NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN ŞEYHÜLİSLÂM FEYZULLAH EFENDİ’YE FARSÇA METHİYELERİ

NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN ŞEYHÜLİSLÂM FEYZULLAH EFENDİ’YE FARSÇA
METHİYELERİ
PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY 
ÖZ
Osmanlı döneminde yaşamış, Türkçe şiirler yanında Farsça şiirler
de kaleme almış birçok şair vardır. Bunlardan biri de Türkçe, Farsça
ve Arapça şiirleri olan Nazîrîzâde Mehmed Emîn Efendi’dir. Emîn
Efendi, Osmanlı Şeyhülislâmı Erzurumlu Seyyid Feyzullah Efendi’ye
methiye olarak Farsça iki kaside, bir kıta ve bir gazel olmak üzere
dört şiir kaleme almıştır. Bu çalışmada, Süleymaniye Kütüphanesi
Esat Efendi Bölümü’nde kayıtlı bir yazmada bulunan söz konusu
şiirler, tenkitli metni yapılarak Türkçeye çevrildi ve kısaca anlatıldı.
Ayrıca Feyzullah Efendi ve Nazîrîzâde Mehmed Emîn Efendi’nin
hayatı hakkında kısaca bilgi verildi.
Anahtar Kelimeler: Nazîrîzâde Mehmed Emîn, Şeyhülislâm Feyzullah
Efendi, Farsça Şiirler, Methiye.
ABSTRACT
We have a lot of poets who lived during Ottoman Empire period;
wrote poems not only in Turkish, but also in Persian. One of those
poets is Nazīrīzādeh Mahmad Amīn who had Turkish, Arabic and
Persian poems. Nazīrīzādeh Amīn has written four Persian poems as
two qasidas, a quatrain and a ghazal which are written to praise Ottoman
Sheikhulislam Faizollah Afandi. In this work poems which are

 Prof. Dr. Veyis DEĞİRMENÇAY, Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi,
Fars Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi. Email: veyis0065@hotmail.com;
drveyis@atauni.edu.tr.
 PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
196
found in a manuscript registered in the Library of Solaimaniya, Esat
Afandi Section; were translated into Turkish by writing critique and
explained shortly. Additionally, a short information was given about
the life of Faizollah Afandi and Nazīrīzādeh Mahmad Amīn Afandi.
Key words: Nazīrīzādeh Mahmad Amīn, Sheikhulislam Faizollah
Afandi, Persian Poems, Paise.
چکیده
شعرای زیادی وجود دارد که در زمان عثمانی در کنار شعرهای ترکی اشعار فارسی نیز سروده
اند. یکی از این شاعران که شعرهایی به زبانهای ترکی و فارسی و عربی دارد "نظیری زاده محمد
امین افندی" می باشد. امین افندی در مدح سید فیضاهلل افندی، شیخ االسالم عثمانی دو قصیده، یک
قطعه و یک غزل به زبان فارسی سرودهاست.
در این پژوهش شعرهای مذکور از یک مجموعه در بخش اسعد افندی کتابخانۀ سلیمانیه
بررسی و به زبان ترکی ترجمه گردیده و توضیح مختصری در مورد آنها ارائه گردید. عالوه بر
آن توضیحاتی مختصر در مورد زندگی فیضاهلل افندی و نظیریزاده محمد امین افندی ارائه شد.
کلید واژهها: نظیریزاده محمد امین، شیخ االسالم فیضاهلل افندی، اشعار فارسی، مدحیه.
Giriş
Osmanlı topraklarında yaşamış ve Farsça şiirler kaleme almış
800’ün üzerinde şair vardır. Bu şairler kaside, gazel, kıta, mesnevi,
musammat, terciibent, terkibibent, müstezat ve rubai nazım şekillerinde
şiirler söylemişlerdir. Bunların içinde tevhid, münacat, naat,
mersiye, hicviye, tarih düşürme, aşk, sevgili, şarap, doğa, öğüt ve
benzeri birçok konunun işlendiği şiirler olmakla birlikte genelde hü-
kümdar, vezir, emir ve diğer ileri gelenlere söylenmiş methiyeler de
vardır. Bu methiyelerin içinde sufî şahsiyetlere, nadir de olsa müderris,
molla, müftü ve şeyhülislâm gibi din î ilimlerle uğraşan şahsiyetlere
söylenmiş şiirlere de rastlanmaktadır. Bunlardan biri de
Nazîrîzâde Mehmed Emîn Efendi’nin Erzurumlu Şeyhülislâm Seyyid
Feyzullah Efendi’ye söylediği dört adet manzumeden oluşan Farsça
methiyeleridir.
NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN FARSÇA METHİYELERİ 
197
FEYZULLAH EFENDİ
1048’de (1639) Erzurum’da doğmuştur. Adı Mehmed’dir. Erzurum
müftüsü Seyyid Mehmed Efendi’nin oğludur. Erzurum’da öğrenim
gördükten sonra, 1075’de (1664) İstanbul’a, oradan da Edirne’ye gitmiştir.
Şehzade (II.) Mustafa’ya hocalık yapmış; ayrıca Haydarpaşa,
Üsküdar Mihrimah Sultan, Sahn-ı Semân ve Ayasofya medreselerinde
müderrislik görevinde bulunmuş; İstanbul kadılığı pâyesiyle Sultan
Ahmed Medresesi’ne; Rumeli kazaskerliği pâyesiyle Şehzade
(III.) Ahmed’in hocalığına getirilmiş; daha sonra nakîbüleşraf, ardından
şeyhülislâm olmuştur. On yedi gün sonra azledilerek Erzurum’a
gönderilmiş; yedi yıl sonra tekrar şeyhülislâmlığa tayin edilmiş; sekiz
yıl bu makamda kalmıştır. 1115’de (1703) Edirne’de katledilmiş ve
naaşı Abdülkerim Mektebi avlusuna defnedilmiştir.
Feyzullah Efendi müderris ve muhaddisliği yanında iyi bir hattat
ve şairdir. Arapça ve Farsça şiirleri ile kaleme aldığı birçok eseri vardır:
Fetâvâ-yı Feyziyye, Nesâyihu’l-mülûk, Kitâbü’l-Ekâr, Mecmûa-i
Hikâyât, Letâifnâme, Riyâzü’r-rahme, Hâşiye alâ Envâri’t-tenzîl,
İsâmüddin İsferâyînî’nin Hâşiye alâ Cüz’in-Nebe’sine hâşiye, Halhalî’nin
Hâşiye alâ Şerhi’l-Akāid’ine ta’likat ve İbnü’l-Hatîb elAmâsî’nin
Ravzu’l-ahyâr’ının Türkçe çevirisi.1
NAZÎRÎZÂDE EMÎN EFENDİ
İsmi Mehmed’dir. Nazîrîzâde diye bilinir. Aslen Arnavutluk’a
bağlı Delvineli olup sonra Selanik’e yerleşmiştir. Selanik’te doğduğu
veya Selanikli olduğu da rivayet edilmiştir. 1100 (1688-89) tarihinde
İstanbul’a gelip ileri gelenlerle arkadaşlık etmiş; saray hizmetlerinde
bulunmuş ve kapıcı başı olmuştur. Çok zenginken, evsiz barksız kalacak
kadar fakirleşmiş; önceki durumunu gören dostlarından utandığı
için Kıbrıs defterdarı görevini alarak adaya gitmiştir. Güzel sözlü
ve her tür bilgiye hâkim bir zattır. Musiki sanatında ve tarih düşür-

1 Geniş bilgi için bkz. Mehmet Serhan Tayşi, “Feyzullah Efendi, Seyyid”,
DİA, İstanbul 1995, XII, 527-528; Sâlim Efendi, Tezkiretü’ş-şu‘arâ (haz. Adnan
İnce), Ankara 2005, s. 181.
 PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
198
mede mahirdir. Türkçe, Arapça ve Farsça şiirleri vardır. Mahlası
Emîn’dir. Fakirliğinden şikâyet edip Şeyhülislâm Seyyid Feyzullah
Efendi’ye gönderdiği aşağıdaki rubaisi Kıbrıs defterdarı olmasına
vesile olmuştur:
وی خــاکِ درت مــال ِ هــر افتــاده
قَــد مَــات مِــن الجُــوعِ نظیــریزاده
ای دست و دلت به لطف و جود آماده
اَطعِمنِـــی قَبـــلَ اَن یَقـــولَ القائِـــل
Ey eli ve gönlü iyiliğe ve cömertliğe amade ve ey eşiğinin toprağı her
düşküne sığınak olan!
Söyleyen, “Nazîrîzâde açlıktan öldü” demeden önce beni doyur.
Şeyhülislâm Feyzullah Efendi bu sözleri işitince, bir rubaiyle
şaire cevap vermiş ve Nazîrîzâde’nin Kıbrıs Defterdarı olarak
görevlendirilmesine aracı olmuştur:
وز فقــر و مجاعــه هــم ز پــا افتــاده
هــذا شَــ ٌ جَــرَت عَلیــهِ العــاده
ای آنکه شـده ز نقـشِ هسـتی سـاده
هــا اِبتَــدَ الغِنَــی اِ ا تَــمّ الفَقــر
Ey varlık süsünden uzaklaşmış; ey fakirlik ve açlıkla yorgun düşmüş
olan!
İşte, fakirlik bittiği zaman, zenginlik başlar; bu olağan bir şeydir.
Nazîrîzâde Emîn’in Türkçe şiirlerine örnek bir nazmı:
Döndürüp rûy-i niyâzı çarh-ı bî-insâfdan
Devr-i ikbâl-i felek çıkdı derûn-i sâfdan
Gel Nazîrî kılma sen mir’ât-ı kalbin münkesir
Rûy-i lütfu göresin bir gün cemâl-i sâfdan
NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN FARSÇA METHİYELERİ 
199
Emîn Efendi, 1124 (1712) yılında vefat etmiştir. Mustafa
Safâyî Efendi’nin vefat tarihini 1085 (1674) göstermesi yanlıştır.2
NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN FEYZULLAH EFENDİ’YE FARSÇA METHİYELERİ
Nazîrîzâde Mehmed Emîn Efendi’nin Şeyhülislâm Seyyid Feyzullah
Efendi’ye yazdığı Farsça methiyeleri iki kaside, bir kıta ve bir gazelden
oluşmaktadır. Bunlardan birincisi 84 beyitlik bir kaside, ikincisi,
33 beyitlik bir kıta, üçüncüsü 41 beyitlik bir kaside olup her üç
manzume de müctes bahrinin mefâilün feilâtün mefâilün fa‘lün (feilün/fa‘lât)
vezninde yazılmıştır. Dördüncüsü ise 9 beyitlik bir gazeldir
ve remel bahrinin fâilâtün feilâtün feilâtün fa‘lün vezninde kaleme
alınmıştır.
Şair bu şiirlerine kendi durumunu anlatarak başlar ve Feyzullah
Efendi’den yardım etmesini ister: “Hüner süsünden keşke yoksun
olsaydım; çünkü benim faziletim nasipsizliğime sebep oldu. Eğer
ölümü arzularsam acayip olmaz; çünkü zamanenin gamından bıktım,
usandım, canım burnuma geldi. Bazen önceki halimi hatırlarım; hasretimin
ateşinden ciğerim yanar. Ben zavallının bu hâline acı, merhamet
et; böyle zelil ve hakir kalmamı reva görme! Gönlü yaralıların
doktorusun; o yüzden derdime senin şurup gibi olan lütfundan derman
ararım… Ey yüksek rütbeli reis! Feleğin dönüşünden dolayı ne
şikâyetler var; eğer izin verilirse, söylerim. Gerçi baş ağrıtıyorum;
ama cömertliğinden bu hakir kulu mazur göreceğine ümidim tam.
Zamane sakisinin damağına eğlence meclisinin şarabından bir kadeh

2 Şeyhî Mehmed Efendi, Şakâik-i Nu‘mâniye ve Zeylleri, Vakâyi‘u’l-fudalâ
(haz. Abdülkadir Özcan), İstanbul 1989, II-III, 460; Sâlim Efendi, Tezkiretü’ş-
şu‘arâ, s. 180-181(ابتداء، اصل در : ابتد ;(Mustafa Safâyî Efendi, Tezkire-i Safâyî (haz.
Pervin Çapan), Ankara 2005, s. 591, Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî, Matbaa-i
Âmire, İstanbul 1308, I, 404; Tuman, Mehmet Nâil, Tuhfe-i Nâilî (haz.
Cemal Kurnaz ve Mustafa Tatçı), Ankara 2001, I, 66 (236); İpekten, Haluk
v.dğr., Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü, Ankara 1988, s. 109;
Değirmençay, Veyis, Farsça Şiir Söyleyen Osmanlı Şairleri, Erzurum 2013, s.
219-220; Mecmûatü Medâih-i Şeyhülislâm, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad
Efendi 2843 Numaralı Yazma, vr. 84a-86a.
 PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
200
bile tattırmadığı kişi benim. Nüktedan tabiatının aynası zamanın
olaylarının taşından binlerce parçaya ayrılmış olan benim. Felek beni
zillet toprağına öyle attı ki üzüm gibi ayaklar altına alındım, ezildim.
Gerçi ilk önce bir iki gün yüzüme güldü, ama ondan sonra baskı yaparak
zulüm kapısını açtı. Mal, kumaş, köle ve binek hayvanı, konu-
şan konuşmayan neyim varsa, hepsini elimden aldı ve beni gördüğün
gibi ailemden uzaklaştırdı. Bundan önce üzerimde ipek elbise vardı;
ama şimdi tandır evinde çıplak yatıyorum. Ey efendi, ey deniz kalpli,
ey reis, ey halkının maslahatına düzen veren! Gökyüzünün ve yeryü-
zünün yaratışıyla vücuda geldiği eşsiz Yaradan’ın hakkı için, eğer sen
kereminle yardım etmezsen bana, kesin olarak bil ki vatanımdan ayrılmaya
mecbur olurum. Bende ne gümüş ne altın, ne metelik ne de
mangır, hiçbir şey kalmadıktan sonra nasıl sabredilebilir? Halkın arasında
kötü adlılıkla öyle ünlenmişim ki halk ve ileri gelen herkes sü-
rekli benden kaçmakta. Hizmetimde iki üç kişi kalmıştır; onlar da
mahşer halkı gibi çıplak, aç ve susuz. Kimse veresiye bir pırasa yaprağı
bile vermez bana; eğer ruhum bedenimden ayrılırsa, bu aşırı
açlığımdandır. Eğer ölmeyi arzu edersem, acayip olmaz; çünkü ölüm
böyle bir hayatın yanında huzurun ta kendisidir. Bağrımı kahır tırna-
ğıyla öyle parçalamışım ki sorma! Belki bu yaraya lütuf merhemi sü-
rersin. Ben mazur, ben hasta için lütfundan şefkatli bir bakış atman
ümit edilir.”
Emîn Efendi, bu şiirlerde Feyzullah Efendi’yi, “Dudağının berrak
suyu hayat suyunun sızıntısı; servi boyu cennet bahçesinin hurma
ağacı; yanağındaki beninin hayali gönül ateşinin üzerlik otu; siyah
zülfünün kıvrımı canın boynundaki kemend; menekşe amber gibi
olan ayva tüylerini düşünmekten ıstırap içinde; rüzgâr kıvrım kıvrım
saçının kokusundan perişan; Meryem oğlu İsa’nın mucizesi ağzında
gizli; İmran oğlu Musa’nın nurları elinde; güzellik mülkünün beratı
yüzünün misali; cennet kapısının revakı sokağının nişanesi; hayat
suyunun kaynağı, o berrak pınar gibi lâl dudaklarına, Hızır gibi yeşil
ayva tüyleri gölge salmış; ordu gibi güzel gamzeleri, aşırı merhametsizlikten
gönülleri yağmalamak için her tarafa saldırmış; gözleri, sarhoş
Türk gibi zavallı âşıklara kastetmek için kirpiklerden ve kaşlardan
yay çekip ok atmış; ay yüzü, göğsü ve omzu bahardan ve yasemin
yaprağından bir nişane; dudağı ve gözü akikten ve Yemen taşın-
NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN FARSÇA METHİYELERİ 
201
dan bir numune; cilvesinin utancından servinin ayağı çamurda kalmış;
yüzünün kıskançlığından lalenin içinde gizli bir dağ oluşmuş;
güneş yüzü güzellik zirvesinden çıkıp parlayınca, ay yüzlüler mahcup
olup aşağılık duygusuna kapılmış; padişah ve köle kâkülünün
zincirinde esir; yaşlı ve genç, nergis gözünden harap, zil zurna sarhoş;
makam ve görkem göğü, olgunluk zirvesinin güneşi, fazilet ve
hüner okyanusu, bilgi ve irfan denizi; mezhebin ve dinin imamı,
yakîn ehlinin önderi, şer‘-i mübînin yardımcısı, dünya halkının sığı-
nağı, fazilet sahiplerinin önderi, âlimler zümresinin övüncü, hidayet
yolunun rehberi, zamanın ünlülerinin seçkini, temiz yaradılışlı önder,
Hâşimî ailesinin şerefi Hz. Mustafa’nın neslinden eşraf zümresinin
seçkini; mana sûretinin güzelliği, asrın müftü hazretleri, âlem giysisinin
süsü, huzur ve asayiş medarı; sabah gibi olan yüzünde ebedî feyiz
görünen; levha gibi olan çehresinde Ahmedî nur parlayan; özünde
Şureyh’in aklı ve Nûman’ın faziletleri yoğrulmuş; dine hizmet
eden eşsiz hâkim; bulut gibi bağışta bulunan; ihsanının ünü altı yönde
ve dört erkanda uğultu çıkarmış; güzel ahlâkının tatlı esintisi çorak
araziye esecek olsa, çöp ve diken yerine sümbül ve reyhan bitiren;
mizacının lütfundan sonbahara bir miktar ulaşacak olsa, gül bahçesine
bahar gibi bitkileri yeşerten ışık bahşeden; ince görüşlü, bilge mizaçlı;
konuşma yetisindeki feyziyle belagatta Sahban’a galip gelen;
adalet bekçisi bayrağı diktiği zaman, güvercin kartalların kanatları
altında yem yer; nesep sahibi soyluların şereflisi, Hâşimî sülâlesinin
önderi, Adnan gülşeninin feyiz dolu tomurcuğu… Bilgenin izzette ve
eğlence meclisinde methinden başka bir şey duymadığı güzel huylu
müftü; bütün ufuklarda mübalağasız ve riyasız vasfı her zaman gü-
zellikle anılan; nurlu kalbi feleğin dokuz perdesinin arkasındaki gizli
manayı gösteren; kapısında birçok gönlü kırığın kalbi onarılan; kendisinden
incinmiş bir kalp, kırılmış bir gönül bulunmayan kişi; huriye
İrem bahçesinin feyiz neşesini veren; Nûman’ın fazileti temiz zatında;
Tayfur’un kerameti yüzünün nurunda görünen; sekiz cennet
dostluk meclisinden bir örnek; yedi deniz cömertlik denizinden bir
kadeh; Anka gibi olan himmetinin büyük kanadı altında gökyüzü,
güvercin yumurtası kadar bile olmayan; cimrilik evinin temeli kahrından
harap; cömertlik ülkesi cömertlikleriyle mamur; eserleri sayı-
lardan çok; methiyeleri yazılanlardan fazla… Meclisi letafet ve güzel-
 PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
202
lik bakımından cennet bahçesindeki meclis gibi ayıptan ve kusurdan
uzak; dil onu anlatmaktan âciz; meclisi padişahların meclisinden bir
numune; fazilet sahiplerinin reisi, milletin ve ülkenin sığınağı, devletin
ve dinin yardımcısı, asrın ileri gelenlerinin önderi; Peygamber
ailesinin seçkini; fetva makamındaki reisin, zatıyla iftihar ettiği asrın
müftü hazretleri; hayali nazım incisinin ayarı; kalbi gayp sırlarının
hazinesi; kaleminin sızıntısından arzu ekini yemyeşil; cömertliğinin
ününden arzu ülkesi mamur; ahlâkının güzel kokulu nefesleri kabir
halkına ulaşacak olsa, çürümüş kemiklere hayat veren; Şureyh menkıbeli,
faziletli, efendi; bütün işlerdeki sorunları çözen mühendis…”
şeklinde bir padişahı, bir veziri ve hatta kutsal bir zatı över gibi son
derece üstün sıfatlarla övmüş ve ondan kendisine yardım etmesini
istemiştir. Çünkü Feyzullah Efendi, özellikle II. Mustafa devrinde
şeyhülislâmlığı dışında, devlet yönetiminde, bilhassa memur atamalarında
ve görevden almalarda son derece etkili olmuş; oğullarını ve
akrabalarını henüz küçük yaşlarda iken yüksek mevkilere getirmeye
çalışmış; sultan üzerindeki nüfuzunu gereğinden fazla kötüye kullanmış
ve bu nedenle ulemanın, askerin ve halkın tepkisini toplamış;
sonunda feci bir akibete düçar olmuş bir devlet adamıdır. Feyzullah
Efendi’ye yazılmış bu şiirler ve yazmadaki3 Türkçe, Arapça ve Farsça
diğer şiirler, Feyzullah Efendi’nin devlet yönetiminde ve atamalarda
ne kadar etkili olduğunu gösteren önemli vesikalardır.
MANZUMELERİN TÜRKÇE ÇEVİRİSİ
1. Kaside4
Ne güzel, dudağının berrak suyu hayat suyunun sızıntısı; servi
boyunun fidanı cennet bahçesinin hurma ağacı.
Yanağındaki benin hayali gönül ateşinin üzerlik otu; siyah zülfü-
nün kıvrımı canın boynunun kemendi.

3 Bkz. Mecmûatü Medâih-i Şeyhülislâm, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad
Efendi 2843 Numaralı Yazma.
4 Mecmûatü Medâih-i Şeyhülislâm, vr. 84a-86a.
NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN FARSÇA METHİYELERİ 
203
Menekşe amber gibi olan ayva tüylerini düşünmekten ıstırap içinde;
rüzgâr kıvrım kıvrım saçının kokusundan perişan.
Meryem oğlu İsa’nın mucizesi senin ağzında gizli; İmran oğlu
Musa’nın nurları senin elinde görünmekte.
Güzellik mülkünün beratı senin yüzünün misali; cennet kapısının
revakı senin sokağının nişanesi.
Hayat suyunun kaynağı, o berrak pınar gibi lâl dudaklarına, Hızır
gibi yeşil ayva tüylerin gölge salmış.
Ordu gibi olan güzel gamzelerin, aşırı merhametsizlikten gönülleri
yağmalamak için her tarafa saldırmış.
Gözlerin, sarhoş Türk gibi zavallı âşıklara kastetmek için kirpiklerden
ve kaşlardan yay çekip ok atmış.
Ey sevgili, aynaya bir bak; kâkülün, ay gibi yüzünü çevgendeki top
gibi nasıl çekmiş!
Göğsün ve omzun bahardan ve yasemin yaprağından bir nişane;
dudağın ve gözün akikten ve Yemen taşından5 bir numune.
Senin cilvenin utancından dik servinin ayağı çamurda kalmış, tutsak;
senin yüzünün kıskançlığından lalenin (içinde) gizli dağ var.
Senin güneş yüzün güzellik zirvesinden çıkıp parlayınca, ay yüzlüler
mahcup oldular, aşağılık duygusuna kapıldılar.
Padişah ve köle senin kâkülünün zincirinde esir; yaşlı ve genç senin
sarhoş nergis gözünden harap, zil zurna sarhoş.
Hançer gibi zulmünün adaletsizliğinden lale gibi baştan aşağı kana
boğulmuş olanlardan biri de benim.

5 Cez‘-i Yemen: Yemen’de çıkarılan beyaz, sarı, kırmızı ve siyah benekli
taş.
 PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
204
Gönül senin zincir gibi saçının zulmünden her gece feryadı figan
kemendini gökyüzüne çıkardı.
O kıvrımlı saçın tuzağından (korunmak için) dünya padişahının
yüce katından başka bir sığınak yoktur bana.
Makam ve görkem göğü, olgunluk zirvesinin güneşi, fazilet ve hü-
ner okyanusu, bilgi ve irfan denizi,
Mezhebin ve dinin imamı, yakîn ehlinin önderi, şer‘-i mübînin6
yardımcısı, dünya halkının sığınağı,
Fazilet sahiplerinin önderi, âlimler zümresinin övüncü, hidayet yolunun
rehberi, zamanın ünlülerinin seçkini,
Temiz yaratılışlı önder, Hâşimî ailesinin şerefi Mustafa’nın neslinden
eşraf zümresinin seçkini,
Mana sûretinin güzelliği, asrın müftü hazretleri, âlem giysisinin
süsü, huzur ve asayiş medarı.
Onun sabah gibi olan yüzünde ebedî feyiz görünmekte; onun levha
gibi olan çehresinde Ahmedî nur parlamakta.
Özünde (kadı) Şureyh’in7 aklı ve Nûman’ın8
faziletleri yoğrulmuş,
dine hizmet eden eşsiz hâkim.
Ne güzel, bulut gibi bağışta bulunan; ihsanının ünü altı yönde9 ve
dört erkanda10 uğultu çıkarmış olan.

6 Şer‘-i mübîn: İslâm şeriatı, İslâm dini.
7 Şureyh: Şureyh b. Hâris b. Kays b. Cehm b. Muaviye. Künyesi “Ebû
Ümeyye” veya “Ebû Abdurrahman”dır. Şair, fakih, muhaddis, kadı ve ravidir.
Aslen Yemenli olup sadrulislâmın en ünlü kadılarındandır. Hz. Ömer
zamanında Kufe kadılığına atanmış; Hz. Osman, Hz. Ali ve Muaviye dö-
nemlerinde bu görevde kalmıştır. 97 veya 98 (715/716) yılında 120 yaşında
Kufe’de vefat etmiştir (www.loghatnaameh.org).
8 Nûman: Nûman b. Sâbit, Ebû Hanîfe künyesiyle meşhurdur. Hanefî
mezhebinin imamıdır. 80 (699) yılında Kûfe’de doğmuş, 150 (767) yılında
Bağdat’ta vefat etmiştir. Tabiindendir (www.loghatnaameh.org).
NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN FARSÇA METHİYELERİ 
205
(Güzel) ahlâkının tatlı esintisi çorak araziye esecek olsa, çöp ve diken
yerine sümbül ve reyhan biter.
Onun mizacının lütfundan sonbahara bir miktar ulaşacak olsa, gül
bahçesine bahar gibi (bitkileri) yeşerten ışık bahşeder.
Allah mübarek etsin o ince görüşlü, bilge mizaçlıyı; çünkü konuşma
yetisindeki feyziyle belagatta Sahban’a11 galip geldi.
Onun adalet bekçisi (göndere) bayrağı çektiği zaman, güvercin kartalların
büyük kanatları altında yem yer.
Ey nesep sahibi soyluların şereflisi, ey Hâşimî sülâlesinin12 önderi,
ey Adnan13 gülşeninin feyiz dolu tomurcuğu!
Yok olmayan zatı eşlerden mukaddes, benzerlerden münezzeh olan,
eşi benzeri olmayan Bir (Allah’)a,
Yokluk dar boğazından kâinât atölyesini bir “ol”14 emriyle yaratana,

9 Altı yön: Sağ, sol, ön, arka, üst, alt.
10 Dört erkan: Doğu, batı, kuzey ve güney (www.loghatnaameh.org).
11 Sahban: İbn Zufer b. İyâs el-Vâilî, beyan, hitabet, fesahat ve belâgatta
mesel olmuş ünlü bir hatip ve şairdir. Şöhreti cahiliye döneminde başlamış;
İslâm dönemini de görmüştür. Muaviye döneminde Dımaşk’ta yaşamıştır
(www.loghatnaameh.org).
12 Hâşimî sülalesi: Hz. Peygamberin babası Abdullah’ın dedesi; Abdülmuttalib’in
babası ve Abd-i Menâf’ın oğlu; bu silsileden gelen aile.
13 Adnan: Araplar’ın iki ana kolundan birini teşkil eden Adnânîler’in atası.
Nesep âlimleri Araplar’ı Adnânîler ve Kahtânîler olmak üzere iki kola
ayırmışlardır. Adnânîler’in atası Adnan b. Üded’dir. Adnân, Hz. İbrâhim’in
oğlu İsmâil’in soyundan gelir ve Hz. Peygamber’in yirmi birinci göbekten
dedesidir (Geniş bilgi için bkz. Mustafa Fayda, “Adnân”, DİA, 1988, I, 391-
392).
14 Ol: Kun feyekun: Ol der oluverir. “Gökleri ve yeri yoktan var edendir. Bir
işin olmasını dilerse, ona sadece 'Ol' der ve oluverir.” (Kur’an-ı Kerîm, 2 Bakara
117). “Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri o şeye ancak ‘Ol!’ demektir. O da
 PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
206
Hikmetinin gereği bitkilerin, madenlerin, (insan ve hayvan bütün)
canlıların vücuda geldiği (hikmet sahibi) Hakîm (Allah’a),
Âdem’in yaratılışına (ahlâkına) ve alleme’l-esmâ15 öğretimine; Havva’nın
yüzünün güzelliğine ve onun yaratılışının letafetine,
Hâbîl’in haksız yere dökülmüş kanına; Şîs’in hürmetinin değerine;
İdris’in cennet bahçesindeki terziliğine,
Nuh’un Rabbi lâ tezer’ine,16 buharlı gemisine; Cudi’nin sağlamlı-
ğına, suların kabarıp yükseldiği tufana,
Hûd’un ümmetinin zulmüne, Sâlih’in devesine; Lût’un elçilerininin
hürmetine ve zorba (hükümdar)ların kahrına,
Mennan (Allah)’ın lütfuyla kendisini soğuk ve esenlik yaptığı İbrahim
için yakılan dehşetli ateşin yalazına, alevine,
Hakk’ın fazlı ve keremiyle fidyesi için kurban olarak koçu gönderdiği
kurbanlığa boyun eğen (İsmail)’e,
Züleyha’nın aşırı(ya kaçan) aşkına, Yusuf’un güzelliğine, hüzünler
kulübesinin yaşlısı (Yakub’un) ağlamasına ve üzüntüsüne,
Circîs’in (gördüğü) işkenceye ve üzüntüsüne, eleminin sıkıntısına;
Eyüb’un sabrına, takatine ve onun her an ettiği şükre,
Eymen Vadisi’nin ışığına; Kelîm’in mucizelerine, yed-i beyza nuruna,
ejderhanın heybetine,

hemen oluverir.” (Kur’an-ı Kerîm, 36 Yâsîn 82). Burada “ol emri”, Allah’ın
varlıkları ve âlemi yaratmasına işarettir.
15 Alleme’l-esmâ: Allah Âdem’e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce
meleklere arzedip: “Eğer siz sözünüzde sâdık iseniz, şunların isimlerini
bana bildirin” dedi (Kur’ân-ı Kerîm, 2 Bakara 31) ayetinden iktibas ve bu
olaya işarettir.
16 Rabbi lâ tezer: “Nuh, “Rabbim! Yeryüzünde hiçbir inkarcı bırakma!” dedi
(Kur’ân-ı Kerîm, 71 Nûh 26) ayetinden iktibas ve sözkonusu olaya işarettir.
NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN FARSÇA METHİYELERİ 
207
Nûn b. Yûşa’ya, Hızır’a ve Mecmau’l-bahreyn’e,17 ilm-i ledün sırrına
ve Sübhan’ın hikmetine,
Davud’un utangaçlığına, onun ahına ve feryadına, Süleyman’ın saltanat
tahtına; o unvanın şanına,
Belkıs’ın tahtına ve zinetine, postacı Hüdhüd’e, Âsaf’ın ilmine ve
bilgisine, Lokman’ın hikmetine,
Yunus’un balığın karnındaki sıkıntısına ve gurbetine; gönlünün ve
canının korkusuna, o zindan köşesine,
Zekeriyya’nın öldürüldüğü yere, Yahya’nın şehit edildiği yere, şehitlerin
yarasının kanına ve mazlumların ahına,
Mesih’in konuşmasının feyzine ve Furkan’ın18 namusundan ve ete-
ğinin temizliğinden söz ettiği Meryem’in iffetine,
Ahmed’in yüzündeki nura -ki ruhuna Rahman’ın katından binlerce
selam olsun,
Ebûbekir’in sözündeki doğruluğa, Ömer’in adaletine ve dürüstlü-
ğüne, (Osman’ın) hayasına ve Kur’an’ı toplamadaki usûlüne,
Murtaza Ali’nin yiğitliğine ve cömertliğine, yani Hayber19 kapısını
söküp atan Tanrı Arslanı’na,
Dudaklarından şehadet şarabının henüz sızmakta olduğu şehzadelerin
şehit edildiği yerdeki toprağa,

17 Mecmau’l-bahreyn: Hz. Musa’nın Hızır’la buluşmak üzere varmak istediği
yerden söz edilirken “iki denizin birleştiği yer” anlamında Mecmau’lbahreyn
tabiri kullanılmış, Furkan ve Fâtır sûrelerinde bu iki denizden birinin
tatlı ve içimi hoş, diğerinin tuzlu ve acı olduğu belirtilmiştir (Bkz.
Kur’ân-ı Kerim, 18 Kehf 60, 25 Furkan 53 ve 35 Fâtır 12).
18 Furkan: Kur’ân-ı Kerim, Kur’ân-ı Kerim’in isimlerindendir.
19 Hayber: Suûd-i Arabistan’da bir kent. Şam yolu üzerinde Medine’nin
kuzey batısında yer alıp (eskiden) surlarla çevrili bir şehirdir. Hicretin 7. yılı
Milâdi 628’de feth edilmiştir.
 PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
208
Bütün sahabelerin ailesine ve kerem sahibi tabiine, imamların içtihadına
ve onların çabasına,
Bâyezid ve Cüneyd’in zühdüne, oruçlarına ve ibadetlerine; yiğitler
zümresinin riyazetteki gayret ve çabalarına,
Beş vakitten ve ezandan ibaret olan Arap Muhammed’in dininin
beş vakit (namazına),
Elest meclisinin şarap içenlerinin vecdine, hâline; aşk şarabının ne-
şesine ve sarhoşların narasına,
Kâbe’ye, Hacer(ü’l-esved)’e20 ve hacıların onu istîlamına21; ziyaretçilerin
tavafına, telbiyesine22 ve Rükn-i Yemanî’ye23
,
Merve ve Safâ’ya24, zemzeme25 ve ihrama26, sa‘ye27 ve iki meyl arasındaki
umreye, hacca ve (hacc-ı) kırana28
,

20 Hacerü’l-esved: Kâbe’nin bir köşesinde bulunan ve hacıların teberrü-
ken ellerini sürdükleri siyah taş; rivayete göre taş cennetten inmiş ve ilk
zamanlar bembeyazmış, ancak günahkarların elleriyle yavaş yavaş kararmıştır.
21 İstilâm: Tavafta Hacerü’l-esved’in hizasına gelindiğinde elle dokunma,
öpme ya da elleri havaya kaldırıp tekbir getirerek onu uzaktan selâmlama
(“İstilâm”, DİA, İstanbul 2001, XXIII, 362).
22 Telbiye: Hacda ihrama girenlerin lebbeyk Allahümme lebbeyk diye
başlayan zikir cümlelerini söylemesi.
23 Rükn-i Yemânî: Kâbe’nin Yemen tarafına düşen köşesi.
24 Merve ve Safâ: Safâ Tepesi Mescidi Haram’ın kuzeydoğusunda Ebukubeys
Dağı’nın eteğindedir. Merve Tepesi ise Harem-i Şerif’in kuzeybatısındadır.
Safâ ile Merve tepelerinin arası yaklaşık 400 metredir. Bu iki tepenin
arasında hacılar tarafından sa‘y yapılar; yani dört gidiş üç geliş olmak üzere
yedi defa gidip gelinir.
25 Zemzem: Mekke-i Mükerreme’de bulunan su; Zemzem suyu.
26 İhram: Kendini mahrum etmek; haram kılmak, hürmet edilen zamana
ve mekâna girmek, saygı duymak demektir. Terimde ise hac veya umre
yapmaya niyet eden kişinin, mubah olan fiil ve davranışları hac ve umre
esnasında kendine haram kılmasıdır.
NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN FARSÇA METHİYELERİ 
209
Hutbeye, Arafat’a29, Minâ’ya30 ve Hayf Mescidi’ne31, saç tıraşına,
hedye32, cemreye33 ve kurbana,
Kudüs’e, Sahra’ya34, Mirac’a, Cebrâil’e ve Burak’a35; Arşa, Kürsü-
ye36, Sidreye37, gayb âlemine ve bu dünyaya,
“Sümme denâ”38 yakınlığına ve “ev ednâ”39 meclisine; vuslat tadı-
na ve ayrılık acısına,

27 Sa‘y: Koşmak, hızlı yürümektir. Kâbe’nin doğu tarafındaki Safâ tepesinden
başlayarak Merve’ye dört gidiş, Merve’den Safâ’ya üç dönüş olmak
üzere iki tepe arasındaki gidiş-gelişe denir.
28 Hacc-ı kıran: İhramdan çıkmadan hac ve umrenin birlikte aynı ihram
ile yapıldığı hacdır.
29 Arafat: Mekke’nin yirmi beş kilometre güneydoğusunda, haccın farzlarından
biri olan vakfenin yapıldığı yer; tepe.
30 Minâ: Mekke’ye 4,5 km. mesafede, Arafat’a giden yol üzerinde, Müzdelife
ile Mekke arasında, Harem sınırları içerisinde olan, büyük, orta ve küçük
cemrelerin bulunduğu yerin ismidir.
31 Hayf Mescidi: Minâ’da olup Selahaddin tarafından yaptırılmış, daha
sonra 1467 yılında Memluk Sultanı Kayıtbay tarafından yeniden inşa ettirilmiştir.
32 Hedy: Hacıların Harem sınırları içinde kestikleri kurban. Hac ve umre
sırasında Harem’de kesilen kurbanlık hayvan.
33 Cemre: Hac mevsiminde Minâ’da şeytanları taşlama işi; taş atılan yer.
34 Sahra: Beytü’l-mukaddes’te bulunan taş. Kubbetü’s-sahra. Kudüs’te
kutsal kabul edilen kaya üzerine Emevîler devrinde Halife Abdülmelik zamanında
687-691’de inşa edilen, ortası kubbeli sekizgen bina; Hz. Ömer
Camii. Caminin içinde havada durduğuna inanılan Muallak taşı bulunmaktadır.
35 Burak: Hz. Muhammed’in miraç gecesinde bindiği biniti.
36 Kürsü: Taht. O’nun kürsüsü/sonsuz kudret ve egemenliği gökleri ve
yeri kaplamıştır (Kur’an-ı Kerîm, 2 Bakara 255).
37 Sidre: Yedinci göğün üstünde bulunan konar ağacı; insanların amellerinin
sonu; Sidretü’l-münteha. Cebrail, oraya kadar çıkmıştır.
38 Sümme denâ: Sonra (Muhammed’e) yaklaştı, derken daha da yaklaştı
(Kur’an-ı Kerîm, 53 Necm 8) ayetinden iktibas ve bu Hz. Peygamberin miraç-
ta Allah Teâla ile yakınlığına işarettir.
 PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
210
Haşr ve neşre, hesaba, sırata, cehennem korkusuna; bütün amellerin
tartılmasına, terazinin kefesine,
Derecelerin yüksekliğine, Firdevs (cennetin)’in temizliğine, iman
edenlerin güler yüzlülüğüne ve cennet yurduna,
Kara gözlü hurilere, köşklere, nimetlere ve lezzetli şeylere; (ölümsüz)
gençlerin asilliğine, gılmanın neşesine ve güzelliğine,
Tesnîm40 Kevser’inin suyuna, şarap ve süt ırmağına41, sündüs42 ve
refref (yeşil ve ince ipek)ten halılara, güzel yastıklara ve döşeklere,43
Cehennemdeki derekelerin derinliğine, cehennem ateşine, ateşteki
cehennem ehlinin bahtsızlığına,
Gülün ve sümbülün hoş kokusuna, baharın rengine ve kokusuna,
yaz mevsiminin yüzünün sarılığına ve sonbaharın sert rüzgârına,
Dey ve Behmen’in44 şiddetine, Kânun’un45 öfkesine, ilkbaharın ılı-
manlığına, zamanın değişmesine,

39 Ev ednâ: (Birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu
(Kur’an-ı Kerîm, 53 Necm 9) ayetinden iktibas ve bu Hz. Peygamberin miraç-
ta Allah Teâla ile yakınlığına işarettir.
40 Tesnîm: Cennette bulunan bir pınarın adı. O içeceğin katkısı
“tesnîm”dir. (O) öyle bir pınar ki, ondan (Allah’a) yakın olanlar içerler
(Kur’an-ı Kerîm, 83 Mutaffifin 27-28).
41 Cennet ve cennet nimetleri: Allah’a karşı gelmekten sakınanlara söz verilen
cennet şöyledir: Orada temiz su ırmakları, tadı bozulmayan süt ırmakları,
içenlere zevk veren şarap ırmakları, süzme bal ırmakları vardır. Onlara
orada her türlü ürün ve Rablerinden mağfiret vardır. Bunların durumu,
ateşte temelli kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen
kimselerin durumu gibi olur mu? (Kur’an-ı Kerîm, 57 Muhammed 15)
42 Sündüs: İpin yanı sıra altın ve gümüş tellerle dokunan, kaftan ve giysi
dikiminde kullanılan bir tür ipekli kumaş.
43 Yeşil yastıklara ve güzel döşeklere yaslanırlar (Kur’an-ı Kerîm, 55 Rahman
76) ayetinde geçen cennet ehlinin cennetteki durumunun tasviridir.
44 Dey ve Behmen: İran takviminde 21 Aralık-21 Ocak, 21 Ocak-21 Şubat
aylarına karşılık gelen aylar; kış mevsimi.
NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN FARSÇA METHİYELERİ 
211
Mecnun’un gönlünün yanışına, Leyla’nın cazibesine, âşıkların huzursuzluğuna
ve ıstırabına, sevgililerin nazına,
Bunca türlü türlü yeminlere, bunca iman (ehlinin) hürmetine ve
şanının yüceliğine yemin olsun ki,
Kula dünyada açık ve gizli senin kutlu eşiğinden başka bir sığınak
yoktur.
Senin ayağını öpmeyi o kadar istiyorum ki bu isteğim mukayese
götürmez, tasavvur edilemez.
O sebepten bugün sana kul olma arzusuyla senin dergâhının toprağına
düşe kalka geldim.
Sonsuz kereminle ağlayan, feryadı figan eden ben güçsüz (kuluna)
bakacağından ümitliyim.
Merhametinden eğer “nasılsın?” diye soracak olsan bana, “dünyanın
sıkıntısından nasılım?” diye ne derim ki sana!
Dilim zamanın zulmünden dolayı şikâyet dolu; gönlüm baş aşağı
dönmüş feleğin keşmekeşinden ve kargaşasından dolayı kederli;
Muhalif ve huysuz feleğin cezalandırmasından dolayı feryat eden
çenk gibi hep hüzünlü.
Ülker yıldızının gıpta ettiği inci gibi sözlerimi felek, yetimin gözyaşı
gibi çok değersiz yaptı!
Hüner süsünden keşke yoksun olsaydım; çünkü benim faziletim nasipsizliğime
sebeb oldu.
Eğer ölümü arzularsam acayip olmaz; çünkü zamanenin gamından
bıktım, usandım, canım burnuma geldi.

45 Kânun: Ateş ocağı; Kânun-i evvel ve Kânun-i sânî, eski takvimde Aralık
ve Ocak aylarına karşılık gelen aylar.
 PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
212
Bazen önceki halimi hatırlarım; hasretimin ateşinden ciğerim yanar.
Ben zavallının bu hâline acı, merhamet et; böyle zelil ve hakir kalmamı
reva görme.
Gönlü yaralıların doktorusun; o yüzden derdime senin şurup gibi
olan lütfundan derman ararım.
Güzellerde boy, zülüf, dudak ve onun süsü ve ziyneti olan yüz gü-
zelliği olduğu sürece, daima,
(Tanrı’nın) yok olmayan feyzinin eseriyle senin bahtının sevgilisinin
güzelliği her zaman taze ve canlı olsun.
Senin çiçeklerle dolu huzur bahçene ve arzu gülşenine, feleğin kahrından
dolayı sonbaharın gözü değmesin.
Senin meclis arkadaşın ve dostun iki dünyanın mutlusu; senin yol
arkadaşın ve ahbabın Tanrı’nın inayeti (olsun).
2. Kıta46
Ey, bilgenin izzette ve eğlence meclisinde methinden başka bir şey duymadığı
güzel huylu (müftü)!
Bütün ufuklarda mübalağasız ve riyasız vasfı her zaman güzellikle anılan
sensin.
Senin nurlu kalbin feleğin dokuz perdesinin arkasındaki gizli manayı
gösterir.
Cömertlik kapında birçok gönlü kırığın kalbini onardın; onun için senden
incinmiş ne bir kalp vardır ne de kırılmış bir gönül.
Eğer senin hayalinin misafir olduğu gönülden nur sızarsa şaşırma;
Eğer (o) senin mizacının lütfundan nasiplenecek olsa, derhal bahçede huriye
İrem bahçesinin feyiz neşesini verir.
Senin temiz zatındadır Numân’ın47 fazileti; senin yüzünün nurundan
görünür Tayfur’un48 kerameti.

46 Mecmûatü Medâih-i Şeyhülislâm, vr. 88a-89a.
NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN FARSÇA METHİYELERİ 
213
Sekiz cennet senin dostluk meclisinden bir örnektir; yedi deniz senin cö-
mertlik denizinden bir kadehtir.
Anka gibi olan himmetinin büyük kanadı altında gökyüzü, örneğin gü-
vercin yumurtası kadar bile değildir.
Cimrilik evinin temeli senin kahrından haraptır; cömertlik ülkesi de senin
cömertliklerinle mamurdur.
Senin eserlerin sayıların derecelerinden çoktur; senin methiyelerin yazı-
lanlardan fazladır.
Ey yüksek rütbeli reis! Feleğin dönüşünden dolayı ne şikâyetler var; eğer
izin verilirse bana, söylerim.
Gerçi baş ağrıtıyorum; ama cömertliğinden (bu) hakir kulu mazur göreceğine
ümidim var.
Zamane sakisinin damağına eğlence meclisinin şarabından bir kadeh bile
tattırmadığı kişi benim.
Nüktedan tabiatının aynası zamanın olaylarının taşından binlerce parçaya
ayrılmış olan benim.
Felek beni zillet toprağına öyle attı ki üzüm suyu gibi ayaklar altına alındım,
ezildim.
Gerçi ilk önce bir iki gün yüzüme güldü; ama ondan sonra baskı yaparak
zulüm kapısını açtı.
Mal, kumaş, köle ve binek hayvanı konuşan konuşmayan neyim varsa,
Hepsini elimden aldı ve beni gördüğün gibi ailemden uzaklaştırdı.
Bundan önce üzerimde ipek elbise vardı; ama şimdi tandır evinde çıplak
yatıyorum.
Ey efendi, ey deniz kalpli, ey reis, ey halkının maslahatına düzen veren!
Gökyüzünün ve yeryüzünün yaratışıyla vücuda geldiği eşsiz Yaradan’ın
hakkı için,

47 Nûman: Nûman b. Sâbit (Bkz. Dipnot. 8).
48 Tayfur: Ebû Yezîd Tayfur b. İsa b. Âdem-i Bistâmî, âriflerin en büyüklerindendir.
Bâyezîd-i Bistâmî diye meşhurdur. Âriflerin sultanı, muhakkıkların
burhanı, şeyhlerin ve velilerin en büyüğü, Hakk’ın hücceti ve halifesidir. “Benim
cübbemde Allah’tan başka bir kimse yoktur” sözüyle ünlüdür. Birçok
kerametleri vardır. 261’de (874-875) vefat etmiştir (www.loghatnaameh.org).
 PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
214
Eğer sen kereminle yardım etmezsen bana, kesin olarak bil ki vatanımdan
ayrılmaya mecbur olurum.
Bende ne gümüş ne altın, ne metelik ne de mangır, hiçbir şey kalmadıktan
sonra nasıl sabredilebilir?
Halkın arasında kötü adlılıkla öyle ünlenmişim ki avam ve ileri gelen
herkes benden kaçmakta hep.
Hizmetimde iki üç kişi kalmıştır; onlar da mahşer halkı gibi çıplak, aç ve
susuz.
Kimse veresiye bir pırasa yaprağı bile vermez bana; eğer ruhum bedenimden
ayrılırsa, (bu) aşırı açlığımdandır.
Eğer ölmeyi arzu edersem, acayip olmaz, çünkü ölüm böyle bir hayatın
yanında huzurun ta kendisidir.
Bağrımı kahır tırnağıyla öyle parçalamışım ki (sorma)! Belki bu yaraya
lütuf merhemi sürersin!
Ben mazur, ben hasta için lütfundan şefkatli bir bakış atman ümit edilir.
Niyaz ehlinin gönlü büyüklerin ferahlık veren malından bağış bekledikleri
sürece,
Senin gönlün İlâhi lütfun eserleriyle muradına ermiş ve bahtiyar olarak
ebedî mutlu olsun.
Senin ömrünün sayısı öyle uzun olsun ki hesabında yıllar ve aylar aciz
kalsın.
3. Kaside49
Ey ayrı kalmış gönül! Şimdi hac mevsimidir; yârin kapısını tavaf etmek
için çok gayret et.
Onun Kâbe gibi olan mahallesine gittiğin zaman, matemli ve yaralı bedenine
pamuk (gibi beyaz) bezden ihram bağla.
Çöle adım at ve aşk cezbesinin şiddetiyle telbiye söyleyerek gökyüzündekileri
coştur.
Aşk kafilesinin misafiri ol ve hareket et; ancak şevk ve neşe azığını hazırlamalısın.

49 Mecmûatü Medâih-i Şeyhülislâm, vr. 89a-90a.
NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN FARSÇA METHİYELERİ 
215
Yolundaki dikenin ucuyla mor renge boya yüzünü; çünkü muhabbet yolunda
destur böyledir.
Göç zamanı gönül derdiyle çan gibi inle; çünkü ah etmek, inlemek ayrı
düşmüş âşığın âdetidir.
Zevk marşını öyle çal ki işiten herkes, yılan ve karınca bile kendinden ge-
çerek çöllere düşsün.
İradeli ol ki muradına eresin; çünkü bu iradeyle mümkün olur ancak.
Aşk Feyz’inden Safâ’lık talep et; yoksa Merve’ye yemin olsun ki sa‘yin
meşkur olmaz.50
Ömrüme yemin olsun ki neticesiz umre ve sa‘yden bir anlık safâ, mümkün
olursa eğer, daha iyidir.
Eğer sen çölün susuzluğuna güç yetirirsen, vuslat kadehinden tahûr şarabını51
içersin mutlaka.
Merhaleleri kat ederek dostun ülkesine varırsan, İmran oğlu Musa gibi
Tûr vadisine ulaşırsın.
Temizlikte zemzem gibi olan gözyaşlarınla çalışıp çabala ki sarhoşluk tozunu
uzaklaştırasın kendinden.
Âşıklara Arafat gibi olan dostun mahallesinde durmalısın; ancak histen
ve şuurdan uzak olarak durmalısın.
Sevgi ve vefa yolunda mukavemet edersen, onun vuslat bayramıyla muradına
erer, mutlu olursun.
Eğer sana onun dostluk meclisine katılma izni verirlerse, değerli canını
ona kurban etmene değer.
Öyle bir meclis ki letafet ve güzellik bakımından cennet bahçesindeki
meclis gibi ayıptan ve kusurdan uzaktır;
Öyle bir meclis ki dil onu anlatmaktan âcizdir; onu övmede mümkün
(olan her şeyi) sarf etsem bile.
Onun safâsı ve temizliği o derecedir ki taht sahibi padişahların meclisinden
bir numunedir.

50 Safâ ve Merve: Mekke’de iki tepenin adı (Bkz. Dipnot 24)
51 Tahûr şarabı: Temiz şarap. Üzerlerinde ince yeşil ipekli, parlak atlastan
elbiseler vardır; gümüş bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri onlara tertemiz
içecekler içirir (Kur’an-ı Kerîm, 76 İnsan 21).
 PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
216
Fazilet sahiplerinin reisi, milletin ve ülkenin sığınağı, devletin ve dinin
yardımcısı, asrın ileri gelenlerinin önderi.
Peygamber ailesinin seçkini; fetva makamındaki reisin, zatıyla iftihar ettiği
asrın müftü hazretleri.
Ne güzel senin hayalin nazım incisinin ayarı; ne güzel senin kalbin gayp
sırlarının hazinesi.
Kaleminin sızıntısından arzu ekini taze ve yeşil; cömertliğinin ününden
arzu ülkesi mamur.
Senin görüşünü içeren yazının düz oluşundan utanıp sıkıldığı için elif
harfi cim harfi gibi eğilmiş.
Eğer ahlâkının güzel kokulu nefesleri kabir halkına ulaşacak olsa, çürü-
müş kemiklere hayat verir.
Ey Şureyh52 menkıbeli, ey faziletli, ey efendi; ey bütün işlerdeki sorunları
çözen mühendis!
Senin devletinde benim gibi birinin feleğin kahrından dolayı böyle bir sı-
fatla mağlup olması reva mı?
Benim tabiatımın okyanusu, bu dünyadaki denizlerin kendisinden oluş-
tuğu sözünün mükemmel denizindendir.
İki renkli gece ve gündüz sayfalarında Utarit nişaneli kalemiyle meşhur
olan benim.
Heykeltıraş Mani’nin kalemimin eşsiz ürünlerini görünce âcizliğini itiraf
ettiği benim.
Eğer Rıdvan sürme yerine benim şiirimin siyahlığını (sevadını) hurinin
gözündeki beyazlığa çekerse uygun olur.
Hakkında mizâcuha kâfûr53 inen durum, benim mizacımın berrak pınarı-
dır.
Kalemimin sünbül kokusu yedi ülkeye gider; bazen sabanın eliyle, bazen
de lodosun eliyle.
Kader kâtibinin kalemi ezel ahdinde mana ülkesinin tasarrufunu benim
adıma yazmış.

52 Şureyh: Şureyh b. Hâris (Bkz. Dipnot 7).
53 Mizâcuha kâfûr: Şüphesiz ki iyiler (ebrar), karışımı kâfûr olan bir kadehten
içerler (Kur’an-ı Kerîm, 76 İnsan 5).
NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN FARSÇA METHİYELERİ 
217
Eğer bu kasideyi Urfî’nin54 ülkesinde okusalar, mezarda binlerce aferin
şarkısı söyler.
Eğer bu kaside beğenilinir, uygun görülürse, cayize olarak cebimin dirhemle
doldurulması lâyık olur.
Senin methinde gönül sedefçesinden delinmemiş inciler çıkardım ve nazın
ipine dizdim.
İhtiyaçlara hükmeden Allah kendi katından hacılara sınırsız ecir ve
mükâfat verdiği sürece,
Ümmetin tavaf edenleri ihram giyip sûr(a üflenene) kadar Harem’de tavaf
edenler gibi senin dergâhını tavaf ettikleri sürece,
Allah’ın lütfunun yardımıyla temiz bedenin zamane olaylarının felâketinden
her zaman güvende olsun.
4. Gazel55
Feleğin rağbeti alçak insanadır; onun için yünlü hırka dünyadan daha
iyidir bana.
Kim ayna gibi içi temizlerden olursa, kalbi mukaddes sırların hazinesi
olur.
Ey can! Yabancılarla kucaklaşmaktan sakın! Hüma akbabaya yem olursa,
yazık olur.
Ay senin parlak yüzüne benzer, eğer ok gibi gamzesi ve yay gibi kaşı
olursa.
Ey Emîn! Nazmının derecesi Süreyya’ya çıkar, eğer üstadın himmeti sana
yardım ederse.
İfade ve bağış zamanındaki yorumlarından söz güzelinin elbise giydiği,

54 Urfî: Muhammed b. Bedreddin, 963 (1014 ) yılında Şiraz’da doğmuştur.
Gençliğinde Hindistan’a gidip Celâleddin Ekberşah’ın (963-1014/1555-1605)
sarayında bulunmuş ve 999’da (1590) Lahor’da vefat etmiştir. Kaside, gazel,
kıta, terciibent, terkibibent ve mesnevide güçlü olup Fars edebiyatında Hind
üslûbunun en ünlü şairlerindendir. Şiirlerinden oluşan Divanı, Mahzenü’l-esrâr
ve Hüsrev ü Şîrîn adlı iki mesnevisi vardır (www.loghatnaameh.org).
55 Mecmûatü Medâih-i Şeyhülislâm, vr. 98b-99a.
 PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
218
Deniz gibi cömertliği yanında feleğin değerinin -büyüklüğüne rağmenbir
çöp gibi olduğu,
Zamanın müftü hazretleri ki onu övmede çok ululamaktan ahraz olur konuşan.
Onun ümit köşklerinin temeli kalıcı olsun, kemer gibi feleğin temeli yerinde
olduğu sürece.
MANZUMELERİN FARSÇA METNİ
1 .قصیده
مجتث مثمن اصلم عروض و محذوف ضرب: مفاعلن فعالتن مفاعلن فعلن )فعالت(
نهالِ سروِ قدت نخـلِ بوسـتانِ جنـان
شکنجِ زلفِ سیاهت کمندِ گردنِ جان
به بوی نافۀ جعـدت نسـیم سـرگردان
نموده در کفت انـوارِ موسـیِ عمـران
رواقِ منظرِ جنّت ز کویِ تست نشـان
فکنده سبزۀ خطّت چو خضر سایه بر آن
برای غارتِ دلهاست هر طرف تـازان
به قصدِ عاشقِ مسکین کشیده تیر و کمان
کشیده ماه رخت را چو گوی در چوگان
نمونۀ لب و چشمت عقیق و جزعِ یمـان
ز رشکِ عارضِ تو الله راست داغِ نهـان
چو مهرِ رویِ تو از اوجِ حسن شد تابان
خرابِ نرگسِ مستانۀ تو پیـر و جـوان
زهی زاللِ لبت رشـحِ چشـمۀ حیـوان
خیالِ خـالِ عـذارت سـپندِ آتـشِ دل
به فکرِ عنبرِ خطّت بنفشه در تب و تاب
نهفته در فمـت اعجـازِ عیسـیِ مـریم
براتِ ملکِ مالحت ز رویِ توست مثـال
صفای مشربِ لعلت که عینِ آبِ بقاست
سپاهِ غمزۀ شوخت ز فرطِ بـی رحمـی
چو تُرکِ مست ز مژگان و ابروان چشمت
ببین در آینه جانا که طرّهات بچه سان
نشانۀ بر و دوشت بهار و برگِ سـمن
ز شرمِ جلوۀ تو سروِ راست پا در گـل
قمر رخان به حضیضِ خجالت افتادنـد
اسیرِ سلسـلۀ کاکـلِ تـو شـاه و گـدا
NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN FARSÇA METHİYELERİ 
219
چو الله غرقه به خونم ز جیب تا دامان
به بامِ چرخ رسـاند کمنـدِ آه و فغـان
جـز آسـتانِ رفیـعِ خـدایگانِ جهـان
محیطِ فضل و هنر بحرِ دانش و عرفان
معـینِ شـرعِ مبـین ملتجـای عالمیـان
دلیــلِ راهِ هــدا زبــدۀ فُحــولِ ز مــان
خدیوِ پـاک نهـاد آب روی هاشـمیان
طرازِ کسوتِ عالم مدارِ امن56 و امـان
ز لوحِ چهرۀ او نورِ احمـدی رخشـان
سرشته عقلِ شُـ ریح و فضـائلِ نُعمـان
فکنده غلغله در شش جهاتِ چار ارکان
دمد به جایِ خَس و خار، سنبل و ریحان
ز لطفِ طبعش اگر مایهای رسد به خزان
به فیضِ ناطقه، گویِ بالغت از سَحبان
حمام طعمه خورد زیـرِ شـهپرِ عُقَ بـان
ایـا شـکوفۀ پـرفیضِ گلشـنِ عـدنان
مقدّس است از اکفـا، منـزّه از اَقـران
ز تنگنایِ عدم، کارگاهِ کون و مکـان
پدید گشت نباتات و معـدن و حیـوان
به حُسنِ صورتِ حوّا و لطفِ خلقتِ آن
به حُلّهدوزیِ ادریس در ریـاضِ جنـان
یکی منم که ز بیـدادِ خنجـرِ سـتمت
دل از تطاولِ زنجیرِ مویِ تو هـر شـب
ز دامِ آن خمِ گیسو مرا پناهی نیسـت
سپهرِ جاه و جالل آفتـابِ اوجِ کمـال
امامِ مذهب و دین مقتدای اهـلِ یقـین
ســرآمدِ فضــال فخــرِ زمــرۀ علمــا
گزینِ زمرۀ اشـرافِ نسـلِ مصـطفوی
جمالِ صورتِ معنی جنابِ مفتیِ عصـر
ز صبحِ جبهۀ او فیضِ سـرمدی ظـاهر
یگانه داورِ دینپرور، آن که در گهرش
زهی سحابْنوالی که صیتِ احسـانش
نسیمِ خُلقِ لطـیفش بـه شـوره زار وزد
فروغِ نامیه بخشد به صَحنِ گل چو بهار
تبارک اهلل از آن طبعِ خردهدان که ربود
دمی که شحنۀ عـدلش عَلَـم برافـرازد
شریفِ یحَسبَا، صـدرِ هاشـمی نَسَـ با
به حقِّ واحدِ بیچون که اتِ لمیَزلش
به مُبدعی که به یک امرِ کُن پدید آورد
بدان حکیم که از اقتضایِ حکمـتِ او
به خلقِ آدم و تـدریسِ عَلمـمَ االسـماء
به خونِ ناحَقِ هابیل و قدرِ حُرمتِ شیث

مدار امن : در اصل، مدار و امن 56
 PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
220
به استواریِ جودی، به جوششِ طوفـان
به حرمتِ رُسُلِ لـوط و قهـرِ جبّـاران
که کرد بَرد و سالمش به لطفِ خود مَنّان
به فِدیهاش بفرسـتاد کَـبش را قربـان
به گریـه و اَ سَـ فِ پیـرِ کلبـۀ احـزان
به صبر و طاقتِ ایّوب و شُکرِ او هـرآن
به پرتوِ یـدِ بیضـا بـه هیبـتِ ثُعبـان
به سِرِّ علمِ لَدُنّی بـه حکمـتِ سـبحان
به تختِ ملکِ سلیمان و شأنِ آن عنـوان
به علم و دانشِ آصف، به حکمتِ لقمان
به وحشتِ دل و جانش به کنجِ آن زندان
به خونِ زخمِ شـهیدان و آهِ مظلومـان
که ناطق است به پاکیِّ دامنش فُرقـان
هزار گونه تحیّـت ز جانـبِ رحمـان
به شـرمگینی و آدابِ جـامعُ القـرآن
کَننــدۀ درِ خیبــر، غضــنفرِ یــزدان
کند شرابِ شـهادت ترشحـح از لبشـان
به اجتهـادِ امامـان و کوشـشِ ایشـان
به جِدّ و جهدِ ریاضـاتِ زُمـرۀ مـردان
که آن عبارت از اوقاتِ خمسه و آ ان
به نشئۀ میِ عشـق و بـه نالـۀ مسـتان
به طوف و تلبیۀ زایران و رُکنِ یَمـان
بـه ربِّ التَـذرِ نـوح و کشـتی تنّـور
به ظلمِ امّـ تِ هـود و بـه ناقـۀ صـالح
بــه شــعلۀ لهــبِ ســوزِ نــارِ ابــراهیم
به انقیادِ بیح، آن که حق ز فضل و کرم
به فرطِ عشقِ زلیخا، به خوبیِ یوسـف
به زجر و ضُجرتِ جِرجیس و محنتِ المش
به نورِ وادیِ ایمن و به معجزاتِ کلـیم
به نونِ یوشع و خضر و به مجمعُ البحرین
به شرمسـاریِ داوود و آه و فریـادش
به عرش و زینتِ بلقیس و هدهدِ نامـه
به تنگیِ شکمِ حوت و غربتِ یـونس
بـه مَقتـلِ زکریّـا، بـه مشـهدِ یحیـی
به فیضِ نُطـقِ مسـیحا و عفّـتِ مـریم
به نورِ جبهۀ احمد که بر روانـش بـاد
به صدقِ عهدِ ابیبکر و عدل و دادِ عمـر
به مردی و کرمِ مرتضی علـی، یعنـی
به خاکِ مشهدِ آن شاهزادگان که هنوز
به آلِ جملۀ اصـحاب و تـابعینِ کِـرام
به زُهد و صوم و عباداتِ بایزید و جنیـد
بـه پـنج نوبـتِ دیـنِ محمّـدِ عربـی
به وجد و حالتِ دُردیکشانِ بزمِ الست
به کعبه و حجـر و اسـتالمِ حُجّـاجش
NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN FARSÇA METHİYELERİ 
221
به سعی و عمره میانِ دو میل و حج و قِران
به حَلقِ شَعر و به هَدی و به جَمره و قربان
به عرش و کُرسی و سِدره، به المکان و زمان
به چاشنیِ وصال و بـه تلخـیِ هجـران
به وزنِ جملـۀ اعمـال و کفّـۀ میـزان
به سرخرویـیِ ایمانیـان بـه دارِ جنـان
به پاکزادیِ وِلـدان و بهجـتِ غلمـان
به فرشِ سندس و رفرف، به عبقریِّ حِسان
به تیـره بختـیِ اهـلِ جحـی م در نیـران
به زردیِ رخِ صیف و به تندبادِ خـزان
به اعتـدالِ ربیـع و بـه انقـالبِ زمـان
بـه بیقـراریِ عشّـاق و نـازِ محبوبـان
به حرمت و عظمِ شأنِ اینهمـه ایمـان
به بنده نیست مَال ی در آشکار و نهان
که خارج است ز اندازۀ قیاس و گمان
به خاکِ درگهِ تو آمدم فتـان، خیـزان
شوی به سویِ منِ زار و ناتوان نگـران
چه گویمت که چه سانم ز محنتِ دوران
دلم ز کشمکشِ چرخِ واژگون، پژمان
همیشه طبعِ حزین راست همچو چنگ فغـان
زمانه ساخت چو اشکِ یتیم، بس ارزان
چرا که گشت مرا فضل موجبِ حرمـان
به مروه و به صفا و به زمـزم و احـرام
به خطبه و عرفات و منا و جامعِ خیف
به قدس و صخره و معراج و جبرئیل و بُراق
به قُربِ ثُـم دَنّـی و بـه بـزمِ اَو اَدنـی
به حشر و نشر و حساب و صراط و هولِ سقر
به رفعتِ درجات و به نزهتِ فـردوس
به حورِ عین و قصور و نعیم و مشـتهیات
به آبِ کوثرِ تسنیم و جویِ خمر و لـبن
به ژرفیِ درکـات و بـه آتـشِ دوزخ
به نکهتِ گل و سنبل به رنگ و بویِ بهار
به شدّتِ دی و بهمن، به صولتِ کانون
به سوزشِ دلِ مجنـون و جذبـۀ لیلـی
به حقِّ این همه سوگندهای گونـاگون
که در جهان بجـز از آسـتانِ اقبالـت
به پایبوسِ توام اشـتیاق چنـدان اسـت
به آرزویِ غالمیت ازآن سبب امـروز
امیـدوارِ چنـانم کـه از کمـالِ کـرم
ز روی مرحمت ار پرسیام که حالِتو چیست
زبــانم از ســتمِ روزگــار پــر ز گلــه
ز گوشــمالِ ســپهرِ مخــالفِ ناســاز
آللیِ سخنم را که رشکِ پروین اسـت
ز حلیۀ هنر ای کـاش بـودمی عـاری
 PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
222
چنین که آمدهام از غمِ زمانه بـه جـان
شود ز نـائرۀ حسـرتم جگـر سـوزان
روا مدار که مانم چنین لیـل و مِهـان
ز نوشدارویِ لطفت به دردِ خود درمان
ز قدّ و زلف و لب و چهره زیب و زینتِ آن
جمالِ شاهدِ بختِ تـو خُـرّم و خنـدان
ز قهرِ دَهر مبینـا د چشـم زخـمِ خـزان
رفیق و همدمِ راهـت، عنایـتِ یـزدان
بدیع نیست اگر آرزویِ مـرگ کـنم
گهی که حالتِ پیشینِ خود به یاد آرم
به حالِ این منِ مسکین، ترحُّمی فرمای
طبیبِ خستهدالنی، از آن سبب جـویم
همیشه تا که بـود حُسـن، نازن ینـان را
دمــادم از اثــرِ فــیضِ الیَ زالــی بــاد
شــکوفهزارِ اَمــانیّ و گلشــنِ اَمَلَــت
شفیق و مونسِ بزمت، سعادتِ دارَیـن
2 .قطعه
مجتث مثمن مخبون اصلم عروض و مقصور ضرب: مفاعلن فعالتن مفاعلن فعلن)فعالت(
بجز مدیح تو در بزمگاه عـزّ و سـرور
بود همیشه صفاتت به نیکویی مـذکور
که هست در پسِ نه پردۀ فلک مَستور
نه خاطری ز تو آزرده، نه دلی مکسور
عجب مدار اگر از وی بود تراوشِ نور
به باغ نشئۀ فـیض ارم دهـد بـا حـور
ز نورِ وجهِ تو ظـاهر کرامـت طیفـور
ز بحرِ جودِ تو پیمانهایاست هفت بُحور
سپهر را به مَثَـل قـدرِ بیضـۀ عُصـفور
چنان که کشورِ جود از مکارمت معمور
مــدایحِ تــو بــرون از نتــایجِ مقــدور
ایا خجسـته خصـالی کـه نشـنود دانـا
تویی که در همه آفاق بیگزاف و ریا
ضمیرِ انورِ تو مـی نمایـد ایـن معنـی
ز بس که جبرِ شکستهدالن درِ کرمت
هر آن دلی که خیالِ تو میهمان وی است
ز لطف طبعت اگر بهرهور شود در حـال
به ات پاکِ تو ثابت فضـیلت نعمـان
ز بزمِ انسِ تو اُنمو جیاست هشت بهشت
به زیـرِ شـهپرِ عنقـایِ همتـت نبـود
اساسِ خانۀ حسنت ز قهرِ توست خراب
مــرثرِ تــو فــزون از مراتــبِ اعــداد
NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN FARSÇA METHİYELERİ 
223
چه شکوههاست مرا گویم ار بود دسـتور
امید هست که داری کمینه را معـذور
پیالهای نچشاند از شـرابِ بـزمِ سـرور
هزارپاره شد از سنگِ حادثـاتِ دهـور
که پایمال شدم چـون عصـارۀ انگـور
وز آنگهی درِ بیداد را گشـود بـه زور
چه از متاع و قماش و چه از غالم و ستور
بدین صفت که ببینی، ز خانمان مهجـور
ولیک خفتهام اکنون برهنـه در تنّـور
ایــا مــدارِ نظــامِ مصــالحِ جمهــور
ز صنعِ اوست هویدا به جلوهگاهِ ظهور
یقین بدان که به ترکِ وطن شوم مجبور
نه سیم ماند، نه زر، نه پشیز و نه منقور
که خاص و عام بیکباره از منند نفـور
برهنه، گرسنه، تشنه، بسان اهل نشـور
ز فرطِ جوعم اگر جان ز تن شود مهجور
که مرگ پیش چنین زندگیست عین حضور
مگر که مرهمِ لطفی زنی بر این ناسور
نگـاهِ عـاطفتی در حـقِ مـنِ معـذور
به انتظارِ عطا حاصـلِ انشـراحِ صـدور
به کامرانی و اقبـال سـرمدی مسـرور
که در حسابش عاجز شود سنین و شُهور
بلندمرتبــه صــدرا ز گــردشِ گیتــی
اگرچه عینِ صداع است لیکن از کرمت
منم که ساقیِ دوران به کامِ من هرگـز
منم که آینـۀ طبـعِ نکتـه پـرورِ مـن
به خاکِ خواری از آنسان فکند گردونم
نخست اگرچه دو روزی به روی من خندید
ز جنسِ صامت و ناطق هرآنچه بود مـرا
ز دستم آنهمه را درربود و ساخت مـرا
به بر قبا قصبین بود اگرچه زین پیشـم
خـــدایگانا، دریـــادال، خداونـــدا
به حقِ صانعِ یکتا که آسمان و زمـین
که گر تو مینرسی از کرم به فریـادم
چگونه صبر توان کرد بعد ازاین که مرا
میانِ خلق چنـان شـهره ام بـه بـدنامی
به خدمتم دو سه تن ماندهاند و ایشان نیـز
کسی به نسیه مرا برگِ تـرّه ای ندهـد
عجب نباشد اگر آرزوی مـرگ کـنم
چنین که سینه خراشیدهام ز ناخنِ قهـر
امید هست که از لطفِ خود کنی در کار
همیشــه تــا دلِ اهــلِ نیــاز را باشــد
دلِ تــو بــاد ز آثــار لطــف یزدانــی
شمارِ عمرِ تـو بـادا بـه غـایتی ممتـد
 PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
224
3 .قصیده
مجتث مثمن مخبون مقطوع مسبغ: مفاعلن فعالتن مفاعلن فعالت
به قصدِ طوف درِ یار سعی کـن موفـور
ز پنبـــهزار تـــنِ داغـــدارِ پرناســـور
ِ به بامِ چرخ درافکن به بانگ تلبیـه شـور
ِ ولیک بایدت آماده زاد شـوق و سـرور
ِ که در طریق محبّت چنین بـود دسـتور
ِ که آه و ناله بود رسـم ِ عاشـق مهجـور
ز وجد، سر به بیابان کند چه مار و چه مـور
ِ که این بغیـر ارادت نمـی شـود مقـدور
به حقِ مروه که سعیت نمیشود مشکور
صفایِ یکدمه به باشـد ار بـود میسـور
ز جامِ وصل خوری الجرم شرابِ طَهـور
ِ چنان که موسی عمران رسد به وادیِ طور
بکوش تا کنی از خود غبارِ مسـتی دور
وقوف بایدت اما بری ز حـسّ و شـعور
شوی ز عیدِ وصالش به کامِ خود مسرور
اگر به مجلسِ انسش دهندت ا نِ حضور
چو بزمِ روضۀ جنّت، بری ز عیب و قصـور
ِ چو فرش ِ مجلس روحانیان سرشته ز نور
وگرکه صرف کنم در ستایشش مقـدور
نمونهای ِ سـت ز بـزم ِ خـدایگان صـدور
کنون که موسم حَجّ است، ای دلِ مهجور
چو عزمِ کعبۀ کویش کنی، ببند احـرام
ِ قدم به بادیه نه وز کمـال جذبـۀ عشـق
ِ طفیل قافلـۀ عشـق بـاش و محمـل ران
ِ به نوک ِخار رهش چهره ارغوانی کـن
ِ ز درد ِ دل چو جرس ناله کن به وقت رحیل
حُدیّ وق چنان زن که هرکه میشـنود
ارادت ِ آر به کف تا به کام خویش رسی
ز فیضِ عشق، صفایی طلـب نمـا ورنـه
ِ به عمر من که ز عمره و سعیِ بیحاصل
به تشنگیِّ بیابـان اگـر تـو تـاب آری
به طیّ مرحله چون دررسی به کشورِ دوست
به آبِ دیده که چون زمزم است در پاکی
به کویِ دوست که عشاق را چون عرفات
به راهِ مهـر و وفـا گـ ر قـدم بیفشـاری
سزد که جانِ گرامی کنـی بـه قربـانش
چه مجلسی که شده از لطافـت و خـوبی
چه مجلسی که شده فرش ساحۀ قـدرش
چه مجلسی که زبان قاصر است در وصـفش
ِ صفا و نزهت وی تا به غایتی کـه مگـر
NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN FARSÇA METHİYELERİ 
225
ِ ظهیر دولت و دین، قدوۀ فحول عصـور
ِ که صدر ِ مسند ِ فتوی به ات اوست فخور
ِ زهی ضمیر ِ تو اسـرار غیـب را گنجـور
ِ ز صیت ِ مکرمـت کشـور امـل معمـور
الف چو جیم سرافکنده از خجالت و شور
ِ روایح ِدم خُ ِ لقـت رسـد بـه اهـل قبـور
ِ ایا مهنـدس مشـکل ِ گشـای کـلّ امـور
ِ ز قهر دهر شود تا بدین صـفت مقهـور
ِ کز او پدید شد اندر بسیط خـاک بحـور
ِ بود بـه کلـک عطـارد مـرثرم مشـهور
ِ بدایع قلمـم، معتـرف شـود بـه قصـور
ِ سواد ِ شعر ِ مـرا بـر بیـاض دیـدۀ حـور
که وارد است به شانش مزاجهـا کـافور
گهی به ِ دست ِ صبا و گهی به دست دَبور
ِ به ضبط ِ ملک ِ معانی به نـام مـن منشـور
ترانهس ِ نج هـزار آفـرین شـود در گـور
گر این قصیده به عینِ رضا شود منظـور
بـه سِـلکِ نظـم کشـیدم آللـیِ منثـور
ِ دهد ز درگه خود اجر و مزد نامحصـور
طوایفِ امـم احـرام بسـته تـا دَمِ صـور
ِ وجود ِ پاکت از آسیب حادثـ ِ ات دهـور
ِ رئیس ِ خیل ِ افاضل، پنـاه ملـت و ملـک
ِ گزین ِآل ِ پیامبر، جنـاب ِ مفتـی عصـر
ِ زهی خیـال تـو لولـوی نظـم را معیـار
ز رشــحۀ قلمــت کشــتِ ّ آرزو خــرم
ز اســتوای خــطِ ر ی توســت همــواره
حیـات ِ بخـش ِ عظـام رمـیم کـرد اگـر
شُـــریح منقبتـــا، فاضـــال، خداونـــدا
به دولتت چه روا باشد این که همچو منی
ِ محیط ِ طبع ِ مـن از بحـر ِ کامـل سـخنت
ِ منم که در صفحات ِ دورنگ لیل و نهـار
ِ منم که مانی صـ ورت نگـار اگـر بینـد
به جای سرمه روا باشد ار کشد رضـوان
ِ زالل ِ چشـمۀ طبـع مراسـت آن حالـت
ِ شمیم ِ سنبل کلکم رود بـه هفـت اقلـیم
ِ نوشته کلـک ِ دبیـر ِ قضـا بـه عهـد ازل
ِ به خاک عرفی اگر این قصیده را خوانند
سزد به جایزه تا جیـب پـر درم سـازی
به مدحتِ تـو بـرآوردم از صـدفچۀ دل
همیشه تا که به حُجّاج ، قاضیَ الحاجات
چو طایفانِ حرم طوفِ درگهِ تـو کننـد
ِ به عون ِ لطـف الهـی دمـادم ایمـن بـاد
 PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY
226
4 .غزل
رمل مثمن مخبون مقطوع: فاعالتن فعالتن فعالتن فع لن
از جهان خرقۀ پشمینه مرا بس باشـد
سینهاش مخزنِ اسـرارِ مقـدّ س باشـد
حیف باشد که هما طعمۀ کرکس باشد
ناوکِ غمزه و ابرویِ مقـوّ س باشـد
گر ترا همّتِ اسـتاد مـد درس باشـد
قالــبِ شــاهدِ گفتــار ملــبّس باشــد
با وجودِ عظمت قمیتِ یک خس باشـد
در ثنا گستریش ناطقه اخرس باشـد
تا اساسِ کمرِ چـرخ م ؤسّـ س باشـد
رغبتِ چرخ چو با مردمِ ناکس باشد
هر که چون آینه از صافدرونان گردید
از همآغوشیِ اغیار حـ ذر کـن جانـا
ماه با طلعتِ غَرّای تـو مانـد اگـرش
رتبۀ نظمـت امینـ ا بـ ه ثریّـ ا برسـد
آنکـه هنگـامِ افـادات ز تعبیـراتش
آنکه در جنبِ بحارِ کرمش گردون را
حضرتِ مفتیِ دوران که ز فرطِ اجـالل
بــاد بنیــانِ قصــورِ املــش پاینــده
KAYNAKÇA
Değirmençay, Veyis, Farsça Arûz ve Kafiye, Erzurum 2012.
-------, Farsça Şiir Söyleyen Osmanlı Şairleri, Erzurum 2013.
İpekten, Haluk v.dğr., Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü,
Ankara 1988.
“İstilâm”, DİA, İstanbul 2001, XXIII, 362.
Mecmûatü Medâih-i Şeyhülislâm, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad
Efendi 2843 Numaralı Yazma.
Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî, Matbaa-i Âmire, İstanbul 1308.
Mehmet Serhan Tayşi, “Feyzullah Efendi, Seyyid”, DİA, İstanbul
1995, XII, 527-528.
Mustafa Fayda, “Adnân”, DİA, 1988, I, 391-392.
Mustafa Safâyî Efendi, Tezkire-i Safâyî (haz. Pervin Çapan), Ankara
2005.
Sâlim Efendi, Tezkiretü’ş-şu‘arâ (haz. Adnan İnce), Ankara 2005.
NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN FARSÇA METHİYELERİ 
227
Şeyhî Mehmed Efendi, Şakâik-i Nu‘mâniye ve Zeylleri, Vakâyi‘u’lfudalâ
II-III (haz. Abdülkadir Özcan), İstanbul 1989.
Tuman, Mehmet Nâil, Tuhfe-i Nâilî I-II (haz. Cemal Kurnaz ve
Mustafa Tatçı), Ankara 2001.
www.loghatnaameh.org

Konular