Sadi Şirazi

Sadi Şirazi; (1193 – 1292) İran’ın olduğu kadar bütün Doğu dünyasının en büyük filozof şairlerinden biridir. Güneybatı İran’ın büyük sanat ve kültür merkezlerinden biri olan Şiraz’da doğduğu için «Şirazi» (Şirazlı) diye anılır. Babası Sâdi Muslihiddin Fars atabeylerinden Saadeddin Zengi’nin hizmetindeydi. Efendisinin hâtırasına çok bağlı bulunduğundan, asıl adı Müşerefeddin olan oğluna «Sâdi» mahlasını verdi.

Sâdi, çocukluk yıllarında bir süre Şiraz’da, daha sonra, o zamanlar Ortadoğu’nun en büyük bilim yuvalarından biri olan Bağdat’taki Nizamiye Medresesi’nde okudu. Hayatının ilk gençlik çağından sonraki yıllarında, çok uzun süren bir seyahat ve maceralar devresi vardır. Arabistan’da, Mısır’da dolaştı, bir ara, Haçlılar’a karşı savaşan Türk – İslâm kuvvetlerinde görev aldı, Fransız şövalyelerine esir düşerek yıllarca ağır istihkâm işlerinde çalıştırıldı. Sonraları, bilgisine hayran kalan Suriyeli bir tacir, fidye vererek, Sadi’yi Haçlılar’ın elinden kurtardı; kızı ile evlendirerek himayesine aldı.

Sâdi’nin evlilik hayatı mutlu geçmemiştir. Karısı onu, daima, babasının kurtardığı bir köle olarak görmüş, ona karşı çok kötü davranmıştır. Şair, en sonunda, evini barkını bırakıp kaçmak zorunda kaldı. Acılarla dolu geçen bu evlilik hayatından kalan hâtıralarının izleri, onun bir kısım eserlerinde yer almıştır. Anadolu’yu, Çin’i, Hindistan’ı da dolaşan Sâdi, yaşının olgun çağlarında Şirâz’a döndü, bundan sonraki hayatını tamamen şiire, ilme, kültüre vererek ölmez eserlerini yarattı, 98 yaşına kadar yaşadı. Geniş bilgisinden, iyi ahlâkından ötürü, bütün Doğu kaynaklarında, «Şeyh Sâdi» diye anılır.

Eski biyografi eserleri Sadî’nin hayatını anlatırken, onun 10 yaşından sonraki ilk 30 yılını devamlı bir öğrenme aşkı ile, ikinci 30 yılını sonu gelmez seyahatlerle, üçüncü 30 yılını da engin değerdeki eserlerini vücuda getirmekle geçirdiğini kaydederler. Sâdî, ana dili olan Farsça’dan başka, Arapça, Hintçe, Lâtince de bilirdi.

Sadi’nin Eserleri

Sadi’nin eserlerinde, çoğunlukla, öğretici, öğüt verici bir hava vardır. Toplum düzeni, ahlâk, fazilet, hürriyet konulan şiirlerinin de, nesirlerinin de başlıca karakterini teşkil eder. O, zamanında pek geçer akça olan «kaside» (övgü) yazmaya yanaşmamış, her sınıf insana, topluma yararlı olmaya çalışmıştır.

Rivayete göre, bir gün bir dostunun pek bakımlı, pek güzel gül bahçesini gezerken, arkadaşının bu eseri karşısında övünmesi üzerine: «İyi, hoş ama, sizin bu gül bahçenizin ömrü ancak bir mevsimdir. Durun, ben de bir gül bahçesi vücuda getireyim ki onun çiçekleri yüzyıllarca solmadan taptaze kalsın…» diyerek en ünlü eseri olan «Gülistan»ı yazmıştır. «Gülistan» (gül bahçesi) çeşitli ahlâk, sanat, toplum konularını, kısa parçalar halinde, manzum, ya da mensur olarak çok ustaca işleyen pek tanınmış, dünyanın bütün belli başlı dillerine de çevrilmiş bir eserdir. Edebi değerinden başka uzun zamanlar birçok ülkelerde Farsça ders kitabı olarak da kullanılmıştır.

Sadi’nin bir başka ünlü eseri de «Bûstan» (çiçek bahçesi)dir. «Gülistan»dan biraz daha hacimli, mensur bir eserdir; aynı konudadır. Bu eserleriyle Sâdî, daha sağken, ölümsüz bir ün kazanmıştı. Her iki eser daha XIV. yüzyılda Türkçe’ye çevrilmiş, sonradan birçok kereler daha çevirmeleri yapılmıştır. «Gülistan» bütün cihan edebiyatının en tanınmış birkaç eseri arasında sayılabilir. Sâdî, emsalsiz bir görgü, gözlem kabiliyetiyle insan ruhunun derinliklerine inmiş, olağanüstü lirik şiirleri, pek güzel gazel ve kasideleri ile asla kuruluğa kaçmayan bir dille insan ahlâk ve karakterinin türlü cephelerini ele almıştır. «Bûstan»ın önsözü yeryüzünde söylenmiş en lirik edebi parçalardan biri sayılır.

Konular