BÜYÜK ORTA DOĞU JEOPOLİTİĞİNDE İRAN-ABD İLİŞKİLERİ

SÜ İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi 163
BÜYÜK ORTA DOĞU JEOPOLİTİĞİNDE
İRAN-ABD İLİŞKİLERİ
Yaşar SEMİZ*
Birol AKGÜN**
Özet
Bu çalışmada 1979 Devrimi sonrası İran-ABD ilişkileri, Büyük Orta Doğu’nun
Jeopolitik ve Jeokültürel önemi dikkate alınarak incelenmiştir. Çalışmanın ilk bölümünde
İran-Irak savaşı (1980-88) ve bu savaşa ABD’nin yaklaşımı; ikinci bölümde savaş sonrası
İran’ın dış politikası: 1) Hazar Orta Asya; 2) Körfez ve Orta Doğu; 3) ABD İsrail siyaseti,
alt başlıkları ile incelenmiş ve bu politikanın bölgedeki ABD çıkarları ile çatışan yönleri
tartışılmıştır. Üçüncü bölümde ise, İran’ın bölgedeki çıkarlarını korumak için nükleer
enerji üretimine yönelmesi karşısında ABD’nin İsrail’i de düşünerek takınacağı tavır ve
olası bir İran-ABD-İsrail çatışması üzerinde durulmuştur. Sonuç kısmında ise, İran’ın
nükleer silah edinme çabaları ile Cumhurbaşkanlığına Mahmut Ahmedinecat’ın
seçilmesinin İran-ABD ilişkileri ile bölgenin güvenliğine yönelik etkileri
değerlendirilmiştir.
Anahtar kelimeler: İran-ABD ilişkileri, Büyük Orta Doğu, Orta Doğu, İran-Irak
savaşı
Abstract
This study aims to examine Iran-US relations in the Greater Middle East in the
aftermath of the Iranian revolution in 1979 within the changing geopolitical and geocultural
context of the region. Firstly, changing power balance of the region is addressed
in the context of Iran-Iraq war between 1980 and 1988. Secondly, Iranian foreign policy
in the greater Middle East region in the post-revolutionary era is overviewed under three
subtitles: 1) Toward Caspian-Central Asia region; 2) Toward the Gulf and Middle East; 3)
Toward the US and Israel. Thirdly, Iranian nuclear energy policy and its implications for
the US’ regional interests and the possibility of a military conflict between Iran and USIsrael
axis are assessed. Finally, the likely political implications of the election of an
allegedly conservative political leader Mahmut Ahmedinecat as the president of Iran in a
time of rising political tension is examined.
Keywords: Iran-US relations, Greater Middle East, Middle East, Iran-Iraq war

*
Yrd. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırma Enstitüsü ** Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
164 Yaşar SEMİZ – Birol AKGÜN
Giriş
Şubat 1979’da Humeyni önderliğinde gerçekleştirilen İslam Devrimi
ile birlikte İran tarihinde yeni bir sayfa açıldı. Kritik bir bölgedeki
jeopolitik konumu, tarihi ve kültürel mirası, dünya ekonomisi açısından
son derece önemli yeraltı ve yerüstü kaynakları ve insan potansiyeli ile
devrim öncesi İran; Irak, Mısır, Suriye ve Libya’nın Sovyet yanlısı
politikalar izlediği bir ortamda ABD’nin Ortadoğu’daki en önemli
müttefiklerinin başında geliyordu. Devrimle birlikte ABD ittifakından
tamamen kopan İran, son çeyrek asırda dünya politikasında Amerikankarşıtı
kampın değişmez üyelerinden biri haline geldi. Amerikan yanlısı
Şah Rıza Pehlevi’nin ülkeyi terk etmesi ve 1 Şubat 1979’da devrim lideri
Humeyni’nin İran’a dönüşü ile birlikte, Orta Doğuda bütün dengeleri
köklü biçimde değiştiren yeni bir süreç başladı. İran’ın ABD
kontrolünden çıkması, Orta Asya ve Hindistan’dan Cezayir’e kadar
uzanan geniş bir coğrafyayı da derinden etkiledi. ABD Büyük Orta
Doğuda yeniden dengeleri sağlamak ümidi ile öncelikle Mısır’a yöneldi.
Kasım 1977’de başlayan ancak sonuç alınamayan Mısır-İsrail
görüşmeleri yeniden başlatıldı. İki ülke heyetleri acilen ABD’ye çağrıldı
ve Başkan Carter’in arabuluculuğu ile İsrail’in Sina’dan çekilmesi
karşılığında Mısır-İsrail barış antlaşması 20 Şubat 1979’da Camp
David’de imzalandı. Böylece Mısır hem Orta Doğuda diğer Müslüman
devletlerden ayrıldı; hem de İsrail ile uzlaşan ilk Müslüman Arap devleti
olarak bölgede ABD’nin de en önemli müttefiklerinden biri oldu.
Bu dönemde ABD, Irak’ı da yakından izliyordu. 1979’da Ebu
Nidal’ın Bağdat’ta üstlenmesini gerekçe göstererek Irak’ı terörü
destekleyen ülkeler listesine almıştı. Fakat Humeyni’nin ortaya çıkışı ve
özellikle ABD ve İsrail’e karşı ileri sürdüğü radikal görüşler, ABD’yi
Irak’la ilgili planlarını bir süre ertelemek zorunda bıraktı. 1980’de
başlayan İran-Irak savaşında ise Amerika ve Arap ülkelerinin çoğu,
bölgede İran’ın yükselen askeri ve siyasi gücünü zayıflatmak için açıkça
Irak’ı destekledi. Paradoksal biçimde Amerika’nın Irak’ı desteklemesi
zamanla Saddam Hüseyin rejimini Amerikan karşıtı ve çevresine saldıran
“başı bozuk bir devlet” (rogue state) haline dönüştürürken; savaş
sayesinde İran devrimini gerçekleştiren siyasi elitlere muhalefeti
tamamen tasfiye ederek ülke içindeki güçlerini pekiştirme ve rejimin
siyasal meşruluk temelini sağlamlaştırma fırsatı sağladı. (Arı, 2004)
SÜ İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi 165
Bu çalışmada öncelikle İslam devrimi sonrası dönemde İran-ABD
ilişkileri ve bunun bölgesel düzeyde etkileri incelenecektir. Ardından ise,
bugün Bush yönetimince teröre destek vermek ve saldırı amaçlı kitle
imha silahları üretmekle suçlanan ve açıkça savaşla tehdit edilen İran’a
karşı bir ABD saldırısının gerçek bir olasılık olup olmadığı tartışılacaktır.
Son İran seçimlerini reformcuların kazanması beklenirken, daha
muhafazakâr bir liderin devlet başkanı olmasının İran-ABD ilişkilerine ve
Türkiye’nin de bir parçası olduğu Büyük Orta Doğu bölgesinin
geleceğine yönelik muhtemel etkilerine de değinilecektir.
1. İran – Irak Savaşı
Orta Doğu da 1980’li yıllara damgasını vuran en önemli gelişme
şüphesiz İran-Irak savaşı olmuştur. İran’ın içeride devrim muhaliflerini
ortadan kaldırmaya ve İslami devrimi ihraç etmeye yöneldiği dönemde,
Irak lideri Saddam Hüseyin petrol ihracatı için önemli bir yol olan
Şattü’l–Arap suyolunu kontrol altına almak ümidiyle harekete geçti.
ABD ise Saddam Hüseyin’in İran’a saldırmasına destek veren bir dış
politika benimsedi. ABD’nin Irak’a destek vermesinde iki amaç
güdülüyordu: Birincisi, bu savaşla İran’ı kaybetmenin ve devrimci
öğrencilerce ABD’nin Tahran büyükelçiliği personelinin 444 gün süreyle
rehin alınması olayının intikamını dolaylı olarak almış olacaktı. İkincisi
ise İran’da yeni kurulan Şia yönetiminin zayıflatılması ve böylece İran’ın
İslam Dünyasını birleştirme girişimleri bu savaş sayesinde başarısız
kılınacaktı.
İran devrimi sonrasında Irak, İran topraklarında kutsal kent olarak
Kum ve Meşhed’in bulunmasına rağmen, Şiiler için asıl kutsal yerlerin
kendi ülkesindeki Necef ve Kerbela kentlerinin olduğunu ve İranlıların en
az Mekke ve Medine kadar bu iki kente Hac yapmaya geldiklerinin
farkındaydı. (Koloğlu, 2005: 67) Buna petrol bölgesindeki nüfusun
önemli bir kısmının Şii, Kürt ve Türkmenlerden oluştuğunu ve bu
nüfusun en küçük bir çekişmede İran’ın yanında yer alabileceği endişesi
Irak’ın, devrimden sonra henüz toparlanma aşamasında olan İran’a karşı
harekete geçme fikrini pekiştirdi. ABD’den de Irak’ın İran’a saldırmasına
göz yumacağı işareti gelince Saddam Hüseyin, iki ülke arasındaki sınırı
belirleyen 1975 tarihli Cezayir Antlaşması’nı televizyon kameraları
önünde yırttı ve İran’a bütün hudutları boyunca savaş açıldığını ilan etti.
Reagan Başkanlığındaki ABD yönetimi ise bu savaşta her iki tarafın da
166 Yaşar SEMİZ – Birol AKGÜN
olabildiği kadar zayıflayarak çıkmasını arzuluyordu. (Feridman, 1994:
34) Amerika, savaşı İran’ın kaybetmesini istediği için Irak’a savaş
süresince askerî yardımın yanı sıra beş milyar dolara varan gıda desteği
de sağladı. Bu harcamaların önemli bir bölümü başta Suudi Arabistan ve
Kuveyt olmak üzere, bölgedeki diğer petrol zengini Arap ülkelerince
karşılanıyordu. O kadar ki, Irak kısa sürede ABD’nin dokuzuncu büyük
müşterisi olmuştu. Bununla birlikte, ABD yönetimi aynı zamanda el
altından İran’a da silah satmaktan geri durmamıştır. (Orkun, 2002: 139)
Bu süreçte ABD bir ara İran’la savaşın eşiğine kadar da geldi.
ABD’nin Irak’a bilgi desteği veren Umman Körfezindeki donanması
1988 Temmuz ayı başında İran savaş gemileri ile karşılıklı ateşli
çatışmaya girdi. Bu arada ABD destroyeri Viscennes, içinde 290 yolcu
bulunan bir İran Airbus uçağını düşürdü. Olay ABD tarafından bir kaza
olarak değerlendirildiyse de, İran tarafından ABD’nin İran’la doğrudan
savaşa girme ve İran’daki rejimi devirme girişimi olarak yorumlandı.
(Yergin, 1999: 873) Ancak İran bu haklı davranışında bile dünya
kamuoyu nezdinde yeterli desteği bulamadığı için olayın daha fazla
üzerine gidemedi.
Savaş her iki ülkede de çok sayıda insan kaybının yanında ciddi
ekonomik çöküntüye de neden oldu. Bunun sonucunda Irak’ta Kürtlerle
Şiiler Saddam’a karşı ayaklandı. Buna karşılık İran, savaş sırasında
yaşananlardan aldığı milli güçle devrim muhalifi tepkilerden arındı,
sistemin sağlam temeller üzerinde yükselmesine ve halkın ABD ve
İsrail’e karşı Humeyni devrimi etrafında bütünleşmesini sağladı.
Kendilerini savaşa sürüklediklerine inandıkları İsrail’e karşı İslami
dayanışma adı altında Hizbullah, İslami Cihad ve Filistinlilere destek
verirken, ABD’ye karşı denge sağlamak için de Rusya ile yakınlaşma
politikası izledi.
1988’de İran-Irak savaşının sona ermesi ve bir yıl sonra devrimin
lideri Humeyni’nin ölümünün ardından İran’ın dış politikasında bazı
önemli değişiklikler yaşandı.
2. Savaş Sonrası İran Dış Politikası
Haziran 1989’da Humeyni’nin ölümünden sonra, İran iç politikada
yeni dengeleri kısa sürede oluşturmayı başardı. Genel olarak politika
değişikliği içeride fakihler öncülüğünde halka daha fazla özgürlük
SÜ İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi 167
sağlanması, dışarıda ise barışın geliştirilmesi yolunda oldu. Bu süreçte
İran, ABD kaynaklı “medeniyetler çatışması” fikrini reddetti. Buna
karşılık medeniyetler arası diyalog ve işbirliğini savundu. Başka bir
deyişle İran, Humeyni sonrasında devrimin temel siyasi değerlerinden
taviz vermeden içeride kendi ölçülerinde özgürlüklerin kapsamını
genişletmeye çalışırken (Abrahamian, 2002: 129), dış dünya ile de
ekonomik ve siyasi bağlarını geliştirme gayretine girdi. Başka bir deyişle
İran, devrim ihraç etme politikasını resmen terk etmese de, uygulamada
ideolojiden çok kendi ulusal çıkarlarını temel eksen olarak alan, oldukça
pragmatik bir dış politika izlemeye başladı. Bu amaçla dış siyasetini şu
temel esaslar üzerine yeniden kurdu: Bunlar Hazar-Orta Asya siyaseti,
Körfez siyaseti, Orta Doğu siyaseti, ABD-İsrail düşmanlığı ve devrim
ihracı siyasetidir. İran’ın izlediği bu dış siyaset, bölgeyi siyasi
hegemonyasına alarak petrol gibi stratejik kaynakları kendi kontrolünde
tutmak isteyen ABD dış politikaları ile sürekli bir çatışma içindeydi. Bu
yüzden ABD, Humeyni sonrasında İran’la zaman zaman karşılıklı
menfaat esasına dayalı işbirliği yollarını da aramıştır. Fakat bunu
başaramayınca bu kez ekonomik ambargo ve askerî tehditlerle Büyük
Orta Doğu Projesi içinde İran’ı ve onunla işbirliğine girebilecek ülkeleri
yönlendirmeye çalıştı. Aşağıda İran’ın ABD menfaatleri ile doğrudan
çatışan dış siyaseti ile bu çıkar çatışmasının temellerini oluşturan
nedenler ana hatları ile değerlendirilecektir.
2.1. Hazar-Orta Asya Siyaseti
İran ile ABD arasındaki önemli çatışmalardan biri iki ülkenin Hazar
ve Orta Asya siyasetinde yaşandı. Hazar ve çevresinde yer alan ve İran’ın
etkin rol oynamak istediği Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan
doğal gaz ve petrol gibi stratejik kaynaklar açısından zengin bir bölgedir.
ABD enerji bakanlığı verilerine göre bölgede 210 milyar varilden çok
petrol rezervi bulunmaktadır. (Üşümezsoy, Şen ve 2003: 134) Bu kaynak
dünyanın en büyük enerji tüketicisi olan ABD tarafından yakından
izlenmekte ve kaynağın dünya pazarlarına kazandırılmasına
çalışılmaktadır. Bunun için ABD Avrasya enerji koridoru oluşturularak
enerji kaynağını Akdeniz’e indirmeyi planlamaktadır. (Aliriza ve Çiftçi,
2002: 5) Bu güzergâhta İran önemli bir konuma sahiptir. Bu nedenden
dolayı ABD’nin Afganistan ve Irak’tan sonra sıranın İran’a geleceğine
168 Yaşar SEMİZ – Birol AKGÜN
ilişkin açıklamalarından dolayı İran bölgede ve dünyada açıkça ABD
karşıtı bir tepki politikası izlemektedir. (Erol, 2005:75-76)
İran’ı endişeye sevk eden, ABD’nin Afganistan ve Irak’a
müdahalesinin gerekçeleri ise kısaca şu şekilde özetlenebilir: (Bal, 2003:
38-41)
1. Afganistan üzerinde terör bahanesiyle kurulacak bir denetim aynı
zamanda nükleer güce sahip olan Rusya, Çin, Hindistan, Pakistan ve
nükleer güce sahip olma arayışında olan İran üzerinde bir tehdit anlamına
gelecektir. Irak’a müdahale ise Orta Doğuda terörü önlemenin yanı sıra
Arap yarımadasındaki enerji kaynaklarının denetimini kolaylaştıracak ve
İsrail’e yönelik olası tehditleri önlemeye katkı sağlayacaktır. (Akgün,
2003)
2. İran, Rusya ve Çin’in yakınlaşması ve ileride Hindistan’ın da bu
işbirliğine katılabileceği endişesi. İran ve Çin nükleer silahlar konusunda
işbirliği yapmaktadır. İran Rusya ile de ilişkilerini geliştirmektedir.
Örneğin 12 Mart 2001 de Rusya’yı ziyaret eden İran Cumhurbaşkanı
Hatemi, Rusya’dan 7 milyar dolar tutarında silah alımı antlaşası
yapmıştır. Rusya ve Çin ise Shanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) şemsiyesi
altında ilişkilerini sürdürmekte ve diğer orta Asya Cumhuriyetlerini de bu
çatı altında toplamaya çalışmaktadırlar. ŞİÖ’nün Temmuz 2005’teki
Astana zirvesinde İran, Pakistan ve Hindistan’ın bu örgüte gözlemci
olarak kabul edilmesi ve ABD’ye açıkça bölgeden çekilmesi çağrısında
bulunulması ABD’nin küresel hegemonyasına karşı ilk ciddi çıkış olarak
değerlendirilmektedir. (www.pinr.com, 12.07.2005)1
ABD ise bölgedeki
menfaatlerini korumak, Çin-Rusya ve İran yakınlaşmasını dengelemek,
Kafkasya ve Orta Asya Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını korumak için
Türkiye gibi yakın müttefikleri ile işbirliğini geliştirmeye çalışmaktadır.
3. Afganistan, İslam-Hint-Çin ve Ortodoks, Irak ise İslam, Hıristiyan
ve Musevi kültürüne sahip ülkelerle çevrilidir. Dolayısıyla Amerika bu
yolla her iki bölgedeki jeokültürel dinamikleri istediği zaman harekete
geçirme imkânına kavuşmak istemektedir.
4. ABD, Orta Doğu’ya özellikle de Suudi petrollerine olan
bağımlılığını azaltmayı ve denetimindeki enerji kaynaklarını artırmayı
düşünmektedir.
SÜ İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi 169
İran’ı, Afganistan ve Irak işgali kadar rahatsız eden bir diğer önemli
gelişme ise 2004 yılında ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in
Bakû (Azerbaycan) ziyareti olmuştur. Rumsfeld’in askerî işbirliğini
konuştuğu bu ziyaretinden kısa bir süre önce bir açıklama yapan NATO
Başkomutanı General James Jenes de, ABD’nin “Hazar Havzası Koruma
Programı” (Caspian Guard Program) kapsamında üsler kurmak
istediğini açıklamıştır. (İdiz, 2005) Bakû’nün ilke olarak kabul ettiği bu
program hem Rusya’nın hem de İran’ın güvenlik çıkarlarını tehdit
edeceği açıktır. Bu nedenle de Moskova ve Tahran bu gelişmeye şiddetle
karşı çıkmıştır. Oluşan tehdidin farkında olan Rusya ise bu gelişme
karşısında Hazar havzası için kendi “Acil Müdahale Gücü”nü kuracağını
duyurmuş ve tüm bölge ülkelerini bu güce katılmaya davet etmiştir.
Ancak bu çağrıya katılan tek ülke İran olmuştur. Ermenistan ise, bu güce
katılabileceğini beyan etmekle yetinmiştir. Burada İran’ı asıl rahatsız
eden şey ise, ABD’nin İran’ın kuzeyinde yaşayan İran Azerilerini
kışkırtarak bölgede ayrılıkçı bir siyasi hareket başlatabileceği endişesidir.
Aslında İran bu endişeyi Azerbaycan’ın bağımsızlığını ilan ettiği günden
itibaren taşımaktadır. (İsmailov, 1992:78; Allahverdiyev, Göyçaylı,
1996:46) Çünkü en az ABD ve Rusya kadar, İran da bölgede büyük
emeller beslemektedir.
İran’ın bölgedeki görünen hedefi açık denizlere bağlantısı olmayan
fakat varlıklarını sürdürmek için acil paraya ihtiyaç duyan Orta Asya
Cumhuriyetlerinin doğal gaz ve petrollerini güvenli bir şekilde dünya
pazarlarına ulaştırılmasında köprü olmaktı. Üstü kapalı yürüttüğü amacı
ise daha çok Türk Cumhuriyetlerini kapsayan coğrafyada politik,
ekonomik ve kültürel anlamda Türkiye’yi ve Türkiye üzerinden Orta
Asya’da etkin olmaya çalışan ABD’yi ve inanç temeline dayalı olarak
bölgeyi kontrol etmeye çalışan ABD destekli bazı Arap devletlerini
bölgeden uzak tutmaya çalışmaktı. Bunu tek başına başaramayacağını
düşünen İran, Washington, Ankara, Tiflis, Bakû eksenine karşı;
Moskova, Tahran, Erivan stratejik işbirliğini geliştirmeye çalışmıştır.
Ancak ABD her fırsatta buna müdahale ederek petrol ve doğal gaz boru
hatlarının İran üzerinden geçmesini engellemeye çalışmıştır. (Ütük,
2002:14) Bu eksendeki ilk ciddi karşılaşma ise Azeri Petrollerinin
pazarlanmasında yaşanmış, bu mücadeleden ise Washington, Ankara,
Bakû, Tiflis ekseni kazançlı çıkmıştır. (Pala, 2001-2001: 231-252)
Azerbaycan’ın Hazar’dan çıkardığı petrolü Gürcistan ve Türkiye
170 Yaşar SEMİZ – Birol AKGÜN
üzerinden uluslar arası pazarlara ulaştırmak için attığı bu adım, Rusya’nın
Hazar petrolleri üzerindeki tekeline son vermiş, bölgede hâkimiyet
kurmaya çalışan İran için de ciddi bir uyarı olmuştur. Aslında bu
ekonomi-politik plan da, ABD’nin bağımsızlıklarını yeni kazanmış Türk
Cumhuriyetlerinin yeniden Rusya’nın yörüngesine girmekten korumak ve
İran’la yakınlaşmalarını önlemek amacıyla devreye sokulmuş senaryodan
ibarettir. (Allahverdiev ve Göyçalı, 1996: 89-98)
Ancak İran, Hazar politikasından vazgeçmeyerek Hazar’ın hukuki
statüsüne ilişkin yeni politikalar geliştirdi.2

İran, Rusya ile birlikte Hazar’ın bir deniz statüsünde değil, bir göl
olduğu gerekçesi ile uluslararası hukuka tabii olmadığını ileri sürerek,
Hazar Denizi’ndeki zenginliklerin Hazar’a sahili bulunan beş devlet
tarafından tek tek değil fakat ortak paylaşım prensibine göre
kullanılmaları gerektiğini savunmuştur. (Çelik ve Kalaycı, 1999: 110)
Buna karşılık ABD desteği ile hareket eden Azerbaycan, Kazakistan ve
Türkmenistan ise BM Deniz Hukuku Sözleşmesinin 9. bölümündeki
kapalı ve yarı kapalı denizlerle ilgili ilkeleri gerekçe göstererek sektörel
paylaşım prensibinden yana tavır koydular. (Çelik veKalaycı, 1999: 111;
Özcan, 2004: 62) Bu görüşü paylaşan üç devlet, 15 Mayıs 2003’te
Almaata’da ortak bir anlaşmaya da imza imzaldılar. (Yörük, 2003: 93-94)
2.2. Orta Asya-Körfez ve Orta Doğu Politikası
İran, yakın işbirliği yapmaya çalıştığı Sovyetler Birliği’nin
dağılmasından sonra Kafkasya, Orta Asya ve Körfez Bölgesinde farklı
yollarla kendi nüfuzunu arttırmaya gayret etti. Bu politikanın merkezinde
İran’ın güvenliği kadar, İran’ı bölge ekonomisinin cazibe merkezi haline
getirme gayreti de vardır. Bu politikasının ardında ise İran’ın büyük
şeytan olarak gördüğü ABD’nin Körfez Bölgesinde güç bulundurmaya
başlaması ve bu askeri güçle Kafkaslara ve Orta Asya’ya müdahale
edeceği endişesi yatmaktadır.
Bu itibarla İran, 1989 sonrasında bağımsızlığını elde etmiş olan
Cumhuriyetlere karşı bir taraftan dil, din ve “devrimci kültür ihracı” yolu
ile dolaylı egemenlik kurmaya çalışırken, diğer taraftan açık denizlere
çıkışı olmayan bu ülkelerin doğal gaz ve petrol zenginliklerinin dünya
pazarlarına ulaştırılmasında köprü ülke olma politikası izlemiştir. Bu
amaçla Aralık 1991’de Rusya ile anlaşarak İran ile Orta Asya arasında bir
SÜ İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi 171
demir yolu hattı kurulmasını kararlaştırdı. Bölgeye yönelik olarak radyo
ve televizyon yayınlarına başladı. Kültürel işbirliğini geliştirdi. Başta
Tacikistan ve Afganistan olmak üzere yeni kurulan Cumhuriyetlere cami
ve okul yapımında finansman desteği sağladı. Dini içerikli sinema
filmleri ve VCD’lerle kültürel etkisini pekiştirme yoluna gitti. (Dorsay,
2005) El altından İslamcı hareketlere destek verdi. 1984’te Türkiye, İran
ve Pakistan arasında yapılan “Ekonomik İşbirliği Anlaşmasına” Sovyetler
Birliği’nin dağılmasından sonra 1992’de Azerbaycan, Türkmenistan,
Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Kazakistan’ın katılmasına destek
verdi. (Koloğlu, 2005: 67) Çünkü İslamiyet’in Orta Asya’da Şiilik
prensipleri üzerinde yeniden canlandırılması, İran’ın bugünkü
yöneticilerinin bölgeye bakış açılarının organik bir penceresini
oluşturmaktadır. (Brzezinski, 1988: 125)
İran Orta Doğuda asıl tepkiyi önemli ölçüde ABD’nin politikaları
doğrultusunda hareket eden Arap dünyasından aldı. Çünkü İran, Körfez
ülkelerinde çoğunluğu Şii olan halkı -İran ve Arap Şiiler arasında
bulunduğu var sayılan rekabete rağmen- örgütlemeye ve siyasi bir güç
olarak ortaya çıkmalarını sağladı. Hizbullah ve İslami Cihat gibi
örgütlerle Lübnan, Filistin ve Irak’ta etkin faaliyetler yürüttü. ABD ve
İsrail tehditlerine karşı Suriye ile güvenlik ve işbirliğini geliştirdi.
(Çongar, 2005) Karşılıklı menfaat ve işbirliği çerçevesinde bazı Avrupa
ülkelerinden askerî, bilimsel ve diplomatik alanda destek almayı başardı.
Bu sayede Avrupa devletlerinin çoğu ABD’ye rağmen İran’la ilişkilerini
geliştirmeyi sürdürdü. AB ile Tahran arasında büyükelçi değişimleri
başladı. Daha önce yalnızca kıyı petrol sahasında yabancılara yatırım izni
veren İran, Güney Pars sahasındaki doğal gaz rezervlerinin ekonomiye
kazandırılması için de batılı devletlerle bir dizi antlaşma imzaladı.
(Öğütçü, 1999: 352-353) Bu gelişmelerden sonra Türkiye ve AB’nin İran
politikası hem birbiriyle uyumlu hem de birbirini tamamlayıcı hale geldi.
İran’dan Türkiye’ye uzanan Tebriz-Erzurum doğalgaz boru hattının yakın
bir zamanda genişletilerek Yunanistan’a ve oradan da AB’nin diğer
devletlerine ulaştırılması konuşulmaktadır. İran’ın kendi doğal gaz
şebekesi, Türkmenistan’a bağlı olduğundan; AB de Rusya’ya alternatif
enerji kaynaklarını geliştirmek istediğinden dolayı bu gelişme Avrupa
açısından da özellikle önemlidir. (Derviş vd. : 83-84)
172 Yaşar SEMİZ – Birol AKGÜN
Öte yandan İran’ın 1998’den itibaren Rusya ile Körfez’den Hazar
Havzasına uzanan Coğrafyada yakın işbirliği yapma konusunda anlaşmış
olduğu gerçeği de İran-ABD ilişkileri açısından göz ardı edilmemelidir.
Aynı şekilde Ermenistan ile Azerbaycan arasında ciddi çatışmalara
sebebiyet veren Dağlık Karabağ konusunda İran, ABD’ye yakın görünen
Azerbaycan yerine Ermenistan’a daha yakın görünerek, Ermenistan’ı
İran’ın doğal müttefiki haline getirmeye çalışmaktadır.3
2.3. ABD-İsrail Siyaseti
İran Devrimi yalnızca Şah’a karşı değil aynı zamanda onun en büyük
destekçisi olan ABD’ye karşı da yapılmıştır. Devrimin ABD karşıtı
kimliği, İslamcı temellere dayanmasından çok İran’da milli ekonomiyi
kurmaya çalışan Başbakan Musaddık’a karşı 1953’te yapılan CIA
destekli darbenin ve sonrasında ABD’nin İran meclisine karşı Şah’ın
güçlendirilmesi için giriştiği gizli faaliyetlerin birikiminden doğan
tecrübelerden kaynaklanıyordu. (Kurt, 2004: 66) Bu itibarla devrimden
sonra İran’da ABD’ye karşı giderek artan bir tepki oluştu. Tepki 4 Kasım
1979’da bir grup İranlı gencin Tahran’daki ABD Elçiliğini işgal
etmesiyle tırmandı. Rehine olayını gerçekleştirenlerin asıl hedefi
Muhammed Pehlevi ve onunla dostluk kurmuş olan Amerikalılardı.
Bunun nedeni ise Amerikan desteği ile Pehlevi’nin yeniden İran da
iktidarı ele geçirebileceği endişesiydi. (Yergin, 1999: 802-803) ABD’nin
kaygısı ise rehinelerin kurtarılmasının yanı sıra İran’da ABD’ye karşı
oluşan tepkinin Arap Dünyasına da yayılacağı ve buradaki menfaatlerinin
zarar göreceği endişesinden kaynaklanıyordu. (Yergin, 1999: 804)
Nitekim 1979 İran İslam devrimi, başta Malezya, Afganistan ve
Cezayir’de olmak üzere İslam dünyasında pek çok yeni devrimci
umutların doğmasına neden oldu. İslami bir devlet ve yönetim arzu eden
İslami gruplar diğer Müslüman ülkelerde ya muhalefette devletin
takibinde ya da gizli örgütlenme halinde iken yalnız İran’da halk
desteğiyle iktidara gelmişti. (Arslan, 2004: 18) Bu gelişme aşırı İslami
akımlar için daha önce bir ütopya olarak algılanan İslam Devrimi’nin
artık ulaşılması mümkün bir hedef olarak algılanmasına neden oldu.
Olayların bu şekilde gelişmesinde ABD’nin de rolü vardır. Örneğin
ABD İran Şahı’nı, İran Körfezi’nin anti-komünist polisi olarak gördüğü
için desteklemiştir. Ancak, Şah’ın halkın önemli kesimlerinin dini, sosyal
ve siyasî talep ve beklentilerini karşılamadaki başarısızlığına ise sessiz
SÜ İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi 173
kalmıştır. Aynı şeyler Afganistan, Pakistan, Suudi Arabistan, Mısır gibi
ülkelerde de yaşanmıştır. Halkın hayat şartları çok kötü olan bu ülkelerde
de ABD, ülkelerin despot yöneticileri ile açıkça işbirliği yapmaktaydı. Bu
nedenle 11 Eylül sonrasında, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi için attığı
her adım, normal olarak bu ülkelerin otoriter yöneticilerine yönelmesi
gereken tepkilerin kendi üstüne yönelmesine neden olmaktadır. ABD’nin
bölgeye Türk tipi (ılımlı İslamcı!-Bal, 2003:42) demokrasiyi getirme
girişimi ise başlangıçta kısmen olumlu karşılanırken, Amerikan
yönetiminin yaptığı ciddi politik hatalardan dolayı (Kuran'a hakaret, ElCezire
TV’yi susturma girişimi, Ebu Garip işkenceleri vb) bir süre sonra
bölge halkının Amerikan karşıtlığını artıran temel neden haline
dönüşmüştür.
İran’ın ABD’ye duyduğu tepki ABD’nin Büyük Orta Doğu Politikası
çerçevesinde Afganistan ve Irak’ı işgal etmesinden sonra daha da
artmıştır. Çünkü ABD’nin bu girişimini, İran yönetimi ABD tarafından
İran’ın çevrelenmesi ve Orta Asya devletleri ile irtibatının kesilmesi ve
tecrit edilmesi gayreti olarak algılanmıştır. (Shakoor, 1995: 17-18)
Afganistan ve Irak’ın işgal edilmesinden sonra bölgede siyasî ve dinsel
güce sahip olmasından dolayı saldırı sırasının kendisine geldiğini
düşünmeye başlamıştır. Zaten ABD de İran’a yönelik askeri bir müdahale
yapabileceğinin işaretlerini veriyordu. Nitekim ABD İran’ı yeniden
kontrolü altına alabilmek için daha önce uygulamaya koyduğu silah
ambargosunun yanı sıra, 1996’da İran’la işbirliği yapanlara karşı çeşitli
müeyyideler uygulanmasını öngören bir yasa da çıkarılmıştı. Bu yasaya
rağmen Türkiye gibi bazı ülkeler İran ile petrol ve doğal gaz antlaşmaları
yapmaktan çekinmemişse de; bu yasa gereği olarak örneğin Japonya,
İran’ın Azadegan bölgesindeki petrol rezervleri için yapmayı planladığı
üç milyar dolarlık yatırım projesini iptal etmek zorunda kalmıştır. ABD,
Rusya’yı da İran’da kurmayı düşündüğü sivil amaçlı bir nükleer reaktör
projesinden vazgeçirmeye çalışmıştır. (Ünay, 2004: 71) Bunlarla
yetinmeyen ABD, İran’ı Başkan Bush’un deyimi ile Irak ve K. Kore ile
birlikte “şer ekseninin” üçüncü ayağı olarak tanımlamış ve askeri
müdahale seçeneğini göz ardı etmediğini defalarca yinelemiştir.
ABD’nin İran’ı şer ekseni içinde göstermesinin sebepleri aşağıdaki
gibi özetlenebilir.
174 Yaşar SEMİZ – Birol AKGÜN
A. Devrimle birlikte dünyanın en önemli petrol üreticilerinden biri
olan İran, ABD’nin kontrolü dışına çıkmıştır. ABD, enerji politikasına
aldığı bu yarayı telafi edemediği gibi Asya’nın denetimi için hayatı
derecede önem taşıyan İran’ın ABD’ye rakip olan ülkelerle işbirliği
yapmasını da önleyememiştir.
B. İran’daki enerji kaynaklarının yanı sıra İran’ın jeopolitik olarak
Hazar, Kafkasya ve Orta Asya Cumhuriyetlerindeki enerji kaynaklarının
dünyanın pazarlarına taşınması noktasında önemli bir konumda
bulunmaktadır ve ABD bu kaynakların kendi kullanımına
kapatılabileceği endişesi taşımaktadır.
C. İran’ın kendi Şii halkı ile Arabistan, Kafkasya ve Asya’daki Şii
gruplar arasında var olan fikir ayrılığı ve rekabete rağmen, İran bu
topluluklar üzerinde çok önemli bir siyasi nüfuza sahiptir.
D. İran’ın, fiili olarak ABD’nin işgali altındaki Irak ve Afganistan
arasında sıkışmış ve sıranın kendisine gelmesi endişesinden kurtulmanın
bir yolu olarak nükleer silah üretimine yönelmesi 4
ve bunun tamamen
savunma ve barışçıl amaçlı olduğunu açıklamasına (The Economist,
2005: 41-42) rağmen, zaman zaman da “dünyayı cehenneme
çevirebileceğini” ifade etmekten de çekinmemesi. (Sabah, 2005) Bu
doğrultuda İran Temmuz 2004’te uranyumu işleyerek nükleer materyale
dönüştüren santifruj parçalarının üretimine ve bu santifrujlere enjekte
edilerek zenginleştirilebilen uranyum hexaflorid gazıyla ilgili tesisler
kurmaya başladığını açıklamıştır. İran’ın bu açıklaması, ABD kadar
İsrail’i de yakından ilgileniyordu. Bir taraftan Bush, İran’ın nükleer silah
geliştirmesine asla tahammül edemeyeceklerini ve bunu engellemek için
askerî seçenek de dâhil olmak üzere engellemenin bir yolunu
bulacaklarını belirtirken, İsrail daha ileri giderek İran’ın nükleer
santrallerini vurabileceklerini dünyaya duyurdu. (Milliyet, 2005; The
Economist, 2005: 9) Bugün AB vasıtasıyla sürdürülen İran’ın nükleer
enerji üretimi konusundaki görüşmelerde, ABD ile İran arasındaki derin
güvensizlikten dolayı henüz bir sonuca ulaşmamıştır. Dolayısıyla
Amerikanın İran’a yönelik tehdidi de sürmektedir.
3. ABD İran’ı Vurabilir mi?
ABD 11 Eylül 2001 saldırılarını takip eden aylarda terör eyleminin
destekçisi olarak görmeye başladığı İran’ı hedef alan çalışmalarına hız
SÜ İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi 175
vermiştir. İlk hedef, askerî bir saldırıya gerek kalmadan halkın desteği ile
İran’da bir rejim değişikliğine gitmekti. Bu amaçla Michael Ledeen’in
inisiyatifiyle 2002 de CDI (Coalition for Democracy in Iran-İran’da
Demokrasi İçin Koalisyon) örgütü kurulmuştur. (Yıldızoğlu, 2004: 46)
Bunun yanı sıra ABD ajanlarının İran’a sızması sağlanmıştır. (Hürriyet,
2005) Örgüt, ABD’nin Afganistan ve Irak işgalinden sonra etkinliğini
giderek arttırmıştır. Bu örgütün de yardımı ile Amerikan özel operasyon
birlikleri Afganistan üzerinden İran’a girerek İran’daki nükleer ve
kimyasal üretim tesislerini belirlemeye çalışmıştır. (Bilbilik, 2005: 10)
Bunun sonucunda zaman zaman İran sokaklarında halk Amerikan karşıtı
gösteriler düzenledi. Ancak, ABD’nin Irak’ı işgal için ileri sürdüğü
gerekçelerin asılsız çıkmasının yanı sıra Gürcistan, Ukrayna ve
Kırgızistan’daki iktidar değişikliklerine öncülük ettiği haberleri
yayıldıkça İran iç politikasında halk, zaman zaman karşı çıktığı
muhafazakâr rejime daha fazla sahip çıkmaya başlamıştır. Bu gelişme
İran’da yerel faaliyetlerin desteklenmesi ile bir iktidar değişikliğine
gitmenin pek de mümkün olmadığını göstermiştir.5
Nitekim Haziran
ayında İran’da yapılan devlet başkanlığı seçimlerinde, seçim öncesi
beklentilerin aksine muhafazakâr aday Ahmedinecat’ın seçilmiş olması
da kısmen İran’a yönelik artan Amerikan baskısıyla açıklanmaktadır.
(Aras, 2005: 58)
ABD’nin nükleer silahların yayılmasını engellemekle görevli Dışişleri
Bakan Yardımcısı John Bolton’un “İran’ın nükleer silah kapasitesi elde
etmesine izin vermemeye kararlıyız” (Cohen, 2004), sözleri ile İsrail’in,
atom bombası peşindeki İran’ın nükleer tesislerini vurmak için planlarını
tamamladığı, Başbakan Ariel Saron’un da ordusuna operasyon için izin
verdiğini, Amerikalı yetkililerin bu görüşmede uluslararası çabalar sonuç
vermezse İran’daki nükleer hedefleri vurmak için harekete geçecek olan
İsrail’in yolunu kesemeyeceklerinin açıklanması (Çongar, 2005), ABD-
İsrail ittifakının İran’a askerî müdahale projesini göz ardı etmediklerini
göstermektedir.
Ancak Bush ve ekibi de gayet iyi bilmektedir ki; İran ABD’nin askerî
müdahalede bulunduğu Afganistan’dan da, Irak’tan da askerî bakımdan
daha güçlüdür. İran’da hâkim olan siyasî sistem ve onun dayanağı olan
toplumsal yapı da Saddam’ın Irak’ı ya da Taliban’ın Afganistanı’yla
mukayese edilmeyecek kadar güçlü bir siyasi meşruluk zeminine
176 Yaşar SEMİZ – Birol AKGÜN
dayanmaktadır. Kaldı ki ABD, Afganistan ve Irak’ta da tam olarak askerî
ve siyasi kontrolü sağlayabilmiş değildir. Bu durum ABD’nin İran’a
askerî müdahale seçeneğini ortadan kaldırmasa da, bu olasılığı ciddi
biçimde zayıflatmaktadır.
İran’a askerî müdahaleyi zorlaştıran ikinci neden ise, İran’ın hem
uluslararası güç merkezleri ile hem de yakın komşuları ile kurduğu
ilişkidir. İran, bir taraftan Asya’da Çin, Rusya ve Japonya ile; diğer
taraftan Avrupa Birliği ülkeleri ile çok önemli siyasî ve ticari ilişkilere
sahiptir. (Derviş vd. 2004, : 83) Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu pek
çok ülke, ABD’nin İran’a uygulamaya çalıştığı ambargoya rağmen İran
ile siyasî ve ticari ilişkilerini sürdürmüş ve bu yolla ABD dışındaki bir
güç üzerinden Asya’nın ekonomik zenginliklerinden faydalanmaya
çalışmışlardır.
Bu durumda bölge ülkeleri ile de güç birliği içinde olan İran’a karşı,
ABD’nin (Irak’a karşı bile toplamakta zorlandığı) uluslararası güç
desteğini bulması mümkün görünmemektedir. Nitekim ABD’nin en yakın
müttefiki İngiltere de İran’a yapılacak bir operasyona karşı olduğunu, bu
konuda ABD’nin yanında yer almayacağını, diplomatik çözüm arayışını
sürdüreceğini ve İran’la savaşmayacağını açıklamıştır. (Sunday Times,
2005)
ABD, İsrail ile birlikte yapacağı askerî bir müdahale ile İran’a büyük
zarar verdirebilir. Ancak Irak’ta ya da Afganistan’da olduğu gibi kalıcı
bir hâkimiyet kurması ise oldukça zor gözükmektedir. Aksine böyle bir
müdahale petrol ve doğalgaz fiyatlarında ciddi dalgalanmalara neden
olacağı için, petrol ve doğal gaza bağımlı sanayileşmiş ülkelerden ciddi
tepki alacaktır. Bu itibarla İran’ın nükleer silah elde etme gayretlerini
önlemenin en iyi yolu diplomasiden geçmektedir.
Sonuç
ABD’nin amacı İran üzerinden bölgeyi kontrol etmektir. Eğer İran’ı
kontrol ederse Asya’yı da kontrol edebileceğine inanmaktadır. Bunu
yapabilirse bir yandan İsrail’in güvenliğini, diğer yandan da ciddi bir
ekonomik ve siyasî çıkar sağlayacaktır. Bundan dolayı ABD Büyük Orta
Doğu projesi çerçevesinde İran’la mümkünse karşılıklı çıkara dayalı
ilişkiler kurmak istemekte; değilse baskı ve tehdit yoluyla İran’ı kontrol
etmeye çalışmaktadır. Bunun için, öncelikle 1979’dan beri İran’da var
SÜ İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi 177
olan rejimi yıkarak onun yerine kendisine daha yakın bir iktidarı işbaşına
getirmeye çalışmaktadır. Fakat bu amacın gerçekleştirilmesi görünen bir
gelecek için mümkün görünmemektedir. Bu nedenle ABD, İran’daki
mevcut iktidarla asgari müştereklerde de olsa işbirliği yapma seçeneğini
göz ardı etmeyecektir. Ancak bunu yaparken “süper güç” olmanın verdiği
rahatlıkla yukarıdan bakan bir tutum sergilemekte ve İran da bunu kabul
etmek istememektedir. Çünkü İran rejiminin meşruluk temellerinden biri
İslam ise diğeri de Amerika ve İsrail karşıtlığıdır. Başka deyişle İran
siyasal eliti için ABD karşıtlığı, İran devleti için varoluşsal bir siyasi
tutumdur. İki devletin birbirlerine karşı yaklaşımlarında görülen bu aşırı
duyarlılık, siyasetlerinde aşırı kapalılık politikasını da beraberinde
getirmektedir. Başka bir deyişle, günümüz şartlarında ABD, İran ile iyi
ilişki kursa da, rejimin yapısı itibarı ile İran yönetimini kendi stratejik
çıkarları doğrultusunda yönlendirme şansı yok denecek kadar zayıftır.
ABD’nin İran’a yönelik politikalarını etkileyen diğer önemli bir faktör
ise, İran rejiminin meşruiyeti ile ilgilidir. ABD kendi istihbarat birimleri
aracılığı ile elde ettiği bilgilere dayanarak, İran rejiminin halk içindeki
güvenini ciddi şekilde kaybettiğine inanmaktadır. Bu ise ABD açısından
mevcut İran yönetimi ile yakınlaşmak, ona meşruiyet sağlamak ve onun
ömrünü uzatmak anlamına gelecektir. (Keskin, 2005a: 57-59) Son
seçimleri muhafazakâr bir adayın kazanmış olması ise, halkın rejime
yönelik tepkileri olmakla birlikte ABD işgalini daha ciddi bir tehdit
olarak değerlendirdikleri ve Amerikan yönetiminin, İran rejiminin
meşruluk temelinin zayıfladığına yönelik değerlendirmesinin pek de
doğru olmadığını göstermektedir.
Tehdit ve işgal olasılığı dışında ise, İran’ın bir İslam Cumhuriyeti
olarak varlığını korumak isteyen muhafazakârlar dahi aslında ABD-İran
gerginliğini daha fazla sürdürmenin anlamsız olduğuna inanmaktadırlar.
(Eski Cumhurbaşkanı Rafsancani’nin demeci için bkz. Vatan, 2005)
Haksızlığa uğradıklarını var saydıkları hususların giderilmesi durumunda,
ABD ile ilişkilerini geliştirilmesine sıcak bakmaktadırlar. En azından İran
siyasal elitinin ABD ile topyekun bir savaşa girmektense, hesaplı bir
gerginlik politikası izlemenin daha tercih edilen bir politika olduğu
söylenebilir.
İranlıların, ABD tarafından haksızlığa uğratıldıklarını düşündükleri
konuları ise üç başlık altında toplamak mümkündür:
178 Yaşar SEMİZ – Birol AKGÜN
1. Devrimden sonra ABD tarafından bloke edilen Şah dönemine ait
sekiz milyar dolar civarındaki İran’a ait mal varlığının iadesi.
2. ABD’nin gayretleri ile İran’a karşı çıkarılan uluslararası yasaların
ve yaptırımların ortadan kaldırılması.
3. ABD’nin, İran’ın iç işlerine müdahale ederek hegemonya kurma ve
rejimi değiştirme girişimlerinden vazgeçmesi.
Bütün bunlar göstermektedir ki, her iki taraf da zaman zaman
karşılıklı meydan okumalara varan açıklamalar yapsalar da barış ve
işbirliği kapısını tümü ile kapatmış değillerdir. ABD’nin Irak’a
müdahalesinden sonra petrol fiyatlarında görülen dalgalanmalar ve
dünyanın müşterek menfaatleri de iki ülke arasında çatışmadan çok barışı
gerektirmektedir.
Notlar
1
Bkz. “Intelligence Briefing: Shangai Cooperation Organziations”, www.pinr.com (12.
07.2005)
2
Daha önce Hazar’ın hukukî statüsü 1921 ve 1935’te İran ve Sovyetler Birliği arasında
düzenlenmiş ve Hazar iki ülke arasında on millik avlanma sahasına göre bölünmüştü.
Ancak 2. Dünya savaşında Sovyetler, bölgenin tamamını sahiplenmek istedi. 1940 NaziSovyet
Paktı çerçevesinde Sovyet Dışişleri Bakanı Molotof, “İran Körfezi’nin genel
uzantısında Batum ve Bakû’nün güneyindeki bölge Sovyetler Birliği’nin beklentilerinin
merkezidir” dedi. (Yergin,Daniel,1999:487). Buna dayalı olarak 2. Dünya Savaşı’nın
sonlarına doğru İran, Sovyetler tarafından işgal edildi. Ancak ABD ve İngiltere’nin
baskısı ile geri çekilmek zorunda kaldı. 1970’te yeniden gözden geçirilen Hazar’ın hukuki
statüsü ile İran ,Hazar’ın % 22 sine sahip olmuştu. 3 İran-Ermenistan yakınlaşmasının bir göstergesi de İran’ın sözde Ermeni katliamının 75.
yılı anma politikası çerçevesinde 1990 yılı Mart ayında Ermenilere hükümetin onayı ile
Tahran’da büyük bir yürüyüşe izin vermesidir. Bu vesile ile İran hem Türkiye’ye hem de
Azerbaycan’a politikalarını onaylamadığı mesajını verdi (Ütük,2002:15) 4 İran’ı nükleer silah üretimine yönelten iki temel sebep var. Bunlardan birincisi, “küçük
şeytan” olarak gördüğü İsrail’in 200 civarında nükleer başlığa sahip olması ve NPT’yi
(Nükleer Silahların Yaygınlaştırılmasını Önleme Antlaşması) imzalamamış olması;
ikincisi ise ABD’nin nükleer silahlara sahip olduğu bilinen K. Kore’ye karşı çeşitli baskı
ve tehditlere rağmen Askerî bir müdahale seçeneğinden söz etmemiş olmasıdır. Bkz,
(Keskin, 2005a)
5
Aslında İran’da 1997 seçimlerinde reformcu diye tanımlanan Muhammed Hatemi’nin
Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması başta ABD olmak üzere uluslar arası alanda
sevinçle karşılanmıştı. Hatta bu Hatemi döneminde İran-ABD ilişkilerinin gelişeceği ve
İran’da mollaların gücünün kırılacağı ümidini doğurdu. Fakat beklentiler kısa sürede boşa
çıktı.
SÜ İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi 179
Kaynakça
“Intelligence Briefing: Shangai Cooperation Organizations”, www.
pinr.com
Abrahamian, Edward (2002); Humeynizim, İslam Cumhuriyeti
Üzerine Denemler, Çev. Mehmet Toprak, İstanbul: Metis Yayınları
Akgün, Birol (2003); “Amerikanın Yeni Dünya Vizyonu ya da
Yaklaşan Küresel Anarşi”, Stratejik Analiz, Sayı 37, ss. 81-85
Alirıza, B., S. Çiftçi (2002); “Energy Update Centre for Strategic and
International Studies”, www.ciss.org
Allahverdiev, Nizamettin, Sövgi Göyçalı (1996); Azerbaycan
Repuplikasının İctisadi ve Sasial Coğrafiyası (Azerbaycan
Cumhuriyetinin İktisadi ve Sosyal Coğrafyası), Bakü, Azerbaycan
Öğretmen Neşriyatı Yay.
Aras, Bülent (2005); “Ahmedinecat Dönemi ve Türkiye”, Stratejik
Analiz, Cilt 6, Sayı 63, ss. 58-65
Arı, Tayyar (2004); Irak, İran ve ABD, İstanbul, Alfa
Arslan Esat (2004); “ABD’nin Irak İşgali Sonrası Üretilen ve
Dayatılan Yeni Stratejiler”, 2023, Sayı 35, s. 18
Bal, İdris (2003); “Güç Mücadelesi ve ABD Türkiye Ortaklığı”, 2023,
Sayı 28, ss. 38-41
Bilbilik, Erol (2005); “Bush İran’a Saldıracak mı?”, Türkeli, Sayı
110, s. 10
Brzezinski, Zebignier (1988); Büyük Satranç Tahtası, Çev. Ertuğrul
Dikbaş, Ergun Kocabıyık, İstanbul: Sabah Kitapları
Cohen, Roger (2004); “Iran Sees Wide Cracks in USA-Europa”,
International Herald Tribune, 29 Eylül
Çelik, Kenan, Cemalettin Kalaycı (1999); “Azeri Petrolünün Dünü
Bugünü”, Avrasya Etütleri, TİKA Yayınları, Sayı 16, s. 62
Çongar, Yasemin (2005); “Şam, Tahran ve Dünya”, Milliyet, 14 Mart
180 Yaşar SEMİZ – Birol AKGÜN
Derviş, Kemal, Daniel Gros, Mechael Emerson, Sinan Ülgen ();
Çağdaş Türkiye’nin Avrupa Dönüşümü, Çev. Entra Dil Hizmetleri,
İstanbul: Doğan Kitapları
Dorsay, Atilla (2005); “İran’dan Gelen Dini Film Patlaması”, Sabah
Aktüel Yaşam, 06 Mart
Erol, Mehmet S. (2005); “Küresel Güç Mücadelesinde Avrasya
Jeopolitiği ve Avrasyacılık”, Stratejik Analiz, Sayı 60, ss. 75-76
Feridman, Alan (1994); Örümcek Ağı Bush, Thacher, Saddam
Üçgeni, İstanbul: Milliyet Yayınları
Hürriyet (2005); 28 Ocak
İdiz, Semih (2005); “Hazar Havzasındaki Stratejik Manevralar”,
Milliyet, 08 Mayıs
İsmailov, Mahmut (1992); Azerbaycan Tarihi (Tarixi), Bakü,
Azerbaycan Devlet Neş. Poligrafi Birliği Yay.
Keskin, Arif (2005a); “İran’ın Nükleer Çabaları: Hedefler,
Tartışmalar, Sonuçlar”, Stratejik Analiz, Cilt 5, Sayı 59
Keskin, Arif (2005b); “ABD-İran Gerginliğinde Yeni Bir Dönem:
ABD-AB Yakınlaşması”, Stratejik Analiz, Cilt 5, Sayı 60, ss. 57-59
Koloğlu, Orhan (2005); “Yüz Yıllık Kavga Sürüyor”, Popüler Tarih,
Sayı 57, s. 67
Kurt, Hasan Basri (2004); “ABD İran Denklemi”, Anlayış, Sayı 15,
s.66
Milliyet (2005); 14 Mart
Orkun, İbrahim (2002); Soğuk Savaşı Gözetlerken, İstanbul: Türk
Düşünce Hareketi Yayınları
Öğütçü, Mehmet (1999); Geleceğemiz Asya’da mı?: Yaralı Asya,
Çin ve Türkiye, İstanbul: Milliyet Yayınları
Pala, Cem (2001-2002); “Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı
Projesinin Hazar Bölgesi ve Türkiye Açısından Önemi”, Avrasya
Dosyası: Kazakistan Özel Sayısı, Cilt 7, ss. 231-252
Sabah (2005); “Burayı Cehenneme Çeviririz”, 11 Şubat
SÜ İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi 181
Shakoor, Abdul (1995); “Orta Asya; Amerikanın Çıkar
Algılaması ve Güvenlik Politikaları”, Avrasya Etütleri TİKA, Cilt
2, Sayı 2, ss. 17-18
The Economist (2005); “Now It Gets Sticky”, 14-20 Mayıs, ss. 41-42
The Economist (2005); “Return of the Axis of Evil”, 14-20 Mayıs, s. 9
Ünay, Sadık (2004); “İran’ın Nükleer Kapasitesi Mercek Altında”,
Anlayış, s. 71
Üşümezsoy, Şener, Şamil Şen (2003); Petrol Düzeni ve Körfez
Savaları, İstanbul: İnkılap Yayınevi
Ütük, Kazım (2002); “İran’ın Orta Asya Politikası”, 2023, Sayı 14, s.
14
Vatan (2005); 20 Mayıs
Yergin, Daniel (1999); Petrol, Çev. Kâmuran Tuncay, İstanbul: İş
Bankası Yayınları
Yörük, Ali (2003); “Küresel Hakimiyet Mücadelesinin Yeni Bir Alanı
Olarak Hazar Havzası”, Türkiye ve Siyaset, Sayı 14, ss. 93-94

Konular