SADİ’NİN BOSTAN’I VE EZOP MASALLARI’NDA ORTAK TEMALAR

1
Çukurova Üniversitesi
Fen-Edebîyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebîyatı Bölümü
ÖZET
Bu makalede doğuya ait bir eser olan Sadi’nin Bostanı’yla batı’ya ait bir eser olan Ezop
Masalları, özellikle temaları bakımından karşılaştırılmış ve her iki eserdeki ortak
değerlerin belirlenmesine çalışılmıştır. Her iki eserin taranması ve belirlenen temaların
incelenmesi sonucunda, farklı yaşam biçimlerine sahip olmalarına rağmen doğu ve batı
toplumlarının benzer duygu ve düşünceleri paylaştıkları görülmüştür. Bilhassa adalet,
cömertlik, sevgi, alçakgönüllülük, kanaat, kendini bilme, terbiye gibi değerler her
iki toplumca önemsenmiştir. Kanımızca farklı yapılara sahip doğu ve batı toplumlarının
benzer kültürel değerleri benimsemelerinin başlıca nedeni, toplumsal yaşamın kendisi
olmakla birlikte tarihin eski dönemlerine kadar uzanan toplumlar arası ilişkiler ve edebî
eserlerdir.
Anahtar Kelimeler: Sadi, Bostan, Ezop, masal, ortak temalar, doğu edebiyatı, batı
edebiyatı.
ABSTRACT
In this paper Sadi’s Bostan a famous work in Eastern Literature and the Tales of
Aisopos in Western Literature have been compared from their literary viewpoint and
other characteristics. Studying on both works it has been found that dispite their
different cultural aspects, the East and the West have some similarities in social and
moral values, namely justice, generosity, modesty, love and etc. In this case, these
similarities of above mentioned works must be related to the social relationships
between two cultures coming from early days of history.
Key Words: Sadi, Bostan, Aisopos, tales, similar themes, Eastern Literature, Western
Literature.
GİRİŞ
Doğu ve batı toplumları arasında gerek yaşam biçimi gerekse dünyayı algılayış
bakımından büyük farklar olduğu bilinir. Buna rağmen daha yakından bakıldığında
gerek doğu toplumlarının gerekse batı toplumlarının benzer değerleri benimsedikleri ve
yücelttikleri görülmektedir.
Toplumların yaşama biçimlerinde gizli olan kültürel değerleri, yaşamın her
alanını içine alan edebî eserlerde görmek mümkündür. Bu nedenle burada klâsik edebî
eserlerden doğuya ait Sadi’nin Bostan adlı eseriyle batıya ait Ezop Masalları’nı bilhassa
temaları bakımından karşılaştırarak benzer değerleri belirlemeğe çalışacağız.
2
Daha çok hayvanların başından geçen olayları anlatan, insanlara ders vermek
amacı güden masallarıyla tanınan Ezop, M.Ö. VI. yüzyılda Firigya’da doğmuştur. Fakat
onun Trakya'da, Samos'ta, Sardeis'te, Mısır’da doğduğunu söyleyenler de vardır (Ataç.
2002: 1). Hatta Bandırmalı olduğu da yazılmıştır.1
(Kutbek, 2002).
Ezop Masalları, önceleri manzum olarak anlatılmış daha sonraları yazıya
geçirilmiş didaktik ürünlerdir. Bu masallar, insanlara toplumsal düzen içerisinde mutlu
yaşama yollarını göstermeye çalışır, ahlâkî değerleri benimsetme amacını güder.
Kaynaklarda fabl türünün kurucusu olarak anılan Ezop, bir halk ozanı görevi
de görerek toplumun belleğinde birikmiş olan anlatılarla birlikte kendi deneyimlerini ve
gözlemlerini de dile getirmiştir. Hatta bu anlatılara benzeyen birçok masal, daha sonraki
devirlerde gerek yazarlar gerekse anlatıcılar tarafından Ezop’un masallarına dahil
edilmiştir (Çelgin, 1990: 57, 58).
Ezop masalları ilk kez M.Ö. 300 yılında Demetrios Phalereus tarafından, ikinci
kez M. S. 100 yılında Babrios2
adlı bir şâir tarafından 10 kitap halinde yeniden derlenip
yazılmıştır. Ayrıca Latin edebîyatında Augustus ve Quintilianus, onun masallarını çok
beğenirler. Bu masalların mutlaka Latin diline aktarılması gerektiğini bildirirler.
Phaedrus, masalları ilk kez Latinceye aktarır. Bundan sonra Avianus da masalları
yazmayı dener. XIV. yüzyılda Planudes adlı bir rahip masalları düz yazı şeklinde yazar
(Uzel. 2000: 6).
XVII. yüzyılda ise fabl ustası sayılan La Fontaine, büyük oranda bu
masallardan yararlanarak La Fontaine Masalları diye anılan eserini ortaya koyar
(Kurtulmuş, 2000).
Sadi, 1213’te İran’ın Şiraz şehrinde doğmuş, ilk öğrenimini Şiraz’da
tamamladıktan sonra Moğol istilası nedeniyle 1225 yıllarında Bağdat'a gitmiştir.
Nizamiye Medresesi'nde3
eğitimine devam ettikten sonra Suriye, Anadolu, Mısır,

1
“Bir Phryg ailesinden olan Aisopos, İ.Ö. 620 yılında Phryglerin yoğun olduğu Panormos’ta
(Bandırma) doğdu. Yaşamını köle olarak sürdürdü. Mitolojiye göre Aisopos, bir gün Av Tanrıçası
Artemis’in adamlarına su vermiş. Bu yardımından dolayı Tanrıça Artemis tarafından
ödüllendirilmiş. Konuşma özürlü olan Aisopos’un dili çözülmüş ve rahatlıkla konuşmaya
başlamış. Küçüklüğünden beri bilgeliği ve zekasıyla dikkatleri çeken Aisopos’u daha sonra
Kyzikoslu sahibi onu bir esir tüccarına sattı. Aisopos da Samoslu (Sisam Adası) filozof İadmon’un
kölesi oldu.” Bkz. (Kutbek, 2002)
2
“Yaşamı ve memleket hakkında hemen hemen hiçbir şey bilinmemekle birlikte Küçük Asia’da
yaşadığı sanılmaktadır. Mythiamboi Aisopeioi (Aisopos’un Fablleri) isimli eserinde çoğu Aisopos
kaynaklı fablleri kholiambik vezinle bir araya toplamıştır. Ancak bazı ilaveler de yapmıştır.
Eserin orijinalinin 10 kitap olduğu sanılmaktadır. Fakat 1840 yılında Athos dağında bir
manastırda ele geçen manuskri, yalnızca 2 kitaptan ibarettir, üstelik 2. kitap tamam değildir.”
Bkz. (Çelgin, 1990: 57, 58)
3
Büyük Selçuklu Veziri Nizamülmülk’ün gayreti ve Sultan Alp Arslan’ın emriyle 1067’de
Bağdat’ta kurulan medrese. Nizamiye, zamanının en iyi yüksek öğretim kurumuydu. Düzenli ve
programlı bir öğretimi, zengin bir kütüphanesi vardı. Bugünkü vakıf üniversiteleri gibi
yönetiliyor; masrafları sultan tarafından vakfedilen çarşı ve çiftliklerin gelirlerinden
karşılanıyordu. Nizamiye’de hukuk, felsefe, astronomi, matematik gibi bilimler okutuluyordu.
3
Marakeş, Azerbaycan, Belh gibi yerleri gezmiş, ünlü mutasavvıf Şihabüddin Suhreverdi
ile tanışmış, 1256'da Şirâz'a dönmüştür.
Ünlü eseri Bostan’ı, dostluğunu kazandığı Salgurlu hükümdarı Ebubekir b.
Sa'd b. Zengi'nin adına, yine ünlü Gülistan adlı eserini de veliaht Sa'd II adına yazmıştır.
Daha sonra hacca gitmiş, dönüşünde Tebriz'e uğramış, Cüveynî aracılığı ile Moğol
hükümdarı Abaka Han ile görüşmüştür. En sonunda ne Şiraz'a dönmüş ve 1292’de
Şiraz’da vefat etmiştir. (Yazıcı, 1988: 36-41; 1990: 398, 399).
Doğu edebîyatına büyük etkisi olan Sadi'nin eserleri ölümünden sonra
toplanmış, Ahmed b. Ebubekir tarafından Külliyat olarak basılmıştır. 16 kitap 6
risâleden meydana gelen Külliyat Bisütun diye tanınır (Yazıcı, 1988: 36-41; 1990: 398,
399).
Haklarında kısaca bilgi vermeye çalıştığımız Sadi ve Ezop’un yukarıda adı
geçen eserlerinde temaları bakımından yaptığımız tasnif sonucu, bilhassa adalet,
dostluk, doğruluk, bağışlamak, cömertlik, alçakgönüllülük, kanaat, sadakat,
kendini bilme gibi değerler tespit edilmiştir. Her iki toplumun kültüründe bu değerlerin
yüceltildiği, zalimlik, düşmanlık, hainlik, kendini beğenmişlik, cimrilik, aç
gözlülük, başkasına özenme, cahillik, kadir bilmezlik, yalancılık, bencillik gibi
tutum ve davranışların ise yerildiği görülmüştür.
Ayrıca gerek coğrafî gerekse kültürel bakımdan birbirlerine uzak gibi görünen
farklı kültürlerdeki bu benzerliklerin nedenleri ayrı bir inceleme konusu olabilir.
Kanımızca bu sorunun cevabını toplumsal yaşam ortamı ve süreciyle birlikte, tarihte,
bilhassa Helen İmparatorluğunu da içine alan düşünce ve uygarlık tarihinde bulmak
mümkündür. Doğu ve batının bir bakıma birleşip kaynaştığı bu devirde bilgi alışverişi
doğaldır. Nitekim doğu mutasavvıf ve düşünürlerinin eserlerinde M.Ö VI. yüzyıl ve
daha önceki dönemlerin ahlâk anlayışının yansıdığı görülmektedir (Tekeli, Kâhya,
Dosay, Demir, Topdemir, Unat, Aydın, 2001: 62).
Sadi ve Ezop’un anlatılarını karşılaştırdığımız bu incelemede Phaedrus’un
derleyip hazırlamış olduğu, Türkân Uzel tarafından Türkçeye çevrilen Öteki Yayınevi
tarafından yayınlanan Ezop Masalları ile Hikmet İlaydın tarafından Türkçeye çevrilen
Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından yayınlanan Bostan’dan yararlandık.
Phaedrus’un derlediği Ezop Masalları, 5 kitap ve Yeni Masallar bölümü olmak
üzere toplam 6 kitaptan meydana gelmiştir. 1. Kitap 31, 2. Kitap 8, 3. Kitap 19, 4. Kitap
26, 5. Kitap 10 masal ve 6. bölüm diyebileceğimiz Yeni Masallar 30 masal
içermektedir. Bu duruma göre Phaedrus’un derlediği Ezop Masalları’nda toplam 124
masal bulunmaktadır.
Sadi, Bostan’ı Gülistan’dan bir yıl önce milâdî 1257 yılında yazmıştır. 4000
beyitten çok tutan eser, Fe û lün Fe û lün Fe û lün Fe ûl kalıbıyla ve mesnevi nazım
şekliyle yazılmıştır. 1. Adalet, 2. Cömertlik, 3. Aşk, 4. Alçakgönüllülük, 5. Kadere
boyun eğme, 6. Kanaat, 7. Terbiye, 8. Şükür, 9. Tövbe, 10. Münâcât olmak üzere

“Nizamülmülk zamanında Bağdad’dan sonra İsfahan, Rey, Nişâpûr, Merv, Belh, Herat, Basra,
Musul, Amul… gibi büyük merkezlerde kurulan ilk medreseler de Nizâmiyye adını almış ve
sonradan diğer isimlerle başka medreseler vücut bulmuştur” (Turan, 1993: 332).
4
toplam 10 bölümden meydana gelmiştir. Sadi, eserinde Ezop Masalları’nda olduğu
gibi daha çok kendi deneyim ve gözlemlerini anlatıyor gibidir. Yine Ezop’ta olduğu gibi
ders verici hayvan hikâyelerinden yararlandığı da dikkati çekmektedir.
Aradaki benzerlikleri ve ayrımları belirlemek amacıyla Ezop Masalları’nı ve
Bostan’ı temaları bakımından incelediğimizde karşımıza iyi ve kötü davranışlar olmak
üzere iki grup çıktı: İster iyi ister kötü temaları işleyen hikâyeler olsun her iki gruptaki
anlatıların tek amacı iyiliğin yüceltilmesi, kötülüğün ise yerilmesiydi. Bu durum,
aslında doğu ve batı toplumlarının aynı değerleri benimsediğini de göstermektedir.
BOSTAN VE EZOP MASALLARI’NIN KARŞILAŞTIRILMASI
Şimdi her iki eseri ayrı ayrı tarayarak elde ettiğimiz benzer konu ve temaya sahip
anlatıları burada karşılaştıracağız. Bunu yaparken önce tarih bakımından daha eski olan
Ezop Masalları’ndaki anlatıları daha sonra Bostan’dakileri özetleyeceğiz. Daha sonra da
temalardaki benzerliklere ve farklara dikkati çekerek anlatıların vermek istediği asıl
duygu ve düşünceyi belirlemeye çalışacağız.
1. İyilik.
Ezop Masalları’nda çukura düşen bir parsa insanların bir kısmı taş atar, bir kısmı da
ekmek. Ertesi gün pars tuzaktan kurtulunca, ekmek atanlara dokunmaz, taş atanları ise
cezalandırır (Uzel, 2000: 63).
Bostan’da ise bir adam, arkasından bir koyunun koştuğu çobanı görünce
çobana, koyunun tasma ve zincir sayesinde koştuğunu söyler. Bunun üzerine genç
çoban, koyunun zincirini ve halkasını çözer. Serbest kalan hayvan yine kendisini
besleyen bakıcısının arkasından koşmaya devam eder (İlaydın, 1985: 117).
Edebî eserlerin bir kısmında bilhassa masal ve efsanelerde alegoriden
yararlanarak bir duygu ve düşüncenin daha etkili anlatılması yoluna gidilir. Gerek
Sadi’nin gerekse Ezop’un masallarında alegori karşımıza sık sık çıkar. Burada yer alan
ilk örneğimizde sadakat konusu anlatılırken alegoriden yararlanılmıştır. Yukarıda
özetlemeye çalıştığımız anlatılarda alegori yoluyla hayvanların bile iyilik gördükleri
kimselere kötülük etmedikleri, tersine yararlı olmaya çalıştıkları düşüncesi verilmiştir.
2. Sadakat.
Ezop Masalları’nda bir hırsız bir köpeği elde etmek için köpeğin önüne ekmek
atar. Köpek de hırsızın niyetini anlayarak “Sus payı mı bu yoksa?” diyerek cevap verir
ve hırsıza bu davranışının kendisini daha dikkatli olmaya zorladığını belirtir (Uzel,
2000: 42).
Bostan’da sadakate örnek olarak mücevher sandığı taşıyan bir devenin yolda
yıkılması, bunun padişahın çevresinde bulunan hizmetkarlarına yağma emri vermesi,
fakat kölelerinden birinin gitmemesi anlatılır.
Padişahın emri üzerine bütün köleler bir devenin yıkılması sonucu parçalanan
sandığı yağmaya giderler, fakat Ayaz4
adlı köle bir köle padişahın emrine rağmen
yağmaya gitmez. Daha sonra padişah Ayaz’a, yağmadan ne getirdiğini sorunca, Ayaz da

4
Gazneli Mahmut'un kölesi ve mahbubu olan kimsenin adı.
5
hiçbir şey getirmediğini, çünkü padişahın hizmetini bırakamadığını, padişahının
arkasından gittiğini belirtir (İlaydın, 1985: 1160, 161).
Bu örneklerden alegorik bir masal olan biricisinde köpeğin, ikincisinde kölenin
sahiplerine olan bağlılığı anlatılmaktadır. Örnek olarak seçtiğimiz bu anlatıların ortak
teması, yaşama nedeni olan yere ve kimselere karşı duyulan bağlılıktır.
3. Kötülüğe iyilikle karşılık vermek.
Ezop Masalları’nda Ezop, bazen kendi başından geçen olayları da anlatır.
Ezop bir gün yolda giderken kendisine taş atan terbiyesiz, serseri bir adamı
para vererek ödüllendirir; daha sonra başkasına da aynı hareketi yapan adam bu kez
hapse düşer (Uzel, 2000: 65).
Bostan’da da adamın biri işi gücü ibadet etmek olan bir kölenin yanından
geçerken onu Yahudi sanır ve ensesine bir yumruk atar. Derviş de bunun üzerine
gömleğini çıkarıp adama hediye eder. Adam bu durumdan utanır ve dervişten kendisini
bağışlamasını ister (İlaydın, 1985: 296).
Burada Hz. İsa’nın “Bir yanağına vururlarsa, öbür yanağını da çevir” anlayışı
vardır. Görüldüğü gibi bu anlayış, Hz. İsa’nın doğumundan altı yüzyıl önce yaşamış
Ezop’un masallarında da tespit edilmiştir. Bu bilgece davranış, toplumların uygarlık
tarihi adını verdiğimiz süreç içerisinde ürettikleri toplumsal kültürün bir ürünüdür.
4. Kendini beğenmişlik, kibir.
Ezop dördüncü kitabında yer alan yedinci bölümde ise “Ne zevkli adam!”
desinler diye edebîyattan anlayan, her şeye burun kıvıran, kendini beğenmiş kimselere
sesleniyor ve onların neredeyse tanrıları bile beğenmemelerini eleştiriyor (Uzel, 2000:
90-92).
Ezop, bir gün şiirlerini değerlendirmek üzere kendisine getiren bir adamı
“Aferin çok beğendim kendini övmeni” diyerek alaycı ve iğneleyici bir şekilde yerer
(Uzel, 2000: 126).
Ezop, incelediğimiz kitabın Yeni Masallar bölümünde de kendisinden daha
güçsüz rakibini yenmekle övünen bir pehlivanı kınar (Uzel, 2000: 128).
Kendini beğenmişliğe örnek olarak Bostan’dan seçtiğimiz yoksul, medreseyi
yeni bitirmiş bir fakih5
ile kendini çok beğenmiş, gururlu bir kadı
6
efendinin
hikâyesi anlatılır.
Bir gün kadı efendi, âlimlerle toplantı yaptığı divanda, üstü başı eski, yoksul
bir fakihin âlimler arasında oturduğunu görür. Kadı, bunun üzerine yoksul fakihi
azarlar, haddini bilmesini ve arka sıralarda bir yerde oturmasını söyler.
Âlimlerin toplantısının başlamasından kısa bir süre sonra güç bir karar
aşamasında sorun çıkar. Toplantı karışır. Âlimlerin tartışması şiddetlenir ve düzey
oldukça düşer. Bu sırada arkada oturan yoksul fakih, yerinden kalkar, sorunların
bağırmakla değil, bilgi ve delillerle çözülebileceğini belirtir. Arkasından da tartışılan

5
Fıkıh ilmini bilen. İslâm hukukçusu. Zeki, anlayışlı kimse. 6
Kaza eden. Hâkim. Şeriat hükümlerine göre suçluyu ve suçsuzu ayırarak yargılayan, hâkim.
6
konuya bir çözüm getirir. Bu durumda toplantının başında yoksul fakihe gösterdiği
davranışından dolayı kendini beğenmiş kadı efendi utanır (İlaydın, 1985: 181-184).
Görüldüğü gibi gerek Bostan’da gerekse Ezop Masalları’nda insanları küçük
görme, kibir ve kendini beğenme gibi davranışlar eleştirilmekte, toplumsal konumu ne
olursa olsun insana değer vermek, saygı göstermek gerektiği düşüncesi verilmektedir.
5. Kibir gerçeği görmeyi engeller.
Bu duruma örnek olarak Ezop Masalları’nda bir horozu taht üzerinde taşıyan
yaban kedileri anlatılır.
Yaban kedileri, bir horozu taht üzerinde büyük bir iştahla taşımaktadırlar, fakat
gururla taht üzerinde seyahat eden horoz bu gerçeği göremez. Yaban kedileri karınları
acıkınca horozu parçalayıp bir güzel yerler (Uzel, 2000: 133).
Bostan’da da bu konuda Erdebilli okçu anlatılır.
Erdebil7 şehrinde ok atmada usta, düşmanlarını bir vuruşta parçalayan demir
pençeli bir yiğit varmış. Bir gün şehre onunla karşılaşmak isteyen, üzerinde bir çoban
kepeneği
8
bulunan yoksul görünüşlü bir genç gelir. Bu genç de savaşçı bir yiğitmiş.
Yiğitlikte Behrâm-ı Gûr’a9
benzermiş. Omzunda onun gibi kement taşırmış.
Erdebilli okçu, eski püskü elbiseler içerisindeki adamı görünce ona ardı ardına
elliye yakın ok atar. Fakat okların biri bile kepenekli yiğite değmez. Kepenekli yiğit,
tıpkı Rüstem10 gibi Erdebilli okçuyu kemendiyle yakalayarak ordugâha götürür. Çadırda
kanlı hırsızlara yapıldığı gibi ellerini omuzlarına bağlar.
Erdebilli okçu gece utancından uyuyamaz. Sabahleyin çadırdaki hizmetçilerden
biri “Sen ki mızrakla, okla demiri delerdin, nasıl oldu da bu kepenekliye esir oldun?”
diye sorar. Erdebilli de içi kan ağlayarak “Bilmiyor musun ecelin geldiği gün kimse
yaşamaz. Ben ki vuruşup dövüşmekte Rüstem’e dahi yol gösterecek bir kimseydim. Bir
zamanlar bahtımın pazısı kuvvetliyken kalın bel demirleri bana keçe gibi geliyordu.
Fakat şimdi pençemde o talih olmadığından okumun önünde keçe bile bel demirinden
aşağı kalmıyor” diye cevap verir (İlaydın, 1985: 221, 222).
Her iki eserden aldığımız bu örneklerde kahramanların gururları nedeniyle
gerçeği görememeleri, sonuçta yok oluşları anlatılmaktadır. Hatta Bostan’da Sadi,
şöyle öğüt de verir: Yüksek bir makamda mısın? Aklın başında oldukça bir düşküne
gülme. Nice ayakta duranlar ayaktan oldular da onların yerlerini düşkünler aldılar
(İlaydın, 1985: 177). Bostan’daki hikâyede kaderci bir anlayış da dikkati çekmektedir.

7 İran’da Tebriz’in doğusunda Hazar Denizi’ne yakın bugün de Türklerin yoğun olarak
yaşadıkları şehir. 8
Çobanların giydiği kolsuz ve dikişsiz, keçeden dövülerek yapılan giyecek. 9
Yaban eşeği avlamakla ünlü, yiğit İran padişahı. 10 Doğu edebîyatında güç ve cesaretin timsali olarak bilinen ve Zaloğlu Rüstem veya "Rüstem-i
Sistanî" nâmiyle tanınan İran mitolojsine ait bir kahramandır. Yiğitliği ve savaşçılığıyla
efsaneleşmiştir.
7
6. Tatlı dil ve güler yüz.
Ezop Masalları’nda azgın bir boğayla aynı çifti süren yaşlı öküzün çiftten
ayrılmak istemesi üzerine köylünün onu tatlı sözle ikna etmesi anlatılır (Uzel, 2000:
127).
Bostan’da ise bal satan, güler yüzlü bir delikanlının hikâyesi vardır.
Bu bal satan, hem güzel hem de güler yüzlü delikanlının sinekten daha çok
müşterisi varmış; delikanlı zehir bile satsa herkes bunu alıp bal diye içermiş.
Bir gün kaba saba bir adam, bu delikanlının satışını görür ve kazancını
kıskanır. Ertesi gün kendisi de ekşi suratıyla bağıra çağıra gezinerek bal satmaya çalışır,
fakat sonuçta bir şey satamaz. O gün para kazanamayan adam, asık yüzle evine dönünce
karısı “Suratı ekşi olanın balı da acı olur” diyerek şaka yapar.
Sadi de “Çirkin tabiat, adamı cehenneme götürür. Çünkü iyi huy cennetten
gelmiştir. Tek ırmak kenarından sıcak su iç de ekşi suratlının soğuk gül şerbetini içme.
Yüzü sofra gibi karmakarışık olan bir adamın ekmeğini tatmak haramdır” diye nasihat
eder (İlaydın, 1985: 189).
Her iki eserde de Türkçemizdeki “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” sözünü
doğrular bir biçimde tatlı sözün önemi ve değeri anlatılıyor.
7. Boş söz ve gurur.
Ezop Masalları’nda bir sinek, katırın çekmekte olduğu bir arabanın okuna
konar ve kendi haline bakmadan katırı hızlı gitmesi konusunda uyarır (Uzel, 2000: 66).
Diğer bir masalda yine bir sinek üstünlük konusunda karınca ile tartışır.
Örneğin tanrılar için kesilen kurbanın tadına tanrılardan önce baktığını, kralların başına
konduğunu, kadınların dudaklarına konup öptüğünü anlatarak övünür. Karınca da tanrı
yemeğinin insana onur verdiğini doğrular. “Fakat davetsiz olana değil” diyerek de onun
hemen kovulduğunu, istenmediğini hatırlatır (Uzel, 2000: 103-106).
Bostan’da Akbaba ile Çaylak hikâyesi bu konuya uygun düşmektedir.
Bir akbaba, çaylağa uzağı kendisinden daha iyi kimsenin göremeyeceğini
söyler. Bunun üzerine çaylak “Bunu söylemek yetmez. Gel bakalım. ovanın etrafında ne
görüyorsun?” diye sorar. Akbaba da bir günlük yol tutan bir yükseklikten aşağılara
bakar ve “Eğer inanırsan, ovada bir buğday tanesi görüyorum” diye cevap verir.
Çaylak hayret eder; sabredemez ve aşağı doğru süzülürler. Fakat taneyi görebilme
üstünlüğünün verdiği gururla akbaba, o tanenin yanına gelince ayağını bir tuzağın ipi
sıkar; akbaba tuzağa düşmüştür (İlaydın, 1985: 226, 227).
İnceleme konumuz olan iki eserden alınan alegorik nitelikteki bu anlatılarda
boş sözlerle ve gereksiz gururla yararlı bir iş yapılamayacağı anlatılıyor; insanın ancak
hakkıyla çalışıp didinerek hayatını sürdürebileceği düşüncesi veriliyor. Ayrıca Sadi’nin
hikâyesindeki kaderci anlayış da dikkati çekmektedir.
8. Aldatma.
Ezop Masalları’nda aldatma konusunda Karga ile Tilki hikâyesi en dikkat
çekici olanıdır.
Karga bir gün bir peynir parçası çalar ve bir dala konar. Oradan geçmekte olan
tilki bunu görür ve dalın altına gelerek, onun ne kadar güzel bir sesi olduğunu söyler.
8
Sonunda tilki, güzel sözlerle kargayı şarkı söylemesi için kandırır. Karga, şarkı
söylemek için ağzını açınca peynir düşer ve tilki peyniri alıp kaçar (Uzel, 2000: 35, 36).
Bostan’da ise Sadi, kendi başından geçen bir olayı anlatır.
Sadi çocukken rahmetli babası ona bir yazı tahtası, bir defter, bir de altın yüzük
alır. Fakat ansızın çıkan bir müşteri, bir hurmayla çocuğu kandırarak elindeki yüzüğü
alır ve kaybolur (İlaydın, 1985: 321, 322).
Her iki eserde de bir kandırmanın söz konusu olduğunu görüyoruz. Bu
kandırma birinci hikâyede güzel sözlerle, ikincisinde ise bir çocuk için birçok şeyden
daha değerli olan hurma ile gerçekleşmiştir. Burada “Hayatta daima insanı kendi
çıkarları için kandırabilecek, zekasını kötüye kullanabilecek kimselerin bulunduğu”
düşüncesi verilmek istenmiş, okuyucu veya dinleyici bu konuda uyarılmıştır.
9. Hainlik.
Ezop Masalları’nda bir adam, soğuktan donmuş bir yılanı ısıtıp canlandırır.
Fakat yılan kendine gelip canlanınca ilk işi kendisini ölmekten kurtaran adamı sokup
öldürmek olur (Uzel, 2000: 99).
Bostan’da da buna benzer bir hikâye olarak kurt yavrusu besleyen adamdan söz
edilir. Bir adam kurt yavrusunu besler, büyütür. Sonunda iri bir kurt haline gelen
hayvan kendisini büyüten sahibini parçalar (İlaydın, 1985: 323).
Ayrıca bu kısmın sonunda Sadi “Seni parçalayacak düşmanını böyle naz u
nimetle besleme” diye öğüt verir (İlaydın, 1985: 323).
Her iki hikâyede iyilik gördüğü yere kötülükle cevap veren hayvanlar
anlatılmaktadır. “Besle kargayı oysun gözünü” atasözümüze uygun düşen bu anlatıların
vermek istediği asıl düşünce, “İnsanı yok etme ihtimali bulunan düşmanı besleyip
büyütmemek, mümkünse yok etmek”tir.
10. Cimrilik.
Ezop Masalları’nda tilki, kendine ev yapmak için toprağı kazarken hazineyi
bekleyen bir yılanla karşılaşır. Yılan, hazineyi ne kendisi kullanmakta ne de başkasına
kullandırmaktadır (Uzel, 2000: 99, 100).
Bu konuda Bostan’da parasını harcamaya kıyamayan bir adamın hikâyesi
anlatılır.
Cimri bir adam parasını yemiyor; kimseye de yedirmiyordu. Altın ve gümüşün
tutsağı olmuştu. Bir gün oğlu, cimri babasının parayı nereye gömdüğünü gördü ve
altınları hemen topraktan çıkardı. Paranın bulunduğu yere de bir taş bıraktı. Sonra
paraları har vurup harman savurdu.
Her şeyi rehine konan adam üzüntüden ölüm derecesine gelmişken oğlu, çenk
ve ney getirterek sabaha kadar eğlendi; sabah olunca da üzüntüden gece boyunca
uyuyamayan babasına “Babacığım, para ancak yemek içindir; saklamak içinse yerinde
ha altın olmuş ha taş bulunmuş, hepsi bir” diye cevap verdi (İlaydın, 1985: 133-135).
Ezop Masalları’nda yine alegorik bir anlatım tarzı görülmektedir. Burada bir
bakıma parasını harcamayan ve harcatmayan insanlar, hazineyi bekleyen yılan gibi
düşünülmüştür.
9
Bostan’da ise alegoriye başvurulmamış, olay doğrudan anlatılmıştır. Burada
parasını harcamayan ve harcatmayan cimri bir babanın oğlu, fırsat bulunca bütün parayı
harcar. Gerçi Bostan’daki hikâyede Ezop’ta olduğu gibi cimriliğe bir eleştiri vardır,
fakat oğlun savurganlığı da toplum tarafından kabul görecek bir davranış değildir.
Kanımızca Sa’di “Yemeyenin malını yerler” sözünü hatırlatacak şekilde bir hikâye
anlatarak dinleyicilerini veya okuyucularını uyarmak istemiştir.
Sonuçta gerek doğu gerekse batı toplumlarında cimriliğin kabul görmeyen bir
davranış olduğu yukarıdaki örneklerden anlaşılmaktadır.
11. Zorbalık.
Bu konuya uygun olarak Ezop Masalları’nda Kurt ile Kuzu masalı anlatılır.
Kuzu su içmek için geldiği dere kıyısında kurtla karşılaşır. Kuzuyu yeme
niyetinde olan kurt, kavga çıkartmak amacıyla derenin üst kısmında olmasına rağmen,
kuzuya “Suyumu kirletiyorsun” diye seslenir (Uzel, 2000: 26).
Bostan’da ise birtakım çapulcularca çevresi sarılıp ok yağmuruna tutulan bir
tüccarın hikâyesi anlatılır.
Çapulcuların saldırısı ve talanıyla zarar gören tüccar, padişahın yönetiminden
rahatsızlığını “Erkeklik hırsızlarda olduktan sonra memleketteki askerin kadın
sürüsünden ne farkı kalır?” sorusuyla dile getirir.
Sadi de “Tüccarları ısırıp zehirleyen bir padişah, halkına ve orduya karşı iyilik
kapısını kapamış sayılır. İnsanlar onun çıkardığı kötü adetlerin velvelesini duyduktan
sonra oraya giderler mi?” yorumunda bulunur. Hatta “Kurdun kafasını da halkın
koyunlarını paraladıktan sonra değil, önceden kesmek gerekir” şeklinde uyarır (İlaydın,
1985: 23, 24).
Doğada “Büyük balık küçük balığı yutar” sözüne uygun bir yaşam vardır.
Karşılaştırdığımız iki hikâyede de güçlü olan zayıfı ezmekte, hatta yok etmektedir.
Fakat toplumsal yaşam kuralları çerçevesinde insanların hak ve hukuku söz konusudur.
Burada bilhassa Bostan’daki hikâyede “Toplumsal yaşam içerisinde yalnızca
güçlülerin değil, diğer canlıların da varlığını sürdürebilmesi gerektiği” düşüncesi
verilmektedir.
12. Açgözlülük.
Bu konuya örnek olarak Ezop Masalları’nda ağzındaki etle yetinmeyen
köpeğin başına gelenler anlatılır.
Bir kasaptan bir parça et çalıp kaçan köpek, nehirden geçerken suda kendi
yansımasını görür. Kendi görüntüsünü başka bir köpek sanarak, onun ağzındaki eti de
almaya çalışır. Sonuçta köpek, suya batar ve elindekinden de olur (Uzel, 2000: 29).
Bostan’da ise konuyla ilgili olarak bir kocakarının evinde yaşayan kedinin
hikâyesi anlatılır.
Yaşlı bir kadının evinde yaşayan bir kedi, kadının yoksul düşmesi üzerine daha
iyi beslenebilmek ve yaşamak amacıyla devrin padişahının misafirhanesine gider. Fakat
sultanın adamları kediyi ok yağmuruna tutarlar. Zavallı kedi, canını zor kurtarır, tekrar
kocakarının evine sığınır (İlaydın, 1985: 242).
10
Görüldüğü gibi “Dimyata pirince giderken eldeki bulgurdan olmak” sözüne
uygun düşen bu hikâyelerde “Eldekiyle yetinmek, kanaatkar olmak gerektiği” düşüncesi
veriliyor. Kanaatkarlık bilhassa doğu kültüründe oldukça önem verilen, en büyük
zenginlik kabul edilen bir haslettir.
13. Fitne.
Ezop Masalları’nda efendisinin mirasına konmak ve ondan intikam almak
isteyen bir köle, düzen kurarak efendisine karısının ihanet ettiğini söyler. Adamın
karısı, aslında anne, sevgisiyle genç oğlunu yanında yatırmaktaymış. Fakat kölenin
verdiği fitneyle öfkeden yanıp tutuşan adam, bir gün karısının yatak odasına gizlice
girer ve sevgili karısının yanında bir delikanlının yatmakta olduğunu görür. Öfkeli
adam, karanlıkta delikanlının başını tutar ve hançerini delikanlının göğsüne saplar. Bu
arada ışık vurunca öldürdüğü delikanlının kendi oğlu olduğunu görür. Masum eşi de
yanında uyumaktadır. Bu acı karşısında adam kendi kılıcının üzerine atlayarak intihar
eder. Bu arada hainler kadının katil olduğunu ihbar ederler.
Sonunda yargıçlar gerçek suçluyu bulurlar, fakat gerçeği iyi araştırmadan
hareket eden, her söze kanan baba bir felaket yaratmıştır (Uzel, 2000: 69-72).
Bostan’da ise, ünlü İran padişahı Feridûn’un11 iyi kalpli, uzağı gören, her
şeyden önce Tanrı yolunu gözleyen, padişahın buyruğunu daha sonra düşünen vezirinin
hikâyesi anlatılır.
Bir sabah adamın biri padişahın huzuruna çıkar. Padişaha övgü ve dualar
yağdırdıktan sonra, vezirinin aslında padişaha düşman olduğunu, en küçüğünden en
büyüğüne kadar bütün ordu mensuplarına gizlice para verdiğini, padişah öldüğü zaman
parayı geri almayı şart koştuğunu söyler.
Padişah da vezirini çağırtır ve neden kendisine dost gibi görünüp aslında düşman
olduğunu sorar. Bu soru karşısında vezir, bütün saygısıyla padişahı selamlar ve
açıklama yapar. Ordu mensuplarına parayı padişahın ölümünden sonra geri almak
şartıyla verdiğini, böylece mensupların parayı daha geç vermek amacıyla padişahın
ömrünün uzun olması için dua edeceklerini söyler. Bu sözler, padişahın hoşuna gider ve
mutlu olur. Veziri de terfi ettirir (İlaydın, 1985: 268, 269).
Gerek Ezop Masalları’nda gerekse Bostan’da anlatılan hikâyelerde işin aslını
araştırmak söz konusudur. Ezop Masalları’ndaki anlatı işin aslı araştırılmadığı için bir
felaketle sonuçlanmıştır. Bostan’daki hikâyede ise padişahın işin aslını öğrenmesiyle
vezirin felaketi önlenmiştir.
Fitne, felakete yol açar. Bu nedenle burada “Bir işin aslını öğrendikten sonra
hareket etmek gerektiği” düşüncesi verilmiştir.
14. Kusuru yüze vurma terbiyesizliği.
Bu konuya örnek olarak Ezop Masalları’nda kendini bilmez bir kimsenin bir
hadımın kusurunu yüzüne vurması anlatılır.
Bir hadımla kavga eden kaba ve terbiyesiz bir adam, ağzını bozup küfrederken,
hadımın eksiğini de söyler. Kusuru yüzüne vurulan hadım bu duruma çok üzülür.

11 İran’da Pişdâdî sülalesinin altıncı hükümdarı. Lakabı Ferruh’tur.
11
Kendisini suçlayan adama “Kaderin suçunu üstüme yüklüyorsun” diye cevap verir
(Uzel, 2000: 72).
Sadi, Bostan’da konuyla ilgili olarak noktalı harfleri söyleyemeyen, fakat
marifetli bir delikanlının hikâyesini anlatır.
Marifetli delikanlı birçok özelliğine rağmen dilindeki bir tutukluk nedeniyle
“ebced”
12 sözcüğünü doğru söyleyememektedir. Sadi, bir gün gönül erlerinden birine
marifetli delikanlıdan söz ederken ön dişleri olmadığını belirtir. Bu nazik olmayan
tavırdan dolayı o gönül erinin yüzü kızarır ve bir daha böyle kötü sözler söylememesi
konusunda uyarır. Onun bu kusuruna karşılık birçok marifeti olduğunu, yalnızca
kusurlarını değil marifetlerini de görmek gerektiğini belirtir.
Sadi, bu anlattıklarından başka iyiyi gören kimselerin, ahrette de hesap günü
kötülükle karşılaşmayacaklarını; erdem sahibi bir kimsenin bir kusurundan dolayı aşağı
görülmemesi gerektiğini, eskilerin “Huz mâ safâ”
13 sözünü hatırlatarak belirtir (İlaydın,
1985: 283-284).
Bostan’da bu konuyla ilgili güzel bir örnek daha bulunmaktadır: Birisi kara
yağız bir adama çirkin olduğunu, söyler. Çirkin adam da “Ben, kendi şeklimi kendim
yapmış değilim ki fena yapmışsın diye ayıplıyorsun. Yüzüm çirkinse bundan sana ne?
Güzeli, çirkini nakşeden ben miyim?” diye cevap verir (İlaydın, 1985: 339).
Sadi, Bostan’da doğrudan doğruya “Ey akıl sahibi, gül ile diken beraberdir.
Niçin dikenle uğraşıyorsun? Sen gül demetle. Kimin yaratılışında bu çirkin tabiat varsa,
tavusta o çirkin ayaktan başka bir yer göremez”
14 şeklinde öğüt de verir (İlaydın, 1985:
284).
Doğu ve batı kültürüne ait her iki kaynakta yer alan bu anlatılarda bir insanın
kusurunun yüzüne vurulması, görgüsüzlük ve terbiyesizliğin bir işareti olarak yer
almıştır.

12 Arapça Eski Sâmi alfabesindeki harf sırasının sayı değerine göre düzenlenmesiyle elde edilen
formül niteliğindeki İlk sözcüktür. Ebced hesabında kullanılan sözcükler şunlardır: Ebced,
Hevvez, Hutti, Kelemen, Sa'fes, Karaşat, Sehaz, Dazig.
Bu sekiz sözcük, hurûf-ı hecâ denen yirmi sekiz harfi içine alır ve sıra ile eliften gayn harfine
kadar, birden bine kadar her harfte aşağıdaki sıra ile gösterildiği gibi değerler verilmiştir: Elif: 1,
Bâ: 2, Cim: 3, Dal: 4, He: 5, Vav: 6, Ze: 7, Ha: 8, Tı: 9, Yâ: 10, Kef: 20, Lâm: 30, Mim: 40, Nun:
50, Sin: 60, Ayn: 70, Fe: 80, Sad: 90, Kaf: 100 Rı: 200, Şın: 300, Te: 400, Se: 500 Hı: 600, Zel:
700, Dad: 800, Zı: 900, Gayn: 1000
Eskiden İslâm ülkelerinde bu harfler rakam yerine de kullanılırmış 13 İyiyi al. 14 Tavus kuşu, cennetten çıktığına inanılan tüyleri rengarenk güzel bir kuştur, fakat sesi ve
ayakları çirkindir. Sadi, burada güzelliği görmek istemeyenlerin tavus kuşunun ayaklarına
bakacağını söylüyor.
12
SONUÇ
Burada biri XIII. yüzyılda yazılmış doğuya ait bir eser olan Bostan ile diğeri M.Ö. VI.
yüzyılda yazılmış batıya ait bir eser olan Ezop Masalları’nı bilhassa temaları
bakımından karşılaştırmaya çalıştık. İnceleme kısmında verilen örneklerde görüldüğü
gibi anlatılan ve savunulan kültür değerlerindeki benzerlikler dikkati çekecek ölçüdedir.
İki eserin yazılış tarihleri bakımından aralarında 19 yüzyıllık bir tarih aralığı
bulunmasına ve farklı coğrafyalarda meydana gelmelerine rağmen pek çok ortak
kültürel değeri taşıdığını yukarıdaki örneklerde de görmekteyiz. Doğu ve batı
toplumlarının böyle birbirine benzeyen kültürel değerleri benimsemelerini açıklamak ilk
bakışta güç gibi görünse de birçok mantıklı nedeni vardır. Kanımızca bunun başlıca
nedeni toplumsal yaşamın kendisidir.
Uygarlık tarihi, toplumsal yaşamla birlikte başlar. Bir arada topluca yaşayan
insanlar, çoğu kez reaksiyona giren kimyasal maddeler gibi aynı tepkime ve sonucu
verirler. Farklılık yaşam koşullarının farkından ve yaşamı algılayış biçiminden
kaynaklanır. Günümüzde daha çok toplumbilim ve felsefe alanına giren bu konular,
hayatın bütününü kapsayan edebî eserlerde somut olarak yaşamaktadır.
Burada Hz. İsa’nın doğumundan altı yüzyıl önce belirlenmiş, en azından Ezop
Masalları’nda tespit edilmiş ahlâki değerlerin Hz. İsa’nın doğumundan onüç yüzyıl
sonra yazılmış Bostan’da görülmesi, yani bugün biri Hristiyan diğeri Müslüman olan iki
farklı toplumda yansıması, olağan dışı bir durum gibi görünmektedir. Bu durumu
kavramak için düşünce ve uygarlık tarihine dikkatlice bakmak yeterlidir.
Uygarlık tarihine bakıldığında eski Yunan’da Sokrates, Platon ve Aristo’nun
ahlâkî değerlere ne kadar önem verdikleri kolayca görülmektedir. Örneğin Platon15
öğrencilerini filozof bir yönetici olarak yetiştirmek amacıyla bir akademi kurmuş,
burada ahlâk ve siyasete ağırlık vermiştir16 (Tekeli ve diğer, 2000: 62).
Ayrıca Platon, Mısır’ı ziyaret ettiğinde Mısır uygarlığının Yunan uygarlığından
daha eski ve ileri olduğunu fark etmiştir. Yine eserlerinden anlaşıldığı kadarıyla Platon,
Asur, Babil ve Pers uygarlıklarını iyi tanımaktadır. Hatta Timaios adlı eserinde Solon ile
bir Mısırlı rahibi şöyle konuşturur.: “Rahip Sais, “Ah Solon Solon... Siz Yunanlılar daha
dünkü çocuksunuz” deyince, Solon bu söylediklerinin ne anlama geldiğini sorar ve

15 Soylu bir aileye mensup olan Platon, M.Ö. 428 yılında Atina’da doğmuş ve iyi bir eğitim
görmüştür. 20 yaşında Sokrates’le karşılaşınca felsefeye yönelmiş ve hocasının ölümüne kadar
(M.Ö. 399) sekiz yıl boyunca öğrencisi olmuştur. 16 “Akademi uzun bir süre seçkin yöneticilerin yönetiminde ve denetiminde, seçkin öğrenciler
yetiştirmiş ve 6. yüzyılın başlarında bir Pagan okulu olduğu gerekçesiyle Bizans İmparatoru
Justinianus tarafından kapatılmıştır. Hıristiyanların tehditlerinden kaçan öğretmenlerden ve
öğrencilerden bazıları, Sasani Kralı Anuşirvan'ın (M.S. 531-579) Cundişapur'da kurmuş olduğu
tıp okuluna sığınmışlardır. Bu, uygarlık tarihi açısından çok önemli bir gelişmedir; çünkü buraya
yerleşen Yunan filozofları ve hekimleri, birkaç yüzyıl sonra İslam Dünyası'nda yeşerecek olan
bilim ağacının tohumlarını atacak ve böylece bilim ve felsefe Atina'dan Bağdad'a taşınacaktır”
(Tekeli ve diğer, 2000; 62).
13
bunun üzerine rahip şu karşılığı verir: “Ruh olarak sen ve siz çok gençsiniz; çünkü ne
eski geleneklere ne de yüzyıllar öncesinden gelen bir bilime sahipsiniz” (Tekeli ve
diğer, 2000: 63).
Yine M.Ö. IV.-III yüzyıllar arasında yaşayan, Poikile’de ders verdikleri için
Stoacı olarak tanınan Zenon, Kleanthes ve Khrysippos, özellikle ahlâk ve mantık
konusunu incelemişlerdir (Çelgin, 1990: 179, 180).
Platon’un kurmuş olduğu akademi, VI. yüzyılda Bizans İmparatoru Justinianus
tarafından kapatıldıktan sonra Hıristiyanların baskılarıyla, Sasani Kralı Anuşirvan'ın
(M.S. 531-579) Cundişapur'da kurmuş olduğu tıp okuluna sığınan bilim adamları ve
öğrencileriyle Bağdat bir kültür merkezi olmuştur (Tekeli ve ark. 2000; 62). XI.
Yüzyılda da Sultan Alpaslan ve Nizamülmülk’ün kurduğu Nizamiye medresesi ve diğer
medreselerle Bağdat bir kültür merkazi olma özelliğini devam ettirmiştir (Tekeli ve
diğer, 2000; 319).
“Özellikle ahlâk adamı oluşuyla dünyaca tanınan bir şairdir” (Karaismailoğlu,
2002: 7) ifadesiyle ahlâkçılığına dikkat çekilen Sadi, bu incelemenin giriş bölümünde
de belirtildiği gibi 1225 yıllarında Bağdat'a gitmiş, Nizamiye Medresesi'nde eğitim
görmüş, dolayısıyla doğu ve batı kültürlerinin kaynaştığı bir düzlemde yetişmiştir. Bu
bakımdan batı filozofların ahlâk anlayışının Sadi’nin eserinde yansıması doğaldır. Yani
Sadi’nin eseri bir bakıma doğu ve batı kültürlerinin sentezi gibidir.
Hele Pers ve Yunan savaşları, Büyük İskender’in Doğu Seferleri düşünülürse,
toplumlar arasında zaman zaman ticaret ve savaş şeklinde meydana gelen ilişkilerin de
kültür alışverişine katkıda bulundukları görülmektedir.
Sonuç olarak iki ayrı kültüre ait gibi görünen Bostan ve Ezop Masalları, insanî
değerler bakımından büyük benzerlikler göstermektedir. Söz konusu eserleri
inceleyerek tespit etmeye çalıştığımız bu benzerliklerin asıl nedenlerinin de toplumlar
arası ilişkiler ve edebî eserler olduğu görülmüştür. Bilhassa kültürel değerlerin tespit
edilip sonraki kuşaklara aktarılmasında edebî eserlerin rolü böylece bir kez daha ortaya
çıkmıştır.
KAYNAKÇA
Ataç, Nurullah, Bkz. Aisopos (2002).
Aisopos (2002), Aisopos Masalları (Emile Chambery, Fables d’Esope’den Çeviren:
Nurullah Ataç), YKY, 2. Baskı, İstanbul.
Alkan, Tozan, Bkz. Ezop (2003).
Chambery, Emile, Bkz. Aisopos (2002).
Çelgin, Güler (1990), Eski Yunan Edebîyatı, Remzi Kitabevi, İstanbul .
Ezop (2000), Ezop Masalları, (Phadreus’dan Çeviren; Türkân Uzel) Öteki Yayınevi,
İkinci Basım, Ankara.
Ezop (2003), Masallar, (Türkçesi: Tozan Alkan), Bordo – Siyah Klasik Yayınlar,
İstanbul.
İlaydın, Hikmet, Bkz. Sadi (1985).
14
Karaismailoğlu, Adnan, (2002), Gülistan, Akçağ Yayınları, Ankara.
Kurtulmuş, Feride, Bkz. La Fontaine (2000).
Kutbek, Sedat, (2002), Analiz – Şubat 2002;
Kutbek, Sedat, (2002), http://www.radyoilkhaber.com/site/sedat/analiz/analiz1.asp
La Fontaine (2000), La Fontaine Masalları, (Türkçesi: Feride Kurtulmuş), Assos
Yayınları, İstanbul.
Pala, İskender, (Tarihsiz), Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, Cilt: I-II, Akçağ Yayınları,
Ankara.
Phadreus, Bkz. Ezop (2000).
Tekeli, (Sevim, Esin Kâhya, Melek Dosay, Remzi Demir, Hüseyin G. Topdemir, Yavuz
Unat, Ayten Koç Aydın), (2001), Bilim Tarihine Giriş, Nobel Yayın Dağıtım,
Ankara.
Turan, Osman, (1993), Selçuklular Târihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, Boğaziçi
Yayınları, İstanbul.
Uzel, Türkân, Bkz. Uzel (2000).
Sadi (1985), Bostan, (Çeviren: Hikmet İlaydın) Milli Eğim Gençlik ve Spor Bakanlığı,
Bilim ve Kültür Eserleri Dizisi, Şark İslâm Klâsikleri, İstanbul.
Yazıcı Tahsin 1988, İslâm Ansiklopedisi, “Sadi” maddesi, C. X, MEB Yayınları,
İstanbul.
Yazıcı Tahsin (1990), Türk Dili ve Edebîyatı Ansiklopedisi, “Sadi” maddesi, C. VII,
İstanbul.

Konular