ÂRİF ÇELEBİ’NİN FARSÇA KASİDESİ VE TÜRKÇE ÇEVİRİSİ

ÂRİF ÇELEBİ’NİN FARSÇA KASİDESİ VE TÜRKÇE ÇEVİRİSİ
PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY 
ÖZ
Anadolu Selçukluları döneminde yaşamış, yaklaşık yedi asır Anadolu’da,
hatta dünyada büyük etki bırakmış bir ailenin yani Mevlâna
Celâleddin-i Rûmî ailesinin torunu ve Sultan Veled’in oğlu olan Ulu Ârif
Çelebi, dedesi ve babası gibi Mevlevîlik makamında bulunmuş, birçok
yere seyahatler yapmış, Anadolu Selçuklu devlet adamları, yerel emirler
ve Moğol devlet adamları ile ileri gelenleriyle son derece yakın ilşkiler
kurmuş, Farsça şiirler de kaleme almış çok yönlü bir şairdir. Bu çalışmada
Ârif Çelebi’nin Divan’ında yer alan 63 beyitlik bir kaside, mevcut üç
yazmadan yola çıkılarak tenkitli metni kuruldu ve Türkçeye çevrildi.
Ayrıca şiirin konusu kısaca anlatıldı ve gerekli yerlerde açıklamalar yapıldı.
Anahtar Kelimeler: Ulu Ârif Çelebi, Mevlâna, Sultan Veled, Mevlevîlik,
Farsça kaside.
ABSTRACT
“Arif Chalabi”was one of the grandchildren of Mavlâna Jalâladdin alRûmî
family and son of Sultan Walad, lived in the Anatolian Seljuks
epoche. Same as his stripes, greatly influenced the Anatolia and even the
world about seven centuries. Like grandfather and father followed Mevlevi
order, made travels to many places, had extremely close relations
with Anatolian Seljuk dignitaries, local dignitaries and Mongol orders.
He was a versatile poet and also wrote poems in Persian. In this study,
the Qasida with 63 couplet from three existing text criticized and trans-


PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY, Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi,
Fars Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi. Email: veyis0065@hotmail.com;
drveyis@atauni.edu.tr.
142  PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
lated into Turkish. Also the subject of the poem was briefly described
and made statements where necessary.
Keywords: “Arif Chalabi”, “Mavlana”, “Sultan Walad” Mavlavi order,
Persian Qasida
چکیده
"عارف چلبی" که از نوادگان موالنا جالل الدین رومی و فرزند "سلطان ولد" می
باشد در زمان سلجوقیان زندگی می کرده است و از خاندانی می باشد که قریب هفت
قرن تاثیرات شگرفی در آناطولی و حتی در دنیا ایجاد کرده اند. همچون پدربزرگ و
پدرش در طریقت مولویه گام برداشته است. سیاحت های زیادی داشته و با صاحب
منصبان دولت سلجوقی، مسوالن محلی و دولت مردان مغول ارتباطات بسیار خوبی
داشته است و در سرودن اشعار فارسی دستی بر قلم داشته است. در این مقاله، قصیده
63 بیتی دیوان عارف چلبی با استفاده از 3 نسخه موجود تصحیح و به زبان ترکی
ترجمه شده است. از طرف دیگر مضمون شعر بصورت خالصه ارائه و در جاهای الزم
توضیحات کافی داده شده است.
کلید واژه ها: عارف چلبی، موالنا، سلطان ولد, طریقت مولویه، قصیده فارسی
GİRİŞ
Anadolu Selçukluları döneminde yaşamış, yaklaşık yedi asır bu bölgede
ve hatta dünyada büyük etki bırakmış bir ailenin yani Mevlâna
Celâleddin-i Rûmî ailesinin bir neferi olan Sultan Veled’in oğlu Ulu Ârif
Çelebi, bir gezgin gibi Anadolu’yu ve bugünkü Batı İran topraklarını
gezmiş; gittiği yerlerde devlet başkanları, emirler, âlimler, şeyhler, diğer
ileri gelenler ve hatta onların eşleri ve kızlarıyla, Müslüman olsun olmasın
herkesle oturup kalkmış; yeri gelmiş etrafındakilerle sohbet etmiş,
onlara yol göstermiş, yeri gelmiş onlarla sözlü ve fiilî kavgalar etmiş,
olaylar çıkartmış; Mevlevîliğin geniş bir coğrafyada benimsenmesini
sağlamış ve birçok Mevlevihane açılmasına katkıda bulunmuş, oralara
halifeler atamış; bu tarikatın özel bir simgesi olan semayı gittiği yerlerde
icra etmiş bir Mevlevî şeyhi olması yanında Farsça şiirler de kaleme almış
bir şairdir.
ÂRİF ÇELEBİ’NİN FARSÇA KASİDESİ VE TÜRKÇE ÇEVİRİSİ 143
Bu çalışmada Ârif Çelebi’nin hayatı hakkında kısaca bilgi verildikten
sonra, 63 beyitlik Farsça kasidesi tenkitli metni kurularak Türkçeye çevrilmiştir.
Bundan önce şairin divanı ve rubaileri üzerinde Mehmet Vanlı-
oğlu tarafından Doktora (Ulu Ârif Çelebi ve Dîvânının Tenkitli Metni, Atatürk
Üniversitesi, SBE, Erzurum 1991), Sabriye Bağcı tarafından Yüksek
Lisans (Ulu Ârif Çelebi, Dîvânın Tahlili ve Türkçe Tercümesi, Kırıkkale Üniversitesi,
SBE, Kırıkkale 2013) çalışmaları yapılmış; ayrıca İbrahim Kunt
ve Mehmet Vanlıoğlu tarafında üç yazma nüshadan yola çıkılarak metni
kurulmuş ve çevirisiyle birlikte (Ulu Ârif Çelebi Dîvânı, Konya 2013) yayınlanmıştır;
ancak her üç çalışma da okunup incelendiğinde hem metinde
hem de çeviride birtakım eksiklikler gözlemlenmiştir. Bu nedenle
bu çalışmada, önce metinin daha sağlıklı kurulmasına çalışıldı, ardından
da kasidenin Türkçe çevirisi yapıldı. Çeviride geçen bazı hususlara dipnotta
açıklık getirildi.
Kasidenin Farsça metni aşağıdaki nüshalardan kuruldu:
K. Nüshası. Dîvân-ı Ulu Ârif Çelebi, Konya Mevlâna Müzesi yazma
eserler bölümü 2600 numaralı yazma, vr. 39a-40b.
S. Nüshası. Süleymaniye Kütüphanesi, Pertev Paşa Bölümü, 509 (veya
157) numaralı Yazma. Ahmed Eflâkî’nin Menâkıbu’l-ârifîn’in yazma
nüshasının derkenarında, vr. 177a-179b.
A. Nüshası: Dîvânu Ulu Ârif Çelebi, Ankara Milli Kütüphane 06 HK 53
numaralı yazma, vr. 29a-30b.
1. Ulu Ârif Çelebi
Celâleddin Emir Ârif Çelebi, 8 Zilkade 670’de (6 Haziran 1272) Konya’da
dünyaya gelmiştir. Adı Ferîdun’dur. Emir Ârif veya Ulu Ârif Çelebi
diye meşhurdur. Mevlâna Celâleddin-i Rûmî’nin torunu, Sultan
Veled’in oğludur. İyi bir eğitim görmüş, Anadolu’yu ve bugünkü Batı
İran topraklarını gezmiş, gittiği yerlerde Mevlevîliği anlatmış, babasından
sonra şeyhlik makamına geçmiş; hem Selçuklu sultanları, emirleri,
ileri gelenleri, yerel beyleriyle hem de Moğol devlet adamları ve diğer
ileri gelenlerle iyi geçinmiş, onları idare etmesini bilmiş çok yönlü bir
şahsiyettir. Emir Kayser-i Tebrizî’nin kızı Devlet Hatun’la evlenmiş ve
Bahâeddin Şahzâde Emir Âlim, Muzaffereddin Emir Âdil adlarında iki
oğlu ve Disbinâ Melike Hatun adında bir kızı dünyaya gelmiştir. Farsça
144  PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
gazel, kaside, kıta ve rubailerden oluşan bir divanı vardır. Şiirlerinde
mahlas olarak Ârif ismini kullanmıştır. 24 Zilhicce 719’da (5 Şubat 1320)
49 yaşında Konya’da vefat etmiştir. Babasının türbesinde Şeyh Kerimeddin’in
kabri önünde medfundur.1
2. Ârif Çelebi’nin Farsça Kasidesi ve Türkçe Çevirisi
Ârif Çelebi’nin Farsça Kasidesi 63 beyitlik bir manzume olup “remel-i
müsemmen-i mahzûf” yani “fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün” vezninde
kaleme alınmıştır.
Ârif Çelebi, şiirine “İbret gözünü aç, kendine bir bak da canın ve aş-
kın dostu musun yoksa kendi bedeninin arkadaşı mısın? (Belli olsun!)”
diyerek erlik suyundan var olmuş, hep biz ve ben diyen insana, muhatabına
seslenir; onun mutlak vahdeti aramasını; biz ve ben kaydından kurtulmasını;
kendinden geçip, doğan kuşu gibi Hakk’ın yüce fezasında
kanat çırpmasını; ipek böceği gibi kendi etrafını örmemesini salık verir.
Kendi adına çalışmaktan vazgeçerse, Hakk’ın halvet sarayına girebilece-
ğini; varlık bulabilmesi için “Ölmeden önce ölün!” emriyle yokluğa gitmesi
gerektiğini söyler. Çünkü ona göre yokluk, Hak yolunda en üst tabakadır.
İnsanın her iki âlemi de terk etmesi; gayptan da vazgeçmesi, yalnızlıktan
sıyrılıp güzelce dışarı çıkması, şevke gelip el çırpması gerekir.
Çelebi, “Azer gibi ne zamana kadar aşkla put yontacaksın? Eğer Halil’sen,
O’nun aşkında put kıran ol her zaman. İçinde marifet güneşinin ve ayının doğ-
ması için, ‘Ben batanları sevmem.’ de; nimetler sahibi Rabbine git” der. İnsan
bu savaşta gümüşü ve altını terk eder, başını feda edebilirse, “Genç ancak
Ali’dir.” gibi yiğit olur. Allah için canı feda etmek, yanmaya hazır olmak,
“Onlar anlamazlar.” topluluğundan uzak durmak ve “Fakirlik tamam oldu
mu; işte o Allah’tır.” davulunu çalmak gerekir. İnsan, dil gibi fakirlik fıkhı-
nı, yok olma nahvini ve dilsiz konuşmayı öğrendi mi ağız da gönlün
tercümanı olur. Şekli ve sureti terk etmek; aşkı ve manayı almak; övüncü
fakirlikte varlığı da yoklukta görmek, dini küfürde, vahdeti erkek ve
kadında aramak gerekir.

1 Sipehsâlâr, Ferîdun b. Ahmed, Risâle-i Sipehsâlâr (tsh. Muhammed Afşîn
Vefâyî), Tahran 1385 hş., s. 127; Eflâkî, Şemseddin Ahmed, Menâkıbu’l-ârifîn (tsh.
Tahsin Yazıcı), Ankara 1980, II, 827, 843, 971, 996, (825-875); Tahsin Yazıcı, “Ârif
Çelebi”, DİA, III, 363-364; Vanlıoğlu, Mehmet, Ulu Ârif Çelebi ve Dîvânının Tenkitli
Metni (Atatürk Ü, SBE, DT), Erzurum 1991, s. 14-49 (Hayatı).
ÂRİF ÇELEBİ’NİN FARSÇA KASİDESİ VE TÜRKÇE ÇEVİRİSİ 145
Çelebiye göre, kişi nefis ejderhasının tılsımını bozmadan bedeninde
canın canının gizli hazinesini bulamaz. Nefsini arkada bırakmalı; mertçe
dişinin boynunu vurmalıdır. Bunca ihmal ve mühlet verme o alçağın
kusurundandır. Kişi nefis tuzağına esir olduğu sürece sıkıntıdan kurtulamaz.
Bunun için “Hazırlıklı ve uyanık olun” (emrine) kulak vermek;
“sabredin” emrine sığınmak; farzı, vacibi ve sünnetleri yerine getirmek;
sünnetlere uygun hareket etmek gerekir; çünkü “İnsan ancak çalıştığı kadarıyla
karşılık görür.” İnsan, seherlerde istiğfar ederse, tövbe edenlere,
ibadet edenlere yakın olur; bunun için Selman gibi Müslüman olmalı;
Ebû Derdâ’nın derdini istemeli; Yahya gibi ağlamalı; İsa gibi yol almalı;
Allah için cihat etmeli; ilim sahibi olmalı, riyasız iş yapmalıdır; çünkü
takvasız ve amelsiz ilim ruhsuz beden gibidir yahut kitap taşıyan eşekler
gibi menzile kadar gitmektir. Gizli ve açık her şeyi içeren sırların mahzeni
olmak için Ledünnî ilimleri öğrenmeli; onların yükünü taşımalıdır.
Kāl ilmini değil hâl ilmini öğrenmelidir; çünkü hâl ilmi ile gizli olan
remzin müşkülleri çözülür. Tanrı aşkının hayat suyuyla Hızır gibi zinde
olmalı; kabir gibi bedende gaflet uykusuna yatmamalıdır. Şehvet şeytanı
put gibi kişinin yanında olduğu sürece, hurinin yüzünü, aşk gelinini
göremez. Bunun için takva hançerini çekip şehvet şeytanını öldürmek;
düzenbazlık, bozgunculuk, hilekârlık, ikiyüzlülük ve sahtekârlıktan kurtulmak
gerekir. Tabii ki bu hususta Allah’ın yardımı gelirse fetih de muhakkak
olacaktır. O zaman Allah’a kaçıp O’na sığınmalı; âdil ve ihsan
sahibi olmalıdır.
Kişinin güzelliğinin artması için cismanî makamı değil Ruhanî makamı
talep etmesi gerekir. Hırs buna engeldir; çünkü hırs ömrü pislik
içinde leş yiyen çaylak gibi bitirir. Ancak âşıklar müstesna. Onlar Cafer
gibi kanatlarını açıp bu fitne dolu alçak dünyadan ebedî âleme doğru
kanat çırpar, uçar giderler.
Bu dünyada bahçe, çayır, çimen, mal, mülk, gümüş ve altın her şey
eğretidir. Bu geçici saraya, bu harabeye, bu çöplüğe gönül vermemek
gerekir. Değil mi ki “O’nun zatından başka her şey yok olacaktır;” öyleyse
yokluktan ebedîliğe doğru gitmek, mutlu olmak gerekir.
Çelebi, devamla her insanın zamanın Yusuf’u olup saltanata sahip
olabileceğini; çünkü “Allah’ın ipi’nin sağlam ip olduğunu; onun da Halil gibi
kusur etmeden ateşi gül bahçesi ve çimenlik yababileceğini; Kelim gibi çobanlığı
meslek edinmişse, aşkla yanan ağaçtan “Ben Allah’ım” sözünü işiteceğini ve İsa
146  PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
gibi oğullardan ve kızlardan vazgeçerse, dördüncü göğün üstünde çadır kurabileceğini”
söyler. Onun için Mesih gibi vahdet küpünden katıksız şarabı
istemek; şirke düşmemek, şikâyet etmemek; Mustafa gibi âsi Ebû Cehil’in
boynunu vurmak; takvada, temizlikte ve seçkinlikte Ebubekir ve
Ömer gibi; güzellikte ve zarafette Osman ve Ali gibi olmak; dört unsur,
beş duyu, altı yön, yedi felek, sekiz cennet ve dokuz gökten vazgeçmek;
âşıklığı seçmek gerekir. Bunun için aşkı tanımak, aşkı tutmak, aşkı aramak
ve aşkı okumak lazımdır.
Eğer bunlarda kusur ettiyse kişi, çabucak pirin yanına gitmeli; pirin
ayağının toprağı olmalıdır. Çelebi, nasihat içerikli uzun bir girişten sonra
bu beyitle birlikte memduhu pirin, muhtemelen babası Sultan Veled
(623-712/1226-1312) veya Şeyh Kerîmeddin b. Bektemur (ö. 690/1291)
veyahut başka bir şeyhin övgüsüne geçer. Şeyhin inci denizi veya Aden
Denizi’nin incisi olduğunu; bu dünyanın piri değil, manevî yolun piri
olduğunu söyler.
Çelebi’ye göre onun aşk pençesinde çenk ve erganun gibi olmalı; rebap,
ney ve zurna gibi ağızsız feryat etmelidir. Kişi onun sorusuna ve
cevabına itiraz etmemeli ki irin tortusundan temizlenip arınsın. Pir, zamanın
Yusuf’udur; kişi Yakup gibi onun yanına gitmeli ki gömleğinin
güzel kokusuyla gözleri açılsın. O temiz pir, bunca zilletten sonra azizlik
bahşeder ona; onun sayesinde kötü huyu değişir, düzelip güzelleşir.
“Attığın zaman sen atmadın” ayeti o pir içindir; onun eli Allah’ın elidir.
“Allah’la duyar, Allah’la görür ve Allah’la konuşur” olduğu için, dinde, İslam’da
ve sünnetlerde Tanrı mazharı olmuştur. Nitekim “Onca izzet ve
şerefine rağmen peygamberlerin efendisi ve sonuncusu Hz. Muhammed, Yemen
ülkesi tarafından Rahman’ın kokusunu almıştır. Ey oğul, eğer sen kokudan
anlar, koku alabilirsen bil ki o meşhur Üveys’in, o Karen pirinin kokusu idi.”
diyerek, onların Hz. Peygamber ve Veys el-Karanî; “Hızır ve Musa, yaşlı
ve genç oldukları hâlde beyaz tenle gömlek misali birbirleriyle buluştular, birlik
oldular” diyerek de Musa ile Hızır ve “Ey Bilâl! Duanda beni (de) an”
diyen Hz. Peygamber ile Bilâl gibi olduklarını söyler.
Çelebi, bundan sonra tekrar nasihat ettiği kişiye dönerek, “Ey iyilik
babası! O öğretmenden korku dersi al ve derste öne geç ki edepte üstat ve âlim
olasın. Eğer müritsen, şeyhin önünde “ölü yıkayanın önündeki ölü gibi ol”,
ebedî diri kalırsın… Canını ve gönlünü pervane gibi onun aşk ateşine at
da mana mumu gibi her leğende ışık saçan olasın. Ferîdüddin gibi tek ol;
ÂRİF ÇELEBİ’NİN FARSÇA KASİDESİ VE TÜRKÇE ÇEVİRİSİ 147
yoksa Hakîm Senaî’den dinle: ‘Azıksızlık azığına sahip değilsen, dervişlikten
söz etme!’”. Çelebi, son olarak, “Ey Ârif! Git, fazla konuşma; bundan
sonra faal ol; daha ne zamana kadar fâilâtün fâilâtün fâilen diyeceksin?” diyerek
sözlerini bitirir.
3. Kasidenin Türkçe Çevirisi
İbret gözünü aç, kendine bir bak da canın ve aşkın dostu musun yoksa kendi
bedeninin arkadaşı mısın? (Belli olsun!)
Ey er suyundan var olmuş! Ne zamana kadar biz ve ben diyeceksin? Mutlak
vahdeti ara; biz ve ben kaydından kurtul.
Kendinden (geçip), doğan kuşu gibi Hakk’ın yüce fezasında kanat çırp. İpek
böceği değilsen, kendi etrafını örme.
Eğer kendi adına çalışmaktan vazgeçersen, Hakk’ın sırrı halvet sarayına girebilirsin.
Büyükler büyüğünden “Ölmeden önce ölün”2 emrini işit. Yokluğa git; belki
varlık bulabilirsin.
Yokluk, Hak yolunda en üst tabakadır. Ey puta tapan! Varlıktan geç, yoklukta
yürü;
Her iki âlemi de terk et; gayptan da vazgeç; sıyrıl yalnızlıktan; güzelce çık dı-
şarı; (şevke gelip) el çırp.
Azer3 gibi ne zamana kadar aşkla put yontacaksın? Eğer Halil’sen4
, O’nun
aşkında put kıran ol her zaman.

2 Ölmeden önce ölün: İbn Hacer’e göre hadis değildir; ancak “Gerçek ölüm gelip
çatmadan önce, şehevî ve nefsanî arzularınızı terk etmek suretiyle ölünüz” hadisinin
manasına uygundur (Aclûnî, Şeyh İsmâil b. Muhammed, Keşfu’l-hafâ’ ve
Muzîlu’l-ilbâs, Beyrut 1408/1988, II, 291; Furûzanfer, Bedîuzzaman, Ehâdîs-i Mesnevî,
Tahran 1370 hş., s. 116).
3 Azer: Hz. İbrahim’in put yapıp satan ve puta tapan babasıdır. Kur’ân-ı
Kerîm’de Hz. İbrahim’in babasını İslam’a davet ettiği anlatılır: “Hani İbrahim, babası
Azer’e: ‘Putları ilâhlar mı ediniyorsun? Doğrusu ben, seni ve topluluğunu apaçık bir
sapıklık içinde görüyorum’ demişti.” (Kur’ân-ı Kerîm, 4 Enam 74). Azer, oğlu Hz.
İbrahim’in davetini kabul etmeyip inkâr edenlerden olmuştur.
4 Halil: Hz. İbrahim. M.Ö. XII. yüzyılda yaşamıştır. Babası Âzer veya Târuh,
annesi Uşâ’dır. Küçük yaşlarda puta tapan Bâbil halkına hayret eder, putların
anlamsız şeyler olduğunu düşünürmüş. Bir gece yıldızları görünce, “Acaba benim
148  PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
İçinde marifet güneşinin ve ayının doğması için, “Ben batanları sevmem”5
de; nimetler sahibi (Rabbi)ne git.
Eğer bu savaşta gümüşü ve altını terk eder, başını feda edebilirsen, “Genç
ancak Ali’dir”6 olursun.

Tanrım bu mu?” demiş, yıldızlar batınca; ay hakkında aynı şeyi düşünmüş; ay da
batıp kaybolunca, güneşi Tanrı sanmış, ancak o da batınca, onun da Tanrı olamayacağını
anlayıp tövbe ve istiğfar etmiştir. Bir gün halk kurban kesmek için şehrin
dışına çıkınca, puthaneye girip baltayla bütün putları kırmış ve baltayı en büyük
putun boynuna asıp gitmiştir. Halk geri dönünce onu sorguya çekmişler; o da
büyük putu işaret etmiştir. Halk, putun hareket etmeyeceğini, konuşamayacağını
söyleyince, “Konuşamayan, size hiçbir fayda ve zararı dokunmayan putlara niçin tapıyorsunuz?”
demiştir. Bunun üzerine Nemrut onu cezalandırmak için büyük bir ateş
yaktırıp mancınıkla ateşe atmıştır. İbrahim, havada iken Cebrail gelmiş, onu tutup
isteğini sormuş; İbrahim, “Ben, Allah’ın kuluyum; dileğim O’nadır, sana değil.
Allah ne dilerse yapsın” cevabını vermiş. Bu olaydan sonra İbrahim’e Halîlullah
denmiştir. Ateşe atılınca ateş onu yakmamış ve gül bahçesine dönüşmüştür. İbrahim,
Nemrut’u hak dine davet etmiş; kabul etmeyince inananlarla birlikte Bâbil’i
terk ederek, önce Kudüs’e oradan da Şam’a gitmiş; Şam’da Sara ile evlenmiştir.
Şam’da kıtlık olunca Mısır’a gitmiş; Mısır hükümdarı kendisini iyi karşılamış ve
Hacer’i kendisine hediye etmiştir. Sara ve Hacer’den çocuğu olmayınca, Allah’a
yalvarmış ve bir evladı olursa, O’na kurban edeceğini söylemiş. Neticede Hacer’den
İsmail ve Sara’dan da İshak adında çocukları olmuş. İsmail 7-8 yaşına
gelince, bir ses oğlunu kurban edeceği sözünü hatırlatmış. İbrahim, oğlunu kesmek
için bıçağı almış, fakat bıçak kesmemiş. O sırada bir melek bir koç getirip
koçu kurban etmesini söylemiş. İslam’daki kurban vecibesi o günün anısıdır. İbrahim,
Hacer ve Sara’yı birbirinden ayırmak için, Hacer ile İsmail’i Mekke’ye Kâbe
civarına bırakmış. Burada Kâbe’yi bina etmesi emri gelmiş; oğlu İsmail ile Kâbe’yi
inşa etmiştir. İbrahim, sofrasında misafir olmadığı zaman yemek yemezmiş. Bir-
çok mucizeleri vardır. İbrahim’in lakabı Hanîf’tir. Yüz yetmiş beş yaşında vefat
etmiştir. İki oğlu da peygamberdir. İshak’tan İsrailoğulları peygamberleri; İsmail’den
Hz. Muhammed gelmiştir. Hayatı hakkında Kur’an-ı Kerim’de geniş malumat
vardır (Pala, a.g.e., s. 202-203).
5 Ben batanları sevmem: Üzerine gece karanlığı basınca, bir yıldız gördü. “İşte
Rabbim!” dedi. Yıldız batınca da, “Ben öyle batanları sevmem” dedi. (Kur’ân-ı
Kerîm, 6 En‘âm 76). Geniş bilgi için Bkz. Dipnot 4.
6 Genç ancak Ali’dir: “Zülfikârdan başka kılıç yoktur ve Ali’den başka genç
yoktur”, Aclûnî, İsmâil b. Muhammed, Keşfu’l-hafâ’ve Muzîlu’l-ilbâs (nşr Ahmed
el-Kallâş), Halep, ts., II, 506.
ÂRİF ÇELEBİ’NİN FARSÇA KASİDESİ VE TÜRKÇE ÇEVİRİSİ 149
Eğer “İnfak etmedikçe gerçek iyiliğe eremezsiniz”7 (ayetini) okuduysan, canan
için canını feda et, yanmaya hazır ol.
Eğer fakihsen, “Onlar anlamazlar”8 (topluluğun)dan uzak dur ve eğer fakirsen,
“Fakirlik tamam oldu (mu); işte o Allah’tır”9 davulunu çal.10
Dil gibi fakirlik fıkhını, yok olma nahvini ve dilsiz konuşmayı öğren de ağızda
gönlün tercümanı olasın.
Şekli ve sureti terk et; aşkı ve manayı al; çünkü o söz padişahı “Mana Allah’tır”11
dedi.
Övüncü fakirlikte gör varlığı da yoklukta12. Dini küfürde ara, vahdeti de erkek
ve kadında.

7
İnfak etmedikçe gerçek iyiliğe eremezsiniz: (Sevdiğiniz şeylerden) infak etmedikçe
gerçek iyiliğe eremezsiniz. (Kur’ân-ı Kerîm, 3 Âl-i İmrân 92).
8 Onlar anlamazlar: Onlar geride kalan (kadın ve çocuk)larla birlikte olmaya
razı oldular ve kalpleri mühürlendi. Artık onlar anlamazlar. (Kur’ân-ı Kerîm, 9
Tevbe 87).
9 اهلل فهو الفقرّ تم اذا :Fakirlik tamam oldu (mu); işte o Allah’tır. Bu cümle muhtemelen
Ebû Sa‘îd Ebi’l-hayr’ın sözü olup bir rubaisinde اهلل هو تم اذا الفقر şeklinde geç-
mektedir (105. Rubai, www.ganjoor.net):
آنهههرا فهههک ف هههف رهههموس فقهههر آ م ههه نههک ف ههی قههمع نههک درفهه نههک هه
رفههه ا ا مهههف هاهههمع خههه ا فنههه خههه ا الفقهههههر اذا تهههههم ههههههو اهلل ا ههههه
İşi yokluk, adeti fakirlik olan için ne yakîn keşfi ne marifet ne de din vardır. O ortadan
kayboldu, Allah kaldı Allah; fakirlik tamam oldu mu işte o Allah’tır.
10 Bu beyit, bir iki kelime dışında Mevlâna’nın beyti gibidir:
ر فقمههرک فههو تههم الفقههر فهههو اهلل هه ر فقمههها ههفا ههف اا انهههم فقهههو
Eğer fakirsen “fakirlik tamam oldu (mu) işte O Allah’tır” davulunu çal ve
eğer fakihsen “Onlar anlamazlar” (topluluğun)dan uzak ol. [Mevlâna Celâleddin
Muhammed, Kulliyât-ı Dîvân-ı Şems (tsh. Bedîuzzaman Furûzanfer), Tahran 1374
hş., II, 733 (1948. Gazel)].
11 Mana, Allah’tır: Bu sözün Sadreddin-i Konevî veya İbni Arabî’ye ait olduğu
rivayet edilmiştir. Ancak Hz. Peygamber’in sözü olduğunu söyleyenler de vardır
(Zemânî, Kerîm, Şerh-i Câmi‘-i Mesnevî-yi Ma‘nevî, Tahran 1382 hş., I, 960).
12 Fakirlik övüncümdür: “Fakirlik övüncümdür; onunla övünürüm.” (Aclûnî,
Keşfu’l-hafâ, II, 87) hadisinden iktibastır. Fakr: Yoksulluk; fakirlik, dervişlik; salikin
150  PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
Çabuk bu nefis ejderhasının tılsımını boz da bedeninde canın canının13 gizli
hazinesini bulasın.
“Onları arkada bırakın.”14 sözünden murat dişi nefistir; mertçe dişinin boynunu
vurmak gerekir her an.
Bunca ihmal ve mühlet verme o alçağın kusurundandır. Nefis tuzağına esir
olduğun sürece sıkıntıdan (kurtuluş) çaresi yoktur.
Çabuk, “Hazırlıklı ve uyanık olun” (emrine) kulak ver; “sabredin” (emrin)e15
sığın; farzı, vacibi ve sünnetleri yerine getir; sünnetlere uygun hareket et.
“İnsana ancak çalıştığı vardır.”16, (sen de) çalış, çabala; gül bahçesine doğru
git; ne zamana kadar bu külhanda (kalacaksın)?
Haydi, “Onlar seherlerde istiğfar ederler” (zümresin)den17 ol da “tevbe edenler,
ibadet edenler”e18 yakın olasın.

hiçbir şeye malik ve sahip olmadığının şuurunda olması; her şeyin gerçek sahibinin
Allah olduğunu idrak etmesi. Salikin kendisini daima Allah’a muhtaç bilmesi;
Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını kavraması (Uludağ, Süleyman, Tasavvuf
Terimleri Sözlüğü, İstanbul 2001, a.g.e., s. 131). Tasavvufa göre mevhum varlığı yok
etmek, ondan sıyrılmaktır. Böylece fenâ fi’llah’a mazhar olunur. Mevzu bir hadiste,
“Fakr benim övüncümdür. Diğer peygamberlere onunla övünürüm” buyrulduğu
rivayet edilmiştir. Bu yoksulluk maddî değil manevidir. Yani varlıktan geç-
mek ve kendini Allah’ta yok etmektir (Pala, a.g.e., s. 134).
13 Canın canı: Büyük ruh; Hak Teâla’nın zatı.
14 Onları arkada bırakın: “Allah onları nasıl arkada bırakmışsa siz de arkada bı-
rakın onları” (Furûzanfer, Bedîuzzaman, Ehâdîs-i Mesnevî, Tahran 1370 hş., s. 60).
“Onları arkada bırakın” sözünden maksat senin nefsindir; nefsinin arkada gitmesi,
aklının öne düşmesi gerek. (Mesnevi ve Şerhi, şrh. Abdülbâki Gölpınarlı,
İstanbul 1985, II, s. 284). “Allah onları nasıl arkada bırakmışsa siz de arkada
bırakın onları” (Hadis). Mevlana onları arkada bırakın hadisinden maksadın
nefis olduğunu buyurmakta ve nefsin arkada gitmesi, aklın kılavuz olması gerektiğini
bildirmektedir. (Mesnevi ve Şerhi, şrh. Abdülbâki Gölpınarlı, s. 292-294).
15 Hazırlıklı ve uyanık olun, sabredin: Ey iman edenler! Sabredin. Sabır yarışında
düşmanlarınızı geçin. (Cihat için) hazırlıklı ve uyanık olun ve Allah’a karşı gelmekten
sakının ki kurtuluşa eresiniz (Kur’ân-ı Kerîm, 3 Âl-i İmrân 200).
16 İnsana ancak çalıştığı vardır (Kur’ân-ı Kerîm, 53 Necm 39).
17 Onlar seherlerde istiğfar ederler(di) (Kur’ân-ı Kerîm, 51 Zariyat 18).
18 Tevbe edenler, ibadet edenler…: Bunlar, tövbe edenler, ibâdet edenler, hamdedenler,
oruç tutanlar, rükû ve secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıko-
ÂRİF ÇELEBİ’NİN FARSÇA KASİDESİ VE TÜRKÇE ÇEVİRİSİ 151
Selman’ın19 Müslümanlığını talep et; Ebû Derdâ’nın20 derdini iste; Yahya21
gibi ağlayan ol; İsa gibi yol al.22

yanlar ve Allah’ın koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır. Mü’minleri müjdele
(Kur’ân-ı Kerîm, 9 Tevbe 112).
19 Selman: Selman-ı Fârsî, İsfahan’da doğdu. Asıl adı Mâhû veya Rûzbeh’dir.
Çocukluğunda Hristiyanlığa meyletmiş, Hristiyan din adamlarından yeni bir
peygamberin geleceği haberini alınca, babasının evini terk edip peygamberi aramak
üzere yollara düşmüştür. Önce Şam’a gitmiş, orada Kelboğulları’na esir
düşmüş; Kureyzaoğulları’ndan bir adam onu satın alıp Yesrib’e götürmüş; orada
Hz. Muhammed’i görünce Müslüman olmuştur. Hz. Peygamber onu efendisinden
alıp azat etmiştir. Selman, Hz. Peygamberin hizmetinde bulunarak en seçkin sahabilerden
olmuştur. 35’de (655) vefat etmiştir (www.loghatnaameh.org).
20 Ebû Derdâ: Uveymir b. Kays. Dımaşk kadılığı ve Kur’an muallimliği yapan
sahâbî. Künyesiyle meşhur olup adı Âmir, lakabı Uveymir’dir. Hz. Peygamber
onunla Selmân-ı Fârisî veya Avf b. Mâlik arasında kardeşlik bağı kurmuştur. Önceleri
ticaretle meşgul olmuş, İslâmiyet’i kabul ettikten sonra ticareti bırakıp ibadete
yönelmiştir. Birçok gazvede bulunmuş, ordu kadılığı yapmış, Kur’ân’ı ezberleyip
öğretimiyle meşgul olmuştur. 31 veya 32’de (651 veya 652) Dımaşk’ta vefat
etmiştir. Ahiret hesabını ve Allah rızâsını gözetmiş, her şeye ibret gözüyle bakmış-
tır. Hz. Peygamber ona “ümmetimin en âbidi ve en müttakisi”, “bu ümmetin
hakîmi” demiştir. Tefsir, fıkıh, hadis ve kıraatta âlimdir. “Kul Allah’a ibadetle
meşgul olunca Allah onu sever, mahlûkatına da sevdirir. İmanın zirvesi başa gelene
sabır, kadere rıza, samimi bir tevekkül ve Allah’a boyun eğmektir. Bir saat
tefekkür, bütün bir gece nâfile ibadet etmekten hayırlıdır. Bilmeyene bir kere, bilip
de yapmayana yedi kere yazıklar olsun” gibi güzel sözleri vardır (Abdullah Aydınlı,
“Ebü’d-derdâ”, DİA, İstanbul 1994, X, 310-311).
21 Yahya: Zekeriya peygamberin oğludur. Peygamberdir. Hz. İsa ile çağdaştır.
Annesi İlyase Meryem’in amcasının kızıdır. Filistin hükümdarı Herot tarafından
boynu vurularak şehit edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de Âl-i İmrân 38-51 ve Meryem
2-15. ayetlerde hakkında bilgi verilmektedir (Pala, a.g.e., s. 413).
22 İsa: İsrailoğullarının peygamberidir. Hz. Meryem’den babasız dünyaya gelmiştir.
Hayatı hakkında Kur’an-ı Kerîm’de geniş bilgi vardır. İsa, Cebrail’in Meryem’e
üflediği ruhtur. 30 yaşında peygamberlik verilmiş, kendisine İncil indirilmiştir.
Kendisine on iki kişi inanmıştır. Bunlara Havari denir. İsarailoğulları onu
öldürmeye kalkışmışlar; ancak yerine kendisini şikâyet eden kişi İsa gibi görünmüş
ve İsarailoğulları onu çarmıha germişler; İsa ise, melekler tarafında dördüncü
kat göğe kaldırılmıştır. Âhir zamanda yeryüzüne inip halkı İslam’a davet edeceği;
Kudüs’te Deccal’ı öldüreceği, Tûr-i Sîna’ya çıkacağı, Tûr’dan inip adaletle hüküm
süreceği, putları kırıp Mehdi ile buluşacağı anlatılır. Edebiyatta babasız dünyaya
152  PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
“Bizim için cihat edenler”i23 duydun, “bize karşı cihat edenler”24 (gibi) yapma.
Ey akıllı kişi! Eğer ilim ehlinden isen, riyasız amel et.
Takvasız ve amelsiz ilim ruhsuz beden gibidir yahut kitap taşıyan eşekler25
gibi menzile kadar gitmek(tir).
Ledünnî ilimlerin yükünü taşı ki gizli ve açık (her şeyi) içeren bütün sırların
mahzeni olasın.
Hâl26 ilmi tartışmasız kāl (ilmin)den daha üstündür; hâl (ilmi) ile gizli olan
remzin müşkülleri çözülür.
Hû27 aşkının hayat suyuyla Hızır28 gibi zinde ol; kabir gibi olan bedende ne
zamana kadar uyuyacaksın böyle?

gelmesi, bebekken konuşması, elle dokunması ve nefesiyle körleri ve hastaları
iyileştirmesi, ölüleri diriltmesi, dokunduğu her şeye can vermesi, çamurdan kuşlar
yapıp can vererek uçurması, su üstünde yürümesi, dünyaya değer vermemesi,
merkep sırtında gezmesi, kendi söküğünü dikmesi, ölmeyip gökyüzüne çekilmesi,
dördüncü gök (Zühal)’de bulunması, hiç evlenmemesi, dünya eşyası olarak yanında
bir tas, bir tarak ve iğne bulunması; gökyüzüne çekildiğinde yanında iğne
olması nedeniyle sorguya çekilmesi, o yüzden daha yukarı çıkamaması; Mesih ve
Ruh lakabı verilmesi, Ruhulkudüs denmesi vs. yönleriyle konu edilir (Pala, a.g.e.,
s. 211-212; www. loghatnaameh. org).
23 Bizim için cihat edenler: Ama Bizim uğrumuzda cihat edenleri elbette yolları-
mıza eriştireceğiz. Allah şüphesiz, iyi davrananlarla beraberdir (Kur’ân-ı Kerîm, 29
Ankebût 69).
24 Bize karşı cihat edenler: Bu cümle Arapçadır.
25 kitap taşıyan eşekler: Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin
durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini inkâr
eden topluluğun hâli ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.
(Kur’ân-ı Kerîm, 62 Cuma 5).
26 Hâl: İlâhî bir lutuf olarak sâlikin kalbine gelen his ve bunun ruh ve bedenine
yansıması anlamında bir tasavvuf terimi. Sûfîler tasavvufa “ilm-i hâl” veya “ilm-i
ahvâl”, şer‘î ilimlere de “ilm-i kāl” demişlerdir. (Mehmet Demirci, “Hâl”, DİA,
İstanbul 1997, XV, 217).
27 Hû: O; Allah Teâlâ.
28 Hızır: Âb-ı hayat içip ölümsüzlüğe kavuşan, Hz. Musa’yı irşad eden bir veli
ya da nebidir. Hızır’ın kıyamete kadar hayatta kalıp, denizdeki yolculara yardım
eden İlyas gibi, yeryüzündeki yolculara yardım edeceği anlatılır. Hızır, Kur’ân-ı
Kerîm’de kendisine vahiy, rahmet ve gayb ilmi verilmiş bir kul olarak geçer: Hz.
Musa ile yaptıkları yolculukları; bindikleri gemiyi delmesi, çocuğu öldürmesi ve
ÂRİF ÇELEBİ’NİN FARSÇA KASİDESİ VE TÜRKÇE ÇEVİRİSİ 153
Şehvet şeytanı put gibi yanında olduğu sürece, hurinin yüzünü ve aşk gelinini
nasıl görürsün?
Takva hançerini çek, o şehvet şeytanını öldür; düzenbazlık, bozgunculuk, hilekârlık,
ikiyüzlülük ve sahtekârlıktan kurtul.
“Yardım Allah’tandır” ayeti “yakın bir fetih”29 bahşedince, şeytan (olan) nefis
ordusunun merkezini ve (sağ ve sol) kanatlarını kırıp geçirir.
Öyleyse “Allah’a kaçın”30 (emrini) yerine getir o zaman; hatasız, tam isabet,
Huten’e31 kadar saldır.
“Adn cennetleri”nde32 yurt edinmek istersen, adalet mahallesinde otur, ihsan
şehrini mesken edin.
Ey imtihanda rezil olan! Ruhânî makamı talep et de güzelliğin artsın; cismanî
makamı neden istersin ki?
Hırs akbaban, ömrünü çaylak gibi pislik içinde tükettiği için leş yiyici oldu.
Eğer âşıksan, Cafer
33 gibi kanatlarını aç da bu fitne dolu alçak dünyadan
ilahî âleme, cennete doğru kanat çırp.

yıkılmakta olan duvarı doğrultması anlatılır. Bir rivayette İskender-i Zülkarneyn
âb-ı hayatı bulmak istemiş; fakat suyu içmeye muvaffak olamamış; İskender bu
suyu bulmak için yolculuğa çıkmış; zulumatta kaybolmuş; danışmanı Hızır suyu
bulmuş, ondan içip yıkanmış, ölümsüzlüğe erişmiştir (www.loghatnaameh. org).
29 Yardım Allah’tandır… Yakın bir fetih: Ve seveceğiniz başka bir şey, yardım
Allah’tan ve yakın bir fetih. Müminleri müjdele. (Kur’ân-ı Kerîm, 61 Saff 13).
30 Allah’a kaçın: Öyleyse Allah’a kaçın. Şüphesiz ben, size O’nun katından
gönderilmiş açık bir uyarıcıyım. (Kur’ân-ı Kerîm, 51 Zâriyât 50).
31 Huten: Türkistan’da güzelleriyle meşhur bir şehir.
32 Adn cennetleri: Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, ebedî olarak
kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde çok güzel
köşkler vadetti. Allah’ın rızası ise, bunların hepsinden daha büyüktür. İşte bu
büyük başarıdır (Kur’ân-ı Kerîm, 9 Tevbe 72).
33 Cafer-i Tayyâr: Ca‘fer b. Ebî Tâlib. Miladî 590’da Mekke’de doğdu. Ebû
Tâlib’in oğlu ve Hz. Ali’nin öz kardeşidir. Hz. Peygambere ilk inananlardan ve
Habeşistan’a hicret eden sahabilerdendir. 629’da Mute savaşında kolları kesilerek
kırk yaşında şehit edildi. Hz. Peygamber, Allah Teâlâ’nın kesilen kollarına karşılık
kendisine iki kanat ihsan ettiğini haber verir; bu nedenle “tayyâr” (uçan), “zü’lcenâheyn”
(iki kanatlı), “zü’l-hicreteyn” ve “ebü’l-mesâkîn” lakaplarıyla anılmıştır
(Ahmet Önkal, “Ca‘fer b. Ebû Tâlib”, DİA, İstanbul 1992, VI, 548-549).
154  PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
Bahçe, çayır, mal, mülk, gümüş ve altın eğretidir. Bu geçici saraya, bu harabeye
ve çöplüğe gönül verme, canını feda etme.
Ey üzgün (insan)! “O’nun zatından başka her şey yok olacaktır;”34 ayetini
oku; yokluktan ebedîliğe doğru git, mutlu ol.
Ey Aziz! Zamanın Yusuf’usun35; Mısır saltanatı elinde; kuyudan çık; çünkü
“Allah’ın ipi”36 sağlam ip oldu sana.
Sen de Halil gibi kusur etmeden ateşi gül bahçesi ve çimenlik yapabilirsin.
37

34 Her şey yok olacaktır; O’nun zatından başka: Sen Allah ile beraber başka bir ilâha
ibadet etme. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun zatından başka her şey yok
olacaktır. Hüküm yalnızca O’nundur ve kesinlikle O’na döndürüleceksiniz
(Kur’ân-ı Kerîm, 28 Kasas 88).
35 Yusuf: Peygamberdir. Hayatı Kur’ân-ı Kerîm’de Yusuf suresinde anlatılmaktadır
(12 Yûsuf 1-104). Yakup peygamberin on iki oğlundan biridir. Yakup, Yusuf’u
oğullarının hepsinden daha çok severdi. Bu yüzden kardeşleri kendisini
kıskandılar ve onu kuyuya atıp kurt yedi diyerek babalarına geldiler. Daha sonra
bir kervan gelip Yusuf’u kuyudan çıkardılar ve Mısır’a götürüp maliye bakanı
Aziz’e sattılar. Aziz’in karısı Züleyha Yusuf’a âşık olup sahip olmak isteyince;
Yusuf karşılık vermedi ve bir iftira ile zindana atıldı. Yedi yıl zindanda kaldı. Zindanda
iki kölenin gördüğü rüyalar, Yusuf’un yorumladığı gibi çıkıp Mısır hü-
kümdarının rüyasını da doğru tabir edince, zindandan çıktı ve maliye bakanlığına
getirildi. Mısır ve bölgede yedi yıl kıtlık oldu. Yusuf’un kardeşleri Kenan ilinden
zahire almak için Mısır’a gelince, Yusuf kardeşlerine kendisini tanıttı ve onlarla
gömleğini babasına gönderdi. Yakup’un Yusuf’un ayrılığında ağlamaktan gözleri
kör olmuştu. Yusuf’un gömleğini gözlerine sürünce gözleri açıldı. Yusuf, bütün
ailesini Mısır’da yerleştirdi. Yusuf, Züleyha ile evlendi ve iki oğlu oldu. Yusuf
kıssası Kur’an’da “ahsenü’l-kasas” olarak geçer. Edebiyatta, güzelliği; ay, güneş ve
yıldızların kendisine secde etmesi, kuyuya atılması, köle olarak satılması, rüya
tabiri, Züleyha ile macerası, zindana atılması, Yakup’tan ayrı kalışı, köle iken Mı-
sır’da sultan oluşu vs. şeklinde anılır (Pala, a.g.e., s. 418-419).
36 Allah’ın ipi: Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp
bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düş-
manlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde
kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O
sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru
yola eresiniz (Kur’ân-ı Kerîm, 3 Âl-i İmrân 103).
37 Halil, ateş ve ateşin gül bahçesine ve çimenliğe dönüşmesi için Bkz. Dipnot 4.
ÂRİF ÇELEBİ’NİN FARSÇA KASİDESİ VE TÜRKÇE ÇEVİRİSİ 155
Eğer Kelim gibi çobanlığı meslek edinmişsen, aşkla yanan ağaçtan “Ben Allah’ım”38
(sözünü) işitirsin.
Ve eğer İsa gibi oğullardan ve kızlardan vazgeçersen, dördüncü göğün üstünde
çadır kurabilirsin.39
Mesih gibi vahdet küpünden hilesiz şarabı iste. Ar olsun sana! Niçin şirke
düştün, niçin şikâyet edip durursun?
Mustafa40 gibi âsi Ebû Cehil’in41 boynunu vur da meftun âşıklar onun kıskançlığından
kurtulsunlar.

38 Ben Allah’ım: Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur.
O hâlde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl (Kur’ân-ı Kerîm, 20 Tâhâ 14).
Kelim (Musa) ve yanan ağaçtan “Ben Allah’ım” cümlesi için bkz. Dipnot 49.
39 İsa maddesine bakınız. Dipnot 19.
40 Mustafa: İslam peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.). 12 Rebîulevvel,
Milâdî 571’de dünyaya geldi. Son peygamberdir. Babasının adı Abdullah, annesinin
adı Âmine’dir. Nesebi Hz. İbrahim’e kadar ulaşır. Dünyaya gelmeden babası-
nı, altı yaşında da annesini kaybetti. Abdülmuttalib, dedesinin ölümünden sonra
amcası Ebu Tâlib’in yanında büyüdü. Ticaretle meşgulken Hz. Hatice ile evlendi.
Dört kız iki erkek altı çocuğu dünyaya geldi. Kendisine kırk yaşında nübüvvet,
kırk üç yaşında da risalet geldi. Yirmi üç yıllık peygamberliği boyunca ayet ayet
Kur’ân-ı Kerîm indirildi. İnsanları Hak din İslam’a davet etti; örnek bir hayat yaşadı.
Hayatında hiç yalan söylemedi ve “Emin” sıfatıyla anıldı. Ahlâkı Kur’ân
ahlâkıdır. 12 Rebîulevvel, Miladî 632’de irtihal etti. Ahmed-i Muhtar, Bahr-i Kerem,
Fahr-i Kâinât, Habîbullah, İmamü’l-enbiya, Mahbûb-i Huda, İki Cihan Serveri,
Ebu’l-Kasım, Rasûl-i Emîn, Ahmed, Mahmud, Mustafa vs. birçok ad ve sıfatla
anıldı. Âlemlere rahmettir. İnsanların ve cinlerin peygamberidir. İncil, onun geliş
haberini vermiştir. Ondan daha üstün şefaatçi yoktur. Bir gecede Mescid-i Haram’dan
Mescid-i Aksa’ya, oradan da Mirac’a çıkması; yerin ve göğün kendisine
secde etmesi, ayın yarılması, acı suyun tükürüğüyle tatlılaşması, hayvanlarla konuşması,
kertenkelenin şehadet etmesi, ceylana kefil olması, pişmiş kuzuyu diriltip
konuşturması, zehirli kuzunun dile gelip konuşması, namaz vakti gecikince
güneşin battığı noktadan geri dönmesi, sağ avucuna aldığı taşların şehadet getirmesi,
Câbir’in iki çocuğunu diriltmesi, gözleri oyulmuş hastanın gözlerini iyileş-
tirmesi, yeni diktiği hurma ağacının ürün vermesi, Hannâne ağacının inlemesi,
eliyle tutunca susması vs. birçok mucizesi vardır (Pala, a.g.e., s. 291-292; 289-290).
41 Ebû Cehil: Amr b. Hişâm. Hz. Peygamber’in ve İslâm dininin en çetin
düşmanlarındandır. Miladî 625 yılında Uhud savaşında öldürülmüştür.
156  PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
Takvada, temizlikte ve seçkinlikte Ebubekir ve Ömer gibi ol; güzellikte ve zarafette42
Osman ve Ali gibi ol.
43

42 Burada huseyn ve hasen kelimelerinde ihâm sanatı vardır. Yakın anlamları
Hz. Hüseyin ve Hz. Hasan; uzak anlamları ise güzellik, zarafet, yüz güzelli-
ği’dir. Burada yakın anlamıyla birlikte asıl olarak uzak anlamı kastedilmiştir.
43 Ebû Bekir: Adı Abdullah’tır, Ebî Kuhâfe’nin oğludur. Ashab-ı kiramın en üstünü
ve Raşit halifelerin ilkidir. Künyesi Ebu Bekir, lakabı Sıddîk ve Atîk’tir. Miladî
571’de Mekke’de doğmuştur. İslâm’ı kabul eden dördüncü kişidir. Hicrette
Hz. Peygamberin yanında bulunmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de kendisinden övgüyle
bahsedilmiştir (9 Tevbe 40). Hz. Peygamberin zevcesi Hz. Aişe’nin babasıdır. İslam’ı
hakkıyla yaşamış son derece cömert ve müttaki biridir. Miladî 634’te vefat
etmiştir. Medine’de medfundur (Pala, a.g.e., s. 120-121).
Ömer: Ömer b. Hattab. Raşit halifelerin ikincisi olup aşere-i mübeşşeredendir.
Miladî 591’de doğmuştur. 26 yaşında Müslüman olmuştur. Kızı Hafsa, Hz. Peygamberin
eşi idi. Miladî 634’te halife olmuş ve on yıllık halifeliği zamanında bir-
çok yerler fethedilmiştir. Adaletiyle ün salmış ve kendisine Fâruk lakabı verilmiş-
tir. 644’te şehit edilmiştir. Medine’de medfundur (www.loghatnaameh. org; Pala,
a.g.e., s. 322).
Osman: Osman b. Affan. Raşit halifelerin üçüncüsü. Mekke eşrafından zengin
bir zat idi. Miladî 574’te doğmuştur. Beşinci Müslümandır. 644-656 yılları arasında
on iki yıl halifelik yapmıştır. 656’da şehit edilmiştir. Medine’de medfundur. Hz.
Peygamberin kızları Rukiye ve Ümmü Gulsüm ile evlendiği için kendisine
Zinnûreyn lakabı verilmiştir. Haya ve hilm sahibi bir kişidir. Malını İslam yolunda
harcadığı için hadislerle övülmüştür (www.loghatnaameh.org; Pala, a.g.e., s. 321).
Ali: Ali b. Ebî Tâlib. Kâbe’de doğmuştur. Ebu’l-Hasen, Ebu Türab ve Ebu’lHeycâ
künyeleri ve Emirü’l-müminin, Esedullah, Haydar-ı Kerrâr, Şâh-ı Merdan,
Şâh-ı Velâyet, Mevlâ-yı müttakıyan, Murtaza, Damad-ı Peygamber-i İslâm, Müslümanların
dördüncü halifesi ve Şiilerin ilk imamı lakaplarıyla tanınmıştır. Annesi
Fatıma, kendisine Haydar ismini koymuş; ancak Hz. Peygamber ona Ali adını ve
Ebu Türab künyesini vermiştir. İlk Müslümanlardandır. Hz. Peygamber’in kızı
Hz. Fatıma ile evlenmiş; Hasan ve Hüseyin adlarında iki oğlu olmuştur. Hz. Peygamberin
Mekke’den Medine’ye hicret ettiği gece yatağına yatıp kendisini siper
etmiştir. Hendek ve Hayber savaşlarında kahramanlıklar göstermiştir. Hz. Peygamber’in
onun hakkında söylediği “Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır”
gibi birçok övgü dolu sözleri vardır. Halifeliği döneminde Şam valisi Muaviye
ile Sıffın’de savaşmış; fakat hakemlerin bir hileyle halifeliği Muaviye’ye devretmeleri
üzerine Kufe’ye dönmüştür. Miladî 661’de Kufe’de şehit edilmiştir. Necef’te
medfundur. (Mu‘în, a.g.e., VI, 1193-1194).
ÂRİF ÇELEBİ’NİN FARSÇA KASİDESİ VE TÜRKÇE ÇEVİRİSİ 157
Dört, beş, altı, yedi, sekiz ve dokuzdan44 vazgeç; âşıklığı seç; eski akla yama
yapıp durma.
Aşkı tanı, aşkı tut, aşkı ara ve aşkı oku da ruh bahçende her yasemin45 üç
batman46 olsun.
Ey güzel çeneli genç! Eğer bunlarda kusur ettiysen, çabuk pirin yanına git;
pirin ayağının toprağı ol.
Gerçi inci denizi, Aden Denizi’nin incisidir; bu dünyanın piri değil, manevî
yolun piridir.
Onun aşk pençesinde çenk ve erganun gibi ol; rebap, ney ve zurna gibi ağızsız
feryat et.
Onun sorusuna ve cevabına itiraz etme de irin tortusundan temizlenip arı-
nasın.
(O) zamanın Yusuf’udur şüphesiz; sen Yakup gibi (onun yanına) git (de)
gömleğinin güzel kokusuyla gözlerin açılsın.47
O temiz pir, (bunca) zilletten sonra azizlik bahşeder sana; onun sayesinde
kötü huyun değişir, düzelip güzelleşir.
“Attığın zaman sen atmadın.”48 (sözü) o adam içindir; onun eli Allah’ın elidir
şeksiz, şüphesiz.
“Benimle duyar, benimle görür ve benimle konuşur”49 olduğu için, dinde, İslam’da
ve sünnetlerde Tanrı mazharı olmuştur.

44 Dört: Su, ateş, toprak ve hava’dan oluşan dört unsur. Beş: Beş duyu. Altı:
Altı yön. Yedi: Yedi gök, yedi gezegen. Sekiz: Sekiz cennet. Dokuz: Dokuz felek.
45 Yasemin olarak çevrilen kelime “semen” olup beyaz renkli, hoş kokulu ve
üç yapraklı bir çiçektir.
46 Batman/Men: 3 kg. ağırlığında bir ağırlık birimi.
47 Geniş bilgi için Bkz. Dipnot 32.
48 Attığın zaman sen atmadın: (Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah onları
öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. Müminleri, tarafından
güzel bir imtihanla denemek için Allah öyle yaptı. Şüphesiz Allah hakkıyla
işitendir, hakkıyla bilendir (Kur’ân-ı Kerîm, 8 Enfal 17).
49 Benimle duyar, benimle görür ve benimle konuşur: Allah Taâla buyurdu ki: “Kim
benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana
yaklaştıran şeylerin en hoşuma gideni, ona farz kıldığım şeyleri yapmasıdır. Kulum
bana nafile ibadetlerle yaklaşır, sonunda onu severim. Onu sevdim mi ben
158  PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
Onca izzet ve şerefine rağmen o peygamberlerin efendisi ve sonuncusu (Muhammed),
Yemen ülkesi tarafından Rahman’ın kokusunu alıyordu.50
Ey oğul! Eğer kokudan anlar, koku alabilirsen (bil ki o), meşhur Üveys’in, o
Karen pirinin (kokusu) idi.51
Hızır ve Musa52, yaşlı ve genç oldukları hâlde beyaz tenle gömlek gibi birbirleriyle
buluştular, birlik oldular.

onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı olurum. Benden
bir şey isterse onu veririm, bana sığınırsa onu korurum. Ben, mümin kulumun
ruhunu kabzetmede tereddüt ettiğim kadar hiçbir şeyde tereddüt etmedim. O
ölümü sevmez, ben de onun sevmediğini sevmem. (Furûzanfer, Ehâdîs-i Mesnevî,
s. 18-19).
50 Rahman'ın kokusu: Ben Rahman’ın kokusunu Yemen tarafından alıyorum
(Furuzânfer, Ehâdîs-i Mesnevî, s. 73). Hz. Peygamber bu sözü, kendisini görmeden
iman eden muhadramun Veys el-Karanî hakkında söylemiştir. Bkz. Dipnot 47.
51 Veys: İbni Âmir b. Cüz b. Mâlik. Hayatında Hz. Peygamberi görmediği halde
Müslüman olmuştur. Tabiindendir. Yemen’in Karen köyünden olduğu için
Veys el-Karen, Üveys-i Karen diye tanınmıştır. Medine’de Hz. Ömer ile görüşmüş;
Sıffîn savaşında Hz. Ali’nin yanında yer almış ve bu savaşta 37’de (657) şehit
edilmiştir (www.loghatnaameh.org).
52 Musa: İsrailoğullarına gönderilmiş peygamberlerdendir. Hakkında Kur’ân-ı
Kerîm’de geniş malumat vardır. İmran’ın oğludur. Dünyaya geldiğinde, Firavun
bir kâhinin kehaneti üzerine doğacak bütün çocukları öldürtüyordu. Musa dünyaya
gelince, annesi onu Nil nehrine bıraktı. Firavun’un karısı Asiye onu alıp saraya
getirdi. Hiçbir kadını emmedi; annesi saraya getirilerek annesi tarafından
emzirildi. Sarayda büyüdü. Gençliğinde bir Kıptî’yi öldürdü. Firavun’un gazabından
korkup Mısır’dan kaçarak Medyen’e gitti. Hz. Şuayb’ın sürüsüne çobanlık etti
ve kızıyla evlendi. Ailesiyle Mısır’a dönerken, Tûr dağında Allah’ın kelâmına
mazhar oldu ve kendisine peygamberlik verildi. Bu mülakatından sonra kendisine
Kelîmullah denildi. Mısır’da Firavun’u hak dine davet etti. O çağda Mısır’da sihirbazlık
ilerlemişti. Firavun’un sihirbazlarıyla mücadeleye girişti. Onların bıraktıkları
ipler hareket etmeye başladı. Musa asasını yere bıraktı; asa büyük bir yılan olup
bütün yılanları yuttu. Sihirbazlar Musa’ya iman ettiler. Bunun üzerine Firavun
Musa’yı ve inananları öldürmek istedi. Musa, inananlarla birlikte Mısır’dan çıktı
ve asasıyla denizi ikiye bölerek Kızıldeniz’den geçip Kenan iline gitti. Onları takip
eden Firavun ve askerleri denizde boğuldu. Musa, yolda Tur dağına çıktı; kardeşi
Harun’u yerine vekil bıraktı. Kırk gün Tur’da ibadet etti. Allah ile vasıtasız konuş-
tu. Kendisine Tevrat indi. Bu arada inananlar Samirî’nin yaptığı buzağıya tapmaya
başladılar. Harun ne kadar mücadele ettiyse de dinlemediler. Musa gelip de
ÂRİF ÇELEBİ’NİN FARSÇA KASİDESİ VE TÜRKÇE ÇEVİRİSİ 159
Muhammed, kendi kölesi, Anadolu’nun ve Habeşistan’ın padişahı, Huten
ayına dedi ki: “Ey Bilâl! Duanda beni an.”53
Ey iyilik babası! O öğretmenden korku dersi al ve derste öne geç de edepte
üstat ve âlim olasın.
Eğer müritsen, (şeyhin önünde) “ölü yıkayanın önündeki ölü gibi ol”54; ebedî
diri kalırsın, her mezar kazanın mezarcısı (gibi).
Canını ve gönlünü pervane gibi onun aşk ateşine at da mana mumu gibi her
leğende ışık saçan olasın.
Ferîd(üddin) gibi tek ol; yoksa Hakîm (Senâî)’den dinle: “Azıksızlık azığına
sahip değilsen, dervişlikten söz etme!”55

durumu görünce, Samirî’yi lanetledi; buzağıyı yakıp denize attı. İsrailoğulları
tövbe edip onun getirdiği hükümlerle amel etmeye başladılar. Musa, 120 yaşında
vefat etti. Elini koynuna sokup çıkarınca elinin bembeyaz bir nur olması (yed-i
beyza); Hızır’la yaptığı yolculuk, suları kan şeklinde akıtması, kurbağa yağdırması,
büyük sinek ve çekirgeler sürüsü çıkarması, öküz vebası, insanların vücudunda
yara ve ur çıkarması gibi mucizeleri vardır (Pala, a.g.e., 295-296).
53 Ey Bilâl! Duanda beni an: “Ey Bilâl! Namaz (a çağırarak) bizi rahatlat. (Müsned-i
Ahmed, V, 364, 371; Furuzânfer, Ehâdîs-i Mesnevî, s. 21’den nakil) Ey Bilâl!
Kalk (ve ezan oku) da namazla huzur bulalım. Ey Bilâl! Namaza çağır da bu
vesileyle rahat edelim” şeklinde hadisler vardır. Bkz. Furuzânfer, Ehâdîs-i Mesnevî,
s. 21). Ancak Hz. Peygamber’in Habeşli bir başka sahabi olan Hz. Hilâl’den
buna benzer bir talebi olmuştur: (...رلناِغفَاست وُ هالل یا ناَلُ دعُا” (Ey Hilâl! Bizim için (Allah’a)
dua ve bağışlanma talep et…” [Bkz. Furuzânfer, Bedî‘uzzamân, Ahâdîs ve
Kasas-ı Mesnevî (trc. Huseyn-i Dâvûdî), Tahran 1381 hş., s. 542-543].
54 Ölü yıkayanın önündeki ölü gibi ol: Sehl b. Abdullah’a göre tevekküldeki ilk
makam; insanın Allah’ın huzurunda gassalin/yıkayıcının önündeki ölü gibi
olmasıdır; gassal, istediği gibi ölüyü döndürür; ama o kendinden en küçük bir
hareket ve bir tedbir göstermez (Furûzanfer, Ahâdîs ve Kasas-ı Mesnevî (trc. Huseyn-i
Dâvûdî), s. 43). İmam Gazzâlî de, tevekkülün derecelerini anlatırken “Tevekkülün
üçüncü derecesi, kişinin yıkayıcının önündeki ölü gibi olmasıdır; yı-
kayıcının hareketiyle hareket eden ölü gibi, kendisini kendi gücüyle değil, ezelî
(olan Tanrı’nın) kudretiyle hareket eden bir ölü görür…”, [Ebû Hâmid İmâm
Muhammed Gazzâlî-i Tûsî, Kimyâ-yı Seâdet (nşr. Huseyn-i Hedîvcem), Tahran
1380 hş., II, 543].
55 Bu mısra (مزن درویشیِ الف نداری برگی بیِ برگ (Senâî-yi Gaznevî’den tazmin edilmiş-
tir. Aynı mısra Senâî’nin iki kaside ile bir gazelinde yer almaktadır: Bkz. Dîvân-ı
Hakîm Senâyî-i Gaznevî (nşr. Pervîz Bâbâyî), Tahran 1375 hş., s. 251, 255, 475.
160  PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
Ey Ârif! Git, fazla konuşma; bundan sonra faal ol; daha ne zamana kadar
fâilâtün fâilâtün fâilen diyeceksin?
4. Kasidenin Farsça Metni
قصیده
ر ل ثاع حذ ف: ففعالتع ففعالتع ففعالتع ففعلع
تف قر عِ جف ع قا ف رفمقِ خو شِ تهع
ح تِ طلق جو ارَس ا قمه ِ هف هع
گر نکاک چو فِرمِ ملک گر ِ طبعِ تع تع
گر ر آ ا ا ففر فرِ نف ۀ خو هتع
ر ع م ر تف گر ه تا تهوانا هففتع
گذر اا ه تا ان ر نم تا ر اک رهاع
سر رآر اا جمبِ ح ت خو رآ ستا
خلملا ر هو ّ ف ا م رکع 56 گر
چ مِ عبرت ر گ ف گر کا ر خو تع
تف فا اا ف ا اک و س تو فءِ ها
ر فضفک ا جِ حق ر ر ا خو چو رفهبفا
فر ر ف ا تو ر خلوت سراکِ سرِِّ حق
ا ر ُوتُوا قَبلَ َوت و اا ص رِ ص ر
طِبق ر راسِ حق 60 نم تا چو ه ف مع
61 آستمع ر هر فو اف ف ا ع فش ا غمب
تف ک فا تهف ترارا ر ههوا 62 هاچو آار

Attar: Ferîdüddin Ebu Hâmid Muhammed b. Ebubekir İbrahim Attar-i Nişabûrî,
İranlı ünlü şair ve âriflerdendir. 540’da (1145) doğmuştur. Babası attar imiş;
Ferîdüddin de önce babasının işini devam ettirmiş; kendi eczanesinde çalışmış;
sonra dünya işlerinden el çekerek tasavvuf yolunu tutmuştur. Şeyh Mecdüddin-i
Bağdadî’ye ve başka şeyhlere intisap etmiştir. 618’de (1221) vefat etmiştir. Divan’ı,
Esrârnâme, Mantıku’t-tayr, Tezkiretu’l-evliyâ ve daha pek çok eseri vardır (Mu‘în,
Muhammed, Ferheng-i Fârsî, Tahran 1371 hş., V, 1182).
Senâî: Ebu’l-Mecd Mecdûd b. Âdem, Fars edebiyatının ünlü sufi şairlerindendir.
Önce Gazneliler sarayında saray şairliği yapmış; daha sonra saraydan, dünya
ve dünya halkından uzaklaşmış, tasavvuf yolunu tutup uzlete çekilmiştir. Birçok
şehre ve ülkeye gitmiş; gittiği yerlerde tasavvuf şeyhleriyle görüşmüştür. 518’de
(1124) Gazne’ye dönmüş ve ömrünün geri kalanını burada uzlet ve inzivada ge-
çirmiştir. 525 (1130) veya 545’de (1150) Gazne’de vefat etmiştir. Divan, Hadîkatu’lhakîka,
Seyru’l-ibâd ile’l-meâd ve başka eserleri vardır (Muîn, a.g.e., V, 803).
56 A ر K گر
ÂRİF ÇELEBİ’NİN FARSÇA KASİDESİ VE TÜRKÇE ÇEVİRİSİ 161
َ اُحِبُّ اآلفِلمع ر خوا ر تف ذ الاه ع
سمم ار را ترا گو ا سر توانا فختع
سهوختع 57 هرِ جفنف جف ف ا فع تع ک ر
58 ر فقمرک طبهلِ تَهما الفَقهرُ فَههوَ اهلل ا
چو ا ف تف ترجاف ِ ل روک ان ر هع
چونکک اَلاَد َا هُو اهلل گف آ رفسِ سخع
ع ر ِ ففر جوک ح ت ان ر ر ا
ر ه 59 تف مف ا گ جِ سرِِّ جف ِ جهف را
تف تف هر هفسِ درفه ر فط ه
فَتَا اِ عَلِا فرا ر هع همجهف اگهر
لَع تَ فلُوا البِرِّ حَتِّا تُ فِقُوا گر خوانه س اک
گر ا لوالفقها گذر اا اِنِّهُهم َ َفقَهُهو
فقکِ فقر آ وا نحوِ حو نطقِ ا ا ف
نقش صورت را رهف فع ع ق د ا را گمر
فخر ان ر فقر مع ه تا انه ر نم هتا
ا کع ا ع طل مِ اژ ههفک نفهر را
ف س را ر انک ف هر نفهر گهر ا
تف اسمرِ امِ نف ها چهفرس نبهو اا حهع
فرض سُ ع ا گمر ا ر ر س ع 63 اجب
سوکِ گل ع ر خرام تف ک فا ا ع فولخع
64 ا ههرا اَلتئههفوِبُو َ الدَف ِهه ُ را قتههر
هاچو حما ف گر ف هاچو عم ا گفم ا
ا لوالدلاا عال فع ا ر ف اک والفِطع 65 گر
ف ثهفلِ حف هلِ اسهففر تهف ه ل ره
را ِ نصّ نفهرِ هف س اسه 72 ااخِِّرُ هُعِّ
ا ع هاک اهافل ا هفل اا قصورِ آ نم ه
رَا ِطُوا را گو فع ر اِصبِرُ ا گر ا
لَمرَ لِالِن َف ِ اِ َهف سَهدَا سهدما کهع
َ تَغفِرُ رو تهف رهوک 73 همع َ ِف َسحَفرِهُم
سلمِ سلاف را طلب فع ر ِ ُو َر ا جهو
جَفهَ ُ ا فِم َف ر م ک جفهِه ُ ا عَ ئهف کهع
علمِ ا اه عال هاچو تعِ اجف و

60
ف مع S ف مع KA
61
غمب SA عمب K
62 KS آذر A آار
57 S ر KA ر
گر ا لوالفقها... فهواهلل ا : SA د اا م آ ساس K 58
جف را KS جفنف A 59
63 A - KS
64 S قتر KA قتر
65 SA ف K گر
162  PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
علهع 67 اسرار گر ک حف کِ سرِّ 66 خ ِ
حل رو اا حفل کلهفک ر ِ َهف َطهع
70 ر تعِ هاچو جَ ع 69 تف فا خ با 68 چو چ مع
تف و ان ر ف فرت وِ رهوت چو ثع
ارس اا کر ف ف حملک ت ر فع
ک قلب ج فحِ جمشِ نفهرِ اههر ع
71 ا خطف فلِّا صوا ا تفختع فع تف خهتع
فوکِ ع ل ان ر ن مع رهرِ اح ف فع سَهکع
حف لِ حالِ علومِ ِع لَ ُ رو تف فهک تهو
74 علمِ حفل اا قفل ف تر و ا قمل قهفل
ان س رو هاچو خضر اآبِ حمفتِ ع قِ هو
فا بم ا ر کِ حورا عر ِ ع هق را
خ جرِ تقوک کش ا وِ رهوت را کُش
آ ِ نَصرٌ ِعَ اهلل چو ه فَتحٌ قَرِ هب
ر فَفِرُّ ا تف اِلَا اهلل آ ا ف ر مش فع
کعِ جَ ِّفتِ عَ ٍ گر هاا خواها قفم
جفسِ ج افنا چک جو ا اک ذلملِ اهتحع
ر لم ک صرف فر ک عارِ خو را چو اغع
ُر فِهتع 75 تف ج فبِ ق ِ اعلا ا ع سفُولِ
ل ک جف را کَع ر ر ع اطالل هع
اا ف ف سوکِ قف ر رف رو اک ُهوالحَ
آ فک حَبلُ اهلل ر ت حکم رَسع 76 ر سرِ چفس
ا توانا عمعِ آتش را گل هتف چاهع
جفسِ ر حفنا طلب فع تف مف ا ا جاهفل
فرفرِ حرص ااآ ر ارخوار آ فک تو
رِّهفک جدفرک گ ف پهر گهر عفرهقا
فغ راغ لک فل سمم ار عفر ّ ان
فَلُّ رَئٍ هفلِکٌ هر خهوا اِ َجهَهکُ
وسیِ قتا ع ا لکِ صرت حفصل اسه
خو تو آنا فک توانا سفختع هاچو خلمهل

اأخِّرُوهُنَّ: زآخروهنّ KSA 72
ف سحفرهم SA ف سحفر K 73
66 A ح KS خ
67 K - SA
68
چ مع A ج مع KS
خ با KS نخ با A 69
ج ع S ج مع K خ ع A 70
تفختع فع تف ختع SA تفختع تف فختع K 71
ا قمل قفل K ا قفل قمل SA 74
75 S سهول KA سفول
76 A جفس KS چفس
ÂRİF ÇELEBİ’NİN FARSÇA KASİDESİ VE TÜRKÇE ÇEVİRİSİ 163
وک اِنِّها انَهف اهلل اا رخه ِ رهدلک ا
77 ف ت ر سقیِ چفرم آساف خماک ا
عفرهقا 78 گر ربفنا م ک گمرک چو فلهمم اا
79 اا فت ر چو عم ا ففرغ آ ا اا مع
ررم ف ت ررا رکوک را چرا ا ُهرتهع
تف ره اا ن گ عفر عفرقف ِ ُفت ع
هاچو عثاف علا رو ف ح مع ف ح ع
عفرقا گ ع عقلِ فه ک را خمک ه
تف گر ر فغِ جفن هر ساع گر سک هع
ذقهع 80 اک نوجوا ِ خو خفاِ فک مر ف
رِِّ ر هفک عه 81 گر و ر هفک رّ
83 سرنف ا هع 82 نفلکهف فع چو ر فب نفک
صهففا ا ُر کِ َر 84 تف روک هففم س
سهف گ ف ت اا لطیِ هوکِ مهرهع
85 ا رو اخالقِ ارت خوب نمکو ح ع
رنگِ ا رنگا طلب اا خمِِّ ح ت چو مح
گر ِ وجهلِ سرفش را چو صطفا
چو ا و کر عار رو ر تقا ر نقها
اا چهفر ج رش ا هف ه نک ه س
ع ق خوا 86 ع ق ا ع ق گمر ع ق جوک
ر اا هف قفصر آ ا ا سوکِ مر رهو
مرِ گر نا لا مهرِ ررهف ِ د هوک
ارغ و 87 ف ان ر چ گِ ع قش هاچو چ گ
ر سؤال ر جوا ش اعتراضا فم ناهف
وسیِ عه س ا رک تو ر دقوب ار
د ِ خوارک ر ع ک خ ت آ مرِ فا
س ِ ا س ِ خ ا فر قمع ا ههم نهع
ظهرِ ا و ر ع اسالم سه ع
گ تکاس آ ر راسه 95َ ف رَ َم َ اِذ رَ َم َ
چونکک ِا َ اَعُ ِا ُبصِرُ ِا َ طِق ر سه

77 K ا SA ا
78
اا AS ار K
79
مع KA م S
80
ف SA رو K
81 A – KS
82 K – AS
ا هع KS هع A 83
ففم س KA ففم ا S 84
ارت خوب نمکو ح ع KS( نمکو : نمکوک S )ارت خوب نمکوک ح ع A 85
جوک KS جو ا A 86
87 A - KS
164  PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
وکِ رحاف ا ف م اا جفنبِ خطِّۀ اع
تهر هو ااا مهرِ قَهر 88 اا ا رِ
ها گر چو مرهع ف سهماتع 89 تِّح ف
فسِ ختع 90 ه کِ خو را رکِ ر م حبش
تف روک استف عفلم ر ا ب اک والح ع
ان ا جف گر ک گورکِ هر گهور فهع
هر لگع 91 تف روک چو راعِ د ا نور خشِ
92 رگِ ا رگا ن ارک فِ ر ا
94 فهفعالتع فهفعلع 93 چ گو ا فهفعالتع
خهتمِ رسهل 96 ف چ ف ع ِّ ررف آ سهمّ
و و اک ر 97 گر توانا وک ر آ چک
آنچ فنکک خضر وسا مر رنف و سانه
گف اُذفُرنِا حاّ ف اللا ِع ُعَفا
اا دلِّم ر ِ تر آ وا سبق ان ر سبق
گر ر ک ر س رو چو ر س مشِ ر س رُوک
جف ل ر آتشِ ع قش چو ر انک ک
ه و اا حکهمم 98 فر رو هاچو فر ارنهک
عفرفف ر قولِ فم گو د اا ع فدّفل هف

ر م KA ر متا S 95
ا ر SA ر K 88
89 S ر KA ف
90 A جمش KS حبش
نور خش KS ور خش A 91
ا ع صراع فل س ف ا غ نوک اس . ا ع صراع ر قصم س ک غ ل س فوا جو ار : وا حکمم س ف ا 92
غ نوک ) ک فورش ر ف ف ا(، تهرا 1375 ،ص. 251 ،255 ،475.
93 S ففعالت KA ففعالتع
94 A فدللع K ففعالت S ففعلع
96 A - KS
آ چک KA ا ع چک S 97
98 K رنک S رنک A ارنک
ÂRİF ÇELEBİ’NİN FARSÇA KASİDESİ VE TÜRKÇE ÇEVİRİSİ 165
KAYNAKÇA
Abdullah Aydınlı, “Ebü’d-derdâ”, DİA, İstanbul 1994, X, 310-311.
Aclûnî, Şeyh İsmâil b. Muhammed, Keşfu’l-hafâ’ ve Muzîlu’l-ilbâs I-II, Beyrut
1408/1988; a.g.e. (nşr. Ahmed el-Kallâş), Halep, ts.
Afîfî, Rahîm, Ferhengnâme-i Şi‘r-i Fârsî, Tahran 1391 hş.
Ahmet Önkal, “Ca‘fer b. Ebû Tâlib”, DİA, İstanbul 1992, VI, 548-549.
Ahmet Eflâkî, Şemseddin, Menâkıbu’l-‘ârifîn I-II (tsh. Tahsin Yazıcı), Ankara
1980.
-------, Ariflerin Menkıbeleri I-II (çev. Tahsin Yazıcı), İstanbul 1987.
Bağcı, Sabriye, Ulu Ârif Çelebi, Dîvânın Tahlili ve Türkçe Tercümesi, Kırıkkale
Üniversitesi, SBE, Kırıkkale 2013.
Celâleddin Muhammed, Mesnevî-i Ma‘nevî (tsh. Reynold A. Nicholson), Tahran
1382 hş.
Değirmençay, Veyis, Farsça Arûz ve Kafiye, Erzurum 2012.
-------, Farsça Şiir Söyleyen Osmanlı Şairleri, Erzurum 2013.
-------, “Menâkıbu’l-ârifîn’de Erzurum”, Beyazşehir, 2015 Erzurum, Güz, S. 15,
s. 90-93.
Dîvân-ı Ulu Ârif Çelebi, Konya Mevlâna Müzesi Yazma Eserler Bölümü 2600
Numaralı Yazma.
Dîvânu Ulu Ârif Efendi, Ankara Milli Kütüphane 06 HK 53 Numarada Kayıtlı
Yazma.
Ebû Hâmid İmâm Muhammed Gazzâlî-yi Tûsî, Kimyâ-yı Seâdet I-II (nşr. Huseyn-i
Hedîvcem), Tahran 1380 hş.
Furûzanfer, Bedî‘uzzaman, Ehâdîs-i Mesnevî, Tahran 1370 hş.
Furûzanfer, Bedî‘uzzamân, Ahâdîs ve Kasas-ı Mesnevî (çev. Huseyn-i Davudî),
Tahran 1381 hş.
Kunt, İbrahim ve Vanlıoğlu, Mehmet, Ulu Ârif Çelebi Dîvânı, Tenkitli Metin ve
Tercüme, Konya 2013.
Mehmet Demirci, “Hâl”, DİA, İstanbul 1997, XV, 217.
Mevlânâ Celâleddin, Dîvân-ı Kebîr I-VII (haz. Abdülbâki Gölpınarlı), Ankara
1992.
-------, Kulliyât-ı Dîvân-ı Şems I-II (tsh. Bedîuzzamân Furûzanfer), Tahran
1374 hş.
166  PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
-------, Mesnevi ve Şerhi I-VI, şrh. Abdülbâki Gölpınarlı, İstanbul 1985.
Mu‘în, Muhammed, Ferheng-i Fârsî I-VI, Tahran 1371 hş.
Muntehab ez Dîvân-ı Ulu Ârif Efendi, Süleymaniye Kütüphanesi, Pertev Paşa
Bölümü, 509 numarada kayıtlı yazma.
Pala, İskender, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, İstanbul 2000.
Safâ, Zebîhullah, Târîh-i Edebiyyât der İrân VIII/3, Tahran 1371 hş.
Senâyî-yi Gaznevî, Dîvân-ı Hakîm Senâyî-i Gaznevî (nşr. Pervîz Bâbâyî), Tahran
1375 hş.
Sipehsâlâr, Ferîdun b. Ahmed, Risâle-i Sipehsâlâr (tsh. Muhammed Afşîn
Vefâyî), Tahran 1385 hş.
Sultan Veled, Bahâeddin Muhammed, Dîvân-ı Sultan Veled (tsh. Asgar-i
Rabbânî “Hâmid”, Tahran 1338 hş.
Tahsin Yazıcı, “Ârif Çelebi”, DİA, İstanbul 1991, III, 363-364.
Ulu Ârif Çelebi’nin Rubaileri, (çev. Feridun Nafiz Uzluk), İstanbul 1949.
Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul 2001.
Vanlıoğlu, Mehmet, Ulu Ârif Çelebi ve Dîvânının Tenkitli Metni (Atatürk Ü,
SBE, DT), Erzurum 1991.
Zemânî, Kerîm, Şerh-i Câmi‘-i Mesnevî-yi Ma‘nevî, I-VII, Tahran 1382 hş.
www.ganjoor.net
www.loghatnaameh.org
www.ttk.gov.tr

Konular