasîde nazım şekliyle daha çok
medhiye tarzında şiirler yazılmış olduğu için medhiye denmesi yaygınlık
kazanmıştır. Kasîde nazım şekli ile yazılan türlerin farklılığı
düşünüldüğünde, "medhiye" yerine "maksûd" demenin daha doğru
olacağı aşikârdır. Bazı
Aydemir, Türk Edebiyatında Kaside
153
kaynaklarda da bu bölüm için, "maksad" veya "maksûd" dendiği dikkate
alınırsa bu isimlendirme isabetli olacaktır (Çakıcı, 1996, 27). Medhiye
kasidelerinde bu bölüm, genellikle nesîbden sonra bir girizgâhla başlar ve
burada memduhun işgal ettiği makama göre, o makamın gerektirdiği,
daha çok adaleti, lutfu, cömertliği, kahramanlığı, savaşçılığı, gazabı vs.
özellikleri abartılı bir şekilde dile getirilir. Bu özelliklerin bir kısmı
memduhda olmamasına rağmen, belki de memduhun bu yöne dikkati
çekilerek daha duyarlı olması istenir. Memduh sultan ise; adaleti, lutfu,
cömertliği, savaşçılığı, hışmı ve gazabı, re'yi ve aklı, hüneri, tedbiri,
fermanı, irfanı, bahşişi vs. özellikleri şeklinde kullanım yoğunluğuna göre
sıralanır. Sultanın bu özellikleri vurgulanırken değişik vesilelerle birtakım
kişiler anılır. Bunların çoğu İran mitolojisinden, bir kısmı da gerçek
hayatta farklı yönleriyle öne çıkan isimlerdir. Bu isimler karşılaştırma,
benzeme ve ondan üstün görme münasebetiyle anılmıştır. Bunların başında
gelen, içkiyi bulmuş olması, meclisi, tacı, hükümdarlığı ve mertebesi
açısından adı zikredilen Cem (Cemşid)'dir. Diğer bazı önemli şahıslar,
savaşçılığı ve kahramanlığıyla anılan Rüstem, cihangirliği ile İskender,
insanların dışındaki varlıklara da hükmü dolayısıyla Süleyman
isimleridir. Daha sonra değişik yönleriyle Kahraman, Dârâ, Behrâm, Hz.
Ali, Hüsrev, Hz. ömer, Feridun, Neriman, Sâm, Hz. Yûsuf, Efrâsyâb, Hz.
İsâ (Mesih), Hâtem, Eflâtun, Nûşirvân, Hz. Osman, Zâl, Hâkân, Hz. Ebu
Bekir vs. gibi isimler sıralanır.
Memduh vezir-paşa-kazıasker olunca, üstlendiği icrâî, teşri ve kazâî
salahiyetleri kayıtsız şartsız elinde bulundurması ve hükümdarın vekili
sıfatıyla devletin bütün işlerini sevk ve idare etmesinin gereği olarak,
lütuf sahibi, adaletli, cömert, kahraman, savaşçı, kerem sahibi ve uzak
görüşlü olması gerekir. Bu özelliklerin yanında yine sırasıyla vezirin hulkı,
kahrı, aklı, hükmü, tedbiri, ilmi, kalemi, ikbali, fazlı, nüktesi, bahşişi vs.
özellikleri dile getirilir. Benzetildiği, karşılaştırıldığı kimseler ise sırasıyla
Rüstem, Âsaf, Cem, İskender, Süleyman, Kahraman, Behrâm, Dârâ,
Nerîmân, Hz. İsâ (Mesih), Yûsuf, Hızr, Sâm, Mûsâ-Kelîm, Husrev,
Feridun, Hz. Ömer, Efrâsyâb, Ebu Bekir, Ethem gibi isimlerdir.
Medhedilen şeyhülislam olunca, bu makamın gereği olarak sırasıyla
şeyhülislamın lutfu, fazlı, adli, keremi, fetvası ve fetva yazdığı kalemi,
ihsanı, ilmi, şiiri, kahrı, re'yi, hulkı, himmeti, feyzi, bilgisi, hükmü,
hikmeti, zekâsı, ictihadı, hayali, hüneri, diviti, irfanı, allameliği vs.
özellikleri baş-
bilig 2002 Yaz Sayı 22
154
ta gelir. Karşılaştırıldığı şahsiyetlerin başında içtihadıyla öne çıkan ve bir
mezhebin imamı olan Ebu Hanife ismi anılır. Bundan sonra sırasıyla Hz.
İsa, Mesih, isabetli görüşüyle Eflâtun, Hâtem, Ebu Ali (İbn-i Sina), Aristo,
Hızr, Cem, Hz. Peygamber, Hz. Ali, Hz. Ömer, Yûsuf, Süleyman, Taftazâ-
nî, Râzî, Kelîm (Musa), Behrâm, İskender, Harîrî, Lokman, Hasan, Buhâ-
rî, Cürcânî, Ferîdûn, Kâşânî, İmam Nevevî, Zemahşerî, Suyûtî vs. isimleri
zikredilir.
Memduh, hocalar ve şairler ise, en çok dile getirilen özellikleri ilim, ihsan,
adalet, himmet, peygamberlerin varisleri oluşları vs. özellikleridir.
Reisü'l-küttâb ve defterdarların ise daha ziyade kalemi, ihsanı, lutfu, ik:
bali, cömertliği, inşâsı, söz ustalığı, şiiri, adaleti vs. fazla vurgulanan
nitelikleridir.
Medhiye bölümünde memduhlarda bulunması gereken özellikler
sıralanırken, adalet, lütuf, kerem, kahramanlık, cömertlik, re'y, ihsan, fazl
gibi konulara müştereken yer verildiği görülmektedir. Bunlar aynı
zamanda iyi bir yöneticide bulunması gereken özellikler olarak da
düşünülebilir. Övülen yöneticiler bu özelliklere sahip olmasalar bile, işgal
ettikleri makamların hangi özeliklere sahip insanlardan olması
gerektiğinin ifade edildiği bir gerçektir (Aydemir, 1996,143-154).
Medhiye bölümünün beyit sayıları farklıdır. Ancak en fazla 11-25 beyit
arasında değişen beyit sayılarına sahiptir. 30 beyti aşan örnekler günümüze
yaklaştıkça azalmaktadır.
Medhiye bölümünün çoğu nesîbden sonra, bir kısmı doğrudan, bir kısmı
fahriyeden sonra ve pek az bir kısmı da tegazzülden sonra başlamaktadır.
Tevhid, münacat gibi türler veya doğrudan fahriye ya da belli felsefî bir
düşüncenin anlatıldığı kaside nazım şekliyle yazılmış örneklerde, medhiye
yerine maksüd olacağı aşikârdır.
Medhiyesi bulunan kimi kasîde örneklerinde, iki kez medhiyeye
dönülmüştür; önce medhiye sonra tegazzül ve fahriye sonra tekrar
medhiye gibi. Sabif in "îdiyye" kasidesi (Karacan, 1991, 249-252) buna
örnek teşkil eder. Nesîbden sonra 7.beyitten itibaren
"Hem Süleymândur hem İskender ol 'ârif kim o dem
Bir periyle 'âlern-i âb itmeği mu'tâd ider"
diyerek, medhiyeye başlar. 13. beyitte
"Bezm-i hass-ı ma'nide bu şevk ile rakkâs olup
Hâme-i dilkeş-nevâ bir şi'r-i ter inşâd ider"
Aydemir, Türk Edebiyatında Kaside
155
diyerek, tegazzüle geçen şair, 19. beyitten itibaren kendini övmeye başlar.
22. beyitte:
"Bu temeddüh çok mıdur şâgird-i zihn-i pâküme
Hıdmet-i üstâd-ı rûhu'1-kuds isti'dâd ider"
diyerek, övünmesini bitiren şair, 23. beyitten itibaren tekrar medhiyeye
döner ve 35. beyte kadar devam eder.
"Ol edîb-i dâniş'âmûz-ı debistân-ı hüner
Hâce-i sad fenn-i 'akla nükteler irâd ider"
İkinci bir örnek de, Hâletî divanındadır. Sultan Ahmed'e sunduğu ilk
kasidesinde 23. beyitte medhiyeyi bitirip, 24. beyitte fahriyeye geçen şair,
28. beyitte tekrar medhiyeye döner ve burada ağırlıklı olarak padişahın
camisini över (Hâletî, lb-3a).
3. Tegazzül
Kaside içerisinde şair şiirine bir çeşni katmak ya da sanat gücünü
sergilemek için, genellikle bir girizgahla haber vermek kaydıyla, çoğu
zaman medhiyeden sonra, bir kısmı nesîbden, bir kısmı fahriyeden sonra,
bir kısmı medhiye içinde, çok azı da fahriye veya nesîb içinde yer alan ve
kasideyle aynı ölçü ve uyakta söylenilen gazele tegazzül denir (Aydemir,
1994, XXX). Tegazzülün beyit sayısı daha çok 5-9 arasında değişir ve
gazelde olduğu gibi tek sayılarda yoğunlaşır; 5-7-9 vb. Bu rakamların
altında ve üstünde beyit sayısına sahip örnekler de yok değildir.
Kasidelerde yer alan tegazzüllerin bir kısmında mahlas söylenmiş, çoğu
zaman bu, kasidenin aynı zamanda taç beytini oluşturmuş, bir kısmında
da mahlas söylenmemiştir. Bu oran yaklaşık yarı yarıyadır.
Tegazzülün kasideler içinde yer alma oranı yüzyıllara göre farklılık arzetmekle
beraber yaklaşık % 10-15 arasında değişir. Bundan çıkan sonuca
göre tegazzül, kasidenin olmazsa olmaz bölümleri içinde değildir.
4. Fahriye
Kelime anlamıyla "övünme, büyüklenme, böbürlenme, şöhret, fazilet,
erdem" gibi anlamlara gelen fahriye, edebiyat terimi olarak şairin kendini
övdüğü, felekden yakındığı, arz-ı hal ettiği, yardım dilediği, kimi zaman
da yardım dilerken memduhunu övdüğü bölümün adıdır. Genellikle bir
önceki bölümden bir girizgahla fahriyeye geçilir.
bilig 2002 Yaz Sayı 22
156
Şair kendisini överken daha ziyade şiirdeki kudreti, tab'ı, nazmı, inşası, kalemi,
şiirde kendisine nazir olamayacağı gibi hususiyetleri dile getirir ve kimisinde de
belli şahsiyetleri hedef alarak yerer. Bu vesileyle şair bu bölümde de bir takım
isimler zikreder. Bu isimler şairin genellikle kendini kıyaslamak; çoğu zaman
onlardan üstün görmek, bazen onlarla eşit saymak, bazen de onları yermek
vesilesiyle zikrettiği isimlerdir. Bu isimlerin başında şairin kelimeleri mucizevî
bir şekilde dizmesi ile ilgili olarak Hz. İsa-Mesih, ölüleri diriltmesi özelliğiyle
zikredilir. Bundan sonraki isimler ise, kasidenin yazıldığı dönemde revaç bulan,
başta İran şairleri olmak üzere, şairlerin isimleridir. Mesela XVII. yy.da İsa'dan
sonra örfî'nin adı anılmıştır. Genel olarak bakılınca bu isimlerin, Hâkânî, Enverî,
Mûsâ-Kelîm, Selmân, Rüstem, Cem, Yûsuf, Kemâl, Hassan, Felâtun, Tâ-lib-i
Âmûlî, Feyzî-i Hindî, Ma'nî, Nizamî gibi şahsiyetler olduğu görülür. Fahriyesi
bulunan kasidelerin çoğu medhiyeden sonra, bir kısmı tegaz-zülden sonra, bir
kısmı doğrudan, bir kısmı da nesîbden sonra yer alır. Çok az da olsa duadan
sonra ve medhiye içinde yer alan örnekleri de vardır.
Kasidelerin fahriye bölümlerinin yüzyıllara göre oranları genel olarak
değişmezken, beyit sayılarında farklılıklar vardır. XIII.-XV. yy.da (Keskin, 1994,
58-68) beyit sayılarının yoğunluğu 1-3, XVI. yy.da (Çakıcı, 1996, 35) 1-5
arasında iken, XVII. yy.da (Aydemir, 1994, 34) bu yoğunluk 3-11 beyit
arasındadır. Genel yoğunluk daha çok 1-15 beyit arasında değişir. Bu rakamın
üzerinde de örnekleri vardır. Türler bazında bakıldığında, fahriye bölümünün
medhiye türünde yazılan kasidelerde daha fazla yer almış olduğu görülür.
5. Du'â:
Du'â, kasidenin son bölümüdür. Genellikle şair bu bölüme geçtiğini bir
girizgahla haber verir. Kasidenin bütünlüğüne de dikkat edilerek; mem-duhun
ömrünün uzun olması, sadaretinin devamı, talihinin iyi gitmesi gibi dileklere yer
verilen bölümdür. özellikle tevhid ve na'tda zaman zaman şair kendisine de du'a
eder. Kasidelerin % 90'a yakınında du'a bir bölüm olarak yer alır. Beyit sayısı
olarak da yoğunluk 1-4 beyit arasındadır. Bunu aşan örnekler de vardır. Ancak
yüzyıllara göre de bu rakamlar değişebilmektedir. Mesela XIII.-XV yy.da
(Keskin, 1994, 68-72) beyit sayısı yoğunluğu 1 ve 2 beyitte eşit oranda
yoğunlaşırken, XVI. yy.da (Çakıcı,
Aydemir, Türk Edebiyatında Kaside
157
2996,38) 1 beyitte, XVII. yy.da (Aydemir 1994, XXXVIII) ise bu yoğunluk 2
beyit üzerindedir.
Şair duâ ederken, kasidenin bütünlüğüne, nesîbinde işlediği konuya ve
medhiyesinde dile getirdiği vasıflarına uygun kelimeler seçmeye dikkat eder.
özellikle nesîbi olan kasidelerde duanın nesîb ile irtibatlandırılma-sma özen
gösterilmiştir. Nesîbi olmayıp, doğrudan medhiye ile başlanılan kasidelerde ve
hatta doğrudan fahriye ile şiire başlanan kasidelerde de bu bütünlük gözardı
edilmemiştir (Aydemir, 1996,158). Taç Beyti
Taç beyti genellikle kasidenin sonlarında, du'a bölümünde veya du'aya geçiş
beytinde bulunur. Eğer kasidede tegazzül bulunursa, çoğu zaman tegazzülün
mahlas beyti aynı zamanda kasidenin taç beytidir de. Bazan taç beyti fahriye
içinde, medhiye içinde, fahriyeye girizgah beytinde veya kasidenin herhangi bir
yerinde bulunabilir. Taç beyti kasidelerde % 85 oranında yer almıştır.
Çoğunluğu 1 beyitten oluşurken çift taç beyti bulunan kaside örneklerine de
rastlanır. XVII. Yüzyılda, Taç beyiti bulunan 653 kasideden 18'i (% 2.75), iki taç
beyitine sahiptir. Bunlardan 8'i tegazzülün mahlas beyitinde, 10'u da, tegazzülün
dışında çift taç beyiti kullanılan kaside örnekleridir. Çift taç beyiti bulunan
kasidelerin 9'u girizgah, 2'si dua beyitidir. Taç beyiti bulunan kasidelerin birinde
de, 3 taç beyiti vardır (Bilkan, 1997, C.1,95). Bu üç beyitten biri tegazzülün
mahlas beyiti, diğer ikisi kasidenin diğer bölümlerinde geçen beyitlerdir.
Sonuç
Kaside, ilk beyti kendi arasında kafiyeli, diğer beyitlerin ilk mısraları serbest,
ikinci mısraları ise matla beytiyle aynı kafiyede olan ve belli bir maksada
yönelik olarak yazılan nazım şeklinin adıdır. Bu nazım şekliyle tev-hid,
münacaat, naat, medhiye, fahriye, hicviye, mersiye vs. türlerinde şiirler yazılır.
Kasidede baştan sona aruzun aynı kalıbı kullanılır. Bir şiirin kaside olabilmesi
için biri maksud bölümü olmak üzere en az iki bölümünün bulunması gerekir.
Kasidenin beyit sayısında bir sınırlama yoktur. Ortalama bir kaside 30-45 beyit
arasında yazılmıştır. Kaside beş ana bölümden oluşur: Nesib/teşbib, maksud,
tegazzül, fahriye ve dua. Kasidenin isimlendirilmesi ya nesibinde işlenilen
konuya, veya redifine ya da kafiyesine göre yapılır. Bir kasidede her bölümün
olması şart değildir. Girizgah bir bölümün adı değil, bölümler arası geçişi
sağlayan bir ya da birkaç
bilig 2002 Yaz Sayı 22
158
beyittir. Çoğunlukla her bölümü haber veren bir girizgâh vardır. Buraya
kadar kaside hakkında verdiğimiz bilgileri somutlaştırmak için,
Riyâzî'nin bir kasidesini örnek olarak alıyoruz. Kasidenin nesîbi "sümbül"dür.
Nesıbinde konu olarak işlenen sünbül aynı zamanda kasidenin
redifidir de. Bize göre bu kasidenin bölümleri şu şekildedir: 1-17. beyitler
Nesîb; 18. beyit Girizgah; 19-31. beyitler Medhiye; 32. beyit Tegazzül için
Girizgah; 33-39. beyitler Tegazzül; 40-44. beyitler Fahriye; 45. beyit Dua
bölümüdür.
Der Medh-i Nakîbü'l-Eşrâf Allâme Efendi
1- Olalı mülk-i çemende şeh-i kişver sünbül
Geydi bir küngüreli tâc-ı mücevher sünbül
2- Sahn-ı gülzâra döşendi yine bir sebz bisât
Ser-be-ser olmış anun nakşı musavver sünbül
3- Önüne düşdi getürdi güli mülk-i çemene
Oldı destinde esâsı ile reh-ber sünbül
4- Nev-bahâr irdi yine nâfe-güşâ oldı sabâ
Bezrn-i gülzârı n'ola itse mu'anber sünbül
5- Oldı Hindû-beçe-i micmere-gerdân-ı çemen
Tutsa destinde nola pâre-i anber sünbül
6- Ocağı şâdrevândur ki çıkup evce yine
Her tarafdan dökilen âbı olur ter sünbül
7- Gösterür bir çemeni serve eğüp şeb-külehin
Şeh-levendâne ider cilve-i hoş-ter sünbül
8- Bir güzel dilber-i ra'nâdur ocakdan kopma
Sanki devşürmesidür şâh-ı gülün her sünbül
9- Zülf-i müşgîne zümürrüdden idinmiş şâne
Arz ider halka yine şîve-i duhter sünbül
Aydemir, Türk Edebiyatında Kaside
159
10- Bîsütûn üzre çıkup destine almış tîşe
îtdi Ferhâd'a bugün kendüyi hem-ser sünbül
11- Ahenîn miğfer ile gök demüre gark olmış
Nîzesi elde olup merd-i dilâver sünbül
12- Sanmanuz cünbiş ider bâd ile rakkâs-sıfat
Bezm-i gülşende iki tığ ile oynar sünbül
13- Bir yeşil çûpe nice kâse-i çînî dizmiş
Kâse-bâz oldı çemen mülkine benzer sünbül
14- Ocağı sanma girüp dâireye yakdı bahûr
Kendüye itse n'ola halkı musahhar sünbül
15-Toldurup çînî tabağın arak-ı jale ile
Seheri def-i humar eylemek ister sünbül
16- Mest olup ayağı üzre turamazsa ne acep
Çekdi 0,rindâne meğer bir iki sâgar sünbül
17- Gûyiyâ kim eline mühre-i mînâ almış
Virmeğe safha-i sebz-i çemene fer sünbül
18-Kilk-i sebz ile ider çînî devâtm izhâr
Yazmağa mahmidet-i hazret-i dâver sünbül
19- Gül-i âl-i çemenistân-ı siyâdet kim
Bâğ-ı fazlında felek oldı bir ahdar sünbül
20-Mazhar-ı feyz-i sehâb-ı keremün olsa eğer
Lülesinden akıda çeşme-i kevser sünbül
21-Dem-i tahrîrde alsan elüne hâme-i sebz
Ola beş dânelü bir ak güzel ter sünbül
bilig 2002 Yaz Sayı 22
160
22- Sürme-dân almış ele mîl ile maksûdı bu kim
İçine hâk-i deründen koya ağber sünbül
23- Dâhil-i gülşen-i bezm-i keremün oldı meğer
Ki tokınmış serine şem'-i münevver sünbül
24- Matbahundan şu duhân kim çıkar eflâke takar
Ferkadân farkına bir turfe mu'anber sünbül
25- Mazhar-ı çeşm-i cihân-sûzun olursa görine
Çeşm-i a'dâya yedi başlu bir ejder sünbül
26- Süzen ü riştesin almış eline gûyâ kim
Midhatün yazmağ içün sem'ine mıstar sünbül
27- Gâh olur kim geyinür telîü kebûdî hârâ
Meclis-i devletüne olmağa çâker sünbül
28- İki yaprağıyla gûyâ ki kalender olmış
Kâsesiyle der-i lutfundan ider cer sünbül
29- Gerçi bir kâse kebûd idi velî lutfunla
Küpe geçdi ayağı oldı tüvân-ger sünbül
30- Tutduğun-çün ser-i dest-i güher-efşânufida
Lücce-i cûd u sehâya ola anber sünbül
31- Necm-i jâleyle döner kevkeb-i gîsû-dâra
Pertev-i lutfun ile olsa münevver sünbül
32- Dikilüp bir ayağı üzre kalender-vârî
Eyledi bu gazel-i dil-keşi ezber sünbül
33- Hâl-i müşgini ile zülfi muanber sünbül
Tâb-ı ruhsârı ile kâküli ahmer sünbül
Aydemir, Türk Edebiyatında Kaside
161
34- Saçı sünbüllerine ta'ne ider gülzârun
Olma yâ zülf-i semen-sâria ber-â-ber sünbül
35- Zülfünün üstine dök kâkül-i müşgîn-tân
Gülşen-i hüsnüne tâ kim ola katmer sünbül
36- Dâg-ı sevdan ile yanup tutuşur her lâle
Zülfünün, bağlamalu gök delisi her sünbül
37- Çıkarup kâkül-i müşgînün ile gûşenden
Azm-i bâğ eyle nic'olur ana göster sünbül
38- Ser-i şemşîr-i mahabbetle idüp şâh-be-şâh
Ser-be-ser sinesine çekdi elifler sünbül
39- Cennet-i kuyuna uçmağa olup meyli müdâm
Gök kebûter gibi gülşende açar per sünbül
40- Ey Riyâzî ne gülistana safâdur sühanüm
Kim anun dâiresi ola ser-â-ser sünbül
41- Şâhid-i nazma geyürdüm yine bir hûb libâs
Kim anun nakş u nigân ola yek-ser sünbül
42- Medhün ile n'ola göklerde yir itse sühanüm
Konılur niteki mînâlara ekser sünbül
43- Hâkden kaldurup el üzre tutarsan yiridür
Elde hoş yaraşur ey merd-i hünerver sünbül
44- Tâ ki feyziyle sehâb u şafak u hurşîdün
Geh kebûd ola gehî sürh ü geh ahdar sünbül
45- Tutılup dâ'im el üstinde ser-efrâz olasın
Tâ ki gâh elde tura gâh ola ber-ser sünbül
(Açıkgöz, 1986, C.l, 233-36)
bilig 2002 Yaz Sayı 22
162
Kaynaklar
ABDULKADİROGLU, Abdulkerim -DEMİRBAG, Ömer (1993), Süleyman
Şâdî Divanı, Ankara.
AÇIKGÖZ, Namık (1986), Riyazi Hayatı, Eserleri ve Edebî Kişiliği, (Dîvân,
Sâkinâme ve Düstûrü'l-Amel'in Tenkidli Metni), Doktora Tezi, Fırat
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Elazığ, 3 cilt.
AKARSU, Kamil (1993), Rumelili Zaîfî Divanı'ndan Seçmeler, M.E.B. Yay.
İstanbul.
AKKUŞ, Metin (1993), Nefî Dîvânı, Akçağ Yayınları, Ankara.
AKYÜZ, Kenan -vd. (1992), Fuzûlî Divanı, Akçağ Yayınları, Ankara.
ÂLÎ, Dîvân, Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi, 5338
ARİF, Dîvân, Süleymaniye Kütüphanesi, Esat Efendi, 2660
ARSLAN, Mehmet - AKSOYAK, İ. Hakkı (1994), Haşmet Külliyâtı, Sivas.
ARSLAN, Mehmet (1999), Türk Edebiyatında Manzum Surnameler, Atatürk
Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara 854s.
ASLAN, Mustafa (1990), Şehrî Dîvânı, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes
Üniversitesi, Kayseri.
ATÂYÎ, Dîvân, Yz. A.673/1, Millet Kütüphanesi, Ali Emîrî, Manzum
Eserler, nr. 302.
AYAN, Hüseyin (1981), Cevrî, Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Dîvânının
Tenkidli Metni, Atatürk Üniversitesi, Erzurum.
AYDEMİR, Abdullah (Ty.), Ebussuud Efendi ve Tefsirdeki Metodu, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları.
AYDEMİR, Yaşar (1994), XVII.yy. Türk Edebiyatında Kasîde, Gazi Üni. Sos.
Bil. Ens. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara.
AYDEMİR, Yaşar (1995), "Girizgâha Dair", Türk Kültürü Dergisi, Sayı 389,
Eylül 1995 s.546-551, Ankara.
AYDEMİR, Yaşar (1996), "Kasidede Muhteva Unsurları", G.Ü. Fen-Edebiyat
Fak. Sosyal Bilimler Dergisi, c.l, Say„ 1, Ankara.
AYDEMİR, Yaşar (2000), Behiştî Divanı, MEB. Yay., Ankara.
AZÎM, Dîvân, Süleymaniye Kütüphanesi, Lala İsmail, 447/4.
AZMİZÂDE Hâletî, Divan, Süleymaniye Kütüphanesi, Kasîdecizâde 420
BAYRAKTUTAN, Lütfi (1985), Şeyhülislam Yahya (Hayatı, Eserleri, Edebî
Kişiliği ve Divan'ının Tenkidli Metni), Atatürk Üni., S.B.E.,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Erzurum.
Aydemir, Türk Edebiyatında Kaside
163
BİLKAN, Ali Fuat (1997), Nâbî Dîvânı, MEB. Yay., İstanbul, II. cilt
BÜYÜK TÜRK Klasikleri, İstanbul 1987, C.6-7
CEM'Î, Dîvân, Süleymaniye Kütüphanesi, İbrahin Efendi, 210/1
CENNET Mehmet Fenâî, Dîvân, Milli Kütüphane, Yz. A.2632
COŞKUN, Ali Osman (1990), Simkeş-zâde Feyzî Dîvânı, İnceleme-Metin-İndeks,
Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Ankara.
ÇAĞLI, Adnan (1990), Vişne-zâde İzzeti (ö1.1092/1681) Hayatı, Edebî Kişiliği ve
Dîvânının Tenkidli Metni, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi,
Konya.
ÇAKICI, Bilal (1996), Eski Türk Edebiyatında Kaside Nazım Şekli (XVI.
yüzyıl), Gazi Üni. Sos. Bil. Ens., Yüksek Lisans Tezi, Ankara.
ÇAVUŞOĞLU, Mehmet (1982), Helâkî Divanı Tenkitli Metin, İst. Üni. Ed.
Fak. Yay. İstanbul.
ÇAVUŞOĞLU, Mehmet (1986) "Kasîde", Türk Dili, Türk Şiiri Özel Sayısı,
II. (Divan Şiiri) S.415,416,417, Ankara
ÇAVUŞOĞLU, Mehmet (1977), Yahyâ Bey Divanı, Tenkitli Metin, İstanbul
Üniversitesi Yayınları, İstanbul.
ÇAVUŞOĞLU, Mehmet - TANYERİ, M. Ali (1981), Hayreti Divanı Tenkitli
Metin, İst. Üni. Ed. Fak. Yay. İstanbul.
ÇETİN, M. Nihat (1973) Eski Arap Şiiri, İstanbul
DEMİRBAĞ, Ömer (1999), Koca Ragıp Paşa Divanı, Y,Y. Üni. S.B.E.,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Van.
DOĞAN, Ahmet (1995), Müştak Baba, Hayatı ve Edebî Şahsiyeti, Akçağ Yay.,
Ank.
DUKAKİNZÂDE Ahmed, Dîvân, Milli Kütüphane, Yz. FB.345
ERGUN, Sadeddin Nüzhet (1933), Sabûhî, Hayatı ve Eserleri, İstanbul.
FAİZ, Dîvân, Milli Kütüphane, MFA (A) 460
FÂİZÎ, Dîvân, Milli Kütüphane, Yz. A.795
FENNÎ, Dîvân (Haz. Ali Şâkir Ergin), Ankara 1996
FEYZÎ, Dîvân, Milli Kütüphane, Yz. F.B.274/3
FÜTÛHİ, Dîvân, Süleymaniye Kütüphanesi, MFA.953
GÖÇGÜN, Önder (1987), Ziya Paşa, Kültür Bak. Yay. Ankara.
GÜLHAN, Abdülkerim (1989), Nâzikî Dîvânı İnceleme-Metin, Yüksek
Lisans Tezi, Uludağ Üniversitesi, Bursa.
bilig 2002 Yaz Sayı 22
164
HORATA, Osman (1987), Nedîm-i Kadîm Divânçesi, K.B.Y, Ankara.
İPEKTEN, Haluk (1974), Divân-ı İsmetî, A.Üni. Yayınları, Ankara.
İPEKTEN, Haluk (1989), Enderunlu Vâsıf, Kültür Bak. Yay. Ankara.
İPEKTEN, Haluk (1990), Nâilî Dîvâm, Akçağ Yayınları, Ankara
İPEKTEN, Haluk (1997), Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz,
İstanbul 346s.
İPEKTEN, Haluk -İSEN, Mustafa (1992) "XVI. Yüzyıl Divan Edebiyatı",
Türk Dünyası El Kitabı, II. Baskı, Ankara
İSEN, Mustafa (1990), Usûlî Divanı, Akçağ Yayınları, Ankara.
KABÛLÎ, Dîvân, Milli Kütüphane, Yz. A. 2450
KAHRAMAN, Bahattin (1989), Arşî Divam'nın Tenkidli Metni, S.Üni.,
S.B.E., Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya.
KALKIŞIM, Muhsin (1994), Şeyh Gâlib Divanı, Akçağ Yay. Ankara.
KAPLAN, Mahmut (1981), Neşâtî Divanı, Hayatı, Sanatı, Edebi Kişiliği, Y.Lisans
Tezi, D.T.C.E, Ankara.
KARACAN, Turgut (1991), Bosnalı Alaeddin Sabit Divan, Cumhuriyet
Üniversitesi Yayınları, Sivas.
KARAHAN, Abdulkadir (1966), Figânı ve Divançesi, İstanbul.
KASIR, Hasan Ali (1990), Sabrî Mehmet Şerif Dîvânı, (İnceleme-Karşılaştırmah
Metin), Yüksek Lisans Tezi, A.Ü..
KÂŞİF, Dîvân, Milli Kütüphane, MFA (A)1050
KÂŞİF, Dîvân, Milli Kütüphane, Yz. FB.251/3
KAYAALP, İsa (1991), LAhmet (Bahtî) Dîvânı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul
Üniversitesi, İstanbul.
KAYGULU, Remzi (1932), Dîvân-ı Kelîm, Tenkidli Metin, İ.Ü.E.F., Lisans tezi,
İstanbul.
KAYHAN, Hasibe (1991), Rüşdî, Hayatı, Edebî Kişiliği ve Dîvânının Tenkidli
Metni, Yüksek Lisans Tezi, S.Ü., Konya.
KESKİN, Ayşe Gülay (1994), Klasik Türk Edebiyatında Kasîde Nazım Şekli
(X11I-XIV-XV. Asırlar), Gazi Üni. Sos. Bil. Ens., Yayınlanmamış Yük
sek Lisans Tezi, Ankara VIII+241s.. ,
KOYUNCU, Fehmi (1982), Kudâusi Divanı, Ankara.
KÖPRÜLÜ, M. Fuat (1980), Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul
KRENKOVV, E (1988) "Kasîde", İslam Ansiklopedisi, MEB. Yay., İstanbul,
C.VI, s.388
Aydemir, Türk Edebiyatında Kaside
165
KURTOĞLU, Orhan (1995), Zatî Divam'nın Gazeller Dışında Kalan Şiirleri
Üzerine Bir Araştırma, Gazi Üni. S.B.E., Y.Lisans tezi, Ankara.
KÜÇÜK, Sabahattin (1994), Bâkî Divanı Tenkitli Basım, Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara
KÜLEKÇİ, Numan (1985), Ganizâde Nâdirî (ö11036/1626), Hayatı, Edebî
Kişiliği, Dîvânı ve Şehnâmesinin Tenkidli Metni, A.Ü., Doktora Tezi,
Erzurum.
LA'LÎ Mehmet Fenâî, Dîvân, Milli Kütüphane, Yz. A.4122/2
LEYLÂ Hanım Divanı, Bulak 1260
MACİT, Muhsin (1997), Nedîm Divanı, Akçağ Yay., Ankara.
MAHVÎ, Dîvân, Milli Kütüphane, Yz. FB.321/8.
MANTIKÎ, Dîvân, Milli Kütüphane, EHT.A. 2686, Necerzâde Mehmet
Salih Efendi Matbaası, İstanbul 1284/1868
MERMER, Ahmet (1991), Mezâkî, Hayatı, Edebî Kişiliği ve Dîvânının Tenkidli
Metni, AKM.Yay., Ankara.
NAKŞÎ, Dîvân, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, 2709/1
NÂMÎ, Dîvân, Milli Kütüphane, Yz. A.538.
NÂZIM, Dîvân, Süleymaniye Kütüphanesi, Lala İsmail Ağa, 490
NAZMİ, Dîvân, Milli Kütüphane, Yz. A.3351
OKATAN, Halil İbrahim (1994), Kafzâde Fâizî Dîvânı, Tenkidli Metin, Ege
Üniversitesi, Doktora Tezi, İzmir.
OKUYUCU, Cihan (1994), Cinânî, Hayatı, Eserleri, Divanının Tenkitli
Metni, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
ÖZDEMİR, Hikmet (1996), Adile Sultan Divanı, Kültür Bakanlığı Yayınları,
Ankara.
ÖZDİNGİÇ, Vicdan (1988), Tıflî Ahmet Çelebi, Hayatı, Edebî Kişiliği ve
Dîvânının Tenkidli Metni, Yüksek Lisans Tezi, S.Ü.S.B.E., Eski Türk
Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Konya.
ÖZGÜL, M. Kayahan (1987), Leskofçalı Gâlib, Kültür Bak. Yay. Ankara.
ÖZGÜL, M. Kayahan (1989), Yenişehirli Avnî, Kültür Bakanlığı Yay. Ank.
ÖZÖN, M. Nihat (1941), Son Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul.
ÖZYILDIRIM, Ali Emre (1999), Hamdullah Hamdî ve Dîvânı, Kültür Bak.,
Yay., Ankara
PARLATIR, İsmail (1986), Recâizâde Mahmud Ekrem, Kültür Bak. Yay.
Ankara.
bilig 2002 Yaz Sayı 22
166
RÂMÎ, Dîvân, Milli Kütüphane, MFA (D) 606
RÂSİH, Dîvân, Milli Kütüphane, Yz. FB.252/1
RESMÎ, Dîvân, Süleymaniye Kütüphanesi, Haşim Paşa, 85/1
RUHÎ-i Bağdâdî (1287), Külliyât-ı Eş'âr.
SABİR, Dîvân, Süleymaniye Kütüphanesi, Raşid Efendi, 765/1
SUNGUR, Necâti (1990), Âhî Divanı, İnceleme-Metin, Gazi Üni. S:B:E.,
Yayınlanmamış Y.Lisans tezi, Ankara.
ŞEREF Hanım, Divan, İstanbul 1284
ŞERÎF, Dîvân, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, 3442/5.
ŞEYH Rızâ, Dîvan, MFA. (A). 3233.
ŞİNÂSÎ, Dîvân, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, 2648.
TÂLİB, Dîvân, Milli Kütüphane, Yz. FB. 191.
TANPINAR, A. Hamdi (1985), XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi VI. Baskı,
İstanbul.
TARLAN, Ali Nihat (1945), Hayâlî Bey Divanı, İstanbul
TECELLÎ, Dîvân, Milli Kütüphane, MFA (D)1008.
TİMURTAŞ, E Kadri (1963), Şeytâ'nın Hüsrev ü Şîrîn'i, İstanbul.
TULUM, Mertol - TANYERİ, M. Ali (1977), Nev'i Yahyâ Divan, İstanbul
ÜSKÜDARLI Sırrı, Dîvân, Milli Kütüphane, MFA (D) 1081
ÜSTAD CELÂL Hümâyî (T.y.), Fünûn-ı Belâgât ve Sınâ'ât-ı Edebî, Tahran
ÜZGÖR, Tahir (1991), Fehîm-i Kadîm, Hayatı, Sanatı, Dîvânı ve Metnin
Bugünkü Türkçesi, A.K.D.T.Y.K., Ankara.
VA'DÎ, Dîvân, Milli Kütüphane, MFA (A) 397.
VEYSÎ, Dîvân, Milli Kütüphane, MFA (A) 4281.
YATMAN, Mustafa (1989), Osmanzâde Tâib Divanından Seçmeler, Kültür
Bak. Yay. Ankara.
YILMAZ, Kaşif (1984), Güftî Ati, Hayatı, Eserleri, Edebî Kişiliği, Dîvânı ve
Teşru'fâtü'ş-Şu''arası''nın Tenkidli Metni, Doktora Tezi, A.Ü., Erzurum.
YÜSRÎ, Dîvân, Süleymaniye Kütüphanesi, İzmir, 532/1
ZUHÛRÎ, Dîvân, Milli Kütüphane, MFA (D) 854
167
Kaside in Turkish Literature
Dr. Yaşar AYDEMİR
Gazi University Gazi Education Faculty
Abstract: The word "Kaside" comes from the word "kasada" in
Arabic and it means "to mean, to deliberate, to intent". As a
literature term it is a form verse whose first couplet rhymes, next
lines of poetry has the same rhyming of the first couplet and it is
written in accordance with the meter of Arus' same meter from
the beginning to the end. By using this form of verse kind of
tevhid, münacaat, naat, eulogy, satirical poem, elegy etc. has
been written,
Kaside is named in accordance with the subject that is told in
the part of nesib, redif or rhyming.
There is no limit in the number of couplet. A kaside consist of
nearly 30-45 couplets. It maybe written by almost every meter of
Arus.
Kaside has five main parts: these parts don't have to be
contained in every kaside. To write a kaside there have to be at
least two parts and the name of one them is maksud. Giving
isn't a name of a part but, it is a couplet enabling the
transformation between the parts.
Key Words: Kaside, tevhid, münacaat, naat, eulogy, satirical
poem, elegy, nesib, tegazzül, girizgah
_______________________________________________________________
168
_______________________________________________________________

Konular