16. YÜZYIL DİVAN ŞAİRLERİNDEN TATAVLALI MAHREMÎ VE ŞÜTÜR-NÂMESİ

ÖZET
Türk Edebiyatındaki hikâye geleneği, oldukça eski bir geçmişe sahiptir. Klâsik Türk
edebiyatında daha çok manzum/mesnevi nazım şekliyle yazılan hikâyeler, zaman zaman kimi
sanatçılar tarafından nazım-nesir bir şekilde de kaleme alınmıştır. Bu tür eserlerden biri de 16.
yüzyıl şairlerinden Tatavlalı Mahremî tarafından yazılan “Şütür-nâme” adlı eserdir. Bu
makalede adı geçen eserin yeni yazıya çevirisi ve incelemesi yapılmıştır.
Şütür-nâme, Baba Şütür adındaki bir devenin başından geçenlerin alegorik bir şekilde
anlatıldığı eserdir. Eserde Baba Şütür vasfında okuyucuya bir takım mesajlar verilmiştir.
Metindeki hikâyelerin arasına serpiştirilen Farsça şiirler, özellikle deve ile ilgili benzetme ve
deyimler dikkat çekici derecede yerli yerinde kullanılmıştır. Bu arada dil ve üslûp üzerine
yapılan değerlendirmede Şütür-nâme’nin sade nesrin güzel örneklerinden biri olduğunu da
belirtmek gerekir.
Anahtar Kelimeler: Tatavlalı Mahremi, Şütür-nâme, hikâye.
Tatavlali Mahremi, A Divan Poet Of 16th Century And His Şütür-Nâme

ABSTRACT
Story tradition in Turkish literature, has a quite long history. In Classical Turkish
literature, stories were mostly written in verse/mesnevi pattern, but occasionally some artists
used prose. One of the works written out in this pattern is Şütür-nâme by Tatavlalı Mahremi,
in the 16th century poet. The work mentioned in this article is transliterated into the new
writing and studied.
Şütür-nâme is a work in which the adventures of a old person named Father Şütür are
told in a alegorical way. In the work, some massages are given to the reader in the person of
Father Şütür. Persian poems scattered among the stories in the text and especially the similes
and idioms about the camel are used in strikingly appropriate places. Besides, when we
evaluate the language and style we can state that Şütür- nâme is one of the good examples of
simple prose.
Key Words: Tatavlalı Mahremi, Şütür-nâme, story.

1
Yard.Doç.Dr.Şener DEMİREL 16. yüzyıl Divan Şairlerinden Mahremi ve Şütür-nâmesi, Milli Folklor Dergisi
Uluslararası Halkbilimi Dergisi, 65, 49-66, Nisan, 2005 *
Fırat Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Elazığ, 2003.
2

AMAÇ
Bu makalenin amacı 16. yüzyıl şairlerinden Mahremî’nin Şütür-nâme adlı alegorik
eserini bilim dünyasına tanıtmaktır.
KAPSAM
Makalenin kapsamı Mahremî’nin hayatı, edebî kişiliği, eserleri; Klâsik Türk
edebiyatındaki mensur hikâye geleneği; Şütür-nâme’nin muhteva, dil-üslûp açısından
değerlendirilmesi ve Şütür-nâme’nin çevriyazılı metnini içermektedir.
GİRİŞ
A. Mahremî’nin Hayatı, Sanatı ve Eserleri
Mahremî, Klâsik Türk edebiyatında adını daha çok Türkî-i Basit cereyanının
temsilcilerinden biri olarak duyurmuştur. Galata’nın köylerinden Tatavla’da (bugünkü adı
Kurtuluş) doğan şair, doğduğu yerden dolayı edebiyat tarihlerinde daha çok Tatavlalı
Mahremî olarak anılmıştır. Babası, Sultan II. Bayezid’in musahiblerinden Tatavlalı Mehmed
Ali Bey’dir. Şair bu hususu Şeh-nâme adlı eserinde şöyle dile getirir:
Misâl-i şems ma΄rûf adı Ahmed
Mürebbîdür sana atan Mehemmed
΄Ali Beg kim Tatavul künyetidür
O künyet neslinün key şöhretidür
Niçe eyyâm Sultân Bâyezide
Musahib olmış ol hân-ı sa’ide (Aynur, 1997:1)
Asıl adı Ahmed olan Mahremî, medrese eğitiminden sonra yirmi yıl kadar Galata’da
kâtiplik ve nâiplik görevlerinde bulunur. Bu görevi sırasında Pirî Paşazade Mehmed Çelebi ve
Aşçızade Hasan Çelebi’nin paskalya törenini izlemek üzere kıyafet değiştirip Galata’daki bir
kiliseye gitmeleri üzerine söylediği;
Galataya sanem seyrine gelmiş
Sitanbuldan bir iki dîn ulusu (Aynur 1997:1)
şeklindeki beyit sebebiyle azl edilmişse de, özür dilediği için görevine iade edilmiştir.
Mahremî, Galata Kadısı Beyşehirli Hasan Çelebi’nin Selanik kadılığına tayin edilmesi
üzerine, onunla birlikte Selanik’e giderek, ona naiplik eder. Bir süre sonra İstanbul’a dönmeğe
karar veren Mahremî, dönüş yolunda bindiği geminin düşman eline geçmesiyle ailesiyle
birlikte esir düşer. Fidye karşılığında hem kendisinin hem de ailesinin özgürlüğünü satın
almak ister ve bu amaçla İstanbul’a gelir, fakat yaşadığı birtakım talihsizlikler sonucu fidye
parasını toplayamadan ölür. Arkadaşlarından Nakkaş Haydar fidye parası olan 1700 floriyi
3
temin eder ve şairin ölen oğlu hariç ailesinin geri kalanını İstanbul’a getirtir. Kafzâde Faizî,
şairin ölümü üzerine “Âh rıhlet-i Mahremî” (942/1535) tarihini düşürmüştür.
Oldukça sıkıntılı bir hayat geçiren Mahremî, bu durumunu Şeh-nâme adlı
mesnevisinde şöyle dile getirir:
İyâlün var ola ondan ziyâde
Bir ay yitmez tolarsa ev zevâde
Kişi başına düşmez nîm akçe
Bakar ol da degül hep sîm akçe
Sayarsın gün kaçan gice diyü ay
Bu hâl ile kalursan hâlüne vay (Aynur 1997:175)
Bu beyitlerde geçim sıkıntısı içerisinde kazandığı paranın ailesini geçindirmeye
yetmediğini, evde kendisini bekleyeninin on kişiden fazla olduğunu ve aldığı yiyeceğin bir ay
bile idare etmediğini anlatır.
Mahremî’nin Klâsik Türk edebiyatı içindeki önemi, daha çok Edirneli Nazmî ile
birlikte Türkî-i Basit cereyanı çerçevesinde kaleme aldığı şiirlerinden kaynaklanmaktadır.
Şair her ne kadar aruz vezniyle, sade, terkipsiz bir Türkçe kullanarak şiir yazmaya çalışmış ve
bundan dolayı bu tür şiirlerine Türkî-i Basit adı verilmiş ise de Şeh-nâme adlı mesnevisinde
hiç de böyle bir yaklaşım içinde olmadığı görülür. Buna rağmen şairin çağdaşlarına göre,
eserlerinde gözle görülür oranda Türkçe kelime ve deyimlere yer verdiği dikkat çeker.
Birçok Divan şairi gibi Mahremî de sanatını ve şiirlerini anlatırken kendisini İran
şairleriyle (Nizâmî, Hüsrev ve Câmî) kıyaslamış ve onlardan üstün tutmuştur. Meselâ, Şehnâme
adlı eserini Firdevsî’nin aynı adlı eseriyle kıyaslamış ve bu eserinin Firdevsî’ninkinden
daha üstün olduğunu iddia etmiştir:
Yazam şeh nâmına bir şeh-nâme
Ki ola reşk-i kitâb-ı Şeh-nâme
Dahı âlemde itmeye bir üstâd
Ne Firdevsî ne Şeh-nâme’sin yâd (Aynur, 1997:248).
Mahremî’nin bugün için elimizde birkaç eseri bulunmaktadır. Bunlardan “Basitnâme”
adlı eseri hakkında tezkirecilerden sadece Âşık Çelebi ve Gelibolulu Mustafa Âli bilgi
vermektedir (Âşık Çelebi, 118b; İsen, 1994:272). Fuad Köprülü de bu bilgilerden hareketle
olsa gerek Mahremî’nin basit ve sâde Türkçe ile yazılmış şiirlerini içeren bir eserinin
olduğuna işaret etmiştir ki Basit-nâme diye adlandırılan eser, onun ele geçmeyen
divanıdır(Köprülü,1989:281). Bu divanda yer alması muhtemel birkaç gazel Pervane Beg
Mecmuasındadır (Pervane Beg Mecmuası, Topkapı Sarayı Ktp. Bağdat, 406). Yazarın ikinci
eseri “Şeh-nâme”dir. Bu adla üç eseri bulunmaktadır: Şeh-nâme I’de II. Bayezid, Şeh-nâme
II’deYavuz Sultan Selim ve Şeh-nâme III’te Kanunî Sultan Süleyman dönemlerini
anlatmaktadır. Mahremî’nin en önemli eseri de bu olsa gerek. Çünkü bu eserlerinde sadece
padişahların yapmış oldukları seferleri veya savaşları anlatmakla kalmamış aynı zamanda
devrin ahlâk anlayışını, dünya görüşünü de dile getirmiştir. Ayrıca söz konusu eserin yazıldığı
dönemde fethedilen Kemah, Mardin, Âne gibi kalelerin ele geçirilişini, 1515’te meydana
4
gelen ve Kapalı Çarşı civarında çok sayıda binanın yanmasıyla sonuçlanan, İstanbul’un
gördüğü büyük yangınlardan birini oldukça ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır (Aynur,1997:132-
134). Mahremî’nin bir diğer eseri “Şütür-nâme” adlı ahlâk ve öğüt kitabıdır. Şair bu eserinde
Baba Şütür adlı bir devenin başından geçen olayları anlatmıştır. Bir diğeri “Mecma’ü’lLetâyif”
adlı büyük kişilerin başlarından geçen olayların fıkra (ya da kısa anektodlar) şeklinde
anlatıldığı eserdir. Bunların yanı sıra bir de “Tarabü’l-Mecâlis” adlı bir ahlâk ve öğüt kitabı
da bulunmaktadır. Bu eserinde de yine kuşlar ve bazı vahşi hayvanlarla ilgili bir takım olaylar
anlatılmıştır.
Eserlerinden anlaşıldığı kadarıyla şair son derece renkli ve çok yönlü bir kişiliğe
sahiptir. Şütür-nâme ve Tarabü’l-Mecâlis gibi eserlerinde, insanlarla hayvanlar arasında
değişik açılardan ilgi ve benzerlik kurarak okuyucuya mesajlar vermeye çalışması, onun iyi
bir gözlemci ve gözlemlerini başarılı bir şekilde ortaya koyan bir sanatçı olduğunu
göstermektedir.
Makaleye konu olan Şütür-nâme adlı manzum-mensur hikâyenin elimizdeki bu
nüshası Berlin Devlet Kütüphanesi 282 numarada kayıtlı bir mecmua’nın 367b-374a varakları
arasındadır (Sohrweide,1981).
B. Klasik Türk Edebiyatında Mensur Hikâye Geleneğine Kısa Bir Bakış
Dar anlamda “olmuş veya olması mümkün olan olayların anlatılmasıyla ortaya konan
edebî eser” olarak tanımlanan hikâye teriminin geniş anlamı “bir olayın anlatımı”dır. Daha
değişik bir ifadeyle ise hikâye “olmuş, olması mümkün olsun veya olmasın tasavvur edilmiş
konuların, olayların, vak´aya dayanılarak hususî bir üslûpla anlatılmasıyla meydana gelmiş
edebî eserdir” (Kavruk, 1998:2).
Klâsik Türk edebiyatında oldukça köklü ve zengin geçmişi bulunan hikâye türü
manzum, mensur ve manzum-mensur olmak üzere üç şekilde kaleme alınmıştır. İster manzum
isterse mensur olsun, hikâyeler dil ve üslûp bakımından üç grupta toplanabilir:1. Divan
edebiyatı estetiği ile Arapça, Farsça kelime ve terkiplerle ve sanatlı bir üslûpla yazılmış olan
hikâyeler. 2. Sade bir dille ve yalın bir üslûpla yazılmış olan hikâyeler. 3. Dilde ve üslûpta her
iki ifade özelliğinden her ikisini de az çok taşıyan hikâyeler (Mazıoğlu,1985:20). Şütür-nâme
yukarıdaki tasnifin üçüncü grubuna girmektedir. Çünkü eser her ne kadar sade bir dil ve
üslûp ile yazılmış ise de özellikle metnin baş taraflarında metnin aralarında biraz daha sanatlı
ve secîli bir anlatımın kullanıldığı görülmektedir.
Klâsik Türk edebiyatındaki mensur hikâyeler dil ve üslûp dışında kaynaklarına ve
konularına göre de farklı tasniflere tâbi tutulmuştur. Kaynaklarına göre: 1. Çeviri hikâyeler; aFarsça,
b-Arapça, c-Diğer dillerden yapılan tercüme hikâyeler. 2. Te’lif hikâyeler. 3.
Uyarlama “adaptasyon” hikâyeler (Kavruk, 1998:14). Mahremî’nin Şütür-nâmesi söz konusu
tasnifin ikinci grubunda yer alır. Yani Şütür-nâme hem konusu hem de mahallî yer ve kişi
adlarıyla te’lif bir eserdir.
Mensur hikâyeler konularına göre farklı gruplarda değerlendirilmiştir. Bunlardan birisi
Agâh Sırrı Levend’in yaptığı tasniftir. Bu tasnifte dinî konular, enbiya ve evliya menkabeleri;
aşk hikâyeleri; kahramanları tarihten alınmış hikâyeler; temsilî hikâyeler; tasavvufî hikâyeler;
serüven hikâyeleri ve sergüzeş-nâme ve hasbihal yollu hikâyeler yer almaktadır (Levend,
1967:72-73). Son zamanlarda yapılan bir çalışmada mensur hikâyeler konularına göre üç
grupta değerlendirilmiştir: 1. Masal unsuru taşıyan, olağanüstü olay, yer ve şahıslarla ilgili
5
motiflerin yer aldığı hikâyeler (Binbir Gece Hikâyeleri, Bahtiyâr-nâme gibi.). 2. Gerçek
hayattan alınan her türlü sosyal konunun işlendiği yerli hikâyeler (Bursalı Hoca Abdurrauf
Hikâyesi, Hamse-i Nergisi gibi). 3. Eğlendirirken düşündüren, mizahî nitelikli latifeler
(Latife-i Lâmiî, Letâif-i Zâtî gibi) (Kavruk, 1998:167). Şütür-nâme yukarıdaki iki tasnifin
birincisinde temsilî hikâyeler, ikincisinde ise eğlendirirken düşündüren, mizahî nitelikli
latifeler grubuna girmektedir. Gerçekten Şütür-nâme konusu itibariyle hem temsilî hem de
eğlendirirken düşündüren bir hikâyedir. Şütür-nâme’nin baş kahramanı olan Baba Şütür
temsilî bir karakterdir. Baba Şütür’ün başından geçenler ve anlattıkları mizahî niteliklidir. Bu
arada yer yer okuyucuyu düşündüren kıssa ve anektotlar da bulunmaktadır.
Türk edebiyatındaki mensur hikâye geleneği Uygurlara kadar gitmektedir. Bu
dönemde Toharca’dan çevrilen Prens Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesi, Şilâzin adlı bir
mütercim tarafından aynı dilden çevrilen Çaştani Bey Hikâyesi vs. belli başlı hikâyelerden
birkaçıdır(Kavruk, 1998:5). Kaynaklarına göre yapılan tasnifin önemli bir ayağını teşkil eden
çeviri hikâyeler içinde en önde gelenleri Farsça’dan çevrilen Hint masal külliyatı olan Kelile
ve Dimne ile aynı teknikle yazılan hatta onun bir taklidi sayılan Marzubân-nâme’dir. Her iki
eserin de birçok çevirileri bulunmaktadır. Hem Kelile ve Dimne hem de Marzubân-nâme esas
olarak çerçeve hikâye tekniğiyle yazılmış fabl niteliğindeki çok sayıda hayvan hikâyesinden
oluşmuşlardır. Aralarındaki temel fark sonuçlandırmadan kaynaklanmaktadır. Kelile ve
Dimne’de genellikle suçluların, haksızların, hilekârların masumlar karşısında galip ve güçlü
çıkmasına karşılık Marzubân-nâme’de masumlar sürekli haklıdır (Kavruk, 1998:24). Bu iki
eserin dışında Hikâye-i Şirvan Şâh ve Şemâil Bânû, Hüsn ü Dil, Gülistân ve Bahtiyâr-nâme
gibi birçok Farsça hikâyenin çevirisi yapılmıştır. Söz konusu Farsça eserlerin yanı sıra
Arapça’dan yapılan çeviriler de bulunmaktadır. Bunların başında Kıssa-ı Yûsuf, Mikdad ve
Miyâse ve El-Ferecü Ba´de’-şidde gibi eserler gelmektedir (Kavruk, 1998:51).
Türk edebiyatındaki ilk mensur hikâyeler(destan) arasında, Battal-nâme, Dânişmendnâme,
Hamza-nâme ve Ebu Müslim bulunmaktadır. Bu hikâyelerin bazıları 13. yüzyılda
Selçuk İmparatorluğu’nun son devirlerinde Anadolu’da geniş halk yığınları arasında biliniyor
ve okunuyordu (Levend, 1984:123). 15 yüzyılda teşekkül eden Dede Korkut Hikâyelerinin,
Oğuz Destanı’nın birçok unsurunu taşıması ve destandan hikâyeye geçiş merhalesinin
karakteristik bir örneği olması bakımından Türk hikâyeleri arasında özel bir yeri ve önemi
vardır. Doğu Türkçesinden Eski Anadolu Türkçesine çevrilmiş Bahtiyar-nâme (10 Vezir
Hikâyesi), Şeyh-zâde Ahmed’in II. Murad adına yazdığı Erbain-i Subh u Mesâ (Kırk Vezir
Hikâyesi) 14.-15. yüzyıllara ait mensur hikâyelerdir. 16. yüzyılda manzum-mensur hikâye
çevirileri Tûtî-nâme, Hatem-i Tay ve Firûz Şâh gibi eserlerle devam eder. Öylesine ki bu
yüzyılda Leylâ vü Mecnûn, Yûsuf u Züleyhâ ve Ferhad ile Şirin gibi hikâyeler nesirle de
yazılarak halk hikâyesi biçimine dönüşmüştür (Mazıoğlu, 1985:24-25).
17. yüzyıldaki mensur hikâye geleneğinin önemli bir halkasını süslü nesrin önde gelen
temsilcilerinden biri olan Nergisî’nin yazdığı hikâyeler oluşturur. Hikâyelerini Nihâlistan ve
Meşâkku’l-uşşâk adlı eserlerde toplayan Nergisi, hikâyelerinde çok ağdalı bir dil ve üslûp
kullanmıştır. Buna rağmen hikâyeler 17. yüzyıl Osmanlı sosyal hayatına ait sahneleri, yazarın
zengin hayâlinin yarattığı tipleri ve tanınmış tarihî şahsiyetlerle ilgili rivayetleri içermesi
açısından yerli hikâye olarak dikkat çeker (Mazıoğlu, 1985:29).
18. yüzyılın ikinci yarısında yazılmış olmasına rağmen bu yüzyıl mensur hikâyelerinin
en önde geleni Muheyyelât-ı Aziz Efendi adıyla tanınan Giritli Aziz Efendi’nin kaleme aldığı
hikâye külliyatıdır. Eser eski şark hikâyelerinin motiflerini ve masal unsurlarını taşımakla
birlikte eski hikâyecilikten modern hikâyeciliğe geçiş ürünüdür. Eser hayâl-i evvel, hayâl-i
6
sâni ve hayâl-i sâlis olmak üzere iç içe geçmiş üç grup hikâyeden meydana gelmiştir
(Mazıoğlu, 1985:32).
Buraya kadar Türk edebiyatındaki hikâye geleneği üzerine yapılan kısa
değerlendirmelerden sonra Şütür-nâme’nin incelenmesine geçilebilir.
C. Şütür-nâme’nin İncelenmesi
Metin müellif hattı değildir. Ele geçen tek nüshası, Berlin Devlet Kütüphanesi 282
numarada kayıtlıdır ve hikâyenin müstensihine ait bir bilgi de yoktur. Metinde âyet, Arapça
ibarelerin ve bazı Türkçe kelimelerin yazımı dışında hareke kullanılmamıştır. Metnin
imlâsında yazarın yaşadığı 16.yüzyıldan hareketle Eski Anadolu Türkçesi imlâ özellikleri esas
alınmıştır. Arapça ve Farsça ön ve son eklerin yazımında Prof.Dr. İsmail Ünver’in
“Çeviriyazıda Yazım Birliği Üzerine Öneriler” adlı makalesinde ortaya koyduğu görüşlere
uyulmuştur (Ünver, 1993). Metnin bazı yerleri silindiği için okunamamıştır. Okunmayan
yerler metin içinde gösterilmiştir.
1. Muhteva
Şütür-nâme’nin konusu Baba Şütür adlı gün görmüş, ârif ve muzip kişilikle donatılmış
bir devenin başından geçen olaylardır. Ancak olaylar arasında belli bir mantık bağının
olmadığı, aksine Baba Şütür’ün, başından geçen olayları duruma göre gelişigüzel bir şekilde
anlattığı görülmektedir.
Eserde okuyucuya alegorik bir anlatımla, teşhis ve intak sanatı çerçevesinde çizilen
Baba Şütür vasfında bir takım mesajlar verilmiştir. Şütür-nâme’de konunun gidişine göre yer
yer hikâyeler, fıkralar ve anekdotlar anlatılmıştır. Ayrıca metinde görülen Farsça mısra ve
beyitlerin anlatılan konuyu daha iyi bir şekilde vurgulamak, konuya açıklık getirmek ve az da
olsa hikâyeyi tek düzelikten kurtarmak amacıyla yazıldığı anlaşılmaktadır. Şeyhî’nin Hârnâmesi
de benzer yapıdadır. Bu tür anlatımlar satirik-alegorik anlatımlardır.
Yazar, eserini temsilî olarak Baba Şütür isimli bir deve üzerine kurmuştur. Bu kuruluş
içinde yazar önce devenin dinî açıdan önemi üzerinde durmuştur. Tevrat, Zebûr ve İncil’de
deve ile ilgili olarak bir takım ifadelerin yer aldığı belirtilmiş, daha sonra İslâmî bakış
açısından değerlendirme yapılmıştır. Eserde önce Hz. Peygamber’in nübüvvetini bütün
cemâdat ve hayvânatın ikrar ettikleri, daha sonra da Hz. Ebûbekir’in 400 deveyi sadaka olarak
İslâmiyet’in emrine verdiği, Hz. Ömer Faruk’un hilafeti zamanında Medine’den Şam’a
gelirken hizmetçileriyle deveye sırayla bindikleri, Hz. Osman’ın 1000 deve kurban ettiği ve
Hz. Ali’nin şehit düşerken bir deveye bindiği ve en sonda da Hz Ayşe’nin Vak’a-i Cemel’de
bir deveyi üç ayağı üzerinde yürütme mucizesini gerçekleştirdiği hikâye edilmiştir. Bunların
dışında yer yer yine deve eksenli Kur’an-ı Kerim’den birkaç ayet (Gâşiye 17., Mâide 14.,
Araf 73., 77., Mürsel”a 33.) de iktibas edilmiştir. Yukarıda anlatılanlar klasik mesnevi
tertibindeki tevhid, münacaat, na’t ve çihâr-yâr-ı güzine yapılan övgüleri hatırlatmaktadır.
Metnin dinî muhtevası ortaya konulduktan sonra, esas hikâye kısmına geçilir ve Baba
Şütür’ün başından geçenler anlatılır. Hikâyenin baş kahramanı Baba Şütür namındaki bir deve
olduğu için yapılan benzetmeler, anlatılan kıssa, fıkra ve anektotlar da deve ile ilgilidir. Buna
bağlı olarak metinde Nasreddin Hoca ile ilgili iki fıkra vardır. Bu fıkralardan biri şudur:
“...nitekim Mevlânâ Nasruddin Hoca rahmetullahi ΄aleyh bir gün baş kazırlarmış acırmış
meger o esnâda bir deveye yük yükledirmiş deve bagırmış Nasruddin Hoca eyitmiş ΄acebâ şol
derd-mend devenün dahı başını mı kazırlar ki güler dimiş” (373a- 21-24).
7
Şütür-nâmede, Baba Şütür’ün kendisini yermek ve ne derece ahmak bir kişi olduğunu
göstermek amacıyla (372b/15- 21 satırları arasında) bir bilmece sorulmuş ve cevabı da
bilmece geleneğine göre verilmiştir:

“......(15) bir gün bir oġlan bir bilmece meŝelin śordı ki dört lâb bir küp egri çûb yumrı top
nedür didi ben eyitdüm ki cânlu mı cânsuz mı eyitdi cânludur eyitdüm yinür mi yenmez mi
eyitdi yinür bizüm evde var mı didüm eyitdi vardur fikr idüp eyitdüm bilemedüm ΄âciz ķalup
şehr istedi Develi’nüŋ Ķaraĥisâr’ın virdüm ķabûl eylemedi âħir Lapseki’yi alup eyitdi
devedür dört lâb ayaġıdur bir küp ķarnıdur (20) egri çûb boynıdur ki çevgândan ġalatdur
yumrı ŧop başıdur diyüp ol oġlan benüm ĥamâķatuma gülüp kendüzin bilmezler de saŋa selâm
olsun.”
Folklorik hayata dair anlatılan bir oyun da, “aşık oyunu”dur. Baba Şütür bu oyunun,
nasıl oynandığını 372b/4-13 satırları arasında şöyle anlatıyor:
“......ĥaŧŧâ oġlanken daħı şöyle (5) bed-ŧâli΄düm ki büsbüyük deve gibi oġlanken benden
kiçirek oġlanlarla aşıķ oynardum yudarlardı aşıķ oynunda daħı şol bir nevî oyun ki
oġlancıķlar içinde śıç ķurtul dimekle ma΄rûfdur ekŝer evvel oyunu oynayup nevbet ĥaśma
dönicek Deveci Murâd bir bir avurt diyü aġzum yurlardı zîrâ oġlancıķlar bu sözi ol oyunda
çoķ dirler ol oyunuŋ daħı aślı budur ki (10) aşıġun sulŧân ŧarafı düşicek yeŋer ĥâcib ŧarafı
düşicek bir aşıķ daħı ķatar ĥâcible sulŧân ikisi bile düşicek śıçması oldur ki yeŋilür pes benüm
ŧâli΄imüŋ şomluġı ekŝer ķaŧ durur ķaŧ durur da śıçururdı ħaśm yudardı nice olaydı ki ben
yudaydum.”
Metinde kıssadan hisse sayılabilecek bir takım olaylar da anlatılmıştır. Özellikle “son
pişmanlık fayda vermez”, atasözünü veya “bir işin sonunu düşünmeden karar vermenin ne
gibi kötü sonuçlara yol açacağı” gibi bir anafikri esas alan, 373a/27- 373b/26 satırları
arasındaki hikâye bu gün dahi halk arasında anlatılmaktadır. Bu arada Baba Şütür, anlattığı
hikâyelerden alınacak dersleri, yine kendini eksen alarak, hikâyenin sonunda vermektedir.
Hikâye bu yönüyle bir anlamda fabl türüne yaklaşmaktadır.
Eserde olağanüstü türden sayılabilecek bir durum söz konusu değildir. Bu arada
olayların geçtiği yerlerin ve yine olaylarda sözü edilen kişi adlarının “deve” ile ilgili
lakaplarla ( Develi’nin Karahisar’ı, Deveoglu dükkanı, Deveci Murad, Deve Kemaloğlu,
Deve Kemal Aga gibi.) anılması dikkat çeken bir başka husustur.
2. Dil ve Üslûp
Şütür-nâme’nin dili açık ve sadedir. Her ne kadar giriş kısmı ağdalı ve sanatlı bir
üslûpla kaleme alınmışsa da (özellikle metnin baş taraflarında, 367b-368a arasında, yer yer
ağdalı bir anlatım söz konusudur) eserin bütününde sade bir dil ve üslûp kullanılmıştır.
Metinde geçen Arapça, Farsça kelime ve beyitler ile âyetlerden yapılan iktibaslar anlatımı
daha canlı bir niteliğe büründürmüştür.
Şütür-nâme’de dilin kullanımında (mesnevilerde de görüldüğü gibi) bir farklılık göze
çarpar. Şöyle ki; yazar, durum ya da tasvir anlatımlarında yer yer ağdalı, sanatlı ve secîli bir
dil üslûp kullanırken, diyalog ve olay nakillerinde daha sâde bir dil kullanmayı tercih etmiştir.
Hikâyenin büyük çoğunluğu konuşma ve olay anlatımlarından oluşmaktadır. Bu arada
metinde az sayıda da olsa arık (zayıf, çelimsiz), sucıtmak (birdenbire sıçratmak, yerinden
8
kaldırmak), yiyni (hafif), turgurmak (durdurmak) gibi, Eski Anadolu Türkçesine ait kelimeler
de bulunmaktadır.
Metinde sade bir dil ve üslûbun yanı sıra, yer yer secîli bir anlatımın varlığına şahit
olunur “Sade nesirle yazılmış bazı eserlerde derece derece inşâ üslûbunun etkilediği ve o
üslûptan gelen kelime, deyim ve klişelerin ara sıra nesre sızdığı görülür” (İz, 1996:V-VI).
Yazarın bu konuda gayet titiz davrandığı, seçtiği kelimelerin secîyi meydana getirmesinde
herhangi bir aksaklık oluşturmasına fırsat vermediği görülmüştür. Secîli anlatıma birkaç örnek
şunlardır: şükr ü sipâs-ı bî-kıyâs; evlâd u ashâb-ı kibâr ve çihâr-yâr-ı muhtâr; fıtratı
inkıyâdla meftûr ve cibilleti ΄adem-i muhalefet ü ΄inadla mecbûldur; kaddüm nûn cigerüm
hûn oldı; gam-ı rûzgâr-ı nâ-fercâmı hikâyet ve çekdügi elem-i bî-encâmı rivâyet eyledi.
Eserde dil ve üslûp açısından üzerinde durulacak bir konu da çeşitli deyim ve
benzetmelerin kullanımıyla ortaya çıkan zengin ve zevkli mahallî söyleyiştir. Bu söyleyiş
Türkî-i Basit cereyanının bir yansıması olarak da kabul edilebilir. Metindeki deyim ve
benzetmeler büyük çoğunlukla deve üzerine kurulmuştur. Deyimlerden birkaçı şunlardır: Beli
bükilmek, devede kulak, lök deve gibi, deve kinli, deve kuşu gibi...(ne bellü kuşdur ne bellü
devedür). Dikkata değer görülen benzetmelerden birkaçı da şunlardır: Balık turşusı gibi olyüzleri
turşı sat-, deve dudagı gibi sark-, deve gibi bükilüp sucı-, deve gibi taprayup kalkış-,
devesi ölmiş ΄Araba dön-, emirâne beglik deve gibi yat-, hod deveye it urmışa gel-, ıssın
görmiş köpek gibi sırıt-, istimâ´ olmış deveye dönüp dur-, kuşun kıynağı inüp deve tabanı
çıkup.
3. Sonuç
Klâsik Türk edebiyatında mensur hikâye geleneğinin belli oranda mevcut olduğu bir
gerçektir. Kaynaklarına, şekillerine ve dil ve üslûplarına göre değişik sınıflandırmalar altında
değerlendirilen mensur hikâyeler konularına göre oldukça zengin bir muhteva özelliği
gösterir. Güldüren, güldürürken düşündüren mizahî nitelikli telif bir konu etrafında kaleme
alınan mensur hikâyelerden birisi de 16. yüzyıl Divan şairlerinden Tatavlalı Mahremî
tarafından kaleme alınan Şütür-nâme adlı hikâyedir. Şütür-nâme, kahramanı hayvan (deve)
olan alegorik bir hikâyedir. Alegorik olmasının yanı sıra hem konu hem de anlatılan olaylar
ve kişiler günlük hayatta her an karşılaşılabilecek cinsten olduğu için aynı zamanda
gerçekçidir de. Yazar, anlatımı zenginleştiren çeşitli atasözü, deyim ve benzetmelere
başvurmuştur. Özellikle deyim ve benzetmelerin büyük bir çoğunlukla deve ile ilgili olması,
konunun kompozisyonu açısından dikkate değerdir. Eserdeki olaylar, hikâyenin başında
müstensih tarafından düşülen nottan da anlaşılacağı gibi daha çok eğlendirici bir nitelikte
kaleme alınmıştır. Eserin zamanın İstanbul’unun eğlence ve kültür hayatına kendi çapında bir
renk kattığı da söylenebilir.
9
ŞÜTÜR-NÂME-İ MAĤREMÎ ÇELEBİ
Sâbıķân Ġalaŧa nâibi olan şâ΄ir-i siĥr-âferîn ya΄ni Maĥremî Çelebi’nüŋ Baba Şütür nâmında
şehr-i İstanbul’uŋ mezesi olup rûz u şeb yârâna laŧîfe-gûy olan iħtiyâruŋ ĥaķķında eyledükleri
risâlesi ve muĥâveresi beyânındadur
367b (1) Şükr ü sipâs-ı bî-ķıyâs ol sârbân-ı kârbân-ı ervâĥa ki eşbâh-ı ehl-i İslâm u küfri
tefrîķiçün meķâbir ü muvaĥĥidîn ü müşriķîn üzre ķudret develerüŋ ĥavâle ķılmışdur şütürân
nüh ķaŧâr-ı felegüŋ miĥmâr-ı iħtiyârını ķabża-ı ķudretine almışdur ΄imâdî-i 368a (1)
felekdeki ķadri ķadar ΄arûs-ı mâhuŋ öŋüne ser-â-perde-i.........(okunamadı) deycûrı germişdür
ve ŝebât-ı basîŧ-i ħâkiçün cibâli cimâl-i bâr-keş gibi śaĥn-ı zemîn üzre çökermişdür beyt
Der-΄ibâdet- ĥâ-i fermâneş-i ez rûy-ı niyâz Kûh-ı ser-keş der teşehhüd mânde tâ rûz-ı ķıyâm 2
neŝr Zihî ķâdir ki ķudretiyle ŧaşdan deve çıķarmışdı ve nice yıllar ķavm-i Semûdı (5) sûd ile
śavurmışdur beyt
Śuyı incü iden hem odı gül-şen
΄Aceb midür çıķarsa nâķa ŧaşdan
neŝr Ve’ś-śalâvât-ı bî-şümâr ol şütür-süvâr-ı ΄Arab üzerine olsun ki Tevrît u Zebûr u İncîl
içinde mesŧûrdur ki śâĥibü’l-cemelü’l-aĥmer ve’s-seyfü’l-meslûl ya΄ni ol deve etin yicici ve
ķılıc urucı peyġamber-i ΄Arabîdür ki ΄Arab ve ΄Acem anuŋ celâli vaśfında ķâśırdur beyt
Ânî ki şütürbân-ı celâl-i tu felek râ
(10) Ber bâr-keş-i ķadr-i tu bended çü derâyi 3


neŝr Zihî âfitâb-ı burc-ı nübüvvet ki maşrıķ-ı hidâyetden ŧulû΄ idüp ΄âlem-i zulûmâtı
ķaraŋluġında ķılmışken ķara devenüŋ gövdesinde öbek gibi žuhûra gelüp envâr-ı İslâm ve
eşi΄a-i mu΄cizât–ı bâhireyle rûşen u tâbân idüp cemâdât u ĥayvânât dile gelüp nübüvvetine
iķrâr eylemişdür beyt
Çün şikâyet ķıldı ıssından
Muśŧafâdan oldı derdine devâ
neŝr Ve daħi evlâd u aśĥâb-ı (15) kibâr ve çihâr-yâr-ı muħtâr üzerine olsun ki Ĥażret-i Śıddîķ-
ı Ekber tekbîr-i evvel ŝevâbına yetişmekiçün dörtyüz ķorcuķatlu deve śadaķa virmişdür ve
Ĥażret-i ΄Ömer-i Fârûķ serîr-i ħilâfetde râyet-i dîni ΄ayyûķa irmişken Medîneden şehr-i Şâm’a
gelüp ġulâmile deveye nevbetle süvâr olduġı ecilden şehre irdügi maĥalde nevbet ġulâma
dönüp ġulâmı deveye bindirüp kendü şehr-i Dımışķa piyâde girmişdür ve Ĥażret-i śâĥibü’l-
ĥayâ (20) ve’l-îmân ΄Oŝmân bin ΄Affân rıżâ-yı Ĥannân u Mennân içün hezâr deve ķurbân

1 “İnsanlar O’nun emri gereği ibadettedir. Asi dağ da kıyamet gününe kadar teşehüdde kalmıştır.” 3
“Sen öyle bir (kimsesin)ki senin ululuğunun devecisi, senin kadir(yüksek değer ve şeref)inin yük taşıyıcısına
feleği bir çan gibi takmıştır.”
10
itmişdür ve Ĥażret-i esedu’llah-ı ġâlib Âlî bin Ebâ Ŧâlib İbn Mulcem-i Ħâib elinde şehîd
olıcaķ bir deveye biner ΄Arab mevżı΄ında yüzi niķâb ile kendü gelüp tâbûtın alup gitmişdür
ve daħı ezvâc-ı ŧâhiresi üzerine olsun ki Ĥażret-i ΄Aişe-i Śıddîķa rađiyallahu ΄anha Vâķı΄a-ı
Cemel’de devesin üç ayaġ (25) üzerine yürütmişdür ba΄dehu bu risâlenüŋ mü’ellifi ve Şütürnâmenüŋ
muśannıfı Maĥremî-i mücrimî eydür bir seĥer kim seĥâb-ı mužlim ķubbe-i eflâki
iĥâŧa idüp mânend-i şütür-bâr u śaĥn-ı semâ üzre çökmişdür ve ķatâr u şütürân-ı nüh felek-i
şütür-kînüŋ bâr-ı ġamdan ķavs-ı ķûzaħ miŝâl belin bükmişdür āfitâb-ı cihân-tâb ol cemel-i
siyeh mânend-i seĥâb esvâd içinde semm-i ĥıyâta dönüp sûzen-i (30) şa΄şa΄a ile baħiyye-i
encümeni aŧlas-ı çarħdan sökmişdi ra΄d-ı âsümân çün bu ġarrân- gûyân u ġırivân olup ebr-i
felek bisâŧ-ı çarħda simâŧ-ı bihen açup 368b (1) ribâŧ-ı kühen içre ni΄met-i bârân-ı raĥmeti
dökmişdi sür΄at-ı revişinden mihr-i felek-ârâ kef-i pây-ı şütür gibi seĥâb içindeki peydâ ve
gâh nâ-peydâ olup keŝret-i bârândan zemîn-i ΄Iraķ seyl-âb olmışdı tenevvür-i âsümândan
gûyâki ŧûfân-ı belâ ŧaşup cihân ŧolmışdı beyt

Pîlân-ı deryâ-yı Ĥabeş çün üştürân-ı âb-keş
Ber-rûy-ı śaĥrâ âb-ħoş çün meşg-i saķķâ rîħte 4
neŝr Bâri ol gün seyr-i śaĥrâ vü ΄azm-i temâşâ mümkin olmayup yârân-ı bâ-vefâ vü ħullân-ı
bâ-śafâyla bir ĥücrede mütemekkin olmaķ fikrin idüp ittifâķla Baba Şütür şütr-i dilüŋ
ĥücresine varup bâb-ı ĥücrenüŋ bir ķanadını açıķ görüp gördük ki Baba Şütür kendü
yataġında ayaġın uzadup emîrâne beglik deve gibi yatur elinde Dîvân-ı Kâtibî Ķaśîde-i Şütür-
Ĥücreyi âvâzla (10) oķur velâkin deve ħoşâb-çîz gibi çîz ne didügi aŋlanılmaz ve ne
gevşedügi ma΄lûm degül yârânı görüp ıh deve yirinden ŧurup edeble zânû-yı ĥürmet üzerine
gelüp eyitdi ma΄źûr buyurun Deveoġlı dükkânından henüz gelmişdüm yorġun deve gibi
yatdıġımuŋ aślı oldur biz eyitdük ki yorġunluġuŋ Deveoġlı dükkânından gelmek
yorġunluġuna beŋzemez (15) meger Atçılar Meydânında Deve Kemâl(üŋ) dikdügi nişânı
seyrândan gelürsin ola zirâ bu mertebede yorġunluķ ol miķdâr yirden gelmege delâlet ider
niteki deveye śormışlar ķandan gelürsin ĥamâmdan dimiş ŧabanından bellü dimişler diyicek
Baba Şütür eyitdi ħûb dir kerâmet ħarc itdüŋüz dünki gün ol seyrângâhı geşt itdüm bugün
daħi anuŋ yorgunluġıdur ki ĥarekete mecâlim olmadı (20) luŧf idüp ķapuyı divâr eyleŋ ki
havânuŋ bürûdeti var ķapu açıķ olmaķ münâsib degüldür zîrâ Egnebur devesi ķadar delikden
deve deŋlü śovuķ girer dimişler diyüp bir laĥža śabr itdi gördi kimesne ķalķup ķapuyı yapmaz
bu ma΄nâsı geleni şu deŋlü ķo ki deveye kendüsi bine dimekdür diyüp ķaśd itdi ki kendüsi
ķalķup ķapuyı bend ide žurefâdan biri ķalķup (25) Baba Şütüri śucıtmaķ içün ķapınuŋ ol bir
ķanadını daħi açdı Baba Şütür anı görüp eyitdi bârekâllah senüŋ meŝelüŋ hemân ol žarîfüŋ
idrâkine beŋzer ki ba΄zı yârânına kendinüŋ fehmini ΄arż idüp eyitmiş geçende bir ΄Acemüŋ
ĥücresine varduķ ΄Acem âb beyâr didi kimesne aŋlamadı ben ŧurugeldüm ķapuyı ķapadum
dimiş imdi ben ķapuyı yapmaġa işâret itdüm sen ķapu açarsın (30) diyüp Baba Şütür biraz
laŧîfe idüp andan yerinden ŧurup ĥücrenüŋ ķapusın yapmaġa ķaśd itdi yaparken ħaŧâyla bir
parmaġın ķapuya ķıśdırdı 369a (1) bî-ĥużûr olup eyitdi sübĥanallah dek ŧuranuŋ devece aśśı
var didükleri meŝel muĥaķķaķ imiş diyüp bâri ķapuyı bend idüp andan ĥücre bucaġını
ķarışdırup ortaya bir miķdâr meyve getürüp cümleden evvel kendü ŧa΄âma el śuŋup ķuşın
ķıynaġı inüp deve ŧabanı (5) çıķup yemege meşġûl oldı ba΄d ez ŧa΄âm u tekellüf Baba Şütür
ŧarîķ-i ŧaśallufa âgâz idüp kelîmât-ı ŧaśavvufa sâz itdi lisân-ı vâ΄iž dehân-ı mevâzi΄i güşâde
idüp eyitdi kişi ne deŋlü bâz gibi şehbâz ve ķaz gibi gerden- dırâz u bülend-âvâz olursa dâ’im

4
“Su çeken develeri andıran Habeş denizinin filleri(bulutlar)sakanın tulumu gibi güzel suyu çölün üzerine
dökmektedir(boşaltmaktadır).”
“Su çeken develeri andıran Habeş denizinin filleri(bulutlar)sakanın tulumu gibi güzel suyu çölün üzerine
dökmektedir(boşaltmaktadır).”
11
şütür gibi ĥamûl u śabûr ve kâni΄ vü bâr-keş olup ser-keş olmamaķ gerek görmez misiz ki
şütür bu resme zaĥâmet- (10) beden u dırâzî-i gerden ve bülendî-i ķavâ’imle her ħiźmete
ķâ’im ve ŧarîķ-i Ka΄bede nice günler śâ’im olup cümle-i behâyim içinde ĥilm ü iŧâ΄atle
mülâyim olduġı sebebden imtiyâz bulup fıŧratı inķıyâdla mefŧûr ve cibilleti ΄adem-i
muħâlefet ü ΄inâdla mecbûldur ol ĥilm u śabruŋ semeresidür ki kâr-bânân-ı ΄Arab śusuzluķ
beriyye yollarını ķaŧ΄ itmekiçün deve ķurśaġında śu śaķlarlarmış pes bu fażîlet ü (15) kerâmet
ki devede vardur sâ’ir ĥayvânâtun ķanķısında vardur devenüŋ mehâbeti ziyâde olduġı ecilden
Naśruddin Ħv
âce ΄aleyhi raĥmetihi eyitmişdür ki müselmânlar şükr idüŋ ki Ĥaķ Te’âlâ deveye
ķanat virmemiş yoġsa ŧamuŋıza çıķup evüŋizi başuŋıza yıķardı dimiş imdi deve ΄acâyib
maħlûķâtdandur niteki Ħallâķ-ı ΄âlem devenüŋ ħilķati ĥaķķında buyurur ķavluhu Te΄alâ
Efelâ yenzurûne ile’l ibili keyfe ħuliķat5 (20) beyt-i li-mü’ellifihi
Eger hv
âhî ki raĥm âyed ziyâdî
Çü üştür śabr kün ber berde-bârî 6

neŝr Bâri Baba Şütür bunuŋ gibi pend ü neśâyiĥ idüp ba΄dehu hemmden ĥikâyet ve ġamdan
şikâyet idüp eyitdi âh elinden bu felek-i sufle-nevâz-ı dûn-perverüŋ ki gündüzin tîġ-i mihrile
helâkuma ķaśd idüp ve giceler seng-i kevâkible meydân-ı ΄inâda seng-sâr itmek ister bu
deve kînlü (25) felegüŋ elinden ķaddüm nûn ve cigerüm ħûn oldı nažar itmez misiz ki
seĥerden üştür-i ser-mest gibi kükreyüp kef-endâz olmışdur bu devvâre-i bî-ķarâr-ı çarħuŋ
kevâkibünüŋ ba΄żı seyyâr ü ba΄żı ŝâbitken kendüde hîç źerrece ŝebât yoķ ħarmeninde gendüm
encümi gündüzin güm giceler merdüm gibi peydâ idüp bu lu΄bet-bâz felekler lu΄bunı her dem
bana ΄arż ider bu devrânuŋ hicrânı yükin ol ķadar ki ben (30) çekdüm evzânî bürde çekmez ki
bunuŋ yükinden nice biŋ devenüŋ beli üzülmişdür pes âdem buna nice taĥammül itsüŋ
bilmezem ki ne virdi almaz yoġsa deve dişi buġday mı 369b (1) śatdı diyüp bu resme necm-i
devrândan biraz şikâyet idüp yine Dîvân-ı Kâtibî’i eline alup ĥâle münâsib bu maŧla΄ı oķıdı
kim beyt
Merâ ġayŝ-i şütür vârhâ be-hücre-i ten
Şütür velî nekunem ġam küca vü hücre-i men 7
çünkü Baba Şütür sârbân-ı nüh ķaŧâr-ı felekden bu resme şikâyet idüp ġam-ı (5) rûzgâr-ı nâ-
fercâmı hikâyet ve çekdügi elem-i bî-encâmı rivâyet eyledi biz daħı diledük ki bâd-ı nasîĥat-ı
yârânla seĥâb-ı ġamını ŧaġıdup bârân-ı şikâyeti teskîn idevüz yine bir ĥikâyete âġâz idüp ehl-i
taśavvufdan iştikâbe ser-âġâz itdi eyitdi bu zamâne zâhidleri ne bellü śûfîdür ne bellü śâfidür
hemân bunlar meŝelde deve ķuşı gibidür ki ne bellü ķuşdur (10) ve ne bellü devedür beyt
Çün şütür -murgı şinâs în zümre râ
Ne keşed bâr û ne pered ber-hevâ
Ger be-per gûyend guyed üştürem
V’er nihî bâreş be-guyed tâ’irem 8


5
“İnsanlar devenin nasıl yaratıldığına bakmazlar mı?” (Gaşiye/17) 6
“Eğer çok rahmet gelmesini istersen sabırlılık üzerine deve gibi sabret.”
7 “Deve, fakat gam yemem, üzülmem benim hücrem bizi deve yağmurundan ten hücresine kurtar” 8

“Bil ki bu gurup deve kuşu gibidir;ne yük çeker ne havaya uçar. Eğer ona uç derlerse deveyim der. Yük
yükleyecek olursan kuşum der.”
12
neŝr Bunlaruŋ kârı hemân ĥayvân gibi yemekdür 9
ÖD·ÛÓC ßÏÆ DN DØÆ Ú ßÏÆDë ve
deve gibi ŧoprayup ķalķışmaķdur ΄Arabiyye 10ïÎC ߥÂoC و ÙëDèGÎC ÍS× CßÏÆ
íèÎC ÙÇÎ ÍD ÚApÃÎC í¾C libâs-ı zühd ile kendüleri ârâyide edeb-i ΄ömr-i ΄azîzi (15)
bî-fâ’ide geçürürler ve mâ’ide sevdâsında cân virürler ΄Arabiyye
ælñDØÎC ÙvC í¾ß¥ÎC ¸Øv
ælñCrÎC MDÆpeÎC éܵ ÍCm
éOëA ÓC ÚApÃÎCïwÛ
11 ælñB× DÜìϵ ÍrÛC DÜFo
neŝr Bunlar bir bölük ĥarâm-ħv
ôrdur ki ehl-i ħayrât u ĥasenât śadâķat u zekâtdan ba΄żı nesne
i΄ŧâ ve in΄âm itse ol gürûh k’el-en΄âm bir yere cem΄ olup içinden bir iki ħûb-sûret (20) u bedsîret
ile el bir idüp 12ªG ØØÎ øÂl¥ÎC ŧarîķiyla ol śadaķayı ķabż idüp ġayra parmaķ
ĥisâbın virürler sen ne ķadar deve gibi bükilüp śucısaŋ fâ’ide itmez hemân saŋa devede
ķulaġın gösterürler birazcıķ śadaķayı deve zekâtı gibi başdan başlayup içlerinden biri bir
ĥabbe ziyâde alamasuŋ diyü tekrâr tekrâr ĥisâb iderler nitekim dinmişdür nažm
Eßh DNoߤ DèÜëC kßF íçو pÊ (25)
Ökp× ßëk ÚßZ ÚDNpìv ïÎو
ælëkو ÚDV ÚßZ íËë pç pçD²F
ÖktÊ و oD× ÚßZ íËë pç ن¬DGF
P¾pËF Pev ن × Ík ClÛو Clh
13 Ùç ÍF ÖD·Û ÍDÆ ÖCßÂC ن ëqC

9
Ye’külüne ke-mâ-te’külü en΄âm “Onlar, hayvanların yediği gibi yerler.” 10 Efi’l-kur’ân-ı kâle leküm ilâhî kulû mislü’l behâyimi ve erkusu ileyye “Kur’an’da Allahım size “ hayvanlar
gibi yiyin ve bana raks edin mi? (dedi de siz böyle yapıyorsunuz. ç.n.)”
11 Semi΄a’l-śufiyyu isme’l-mâ’ide
Zâle ΄anhu’l-ĥarekâtü’z-zâ’ide
Nesiye’l-Ķurâne illâ âyetehu Rabbenâ enzil ΄aleynâ mâ’ide”
“ Sufi “el-Mâide” ismini duydu. Onun fazla olan davranışları kayboldu. “Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra
indir... Mâide/114” hariç Kur’an-ı Kerim’în geri kalanını unuttu.” 12 Es-śadaķati limen ķabaża. “ Sadaka onu alanındır.” 13 Gurûhî bûd înhâ śûretâ ħûb
Veli bed sîretân çün dîv merdüm
Be-žâhir her yekî çün cân u dîde
Be-bâŧın her yekî çün mâr u kejdüm
Ħudâvendâ dil-i men saĥt be-girift
Ez în aķvâm k’el en΄âm u bel hüm
“Bunlar yüz olarak güzel bir grup idi. Fakat insanları azdıran (ayartan) şeytan gibi kötü ahlâklı. Görünüşte her
biri can ve göz gibi. İçten ise her biri yılan ve akrep gibi. Ey Allahım! Benim gönlüm hayvan hatta (hayvandan
da alçak olan) bu insanlardan katılaştı.(Furkan/44. ayete telmih var. Ayetin açıklamasında şöyle denilmektedir:
Bu gibi kimseler, yani hayvandan bile alçak olan kişiler, akıllarına ve kendilerine ulaşan ilâhî tebliğe uymayıp
sırf hissiyatına göre hareket etmeleri bakımandan hayvanlara benzetilmiş; hayvanlarının hareketlerinin
kendilerine verilen güç ve kabiliyetlerin yaratılış amacına uygun olmasına karşılık böyle kimselerin
davranışlarının bu özellikten yoksun bulunmasından ötürü de onlardan gidişçe daha sapık oldukları
belirtilmiştir.)
13
neŝr Bilmezem ki bunlar bu ĥırś u âzla ve bu turk u tâzla râh-ı ĥaķîķat ve ŧarîķ-i Ħudâya ne
resme dûş ve ne ŧarîķla uş iderler rubâ΄iyye
CpN ÙÜìF ï× éÆ ÚDÜëk ÍVC æCo îوo ÚßZ(30)
Dç kDF pOzC qC و £pd kDF qC D¿Â qC
PwìÛ éÆ ÚCkpÊ ÈGv îrìZ Co ¢ëßh îDç kDF
14 DçoDF ن ëC ; îDWÜÆ Co ^p× îDèËÜN
neŝr Ve bir daħi 370a (1) bu fırķa ki śûretâ śâĥib-tâc u ħırķa geçerler bir birine perde-i esrârını
ĥarķ idüp deryâ-yı mezemmet ve müsâvî-i ez-pây tâ-be ġark ġark olmışlardur zamân-ı
evâ’ilde śûfiyyünden ba΄żısını işidirüz ve ba΄żısını gördük birbirinüŋ sırrını fâş eylemeyüp
kitmân-ı esrârı kendülere kâr itmişlerdi şöyle ki (5) meydân-ı sırda seyr idüp imtiĥân içün
deve gördüŋ mi diyü su’âl itseler köşegini de görmedüm diyü cevâb virürlerdi ve daħi
cüvânlıġımuz çaġında ķudret ve ķuvvetimüz nihâyetde olduġı ecilden ve nefs-i emmârenüŋ
ĥareketi ziyâde olduġı sebebden ner deve gibi şol ķadar erkeklenürdük ki mâyalar bizi görse
her biri benüm beseregüm diyü arķamı yapup oħşayup tevâżu΄ (10) temelluķ iderlerdi biz daħi
anlara deve ķınnışın iderdük şimdi nâķa-ı Śâliĥ gibi bu ķavm-i Śâliĥ içine düşelden berü ża΄îf
ü nâtüvân ve ΄âciz ü mużŧarib-i bî-ŧâķat olup ża΄fımuz bir mertebeye varmışdur ki lök deve
gibi künklerinüŋ güciyle yürürüz bu zamâne śofileri ΄aceb mürâyi ŧâifedür ki libâs-ı žâhiri
birle kendüleri ârâyiş ü zînet idüp śûretâ tâc (15) u pür-ser ü ħırķadur ammâ sîretâ her biri bir
ejderdür nažm
pF éF ælÜ˾ PÜ®ìz õÂph
pF ækDèÛ íØçkC õÏG®F
ßëk و éÏìd éϤو yC éÂph
ßëk õFDhq õØìÛ yC éϲF
ußÛDì و ÚDGëDv yC éÂph
15ußìØÏ®F ÚCk Èëk yC éÏ®F

neŝr Bunlaruŋ aĥvâli nâ-ma΄ķûl aķvâlı nâ-merbûŧ ef΄âli nâ-mažbûŧ (20) rûz şeb birbirinüŋ
ef΄âl-i ķabîĥesini ĥâsib işleri kelimât-ı nâ-münâsib şöyle ki birisi bir kimesne ile âsümândan
söyleşürken seni görse rîsmândan ħaber virür ki hîç münâsebeti yoķ hemân ŧurup ŧurup da
deve dimek gibi âdem incindigünden ol maĥalde deve depmesi diyecegi gelür ĥikâyet niteki
bir ebleh bir cem΄iyyetde oturup hîç söylemezmiş (25) meger anası naśîĥat itmiş ki zinhâr ol

14 Çün revi râh-ı ecel dînân ki mîbînem turâ
Ez ķafâ ez bâd-ı ĥırś u ez üştür bâd hâ
Bârhây-ı ħv
îş-râ çîzî-i sebuk gerdân ki nîst
Tang-hâ-yı merg-râ güncâyi în bârhâ
“ Ecel yolunun üzeri gibi dinim ki seni görüyorum. Kafadan, hırs rüzgârından ve rüzgâr gibi develerden. Kendi
yüklerini biraz hafiflet. Zira ölüm geçidi bu yüklerin sığacağı (bir geçit) değildir.”
15 Ħırķa-ı şeyŧanet fikende bih ber
Be-ŧabla-ı Edhemi niĥâde ber
Ħırķa eş vaśla vaśla ĥîle vü dîv
Be-žılle eş nîme-i zuħâbe-i dîv
Ħırķa eş sâyebân u Ķıyanûs
Baŧla eş dîk-dân-ı Baŧlamyûs
“Şeytanlık hırkasını üzerine atmış. Edhem’in kafasını üzerine koymuş. Onun hırkası yama yama hile ve şeytan.
Hırka Kıyanus’un gölgesinden, Batlamyus’un ocağından .”
14
meclisde sen söyleme zîrâ delüsin śoŋra bir naśîĥat ĥâsıl olur eger söylersen ġâyet büzürg ü
bülend bir söz söyle ki mecmû΄ı taĥsîn ideler dimiş ol daħi anasınuŋ pendini ŧutup kelimât
itmezmiş ehl-i meclis ilĥâĥ u ibrâm eyitmişler ki biz senüŋ kelimâtundan ĥažž iderüz ve
ġâyet müştâķuz niçün söylemezsin (30) elbette söyle dimişler ol daħi 16 ÄÜGç Ú× ÄØdC
daħi keşf gibi bir laĥža ser-girîbân tefekküre çeküp bir laĥžadan baş ķaldırup bî-münâsebet
deve dimiş 370b (1) imdi bunlar daħı ŧarîķ-i taśavvufa gelicek bî-münâsebet söylemede
hemân ol ebleh meŝâbesindedür velâkin mekr u ĥîle fenninde şöyledür ki her biri deveyi
ķaldırup altında köşekin ister eger ben ĥâkimü’l-vaķŧ olaydum bu ŧâifeye işler iderdüm ki eŋ
küçügi devece olaydı imdi bu ŧâ’ife eger ba΄żı ef΄âl-ı şenî΄e ve (5) aķvâl-ı beşî΄e žuhûr
getürüp Ħaķķuŋ raħmetine vüŝûķ iderlerse ki Ĥaķ raĥîmdür raĥmet ider dirlerse gerçek Ĥaķ
raĥîmdür ammâ Ĥaķķuŋ ġażabı daħi vardur ittifâk ġażab ider raĥmet itmezse ol vaķtin ĥâl
nice olur ĥikâyet niteki ol bir ĥarîf deve gördigi yoġimiş devenüŋ ba΄żı evśâfın naķl idüp
eyitmişler şed-aśl gerden-dırâz u bülend-bâlâ (10) bir canavar vardur dimişler eyitmiş bu
didigüz canavar böyle bâlâ-ķaddiken nice yük ururlar eyitmişler çökdürüp yükledürler eyitmiş
nice çökdürürler eyitmişler ıħ dirler hemân çöker ol ĥarîf eyitmiş al vardı ıħmayu imdi ol
deve kinleyin kendüler ümîd itdügi olmaz ĥâl nice olur beyt-i li-müellifihi
ن Ç× kDØOµC æpº Äd PØdpF ß¡×
17 ن Ç× ÅÔç CpN lëA H©º ÚDèÆDÛ éÆ
(15) eger bu ŧâ’ife bir ŧarîķle rişte-i ŧûl-ı emeli elden ķomayup ĥablullah-ı metîne ki i΄tiśâm
itmeyeler ŝebâb-ı sündüs ü ĥarîri ol vaķtin görürler ki 18«DìiÎC Ùv í¾ ÍØWÎC XìÏë
íOd eger bu ŧâ’ifenüŋ ef΄âl-ı şenî΄esinden birini ħaber virdirseŋüz bunlardan bir bölügi ki
vefâ ħarmenüŋ śûfîleridür ekŝer namâzı bî-vaķt ķılurlar şöyle ki śabaĥ namâzın vaķt-i ışrâķda
ögle (20) namâzın vakt-i ΄aśarda ikindü namâzın illâ ΄aśara yevmihi mes’elesiyle ΄âmil olup
ekŝer evķât-ı mekrûhede ķılurlar aħşâm namâzını ħod yedi ķaŧâr deve geçicek vaķti geçer
dirler anlar yetmiş ķaŧâr deve geçdükden śoŋra ķılurlar yatsu namâzın ħod ol kâźibler śubĥ-ı
śâdıķda edâ iderler ħuśûśâ cum΄a gicelerindeki meŝeldür cum΄a gicesi ħâtûnla cimâ΄ itmeyen
deve (25) borçlu olur dirler anlar ol gice aħşâmdan semâ΄a girüp śabâĥa dek raķś ururlar
cimâ΄a mecâlleri ķalmayup ol faķîrler şol ķadar deve borçludur ki nihâyeti yoķdur
inanmazsaŋuz fîl dededen ve deve ŧaşaġından eşek murâddan ve bayķuş sofîden ve keçi
büzüginden śoruŋ ki ne ķadar biŋ deve borçlulardur tâ-ķażiyye künhile ma΄lûm ola ben nice
def΄a (30) kendülere bu aĥvâli tenbîh eyledüm ki bî-vaķt namâz ķılmaŋ ve ħâtûnlaruŋuz
cum΄a gicesi maĥrûm idüp deve borçlu olmaŋ didüm beni eslemeyüp 371a (1) naśîĥat itdükçe
baŋa raŧb u yâbis kelimât iderler anlaruŋ kelimâtı ħod deveye it urmışca gelmez diyüp Baba
Şütür bu vechile gâh ġam-ı devrândan ĥikâyet ve gâh elem-i aķrândan şikâyet ΄arż idicek
yârândan biri taĥsîn idüp eydür Baba Şütür bârekallah eger mevâ΄iž ü neśâyiĥ ise ancaķ olur
(5) ammâ kelimâtuŋuzdan şöyle fehm olunur ki ΄Arab vâ΄ižiyle çoķ münâsebet kesb itmişsin
anuŋ muśâĥabet ü münâsebet u kelimâtınuŋ te’ŝîridür ki ŧarîķ-i Ĥaķķa sülûk idüp bu ķadar
menzil ķaŧ΄ eylemişsiz ki dimişlerdür mıśra΄

16Aĥmaķu min ĥabanneķa “Habennakadan daha ahmak” anlamında Arapça bir deyim olarak kullanılmıştır (ElMüncid,
Beyrut 1988. s.982). Turkish and English Lexicon’da “Hebennaka” kelimesi “Yezid”in soyadı olarak
geçmekte ve ayrıca aptal anlamına da gelmektedir. “Hebennak” olarak okunduğunda ise “cüce” anlamıyla
karşılaşılmaktadır. (Sir James W.Redhouse,Turkish and English Lexicon, New Edition, Çağrı yay. İstanbul,
1992, s.2157)
17 Meşev be-raĥmet-i Ĥaķ ġırre i΄timâd mekun
Ki nâ-gehân ġažab âyed turâ helâk mekun
“Hakk’ın rahmetine aldırmazlık etme ki aniden gazab gelir. Kendini helâk etme.” 18 Ĥaŧŧâ yelice’l-cemelü fî sümmi’l-ĥıyâti “Hatta onlar, deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete
giremeyeceklerdir.”(A’raf/40)
15
19PvC pGço ÍqDÜ× îßv Epµ Mߤ Co éÂDÛ
neśr: Baba Şütür eyitdi beli ΄Arabla muśâĥebetimüz bir dereceye varmışdı ki bir laĥža beni
görmese (10) devesi ölmüş ΄Araba dönerdi ol yâr-ı žarîf eyitdi Baba Şütür bu meŝeli yerinde
yâd eylemedüŋ zîrâ bir kimse ŧoyum olsa ol vaķtin ĥerîf devesi ölmüş ΄Araba döndi dirler
mübâlâġayla ŧoyumluķdan kinâyetdür ya΄ni ol devesi ölen ΄Arab deve etine nice ŧoyum
oldıysa bu daħı öyle ŧoyum olmışdur dimekdür ammâ bunda bir nükte daħi vardur ki śoŋradan
fehm olındı (15) zîrâ daķîķ söylersin evvel vehlede murâduŋuza varılmaz böyle dimekden
murâduŋuz böyle remz olmış ki ΄Arab muśâĥebetüŋüzden maĥžûž degülmiş belki sizüŋ
yüzüŋüz görmemek ΄Arabuŋ yanında büyük ġanîmetmiş ol sebebden devesi ölmiş ΄Araba
dönermiş diyüp ol yâr-ı žarîf Baba Şütürle biraz laŧîfe idüp eyitdi ΄Arabdan ne diŋledüŋüz ve
ne ögrendüŋüz Baba Şütür eyitdi birķaç âyetüŋ tefsîrin (20) istimâ΄ itdük evvel bu âyet ki
ķavm-i Semûdla nâķa-ı Śâliĥ ĥikâyetin beyân ider ki ķavluhu Te΄âlâ 20 øëC ÙÇÎÕ øÂDÛ ilâ
âyetihi ve daħi bu âyetüŋ ma΄nâsını diŋledük ki ķavm-i Semûd ol deveyi siŋirleyüp helâk
itdüklerin bildirür ķavluhu Te΄âlâ 21ÙèFo p×C Úµ ßOµ و øÂDÜÎC p÷¾ ilâ âyetihi
ve bir daħi bu âyet-i kerîmenüŋ tefsîrini ma΄lûm idindük ki nâr-ı cehennemden çıkan şerâre
beyânındadur ki ķavluhu Te΄âlâ (25) 22p¿¤øÎDØV ÙèÛDÆ ya΄ni ol cehennemden çıkan
ķıġılcımlar śaru śaru develer gibi ola diyüp Baba Şütür müfessirlik idüp 23p¿Æ lþ
éëCpFpw¿N Ú× ĥadîŝinden ġâfil olup germiyyetle nice istimâ΄ itmedügi âyetüŋ tefsîrinden
ħaber virdi andan ol yâr-ı žarîf eydür Baba Şütür bu zühhâd ki ΄abbâd-ı śâĥib-evrâddur
bunları böyle meźemmetle ķadĥ idicek ehl-i mu΄âşeret ki her laĥža ΄ayşa mübâşeret (30)
iderler ma΄lûmdur ki anları ne resme medĥ idersin didi Baba Şütür ol nükte-i ŧa΄n-âmîzi
işidüp mihmâr-ı iħtiyârı elinden gidüp yine kelimâta şürû΄ idüp 371b (1) eyitdi mu΄âşirân-ı
zemâne ki mücâvirân-ı ħum-ħâne olmışlardur anlarda daħı ħayr u bereket ve men´-i ma΄ķûl
üzere ĥareket ķılmamışdur zîrâ ekŝer ehl-i zemâne ĥırś u ĥased ile ŧolmışlardur şöyle ki
birinüŋ evinde biŋ deve ķurbân itseŋ ol ehl-i nîrân kâyil degildür ki ceyrânından birine bir
vaśîle vireler ilerü zamânda bir taŋrı bıraķsa (5) bir deve virürlermiş şimdi eger şol bir sâyil-i
a΄mâ gibi ki laķabına deve ŧaşaġı dirler sû’âl idüp yâ miftaĥu’l-ebvâb diyü büyük gezseŋ
iftaĥullahdan ġayr cevâb gelmez eger ziyâde ibrâm u ilhâķ ve tażarru΄ u nâliş iderseŋ bir pâre
nân-ı ħuşk getürürler ki mânend-i kef peşk-i râyiĥa-ı kefden yenmez ve dendân-ı insân aŋa
kâr eylemez şöyle ki bir kez bu yenmege kâbil degül bunı âdem mi yer ki deryâya bıraķsaŋ
ıślanmaz (10) diseŋ ħışm ile deve kimi de yidügin yi diyü cevâb virürler imdi bunlaruŋ gibi
źât-ı ĥasîs mânend-i ΄ayş-ı şütür kûşe-i mey-ħânede çöküp birķaç ķadeĥ çeküp lâ-aġla cür΄aı
bir birinüŋ üzerine döküp hezâr ΄usretle ΄işrete âġâz itseler meclislerinde olan me’kûlât-ı

19 Nâķa râ śavt-ı ΄Arab sû-yi menâzil rehber est
“Deve için Arab’ın sesi gidilecek menzillere(konak yerlerine) doğru kılavuzdur.” 20 Nâķatullahi leküm âyeten. Ayette şöyle denilmektedir: Semûd Kavmi’ne kardeşleri Salih’i gönderdik. Dedi ki:
Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; sizin ondan başka tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir. O
da size bir mucize olarak Allah’ın şu devesidir. Onu bırakın, Allah’ın arzında yesin (içsin); ona kötülük etmeyin;
sonra sizi elem verici bir azap yakalar. Ayetle iigili olarak aşağıdaki açıklama yapılmıştır: Semûd Kavmi’ne
kardeşleri Salih peygamber olarak gönderilince, dediler ki “Eğer sen hakîkaten bir peygamber isen dua et de şu
taşın içinden bir dişi deve çıksın. O zaman senin peygamber olduğuna inanırız.” Hz. Salih de dua etti, o taşdan
istedikleri gibi bir deve çıkıverdi. Bu mucizeyi görenlerden bir kısmı ona iman etti, diğerleri ise kâfirliklerinde
devam ettiler. Hz. Salih kavminden, deveye dokunmamalarını, devenin serbestçe yiyip içip dolaşmasını istediği
halde onlar deveyi, ayaklarını keserek öldürdüler. Bunun üzerine Salih Peygamber bulunduğu bölgeden hicret
etti, kavmi ise şiddetli bir deprem ile helâk oldı.( A’raf /73) 21 Fe΄aķaru’n-nâķate ve ΄atav ´an emri rabbihim “Derken o dişi deveyi ayaklarını keserek öldürdüler ve
Rablerinin emrinden dışarı çıktılar.” (A΄raf /77) 22 Ke’ennehü cimâletün śufrun “Her bir kıvılcım, sanki birer sarı deve gibidir.” (Mürselât /33) 23 Men tefessere bi re’yihi feķad kefere “Kim kendi görüşü istikametinde tefsir yaparsa kâfir olur.”
16
nisyâna gülmek muĥâldür zîrâ ekleh-i kâbil-lisân revġan-ı be-lesân gibi ol meclisde nâ-yâbdur
nažm
(15)Noĥud u mercümek bâliġ u baķla
İlâhi peynirinden bizi saķla
Śoġan u śarmuśaķ peynir u ĥavyâr
Siline istiridye midye murdâr
΄ünfüvân-ı cevânîde ba΄zı yâr-ı žarîfle ΄ayş u ΄işret iderdük ki zamânuŋ mu΄âşirleri diyâr-ı
musâĥebetüŋ müsâfirleri kûşe mecâlisüŋ mücâvirleri bir śoĥbete bünyâd itseler meclisi
fevâkihe ile ol resme zînet iderlerdi ki sulŧânî emrûdu ve ĥayvânî alma (20) ve deve dişi
enârla mâl-â-mâl olurdı altun gümüş deve ŧabanı ķadeĥlerle ´aşķar gözi ŧolular içerlerdi
şimdiki ΄ehl-i ΄işret geçen müĥmilâtı içdügi ekŝer çipel ŧoludur ol vaķtin her meclise varup
deve gibi çöküp oturmaķ murâd itseŋ ehl-i meclis śafâlar sürüp beşâret ü sürûrla birbirine
işâret idüp deve çökecek yer bulur diyü laŧîfe iderlerdi şimdiki ehl-i ΄işretüŋ meclisine varsan
öglerinde devecük (25) bindi ķavurmasınuŋ śarmusaġı ķoķusından âdem ŧuramayup kendüler
lisân idündükleri balıķ turşusı gibi yüzleri turşı śatup inķıbâzından dudaķları turşı śatup deve
dudaġı gibi śarķarsın daħı her birinüŋ gözine deve dikeni gibi olup incinmeden diken üzerinde
oturur gibi oturursın egerçi bu zamâne ħalķınuŋ śûretâ ef΄âli ve aķvâli ma΄ķûl u maŧbû΄ gibi
görinür ammâ ĥaķîķat yüzinden nažar (30) olınsa şol mâr meŝâbesindedür ki ŧâhiri münaķķaş
bâŧını pür-zehr-i merdüm-keş kişi evvel nažarda n’eydügün bilmez eger bunları kelimâta
çekmekiçün ol meclisde olan balıķ yumurŧasına 372a (1) bu nedür diyü tecâhül itseŋ deve
ķuşı yumurŧasıdur diyü cevâb virürler eger içlerinden bir ikisi taraĥĥüm idüp şu derd-mend
açlıġından gelmişdür ķoŋ bir pâre çorba yisüŋ diyü yir göstermek isteseler śaff-ı ni΄âlde
cümlesinüŋ altı yanında yir gösterürler zîrâ hîç birisi kendüyi ŧabanlayup üsti yanına
geçdügine râżı degüldür (5) her biri ΄ucb u kibirle bir dâbbedür ki deveden büyük ĥisâr
ķapusına śıġmaz ĥikâyet niteki ol bir gözsüzi deve depmiş gözsüz görmedügi sebebden
ķażiyye n’eydügüni ma΄lûm idinmeyüp hây beni śomunla uran ķarındaş diyü çaġırurmış bir
ĥarîf eyitmiş hey derd-mend deve gibi ne baġırursın seni deve depdi dimiş gözsüz der-mend
vây bögüreyüm diyü nâleye ser-âgâz itmiş imdi (10) ΄âķil oldur ki zemâne ehlinüŋ cûd-ı
seħâsından perhîz idüp bâr-ı minnetini yüklenmiye zîrâ ħasîsüŋ iĥsân u ΄aŧâsı bî-ġaraż
degüldür ĥikâyet niteki ol bir A´râbî devesin yâvi kılmış her çend ki cüst u cûy eylemiş
bulumamış âħir ġażabından ķasem-yâd eylemiş ki deveyi bulursa bir dirheme bey΄ ide ittifâķ
deve ele girmiş A΄râbî itdügi yemîne peşîmân olmış âħir ol devenüŋ (15) boynuna bir kedi
asup deve bir dirheme ve kediyi yüz dirheme ammâ bu şarŧla ki birbirinden ayırup bey΄
itmezem dimiş bir ĥarîf ol maĥalle irüp ol gürbe gibi ΄Arabuŋ kelimâtuŋ şütür-gürbe görüp
eyitmiş bu şütr-i ġarîb-erzândı eger ol ķılâde-gerdeninde olmayaydı nažm

ÚDOw× D®µ Ml¡iF pO¡F pÆC ÙìòÎ
lzDF ÚوpF kph ÚçC MkDµ q ÚëC éÆ
klÜF ¢ÛkpËF PÜ× q éÆ ôkÔÂ
24 lzDF Úوr¾ pOz oDF q oDF oCrç

24 Le’îm eger be-şütür baĥşedet ΄atâ me-sitân
Ki în zi΄΄adet-i ehl-i ħıred birûn bâşed
Ķılâde-i ki zi-minnet be-gerdeniş bended
Hezâr bâr zi bâr-ı şütür fezûn bâşed
17
(20) neŝr Baba Şütür bu resme zemâne ehlinüŋ ĥasedinden şikâyet idüp biraz daħı ķıllet-i faķr
u fâķadan şikâyet itdi ΄âlem ni΄metle mâl-â-mâl olmışken bu faķîr ĥücre-i ġamda pây-mâl u
perîşân-ĥâl olup belâ-yı ΄ayile vü ΄ayyâl-ı maķâle hicâl ķomamışdur didi biz eyitdük şimdi
zamân-ı refâĥiyyetdür her nesne keŝret ü vefretinden erzen gibi erzân olmışdur ammâ sen
bârân-ı ġamdan güncşik gibi lerzân (25) olmaķ neden gelür diyicek Baba Şütür bir laĥža deve
gibi śorudup andan ıssın görmiş köpek gibi śırıdup eydür ΄aceb temâşâdur ŧuŧalum birdebir
aķçeye imiş aķçe olmayıcaķ neyle alursın didi yârândan biri eyitdi Baba şütür senüŋ aķçem
yoķ diyüp faķrdan dem urduġun bana ΄aceb gelür zîrâ sen bir zille-bend ĥarîfsin hemân sende
aķçe yok denizde balıķ yoķ diyicek Baba Şütür aķçesi olmadıġına kendü gibi (30) ġalîž yemîn
idüp andan ol yâr-ı žarîf eyitdi Baba Şütür bu faķr u fâķa ki çekersin bunuŋ sebebi nedür bilür
misin eyitdi ŧâli΄imüŋ nüĥûsetidür ki gökden deve semeri 372b (1) yaġarsa ķusķunı boġazıma
geçmez devletlü ħudâvendigâr bundayken sârvân başı bizi gözedürdi ħayli ĥużûrumuz var idi
şimdi istimâ´ olmış deveye dönüp dururuz eger Yedi ķule Diz-dârı Deve Kemâl Aġa olmasa
açlıķdan ölürdüm her ne belâ ki çekerüz ŧâli΄üŋ şe’âmetindendür ĥaŧŧâ oġlanken daħi şöyle (5)
bed-ŧâli΄düm ki büsbüyük deve gibi oġlanken benden kiçirek oġlanlarla aşıķ oynardum
yudarlardı aşıķ oynanda daħı şol bir nev΄î oyun ki oġlancıķlar içinde śıç ķurtul dimekle
ma΄rûfdur ekŝer evvel oyunu oynayup nevbet ĥaśma dönicek Deveci Murâd bir bir avurt diyü
aġzum yurlardı zîrâ oġlancıķlar bu sözi ol oyunda çoķ dirler ol oyunuŋ daħı aślı budur ki (10)
aşıġun sulŧân ŧarafı düşicek yeŋer ĥâcib ŧarafı düşicek bir aşıķ daħı ķatar ĥâcible sulŧân ikisi
bile düşicek śıçması oldur ki yeŋilür pes benüm ŧâli΄imüŋ şomluġı ekŝer ķaŧ durur ķaŧ durur da
śıçururdı ħaśm yudardı nice olaydı ki ben yudaydum ve daħı bed-ŧâli΄ olduġumdan ġayrı şedaśl
aĥmaķdum ki oġlancıķlarla bilmece meŝel iderdük hiç birin bilmek vâķi΄ olmazdı (15) bir
gün bir oġlan bir bilmece meŝelin śordı ki dört lâb bir küp egri çûb yumrı top nedür didi ben
eyitdüm ki cânlu mı cânsuz mı eyitdi cânludur eyitdüm yinür mi yenmez mi eyitdi yinür
bizüm evde var mı didüm eyitdi vardur fikr idüp eyitdüm bilemedüm ΄âciz ķalup şehr istedi
Develi’nüŋ Ķaraĥisâr’ın virdüm ķabûl eylemedi âħir Lapseki’yi alup eyitdi devedür dört lâb
ayaġıdur bir küp ķarnıdur (20) egri çûb boynıdur ki çevgândan ġalatdur yumrı ŧop başıdur
diyüp ol oġlan benüm ĥamâķatuma gülüp kendüzin bilmezler de saŋa selâm olsun didi şimdi
ki zamâne oġlancıķları bu mertebede zîrekdür ki ellerinde meyve cinsinden bir nesne görseŋ
getür saŋa devecik adı vireyin diyüp aldayup elinden almaķ murâd idinseŋ bizüm ķapumuz
küçücükdür deve śıġmaz diyü cevâb virürler (25) ol ĥamâķatuŋ ve şe’âmetüŋ sebebidür ki
śaçum śaķalum gözüm aġardı bir büsbüyük deveye beŋzer nesneyi gösterseler göremezüm
deve de olursa sen anı göremezsin diyü ŧa΄n iderler ĥaŧŧâ Dolaman mantarın devşirmege
śaĥrâya çıķsam deve ŧabanı didükleri ot ki Fâriside aŋa şütür-gâz dirler andan ġayrı nesne
bulımazam diyüp bu resme ĥamâķatından ve ŧâli΄üŋ nüĥûsetinden (30) ve ķıllet ü źilletinden
şikâyet idicek ΄azîz yârânlardan birisi yine Baba Şütür’i kelimâta çeküp eydür Baba Şütür
bunca ma΄ķûl ve munca kelimât ki söylersin 373a (1) diyünce ĥikâyât-ı ġarîbe ki rivâyet
eylersin beŋzer ki deryâ-yı ma΄ânîde seyâĥat itmişsin didi Baba Şütür eyitdi beli misâfirân
Şâm u Ĥaleb ü Ĥicâzla nice def΄a sefer-i Beytullah idüp hecîn develeri gibi ki anlara yel
devesi dirler ΄Arab beriyyelerinde gezmek vâki΄ oldı ol yâr eyitdi Baba Şütür Ĥicâz seferine
(5) bunca def΄a ki vardum geldüm dirsin hîç bir fażîlet kesb itdüŋ mi ki yetmiş kere ĥacca
varan deve issin oldurmış diyü işidirüz diyücek Baba Şütür çoķ fażîlet kesb itdüm cümleden
birisi iŧâ΄at ve inķiyâdda ĥilmüm bir mertebede olmışdur ki ilerü bir oġlancıķ bir yire da΄vet
itse miĥmâr-ı iħtiyârumı eline virürüm nereye dilerse yidüp alur gider ĥikâyet ol bir śıçan gibi
geh bürdeyi (10) görmiş geh śaĥrâda çılbırın sürüyürek otlavup gezer śıçan deveyi göricek
ĥırśı ġâlib olup miĥmârına yapışup kendü ini ŧarafına çekmiş devenüŋ cibilleti ΄adem-i
muĥâlefet üzre olmaduġı ecilden mûşa muvâfaķat idüp inine varmış nažar idüp görmiş bir
“Alçak, pinti kişi sana deve yüküyle hediye verse alma, kabul etme. Çünkü bu akıl ehlinin adetinden çıkmak
demektir. Minnetten, bir gerdanlık onun boynuna takar ki bin devenin yükünden daha fazla ağır olur.”
18
΄aceb sûrâħ ki müflisler kîsesinden tenük ΄âşıķlar göŋlinden ŧar mûşa eyitmiş ey muĥâl-endîşe
senüŋ (15) sûrâħuŋ böyle küçük benüm cettüm böyle büyük ne benüm cettüm küçülür ve ne
senüŋ sûrâħuŋ büyür pes benümle senüŋ avurtuŋda śoĥbet ü mucâleset ne yüzden śûret baġlar
dimiş beyt
ÚCßN íÆ ÚkpÊ ½os peF ½p± Co ÚCk é×pv
25 PvpËÜOw× Co éÂDÛ ÚkpF yß× ½DÇz ok
neŝr İmdi ķażiyye böyleyiken yine bir oġlancıġa muħâlefet itmeyüp muvâfaķat iderüm ve
daħi ber-fażîlet bunı (20) kesb itdüm ki eger şâdîde vü ger ġamda her ne ĥâlde olsam ħalķı
daħi ol ĥâlde mülâĥaža iderüm ĥikâyet nitekim Mevlânâ Naśruddîn Ħv
âce rahmetullahi ΄aleyh
bir gün baş ķazırlarmış acırmış meger o eŝnâda bir deveye yük yükledürmiş deve baġırmış
Naśruddîn Ħv
âce eyitmiş ΄acebâ şol derd-mend devenüŋ daħı başını mı ķazırlar ki güler dimiş
ve bu fażîlet daħı baŋa pesdür ki (25) bir işi tekrâr tekrâr mülâĥaža idüp śoŋra fikr iderüm tâ
netîcesin fikr itmeyince işlemezüm śoŋra bir nedâmet vâķi΄ ola diyü ĥikâyet niteki bir
devecinüŋ iki örgüçlü bir devesi varmış iki günde bir buŋa ŧuz yükledüp bâzâra götürürmiş bir
gün bu devenüŋ ħavudın alup śaĥrâya śalup kendü bir aġaç sâyesinde ħv
âba varmış deve
otlayuraķ çıķar (30) dikenlerden gül-be-şekker gibi yiyürek deveciden biraz ıraķ gitmiş
meger bu devenüŋ bir dilkü dostı var imiş ittifâķ ol dilkü ol araya irüp deveyi görüp 373b (1)
ilerü gelüp anuŋla muśâfaĥa idüp ĥâl ü ħâŧırın śorup eyitmiş yâ cemel-i ħûb ne ġarîb arıķ
düşüp ża΄îf olmışsın ki evvel bir daġa beŋzerdüŋ dimiş deve daħı deveciden şikâyet idüp
eyitmiş bir zâlim-i bî-raĥm śâĥibüm var her gün ıraķ yirden aġır ŧuz yükin yükledür bâzâra
getürüp śatar sebeb (5) oldur ki ol aġır yükden gövdem yaġır olup böyle arıķladum diyü ol
arıķ deve dilküye böyle cevâb viricek dilkü eyitmiş hîç bir çâre yoķ mudur ki bu belâdan
ħalâś olup yükin bir mikdâr yiynile dimiş deve eyitmiş bunca zamândur ki fikr iderüm hîç bir
çâre bulumadum dimiş dilkü eyitmiş bu ŧuz götürdigün yolda hîç śu var mıdur deve eyitmiş
bir ΄âli ırmaķ (10) vardur ki içinden uġrayup geçerüm dilkü eyitmiş imdi ĥîle oldur ki ol
ırmaġun ortasına varduġın gibi çökesin deveci seni ķaldırunca ħayli ŧuz erür yükin bir miķdâr
yiynilür bir nice def΄a böyle idicek deveci daħı bilür ki bu işi yük aġırlıġından idersin lâ-büdd
yüküŋi yiyniledür aġır yükden ħalâś olursın dimiş deve dilkünüŋ (15) nasîĥatı ile ΄âmil olup
śoŋunı mülâĥaža itmeyüp yarındası ŧuz yükiyle ol ırmaġa yaķîn gelicek deve ΄aceleyle
yürüyüp ırmaġa girüp deveci devenüŋ sür΄atini görüp dün ķoduġumuŋ eŝeri žâhir oldı diyince
deve ırmaġuŋ ortasına irüp çökmiş deveci ŧurġurunca ħayli ŧuz erimiş bir nice def΄a böyle
idicek deveci devenüŋ ĥîlesini (20) bilüp bu kez ŧuz yirine deveye yük yükletmiş deve śuya
gelüp çökicek muķayyed olmamış deve śuda vâfir eglenüp yüki śuyı ol ķadar yutmuş ki
devenüŋ yüki ķurşuna dönüp ŧuz yükinden daħı aġır olmış deveci deveyi ķaldırup sürmiş
deve yük altında zâr zâr inlermiş deveci eydürmiş bir nesne ögrendüŋ çoķ nesne çoķ unutduŋ
bildügüŋ (25) yaŋulduġına yitmedi nite ola ki benüm fikrüm senüŋ fikrinden girü ķala dimiş
imdi kişi her nesnenüŋ śoŋunı mülâĥaža itmek gerek ki peşîmân olmaya yük aġırlıġından
deve yıķılup çatı ayrılduġından śoŋra gidermenüŋ ne fâ’idesi var pes nâdim olıcaķ işi
işledükden śoŋra peşîmân olmanuŋ ne aśśısı var ve daħı ber-fażîlet bunı taĥśîl itdüm ki nâ-
cinsle (30) ŧuz etmek yiyüp bir śofraya el suŋmazum şöyle ki bir da΄vetde sevmedigüm
mürâyî śûfilerden ki ba΄żı kimesne ola ben ol ŧa΄âmdan yimezüm 374a (1) segirdişüp şu
hengâme nedür yoķsa deveyi çerâ ķubbeye mi çıķarurlar diyüp beni teferrüc iderlerdi baş
açıķ yalın ayaķ ne ΄aceb yürür diyü te΄accüb ķılurlardı ķuşa sedd deveye na΄l olmaz diyüp
Baba Şütür bu resme ba΄żı muĥâvere idüp ŧolabına el urdı bir kâġıd çıķardı nažar idüp gördük

25 Sürmedân-râ žarf-ı baĥr-ı jerf kerden key-tüvân
Der-şikâf –ı mûşe burden nâķa râ müstenkerest
“Derin denizi sürmedana (sürme kabına) sığdırmak ne mümkün! Farenin deliğine deveyi götürmek uygun
olmayacak bir iştir.”
19
ki muŝennâ ħaŧ ile (5) deve resminde bir beyt yazmışlar ammâ oķuması ħayli müşkil Baba
Şütür eyitdi bunca zamândur ki bu beyti oķumada ΄âciz ķalmışumdur hîç oķur kimseye ŧuş
gelmedüm siz daħi görüŋ diyüp ol kâġıdı elümüze śundı biz daħı alup mütâla΄a ķılup nažar
iderken nâ-gâh Ħv
âce ΄Abdu’l-ķâdir-i Ħatîp çıķagelüp ol ħaŧŧı elümüzden alup bir laĥža nažar
ķılup ol beyti bilüp (10) bir ħoş avâzla ser-âgâz idüp oķıdı ki Mevlânâ Mu΄azzî şütür
evśâfında buyurmışdur beyt
وo oDìwF و kßh ^lÛC وk rìN Úßìç îDç 26 ÚOh DÛ ok و éëßJ ok وpÆ ækpF ÚCßçA q C
neŝr Baba Şütür ol beytüŋ fetĥ olmasından ve Mevlânâ ΄Abdu’l-ķâdir’üŋ śadâsından gergin
deve gibi kükreyüp esriyüp cûşa gelüp semâ΄a girüp hey hey cimâl gibi biraz (15) debreyüp
ķalġıdı na΄ralar urdı şöyle ki deve çânı gibi śadâsıyla ĥücrenüŋ içi dopdolu oldı yârândan biri
΄Abdu’l-ķâdir’e taĥsîn idüp eydür Mevlânâ Ħaŧîb bugün ΄ilm-i mûśiķîde śadâyla ΄Abdu’lkâdir-i
ŝânisin ki deveyi raķśa getürdüŋ ammâ tîġ-ı ŧabî΄atuŋ gâyet tîz imiş ki deve ŧabanında
ķılıc śınaduŋ didi bâri ol gün seĥerden giceye dek (20) Baba Şütür’üŋ ĥücresinde bu resme
muśâĥebet eyleyüp vaķt-i şâm olıcaķ kelimâtı temâm idüp yârân müteferrıķ oldı ve’s-selâm
va’lahu a΄lem bi’ś-śavâb.
KAYNAKÇA
AYNUR, Hatice (1997); Mahremî ve Şeh-nâmesi, I. Kısım Yavuz Sultan Selim Dönemi,
İnceleme-Metin-Sözlük-Dizin, (Basılmamış Doçentlik Takdim Tezi) İstanbul.
İSEN, Mustafa (1994); Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı, Ankara.
KAVRUK, Hasan (1998); Eski Türk Edebiyatında Mensur Hikâyeler, İstanbul.
KÖPRÜLÜ, M.Fuad (1986); Edebiyat Araştırmaları I, Ötüken yay. İstanbul.
Kuranıkerim ve Açıklamalı Meâli (1993); TDV İslâm Ansiklopedisi, Ankara.
LEVEND, Agah Sırrı (1968), Divan Edebiyatında Hikâye I, TDAY, Belleten, 1967, Ankara.
s.71-115
LEVEND, Agah Sırrı (1985), Türk Edebiyatı Tarihi, Giriş, Atatürk Kültür, Dil ve tarih
Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu Yay. Ankara.
MAZIOĞLU, Hasibe (1985), Divan Edebiyatında Hikâye, Doğumunun Yüzüncü Yılında
Ömer Seyfettin, Atatürk Kültür Merkezi Yay. Ankara,
Meşa’irü’ş-Şuarâ or Tezkire of Âşık Çelebi (1971), Haz. G.M. Meredith-Owens, London.
Sohrweide, Hanna(1981); Turkısche Handscriften (Wiesbaden: Franz Steiner Verlag, 262,63;
No:282.
ÜNVER, İsmail (1993); “Çeviriyazıda Yazım Birliği Üzerine Öneriler”, Türkoloji Dergisi,
XI, Ankara.s.51-90

26 Hây-ı heyûn-ı tîz-dev andek-ħôr u bisyâr-ı rev
Ez âhuvân burde girev der-pûye vü der nâ-ħoten
“Amma da hızlı koşan, az yiyen, çok yol giden bir devedir. Yürümede ve koşmada ceylanlardan (daha hızlı
giderek) ödülü kazanır (yani koşuda birinci gelir).”

Konular