İRAN MİTOLOJİSİ

İRAN MİTOLOJİSİ

Nimet YILDIRIM *
I. Giriş
Mitleri, doğuşlarını ve anlamlarını yorumlayan, inceleyen bilim dalı olan mitoloji; bir ulusa, bir dine ve uygarlığa ait mitleri konu alır. Bir bakıma eski çağlarda yaşamış insanların doğa olayları, sosyal ilişkileri ve dinî inanışlarına bakış açılarının yorumlanması olarak nitelenen mitoloji, sözcük anlamı olarak “efsane bilimi” yani ilkel insanlar ve insan üstü varlıkların başından geçen masalsı olayların incelenip anlatılmasıdır. Her ulusun mitolojisi; o ulusun tarihi, çeşitli efsaneleri, destanları, kahramanlık öyküleri, inanç sistemleri, tanrıları, insanları, masalları ve söylencelerini barındırır. Mitoloji, hayalî bir anlatım içine, hayallerde yer etmiş yarı tanrılar ve kahramanların hikayelerini de katan ve ilk çağlar, daha doğrusu arkaik bir zaman türüne, tarihsel zaman ötesindeki başlangıç zamanına dayanan bir hikaye anlatım biçimidir.

Farsça “ustûre: myth” kelimesi Arapça: “rivayet” ve “aslı esası olmayan söz” anlamında kullanılan “ustûre” sözcüğünden alınmıştır. Arapça’da belirtilen anlamda kullanılan “ustûre” kelimesi, aslında Yunanca: “destan, hikaye, araştırma, haberdar olma, yorum ve tarih” anlamlarındaki “historia” kelimesinin Arapçalaşmış şeklidir.[1] Yunanca “mythos” sözcüğünden alınmış olan ve daha çok “efsane” anlamında kullanılan “myth” sözcüğü ise, “yorum, haber ve kasıt” anlamlarını ifade etmektedir. Daha geniş anlamıyla “myth: geleneksel olarak yayılan veya toplumun hayal gücü etkisiyle biçim değiştiren, tanrı, tanrıça, evrenin doğuşu ile ilgili hayalî, alegorik bir anlatımı olan halk hikâyesi, mitos.” olarak tanımlanmaktadır.[2] Daha sonraları “ustûre” kelimesi, “gerçekleşmesi mümkün olmayan, daha çok şair ya da yazarın hayalciliğiyle oluşan hikaye” anlamını kazanmıştır. Gerçekte “ustûre; kutsal serüvenleri, fizik ötesi varlıkların doğa üstü maceralarını, ilk dönemlerdeki çok erken çağ insanlarının hikayelerini aktaran efsanelere” denir. Başka bir ifadeyle ustûre; bir dönemler insanların gerçek olarak algıladıkları klasik geleneksel hikayeler, doğa üstü birtakım varlıkların amaçları ve eylemleri temelleri üzerinde yükselerek yaygınlaşmış mitolojik ölçüler ve sınırlamalar içerisindeki hikayelerdir. Mitlerin en önemli işlevleri, insanların örnek olarak alınan başta dinî ve diğer konular olmak üzere taziye, evlenme, ibadet, sosyal etkinlikler, eğitim, öğretim, kültür, bilgelik, bilgelerin etkinlikleri, toplumu yönlendirmeleri, savaş, bayram vb. bütün ayinleri, anlamlı faaliyetlerini anlama ve iç yapılarıyla özelliklerini ortaya koymalarıdır. Söz konusu anlatımların kahramanları gerçekte doğal özellikleriyle donanmış bir insan ise, doğa üstü bir yaratık değilse, bu tür anlatıların adı genellikle “efsâne/legend”tir. Ancak hikaye doğa üstü, kahramanı da gerçek olmayan dünyanın bir yaratığı ise, o zaman bu hikayelere “halk hikayesi/folk tale” adı verilmektedir. [3]

Teknik terim olarak “ustûre: gerçekte kesin bilinmeyen tarihî dayanakları bulunan hikaye anlamına” kullanılmaktadır.[4] Mitoloji; dünyanın ve insanın yaratılışı, eski dünyada tanrılar, yarı tanrılar ve kahramanların birbirleriyle olan savaşları, eski dünya kavimlerinin yaşadıkları, karşılaştıkları sıkıntılar, yokluklar ve hayat serüvenlerini içermektedir. İlk insan toplulukları için mitoloji, dinî esaslar ve inanışları konu almaktadır. İlk insan bu inançları aracılığıyla varlık ve doğa sırlarını açıklıyor ve yorumluyordu. Ancak bilginin gelişmesi, bilgi çağına yaklaşılması ve insanoğlunun bilgi kaynaklarının çoğalmasıyla birlikte mitoloji yavaş yavaş inanç boyutunu kaybetmiş, sadece hikayeler olarak kalmıştır. [5]

Arapça’da bu kelimenin kuralsız çoğulu “esâtîr” olarak Farsça’da da aynı şekliye kullanılmaktadır. Farsça’da bu kelime, daha çok “bir kavmin inanç dünyasında elde ettiği birikimi” ifade etmede kullanılır. Avrupa dillerinde (İngilizce ve Fransızca) “myth” kelimesi; Almanca’da “myth” ya da “mythe” kelimeleri anlamsal içerik açısından hem tekilleri ve hem de çoğul şekilleriyle Farsça ustûre kelimesinin anlamını karşılamaktadır. “mythology” teknik terimi ise önemli ölçüde “esâtîr”, “ilmu’l-esâtîr” ve “ustûreşinâsî” kavramlarını karşılamaktadır. [6]

Kur’ân yorumcularının çoğu “esâtîru’l-evvelîn”e: “önceki milletlere ait rivayetler” anlamı­nı vermiş ve bunlara kahramanlık hikâ­yeleriyle tarihî kıssaların dahil olduğu­nu belirtmişlerse de esasen “esâtir” daha çok putperest kavimlerin tanrılarına iliş­kin efsaneleri ifade eder. Bunlar, hak dinden sapanların aslını değiştirerek or­taya koydukları bâtıl inançlar olarak da görülebilir. “Esâtîr” kelimesinin sözlükte “gerçeğe uygun olmayan sözler”[7] anla­mına gelmesi de bu görüşü doğrulayıcı mahiyettedir. [8]

İnsan hayatının temellerinden olan inanışlar çoğunlukla; inançlar, ayinler, kutsal yerler ve inananlardan oluşan dört esas üzerine yükselirler. Mitoloji, ilk insan topluluklarının yaşadığı çağlarda çeşitli sosyal oluşum ve gelişmelerden etkilenerek bunların belirgin ve özel aşamalarında meydana gelmiş, herkesin inandığı kutsal değerleri içeren genel anlamlı bir terim olarak daha ilk ve en sade çok eski çağlarda bile bizim algıladığımız gerçek zaman boyutları ve sınırlarından farklı zamanlarda gerçekleşmiş, dünyanın yaratılmasıyla sonuçlanmış ya da geleceğin çok uzak zamanlarında gerçekleşecek olan genellikle kutsallar, tanrılar, insan üstü yaratıklar, olağanüstü olaylar ile ilgili rivayetlerle dopdoludur. Başlangıç ve bitiş zamanları mitolojide özel zaman terimleridir. [9]
Milletlerin mitolojilerinin yanında kahramanlık hikayeleri ve efsaneleri de yer almaktadır. Sözlü geleneklerden kaynaklanan kahramanlık hikayeleri, genellikle kökenleri açısından kendilerini oluşturan kavimlerin şekillenmeleri ve belli bölgelerde yerleşmeleri çağlarına kadar uzanan manzûm hikayelerdir. Bazen belli dönemlere kadar sözlü anlatımlar şeklinde, bazen de yazılı olarak kuşaktan kuşağa aktarılan bu anlatımlar milletlerin geçmişte yaşadıkları gerçekleri ortaya koyma iddiasını taşırlar. Kahramanlık hikayelerinin bu geçmiş olayların “gerçeklerini” aktarmaları açısından “mitler”le benzerlikleri vardır. Ancak zaman kavramı açısından aralarında farklılık bulunmaktadır. Bu da; kahramanlık hikayelerinin gerçekleştikleri zamanların milletlerin uzak geçmişine dayanmalarına karşın mitlerdeki başlangıcı olmayan ya da bilinmeyen ezelî zaman kavramı arasındaki farktan kaynaklanmaktadır. [10]
İlkel devirlerde tarih; hikaye ve efsanelerle karışık tarihî bilgiler ile efsaneler ve hikayelerin iç içe yer aldığı sözlü aktarımlardan oluşmaktadır. Bir hanedan ya da bir milletin bireyleri, ataları ve babalarının hayat serüvenleri ve yaşadıkları dönemlere ait olayları daha sonraki kuşaklara hikaye ve efsaneler şeklinde aktarmaktadırlar. Medeniyet çağına girildiğinde bu tür hikayeler ve rivayetler yazıya geçirildi ve asıl serüvenler gerçek içerik ve boyutlarının yanı sıra birtakım tarihî renkler ve boyutlar da kazanmaya başladı. [11]
Mitlerle çoğu zaman iç içe giren efsaneler, insanların birbirlerine sözlü olarak kuşaktan kuşağa aktardıkları hikayemsi anlatımlardır. Özellikle tarih öncesi devirlerde kavimlerin ilk yerleştikleri bölgelerden ayrılmaları ya da başka topraklara yerleşmelerinden kaynaklanan yer değiştirmeler, göçler; yine tarihin çeşitli evrelerinde zaman zaman milletlerin birbirlerine karışmalarıyla bazı tarihî gerçeklerin asılları ortadan kaybolmuş, önemleri ve yaygınlıkları oranında da sonraki nesiller üzerinde etki ve iz bırakmış olan bu gerçeklerin yerlerini efsaneler almaya başlamıştır. Söz konusu mitolojik rivayetlerin bir kısmı, insanlar arasında sözlü aktarım yoluyla nesilden nesile ulaşmış, gerçekte bir doğa olayı ya da insanlarla direkt ilgili olayları konu olan bir efsane aşamalı olarak bir tarihî gelişme özelliği kazanmış, doğa üstü bir kişilik ya da bir başka nesne şeklinde belirerek zihinlerde canlandırılmış, efsane tarihe dönüşmüştür. Bu tür dönüşümler yaşayan efsaneler, yazıya geçirilmeden, milletlerin kutsal yazıtlarında, dinî içerikli edebî metinlerde yer almadan ya da tarihçiler ile eski dünya gezginlerinin seyahatnâmelerine yazılı olarak geçmelerinden önceki dönemlerde sözlü olarak aktarılmaları nedeniyle birtakım dış etkenlerin yoğun müdahalelerine, kasıtlı ya da kasıtsız birtakım ilaveler ve eksiltmelere maruz kalmışlardır. [12]
Bu yüzden mitolojide, gerçek dünya ile zihinlerde canlandırılan hayalî dünya çoğu zaman iç içe girerek birbirine karışmakta, gerçek olayların ortaya çıktığı zamanlar varlıklarını yitirmekte ve hayalî bir zamana dönüşmektedir. Tanrılar, insan görünümünde hayal edilmekte, insanlar fizik ötesi, doğayı aşkın güç ve özellikler elde etmekte, fizik ötesi varlıklar, tarih meydanını ve gerçek zaman alanını işgal etmektedir. Atalara aşırı tutkunluk, gerçek zaman dilimlerinde yaşamış, unutulup gitmiş ataları hayalî zaman sürecinin sınırsız sonsuzluklarına çekmekte, onlardan tanrılar ve tanrıçalar türetilmektedir. Seller, depremler, tufanlar, volkanik patlamalar, uzun süreli kuraklık ve kıtlıklar gibi insanları olumsuz yönde etkileyen ve temelde gerçek olaylar ve gerçek zamanlarla ilişkili büyük olaylar sonucunda yaşanan değişimler, doğanın birbirinden farklı derin etkiler bırakmış faciaları, daha sonraki nesillerin hafızalarında; tanrıların ya da kendileri ölümlü ancak ölümsüzlerin desteğindeki efsane kahramanlarının müdahaleleriyle gerçek varlıkları olmayan zamanların sonsuzluğunda efsanelere dönüşmekte, kavimlerin, milletlerin gelenek ve görenekleri çeşitli törenleri ve bayramlarının kaynağını oluşturmaktadır. [13]
Mitolojik anlatımın pek çok özelliklerinden başlıcası, onun zaman içinde yerleştiği çerçevedir. Bu, bir sonluluk ve fani oluş damgasını sırtında taşıyan “zaman” ve “tarih”in dışında, çok özel bir zaman ve tarih boyutu taşır. Zaten mitolojik anlatımların geçerliliği de, sözü edilen zaman ve mekanın dışında gerçekleşmesinde yatmaktadır. Mitolojilerdeki “zaman” kavramı, çok özel bir konuma ve anlama sahiptir. Daha pratik bir ifadeyle, bu yoğun bir zaman olup bununla birey kendisinin sahneye çıktığını hisseder ve böylece de o başlangıç zamanındaki kahraman olur; yani, bu dinî ayin “mythe”i yeniden gerçekleştirir, ona yaşama imkanı sağlar.[14]
Milletlerin kültürlerinde özellikle yeni yılın başlaması, mevsimlerin bitiş ya da başlangıçlarında düzenlenen geleneksel törenler, klasik toplumların gerçek zamanlı tarihî olaylar çerçevesinde, gerçek olmayan zamanlı efsanevî olaylar arasında bir ilişki kurma çabalarının sonuçları olarak ortaya çıkmışlardır. Sadece bu ilişkilendirme bile bu törenlere kutsallık rengi vermektedir. Bu tür özelliklere sahip geleneksel İran kutlamalarından “Nevrûz” ve “Mihregân”, geçmişlerinin çok eski klasik devirlere dayanması, bunlara ayrıca dikkat çekici özellikler de kazandırmaktadır. Özgün ve bir o kadar da ilginç törenlerle kutlanan Nevrûz, batı İranlıların Mezopotamya uygarlığıyla uzun süreli ilişkilerinden dolayı Bâbil Nevrûz’u “Zagmug”dan etkilenip onun birtakım özelliklerini almış olsa da yine asıl renkleri İran kültür ve medeniyetinin çizgilerini taşımaktadır. İslâmî dönem kültürel özelliklerinin de kendisini gösterdiği bu törenlerde zamanla Yunan gelenekleri ve Orta Asya milletlerinin kültürleri de bazı yönleriyle yer almaya başlamıştır.[15]
Dünyanın en eski efsaneleri, eski Mısır ve Mezopotamya bölgelerinde aranmalıdır. Bu efsanelerin günümüz modern medeniyetlerindeki gelenek, töre ve törenlerin oluşumundaki etkileri Yunan ve Bizans efsanelerinin, Hint ve eski İran efsanelerinin etkilerinden az değildir. Örneğin dünyanın yaratılışı konusunda Bâbil efsanelerinde yer alan Sümer medeniyeti ve Asurlarda da benzeri bulunan ve diğer eski dünya medeniyetlerinde de etkisi bulunan bir efsaneye göre; bir zamanlar yer ve gök henüz yok iken sular tanrısı Apsu, suyunu düzensizlik ve kargaşa tanrısı olarak bilinen Tiamat’ın suyuna kattı ve bunun sonucu olarak bütün alem ortaya çıktı. Ancak düzen ve intizama karşı olan Tiamat, evreni yuttu ve düzensizlik yeniden evrene egemen oldu. Bunun üzerine Marduk, Tiamat ile savaşmaya ve mücadele etmeğe başladı. Savaş sonunda onu öldürdü ve iki parçasından biriyle yerleri, diğeriyle de gökleri yarattı. Bu yüzden yeryüzünde kargaşalar sona ermez, bitmek tükenmek bilmez, ancak Marduk gücüyle yeri ve göğü o eski kargaşalardan uzak tutmakta ve insanı da korumaktadır. [16]
II. İran mitolojisi
İran mitolojisi ve İran efsaneleriyle ilgili en eski bilgiler MÖ. XV. yüzyıla aittir. Arkeolojik verilerin yanı sıra İran millî tarihi ve tarihî kişilikleri konusunda en eski işaretler Rîg Vedâ ve Avestâ’da yer almaktadır. Zerdüşt’ün kutsal kitabı Avestâ, değişik tarihlerde kaleme alınmıştır. En eski bölümü Gatalar bu dinin peygamberi Zerdüşt’ün ilahileridir. Araştırmacıların çoğu söz konusu ilahilerin MÖ. VI. yüzyılda yazılmış olduğu kanısındadırlar. Ancak birtakım araştırmacılar ve bu konuda detaylı çalışmaları bulunan uzmanlar da söz konusu bölümlerin yazılış tarihi olarak çok daha eskilere gitmekte, Zerdüşt’ün yaşadığı dönemlerin MÖ. 1100-1500-1700’lü yıllar olduğunu söylemektedirler. Yeşetler de Zerdüşt’ten çok daha eski dönemlere ait birçok efsane ve hikayeyi yok olmaktan kurtararak daha sonraki dönemlere aktarmaları bakımından önemli metinlerdir. Araştırmacılar, Avestâ öncesi dönemlerde de İran mitolojisiyle ilgili veriler bulunduğu kanısındadırlar. [17]
İranlılar, Hint-İran birleşik kavminden ayrıldıklarında birtakım destanlar ve efsanevî rivayetleri beraberlerinde getirmişlerdir. Bu rivayetler ilerleyen zamanla onların yeni vatanlarına ve yeniden şekillenmiş yapılarına da uyum sağlamıştır. Bu yüzden Hint ve İran mitolojilerindeki ortak efsanelerin birbirinden farklı değişik versiyonlarına rastlanabilmektedir. Cemşîd’in ya da Ferîdûn’un ve babasının efsanelerle karışık destanları, Sanskritçe eserlerde birtakım farklılıklar ve değişik şekillerde aktarılmaktadır. [18]
İran kahramanlık hikayeleriyle efsanelerinin tarihi, Âryâların İran topraklarına geldikleri günlerden başlar. İran kavmi, İndo-Europeenne/Hind-Avrupa kavimlerinden biridir. Aşamalı olarak Asya’nın orta kesimlerinden Atlas Okyanusu kıyılarına kadar yayılmış ve yeni dünyanın keşfiyle birlikte dünyanın birçok bölgesine de gidip yerleşmişlerdir. Bu ırkın kollarından biri, tarihin çok eski dönemlerinden beri diğer kollara oranla çok daha fazla önem kazanmış, onun oluşturduğu medeniyet, edebiyat ve kültür, Hind-Avrupa ırkının diğer kollarından daha etkili olmuştur. Bu kol İndo-İranienne/Hind-İran koludur. Tesbitlere göre MÖ. 3000 yıllarında Hint-Avrupa grubundan ayrılıp Hint ve İran ırkları olarak iki ayrı kola bölünmeden önce bunlar, Orta Asya bölgesinde yaşamakta; ortak din, dil, inanç ve mitolojilere sahip olup kendilerini “Âryâ: şerefli” nitelemesiyle ifade etmektedirler. Daha sonraki dönemlerde birbirlerinden ayrılarak Hindistan ve İran adlı ülkelerine yerleştiklerinde bu ismi her biri kendisi için kullanmıştır. [19]
Ârya kavmi, İran topraklarına gelip yerleştiğinde, Hint Âryâları ile aynı yerde birlikte yaşamakta olan atalarından miras olarak almış oldukları hikayeler, destanlar ve efsanevî rivayetleri de beraberlerinde getirdiler. Hint kavimleri arasında da yaygın olan bu efsaneler, İranlılar arasında daha geniş kitlelere yayılarak özgün nitelikler kazandı. Zamanın akışıyla söz konusu rivayetlerde yaşanılan çevrenin de etkisiyle şekillenen yeni düşünce ve inanç ekseninde birtakım değişiklikler meydana geldi. Bu kaynakları ortak, ancak ifade edildiği gibi bir ayrışma ve değişim sonrası farklılıklar gösteren efsanelere: İranlılar arasında farklı bir görünüm kazanan “Cemşîd Destanı”, “Ferîdûn Destanı” ve babası “Abtîn Destanı” gibi efsanelerin yanı sıra Sanskrit edebiyatında ve önemli Sanskrit kaynaklarında yer alan başka birtakım mitolojik hikayeler örnek verilebilir. [20]
İran’a göç ettiklerinde Âryâ kavminin dini, Hint Âryalarıyla ortak eski ve Âryâlara özgü bir inanıştı. Hem Hint kültüründe ve hem de İran geleneklerinde bu inanış zamanla birtakım değişimler geçirmiş, İran bölgesinde Zerdüşt’ün ortaya çıkarak dinini yaymasıyla birlikte, Zerdüşt’ün reformları ve yeni birtakım dinsel, yapısal ve düşünsel katkılarla bambaşka bir yapı kazanarak büyük dünya dinleri arasına girmiştir. Ancak bu eski inanışın İranlılar arasında çok derin izleri ve hatıraları kalmış, bu hatıralar, İran mitolojisinin ve özellikle eski İran dinî efsanelerinin kaynağını ve temel taşını oluşturmuştur. Bu eski dünyanın ve klasik geleneklerin rengini taşıyan efsaneler, zamanla birtakım eklemeler ve çıkarmalarla yeni görünümler kazanmış, çoğu yerde millî, tarihî kahramanlık destanları ve rivayetlerle iç içe girmiş ve öylece geniş coğrafyalarda yaygınlaşmıştır. [21]
Millî rivayetler, dinî efsaneler, tarihî gerçekler, İran kahramanlarının maceraları, göç öncesi ve orta Asya topraklarında yaşadıkları dönemlerden kalma hatıralar ve efsaneler, ordu sevki ve savaşlar, savunma amaçlı mücadeleler, çeşitli bölgelerde sanatsal gösteriler ve kahramanlık sergilemeler, Âryâ ırkının gurur ve kibirliliği, İranlıların yeni inanışlarına, tanrılarına ve hepsinin İran ve İran halkının destekçileri ve hamileri olduklarına inandıkları İmşâspendân’a bağlılıkları, İran’ın doğu bölgelerinden çıkan ve bağımsız hükümetlerin oluşumunda gayret göstermiş sultanlar ve emirlerin tarihleri ve daha başka konuların karışımıyla düzenli ve bütünlük içerisinde derlenen efsaneler ve hikayeler ortaya çıktı. Söz konusu anlatımların temellerini oluşturan tarihî gelişmeler, efsaneler ve dinî rivayetlerin birtakım örnekleri de Avestâ’da görülmektedir. Bu rivayetler daha sonraki dönemlerde oluşan İran efsanelerine de kaynaklık etmiştir. Diğer milletlerde görüldüğü gibi, İranlılar da bu hikayeler ve efsanelerinin oluşumunda asıl hikayeler üzerine birtakım eklemeler yapmışlardır. Söz konusu hatıralar ve efsaneler İran millî kahramanlık destanlarının temelini oluşturmaktadır. Her geçen gün bu anlatımlar, millî destanlar gelişmiş, asırlar geçince de doğa üstü özellikler bu hikayelere egemen olmuş ve yetenekli şairlerin dizelerinde kahramanlık efsaneleri olarak işlenmiştir. [22]
Zamanla gelişen ve olgunlaşan İran rivayetleri, İran tarihinde yeni bir dönem, yeni bir sayfa olarak kabul edilen “Eşkânîler Dönemi”nde farklı bir boyut kazanmıştır. İran askerî ve sivil toplum güçleri bir taraftan İran’da kalan Yunan kalıntılarıyla uğraşırlarken diğer taraftan da Bizans kahramanları ve komutanlarıyla mücadele etmek zorunda kalmış, Eşkânî yönetimiyle ortaklıkları bulunan birtakım hanedanlar ortaya çıkmış, bunlar da birtakım efsanevî hikayelere konu olmuşlardır. Bu dönemden ve söz konusu hanedanların kahramanları, emirleri ve savaşçılarından da İranlıların millî hatıralarında birtakım kahramanlık hikayeleri ve efsaneler kaldı. Daha eski dönemlerin hikayeleriyle zaman ve mekan boyutunun uzaklığının unutulması nedeniyle eski ve yeni anlatımlar özellikle de sözlü olmaları gerekçesiyle birbirine karıştı. Bir bakıma eski hikayeler ve rivayetler yenilerin katılımıyla yepyeni görünümler, farklı renkler ve içerikler kazandı. Bu dönemden sonra İranlıların mitolojik destanları, efsaneleri, hikayeleri ve rivayetleri olgunluğa erişmiş olarak ortaya konuldu ve derlenmeğe başlandı. Sâmânîlerin ortaya çıkışıyla birlikte onların bir taraftan din ve Zerdüşt dini bağlantılı konulara yoğun ilgisinin; diğer taraftan da doğulu ve batılı düşmanları karşısında millî duygularının etkisiyle klasik rivayetler dinî, millî ve tarihî gerçekler şeklinde yavaş yavaş toplanarak yazıya aktarılmaya başlandı. Bu ilk çalışmalar, daha sonraki dönemlerde millî rivayetler konusunda önemli kitapların yazılmasına da uygun bir ortam hazırladı. Özet olarak: İran millî hikayeleri ve rivayetleri, Âryâ kavminin İran’a göç etmesiyle başlamış, İran’a yerleşmelerinden sonra her geçen gün yeni gelişmelerin eklenmesiyle gelişimini sürdürmüş, yazılı ve sözlü rivayetler ve hikayeler bu yolla aşamalı olarak derlenip Sâsânîler dönemi sonlarında da en olgun ve en geniş şekillerini almışlardır. [23]
Vedâ ve Avestâ içerikleri açısından karşılaştırıldıklarında Hint ve İran kavimlerinin birlikte yaşadıkları ortak bölgelerinde, henüz iki ayrı ırka ayrılmadan önceki dönemlerde Cem (Vedâ‘da; Yama, Avestâ‘da; Yime), Âbtîn (Vedâ’da; Aptya, Avestâ‘da; Athwya) vb. özgün ortak kahramanlara sahiptirler. Vedâ metinlerinde çok geçen ve saygınlığıyla bilinen Âsurâ, İran dinî geleneğindeki Âhurâ’nın kendisidir.[24] Daha önce de işaret edildiği gibi Âryâların İran topraklarına göçlerinden sonra bu serüvenler birtakım eklemeler ya da kısaltmalarla içerik ve nitelikleri açısından değişik şekiller almaya, gelişip olgunlaşmaya yüz tuttular. Bunlardan birçoğu elbette efsane ağırlıklı hikayelerdi. Başka bir ifadeyle sadece soyut, gerçek olmayan hikayelerden ibaretti. Bunlar arasında: dünyanın yaratılışı, Ahura Mazda ve Ehrîmen’in, Sığır ve Geyûmers hikayesinin, ırkların ortaya çıkışı konusu gibi örnekler verilebilir. Bunun yanı sıra birtakım hikayeler de gerçek tarihî olaylara dayanmakta ve zamanın uzun kesitleri arasında ağızdan ağıza aktarılmaları nedeniyle tarih yatağından uzaklaşarak hikaye ve efsanelere dönüşmüştür. Avestâ‘nın ortaya çıktığı zamanlara yakın günlerde İranlılar için yaratılışın ilk dönemlerinde Zerdüşt’ün peygamber olarak ortaya çıkışına kadar birtakım rivayetler ve sözlü anlatımlar tarihî rivayetler adı altında sözlü olarak aktarıla gelmiş ve bu rivayetlerden Avestâ‘nın değişik bölümlerinin hazırlanmasında yararlanılmıştır. Bu durum da, Avestâ yazarlarının eski İran rivayetleri, efsaneleri ve hikayeleri konusunda belli birikimleri bulunduğunu göstermektedir. Onlar bu rivayetlere tarihî gerçekler gözüyle bakarak Avestâ‘nın hazırlanmasında kullanmışlardır. Bütün bunlardan; eski İran rivayetlerinin ilk olarak Zerdüşt’ün kutsal kitabı Avestâ‘da yer aldığı ve bu konudaki çalışmalarda söz konusu kutsal metnin değeri ve önemi sonucuna varılmaktadır. [25]
Dinî mitoloji konusunda da; eski İran’daki dinî yaşayışı ve ayinleri de içeren yaşanmış birtakım efsaneler bulunmaktadır. Zerdüşt’ün ortaya çıkmasından sonra bu rivayetler birer hatırat metni olarak kalmış, eski İranlıların dinî efsaneleri olarak daha sonraki dönemlere aktarılmıştır. Bazen de bu rivayetler, millî tarihî destanlar, efsaneler ile birlikte kahramanların maceraları, İranlı komutanların ordu sevkıyatları ve İran milletinin mücadelelerini konu almakta ve en güzel şekliyle yansıtmaktadır. İranlıların Yunanlılarla savaşları, İskender’in İran’dan çekilmesinden sonra onun İran’daki derin ve etkin nüfuzuyla mücadeleleri, Bizanslılara ve o çağın doğu imparatorluklarından gelen saldırılara karşı savunma faaliyetleri, birtakım hatıraların yaşanmasına ortam hazırlamış ve klasik efsanevî destanlarına hamâsî bir renk kazandırmıştır. Buna; Âreş-i Kemângîr’in İran-Tûran sınırlarını belirlemek amacıyla Âmul’dan Merv’e ok atması örnek verilebilir. [26]
Burada üzerinde durulması gereken önemli bir nokta, Şâhnâme’deki efsanelerin fantastik açıdan Yunan mitleriyle mukayese edilebilecek benzerlikler göstermemeleridir. Yunan mitlerinde beşerî görünümdeki kahramanlar akıl, sarhoşluk, şarap, kıtlık, kuraklık gibi metafizik ya da maddî konularda karşı karşıya gelmektedirler. Ancak Şâhnâme’deki efsaneler, İran milletinin ülkelerini korumak ve kollamak için verdikleri mücadelelerin destanıdır. Şâhnâme, bütünüyle mitolojik amaçlı yazılmış bir eser değildir. Mitolojik konulardan söz ettiği yerlerdeki bilgiler İran tarihini konu alan bölümleridir. Diğer taraftan Şâhnâme’deki efsaneler, Aryâ kökenli efsanelerden kaynaklanmaktadır. Avestâ’nın bu konuda Şâhnâme üzerindeki etkisi, ağızdan ağıza sözlü olarak aktarılmış olan tamamı millî içerikli, İran millî gelenekleriyle tarihi ve adetlerini koruma ve sonraki nesillere aktarma özelliği taşıyan hikayelerin Şâhnâme’nin yazılmasına neden olmasındadır. [27]
Diğer taraftan Rüstem’in “Hefthân”ı içeriği açısından Herkül’ün “On iki Hân”ına benzemektedir. Rüstem adı, Avestâ’da asla geçmemektedir. Pehlevî dilinde kaleme alınmış eserlerde de Rüstem adı “Rustehm” şekliyle nadir de olsa yer almaktadır. Buna karşın “Herkül” adı Yunan mitolojik kaynaklarında tanrılar soyundan gelen bir kahraman olarak temel rolü oynamaktadır. “Siyâvuş” ve “Sûdâbe” hikayesi trajedik açıdan “Hippolyt” destanıyla benzerlikler taşırken, Behmen’in kızı “Homay”ın hikayesi “Periyam”ın kızı “Helene” hikayesiyle örtüşmektedir. İran millî kahramanlık destanlarında “Simorg”un rolü, onun “Zâl” ile olan ilişkisi, Simurg’un Zâl’ın hayatının başlangıcından ta İsfendiyâr destanının sonuna kadar oynadığı rol, Yunan mitolojisi geleneğinde her zaman tanrılar tanrısı “Zeus”un sarayında en önemli güç olarak yer alan “kartal”ın benzer özelliklerini taşımaktadır. [28]
Milletlerin mitolojileriyle gelenekleri, inançları, dilleri ve kültürleri arasında sıkı sıkıya bir ilişki vardır. Buradan hareketle milletlerin efsanelerini, inançlarından ve bu sayılan değerlerinden ayırmak, ilgisiz olduğunu düşünmek mümkün değildir. Eski dünya halklarında efsaneler çok önemli rol oynamışlardır. Özellikle millî kahramanlık destanlarıyla aynı doğrultuda yer alan kahramanlık destanları ve büyük trajediler, Hint-Avrupa ve Hint-İran geleneklerinde etkin rol oynamaktadır. Özellikle din adamları, savaşçılar ve çiftçiler arasındaki mitolojik ilişkiler, Yunan ve Âryâ eski geleneklerinde birbirlerine benzer ve yakın taraflarıyla bilinmektedir. Birtakım Yunan ve Hint mitolojik eserleriyle Firdevsî’nin Şâhnâme‘sinde yer alan bazı bölümlerdeki birtakım hikayeler arasında ortak ve benzer yönler gözlemlenmektedir. [29]
Mitolojik kahramanlar gerek batı ve gerek doğu kahramanlık destanlarının tamamında zeka, fizikî güç, mal ve servet üçlüsüne her zaman sahip olmuşlardır. Bu üçlü güç, daha önce sözü edilen din adamı bilginler, savaşçılar ve çiftçiler diye tanımlanan üç sınıf ile yakın ilişkilidir. Şâhnâme‘deki efsaneler, eski İran’ın çevresindeki başta Abhâz, Çerkez, ve Çeçenler olmak üzere komşularının efsaneleriyle şaşılacak derecede çok yakın benzerliğe ve ortak yönlere sahiptir. Mitolojideki efsaneler, çoğunlukla destan boyunca insanların yaratılışında yer alan birtakım özelliklerin öne çıkarılmasıyla oluşturulmaktadır. Çoğu durumda ancak tanrıların sahip olabilecekleri yetenek ve beceriler insanlara verilmektedir. Bu özellikler bütün efsanelerde, yıldızlar ve astronomiyle direkt bağlantılıdır. Tanrılar ve devlerin savaşları, dünyanın yok olması, yıkılıp ortadan kaldırılması yeniden hayata kavuşması, batı mitolojisi, Hint ve İran mitolojilerinde oldukça benzer yönlere sahiptir. [30]
Aristo’ya göre; tarihçiyi şairden ayıran özelliği tarihçinin nesir ile, şairin manzûm olarak yazması değildir. Örneğin Herodot Tarihi de bir şekilde şiire dönüştürülebilir ve tarih olma özelliğini kaybetmez. O halde tarih yazarını şairden ayıran onun gerçek dünyada yaşanan olayları kaleme alması, şairin ise, gerçekleşme ihtimali bulunan konulara dizelerinde yer vermesidir.[31] Buradan hareketle tarih yazımcılığı, şairlik ve efsane yazımcılığı arasındaki sınırlar Aristo’nun ifade ettiği kadar belirgin değildir. Çünkü tarihçilik de, temelde gerçek olaylar ve yaşanmış gelişmeleri konu alsa da bütünüyle efsanecilikten ve hikaye yazımcılığından uzak kalamamıştır. Yine Herodot’un, Ahâmeniş krallarını tasvir ederken; Firdevsî’nin, İran hanedanlarını anlatırken verdikleri bilgiler, tarih, mitoloji ve hatırat arasındaki yakın ilişkiyi ortaya koymada aydınlatıcı unsurlardır. Klasik dönemlerde “gerçek olayları yazıya aktaran” tarih yazımcılığının en iyi örneklerinden olan Herodot Tarihi, en azından Herodot’un kişisel tecrübeleri ve zihinsel tasvirleri ve özgün bilgilerinin etkisinde kalarak kaleme alınmıştır. Ancak bütün bunların yanında onun Ahâmenişler ve Yunanlılar ile ilişkileri konusunda verdiği bilgiler, Sâsânîler çağında İranlıların tarih hatıralarından silinen ve XIX. yüzyıla kadar belirsiz kalan tarihî gerçekleri göstermekte, en azından Medler’in, Ahâmeniş İmparatorluğunun tarih sahnesinde yer aldıklarına tanıklık etmektedir. [32]
Firdevsî, Şâhnâme‘de tarihî gerçek varlıkları olan eski İran sülaleleri Medler ve Ahâmenişler hakkında herhangi bir bilgi vermemektedir. Bunların yerine mitolojik varlıkları bulunan Pişdâdîler ve Keyânîler hanedanları hakkında ayrıntılara, özet olarak da Mulûk-i tevâyif ve Eşkânîler konusunda bilgilere yer vermekte, bu bölümlerde mitolojik bilgilerden ve eldeki kaynaklardan yararlanarak yaşadığı dönemdeki Sâsânîler hakkında yaygın bilgileri dizelerine aktarmaktadır. Şâhnâme, gerçekte, mitolojik özellik taşıyan öğütler, tarihî olaylar, ahlakî öğretiler, hikmet, efsaneler ve şairsel tasvirler, bu arada Firdevsî’nin kendi hayat hikayesiyle ilgili ayrıntılara yer veren bir mecmuadır. Bir diğer ifadeyle bu iki tasvir ve değerlendirmenin kişisel bakış açıları, sosyal ve ulusal birtakım etkenlerin yanı sıra zaman ve mekan faktörlerinin etkisinde kalsalar da Firdevsî’nin Sâsânî hükümdarlarını tasviri, neredeyse Herodot’un Ahâmeniş krallarını tasviri gibi tarih yazımcılığının en iyi örnekleri arasında yer almaya adaydır. [33]
Birçok eski dünya milletinin mitolojisi ya da tarihinde yer alan eski tanrılar ve destan kahramanlarını konu alan efsaneler, hem şiire hem de kahramanlık destanlarına konu olmuş hikayeler ilk ortaya çıkışları ve ilk rivayetçilerin anlatımlarında tümüyle uydurulmuş anlatımlar değildir. Yapılarında kaçınılmaz olarak bir gerçek çekirdeği bulunmaktadır. Bu konuda önemli araştırmalar yapmış İtalyan filozofu Giambattista Vico (1668-1744) dikkat çekici birtakım sonuçlar elde etmiştir. Ona göre; yaratıcılık ve ortaya koyma güçleri zayıf ve sınırlı olması nedeniyle ilk insanlar, bu tür efsaneleri kendiliklerinden uydurup ortaya atmamışlardır. Söz konusu rivayetler, asıllarında doğru ve ciddi aktarımlar olarak ortaya çıkmış, birtakım müdahaleler sonucu efsane şeklini almışlardır. Nitekim eski Yunan efsaneleri, ilk çıkışlarında görünüşte dürüst ve gerçek rivayetler olmalarına rağmen Homeros zamanında olağanüstü abartılar ve yalanların karışmasıyla inandırıcılıklarını yitirmişlerdir. Vico’nun bu görüşü eleştirilebilir. Ancak onun tarih ile mitoloji arasında var olduğunu ifade ettiği ilişkinin varlığı şüphe götürmez bir gerçektir. Sonuç olarak yapılacak değerlendirme şöyle ifade edilebilir: İnsanoğlunun henüz medeniyetin en büyük makineleri olarak kabul edilen yazı ve yazma araçlarıyla tanışmamış olduğu çağlarda birtakım olayları ve kendisini yakından ilgilendiren gelişmeleri kayda geçirme isteğini zorunlu olarak hafızalara ısmarlamadan başka yolları bulunmamaktadır. Özellikle de ümmî olarak nitelendirilen toplumların halk kesimleri arasında bu tür aktarımlar sadece ağızdan ağıza nakledilen şifahî rivayetler yoluyla sağlanmaktadır. Bu durumda her zaman unutma, dikkatsizlik, aceleye getirme gibi afetler, bazen kişisel kasıtlar ve amaçlı yönlendirmeler de efsanelerin yönünü tarihî gerçekler olma doğrultusundan saptırma tehlikesiyle karşı karşıya getirmektedir. [34]
Gerçekte mitoloji ile tarih öylesine iç içedir ki; örneğin tarih sonrası çağa ait birer tarihî gerçek olan İskender, Sultan Mahmûd, Şâh Abbâs ve Napolyon dilden dile dolaşan halk rivayetlerinde birer efsaneler çemberinin içerisinde kalmaktadırlar. Tarih öncesi dönemlerde efsaneler ile tarihî gerçekleri birbirinden ayırmak çok daha güçtür. Ancak efsanelerin tarih sonrası dönemde de ortaya çıkışlarını kanıtlayan birtakım faktörler gözlemlenebilmektedir. Mitolojik efsaneler gerçekte gelenekler adı altında korunup sonraki nesillere aktarılan birtakım zincirleme rivayetlerdir. Normal hikayelerle farkları ise, bunların başta ilk aktarıcıları olmak üzere rivayet edenler tarafından doğru olduklarının sanılmasıdır. Sanki söz konusu efsanelerin râvilerinin bu olayların birer tarihî gelişme gibi gerçekten yaşanmış olduğuna inançlarıdır. İşte gerçekte efsaneleri birer sembol, hikaye ya da simge olmaktan çıkarıp da tarihî rivayetler kategorisine çeken incelik de burada merkezlenmektedir. Bu konuda bir diğer önemli etken de efsanelerin genellikle bir olayı, inancı, gelenek ya da göreneği aktarmış olmalarıdır. Bu gerekçeyle de efsaneler, ilk dinler, dinî ibadetler ve kurallar, aynı zamanda da ulusal tarihlerle ilişki kurmakta, halk kesimlerinde yaygın inançların birtakım hurafeler ve efsanelere dayanması gerçeğinin yanında eski birtakım felsefi görüşlerin de mitolojik etki altında kalması, hatta efsaneleri temel alması dolayısıyla ulusların tarihleriyle efsanelerin yer yer birbirine karışmasına ortam hazırlamaktadırlar. [35]
Bazı milletlerde yaygın efsaneler arasındaki benzerlik öylesine ileri boyutlardadır ki tarihçileri hayretler içerisinde bırakmaktadır. Söz konusu benzerlikler her zaman benzerlik taşıyan efsanelerin sahibi halklar arasında ortak bir kaynağın ya da değerin bulunmasına dayanmaz. Bazı durumlarda bu benzerliğin gerçek sebebi, yaşam ya da düşünce yakınlığından kaynaklanmaktadır. Birbirleriyle hiçbir ortak noktaları ya da yakınlıkları bulunmayan farklı milletlerin efsaneleri arasında da benzer faktörlerin etkisinde kalmaları ve aynı gelişim sürecinden geçmeleri gerekçesiyle benzer mitler ortaya çıkabilmektedir. Bu benzerlikler bazen yakın doğu milletlerinin ya da Avrupalı milletlerin mitolojilerinde gözlenmektedir. Bunun gerçek sebebi de ya direkt etkileşim ya da tepki olarak ifade edilebilir. [36]
Mitolojik rivayete: kahramanı insan ise, efsane; insan dışı bir varlık ise hikaye adı verilmektedir. Efsane: hikaye ve serüven anlamlarında kullanılmakta olup Farsça’da üç ayrı türü ifade etmektedir. Birincisi, çocukları eğlendirmek amacıyla söylenmiş birtakım şiirsel hikayelerdir. İkinci bir türü ise hayvanların dilinden birtakım hikaye anlatımlarını içirmekte olan mensur hikayelerdir. Bu türe Farsça’da efsane ve dâstân adı verilmektedir. Bu tür efsanelerin özellikleri eski olmaları ve çocukları eğlendirmek için söylenmiş olmalarıdır. Bu tür efsanelere genelde “yekî bûd yekî nebûd: bir varmış bir yokmuş”, “der rûzgârân-ı kadîm: eski zamanlarda” gibi ifadelerle başlanır. Bunlar genellikle halk edebiyatının ve millî mitolojinin bir bölümünü oluştururlar. Üçüncü bir tür ise edebî eserlerde görülen manzûm ve mensûr hikayelerdir. Bunlar arasında Hint kökenli Kelîle ve Dimne’deki hikayeler, tamamen İran orijinli Merzubânnâme gibi eserler örnek verilebilir. Bu türden hikayeler daha çok fabl özelliği göstermektedirler. [37]
Dünyanın yaratılışı, insanın ortaya çıkarılışı, doğal olayların oluşumları, milletlerin, kabileler ve şehirlerin kurucularının meydana çıkmaları, savaşlar, tanrılar, yarı tanrılar ve insan üstü güçler arasında gelişen olaylar, örneğin Zerdüşt mitolojisinde insanın rîvâs bitkisinden ortaya çıkışı, Yunan mitolojisinde ateşin Promete tarafından tanrılardan çalarak yeryüzüne getirmesi, bu günahından dolayı da Zeus tarafından cezalandırılarak kayalıklara zincirlenmesi ve sonunda ciğerinin kartal tarafından yenilmesi gibi. Mitlerin önemli bir kısmında da insanların düzenledikleri törenler, inançlar, ayinler ele alınmaktadır. Dinlerin bazı konuları bu tür mitolojinin konusudur. [38]
III. İran mitolojisinin kaynakları
Sâsânîler ve daha önceki dönemlerden miras kalan kitaplar, resmî belgeler ve birtakım eserlerin Pehlevî dilinden Arapça’ya çevrilmesi, Pers yazılı kültürünün daha sonraki devirlere aktarılması, bazı İranlı çevrelerin geçmişten kalan kültürel miraslarını koruma ve daha sonraki nesillere aktarmada izledikleri yollardan biriydi. Bu dalda, yeni müslüman olmuş İbn Mukaffa ve çalışmaları en iyi örnek olarak kabul edilir. İran kültür ve medeniyetinin sonraki kuşaklara aktarılmasında son derece önemli çalışmalar olan bu tercüme faaliyetleri yanında yine İranlı bilginlerin çoğu zaman millî duyguları göz önünde bulundurarak İran efsaneleri ve mitolojik değerleriyle Kur’ân‘ın özellikle tarihî anlatımları ve eski dünya milletleri, onların gelenekleri, kültürleri, tarihî ve dinî kişilikleri konusundaki kıssaları arasında bir uzlaşma, bir uyum sağlama çabaları da oldukça önemli rol oynamıştır. O dönemler mitoloji, tarihin bir parçası olarak algılanıyor “niçin?, nasıl?” sorularına gerek duyulmaksızın kabul ediliyor, böylece İran mitolojik unsurları İslâmî çevrelerde bir ehliyet elde etmiş oluyordu. İslâm’a inananlar eski değerlerini de böylelikle korumuş ve yeni inançlarıyla bağdaştırarak kalıcı bir kimliğe kavuşturmuş oluyorlardı. Sonuçta yeni İran kültüründe; “Zerdüşt ile İbrâhîm” ya da “Cemşîd ile Süleymân” yan yana yer alabiliyordu. Bütün bunlara kanıt olarak Arapça şaheser yapıtlar kaleme almış iki büyük tarihçi örnek verilebilir: Târîh-i Taberî ile Mucmelu’t-tevârîh ve’l-kısas gibi çok önemli tarihî kaynaklarda söz konusu uyum açıkça görülmektedir. Bu konuda İranlıların kültür ve medeniyetleriyle millî benliklerini devam ettirmek için oldukça önemsedikleri köklü faaliyetleri Şuûbiyye, Şiîlik, tasavvuf ve İsmâiliyye gibi yaygın dinî, sosyal ve manevî kalkışlarından söz etmek gerekir. [39]
Bu hareketler içerisinde Pers millî tarihi, kültür ve mirasının aktarılmasında da etken olan bağımsızlık hareketlerinin başlangıcı olarak kabul edilen Şuûbiyye hareketi çok önemlidir. Emevî çağının sonlarında Şuûbiliğini ilan eden ilk şairlerden Fars asıllı Ebû Fâîz İsmâîl b. Yesâr en-Nisâî, I/VII. yüzyılın sonlarında dünyaya gelmiş, Medîne’de büyümüş, daha sonra Azerbaycân’da yaşamış, çok uzun bir ömür sürmüş, rivayete göre son Emevî halifesini bile görmüş, Emevî devrinin sonuna doğru ölmüştür. Aşırı Fars taraftarı olan şair, şiirlerinde Araplara karşı Farslarla övünen bir kişiliktir. Şairliğinden önce bu özelliğiyle tanınır. Halifenin huzurunda bile kavminin şan ve şöhretini, nesebinin asaletini dile getirdiği birkaç kasidesi günümüze kadar gelmiştir. Bu tutumu, işkenceye uğramasına ve sürgün edilmesine de yol açmıştır.[40] Ailesinden Arapça şiirler söyleyen birkaç şairin de çıktığı Ebu’l-Fâîz İsmâîl b. Yesâr en-Nisâî, Hişâm b. Abdulmelik (105-125/724-743) için yazmış olduğu kasidelerinden birinde onu övmek yerine ataların övmüştür. [41]
Siyasî, sosyal ve kültürel bir başkaldırı olarak tarihe geçen Şuûbiyye hareketinin öncüleri ve taraftarları İranlılardı. Aralarında şairler, mütercimler ve yazarlar da bulunan bu çevrelerin asıl amaçları, bütün benlikleri ve değerleriyle İran milletini tanıtmak, İran’ın bağımsızlığını kazanmasını sağlamak, bölgedeki Arap egemenliğini ortadan kaldırarak onların gücünü kırmaktı. Bu çevreler, belirledikleri hedeflerine önemli ölçüde de ulaştılar. Bu amaçlarına erişmede kullandıkları yollardan biri de İran tarihi ve millî rivayetleriyle ilgili kitapları Arapça’ya çevirmek, İranlıların göstermiş oldukları kahramanlıkları ve öne çıkan özelliklerini konu alan eserler yazmaktı. [42]
İran değerleri ve Pers milletinin üstün özelliklerinden söz eden Şuûbî yazarların eserleri arasında; Saîd b. Hamîd’in İnsâfu’l-‘Acem mine’l-‘Arab, Kitâbu Fazli’l-‘Acem ‘alâ’l-‘Arab, Beytu’l-hikme’nin reisi Haysem b. Adiyy’in Ahbâru’l-Furs, Sehl b. Hârûn’un birkaç eseri, Ebû Ubeyde Muammer b. Musennâ’nın Fezâ’ilu’l-Furs adlı eserleri ve ilk İslâmî dönemlerde kaleme alınmış kaynaklarda isimlerine rastlanan daha birçok örnek verilebilir. Birtakım ektenler nedeniyle daha sonraki dönemlerde söz konusu eserler ortadan kaybolmuş, ancak bu eserlerin de etkisiyle İranlılar, birtakım hareketleri başlatma ve yürütme heyecanı kazanmış, bağımsızlıklarını elde etme yolunda bunlardan da güç almışlardır. Diğer taraftan İran kökenli Şuûbî şairlerin Arapça kaleme almış oldukları kahramanlık içerikli dizeleri de, o çağların İranlı şairlerinin milliyetçilik duyguları, heyecanları, ülkelerine olan sevgilerini dile getirmektedir. Beşşâr b. Bord, Hureymî-yi Soğdî, Ebû Nuvâs-i Ahvâzî, Mehyâr-i Deylemî, el-Mutevekkil-i İsfahânî gibi ünlü kalemlerin bu hareketler içerisindeki etkin ve derinlikli rolleri de unutulmamalıdır. [43]
Şuûbiyye düşüncesinin önemli ve etkili sonuçlarından biri de, tarihî ve kültürel içerikli çok sayıda eserin Pehlevî dilinden Arapça’ya çevrilmesi konusunda başlattığı seferberliktir. Bu faaliyet, o dönem İran düşüncesi ve edebî gücünün açık göstergesidir. Bunlar arasında; o dönemler tarih ve daha özel bir değerlendirmeyle “millî tarih” özelliği taşıyan İran millî rivayetleriyle tarihî gelişmelerine yer veren çok sayıda eser bulunmaktaydı. Bunlardan İbn Nedîm’in el-Fihrist, Hamza-yi İsfahânî’nin Sinî-yi Mulûki’l-‘arz ve’l-enbiyâ, Mes’ûdî’nin Murûcu’z-zeheb, İbn Kuteybe Dîneverî’nin et-Tenbîh ve’l-İşrâf, İbn Kuteybe’nin Uyûnu’l-ahbâr ve Mucmelu’t-tevârîh ve’l-kısas gibi klasik kaynaklarda söz edilmektedir. Bunlar arasında; Dâstân-i Behrâm-i Çûbîn, Rustem u İsfendiyâr, Pîrân-i Vîse, Kitâb-i Peykâr, Mezdeknâme, Kitâbu’t-tâc, Dârâ ve Bot-i Zerrîn, Lohrâspnâme, Husrev u Şîrîn, Enderznâmehâ-yi Pehlevî, Ahbâr-i İskender, Ahd-i Erdeşîr, Veys u Râmîn, Pîrûznâme, Ahbâr-i Behmen, Bahtiyârname ve daha başka eserler yer almaktadır. [44]
Bütün bu edebî ve tarihî amaçlı millî uzun süreli seferberliğin en önemli meyvesi, İran milletinin resmi yazışmalarda, şiirde ve çeşitli konularda eserlerin yazılmasında kullanılmaya başlanan Pârsî, Pârsî-yi Derî, ya da Derî adıyla resimleştirilen dilinin ortaya çıkmasıdır. Burada dikkat çeken önemli bir nokta da bu yeni resmi dil ile kaleme alınan ilk eserlerin önemli bir kısmının İran millî kahramanlık rivayetlerine yer veren çalışmalar olmasıdır. Horasân dihkânları sınıfından ve soyları Sâsânîler dönemi önemli kişilikleri ve ünlü komutan Behrâm-i Çûbîn’e dayanan asîl İranlı bir hanedan olan Sâmânîler, diğer hanedanlar gibi İran geleneklerini ve millî değerlerini korumada çok titiz davranmışlar, yönetime geldiklerinde bütün güçleriyle eski İran’ın bütün geleneklerine sarılmış, her şeyi İranlılaştırma politikası izleyerek önemli çalışmalar yürütmüşlerdir. Bu amaçla İranlıların yeni kabul ettikleri dinin kutsal kitabı Kur’ân-ı Kerîm‘i de Farsça’ya çevirmişlerdir. [45]
Bütün bu millîleştirme faaliyetlerinden hız alan millî çabalar IV/X. yüzyıl boyunca Horasân’da eski dönemlere ait İran rivayetlerini toplayarak bir araya getirme ve İran tarihini, millî rivayetlerini kitaplaştırma çalışmaları yoğun olarak devam etti. Bu çalışmalarda İran rivayetlerini sözlü olarak aktaran “nakkâl”lar özellikle Sâsânîler döneminden itibaren yaygın olarak faaliyet gösteren kesimin gayretleri ve bu derlemelerdeki büyük payları göz ardı edilemez. Daha sonraki dönemlerde bu anlatımcılara “kıssehân”, “defterhân” ve eğer Şâhnâme ve kahramanlık destanları okuyorlarsa “şâhnâmehân” adları da verilmiştir. Araştırmacılar V./XI. yüzyılda etkin olan söz konusu anlatımcılar ve rivayetçilerin İran millî tarihi, mitolojisi ve efsanelerinin derlenmesinde temel etken olduğu kanısındadırlar.[46]
Burada İran mitolojisinin en önemli kaynakları arasında yer alan bazı eserler ve özellikleri hakkında bilgi vermemiz yerinde olacaktır.
1. Avestâ
Eski İran’da yaygın efsanelerin ve Fars mitolojisinin en önemli ve en büyük kaynağı, her şeyden önce Avestâ’dır. Bu konuda yapılacak bütün çalışmalarda ilk kaynak olarak Zerdüşt’ün söz konusu bu kutsal kitabına başvurulmalıdır. Zerdüşt’ün kutsal kitabı Avestâ’nın yazılmış olduğu dile de “Avestâ dili” adı verilmektedir. Kaynaklarda Avestâ ve Avestâ ile ilgili eserler dışında bu dilde kaleme alınmış hiçbir eser bulunmadığı aktarılmaktadır. Avestâ kelimesinin Farsça “sitâyiş: övgü” anlamına kullanıldığı tahmin edilmektedir. Dilbilim araştırmalarına göre Avestâ dili İran’ın doğu bölgelerine ait bir dildir. Bu konuda Avestâ’nın en önemli bölümleri “Yeşetler”dir. Yeşetler, İranlıların kendilerine özgü çeşitli tanrılara yapmış oldukları duaları, ilahileri ve yakarışları içermektedir. Bu bölümlerdeki rivayetlerin bir kısmı Zerdüşt öncesi dönemler hakkında da bilgiler vermektedir. Avestâ’nın bir diğer bölümü, ilk bölümü olan Vendîdâd/Vendîvdâd, Ahura Mazda’nın yarattığı, sonra Ehrîmen tarafından kirletilen İran toprakları hakkında bilgiler vermekte, ikinci bölümü ise, onun yer altı kalesinden söz etmekte olup efsaneler ile ilgili çalışmalarda son derece önemlidir. [47]
Bu dönemlerden daha eski devreler, yani İranlılar ile Hintlilerin henüz yollarını birbirlerinden ayırmamış oldukları çağlar hakkında bilgiler elde etmek için de, bu alanda araştırma yapanların ortak görüşlerince MÖ. ikinci bin yılda söylenmiş oldukları kabul edilen, Aryâ kökenli Hintlerin edebiyatlarında yer alan Rîg-i vedâ surûdları son derece önemli kaynaklardır. Tanrılardan birçoğu, mitolojik kişilikler, aynı zamanda büyük bir ihtimalle Avestâ ve Vedâ bağlılarının inançlarında birtakım efsanevî şahsiyetler ortaktır. Rîg-i Vedâ’da söz edilen bir kişilikten Avestâ da bahsetmekte, hakkında ayrıntılar vermektedir. Bunların yanı sıra eski dönemlerde MÖ. ikinci binli yıllarda Mısır, Anadolu ve Suriye bölgelerinde ele geçen birtakım çivi yazılı belgeler Yakın Doğu’daki ilk Hint ve Avrupa göç dalgaları, bazı tanrılar ve tarzları hakkındaki rivayetlere ışık tutmaktadır. [48]
2. Dînkert
Günümüze kadar gelebilmiş en önemli ve en ayrıntılı Pehlevîce eser olan Dînkert, aslında on cilt halinde kaleme alınmıştır. Ancak şimdi bu on ciltten sadece I. ve II. ciltleri elde bulunmaktadır. “Zend Âgâhiyye” adıyla da bilinen Dînkert, Pehlevî edebiyatında bu isimle ün kazanmıştır. W. West tarafından eserin toplam kelime sayısının 169.000 olduğu ifade edilmektedir. Dînkert, Abbâsî halifesi Me’mûn’un huzurunda Ebâlîş ile münazaraları bulunan Ferruhzâd oğlu Âtûr/Âzer Fernbağ tarafından kaleme alınmıştır. Âzer Fernbağ, II-III./VIII.-IX. yüzyıllarda yaşamış, eserini de bu yüzyıllarda kaleme almıştır. Dînkert, Mezdîsnâ inanışı, bu inancın dinî ayrıntıları, gelenek ve görenekleri, inançları, rivayetleri ve edebiyat tarihi gibi konularda bilgilere yer veren büyük bir mecmuadır. [49]
Dînkert, İran gelenek ve adetlerini, tarihî, mitolojik, dinî, millî ve ilmî rivayetlerini ve değerlerini Sâsânîler döneminde olduğu gibi koruyarak daha sonraki çağlara aktarması dolayısıyla çok önemli belgeler ve kaynak eserler arasında yer almakta, Sâsânî dönemi İran kültür ve medeniyeti konusunda önemli ayrıntılara yer vermektedir. Dînkert, Destûr Peşûtan Sencânâ tarafından dokuz cilt, oğlu Dârâb Sencânâ tarafından on cilt olarak açıklamalar ve notlarla, İngilizce çevirisi ve Pehlevîce metniyle birlikte Bombay’da yayınlanmıştır.[50] Bir Zerdüşt ansiklopedisi niteliğindeki Dinkert, III/IX. yüzyılda kaleme alınmış önemli kaynaklardan birisidir. Sâsânîler döneminde derleme yoluyla oluşturulan bu eser, İran efsaneleri konusunda mûbedlerin kaleme almış oldukları eserlere dayanan değerli bilgilere yer vermektedir. [51]
3. Bundehişn
Pehlevî dönemi İranının önemli Pehlevîce metinlerden Bundehişn/ Bundehiş, Orta Farsçada; “yaratılışın aslı” anlamında Bundehişn, Pehlevî dilinde kaleme alınmış bir bakıma Sâsânî dönemi Avestâ‘sı ve Zend‘inin bir özeti olan, tarih, din ve coğrafya konuları yanında, dünyanın yaratılışı, hikayeler ve efsaneler, doğa ve daha başka konulara yer veren Zerdüşt dinî ve tarihî önemli metinlerinden biridir.[52] III/IX. yüzyılda yazılmış önemli kaynaklar arasında yer alan eser, yaklaşık 13.000 kelimeden oluşmaktadır.[53] Bu kitapta; yaratılış, doğa, halklar ve krallar ile ilgili detaylara yer verilmektedir. Bir Zerdüşt bilgi hazinesi niteliğindeki bu ansiklopedik eser, İran mitolojisinde yer alan birçok efsaneyi yok olmaktan kurtarmıştır. Yine temel olarak Avestâ’ya, onun tefsiri ve tercümesi olan Zend’e dayanan Vizidagiha i Zadsparam da Bundehişn’de verilen bilgilere bir dereceye kadar yer ayırmıştır. Vizidagiha i Zadsparam’da yer alan yaratılış, Zerdüşt efsaneleri ve gelecekte ortaya çıkacak İran millî kahramanlarını konu alan bilgiler, dünyanın yeniden yapılanmasıyla ilgili ayrıntılar, İran millî tarihinin özellikle dinî yönlerini aydınlığa kavuşturmada araştırmacılara yardımcı olmaktadır. [54]
Eserin tarihî gelişmelere yer vermesi bakımından en önemli kısmı, 33. fasıl’dır. Bu kısımda İran efsanevî tarihinin bir bölümü Sâsânî döneminin sonlarına kadar ele alınmaktadır. Özellikle İran efsanelerinin bir özeti olması açısından çok önemlidir. Bu bölümdeki ayrıntıların bir kısmını J. Darmesteter Le Zend-Avesta adlı eserinin II. cildinde Fransızca’ya çevirerek birtakım açıklamalarla birlikte yayınlamıştır. Özellikle de 36. fasıl; Keyânîler dönemindeki gelişmeleri, İran topraklarına yöneltilen saldırıları, Keyânîlerin kökenleri ve tarihî geçmişleri gibi bir çok konunun yanı sıra İran millî tarihi ve İran ülkesinin coğrafyası konularında yoğun bilgilere yer vermektedir. [55]
Fars edebiyatında da etkileri görülen eserin Târîh-i Sîstân‘da adı geçen, Avrupa’da da bilinen Bundehişn, ilk olarak Anquetil Du Perron tarafından tercüme edilmiş ve Zend-Avesta ile birlikte 1771 yılında Paris’te yayınlanmış, diğer çevirileri, Westergard, Haug ve Winaischmann tarafından yapılmıştır. Tam nüshası 1908 yılında Tehmors Dînşâcî Anklesaria tarafından Behrâmgûr Tehmors Anklesaria’nın önsözüyle Bombay’da yayınlanmıştır. [56]
Eserin ikinci bölümü, yazarın Avestâ ve tefsirleri dışında başka birtakım kaynakları da kullanarak eserini kaleme aldığını, Bâbil destanları ve Yunan hikayelerinden Ahâmenişler öncesi dönemlere ait ayrıntılardan da yararlandığını göstermektedir. Yazar, mûbedlerin soylarından söz ettiği bir fasılda; “Beni dünyaya getiren anne, bir mûbed’in kızıydı.” diye söze başlayarak atalarının isimlerini saymakta ve Hudâynâme‘de isimleri geçen mûbedlerin bu aileden olduklarını belirtmektedir. Birisi özet, daha kısa ve Hint Bundehişn‘i olarak, diğeri de ayrıntılı ve İran Bundehişn‘i adıyla bilinen ve her ikisi de Farsça’ya çevrilmiş iki nüshası bulunan Bundehişn, defalarca Fransızca, İngilizce ve Almanca’ya çevrilmiştir. Tam nüshası Bombay’da yayınlanmış, ofset baskısı Tahran’da iki farklı nüsha esas alınarak yapılmıştır. [57]
4. Hudâynâme
Sâsânîler döneminin en önemli tarihî eseri Hudâynâme, İran hanedanlarının, padişahlarının adlarını, çeşitli dönemlerin tarihî gelişmeleri efsanelerle karışık olarak kaydetmektedir. Sâsânî saraylarında gelişmelerin kaydedildiği resmî defterler bulunmaktaydı. VI. yüzyıl Bizanslı tarih yazarlarından Husrev-i Enûşîrvan ile çağdaş olan Agasyas da bu resmi belgelerden yararlanmıştır. Özellikle Şapûr ve Nersî kitabelerinin içerikleri Sâsânî sultanlarının saraylarında arşivlerde özenle korunmaktaydı. Aynı zamanda Sâsânî sarayında İran tarihi, mitolojik rivayetleri ve efsanelerini ezbere bilen kişiler de bulunuyordu. Firdevsî, Şâhnâme’de: Behrâm-i Gûr’a (421-439/1030-1048) ava giderken yolda Cemşîd ve Ferîdûn hikayelerinin anlatıldığını aktarmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki Behrâm-i Gûr dönemine kadar “Nâme-yi Bâstân” bulunmakta ve eğlence meclislerinde onun hikayeleri okunmaktaydı. [58]
İran padişahlarıyla efsanevî kahramanlarının hayatlarını konu alan metinler, çok eski zamanlardan beri İran edebiyatında özgün yerlerini almışlardır. İran tarihini yazıya geçirmek isteyen ve bu konuda girişimde bulunan ilk kişi, eski İran’da adaletiyle ünlü Sâsânî hükümdarı Enûşirvân (531-579/1137-1187)’dır. Enûşirvân, egemenliği altındaki topraklarda İran, İran tarihi ve kahramanlarıyla ilgili olarak anlatılan, dilden dile dolaşan sözlü halk hikayelerinin, padişahlar ve yönetimleri ve dönemleriyle ilgili çeşitli konularda yazılmış tarihle ilgili nesebnâmeler, savaş günlükleri ve bu gibi olaylarla ilgili kayıtlarda yer alan bütün rivayetlerin toplanarak yazıya dökülmesini ve özenle korunmasını emretmiş, başlatılan çalışmalar sonucu Hudâynâme ortaya çıkmıştır.[59] Enûşirvân dönemi, İslâm öncesi İran tarihinde çeşitli dallarda önemli eserlerin yazıldığı, önemli çevirilerin yapıldığı edebi bir kalkınma devresidir. Sâsânîlerin Enûşirvân’dan sonra yönetime gelen diğer sultanları da bu esere birtakım yeni konular eklemişler, hatta Sâsânîlerin yıkılışından sonra III. Yezdicerd ile ilgili gelişmeler de Hudâynâme’ye eklenmiştir. Bu eserin padişahlar ve dönemleriyle ilgili gelişmelerin yanı sıra bir diğer özelliği de, onların zaman zaman yaptıkları konuşmalar, kısa ve özlü sözler ve vasiyetlerine de yer vermesidir. [60]
Şâhnâmelerin temel çekirdeğini Hudâynâme‘de yer alan bilgiler oluşturmaktadır. Hudâynâmek ve İran tarihiyle, efsanevî rivayetlerini konu alan kaynaklar Abdullâh b. Mukaffa tarafından Siyeru’l-mulûk ya da Siyeru Mulûki’l-Furs adıyla Arapça’ya çevrilmiştir. Hudâynâme’nin Arapça çevirilerinde doğal olarak birtakım Zerdüşt inancı unsurları da atılmıştır. [61] Eser, sadece kapsayıcılığı, birçok rivayeti bir araya toplayarak derlemesi gerekçesiyle değil, aynı zamanda mütercimin olağanüstü kişiliğiyle yaygın bir üne kavuşmuş ve uzun dönemler Arapça tarihçiler ve râvilerin kaynağı olarak kullanılmıştır.[62] İran tarihi ve efsaneleri konusunda önemli kaynaklar olarak kabul edilen ve Hodâynâmek adıyla da bilinen bu eserler ortadan kaybolmuş, ancak, Taberî, Mesûdî, İbn Kuteybe, Belâzurî, Hamza-yi İsfehânî, Seâlibî ve daha başka İslâm tarihçileri ve İranlı şairlerin bu kaybolan eserlere dayanarak III/IX-V/XI. yüzyıllar arasında kaleme aldıkları klasik kaynaklar, hem eski dönemler İran tarihi ve hem de İran mitolojisi konusundaki bilgileri günümüze kadar aktaran araçlar olmuşlardır.[63] Eser, daha sonraki dönemlerde kaleme alınmış başta Taberî’nin Târîhu’r-rusul ve’l-mulûk, Ebû Hanîfe-yi Dînevrî’nin Ahbâru’t-tıvâl, İbn Miskeveyh’in Tecârubu’l-umem adlı eserleri olmak üzere diğer çok önemli klasiklere ve Şâhnâmelere de kaynaklık etmiştir.
İran mitolojik rivayetlerini, bir bakıma mitoloji tarihini konu alan birtakım rivayetleri bir araya toplayan bu eser, Sâsânîlerin son dönemlerinde kaleme alınmış, aktardığı rivayetler de aşamalı olarak tarihî gerçekler rengi kazanmış, efsanelerle tarihî gelişmeleri iç içe katarak işlemiş, bazı bölümlerinde gerçek tarihî olayları, bazı bölümlerinde ise gerçeğe yakın gelişmeleri, İran’ın klasik dönemlerine ait rivayetleri aktararak o dönemleri açık bir tarzda tasvir etmiştir. Eserde yer alan bilgilerin önemli bir kısmı ileri gelen kesimler ve aristokrat çevrelere ait olsa da halk tabakaları da hem yaşadıkları toprakların, ülkelerinin ve hem de atalarının maceralarını yansıttığı için bu eseri kendileri için bir övünç ve gurur kaynağı olarak kabul etmişlerdir. [64]
Hudâynâme’nin Arapça çevirileri ve muhtemelen Pehlevî dilindeki orijinali de Farsça Şâhnâme yazarları ve şairlerin o dönemlerde (IV./X. yüzyıl) kullandığı en önemli kaynak olmuştur. Bunlar arasında Mesûdî-yi Mervezî, Ebu’l-Mueyyed-i Belhî, Şâhnâme-yi Ebû Mansûrî’nin yazarları ve Ebû Alî-yi Belhî en önde gelenlerdir. Firdevsî ise, asıl kaynak olarak Şâhnâme–yi Ebû Mansûrî’yi kullanmış, bunun dışında özellikle sözlü kaynaklar olmak üzere diğer klasik eserlere de başvurmuştur. [65]
Bu eserler, özellikle İslâm öncesi dönem İran tarihi hakkında çok önemli kaynaklar olarak kabul edilmektedir. Avestâ, Ahâmeniş dönemine ait kitabeler ve levhalar, orta Farsça çağında yazılmış kitabeler, çanak çömlek ve diğer arkeolojik bulgular, papirüsler, kayalıklar ve çeşitli yapıların duvarlarına işlenmiş çok önemli tarihî belgeler, resimler ve sikkeler o dönemlerin tarihini, İran millî tarihi ve efsanelerini yansıtan ve günümüze aktaran, kökenleri çok uzak geçmişlere dayanan efsaneleri bize ulaştıran araçlardır. [66]
5. Şâhnâmeler
III./IX. yüzyılın ortalarından itibaren doğu İran emirlerinin Farsça’yı, Fars edebiyatını ve Fars değerlerini canlandırmak, yeniden diriltmek için ortaya koymuş oldukları birtakım çaba ve gayretleri yeni Farsça ve edebiyatının önünü açmış çalışmalar olarak kabul edilmektedir. Aynı dönemlerde ya da kısa bir zaman sonra Merv bölgesinde yönetimi ele geçirmiş ve bağımsızlık faaliyetlerine girişmiş şahsiyetlerden Ahmed b. Sehl adında İranlı asîlzâde köylülerden biri, Firdevsî’nin Şâhnâme‘de “Âzâd Serv” bazen de “Serv” adıyla söz ettiği önemli bir kişiliği de himayesi altına almıştı. Sîstân bölgesinden olan ve soyunun Nerîmân’ın oğlu Sâm’a eriştiğini iddia eden Âzâd Serv, bütün imkanlarını ve zamanını Sâm hanedanının, özellikle de Rüstem’in rivayetlerini toplayarak bir araya getirmeğe vakfetmiş, bu rivayetlerle büyümüştü. Firdevsî’nin eline geçen ve Şâhnâme‘yi kaleme alırken yoğun olarak yararlandığı, özellikle Rüstem ve ailesi ile ilgili birçok rivayeti aktarırken kaynak olarak kullandığı eser, işte bu ünlü yaşlı şahsiyetin derlediği “Rüstem’in haberleri” idi. Bu eser aynı zamanda yeni Farsça ile kaleme alınmış ilk mitolojik çalışma ve İran millî hikayelerine yer veren ilk derlemedir. [67]
IV./X. yüzyılda İran tarihinde dönem noktası olarak kabul edilen gelişmeler yaşandı. Bağımsız ya da yarı bağımsız İranlı hanedanlar belli bölgelerde yönetimler oluşturup egemenliği ele geçirdiler. Millî ve bağımsızlık yanlısı hareketlerin sonucu olarak ortaya çıkan bu yönetimlerin en önemli faaliyetleri, Fars dili alanında görülmektedir. Daha ortaya çıkışlarıyla birlikte millî benlikleri, öz değerleri ve dillerinin hamisi olarak belirmişlerdir. Yakûb-i Leys ve Muhammed b. Vasîf’in hikayesi yaygın olarak bilinmektedir. Şairler huzurunda Arapça şiirler okuyunca, “Anlamadığım şeylerin huzurumda okunmasına neden gerek duyulur?” demesi üzerine Muhammed b. Vasîf Farsça şiir okumaya başlar. Bu olaya dayanarak ilk Farsça şiirin onun tarafından söylendiği kabul edilir. Bir diğer İranlı Sâmânî emîrî Nasr b. Ahmed önemli klasik yapıtlardan Kelîle ve Dimne‘nin Farsça’ya çevrilmesi emrini vermiş, başka bir Sâmânî emirî, Nûh b. Mansûr, ünlü şair Dakîkî’den mensûr olarak yazılmış Şâhnâme-yi Ebû Mansûrî‘yi nazma çevirmesini istemiş, o da bunu gerçekleştirmişti. Ebu’l-Mueyyed-i Belhî, Acâyib-i Berr u Bahr/Acâyibu’l-buldân‘ı Nûh b. Mansûr için kaleme almıştır. Bir diğer Sâmânî hükümdarı Ebû Sâlih Mansûr b. Nûh, Tefsîr-i Taberî ve Târîh-i Taberî‘nin Farsça’ya çevirilerinin yapılmasını sağlamıştır. [68]
Söz konusu dönemlerde İranlıların bağımsızlık çalışmalarının zirveye ulaştığı devirlerde önemli Fars rivayetlerini bir kısmı sözlü anlatım olmaktan kurtarılarak yazılı metinlere aktarılmıştır. Bunlar arasında: Ferâmurznâme, Gerşâspnâme, Rustem u İsfendiyâr, Bahtiyârnâme, Ahbâr-i Behmen, Ahbâr-i Nerîmân, Ahbâr-i Sâm, Ahbâr-i Keykubâd ve VI./XII. yüzyıldan önce yazılı rivayetler arasına giren Borzûnâme, Âzerberzînnâme, Bânûgoşespnâme ve Kûşpîldendân adlı önemli rivayetler yer almaktadır. Bu dönemlerde çok yaygın şâhnâme yazımcılığı İran gelenekleri ve millî rivayetlerinin daha sonraki çağlara aktarılmasında en önemli rolü üstlenmiştir.[69] Eski İran şahlarının tarihini ve bir bakıma eski İran tarihini konu alan ve daha önceki dönemlerde kaleme alınmış aynı içerikteki Hudâynâme‘lerin yeni Farsça’da kaleme alınmış yeni versiyonları olarak kabul edilen Şâhnâmeler, İran millî tarihi açısından son derece önemli kaynaklardır.
III./IX. yüzyılın son dönemlerinde yaklaşık olarak elli yıllık bir devresinde Şâhnâme ve Şâhnâme yazımcılığına son derece ilgi duyulmaya başlanmış ve bu alanda eserler verilmiştir. Elbette bu alanda birtakım girişimler daha önceki devirlerde de mevcuttu. Ancak, söz konusu zaman diliminde yaygınlaşmış ve İran mitolojisi ve efsanelerinin temel kaynakları olan bu tür eserler genellik kazanmışlardır. Şâhnâmelerin temel başvuru kaynağı olan Sâsânî döneminin ünlü eseri Hudâynâme’nin önemi ve o denemler İranında hamâse ve tarihin aynı şeyler olarak algılandığı da bilinmektedir. [70]
Firdevsî’nin Şâhnâme‘si bu türün şaheseridir. Kısa bir dönemde Şâhnâme-yi Ebu’l-Mueyyed-i Belhî, Şâhnâme-yi Ebû Alî Muhammed b. Ahmed-i Belhî, Şâhnâme-yi Ebû Mansûr Abdurrazzâk, Şâhnâme-yi Dakîkî, Şâhnâme-yi Firdevsî, Gerşâspnâme-yi Esedî, Borzûnâme vb. önemli eserler kaleme alınmıştır. Bütün bunlar Horasân’da ve Farsça olarak düzenlenmiş, bir bakıma İran şair ve yazarlarının millî rivayetleri yeniden ortaya koymadaki heyecanlarını göstermektedir. Diğer taraftan Zerdüşt din adamları, mûbedler dinî eserlerini Pehlevî dilinde derlemeğe başlıyor ve Dînkert, Bundehişn, Behmen Yeşet, Yâdgâr-i Câmâsp gibi önemli metinler oluşturuluyordu. [71]
IV./X. yüzyılda İran kökenli hanedanlar ve yönetimlerin de destekleriyle elde bulunan en eski Farsça tarih kitabı olup Târîh-i Bel’amî olarak da bilinen Tercume-yi Târîh-i Tâberî gibi önemli eserler kaleme alınmıştır. Târîh-i Taberî’nin Farsça’ya tercüme edilmesinden bu yana Farsça telif ve tercüme olarak çok sayıda tarih konulu eser yazılmıştır.
6. Mitolojik unsurların İran edebiyatındaki yansımaları
Şair ve yazarların dikkatlerini çekmiş ve onların ilham kaynakları olmuş mitolojik rivayetler, değişik dönemlerde sosyal birtakım faktörlerin de etkisiyle millî tarihi de önemli ölçüde yansıtan mitolojik rivayetlere birbirinden farklı yaklaşımlar gösterilmesine neden olmuştur. Klasik Fars edebiyatında, Sâmânîler ve Çağanîler dönemlerinde Fars mitolojik rivayetlerine saygıyla yaklaşılmıştır. Ancak Araplar ve Moğolların İran topraklarına saldırılarından sonra İranlı olmayan yöneticilerin İran değerlerine ilgi göstermemelerinden dolayı İran millî rivayetleri de nasibini almış, şairler ve yazarlar da Arap ve Türk mitolojisine yönelmişlerdir. Bu yüzden İran mitolojik rivayetleri Sâmî ve İran mitolojileri diye iki gruba ayrılmış, Sâmî efsaneleri de İslâm öncesi ve İslâm sonrası diye iki ayrı dönemde incelenmiştir. [72]
Firdevsî’nin Şâhnâme’sindeki birçok mitolojik kişilik İran mitolojisinin önde gelen kahramanlarıdır. Şahnâme dışında başka şairler tarafından kaleme alınmış çok sayıda Şahnâme ya da bu türden eserler ve birçok şairin divanının yanı sıra klasik ve çağdaş Fars edebiyatında Hâfız’ın şiirlerinde, Nîmâ Yûşîc’in “Morğ-i Amîn”, Mehdî-yi Ehevân-i Sâlîs’in “Kısse-yi Şehr-i Sengistân” adlı şiirlerinde örnekleri görüldüğü üzere birçok şair bu mitolojik değerlere işaretlerde bulunmaktadır.
Fars mitolojisinin önemli bir kısmını içeren ünlü Şâhnâme’nin yazarı Firdevsî’nin dışında diğer bazı Fars şair ve yazarları da bu konuya ilgi duymuş, özellikle şiirlerinde telmîhlerle Fars mitolojisini işlemişlerdir. İlk dönemlerde bu işaretler çok sade ve kısa telmîhlerle yapılırken sonraları daha yoğun ve ayrıntılı bir biçim almıştır. Bunun yanı sıra Fars şiir tarihinde şairlerin yöneldikleri ve dizelerinde işledikleri mitolojik renkler de zamanla değişime uğramıştır. Klasik dönemlerde İranlı şairlerin daha çok İran mitolojisine ilgi duydukları, Gazneliler ve Selçuklulardan itibaren bunun yanında Sâmî ve İslâm mitolojisi, diğer taraftan Hint ve Yunan mitolojisi de Fars şairlerinin dizelerine aktardığı konular arasında yerini almıştır. [73]
Fars şairlerinin İranlıların İslâmiyeti kabul etmelerinden sonraki dönemlerde İslâm kültüründen alıntılar yaparak ya da onlara telmîhler ya da işaretlerde bulunarak dizelerini kaleme almaları IV./X. yüzyıldan itibaren yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Özellikle bu dönemden önceki devirlerde yaşamış başta Rûdekî-yi Semerkandî (öl. 329/940), Şehîd-i Belhî (öl. 325/937), Dakîkî-yi Tûsî (öl. 367-370/977-980), Firdevsî (öl. 411-416/1020-1025) ve bunlar gibi bazı şairlerin şiirlerinde İran kültürü ve mitolojisinin en önemli unsurları olan Zerdüşt, Enûşîrvân, Bozorgmehr, Avestâ, Zend vb. önde gelen mitolojik değerler ve rivayetlerden Kur’ân ve Kur’ân kültürü eksenli unsurlardan çok daha fazla yararlanılmıştır. Daha çok bu dönemde adı geçen şairlerin dizelerinde İran rivayetlerine, özellikle de Zerdüşt ve Avestâ‘ya telmîhler yoğunluklarıyla dikkat çekmektedirler. IV./X. yüzyılın son dönemleriyle V./XI. yüzyılın ilk devrelerinde yaşamış Ferruhî-yi Sîstânî (öl. 429/1037), Unsurî-yi Belhî (öl. 431/1039), Menûçehrî-yi Dâmgânî (öl. 432/1040), Fahruddîn Es’âd-i Gurgânî (öl. 446’dan sonra/1054) ve daha başka şairlerin dizelerinde İran mitolojisine ve efsanevî hikayeleriyle kişiliklerine çok daha fazla yönelmeler olmuş, alıntılar yapılmış, çeşitli mitolojik unsurlara yoğun telmîhler ve işaretlerde bulunulmuştur. [74]
Aynı dönemlerde İslâm kültürü ve Kur’ân çevresinde oluşan unsurlara telmîh ve şiirlerde değerlendirme tarzı yaygınlaşmaya başlamış ve önemli ölçüde gelişme göstermiştir. Örneğin Ebû Hanîfe-yi İskâfî’den (V./XI. yüzyıl) günümüze kadar gelebilmiş çok az sayıdaki şiirde bile Kur’ân‘a, Kur’ân orijinli anlatımlara yöneliş açıkça görülür. Katrân-i Tebrîzî’nin (öl. 465/1073) divanında, İslâm öncesi döneme ait İran rivayetleri ile İslâmî rivayetlere ilgi ve telmîh birbirini dengelemektedir. Menûçehrî’nin divanında ise İslâmî rivayetler, bu rivayetlerin değerlendirilmesi ve çeşitli Kur’ân orijinli unsurlar, İran mitolojik değerleri ve efsanelerinden daha ağırlıklı olarak yer almaktadır. Bu dönemlerde artık İranlı şairler (İslâm öncesi döneme ait) İran rivayetlerine önemli bir şey olarak değer vermiyorlardı. Nitekim ünlü şair Ferruhî’nin divanındaki şu dize bu durum gözler önüne sermektedir [75]:
Kazıdı götürdü adın adlarını bütün şâhların,
Yok artık hiç değeri bundan sonra Şâhnâme’nin.
Bu durum oldukça doğal birtakım girişimlerin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu dönemlerde söz konusu bölgelerde yönetimde bulunan başta Gazneliler olmak üzere Türk yönetimler egemenliğindeki topraklarda İran millî değerleri, tarihî mirasları ve İranlı unsurlar ile İran rivayetlerinin yaygınlaşması belli ölçülerde kısıtlanmıştır. Sultan Mahmûd’un, “Şâhnâme, Rüstem’den başkasına yer vermez” değerlendirmesinin Firdevsî’yi incitmiş olduğu da unutulmamalıdır. Aynı dönemlerde dinî birtakım değerler ve kişiliklerin ön plana çıkması da dinî rivayetlerin yaygınlaşması, buna karşın İran millî rivayetlerinin gerilemesi ya da duraklamasına neden olan etkenler arasında yer almaktadır. [76]
V./XI. yüzyılın ortalarında yine söz konusu bölgelerde Türk olan Selçuklu hanedanının yönetimde bulunmuş olması, İslâm öncesi Pers rivayetlerine karşı İslâm kültür ve medeniyetinin, önceki dönemlerde görülmemiş bir şekilde ve hızla yaygınlaşmasına neden olmuştur. Bu durumun edebiyat ve şiir dünyasındaki en önemli yansımaları, İran rivayetleri ve mitolojik unsurlarının şairlerin dizelerinde azalarak yer alması, bunların yerini dinî rivayetlerin doldurması olmuştur. VI./XII. yüzyılda özellikle tefsir ve diğer İslâmî bilim dallarının gelişmesiyle dinî rivayetler ve kişilikler, dinî-tarihî anlatımlar Fars şairlerinin dizelerinde tam bir egemen unsur olarak yoğun bir şekilde kendini göstermeğe başlamış ve Pers rivayetleri önemli ölçüde azalmıştır. Örneğin Enverî’nin (öl. 583/1187) divanında baştan başa bu içerikle dolu şiirler vardır. Bir şiirinde baştan sona Süleymân Peygamber ile ilgili telmîhlere yer verilmektedir. Her dizesinde Süleyman kıssasına işaretlerde bulunulmaktadır. Selçuklular döneminde Kur’ân kökenli rivayetler, dinî telmîhler Fars rivayetleri karşısında güçlü bir rakip olarak gelişmiş ve yaygınlaşmıştır. Ünlü şair Cemâluddîn-i İsfahânî (öl. 588/1192) bu bağlamda şu dizesiyle durumu açık bir şekilde ifade etmektedir [77]:
Kur’ân ile yürünür yol, az oku herzelerini Yunanlıların,
Gerçek, Kur’ân’ın haberleri, dinleme İsfendiyâr hikayesi.
Yezd Atabeklerinden Doğân Şâh döneminde yaşamış, Yûsuf u Zuleyhâ adlı mesnevî’nin yazarı ömrünün sonlarına doğru şu dizeleri kaleme alır:
Doydu gönlüm, usandım ben artık,
Gîv’den, Tûs’tan ve de Zâl’ın oğlundan.
Yalandır bu hikayeler hep çünkü,
Değmez iki yüz tanesi bir avuç toprağa.
VI./XII. yüzyıl ve sonrasında İslâm kültürü, Fars şiirini tamamıyla egemenliği altına almış, hemen hemen bütün şairler dizelerinde dinî değerlere telmîhlerde bulunulmaya başlamışlardır. Özellikle Fars edebiyatının Horasân tarzında dinî etkiler oldukça yoğun olarak yer almaktadır. Senâî-yi Ğaznevî (öl. 535/1140), Attâr-i Nîşâbûrî (öl. 618/1221), Mevlânâ Celâluddîn (öl. 672/1273), Fahruddîn-i Irakî (öl. 688/1289), Sa’dî-yi Şîrâzî (691-694/1292-1295), Hâfız-i Şîrâzî (öl. 791/1388), Abdurrahmân-i Câmî (öl. 898/1492) gibi en ünlü şairler, Kur’ân, dinî, dinî-tarihî rivayetler ve hadislerin yoğun etkisinde kalarak dizelerini kaleme almışlardır. Özellikle Mevlânâ’nın dinî unsurlara telmîhte bulunmayan beytine çok az rastlanır. [78]
Hint üslubunda da; İslâm öncesi dönemlerin dinî ve mitolojik motiflerinin yanı sıra İslâm sonrası devrede dinî renk ve özellikler de kazanmış İran değerlerine telmihler, başta Sâîb-i Tebrîzî (öl. 1080/1669), Kelîm-i Kâşânî (öl. 1061/1650), Muhteşem-i Kâşânî (öl. 996/1588) ve Feyzî-yi Kâşânî (öl. 1091/1680) gibi ünlü şairlerin divanları olmak üzere o dönem şairlerinin dizelerinde bolca görülmektedir. Bâzgeşt döneminde de Horasân ve Irak tarzlarında olduğu gibi görülmese de, telmihlere rastlanırken, meşrutiyet dönemi Fars şiirinde özgürlük, bağımsızlık hareketleri, şiirin halkın problemlerini dile getirmek için bir araç olarak kullanılmasının ve daha sade bir dilde şiirlerin kaleme alınmasından da etkisiyle bu tür telmihlere sık rastlanmamaktadır. Melikuşşuarâ Bahâr (1330 hş./1951), Alî Ekber-i Dihhudâ (1334 hş./1955), Edîb-i Nîşâbûrî (1344 hk./1925), Edîb-i Pîşâverî (1349 hk./1930) ve daha başka şairlerin divanlarında söz konusu unsurlara işaretlere rastlanır. [79]
Çağdaş Fars edebiyatının önde gelen şairlerinin dizelerinde de yoğun telmihler göze çarpar. Özellikle Pervîn-i İtisâmî (1320 hş./1941), Muhammed Huseyn-i Şehriyâr (1367 hş./1988), Emîrî-yi Fîrûzkûhî (1363 hş./1984), Sohrâb-i Sipehrî (1359 hş./1980), Mehdî-yi Ehevân-i Sâlis (1369 hş./1990), Furûğ-i Ferruhzâd (1345 hş./1966), Muhammed Rızâ Şefî-î-yi Kedkenî, Hûşeng-i İbtihâc, Alî Mûsevî-yi Germârûdî, Sîmîn-i Behbehânî, Alî-yi Muallim ve Mahmûd-i Şâhruhî’nin şiirlerinde tarihî rivayetlerin yanı sıra dinî rivayetlere ve unsurlara telmihler daha ağırlıklıdır. [80]
Yeni Fars şiirinde de bu tür işaretler, İslâm öncesi dönem İran rivayetleri, mitolojik İran efsaneleri ve hikayeleri, Kitâb-i Mukaddes anlatımları, Hint ve Yunan efsaneleriyle mitolojik rivayetleri, şairlerin sosyal, siyasî ve tasavvufî bakış açılarının da göz önünde bulundurulmasıyla daha yaygın bir hal almıştır. Telmîh’in mitoloji, mitolojik rivayetler ve mitoloji bilimi ile çok yakından ilgisi bulunmaktadır. Telmîh bir bakıma az sözle çok şey anlatma amacını taşımaktadır. Yazar ya da şair telmîh ile okuyucunun zihninde bir kıvılcım atarak birtakım anlamlar canlandırmaya çalışmakta, çağrıştırdığı olayın bir işaretini belli bir noktasından ona iletmekte, olayın devamı ya da hikayenin geri kalan kısmı okuyucunun ya da dinleyicinin kendi zihninde devam etmektedir.[81] Telmîh’in çok kısa olması ona daha da değer kazandırmaktadır. Bir küçük telmîh işaretiyle hikayenin, efsane ya da dinî kıssanın tamamı hatırlatılmaya çalışılmaktadır. Çünkü telmîhte geçen kısım, olayın veya hikayenin özü ve bir tür çekirdeğidir.[82] Aşağıdaki örnek dizelerin her birinde tarihî, mitolojik bir olaya ya da kişiliğe telmîhte bulunulmaktadır.
Süleymân Peygamber ve hüdhüd hikayesi:
Merhaba, ey hüdhüd, ey kılavuz olan.
Gerçekte her vadinin ulağı olan.
Ferîduddîn-i Attâr
Hızır’ın ölümsüzlüğü, İskender’in hükümdarlığı:
Ne ömrü kalır Hızır’ın, ne mülkü İskender’in,
Çekişme derviş sen bu alçak dünya için.
Hâfız-i Şîrâzî
Îsâ Peygamber’in nefesinin ölüleri diriltme özelliği ve gücü:
Müjde ey gönül, Îsâ nefesli geliyor.
Hoş nefeslerinden birinin kokusu geliyor.
Hâfız-i Şîrâzî
İsfendiyâr’ın gözlerinin zarardan etkilenebilir olması:
Ey üzüntü dolu İsfendiyâr,
Kapatman daha iyi gözlerini senin.
Ahmed-i Şâmlû
Fars şiirinde ve nesrinde birkaç tür telmîh vardır. İran (İslâm öncesi) orijinli telmîhler. İslâm kökenli telmîhler. İran millî değerleri ve İslâm öncesi dönemlere ait İran millî, kültürel, edebî, dinî vs. unsurlarının İslâm sonrası dönemlerde de devam etmesi ve birtakım değişimler de geçirerek yeni değerlerin eklenmesiyle farklı görünümlerde de ortaya çıkan rivayetler, mitolojik değerlerden oluşmaktadır. Bunlar arasında en önemlileri, mitolojik İran rivayetleri, Mitra inanışı, Zerdüşt dinî ve ilgili rivayetler, Manî ve dini gibi millî inanışlar. İslâm kültürü ve Kur’ân eksenli telmîhler ise, İslâmî değerlerin bütün yönleriyle İran toplumu ve sosyal yapısında etken yeni dinin, Kur’ân ayetleri, hadisler, dinî rivayetler boyutuyla kendisini göstermektedir. Bu tür telmîhler, İran kültürünü sadece İslâm kültürüyle değil bütün Sâmî kavimlerin kültürleriyle tanıştırmıştır. Çünkü, İslâmî rivayetlerin önemli bir kısmı birtakım farklılıklarla Kitâb-i Mukaddes‘te de yer almaktadır. [83]

Summary
A myth is a sacred story from the past. It may explain the origin of the universe and of life or it may express its culture’s moral values in human terms. Myths concern the powers who control the human world and the relationship between those powers and human beings. Although myths are religious in their origin and function, they may also be the earliest form of history, science, or philosophy. Much of the information about Persian (old-Iranian) gods can be found in the religious texts from Zarathustra such as the Avesta, and in later sources such as the Boendahisjn and the Denkard. The original Avesta was kept in Istachr until Alexander the Great destroyed it.
Persian Mythologie, Mythologie, Persian Literature.

Özet
Bir ulusa, bir dine ve uygarlığa ait mitleri konu alan, eski çağlarda yaşamış insanların doğa olayları, sosyal ilişkileri ve dinî inanışlarına bakış açılarının yorumlanması olarak nitelenen mitoloji, sözcük anlamı olarak “efsane bilimi”dir. Mitoloji, hayalî bir anlatım içine, hayallerde yer etmiş yarı tanrılar ve kahramanların hikayelerini de katan ve ilk çağlar, daha doğrusu arkaik bir zaman türüne, tarihsel zaman ötesindeki başlangıç zamanına dayanan bir hikaye anlatım biçimidir. Eski İran’da yaygın efsanelerin ve Fars mitolojisinin en önemli ve en büyük kaynağı, her şeyden önce Avestâ’dır. Dînkert, İran gelenek ve adetlerini, tarihî, mitolojik, dinî, millî ve ilmî rivayetlerini ve değerlerini Sâsânîler döneminde olduğu gibi koruyarak daha sonraki çağlara aktarması dolayısıyla çok önemli belgeler ve kaynak eserler arasında yer almaktadır. Bir Zerdüşt bilgi hazinesi niteliğindeki Bundehişn, İran mitolojisinde yer alan birçok efsaneyi yok olmaktan kurtarmıştır. Hudâynâme, İran hanedanlarının, padişahlarının adlarını, çeşitli dönemlerin tarihî gelişmeleri efsanelerle karışık olarak kaydetmektedir. Şâhnâmeler, İran millî tarihi ve mitolojisi açısından son derece önemli kaynaklardır.
İran Mitolojisi, Mitoloji, Fars Edebiyatı.


* Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fak., Doğu Dilleri Bölümü.


[1] Bahâr, Mihrdâd, Pejûhişî Der Esâtîr-i Îrân, Tahran 1378 hş., s. 343.
[2] Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, http://www.tdk.gov.tr.
[3] Çenârî, Emîr, “Ustûre”, Dânişnâme-yi Edeb-i Fârsî, Tahran 1377 hş., II, 91.
[4] Mîr Sâdıkî, Meymenet, Vâjenâme-yi Honer-i Şâ‘irî, Tahran 1373 hş., s. 9; Sîmâdâd, Ferheng-i İstilâhât-i Edebî, “Ustûre”, Tahran 1375 hş., s. 27.
[5] Sîmâdâd, Ferheng-i İstilâhât-i Edebî, “Ustûre”, s. 26.
[6] Bahâr, Mihrdâd, Pejûhişî Der Esâtîr-i Îrân, s. 344.
[7] İbn Manzûr, Lisânu’l-‘Arab, Beyrut 1300, “str”, IV, 363.
[8] Gölcük, Şerafettin, “Esâtîr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, II, 359.
[9] Bahâr, Mihrdâd, Pejûhişî Der Esâtîr-i Îrân, s. 371.
[10] A. g. e., s. 344.
[11] Nu’mânî, Şiblî, Şi‘ru’l-‘Acem, Tahran 1335 hş. III, 200.
[12] Zerrînkûb, Abdulhuseyn, Der Kalemrov-i Vicdân, Tahran 1375 hş., s. 404.
[13] A. g. e., s. 405.
[14] A. g. e., s. 405.
[15] A. g. e., s. 405-406.
[16] A. g. e., s. 410-411.
[17] Komisyon, Tarîh-i Îrân (trc. Hasan-i Enûşe), Tahran 1368 hş., III/1, 522-523.
[18] Fâtımî, Saîd, “Cenbehâ-yi Esâtîrî-yi Şâhnâme ve Tatbîk-i Ân Bâ Esâtîr-i Ğarbî”, Sohenrânî ve Bahs Der Bâre-yi Şâhnâme-yi Firdevsî, Tahran 1349 hş., s.155.
[19] Safâ, Zebîhullâh, Hemâseserâyî Der Îrân, Tahran 1374 hş., s. 43-44.
[20] A. g. e., s. 46.
[21] A. g. e., s. 47.
[22] A. g. e., s. 47-48.
[23] A. g. e., s. 48-49.
[24] A. g. e., s. 50-52;
[25] Safâ, Hemâseserâyî Der Îrân, s. 50-52.
[26] Fâtımî, Saîd, “Cenbehâ-yi Esâtîrî-yi Şâhnâme”, s. 155.
[27] A. g. e., s. 158-159.
[28] A. g. e., s. 159.
[29] A. g. e., s. 152-153.
[30] Fâtımî, Saîd, “Cenbehâ-yi Esâtîrî-yi Şâhnâme”, s.152-153.
[31] Zerrînkûb, Târîh Der Terâzû, Tahran 1375 hş., s. 30.
[32] Eşref, Ahmed, “Târih, Hâtire, Efsâne”, Îrânnâme, XIV/4, (Bethesda 1996), s. 525.
[33] A. g. e., s. 526.
[34] Zerrînkûb, Târîh Der Terâzû, s. 31.
[35] A. g. e., s. 32.
[36] A. g. e., s. 33.
[37] Sîmâdâd, Ferheng-i İstilâhât-i Edebî, “Ustûre”, s. 27-32.
[38] A. g. e., s. 32-33.
[39] Meskûb, Şâhrûh, Huviyyet-i Îrânî ve Zebân-i Fârsî, Tahran 1373 hş., s. 20-21, 75.
[40] Kılıçlı Mustafa, Arap Edebiyatında Şuûbiyye, İstanbul 1992, s. 105, 106, 107,108.
[41] Safâ, Zebîhullâh, “Şerâyit-i İctimâî ve Siyâsî-yi Îrân Ba’d ez Sukût-i Şâhinşâhî-yi Sâsânî ve Eser-i Ân Der Tercume ve Tedvîn-i Rivâyethâ-yi Millî Tâ Nazm-i Şâhnâmehâ ve Dâstânhâ-yi Kahremânî”, Îrânşinâsî, II/2 (Bethesda 1990), s. 239.
[42] A. g. e., s. 240.
[43] A. g. e., s. 240-241.
[44] A. g. e., s. 241-242.
[45] A. g. e., s. 242
[46] A. g. e., s. 242-243.
[47] Komisyon, Tarîh-i Îrân, III/1, 477-478.
[48] A. g. e., III/1, 478.
[49] Safâ, Zebîhullâh, Târîh-i Edebiyyât Der Îrân, Tahran I372 hş., I, 135-136.
[50] A. g. e., I, 136.
[51] Komisyon, Tarîh-i Îrân, III/1, 476
[52] Safâ, Târîh-i Edebiyyât Der Îrân, I, 136; Muîn, Muhammed, Ferheng-i Fârsî, “Bondâheşn”, V, 284; Nevâyî, Yahyâ-yi Mâhyâr, “Bondâheşn”, Dâi’retu’l-Ma‘ârif-i Cihân-i İslâm/DCİ, Tahran 1377 hş., B/IV, 306.
[53] Taberî, Muhammed Ali, Zubdetu’l-âsâr, Tahran 1372 hş., s. 101.
[54] Komisyon, Tarîh-i Îrân, III/1, 476-477; MacKenzie, D. Mail, “Bondâheşn”, Eİr., IV, 547; Nevâyî, “Bondâheşn”, DCİ, B/IV, 306.
[55] Safâ, Târîh-i Edebiyyât Der Îrân, I, 137; MacKenzie, D. Mail, “Bondâheşn”, Eİr., IV, 547; Nevâyî, “Bondâheşn”, DCİ, B/IV, 306.
[56] Safâ, Târîh-i Edebiyyât Der Îrân, I, 137.
[57] MacKenzie, D. Mail, “Bondâheşn”, Eİr., (1990), IV, 548-551; Nevâyî, Yahyâ-yi Mâhyâr, “Bondâheşn”, DCİ, B/IV, 306-311.
[58] Tefezzulî, Ahmed, Târîh-i Edebiyyât-i Îrân Piş Ez İslâm, Tahran 1376 hş., s. 269.
[59] Nu’mânî, Şi‘ru’l-‘Acem, Tahran 1335 hş. I, 96; Zerrînkûb, Ez Guzeşte-yi Edebî, Tahran 1375 hş., s. 71; Tefezzulî, Târîh-i Edebiyyât-i Îrân Piş Ez İslâm, s. 270.
[60] Tefezzulî, Târîh-i Edebiyyât-i Îrân Piş Ez İslâm, s. 271.
[61] Mîrzâ Muhammed Hân-i Kazvînî, “Mukaddime-yi Kadîm-i Şâhnâme”, Hezâre-yi Firdovsî, Tahran 1362 hş., s. 152.
[62] Komisyon, Tarîh-i Îrân, III/1, 472; Zerrînkûb, Ez Guzeşte-yi Edebî, s. 71-72.
[63] Komisyon, Tarîh-i Îrân, III/1, 472; Muhammedî, Muhammed, Ferheng-i Îrânî Pîş Ez İslâm, s. 156-157; Tefezzulî, Târîh-i Edebiyyât-i Îrân Piş Ez İslâm, s. 273.
[64] Zerrînkûb, Ez Guzeşte-yi Edebî-yi Îrân, s. 71; Tefezzulî, Târîh-i Edebiyyât-i Îrân Piş Ez İslâm, s. 271-272.
[65] Tefezzulî, Târîh-i Edebiyyât-i Îrân Piş Ez İslâm, s. 274.
[66] Komisyon, Tarîh-i Îrân, III/1, 472; Muhammedî, Ferheng-i Îrânî, s. 156.
[67] Mâzenderânî, Ferheng-i Şâhnâme, Tahran 1377 hş., s. 13, 29.
[68] Safâ, “Şerâyit-i İctimâî”, s. 243.
[69] A. g. e., s. 244.
[70] Meskûb, Şâhrûh, Huviyyet-i Îrânî ve Zebân-i Fârsî, s. 26-27.
[71] A. g. e., s. 27.
[72] Sîmâdâd, Ferheng-i İstilâhât-i Edebî, “Ustûre”, s. 26.
[73] Çenârî, Emîr, “Ustûre”, Dânişnâme, II, 92; Sâdıkî, Vâjenâme, s. 10-11.
[74] Mojdehî, Sâmiye Besîr, “Kur’ân ve Edeb-i Fârsî”, Dânişnâme, II, 1084; Abbâspûr, Hûmen, “Telmîh”, Dânişnâme, II, 403.
[75] Mojdehî, Sâmiye Besîr, “Kur’ân ve Edeb-i Fârsî”, Dânişnâme, II, 1084.
[76] A. g. e., II, 1084.
[77] Mojdehî, Sâmiye Besîr, “Kur’ân ve Edeb-i Fârsî”, Dânişnâme, II, 1084; Abbâspûr, Hûmen, “Telmîh”, Dânişnâme, II, 403.
[78] Mojdehî, Sâmiye Besîr, “Kur’ân ve Edeb-i Fârsî”, Dânişnâme, II, 1084.
[79] A. g. e., II, 1084.
[80] A. g. e., II, 1085.
[81] Abbâspûr, Hûmen, “Telmîh”, Dânişnâme, II, 404..
[82] Mojdehî, Sâmiye Besîr, “Kur’ân ve Edeb-i Fârsî”, Dânişnâme, II, 1085.
[83] Abbâspûr, Hûmen, “Telmîh”, Dânişnâme, II, 403.

Konular