‘ADNÎ’NİN PENCERESİNDEN ŞEMS-İ TEBRİZÎ

Öz
17.Yüzyıl Mevlevî şairlerinden biri olan ‘Adnî Receb Dede Divanı’nda Mevlânâ ve
Mevlevîliğe dair birçok unsura rastlanmaktadır. Bunlardan biri de Mevlevîlerce ayrı bir yere sahip
olan Şems-i Tebrîzi’dir. Mevlânâ’yı Mevlânâ yapan Şems-i Tebrizî, Mevlânâ denilince ilk akla gelen
isimlerden biridir. ‘Adnî de Mevlevîlerce bu denli önemli olan Şems’e divanında uzunca bir kaside
yazmış ve onun çeşitli hususiyetlerinden bahsetmiştir. Biz de çalışmamızda ‘Adnî’nin nazarından
Şems-i Tebrizî’yi değerlendirmeye, hangi vesilelerle söz konusu edildiğine bakmaya çalışacağız.
Anahtar kelimeler: ‘Adni, Divan, Şems-i Tebrizî.
Abstract
Adnî Receb Dede, one of the 17th century Mevlevi poets, includes many elements relating
to Mevlânâ and Mevlevî in his Divan. Şems-i Tebrizi who has a seperate place in his Divan is one of
them. Şems-i Tebrîzi is the first name that comes to mind when Mevlana is mentioned. 'Adnî wrote
a long eulogy to Şems-i Tebrîzi who has such an important place in his Divan and mentioned about
his various characteristics. In our study, Şems-i Tebrîzi will be assessed from the gaze of Adnî and
it will be tried to be found through which occasions he was mentioned.
Anahtar kelimeler: ‘Adni, Divan, Şems-i Tebrizi.
Giriş
Asıl adı Receb olan Adnî Selanik vilayeti mülhakından Serez (Siroz) şehrinde
doğmuştur. Kaynaklarda babasının ulemâdan olduğu kayıtlı olan Adnî iyi bir tahsil imkânı
bulmuş, genç yaşında memleketinde ilim ve faziletiyle seçkin bir yere ulaşmıştır. (Esrar Dede,
2000: 350; Göre, 2004: 21) Serez dergâhı şeyhi Ramazan Dede’den el alıp külâh giyip çileye
girmiş, istidatlı olmasından dolayı da Ramazan Dede’nin vefatında yerine oturmuştur. (Ali
Enver, 2010: 215) Burada bir süre sâliklere mürşidlik yapan ‘Adnî, eskiden beri gönlünde olan
istek üzerine âşıkların Kâbesi Mevlânâ Dergâhı’nı ziyaret etmek için orta yaşlarında Konya’ya
gitmiştir. Orada gönül dostlarıyla gece gündüz bir araya gelerek sohbetlere katılmış, bazen
Şemseddün-i Tebrîzî’nin bazen de Sultânü’l-Ârifîn Mevlânâ’nın dergâhında Mesnevî tedrisi ile
meşgul olmuştur. ‘Adnî Konya’ya gittiğinde hilafet makamında Abdulhalim Çelebi
bulunmaktadır ki bu dönem Vâiz Vânî Mehmet Hoca’nın ikbal devrine rastlar. Vânî’nin ortaya
çıkmasıyla Fakıların aşırı taassuba dayalı düşünceleri tarikat ehli için felaketlerin başlangıcı
olmuş; raks ve semâ’ın yasak edilmiş, özellikle Mevlevî semâ’sı bu yobazları çok rahatsız
etmiştir. Bu dönmede sadrazam Kara Mustafa Paşa, Vânî Üngürüs’ün faliyetlerini engellemek
ve ‘Adnî’nin görüşlerine başvurmak için onu İstanbul’a davet etmiştir. Vânî’nin zulmü
‘Adnî’nin de göstermiş olduğu manevi destekle engellenmiştir. ‘Adnî İstanbul’dan Edirne’ye
daha sonra da buradan Gelibolu’ya giderek Gelibolu Mevlevîhânesi şeyhi Ağazâde’nin yanına
· Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi, tok_eda
@hotmail.com
- 225 -
geçmiş, oradan da Belgrad’daki Mevlevîhânenin meşihatine görevlendirilmiştir. (Göre, 2004:
22-24)
‘Adnî Belgrad Mevlevîhânesi şeyhi iken H.1100-M.1689’ da vefat etmiştir. (Göre, 2004:
24; Ali Enver, 2010: 215) Zehra Göre hazırlamış olduğu doktora tezinde ‘Adnî’nin hayatı ve
edebi kişiliği hakkında geniş bilgilere verdiği için bu bölümde şairin hayatı hakkında kısaca
bilgi verilmiştir.1 ‘Adnî’nin Divân, Nahl-i Tecellî, Şerh-i Kasâid-i ‘Urfî ve Kasîde-i ‘Adnî olmak
üzere dört eseri tespit edilmiştir. Şairin Dîvânı’nda 38 kaside (2’si Farsça), 1 terkib-i bend, 4
tahmis (3’ü Farsça) ve 313 gazel (1’i Farsça) yer almaktadır. (Göre, 2004: 26-27) Şairin 38
kasidesinin 7’si Hz. Mevlânâ’ya, 1’i Şems-i Tebrîzî’ye, 1’i de Mesnevî’ye, 2’si Abdülhalim
Efendi’ye (Mevlânâ Dergâhı postnişîni) methiyedir.
Hz. Peygamber’e övgü için yazılan şiirlere na‘t denildiği bilinmektedir. Ancak
edebiyatımızda Hz.Ali, dört halife ya da din uluları ve tarikat şeyhleri için yazılanlara da na‘t
denilmiştir. ‘Adnî de Hz. Peygamber’in dışında Hz. Ali, Mevlânâ, Şems-i Tebrîzî ve Mesnevî
vasfında yazdığı kasidelere “na‘t” adını vermiştir. (Göre, 2004: 61-62) Şairin Şems-i Tebrîzî için
yazdığı kasidesine geçmeden önce Şems-i Tebrizî Hakkında kısa bir bilgi vermek yararlı
olacaktır.
Şems-i Tebrizî
Mevlânâ denilince ilk akla gelen isimlerden biri Şems-i Tebrîzî’dir. Şems-i Tebrizî’nin
hiç şüphesiz Mevlânâ’nın hayatında ayrı bir önemi vardır. Şems, Mevlânâ’yı etkileyecek, onun
ruhunda fırtınalar koparacak kadar tasavvufî bilgi ve birikime sahip, ilmin ve tasavvufun
kemaline ermiş kâmil bir zattı. Coşkulu mizacı, cezbeli haliyle, ilahi nükteleriyle Mevlânâ’yı
etkileyen Şems, ondaki cevheri yüzeye çıkarmış; Mevlânâ’nın mürşidi olmaktan ziyade ona bir
ayna olmuştur. (Top, 2007: 36-38) Şems hakkında kaynaklarda farklı bilgilere yer verilmiştir.
Mevlevî kaynaklarından olmayan Devletşah Tezkiresi onu Hasan Sabbah’ın torunlarından
saymaktadır. Eflâkî Tezkiresi ise onu Şemseddîn b. Muhammed b. Ali b. Melekdâd-ı Tebrizî
adıyla kaydetmekte ve bu konuya hiç temas etmemektedir. Molla Cami’ye göre ise
Horasan’dan Tebriz’e gelip yerleşen basit bir dokumacının oğludur. Kim olursa olsun aldığı
terbiyeden, garip olmakla birlikte manalı ve hesaplı hareketlerinden onun iyi bir tasavvuf
terbiyesi aldığı, birçok mutasavvıfı tanıdığı anlaşılmaktadır. (Çelebi, 2006: 34) Sipehsâlâr,
Şems’in daima kerametleri inkâr edip, halktan ve şöhretten kendini sakladığını; bir tacir
tavrında ve kıyafetinde olduğunu söylemektedir. (2011: 145) Şems ve Mevlânâ’nın karşılaşması,
Şems’in Konya’ya gelişiyle alakalı çeşitli rivayetler anlatılmaktadır. Eflâkî, Şems’in Rum’a,
Konya’ya gelişini özetle şu şekilde nakleder:
Şemseddin-i Tebrizî, Tebriz’de sepet ve zembil örücüsü olan, aynı zamanda
velilikte ve gönül sırlarını bilmekte zamanının bir tanesi olan Ebû Bekir Tebrizî’nin
müridiydi. Şems’in makam ve mertebesi o dereceye ulaşmıştı ki artık bunlarla
kanaat etmiyor, daha yüksek bir makam arıyordu. Bunun için yıllarca dünyayı
dönüş dolaştı, gezilerde bulundu. Bu yüzden de ona “Şems-i Parende= Uçan
Şems” adını verdiler.
Şems bir gece Tanrı’nın tecellilerine gömülüp, mest olmuş bir halde münacatında
Tanrı’dan kendi örtülü olan sevgililerinden kendisine göstermesini diler ve
Tanrı’dan “İstediğin gibi herkesin gözünden saklı, güzel ve mağfirete nail olmuş
can, Belhli Sultanü’l-Ulemâ Baha Veled’in oğludur.” cevabını alır. Şems bunun
üzerine onun mübarek yüzünü göstermesini diler. Tanrı da “Buna teşekkür borcu
olarak ne verirsin?” diye sorar ve Şems “Başımı!” diye cevap verir. Şems’e gerçek
amacı ve isteğine ulaşabilmesi için Rum’a gitmesi şeklinde ilham gelir ve Şems’in
Konya’ya gelişi bu şekilde gerçekleşir. (2006: 125)
Şems ve Mevlânâ’nın ilk karşılaşması Şam’da olmuştur. (Eflâki, 2006: 123) Ancak Şems ve
Mevlânâ’nın dostluklarının başlangıcı olan asıl karşılaşma Konya’da gerçekleşir. Mevlânâ bir
1 Ayrıntılı bilgi için bk. “Zehra Göre, ‘Adnî Receb Dede, Hayatı ve Eserleri, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Konya: Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2004.”
- 226 -
gün medreseden çıkıp Şems’in kaldığı Şekerciler Hanının2 önünden geçerken Şems birdenbire
Mevlânâ’nın bindiği katırın önüne geçer, katırın gemini yakalar ve “Ey dünya ve mana
değerlerinin sarrafı, Tanrı adlarının bilgini! Söyle. Muhammed hazretleri mi yoksa Bayezid
(Bistâmî) mi büyüktü?” diye sorar. Mevlânâ “Hayır, hayır, Muhammed Mustafa tüm
peygamberlerin ve velilerin başbuğu ve başkanıdır. Gerçekte büyüklük ve ululuk onundur.”
der. Şems buna karşılık “ O halde Hz. Peygamber ‘Yarabbi, seni her türlü eksikten arı duru
kılarım, biz seni layık olduğun bir biçimde bilemedik.’ Buyurduğu halde Bayezıd ‘Ben kendimi
her türlü eksikten arı duru kılarım. Benim şanım ne büyüktür. Ben sultanların
sultanıyımdır.’diyor.” der. Mevlânâ cevaben “Bayezıd’ın susuzluğu bir yudumda dindi ve suya
kandı. Ancak Hz. Muhammed susuzluktan yanıyor, bir yudumla doymuyordu. Bayezid,
Hakk’ın ilk tecellisiyle kendini nura gark olmuş görüp daha fazlasına bakmazken, Hz.
Muhammed Hakk’a her gün daha çok yaklaşıyor, Hakk’ın yüceliğini artarak seyrettiği için de
‘Biz seni layıkıyla bilemedik.’ buyurmuştur” der. (Eflâki, 2006: 126; Halıcı, 1986: 48-50; Can,
2013: 49) Şems ve Mevlânâ’nın dostluğu bu sözlerle başlamış ve sohbetleri, muhabbetleri her
geçen gün artmıştır. Mevlânâ’nın Şems ile tanıştıktan sonra medresedeki dersleri bırakması,
halktan uzaklaşıp tüm zamanını Şems’in sohbetine ayırması Mevlânâ’nın kınanmasına sebep
olmuştur. Şems’in büyücü, uğursuz olduğu şeklinde çeşitli dedikodular yayılmıştır. Bu duruma
dayanamayan Şems, Konya’dan ayrılıp Şam’a gitmiştir. Bu ayrılığın ardından Mevlânâ derin
bir üzüntü duymuş ve çevresiyle ilgisini kesip, bir köşeye çekilmiştir. Zamanında ikisini
kıskananlar pişman olmuşlardır ve Sultan Veled’in Şems’i arayıp, bulup getirmesini
istemişlerdir. Şems, Sultan Veled ile birlikte tekrar Konya’ya dönmüştür. Şems’in dönüşü
sevinçle, muhabbetle karşılanmıştır. Ancak bir zaman sonra yine halk ve müridler arasında
Şems’le alakalı dedikoduları yayılmaya başlayınca Şems, Sultan Veled’e Mevlânâ’yı
kendisinden ayırmak istediklerini, bu defa ortalıktan kaybolduğunda hiç kimsenin izini
bulamayacağını söylemiş, 8 Aralık 1247 tarihinde kayıplara karışmıştır. Şems’in akıbeti, ortadan
kaybolması, öldürülüşüyle alakalı çeşitli rivayetler vardır. (Halıcı, 1986: 53-74; Yeniterzi, 2011:
22; Ceyhan, 2010: 512-514)
Şems’in Sıfatları
Hakikat Güneşi
Çalışmamızın konusunu oluşturan ‘Adnî’nin Şems-i Tebrîzî vasfında yazdığı kaside (K
25) “Na‘t-ı Şems-i Tebrîzî” başlığını taşımaktadır. 91 beyitten meydana gelmiş olan bu kaside
aruzun “Mef’ûlü/ Mefâ’îlü/ Mefâ’îlü/ Fe’ûlün” vezniyle kaleme alınmıştır. Kasidede orijinal
bir nesib bölümüne yer verilmiştir.
Şair, kasidenin nesib bölümünde bir çeşit tahkiye yapmış ve karşısında biri
varmışçasına anlatmaya başlamıştır. Bir gece içi geçmiş, uykuya dalmış, rüyasında yolu
“kişver-i ıtlâk”a düşmüştür. Buradaki kavmin hali perişandır, zarar ve faydayı birbirinden
ayıramazlar. ‘Adnî, onlara doğru yolu gösterecek bir rehberleri olmadığını fark etmiştir. Bu
durumu müşahede ederken biri ona gözünü açmasını, hakikat güneşinin doğduğunu
söylemiştir. Gözünü açtığında karşısında Şems-i Tebrîzî’yi gören şair böylece onu methetmeye
başlamıştır. (Göre, 2004: 62) Şairin hakikat güneşi olarak nitelendirdiği Şems-i Tebrizî’dir.
Güneş anlamına da gelen şems kelimesi, güneş ve Şems-i Tebrizî’yi çağrıştıracak şekilde
tevriyeli kullanılmıştır:
Bir şahs bana dir gözün aç subh-ı safâdan
Seyr eyle tulû’ eyledi ol şems-i hakîkat (K 25/15)
Bir kişi bana “Zevk sabahından gözünü aç, o hakikat güneşi doğdu, seyret” der.
Tebriz’in Şahı
Şems, Tebrizli olduğu ve Şems-i Tebrizî lakabıyla anıldığı için Tebriz’in şahı olarak
nitelendirilmiştir. O adeta şahların baş tacı, izzet makamının padişahıdır:
Nâgâh dokındı gözüme husrev-i Tebrîz
2 Sipahsâlâr, Pirinç-furûşân (Pirinççiler) Hanı olarak nakleder, s.148.
- 227 -
Ser-tâc-ı şahân pâdişeh-i mesned-i ‘izzet (K 25/16)
Birdenbire gözüme Tebriz’in şahı, şahların baş tacı, izzet makamının padişahı göründü.
Zamanının Piri, Şeyhi, Rehberi
Şems’in zamanının piri, şeyhi, önemli bir zatı olduğuna şüphe yoktur. Şems’le dost
olanların, onun sohbetine katılanların, onun verdiği bilgiler ışığında Hakk’a, Hakk’ın sohbetine
yaklaşabileceği yaklaşabilecekleri bildirilmiştir:
Ol pîr-i zamânsın ki sana hem-dem olanlar
Hakkâ ki kılur Hâlık-ı bî-çûn ile sohbet (K 25/47)
O zamanın pirisin ki sana arkadaş olanlar doğrusu eşsiz Allah ile sohbet ederler.
Şems zamanının şeyhidir ve onun müridleri ruhlar, canlar gibi feleğe ulaşabilmek için
gayret ederler. Müritlere yol gösteren Şems olduğunda, müritlerin yüksek makama ulaşmak
için çaba harcamaları kaçınılmazdır:
Ol şeyh-i cihânsın ki mürîdün olan eyler
Ervâh gibi çerhe su’ûd itmege himmet (K 25/48)
O zamanın şeyhisin ki müridin ruhlar gibi feleğe yükselmek için gayret ederler.
Ümmetin En Kâmili
Şems, Cenab-ı Hakk’ın emirlerine uyan, sünnetleri yerine getiren, Peygamberin
beğendiği; halkın en kerim, ümmetin ise en kâmil zatlarından biridir:
Münkâd-ı rüsûm-ı sünen şer’-i peyam-ber
Memdûh-ı nebî Ekrem-i halk ekmel-i ümmet (K 25/25)
Peygamberin getirdiği Cenab-ı Hakk’ın emirleri, sünnetlerin usullerine boyun eğen;
peygamberin övdüğü; halkın en kerimi, ümmetin en kâmili.
Dinin Pınarı
‘Adnî, Şems için ezel sırrı ve ebedi sır, Hz. Muhammed’in nuru, dinin pınarı, mezhep
ve dinin yüzsuyu ifadelerini kullanarak Şems’i yüceltmiştir:
Sırr-ı ezel ü râz-ı ebed nûr-ı Muhammed
Ser-çeşme-i din âb-ı ruh-ı mezheb ü millet (K 25/23)
Ezel sırrı ve ebedi sır, Hz. Muhammed’in nuru, dinin pınarı, mezhep ve dinin yüz suyu.
Aşağıdaki beyitte ise Şems’in tarikattaki yerine, önemine dikkat çekmiş, tarikattakilerin
en şereflisi olduğunu ifade etmiştir. Şems Hakk’ın beğendiği kullardan olup İlahi güzelliğin de
özüdür. O, fakirlerin yani dervişlerin en büyüğüdür:
Makbûl-ı Hudâ zübde-i hâsân-ı İlâhî
Fahrü’l-fukarâ eşref-i ashâb-ı tarîkat (K 25/24)
Huda’nın beğenileni, İlahi güzelliğin özü, fakirlerin (dervişlerin) en büyüğü, tarikat halkının en
şereflisi.
Şems, her şeyin gerçek sahibinin Hakk olduğunun şuurunda olan, kendini madde
âleminden soyutlamış, Hakk yolunda ilerleyen Hakk’ın beğendiği kullardandır. ‘Adnî’nin de
ifade ettiği gibi Şems’in Mevlevîlikte ayrıcalıklı bir yeri vardır.
Hâcet Kıblesi
Şair, Şems’i isteklerin gerçekleşmesi için başvurulan hâcet kıblesi olarak tasavvur etmiş
ve onun huzurunda secde ettiğini ifade etmiştir:
Fi’l-hâl huzûrında anun secdeler itdüm
‘Âlemlere zîrâ ki odur kıble-i hâcet (K 25/17)
Hemen şimdi huzurunda secdeler ettim zira âlemlere hâcet kıblesi odur.
- 228 -
Ezeli Nur
Şems, çevresindekileri aydınlatması yönüyle ezeli bir nur, parlaklık olarak tasavvur
edilmiştir. Öyle ki Hakk onu insanların parlak alınlarında işaret etmiştir:
Ol şa’şa’a-i pertev-i nûr-ı ezelîsin
Hak kıldı anı cebhe-i âdemde işâret (K 25/56)
Hak onu insan alnında işaret etti. (Sen) o ezelî nurun aydınlık parlaklığısın.
Âdem kelimesi beyitte Hz. Âdem’i de çağrıştıracak şekliyle tevriyeli kullanılmıştır.
Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inde “Yüce Allah âlemi yaratınca, onu Âdem peygamber ile
süslenmiş kıldı. Peygamberimizin nurunu, O’nun (Âdem’in) alnına koydu. Bil ki bu nur
Habibimin (Hz. Muhammed’in) nurudur dedi. O nur Âdem’in alnında karar kıldı ve uzun
yıllar Âdem peygamber ile beraber kaldı.” (Pekolcay, 2005: 29) şeklinde ifade ettiği hadiseye de
telmihte bulunulmuştur diyebiliriz.
Hilafet Hükümlerinin Sahibi
Şair, Şems’e Hakk tarafından hilafet hükümleri verildiğini, artık yeryüzündeki ve
gökyüzündeki hilafet hükümlerinin Şems’e mahsus olduğunu bildirmiştir:
Mahsûs sana hâkim-i mutlak tarafından
Yirlerde vü göklerdeki ahkâm-ı hilâfet (K 25/66)
Mutlak hâkim tarafından yerlerdeki ve göklerdeki hilafet hükümleri sana mahsustur.
Tabib
Şems gönül dertlerine şifa olması sebebiyle zaman zaman doktor olarak tasavvur
edilmiştir. Şems, can ve gönüllerin doktorudur, onun nefesinden hasta gönüllülere sohbet
neşesi saçılır:
Sensin o tabîb-i dil ü cân kim nefesünden
Dil-hastelere hâsıl olur neş’e-i sohbet (K 25/52)
Sen o gönül ve canın doktorusun ki nefesinden hasta gönüllere sohbet neşesi hasıl olur.
Şems, gönül ve can ağrısına şifa verdikten sonra artık gönle her hangi bir illetin
uğraması mümkün değildir:
Çün renc-i dil ü câna şifâ-sâz olasın sen
Ugrar mı dahi dâ’ire-i sîneye ‘illet (K 25/53)
Gönül ve can ağrısına şifa veren sen olduktan sonra gönül dairesine hiç illet uğrar mı?
Lütfuyla hastalara şerbet sunsa hastalar sıkıntılarına sebep olan tüm şeylerden
temizlenirler:
Ahlât-ı küdûrât-ı havâdisden olur pâk
Lutfun ki sakîm-i gam-ı dehre suna şerbet (K25/54)
Lütfun dünya derdinin hastalarına şerbet sunsa olayların sıkıntılarına sebep olan şeylerden
temizlenir.
Hikmetlerle Dolu Olması
‘Adnî, Şems’in hikmetler denizi olduğunu ifade ederek onun ilmine, bilgisine
değinmeyi de ihmal etmemiştir. Şems hikmetler denizi olunca tabiî ki bu denizin cevherleri ilmi
ledün, dalgaları ise kerametler olacaktır:
Deryâ-yı hikemsin güherün ‘ilm-i ledünnî
Pey-der-pey olan mevclerün keşf ü kerâmet (K 25/69)
Hikmetler denizisin, cevherin ledün ilmidir. Ardı ardına gelen dalgaların (ise) keşif ve
keramettir.
Şems bu kez de hikmet harfleriyle dolu bir deftere teşbih edilmiştir:
Ol defter-i pür-harf-i hikemsin ki vücûdun
- 229 -
İcmâlile tafsîle mahal düşdi tamâmet (K 25/58)
O hikmet harfleriyle dolu deftersin ki varlığını kısa anlatarak açıklamak yerine bütünlük düştü.
Aşağıdaki beyitte de Şems’in marifeti, ilim ve irfanı, hikmeti bir deniz olarak tasavvur
edilmiştir. Eğer gönül bu denize girebilirse, oradan aldığı feyizle âleme adeta hikmet fıskiyesi
olur. Yani hikmetler denizinden aldığı hikmetleri âleme yayar:
Bir dil ki bula ma’rifetün bahrine fürce
Kendüm bulur ‘âlemlere fevvâre-i hikmet (K 25/42)
Gönül, marifetinin denizine girecek bir yer bulsa kendisi âlemlere hikmet fıskiyesi (olarak) bulur.
Lütfu, Merhameti, Şefkati
‘Adnî, Şems’in lütuf ve merhamet sahibi olduğuna dikkat çekmiş ve ondan lütuf ve
keremini dilemiştir. Şair, eve benzettiği sinesinin bela ateşleriyle yandığı söyleyerek Şems’in
lütuf ve kerem suyunu sinesine ulaştırıp bu ateşi söndürmesini dilemiştir. Şems’in lütuf ve
cömertliği suya teşbih edilmiştir:
Âb-ı kerem ü merhametün lutf it irüşdür
Sînem evini urmada âteşlere mihnet (K 25/73)
Bela, sinem evini ateşlere yakmaktadır. Kerem ve merhametin suyunu lutfet, (bize) ulaştır.
Mahmûr-ı gam-ı sîne-i pür-sûz-ı güdâzem
Peymâne-i lutfun bana virmez mi ki hâlet (K 25/74)
Eritici ateş dolu olan sinem derdin sersemidir. (Acaba) lütfunun şarabı bana keyfiyet vermez
mi?
Şairin sinesi yine ateş doludur ve Şems’in lütfunu ummaktadır. Şems’in lütfu bu kez
keyif veren şaraba teşbih edilmiştir.
Mahmûm-ı teb-i âteş-i safrâ-yı derûnem
Kılmaz mı zülâl-i keremün def’-i harâret (K 25/75)
Ateşli, ateşle hararetlenen safranın içiyim. Kereminin güzel, tatlı suyu harareti defetmez mi?
Şair, safrasının ateşler içinde olduğu ifade ederek yine Şems’in kereminden meded
ummuştur. Şems’in lütfu, keremi zülâl yani berrak, güzel, tatlı su olarak tasavvur edilmiştir.
Zindân-ı belâ içre giriftâr-ı ‘azâbem
Olmaz mı cenabundan ‘aceb rahmet ü şefkat (K 25/77)
Bela zindanında sıkıntıya yakalanmışım. Acaba senden rahmet ve şefkât olmaz mı?
Şems’in şefkati de atlanmamış, rahmet ve şefkat sahibi olduğunun altı çizilmiştir. Bela
zindanlarında sıkıntıya düşen şair Şems’ten rahmet ve şefkat dilemiştir. Tüm bu beyitlerden
Şems’in merhametli, şefkatli ve cömert bir kimse olduğu anlaşılmaktadır.
Kudreti
Şems o denli güçlü kuvvetlidir ki onun karşısında tilki kıymetinden utanır, aslanlar ise
sakınıp korkarlar:
Rûbâh bile ‘âr ide mikdârlarından
Şîrân mesâf üzre ki senden düşe heybet (K 25/32)
Tilki bile kıymetinden utansın. Savaştaki aslanlar senden sakınıp korksunlar.
Eğer Şems, kudretinden güçsüz kuvvetsiz kuşa lutfetse, o kuş artık güçlü kuvvetli
doğanı bile mağlup edebilir:
Pür-pençe-i şeh-bâzı şikest eyleye fi’l-hâl
Lutf itsen eger şâ’ve-i bî-kudrete kudret (‘Adnî Kaside 25/33)
Şimdi eğer kudretsiz kuyruk sallayan kuşa kudret lutfetsen pençe dolu doğanı (bile) mağlup
eder.
- 230 -
Örneklerden de anlaşılacağı üzere verilen mübalağalı örneklerle Şems’in kudretine
vurgu yapılmıştır. Bu doğrultuda aşağıdaki beyitte de eğer Şems güçsüz sivrisineğe kuvvet
ihsan etse, o güçsüz sivrisineğin kanadının adeta tuttuğunu koparan kuzey rüzgârı olacağı
ifade edilmiştir:
Tâkat-şiken-i bâd-ı şimâl eyleye perin
Feyz itsen eger peşe-i bî-kudrete kuvvet (K 25/34)
Eğer kudretsiz sivrisineğe kuvvet ihsan etsen kanadın güç koparan kuzey rüzgârı olur.
Sırlarla Dolu Olması
Sırlarla dolu olan Şems’in anlaşılması güçtür. Bu yüzden de soyut aklın onun sırlarını
anlamamasına şaşılmamalıdır:
Esrâruna kim ‘akl-ı mücerred ola hayrân
Mümkin mi seni derk ide mahkûm-ı tabi’at (K 25/36)
Yaratılış mahkûmunun seni anlaması mümkün mü ki soyut akıl sırlarına şaşsın!
Doğru yolu gösterene deliller şahit olsa yine her aklın Şems’in sırlarını anlaması
mümkün değildir:
Her ‘akl senün sırruna irmez tutalum kim
Burhân u kıyâs oldı delîl ehline hüccet (K 25/37)
Tutalım ki doğru yolu gösterene delil ve mukayese şahit oldu. (Yine de) her akıl senin sırrına
ulaşamaz.
Şems, ezeli sırlara vakıftır, vahdeti ve kesreti anlamlarıyla bilendir:
Şol vâkıf-ı esrâr-ı ezelsin ki bilürsin
Vahdetde ne yüzden ola güncâyiş-i kesret (K 25/62)
Şu ezeli sırlara vakıf olansın bu yüzden vahdette niçin çokluk sığışması olduğunu bilirsin.
Şems-i Tebrizî İle İlgili Teşbihler
Bad-ı Sâbâ
Şems aşağıdaki beyitte sabâ rüzgârı olarak tasavvur edilmiştir. Öyle bir sabâ rüzgârı ki
nefesinin tesiriyle âleme daima yeni, taze hayat bahşetmektedir:
Ol bâd-ı sabâsın ki dem-i rûh-ı eseründen
Hem-vâre bulur tâze hayât ‘âlem-i hilkât (K 25/39)
O sabâ rüzgârısın ki nefesinin tesirinden yaratılış âlemi daima taze hayat bulur.
Beyitten Şems’in Hakk yolunu göstererek etrafındakilere adeta yeni bir hayat
bağışladığı anlamını da çıkarabiliriz.
Mum
Beyitte Şems, muma teşbih edilmiştir. Öyle bir mum ki marifetinin, bilgisinin tesirinden
yaratılış sarayı ışık ve nurla dolmaktadır. Şems’in bilgisi tıpkı mumun etrafını aydınlatması gibi
saraya benzetilen yaratılışı nurlandırmaktadır:
Ol şem’-i safâsın eser-i ma’rifetünden
Pür-nûr u fürûg olmada kâşâne-i fıtrat (K 25/40)
O zevk mumusun ma’rifetinin tesirinden yaratılış sarayı ışık ve nur dolmaktadır.
Cevher
Aşağıdaki beyitte Şems şeriat nurlarının zuhur ettiği yüce bir cevhere teşbih edilmiştir.
Şems’in âlim gönlü ise hakikat işaretleriyle dolu bir deniz olarak tasavvur edilmiştir. Şems
beyitte kıymeti ve bilgisi yönüyle söz konusu edilmiş, nuruyla etrafını aydınlatan bir cevher
gibi düşünülmüştür:
Deryâ-dil-i dânâ-yı işârât-ı hakîkat
‘Âlî-güher-i matla’-ı envâr-ı şeri’at (K 25/26)
- 231 -
Hakikat işaretlerinin bulunduğu, himmeti geniş olan deniz gönüllü, şeriat nurlarının zuhur
ettiği yüce cevher.
Şems’i satın alan şanlı, şerefli bir cevher olduğu için, bir cevher gibi olan Şems’in de
kıymetinin paha biçilmez olduğu ifade edilmiştir. Buradan Şems’i satın alanın Hz. Mevlânâ
olduğu anlamını çıkarabiliriz. Satın almakla kastedilen ise Şems’in dostluğu olsa gerek. Çünkü
Şems’in Hz. Mevlânâ ile olan muhabbeti Şems’in kıymetini daha da arttırmış, paha biçilmez bir
hale getirmiştir. Artık Şems öyle bir cevherdir ki ona kıymet biçmek mümkün değildir:
Çün cevher-i ûlâdur olan sana harîdâr
Takdîr olınur mı güher-i zâtına kıymet (K 25/35)
Seni satın alan şanlı, şerefli cevher olduğu için (senin) zatının cevherine kıymet biçilir mi?
Şems, uğurlu denizin cevheri olarak düşünülmüştür. Ancak öyle bir cevher ki o
cevherle beka sultanlarının taçları süslenmektedir:
Şol gevher-i deryâ-yı kademsin ki senünle
Dîhîm-i selâtin-i bekâ bulmada ziynet (K 25/61)
Şu uğurlu denizin cevherisin ki seninle beka sultanlarının tacı süs bulmaktadır.
Hz. Yusuf
‘Adnî can ve gönlü Mısır’a; Şems’i de Hz. Yusuf’a teşbih etmiştir. Şair, Züleyha’nın Hz.
Yusuf’un gömleğini yırtmasına telmihte bulunmuştur. Hz. Yusuf’a benzetilen Şems’in yırtılan
etek ucundan sorumlu olmayıp, masum olduğu ifade edilmiştir.
Şol Yusuf-ı Mısr-ı dil ü cânsın ki degülsin
Hîç müttehem-i çâk-i ser-i dâmen-i ‘ismet (K 25/60)
Şu gönül ve can Mısır’ının Yusuf’usun ki hiç masumluk (gömleğin) eteğinin ucundaki yırtılan
parçanın töhmetlisi değilsin.
Tûr-ı Tecellî
Beyitte Hakk’ın Tur Dağı’nda tecelli etmesi ve Hz. Musa’nın ilahi hitabı işitmesine
telmihte bulunulmuştur. Şems, Hakk’ın tecelli ettiği Tur dağına teşbih edilmiştir. Maddi
dünya, geçici dünya Hakk’ın tecellisi ile yok olmaktadır. Şems’in de Hakk’ın tecelli ettiği Tur
Dağı’na benzetilmesinden onun maddeden soyutlandığını, nefsini Hakk ile fani ettiğini
anlamaktayız:
Ol Tûr-ı tecellî-i Hudâ’sın ki Kelîm’e
Her berg-i dırahtı ola bin fakr-ı rü’yet (K 25/57)
Huda’nın tecelli ettiği Tur dağısın ki Kelim’e (Musa Peygambere) ağacın her yaprağı bin görme
fakirliği olsun.
Şems’e Duyulan Muhabbet
Aşağıdaki beyitlerde Şems’in Hakk’ın sevgilisi, iki âlemin sevileni ve ezeli sevilen
olduğuna yer verilmiştir. Bu beyitler şairin Şems’e duyduğu muhabbetin bir göstergesi
niteliğindedir:
Mahbûb-ı Hudâ’sın haber-i hüsn-i İlâhî
Tahkîk senün lutf-ı cemâlünden ‘ibâret (K 25/49)
Hudâ’nın sevgilisisin, İlahi güzelliğinin haberi; gerçek senin yüzünün güzelliğinin lütfundan
ibarettir.
Ma’şûk-ı ezelsin ki olur nâz u girişmen
Revnak-fiken-i bezmgeh-i mesned-i gurbet (K 25/50)
Ezeli sevilensin ki naz ve işven gurbet makamının meclisine güzellik atıcısıdır.
Matlûb-ı Hudâvend-i dü-‘âlem mi degülsin
Kevneynde zâtun bilürüz matlab-ı hazret (K 25/51)
İki âlemin Hudavend’inin talep edileni değil misin? İki âlemde Hazretin isteği, zatını biliriz.
- 232 -
Sonuç
‘Adnî, Şems’e orijinal bir nesib bölümü bulunan, doksan bir beyitlik uzunca bir methiye
yazmış ve Şems-i Tebrîzî’yi hakikat güneşi, Tebriz’in şahı, şahların baş tacı, Hz. Muhammed’in
nuru, ezelin ve ebedin sırrı, dinin pınarı, Peygamberin övdüğü, halkın en kerimi, ümmetin en
kâmili, şeriat nurlarının zuhur ettiği, zamanın piri, uğurlu denizin cevheri, ezeli sırların vakıfı,
lütuf ve kerem sahibi şeklindeki çeşitli sıfatlarla nitelendirmiştir. Şems’in sırlarla, hikmetlerle
dolu olmasına, merhametine, şefkatine, kudretine, ilmine vurgu yapmış ve Şems ile bâd-ı saba,
mum, cevher, Hz. Yusuf, Tur-ı Tecelli arasında benzerlik kurmuş bu şekilde Şems’i daima
yüceltmiştir. Şems’in gönül ve can doktoru olduğuna da dikkat çeken şair Şems’in gönül ve can
ağrısına şifa vermesiyle gönle artık hiç illet uğramayacağını ifade etmiştir. Bunların yanı sıra
şair, kasidesine na‘t başlığını vererek Şems’e verdiği öneme de dikkat çekmiştir. Tüm bu
beyitlerden hareketle ‘Adnî’nin Şems’e ne denli değer verdiği, onu ne denli sevdiği
görülmektedir. Mevlevî şairler, Şems’i Mevlevîliği diğer tarikatlardan ayıran kendileri için bir
ayrıcalık olarak görmüş ve onu daima övmüşlerdir. Mevlevî bir şair olan ‘Adnî’nin yazmış
olduğu bu övgü dolu kaside de Mevlevîlerin Şems’e verdiği bu değeri gösterir nitelikte güzel
bir örnektir.
KAYNAKÇA
AHMED EFLÂKÎ (2006). Ariflerin Menkıbeleri, Çev.: Tahsin Yazıcı, İstanbul: Kabalcı Yayıınevi.
ALİ ENVER BEY (2010). Mevlevî Şâirler-Semahâne-i Edeb-, Haz. Tahir Hafızoğlu, İstanbul.
CAN, Şefik (2013). Mevlâna Hayatı-Şahsiyeti-Fikirleri, İstanbul: Ötüken Neşriyat.
CEYHAN, Semih (2010). “Şems-i Tebrizî”, DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C.38, s.511-516.
ÇELEBİ, Asaf Hâlet (2006). Mevlâna ve Mevlevîlik, Ankara: Hece Yayınları.
ESRAR DEDE (2000). Tezkire-i Şu’arâ-yı Mevleviyye, Haz. İlhan Genç, Ankara: AKM.
FERİDUN BİN AHMED-İ SİPEHSÂLÂR (2011). Mevlânâ ve Etrafındakiler, Çev., Tahsin Yazıcı, İstanbul: Pinhan
Yayıncılık.
GÖRE, Zehra (2004). ‘Adnî Receb Dede, Hayatı ve Eserleri, Basılmamış Doktora Tezi, Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü.
HALICI, Feyzi (1986). Mevlânâ Celâleddin Hayatı ve Eserleri, Konya: Doğuş Ofset Matbaa.
Süleyman Çelebi (2005). Mevlid (Vesîletü’n-necât), Haz. A. Necla Pekolcay, İstanbul: Sufi Kitap Yayınları.
TOP, Hüseyin (2007). Mevlevî Usûl ve Âdâbı, İstanbul: Ötüken Yayınları.
YENİTERZİ, Emine (2011). Sevginin Evrensel Mühendisi Mevlânâ, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.

Konular