Avrupa Birliği’nin İran ve Suriye Politikasının Türkiye’ye Etkisi

Kapak Konusu

   
     $<
Avrupa Birliği’nin İran ve Suriye Politikasının
Türkiye’ye Etkisi
The Impact of the European Union’s Iran and Syria Policies on Turkey
Bilgehan ÖZTÜRK
Abstract
This study intends to analyze the impact of EU’s policy toward Iran and Syria on Turkey’s regional objectives. As Turkey is negotiating with the European Union (EU) for membership, this process requires a certain
level of convergence in the parties’ goals in many areas. Measuring the degree of convergence becomes more
important, as there is now a standstill in negotiations between E3+3/P5+1 and Iran on the latter’s nuclear
programme and Israel’s repeated threats to carry a military strike to Iran’s nuclear facilities for some time.
The humanitarian and political crisis in Syria as well as the uncertainty about its future also heightens the
importance of the question of to what degree Turkey and the EU pursue similar, if not identical, policies in
the Middle East.
Keywords: Turkey, European Union, Iran’s Nuclear Programme, the Syrian Uprising, Arab Spring
AB3 grubu İran’ın uranyum dönüştürme ve zenginleştirme çalışmalarına yeniden başlamasını, İran ile sürdürmüş oldukları diyalogun ve
UAEA’nın otoritesinin açık bir ihlali olarak görmüştür.
Kapak Konusu
40 
   
    
Giriş
Bu makalede, Avrupa Birliği (AB)’nin İran ve
Suriye’ye yönelik politikalarının Türkiye’nin bölgesel politika ve hedeflerine etkisi ve Türkiye’nin
bu politikaları nasıl algıladığı incelenecektir.
Türkiye’nin geleneksel olarak dış politikada “Batıcı” bir çizgiyi takip etmesi ve Soğuk Savaş dö-
neminin özel şartları gereği yine Batı bloğuyla
beraber hareket etmiş olması bu tür bir çalışmayı anlamsız kılabilirdi. Ancak 2002’de AK Parti
iktidarı ile Türkiye’nin dış politikada yeni bir
paradigmayı kabul etmesi, İran ve Suriye’ye kar-
şı Batı’dan ya da AB’den bağımsız olarak kendi
stratejisini belirlemesini ve izlediği politikalarda
farklılaşmasını beraberinde getirmiştir.
Genel olarak 2005 öncesi dönemde Türkiye ve
AB’nin iki ülkeye yönelik yaklaşımlarının bü-
yük oranda örtüştüğünü söylemek mümkündür.
AB’nin Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’den
farklı olarak İran’ın nükleer programıyla mü-
cadelede müzakere ve diplomasi yolunu tercih
etmesi, Türkiye ile AB arasında bu konuda bir
yaklaşım birlikteliğini doğurmuştur. Türkiye de
AB ile İran arasında gerilimin olmadığı bir ortamdan istifade ederek İran ile ikili ilişkilerini
ileri bir noktaya taşımıştır. Yine benzer bir şekilde AB’nin Komşuluk Politikası çerçevesinde
Suriye’yi diğer tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika
ülkeleriyle beraber Barselona Süreci’ne dahil
ederek bu ülkeyle gelişmiş siyasi ve ekonomik
bağlar kurmak istemesi ve Orta Doğu Barış Sü-
reci (ODBS)’ye bu ülkeyi dahil etmek istemesi
yine Türkiye’nin Suriye politikasıyla örtüşmüş
ve Türkiye’nin Suriye ile ikili ilişkilerini geliştirmesini kolaylaştırmıştır. Ancak 2005’ten itibaren AB’nin İran’ın nükleer programı konusunda
ABD ile birlikte hareket ederek İran’a karşı sert
bir tavır takınması, P5+1 grubu içinde yaptı-
rımlara başvurması, Türkiye’nin İran’la ikili iliş-
kilerinde problemlere yol açmıştır. Benzer bir
şekilde 2005’te Lübnan Başbakanı Refik Hariri
suikastının ardından AB Suriye ile ilişkilerini
askıya alarak bu ülkeyi izole etmeye çalışmıştır.
Aynı dönemde Türkiye’nin Suriye’ye uygulanan
tecridi kaldırmaya ve üzerindeki baskıyı bertaraf etmeye çalışması, Türkiye’yi Batılı ülkelerle
olan ilişkilerinde zor durumda bırakmıştır. Arap
Baharı’nın Suriye’deki yansıması da Türkiye ve
AB arasında farklılıklara yol açmış, Türkiye beklentilerine karşılık bulamamıştır.
Bu çalışma kapsamında 2005’ten sonraki süreç
ele alınacak, genel olarak AB’nin bu iki ülkeye
yönelik politikalarının Türkiye’nin çıkarlarına ve
bölgesel hedeflerine olan olumsuz etkisi tartışı-
lacaktır. Birinci bölümde AB’nin İran politikası
hakkında bilgi verilecek, ikinci bölümde bu politikanın Türkiye’ye etkisi ve Türkiye tarafından algılanma biçimi sunulmaya çalışılacaktır. Üçüncü
bölümde AB’nin Suriye politikası hakkında bilgi
verilecek, dördüncü bölümde de bu politikanın
Türkiye’ye etkisi, Türk politika yapıcılarının zihnindeki bölgesel vizyon ve coğrafi kurguya değinilerek AB’nin politikasını algılama biçimi irdelenecektir.
1. AB’nin İran Politikası
AB3 grubu (Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya) İran’ın Ağustos 2005’te uranyum dönüştür-
8


JLLQ
1 
1$
-
 
'
,(%

- 
1.

/+$
++
*- -


1
-/-)--
1 $
$-$--
5

,(%
,(2%

+


:
%+
-
"

$+ 
$-

$-3

'
"$ 



$ 0
-
 

,(

 +

*

*
/+$
*
)
)
$/
5
Kapak Konusu

   
     41
me ve Ocak 2006’da uranyum zenginleştirme
çalışmalarına yeniden başlamasını, 2 yıldır İran
ile sürdürmüş oldukları diyaloğun ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA)’nın otoritesinin açık bir ihlali olarak görmüştür.1 Akabinde
de nükleer dosyayı Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi (BMGK)’ye taşımıştır. Bununla beraber
P5+1 grubu (BMGK daimi üyeleri ve Almanya), 4
Haziran 2006’da Viyana’da yapılan bir görüşmenin ardından İran’ı nükleer faaliyetlerinden vazgeçirmek amacıyla bir teşvik paketi de önermiş-
tir.2 İran bu paket çerçevesinde verilen mühleti
tanımak istemeyince, ABD ve AB3 31 Temmuz
2006’da BMGK’yi toplayarak 1696 Sayılı BMGK
Kararı’nı çıkarmıştır.3
AB Ortak Dış ve Güvenlik Politikası Yüksek
Temsilcisi Javier Solana, Eylül 2006 boyunca
İran Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Ali Larijani ile Viyana ve Berlin’de görüşmelerde bulunmuştur. Bu sırada P5+1 grubu Ocak 2006’nın
başında, İran’a nükleer faaliyetlerini durdurması
için verdiği süreyi uzatma kararı almıştır.4 Ancak
Solana’nın ifadesiyle, İran’ın nükleer faaliyetlerini durdurma konusunda ‘dürüst davranmaması’
sebebiyle görüşmeler sona ermiştir. Bunu takiben BMGK, 23 Aralık 2006 tarihinde bütün zenginleştirme ve ağır su faaliyetlerini durdurmayı
İran’a zorunlu kılan 1737 Sayılı BMGK Kararı’nı
almıştır.5
UAEA’nın 22 Şubat 2007’de, İran’ın 1737 Sayılı
BMGK Kararı’ndan doğan yükümlülüklerini yerine getirmediği yönünde bir rapor hazırlaması
üzerine6, BMGK oybirliği ile 24 Mart 2007’de
1747 Sayılı BMGK Kararı’nı almıştır. Bu karar,
1737 Sayılı Karar’da belirtilmiş olan İran’ın uranyum zenginleştirmeyi durdurması yönündeki
Türkiye, P5+1 grubu ile İran arasındaki müzakerelerin son turuna arabuluculuk etmiş olmasına rağmen, İran Türkiye’nin müteakip
görüşmelere ev sahipliği yapmasını istememiş, bunun yerine Irak ve Rusya’yı teklif etmiştir.
Kapak Konusu
42 
   
    
yükümlülüklerini tekrarlamış, mali yaptırımların uygulanacağı kişi ve kurumların listesini genişletmiş, İran’dan yapılacak silah ihracatını yasaklamış ve devlet ve finansal kuruluşları İran ile
yeni bir finansal ilişkiye girmemeleri konusunda
uyarmıştır.
UAEA’nın 30 Ağustos 2007’de “Önemli Sorunların Çözüm Yöntemi Üzerine İran ve UAEA’nın
Yaklaşımları” adlı belgeyi yayınlaması üzerine,
ABD ve AB3 grubu İran’a karşı sert bir tutum
takınma kararı almıştır. Bu belgede, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini durdurmadığı
ve Ağır Su Üretim Tesisi’ni işletmeye devam ettiği belirtilmiştir.7 28 Eylül 2007’de New York’ta
dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza
Rice’ın ev sahipliğinde yapılan toplantının ardından, Birleşik Krallık, Fransa, Almanya, Rusya,
Çin, ABD Dışişleri Bakanları ile Solana İran’ın
nükleer programı hakkında ortak bir bildiri yayınlamışlardır.8 Bu bildiride, müzakerelerin devam etmesi için İran’ın uranyum zenginleştirme
faaliyetlerini 1737 ve 1747 Sayılı BMGK kararları
doğrultusunda, tam ve sürekli olarak uzun vadeli
bir anlaşmayla durdurması gerektiği vurgulanmıştır.
İran’ın herhangi bir adım atmaması üzerine
P5+1 grubunun siyasi liderleri 1 Aralık’ta toplanmış ve yeni bir karar çıkarmak üzere hazırlıklara
başlamışlardır. 14 Aralık 2007’de toplanan AB
Zirvesi’nde, BMGK’nin BM Şartı’nın 41. Maddesi çerçevesinde alacağı ek tedbirlere verilen
destek tekrarlanmış, uluslararası toplumun endişeleri doğrultusunda AB’nin de kendi ek tedbirlerini almak üzere olduğu belirtilmiştir.9
Birleşik Krallık ve Fransa öncülüğünde toplanan
BMGK, 21 Şubat 2008’de İran’a giren ve çıkan
kargolara kısıtlama getirilmesini, seyahat yasaklarını, nükleer programla ilişkisi olan kişilerin banka hesaplarının dondurulmasını ve İranlı
finansal kuruluşların daha yakın bir takibe tabi
tutulmasını görüşmüştür.10
UAEA’nın İran’ın iddia edilen nükleer malzemeleri kullandığına dair bir bulguya rastlamadığı-
nı belirten raporuna11 rağmen BMGK, mevcut
yaptırımları sertleştirmeyi, İran’a giren ve çıkan
ve yasak ekipman taşıdığı düşünülen kargoların
denetlenmesini, İranlı finansal kuruluşların daha
yakından incelenmesini, seyahat yasaklarının
genişletilmesini ve nükleer programla ilişkili kişi
ve kurumların banka hesaplarının dondurulmasını öngören 1803 Sayılı BMGK Kararı’nı 3 Mart
2008’de almıştır.12
İran’ın nükleer programı konusunda, ABD ile
AB’nin tutumlarının büyük oranda örtüştüğü
gözlenmektedir13 ve bu tutum bugüne kadar
sürmüştür. 23 Ocak 2012’de Konsey bazı ek kı-
sıtlayıcı tedbirler uygulamaya karar vermiştir.
Bu tedbirler enerji sektöründe AB’nin İran’dan
yaptığı ham petrol ithalatını, finans sektöründe İran Merkez Bankası’nı, altın ve çok-amaçlı
kullanımı mümkün olan bazı kritik mal ve teknolojilerin İran’a ihracatını ve ulaşım sektörünü
kapsamaktadır.14 Bu tedbirler, İran’ın ham petrol
ihracatından elde ettiği ve nükleer programını
desteklemek için kullandığı ekonomik kapasitesini düşürmeyi amaçlamaktadır. Petrol ihracatı-
nın İran’ın toplam ihracatının %80’ini ve hükü-
met gelirlerinin %70’ini teşkil ettiği düşünüldü-
ğünde bu alandaki yaptırımlar özellikle önem
arz etmektedir. Ayrıca, AB’nin ithalatı da İran’ın
toplam ihracatının %20’sini oluşturmaktadır. AB
İran için önemi bu kadar büyük bir gelir kayna-
ğını hedef alarak, rejim üzerindeki baskısını artırmaktadır. Buna ek olarak AB, İran’ın nükleer
programı konusunda benzer endişeleri paylaşan
tüm ülkeleri, özellikle de İran’dan petrol ithal
eden ülkeleri benzer adımlar atmaya ve ithalatlarını azaltmaya davet ederek yaptırımların etkisini azami dereceye çıkarmak istemektedir. Son
olarak 23 Mart 2012’de Avrupa Konseyi (AK) en
son gündeme getirilen ek tedbirleri uygulanması
ile ilgili yasayı kabul etmiştir.15
2. AB’nin İran Politikasının Türkiye’ye Etkisi
AB’nin P5+1 grubunun bir parçası olarak yaptı-
rımlara başvurarak İran’a karşı katı bir yaklaşımı
benimsemesi, Türkiye’nin bölgesel politikasıyla
uyumsuzluk arz etmektedir. Geçmişte İran konusunda siyasi reformdan nükleer programa kadar pek çok alanda Türkiye ve AB’nin dış politika
Kapak Konusu

   
     3$
anlayışları örtüşmüştür. Ancak tarafların farklı
İran algıları, öncelikleri ve İran ile girilecek muhtemel bir çatışmanın iki taraf için farklı sonuçlar
doğuracak olması, Türkiye ve AB’yi İran konusunda birbirlerinden uzaklaştırmıştır.
Türkiye’nin dış politikasının ana hedeflerinden
biri, bölgesel politikası ve özelde AB ile genelde
de Batı ile olan iyi ilişkileri arasında bir uyum
sağlamaktır. Türkiye’nin Dışişleri Bakanı ve mevcut dış politikasının da mimarı olan Ahmet Davutoğlu, Türkiye’nin geleneksel Batılı ittifaklarıyla komşuluk ilişkileri arasında bir uyum tesis
etmeye kararlı olduğunu ifade etmiştir.16
Türkiye’nin bölgesel hedefleri, dış politikasının
vazgeçilmez bir bölümünü teşkil etmektedir. Davutoğlu, Türkiye’nin Batı ile güçlü ilişkilerinin
önemini vurgulamakla beraber, bölgesel hedeflerden bu ilişkiler sebebiyle feragat edilmeyece-
ğini de belirtmiştir. Bugüne kadar olduğu gibi,
Türkiye, Batılı müttefikleriyle uyumlu gördüğü
politikalarını yürütmeye devam edecek, fakat
bunların komşularıyla ilişkilerini olumsuz yönde
etkilemesine de müsaade etmeyecektir.17
İran’ın nükleer programı ve AB’nin buna yö-
nelik politikası söz konusu olduğunda, Türkiye için yukarıda sözü edilen ‘uyum’u sağlamak
bir zorunluluk haline gelmektedir. Türkiye’nin
ana stratejisi bunun üzerine kurulu olduğu için,
dengenin herhangi bir taraf lehine bozulması,
Türkiye’yi dış politikada büyük zorluklarla karşı
karşıya bırakacaktır.
Türkiye İran’ın izlemiş olduğu yöntemi onaylamıyorsa da İran’ın nükleer otonomi ve yerli uranyum zenginleştirme kapasitesine sahip
olma arzusunu anlamaktadır.18 Türkiye İran’ın
sivil amaçlı uranyum zenginleştirme faaliyetini
tanırken, Batı, bunu bir nükleer silah edinme te-
şebbüsü olarak algılamaktadır. Türkiye’nin İran
ile P5+1 grubu arasında arabuluculuk yapma çabaları da bu meseleye ve İran ile olan ikili ilişkilerine verdiği önemin bir göstergesidir. Türkiye
9 Haziran 2010’da BMGK’de İran’a karşı uygulanacak yaptırımlara ret oyu vermiştir.19 Türkiye
bununla önemli bir komşu ve ekonomik partner
olarak gördüğü İran’ı izole olmaktan kurtarmak
istemiştir. Öte yandan, Türkiye kendi adına, nükleer silahlara sahip bir İran konusunda Batılı ülkeler kadar huzursuz değildir. Bunun birkaç sebebi vardır: Birincisi, Türkiye İran’ın kısa vadede
nükleer silah elde edebileceğine ihtimal vermemektedir; ikincisi, NATO üyesi olmak münasebetiyle nükleer silahlara karşı korunmakta oldu-
ğunu düşünmektedir; üçüncüsü, İran’ın nükleer
silah edinme arzusunu savunma ve caydırma
amaçlı olduğunu, saldırı amaçlı olmadığını dü-
şünmektedir; ve son olarak da iki ülke arasında
nükleer silahların kullanılacağı bir çatışmayı ihtimal dahilinde görmemektedir.20
Türkiye’nin İran’ın nükleer programına yaklaşı-
mı kendi güvenlik hesaplamalarının bir sonucudur. Türkiye, İran’daki muhtemel bir istikrarsızlı-
ğı nükleer silaha sahip bir İran’dan daha tehlikeli
bulmaktadır. Dini ve etnik açıdan heterojen bir
ülke olan İran’da, merkezi otoritenin zaafa uğ-
:
%+
-
"

$+
'
,(%
*
1
" +
13
 

)0
-
 
4

+
13-

R $%
)$
*

3


$
5
-
 %


6 
*
-3
.



)
40



*



*3$ +0

-
 % 
+/
"
*- -
3



/+

/+ 
*+
+
5
Kapak Konusu
44 
   
    
ratılması, uzun yıllar sürecek bir iç savaşa yol
açabilecek, bu da Türkiye’nin milli güvenliğini
doğrudan etkileyecektir.21 Türkiye’nin Brezilya
ile birlikte İran ile nükleer takas anlaşmasını yapması da yaptırımlar yoluyla İran’da istikrarsızlık
çıkmasını engellemeye yöneliktir.
Bu hamleler Türkiye’nin dış politikasında geniş
bir bölgesel vizyona dayanmaktadır. Bölgesel
politikada Türkiye özgüvenli, esnek, dinamik
ve çok yönlü bir politikayı uzun vadeli bir hedef
olarak belirlemiştir. ‘Komşularla sıfır sorun’ politikasıyla Türkiye komşularıyla sınır aşan güvenlik problemlerini çözmeyi ve mücavir bölgesinde etkili olmayı amaçlamaktadır. Bu çerçevede,
İran ile ilişkiler hem bu politikanın imtihan alanı
niteliğindedir hem de bu politikanın sınırlarını
belirleyici bir özelliğe sahiptir. Türkiye, İran’ın
nükleer politikası ve ikili ilişkileri konusunda ABD’den bağımsız bir politika izlemektedir.
Ancak, P5+1 grubunun adımları ve BMGK’nin
yaptırım kararları Türkiye’nin manevra alanını
kısıtlamaktadır. Türkiye, İran’a yapılacak bir askeri müdahale veya sınırlı bir saldırının bölgede
çatışma ve istikrarsızlığı artıracağını ve sorunun
diplomatik yollarla çözülebileceğini düşünmektedir.22 Türkiye’nin amacı, İran’ı barışçıl nükleer
enerji sınırları içerisinde tutarak yanı başında
Irak benzeri bir durumun ortaya çıkmasını engellemektir.23
AB’nin yaptırımlar yoluyla İran’a yaklaşımını
sertleştirmesi, Türkiye’yi komşusuyla hem siyasi
hem de ekonomik açıdan zor duruma sokmuştur.
Batılı devletler zaman zaman, Türkiye’nin komşu
bölgelerinde, sonuçları Türkiye’yi doğrudan etkileyecek çatışmacı politikalar izlemektedirler.24
Yaptırımları takiben, bir ‘Batı müttefiki’ olarak
Türkiye’nin ‘tarafını belirleme’ ye zorlanması son
on yılda bölgesinde inşa etmeye istikrar havzasını tehlikeye sokmaktadır. Türkiye bekleneceği
üzere önemli bir komşusunun güvenini kaybetmiştir. Türkiye, P5+1 grubu ile İran arasındaki
müzakerelerin son turuna arabuluculuk etmiş
olmasına rağmen25, İran Türkiye’nin müteakip
görüşmelere ev sahipliği yapmasını istememiş,
bunun yerine Irak ve Rusya’yı teklif etmiştir.26
İran’a uygulanan yaptırımlarla birlikte Türkiye, İran’dan yapmış olduğu ham petrol ithalatı-
nı %20 oranında azaltmış, İran’a yaptığı ihracat
da %20 oranında düşmüştür.27 Temmuz 2012’de
Türkiye’nin İran’dan yaptığı ham petrol ithalatı
son 2,5 yılın en düşük seviyesi olan 48,000 varile gerilemiştir. Türkiye’nin önceki ay yapmış
olduğu ithalatın 167,000 varil ve günlük ihtiyacının da 180,000 varil olduğu düşünüldüğünde,
bu düşüş Türkiye’nin ihtiyacını karşılamaktan
çok uzaktır.28 Komşu ülkelerle yapılan ticaretin,
Türkiye’nin dış politika aktivizmindeki temel
saik olduğu göz önünde bulundurulduğu zaman,
AB’nin mevcut politikasının Türkiye’nin bölgesel politikadaki kazanımlarını tersine çevirme
potansiyeline sahip olduğu görülür. Ayrıca Türkiye, ihtiyacı olan enerjiyi üretecek doğal kaynaklara sahip olmadığı için enerjide dışa bağımlı
bir ülkedir. Türkiye İran’dan petrol ve doğalgaz
ithalatına zaten, hareket kabiliyetini kısıtlayan
Rusya’ya enerji bağımlılığını ortadan kaldırma,
kaynaklarını çeşitlendirme stratejisinin bir par-
çası olarak başlamıştır. Sonuç olarak, geçmiş-
te İran ile ekonomik ilişkilerin gelişimi diğer
alanlardaki gelişmeyi beraberinde getirdiği gibi,
ekonomik ilişkilerdeki gerileme de -İran’ın son
nükleer müzakerelerde Türkiye’ye karşı tavrında
görüldüğü üzere- diğer alanlardaki ilişkilerin bozulmasına sebep olmaktadır.
3. AB’nin Suriye Politikası
Soğuk Savaş’ın bitimi ve Orta Doğu Barış Süreci (ODBS)’nin ilanından sonra, AB, Barselona
Süreci’nin bir parçası olarak, Suriye’yi bölgesel
istikrar ve demokratikleşme programına dahil
etmiştir. AB-Suriye ilişkileri ayrıca ekonomik,
siyasi ve kültürel alanları ihtiva eden bir Ortaklık Anlaşması (OA)’yı da öngörmekteydi. Ancak
ABD, Mayıs 2004’te Suriye’yi hedef alan bir dizi
yaptırım kararı alarak AB üye ülkelerine bu anlaşmayı yapmamaları konusunda ciddi bir baskı
uygulamıştır. Buna ek olarak, Şubat 2005’te Refik
Hariri suikastının ardından AB’nin Suriye ile diyaloğa girmek konusunda tavrı olumsuz bir hal
almıştır. Bunun sonucunda müzakereler askıya
alınmış, Suriye’ye verilmesi planlanan imtiyazlar
iptal edilmiş, Suriye fonları dondurulmuş ve bir
grup Suriyeli şüpheli olarak AB’nin terörist lis-
Kapak Konusu

   
     45
tesine eklenmiştir. Yine AB, BM’nin, görevi yalnızca Hariri suikastını yargılamak olan bir uluslararası mahkeme kurma girişimlerine şiddetle
destek vermiştir. AB daha önce Doğu Avrupa
ülkelerine yaptığı gibi anlaşmalardan doğan iliş-
kilerini kullanarak Suriye’yi etkileme yoluna gitmemiş, OA’yı rafa kaldırarak bununla Suriye’yi
cezalandırmayı seçmiştir. Mart 2007’de Solana
Şam’ı ziyaret etmiş ve OA’nın yeniden görüşülebilmesi için Suriye’nin Lübnan’a yapmış olduğu
şüpheli silah sevkiyatını durdurmasını ve Lübnan içerisinde hükümet ve muhalefet arasındaki
gerilimin düşürülmesine yardım etmesini şart
koşmuştur.29
Suriye’nin radikal bir Arap devleti olduğu şeklindeki genel algı, AB’nin Suriye’ye yaklaşımında hep olumsuz bir rol oynamıştır.30 Bu durum
AB’nin Doğu Avrupa ülkeleri ve Suriye’ye olan
yaklaşımları karşılaştırıldığında açıkça görülmektedir.
AB içinde Suriye’ye karşı tutum, ülkeler arasında farklılık arz etmekle birlikte, ağırlıklı olarak
bu ülkeye karşı sert bir yaklaşımı öngörmektedir. AB ülkeleri arasındaki temel ayrımın sebebi, bir grup ülke Ortadoğu’da kalıcı bir barışın
tesisini öncelerken, bir grup ülke için ABD ile
olan ilişkileri diğer önceliklerine üstün gelmekte
ve Suriye’ye karşı politikalarını belirlemektedir.
Bugüne kadar ikinci grubun daha belirleyici olduğunu söylemek mümkündür. Dönemin Fransa
Cumhurbaşkanı Jacque Chirac’ın Hariri ailesiyle
olan yakın ilişkisi göz önünde bulundurulduğunda, suikast sonrası siyasi atmosfer ve ABD’nin üye
ülkelere yapmış olduğu baskı OA’nın hayata geç-
mesine engel olmuştur. ABD, AB-Suriye arasındaki ekonomik ilişkileri güçlendirerek Suriye’nin
Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)’ye girmesini kolaylaştırmasından, dolayısıyla da Suriye’yi köşeye sıkıştırma politikasını delmesinden korktuğu
için OA’ya şiddetle karşı çıkmıştır.31
AB bölgede ABD’ye bağımlıdır. ABD’nin Suriye’yi
sıkıştırması ve Kitle İmha Silahları (KİS)’in yayılması konusundaki endişeleri sebebiyle AB,
politikalarını ve çıkarlarını değiştirerek ABD ile
uyumlu hale getirmiştir. Suriye ile olan ilişkilerini dondurmasında görüldüğü üzere AB, özelde
Suriye genelde de Ortadoğu’ya ilişkin normatif
vizyonunu bir kenara bırakarak ABD ile ‘dirsek
teması’ nda bulunmayı stratejik olarak tercih etmektedir.32
Arap Baharı Sonrası
AB Suriye’deki ayaklanma başladığından itibaren
muhalefete sözlü bir destek vererek rejimi eleş-
tirmiştir. AB’nin desteği de eleştirisi de para yardımı, yaptırımlar ve kınama gibi askeri olmayan
tedbirlerle sınırlı kalmıştır. 22 Mart 2012’de Avrupa Komisyonu, ülkede ve sınırlarında kötüleş-
mekte olan insani durum üzerine, yaralanan ve
ülkeyi terk etmek zorunda kalan insanlar için 7
Milyon Euro’luk bir insani yardımda bulunmayı
kabul etmiştir.33
23 Nisan 2012’de Konsey, kötüleşen durum üzerine Suriye’ye uyguladığı kısıtlayıcı tedbirleri tekrarlamıştır. Suriye’nin muhalefeti bastırmak için
kullanabileceği araç, mal ve teknolojilerin ihracatına ek kısıtlamalar getirme kararı alınmıştır.
Konsey ayrıca lüks malların AB’den Suriye’ye ihraç edilmesini de yasaklamıştır.34 Bu, rejimin sivillere karşı yürüttüğü katliamın başlangıcından
bu yana AB’nin onaylamış olduğu on dördüncü
yaptırım paketidir.
7 Haziran 2012’de Yüksek Temsilci Catherine
Ashton, Suriye halkına olan desteğini tekrarlamıştır. İnsani yardımın ihtiyaç içinde olan insanlara engelsiz bir şekilde ulaştırılmasına izin
verilmesini isteyerek, Suriye halkının özgürlük
ve demokrasi mücadelesine olan bağlılığını vurgulamıştır.35
23 Temmuz 2012’de AB, Annan Planı’ndan do-
ğan yükümlülüklerini ve BMGK’nin 2042 ve 2043
Sayılı kararlarını ihlal ederek nüfusun yoğun olduğu bölgelerde ağır silahlarla halka ateş açan
rejimi şiddetle kınamıştır. AB, Suriye rejimine sivil ölümlerini derhal durdurmaya, kuşatılmış şehir ve kasabalardan çekilerek, ülkenin çıkarı için
barışçıl bir geçiş sürecine izin vermeye davet etmiştir. AB ayrıca rejime, komşu ülkelerin toprak
bütünlüğü ve egemenlik haklarına saygı göstermesi hususunda da çağrıda bulunmuştur. Buna
ek olarak AB, BM ve Arap Ligi Özel Temsilcisi
Kapak Konusu
46 
   
    
Kofi Annan’ın görevine ve 6 maddelik planının
yürürlüğe sokulması için verdiği tam desteği bir
kez daha vurgulamıştır.36
4. AB’nin Suriye Politikasının
Türkiye’ye Etkisi
Türkiye’nin Ortadoğu politikasının itici gücü,
büyüyen ekonomisi, ihracat kapasitesi ve müte-
şebbis özel sektörüdür. Türkiye’nin son on yılda
bölgeye yaptığı ihracat on yıl önceki miktarın iki
katından daha fazladır.37 Türkiye bölge ülkeleriyle yaptığı ticarette fazla vermekte, bu durumdan
kazançlı çıkmaktadır. Hariri suikastından sonra
AB’nin yaptırımlara tabi tuttuğu ve siyasi olarak
baskı altına aldığı Suriye ekonomik ve siyasi açı-
dan zayıflamış, bu da Türkiye ile olan ilişkilerine
yansımıştır. Türk politikacılar Ortadoğu’da yapı-
cı bir Suriye politikasının hem bölgedeki gerginliği düşüreceğini, hem de Suriye’ye yöneltilmiş
olan güvensizliği bertaraf edeceğini düşünmüş-
lerdir.38 Türkiye için bölgesinde gerginliğin olmaması, barış ve istikrarın tesisi en büyük önceliktir. Yakın çevresindeki muhtemel bir istikrarsızlık Türkiye’nin güvenliğini tehdit edeceği gibi,
istikrarsız ülkelerle arzu ettiği ekonomik işbirli-
ğini de gerçekleştiremeyecektir. Türkiye’nin bu
dönemde Suriye ile geliştirmiş olduğu ileri siyasi
ve ekonomik ilişkilerin AB ile koordineli yürü-
tülmesi halinde çok daha ileri bir seviyede olaca-
ğı bir gerçektir.
Türkiye ile AB arasındaki temel yaklaşım ve politika farkı, bu iki aktörün Ortadoğu bölgesine
bakışlarının farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Türkiye’nin bölgesel politikasının anlaşılması
için karar alıcıların vizyonu anlaşılmalıdır.
Türkiye’nin Coğrafi Kurgusu ve
Bölgesel Vizyonu
Türkiye’nin son on yıldır yürütmüş olduğu dış
politika, yeni bir ‘coğrafi kurgu’ ve ‘bölgesel
vizyon’un ürünüdür. Bu kurguda, Türkiye’nin
içinde bulunduğu bölgenin niteliği değişmiş,
bölge ile entegrasyonun önündeki fiziki engeller Türk politika yapıcılarının zihninde kalkmış
ve güvenlik öncelikli bakış açısı yerini işbirliği
öncelikli bakış açısına bırakmıştır. Yeni bölgesel vizyonun bir parçası olarak Türkiye, komşu
ülkelerle olan eski kültür ve medeniyet bağlarını yeniden keşfederek, bölgesindeki işbirliği
imkanlarını fark etmiştir. Bu vizyona göre, Türkiye sadece önemli bir jeopolitik konumu işgal
etmekle kalmayacak, bu konumunu kullanarak
etkili bir siyasi ve ekonomik aktör olarak ortaya
çıkacaktır.39
Türkiye, bölgesine yeni yaklaşım tarzıyla birlikte
daha yakın ekonomik ve siyasi ilişkileri kazanca
dönüştürmek, bölgesel problemlerin çözümüne
katkıda bulunmak, bölgesel barış ve istikrarın temini için uluslararası aktör ve kuruluşlarla işbirliği yapmak istemektedir.40
Davutoğlu’nun ifadesiyle, Balkanlar’dan Kafkaslar’a, Karadeniz’den Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’ya, Körfez’den Kuzey Afrika’ya kadar olan
bölgede çatışma ve ulaşılamamış bir potansiyel
söz konusudur. Türkiye, bölge ülkelerinin kararlı
tutumu ve uluslararası toplumun da yardımıyla
bu bölgeyi refah, istikrar ve güvenlik havzasına
dönüştürmeyi amaçlamaktadır.41
2$
0
4)
'
$-

*
,
"
-  +
-
 %
4+.

++
5
-

*/+
*

-
 %
'
+

$/
S
,
"

-  +
1-/-$
4++$3+
0
*
1-/-$

+
13-
-0


'


4
$/

"


/+$+
'
/ 3

4.
/$
5
Kapak Konusu

   
     47
Türkiye’nin Arap Baharı’na ve
Suriye Krizine Bakışı
Bölgesel düzeyde Türkiye’nin arzusu, halkın meş-
ru taleplerinin yönetime yansıdığı, demokrasi ve
karşılıklı bağımlılık ilkeleriyle birbirine bağlı ülkelerin varlığıdır.42 Böyle bir kurguda, demokratik olmayan, halkının taleplerini göz ardı eden,
bölge ülkeleri arasında ekonomik işbirliği ve kar-
şılıklı bağımlılığı engelleyerek ahengi bozan yö-
netimlere yer yoktur. Davutoğlu, bir yönetimin
meşruiyetinin, halkına özgürlüğü ve güvenliği
aynı anda sunabilmesiyle ölçüldüğünü belirtmiştir. Halkın güvenliği, özgürlüğü pahasına
sağlanmamalıdır.43 Davutoğlu yine, Türkiye’nin
kısa süreli siyasi kazanımlar için kendisini bölge
halkından uzaklaştıracak adımlar atmayacağını
ifade etmiştir.44
Türkiye, bölgesindeki insanları etnik ve dini
kimliklerine bakmaksızın ‘ebedi kardeşleri’ olarak görmektedir.45 Bu yaklaşım, AB’nin bölgeye
ve yaşanmakta olan insani trajediye yaklaşımından açık bir şekilde ayrılmaktadır. Türkiye, yanı
başındaki trajediyi AB’den çok daha yakından
müşahede ettiği için iki tarafın çözümün aciliyeti
konusundaki yaklaşımları da farklılık arz etmektedir.
Demokratik, çoğulcu ve müreffeh bir Arap dünyası Türkiye’nin çıkarınadır. Sürecin başından
beri Türkiye’nin tavrı net olmuştur: Arap dünyasında dönüşüm kaçınılmazdır, bu dönüşüm
halkların özgürlük, adalet ve refah için meşru
taleplerini karşılamalı ve şiddetsiz gerçekleşmelidir. Bu dönüşüm arzu edilen ve 20 yıl önce ger-
çekleşmesi gereken, gecikmiş bir dönüşümdür.46
Suriye’den gelen mülteci akını Türkiye için ekonomik olarak ve güvenlik açısından sorunlar taşımaktadır.
Suriyeli mültecilerin sayısı 100 bini aşmış durumdadır.
Kapak Konusu
3 
   
    
2011 yılının ortalarından itibaren Türkiye Esed
Rejimi’ne karşı eleştirilerini yüksek perdeden
dile getirmeye başlamıştır. Başbakan Erdoğan
Türkiye’nin 1982 Hama katliamına benzer bir
katliama sessiz kalamayacağını ifade etmiştir.
Türkiye aynı zamanda muhalefetin kendi topraklarında örgütlenmesine müsaade ederek Suriye
halkıyla dayanışma içinde olduğunu göstermek
istemiştir. Türkiye, Esed Rejimi’nin vermiş olduğu reform sözlerinin hiçbirini yerine getirmemesi üzerine hayal kırıklığına uğramış, rejimin
meşruiyetini kaybettiğini ve muhalefetin, halkın
meşru temsilcisi olarak kabul edilmesi gerektiğini açıklamıştır. Türkiye, esasen ayrımsız ve orantısız güç kullanımından doğan insani trajediye
odaklanmıştır. Krizin, bütün bölgeyi etkileyecek
bir etnik çatışmaya dönüşmesini engellemek için
derhal harekete geçme ihtiyacı hissetmiştir.47
Esed Rejimi meşru otorite olmaktan çıktığı için,
sorun artık bir iç sorun olmaktan çıkmış, uluslararası müdahaleyi meşru hale getirmiştir. Türkiye başarısız diplomatik girişimlerin ardından,
bütün kozlarını Esed Rejimi’nin olmadığı yeni bir
siyasi düzenin kuruluşundan yana kullanmıştır.48
Türk karar alıcıları, sokakta gösteri yapan genç-
leri bölgenin geleceği olarak görmüş ve isteklerinin dikkate alınması gerektiğini düşünmüştür.
Bölge büyük bir uyanışın eşiğindeyken Türkiye,
Davutoğlu’nun ifadesiyle ‘tarihin doğru tarafında’ yer alarak bu çabaya mütevazı bir katkıda
bulunmak istemiştir. Yine Türkiye, baskının kimden geldiğine bakmaksızın bölgedeki tüm baskı-
cı rejimleri reddedecek, evrensel ilkeleri ve insan
haklarını göz ardı ederek ülkeyi kendi mülkü olarak gören rejim ve yöneticilere karşı müsamaha
göstermeyecektir.49 Türkiye’ye göre, Suriye konusunda harekete geçmemek bir seçenek değildir. İlgili tüm taraflar Esed Rejimi’ne siyasi baskı-
yı artırmalı ve muhalefeti güçlendirmelidir.50
Rejim ve destekçileri, Annan Planı’nı iktidarlarını sağlamlaştırmak ve bu arada da muhalefetle
sözde bir diyaloğu başlatmanın aracı olarak kullanmaktadır. Fakat Annan Planı rejime daha fazla zaman tanımak için hazırlanmamıştır. Rejimin
insani ve meşru olmayan uygulamaları Suudi
Arabistan-Katar ile İran arasındaki güç mücadelesi bahane edilerek görmezden gelinemez. Askeri müdahale bir seçenek olarak dışlandığı için
ülke ciddi bir iç savaş içerisinde sıkışıp kalmıştır.
Çözüm, halka giderek özgür ve adil bir seçimi
uluslararası gözlem altında gerçekleştirmektir ki
bu da rejimi daha fazla siyasi oyun oynama şansı vererek gerçekleşmeyecektir. Annan Planı’nın
başarısı için sürekli ve bütün bir baskı şarttır.51
AB’nin Annan Planı’nı tek çözüm olarak desteklemesine karşın, zorlayıcı bir tedbirle takviye
edilmediği sürece Türk yetkililer bu konuda Annan Planı’na olan güvenlerini yitirmişlerdir.
Türkiye’nin keşif amaçlı sefer yapan jetinin Suriye tarafından düşürülmesi, Türkiye’nin bu ülke
hakkındaki tezini bir kere daha teyit etmiştir ki,
Suriye Türkiye’nin kendi güvenliği için de bir
tehdit ve külfet haline gelmiştir.52 Bölgesel güç
olma iddiasındaki bir ülkenin caydırıcılığına yakın zamandaki en büyük darbeyi vurması açısından bu olay önemlidir ve Türkiye için Suriye’de
bir rejim değişikliği her zamankinden daha elzem hale gelmiştir.
Türkiye ile AB arasında Suriye’deki ayaklanmanın mahiyetine yönelik görüş ayrılığı bulunmaktadır. Esed Rejimi Suriye’deki ayaklanmanın
Sünni Araplar tarafından başlatıldığını ve sonra
da Müslüman Kardeşler tarafından teslim alındığını etkili bir propaganda olarak kullanmaktadır. Maalesef, Batılı hükümetler de bu propagandaya büyük oranda kanmış durumdadır.53
Buna göre Müslüman Kardeşler, ülkedeki Gayrı
Müslim azınlığa karşı bir savaş yürütmektedir.
Batılı ülkeler de Esed Rejimi’ni devirerek ‘İslamcı
bir yönetim’ kurulmasına önayak olmak istemediklerinden müdahale etme konusunda isteksiz
davranmaktadırlar. Bu durum pek çok açıdan
Türkiye’yi tehdit etmektedir.
Suriye Krizi Türkiye’yi Nasıl Etkilemiştir?
Türkiye kendisini dünyadaki Esed karşıtı koalisyonun öncüsü olarak konumlandırdığı için, Beş-
şar Esed’in iktidarda kaldığı her gün Türkiye’ye
pek çok açıdan zarar vermektedir. Öncelikle
Türkiye ekonomisi Suriye’deki krizden ciddi bir
Kapak Konusu

   
     49
şekilde etkilenmiştir. Suriye, Türkiye’nin Arap
dünyasına ulaştığı ticaret yolu olduğu için, kriz
Türkiye’nin Ortadoğu’yla olan ticaretine büyük
bir darbe vurmuştur. Türk tır şoförleri Suriye’de
rejim destekçisi güçler tarafından defalarca saldırıya uğradıktan ve bir şoför de hayatını kaybettikten sonra, Suriye Türkiye için bir güzergah
olmaktan çıkmıştır.54 Türkiye güzergah değiştirmek zorunda kaldığı için bu durum ek bir ulaşım
maliyeti getirmiştir. Sonuç olarak Türkiye’nin
Suriye ile ticareti 2011’de 1,2 Milyar Dolar iken,
2012’de Ocak-Temmuz arasında 382 Milyon
Dolar’a düşmüştür.55
İkinci olarak, Suriye’deki durum Türkiye’nin
güvenliğini tehdit etmektedir. Esed Rejimi’nin
1980’lerde ve 1990’larda PKK ile olan yakın
ilişkisi ve desteği göz önünde bulundurulursa,
Türkiye’ye karşı PKK’yı bir misilleme aracı olarak
kullanması muhtemeldir. Türkiye’nin rejime kar-
şı açık bir tavır aldığı günden bu yana PKK’nın
saldırılarında ciddi bir artış olmuştur. Bu süre
zarfında Türkiye 90’dan fazla asker ve güvenlik
görevlisini kaybetmiştir.56 Yaklaşık 900 km olan
Türkiye-Suriye sınırı da bu ülkeden kaynaklanan
güvenlik problemlerini çözmeyi daha da zorlaş-
tırmaktadır. Esed Rejimi’nin PKK’ya olan desteği
Türk yetkililerce dile getirilmiş ve ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ricciardone rejimin PKK’ya silah yardımı yaptığını iddia etmiştir.57 Türk istihbarat makamları 8 askerin şehit edildiği bir PKK
baskınında kullanılan silahların Suriye istihbarat
teşkilatı ‘Muhaberat’ tarafından sağlandığını ispat etmiştir.58 Yine yakın zamanda Gaziantep’te
meydana gelen büyük çaplı patlama59 dikkatleri
Suriye’ye çevirmektedir. Gaziantep’in bugüne
kadar terör saldırılarından uzak olması ve sınır
şehri Halep’in bir süredir rejim ve muhalefet arasındaki ana savaş alanı olması bu şüpheyi kuvvetlendirmektedir. Ayrıca, rejimin Suriye’nin kuzeyini PKK’nin bu ülkedeki uzantısı olan PYD’ye
teslim etmiş olması da Türkiye’yi potansiyel bir
‘Suriye Kürdistanı’ konusunda endişeye sevk etmektedir.60
Üçüncü olarak, Suriye’den gelen mülteci akını
Türkiye için ekonomik olarak ve güvenlik açısından sorunlar taşımaktadır. Suriyeli mültecilerin
sayısı 100 bini aşmış durumdadır.61 Mülteciler
zaman zaman kamplarında sorun çıkarmaktadırlar. Mesela bir grup mülteci kimlik kontrolü
yapmak isteyen polislerle tartışıp üç tanesini
yaralamıştır.62 Daha önce de çıkan bir isyanda 7
tane polis ve asker mülteciler tarafından yaralanmıştır.63 İlk mülteci grubunun gelmesinden
bu yana 150’den fazla olay bildirilmiştir. Mültecilerin Arap, Kürt, Türkmen, Alevi, Sünni gibi
birçok farklı etnik ve dini kökenden gelmeleri ve
aralarındaki küçük tartışmalar kampları adeta
bir çekirdek çatışma alanına dönüştürmektedir.
Davutoğlu, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Bağımsız
İnsan Hakları Komisyonu toplantısının çıkışındaki basın toplantısında, uluslararası toplumdan
mülteci yükünü paylaşmasını talep etmiştir.64 31
Ağustos 2012’de BMGK toplantısında Davutoğ-
lu, Türkiye’nin mülteciler konusunda elinden geleni yaptığını, ancak durumun artık Türkiye’nin
kapasitesini aştığını, her gün 4000 civarında mültecinin sınıra dayandığını, binlercesinin kamp
,(%

 
$
13-
 )
'
"
 

+$+



7$ 
*




$+
5
-
 %
 +


/
 
*1


+
 )++




+
+.
$ ++
5
,(
*
1
+$
$
 
  3
)
40
*


$
-
 % 

+
3



3

'
$
5
Kapak Konusu
50 
   
    
yetersizliği sebebiyle sınırın öte tarafında bekletildiğini ve şimdiye kadar 300 Milyon Dolar’dan
daha fazla para harcandığını belirtmiştir.65
Türkiye Suriye konusunda ABD ve Batı ülkeleri
tarafından yalnız bırakıldığını hissetmektedir.66
Türkiye’nin AB nezdindeki daimi temsilcisi Selim
Yenel, uygulanan yaptırımların Esed Rejimi’ni
kan dökmekten alıkoymayacağı için sonuçsuz
kalmaya mahkum olduğunu ifade etmiştir.67
Sonuç olarak, AB’nin Suriye muhalefetine sözlü
desteği ve parasal yardımı sorunun hafifletilmesinde bir yere kadar etkili olmaktadır. Türkiye’nin
ihtiyacı olan şey ise bölgede sorunların kaynağı-
nın derhal ortadan kaldırılmasıdır. AB bu yönde
adım atma konusunda isteksiz olduğu için, bu
durum Türkiye’ye yukarıda zikredilen konularda
zarar vermektedir.
Sonuç
Bu çalışmada AB’nin 2005’ten bu yana İran
ve Suriye’ye karşı yürüttüğü politikaların
Türkiye’nin çıkarlarına ve bölgesel hedeflerine
etkisi ile bu politikaların Türkiye tarafından algı-
lanma biçimi tartışılmaya çalışılmıştır.
İran’ın nükleer programı konusunda şeffaf olmaması ve ABD’nin ‘şahinleştirici’ etkisiyle AB,
İran’a karşı çatışmacı bir yaklaşımı benimseyerek
hem BMGK’nın yaptırım kararlarını desteklemiş, hem de kendi bağımsız yaptırım kararlarını
alarak hayata geçirmiştir. Türkiye’nin AB ile mü-
zakere eden bir ülke olması siyasi ve ekonomik
alanlarda AB ile belli bir seviyede bir politika birlikteliğini gerektirmektedir. Bunun sonucunda
Türkiye de bu yaptırımlara katılmaya zorlanmış,
Türkiye İran ile olan ikili ilişkilerini zedeleyen bu
yaptırımlara kısmen de olsa katılmak zorunda
kalmıştır. Türkiye İran’a bağımlı olduğu enerji
sektöründe bu ülkeden yaptığı ithalatı ve bu ülkeye yaptığı ihracatı azaltmış, bu durumdan ekonomik olarak olumsuz etkilenmiştir. Ekonomik
ilişkilerin bozulması siyasi ilişkilere de sirayet
ederek iki ülke arasında güven bunalımına yol
açmıştır. Daha önce P5+1 grubu ile İran arasında
arabuluculuk rolünü üstlenen Türkiye’yi, en son
yapılan müzakerelerde İran ev sahibi ve arabulucu olarak görmek istememiştir. Türkiye’nin yeni
dış politikasının ana unsurlarından biri olan, geleneksel Batılı ittifaklarıyla komşuluk ilişkileri
arasında bir denge ve uyum sağlama çabası bü-
yük bir yara almıştır.
Hariri suikastının ardından Suriye’yi izole ederek
cezalandırmak isteyen AB, Türkiye’nin Suriye
üzerindeki baskıyı kaldırıp onu uluslararası sisteme entegre etme çabalarını olumsuz etkilemiş-
tir. Türkiye’nin yeni dış politika anlayışı gereği
bölgesinde barış ve istikrarın sağlanması hayati
öneme sahiptir. Çevre ülkelerde barış ve istikrarın varlığı Türkiye’nin istikrarına katkı sağlayacağı gibi, bu barış ve istikrar ortamında Türkiye komşu ülkelerle siyasi, ekonomik ve kültürel
bağlarını geliştirerek bundan fayda sağlayacaktır.
Dolayısıyla Türkiye’nin komşu ülkelerinden herhangi birine yapılacak olan siyasi ya da askeri
müdahale bölgenin barış ve istikrarını bozacağı
için Türkiye’nin çıkarlarına ve güvenliğine doğ-
rudan bir tehdit olacaktır.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da demokrasi ve özgürlük sloganlarıyla başlayan ayaklanmalar,
Türkiye’nin uzun vadede oluşmasını arzu etti-
ği bölgesel düzenin ilk adımı mahiyetindedir.
Türk politika yapıcıları bölgelerinde, karşılıklı
bağımlılık temelinde birbirine bağlı, demokratik, şeffaf ve adil yönetimlere ve serbest piyasa
ekonomisine sahip ülkelerin birbirleriyle ticaret
yaparak oluşturduğu bir istikrar ve refah havzası tasavvur etmektedirler. Suriye’de Esed Rejimi
‘zamanın ruhu’na aykırı hareket ederek bu sü-
recin önünü tıkamaya çalışmakta, Türkiye’nin
yanı başında bir istikrarsızlık kaynağı olmakta
ve Türkiye’nin güvenliğini açıktan tehdit etmektedir. Gelinen noktada Türkiye’nin ihtiyacı olan,
Esed Rejimi’nin uluslararası meşruiyeti olan bir
müdahale ile yönetimden indirilmesi ve yerine
serbest ve adil seçimlerle seçilmiş bir yönetimin getirilmesidir. AB ve ABD çeşitli sebeplerle
bu adımı atma konusunda isteksiz davranarak
Türkiye’nin farklı şekillerde zarar görmesine göz
yummaktadırlar.
O
Kapak Konusu

   
     51
1 IAEA Information Circular, ‘Communication Dated 13 January 2006 Received from the Permanent Missions of
France, Germany and the United Kingdom to the Agency’, INFCIRC/662, 18 Ocak 2006; .
2 Pierre Emmanuel Dupont,. “The EU-Iran Dialogue in the Context of the Ongoing Nuclear Crisis.”Central European
Journal of International and Security Studies 3.1 (2009): 97-112.
3 “UNSC Resolution 1696 (2006).” .
4 Bkz. “Early October New Deadline for Iran.” Washington Post. 21 Sept. 2006. .
5 “UNSC S/RES/1737 (2006).” .
6 International Atomic Energy Agency, “Implementation of the NPT Safeguards Agreement and Relevant Provisions of Security Council Resolution 1737 (2006) in the Islamic Republic of Iran: Report of the Director General”,
GOV/2007/8, Şubat 22, 2007. .
7 International Atomic Energy Agency, “Implementation of the NPT Safeguards Agreement and Relevant Provisions of Security Council Resolution 1737 (2006) in the Islamic Republic of Iran: Report of the Director General”, GOV/2007/48, 30 Ağustos 2007, Par. 3-8 and 25. gov2007-48.pdf>.
8 “P5+2 Statement on Iran.” 28 Eylül 2007. ; Bkz. “Split in
Group Delays Vote on Sanctions against Iran.” International Herald Tribune. 28 Eylül 2007. ; “Sanctions for Tehran Are Delayed at the UN.” International Herald Tribune
29-30 Eylül 2007: 1; Bkz. Burns, R. Nicholas. “On-the-Record Briefing After Secretary Rice’s Meeting with the P-5
Plus Germany Plus EU.” Under Secretary for Political Affairs in the U.S. Department of State, 28 Eylül 2007. state.gov/p/us/rm/2007/92953.htm>.
9 Presidency Conclusions of the Brussels European Council, 14 Aralık 2007. cms_Data/docs/pressData/en/ec/97669.pdf>.
10 “Security Council Weighs New Sanctions on Iran.” International Herald Tribune. 22 Şubat 2008. articles/2008/02/22/news/22nations.php>.
11 International Atomic Energy Agency, “Implementation of the NPT Safeguards Agreement and Relevant Provisions of Security Council Resolutions 1737 (2006) and 1747 (2007) in the Islamic Republic of Iran: Report by the
Director General”, GOV/2008/4, 22 February 2008, Para. 54. Report_22Feb2008.pdf>.
12 “UN Votes to Add Sanctions against Iran.” International Herald Tribune. 03 Mart 2008. .
13 Seyyed Hossein Mousavian, Iran-Europe Relations: Challenges and Opportunities. (London and New York: Routledge, 2008). s.154
14 “Council of the European Union Press Release.” 3142nd Council Meeting, Foreign Affairs. Brussels, 23 Ocak, 2012,
5592/12.
15 “Council of the European Union Press Release.” 3157th Council Meeting, Foreign Affairs. Brussels, 22-23 Mart 2012,
7849/12.
16 Ahmet Davutoğlu, “Turkey’s Zero-Problems Foreign Policy.” Foreign Policy, 20 Mayıs 2010
17 Ahmet Davutoğlu, Principles of Turkish Foreign Policy and Regional Political Structuring. Working Paper no. 3.
Centre for Strategic Research, 2012. Vision Papers. s.7
18 Mohammed Ayoob,. “Beyond the Democratic Wave in the Arab World: The Middle East’s Turko-Persian Future.”
Insight Turkey 13.2 (2011): ss. 57-70.
19 Daniel Dombey, , Alex Barker, and Najmeh Bozorgmehr. “Turkey Slams Latest Iran Sanctions.”Financial Times. N.p.,
10 June 2010. .
20 Ayoob, A.g.e.
21 Mustafa Kibaroğlu, and Barış Çağlar. “Implications of a Nuclear Iran for Turkey.” Middle East Policy, 15.4 (2008):
59-80.
22 Bülent Aras. “Türk-İran İlişkileri: Değişim Ve Süreklilik.”Avrasya Dosyası, 12.2 (2006): 61-92.
23 Bülent Aras, and Rabia Karakaya Polat. “From Conflict to Cooperation: Desecuritisation of Turkey’s Relations with
Syria and Iran.” Security Dialogue, 39.5 (2008): 495-515.
24 İbrahim Kalın, Turkey and the Middle East: Ideology or Geo-Politics? Autumn. SETA, 01 Eylül 2008. .
DİPNOTLAR
Kapak Konusu
52 
   
    
25 Herb Keinon, “P5+1, Iran resume talks 2 weeks after last round.” The Jerusalem Post. 24 Haziran 2012.
26 “İran müzakereleri Moskova’da sürecek.” Hürriyet. 25 Mayıs 2012.
27 “İran yaptırımları, Türk ekonomisini vuruyor.” Milliyet, 24 Haziran 2012.
28 “Iran’dan petrol ithalatı 2.5 yılın en düşüğünde.” NTVMSNBC. 3 Eylül 2012.
29 Ruth Hanau Santini, “Policies towards Syria, 2003-2007: Realpolitik Unintended.” Who Is a Normative Foreign
Policy Actor?: The European Union and Its Global Partners. Ed. Nathalie Tocci. Brussels: Centre for European Policy
Studies, 2008. 41-46.
30 Peter Seeberg, European Neighbourhood Policy, Post-normativity and Legitimacy. EU Policies towards Jordan, Lebanon and Syria. Working paper no. 14. Centre for Contemporary Middle East Studies, University of Southern
Denmark, Kasım 2008. p.14
31 Santini, A.g.e.
32 A.e.
33 “More EU support for the victims of Syria’s humanitarian crisis”. European Commission Press Release, 22 Mart
2012, IP/12/273.
34 “Council strengthens EU sanctions against Syrian regime.” Luxembourg: Council of the European Union, 23 Nisan 2012, 8957/12.
35 “Statement by the EU High Representative Catherine Ashton on violence in Syria.” Brussels, 7 June 2012, A
255/12.
36 “Council conclusions on Syria.” 3183rd Foreign Affairs Council meeting. Brussels: Council of the European Union,
23 Temmuz 2012.
37 Ömer Taşpınar, “Turkey’s Strategic Vision and Syria.” The Washington Quarterly 35.3 (2012): 127-40.
38 Bülent Aras, “Turkey’s rise in the Greater Middle East: peace-building in the periphery”. Journal of Balkan and
Near Eastern Studies 11.1 (2009): 29-41.
39 Bülent Aras, and Hakan Fidan. “Turkey and Eurasia: Frontiers of a New Geographic Imagination”. New Perspectives on Turkey 40 (2009): 195-217.
40 A.e.
41 Ahmet Davutoğlu, “Turkish Foreign Policy and the EU in 2010”. Turkish Policy Quarterly 8.3 (2010): 11-17
42 Davutoğlu, ‘Principles’, A.g.e. s.7
43 A.e.
44 Davutoğlu, ‘Principles’, A.g.e. s.4
45 Davutoğlu, ‘Principles’, A.g.e. s.8
46 İbrahim Kalın, Turkey and a Democratic and Prosperous Arab World. Today’s Zaman, 18 Mayıs 2011.
47 Şaban Kardaş, Turkey’s Syria Policy: The Challenge of Coalition Building. On Turkey, The German Marshall Fund of
the United States, Şubat 17, 2012, s.2
48 A. e. s.3
49 Davutoğlu, ‘Principles’, A.g.e. s.4
50 İbrahim Kalın, In Syria, inaction is not an option. Today’s Zaman, 21 Mart 2012.
51 İbrahim Kalın, Turkey, Syria and the Annan Plan. Today’s Zaman, 18 Nisan 2012.
52 İbrahim Kalın, Turkey and the international order. Today’s Zaman, 4 Temmuz 2012.
53 İbrahim Kalın, The post-Assad Syria? Today’s Zaman, 1 Ağustos 2012.
54 “Suriye’de Türk TIR’larına saldırı.” Habertürk, 5 Temmuz 2012.
55 “Ülkelere Göre Dış Ticaret.” T.C. Ekonomi Bakanlığı. D8D3-8566-45208351967592CF>.
56 “Genelkurmay: 5 ayda 373 terörist öldürüldü, 88 şehit verildi.” Milliyet. 10 Eylül 2012.
57 Müderrisoğlu, Okan. “Esed PKK’ya silah veriyor.” USA Sabah, 15 Ağustos 2012.
58 “8 askeri şehit eden silahlar Suriye’den.” Star, 6 Ağustos 2012.
59 “Gaziantep’te bomba yüklü araca saldırı.” Radikal, 20 Ağustos 2012.
60 “Bayraklar PYD’den maaşlar Esad’dan.” Milliyet. 14 Ağustos 2012.
61 “Suriyeli mülteci sayısında rekor artış.” BBC Turkish, 4 Eylül 2012.
62 “Suriyeli sığınmacılar bir polisi vurdu.” Radikal, 10 Ağustos 2012.
63 “Suriyelilerin bulunduğu kampta isyan.” Hürriyet, 22 Temmuz 2012.
64 “Turkey urges international community to share Syrian refugee burden.” Today’s Zaman. 27 Ağustos 2012.
65 “Davutoğlu:’BM sistemi işlemiyor’.” Euractiv.com. 31 Ağustos 2012.
66 “Türkiye yüzüstü bırakıldı.” Brussels: ABHaber.com, 9 Eylül 2012.
67 “AB Daimi Temsilcisi Yenel: ‘Esad’a yaptırımlar işe yaramaz.” Euractiv.com. 10 Şubat 2012.

Konular