NÂBÎ’NİN “BU” REDİFLİ GAZELİNİN TASAVVUFÎ ŞERHİ VE YAPISALCILIK AÇISINDAN İNCELENMESİ
Özet
Bu makalede, 17. Yüzyıl Klâsik Türk Edebiyatı şairlerinden “hikemȋ tarz” ın temsilcisi
kabul edilen Nâbȋ‟nin “bu” redifli gazeli incelenmiştir. Gazel; hem anlam bakımından
tasavvufȋ bakış açısıyla, hem de dilbilimi yöntemleriyle yapısalcılık açısından
incelenmiştir.
Sonuç olarak; gönlü “maᶜnâ” dan yana olan Nâbȋ‟nin gazelinin muhteva bakımından
mükemmelliğinin yanında yapı bakımından da güzelliği ortaya konularak estetik değeri
belirtilmiştir.
Anahtar Sözcükler: Nâbȋ, Gazel, Şerh, Yapısalcılık, Tasavvuf
THE ANALYSİS OF NABI’S GHAZEL WITH HOLORHYME “BU” IN TERMS
OF SUFISTIC PERSPECTİVE AND STRUCTURALISM
Abstract
In this paper, it is studied, the ghazel with holorhyme “bu” whose poet is one of the
seventeenth era classical Turkish literature poets, who is considered to be the representative
of “Hikemi poem style” Nabi. The Ghazel is analyzed both in terms of meaning by sufistic
perspective and structuralism by the method of linguistics.
As a conclusion, it is stated the aesthetic beauty of Nabi‟s ghazal both in terms of the
excellence of the content and the beauty of the form of structure.
Key Words: Nabi, Ghazel, Classical interpretation, Structuralism, Sufizm
1 Yüksek Lisans Öğrencisi, International Burch University Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
2 Yard. Doç. Dr. International Burch University, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.
Giriş
Şerh, “açma, yarma, ȋzâh ve tafsil” manalarına gelen Arapça bir kelimedir. Klasik
edebiyat terimi olarak; „Bir kitabın ibaresini yine o lisanda veya başka bir lisanda izah
ederek müşkilatını açmaya‟denir. Bu hususta yazılan eserlere de „şerh‟ denmektedir. Şerh
yazan kişiye „şârih‟ denir (Sami, 1901).
Edebiyatımızda „şerh‟ ve „belâgat‟ çalışmaları aynı dönemde, 8. yüzyılda başlamış,
bilhassa Anadolu Osmanlı sahasında 20. yüzyılın başlarına kadar devam etmiştir. İlâhȋ
Kelamı dil ve anlam yönlerinden incelemek için kendine has usuller oluşturan „tefsir‟,
Hz.Muhammed‟in sözlerini anlama ve yorumlama metotlarını kuran „hadis‟ ilimleri,
kendileri için alt yapı oluşturan dil ve edebiyat bilimlerini sürekli olarak besleyip
geliştirmişlerdir. Ayrıca hadis metinlerinin sağlıklı tespit usulleri ve daha sonraki
zamanlarda şerhleri, „metin tenkidi‟ ve „metin şerhi‟gibi disiplerin de gelişmesine kaynak
teşkil etmiştir. Zenginleşen bu disiplinlerin ortaya koydukları metotlar, zamanla edebi
metinlerin tenkidi, tespiti, tetkiki ve izahında kullanılır olmuştur (Dağlar, 2007).
Paul Valery, şiiri “dil içinde bir üst dil” olarak tanımlar. Üst dil ise, şairin kullandığı
dil üstüne bilgi verdiği, onun bir öğesini açıkladığı; kısacası dilin, dil ile açıklandığı bir
işlevdir (Kıran & Kıran, 2010). Bu özelliğinden dolayı şiir, açıklanmaya ve şerh edilmeye
muhtaçtır.
Her şiir için bu durum söz konusu olduğuna göre; klasik edebiyatımızın şiirleri de
farklı bakış açılarıyla açıklanmaya ve yorumlanmaya müsaittir. Bu şiirleri anlamak için de
belli bir kültür ve bilgi seviyesi gerekir.
Klasik edebiyat metinlerini yorumlarken de mesele; onun günümüz Türkçesiyle
sadeleştirilmesi değil, beyitteki her kelimede bulunan anlam derinliğini, teşbih, mecaz,
telmih, kinaye gibi sanatlarını tespit etmek, beyte nereden yaklaşmak gerektiğini bilmektir.
Yeri geldiğinde beytin anlamı içinde tarihten, müzikten, sanatın diğer dallarından,
oyunlardan, dinlerden ve mitolojiden, felsefeden, hikmetten tasavvuftan bahsetmek
gerekmektedir (Yekbaş, 2008).
Prof. Dr. Okay ; Divan şiirine nasıl yaklaşılması gerektiğini şöyle açıklar: “Bugün
edebi metinlerin değerlendirilmesi üzerine bir çok metod bulunmakta, geliştirilmekte,
bunlara ilave ve düzeltme yapılmakta, eldeki metinlerin hususiyetlerine göre yeni terkipler
teşkil edilmektedir. ...Fakat her halde bazı divan şiirlerine yeni bir açıdan, yeni açılardan
bakmanın, hiç olmazsa yeni yorumlara ufuk açacak yeni denemelere girmenin zamanı
gelmiştir zannediyorum.” (Yekbaş, 2008).
Klasik edebiyatımızın şiirleri, her çağda yeniden yorumlanabilme estetiğine sahiptir.
Bu şiirlerimiz, klasik şerh metodunun yanında son zamanlarda gelişen dilbilimi
çalışmalarının yöntemleriyle de incelenip değerlendirilmektedir.
“ Dilin en ince noktalarına dek inmeye çalışan, ancak ayrıntıların içinde boğulup kalan on
dokuzuncu yüzyıl dilbilimine tepki olarak yirminci yüzyıl dilbilimi, dil konusundaki ayrıntılardan
sıyrılarak dilin temel sorunlarına eğilmeye başlamıştır. ...Oysa günümüz dilbilminde dil, bir dizi
sözcük olarak sayılmaktan çıkmış; ancak yine sözcüklerden, yani göstergelerden kurulu belli bir
düzen, belli bir dizge gösteren bir işleyiş biçimi olarak kabul edilmiştir. F. de Saussure‟ün “dil bir
dizgedir” sözüyle özetlenecek olan bu yeni akım yirminci yüzyılın ilk yarısında gelişerek yapısal
dilbilim adını almıştır. Yapısal dilbilimin en belirgin özelliği dili bir yapı, bir dizge olarak ele
almasıdır” (Kıran & Kıran, 2010).
“ Dizgenin, bir bütün olarak değeri her zaman tek tek öğelerin değerinden daha fazladır. Bir
otomobil, tüm parçalarının yan yana dizilmesinden ortaya çıkacak bütünden işlevsel açıdan daha
üstün değerde olduğu gibi, belli bir dizgeye göre oynayan bir futbol takımı da topa rastgele vuran
bir mahalle takımından daha üstündür. ...İşte yapısal dilbilimin, dildeki tek tek öğelerden çok, dilin
yapısına önem vermesinin nedeni budur” (Kıran & Kıran, 2010).
Bütün bu açıklamaların ışığında, Nâbȋ‟nin „bu‟ redifli gazelinin, gelenekten hareket
ederek tasavvufi şerhini yaparken; aynı zamanda 20. yüzyılın tahlil yöntemiyle
inceleyeceğiz.
A. Nâbȋ’nin “bu” Redifli Gazelinin Günümüz Türkçesine Aktarımı ve Şerhi
17. yüzyıl Klasik Türk edebiyatı şairlerinden Nȃbȋ, “hikemȋ tarz” ın temsilcisi
olarak kabul edilmiştir. Bunun en önemli sebebi, onun şiir anlayışıdır. Prof. Dr. Mine
Mengi, Nâbȋ‟nin “çağının sükun ve huzurdan yoksun insanına doğru yolu göstermeyi, öğüt
vermeyi amaç edindiği”ni belirtmektedir. Şiir anlayışında Sebk-i Hindi akımı
temsilcilerinin de etkisi vardır. Sade dil taraftarı olan Nâbȋ‟nin bu özelliğini daha çok
gazellerinde görmekteyiz (Bilkan, 2007).
Bu gazel, Nâbȋ‟nin 1678-79 yıllarında beraberinde büyük bir heyetle
gerçekleştirdiği hac yolculuğunda Ravza-i Mutahhara için yazdığı gazelidir. Halk arasında
menkıbesiyle meşhur olmuştur. Nâbȋ‟nin, Divan‟ındaki 655 nolu gazelidir. ( Bu gazelin
2.beytinde “cilvegah” kelimesi yerine S2 nüshasındaki “sȋne-çâk” kelimesi tercih
edilmiştir.)
Osmanlı Devletinde, hac kafilelerinin takip ettikleri üç ana güzergâhtan, Nâbȋ sağ
kolu takip ederek; Üsküdar, Gebze, Eskişehir, Akşehir, Konya, Adana, Antakya yoluyla
Halep ve Şam üzerinden Mekke‟ye ve Medine‟ye ulaşmıştır (Sak & Çetin, 2004).
A.N.Tarlan “Divân edebiyatında bir beyti anlamak için evvela sanatkarın kafasında
biçimlenen hayali kavramak lazımdır...Hayal, saydığımız bilgilerle tamamen belirdikten, beytin
bu tablo içinde sıkıştırdığı duygu ve düşünce iyice anlaşıldıktan sonra onun etrafındaki süse
geçeriz...”der (Aktaran (Kılıç, 2012)). Biz de bu mübarek yolculuğun ardından Nâbȋ‟ye bu
nâtı yazdıran hissiyatnı bir nebze anlayabilmek için, hayalen onu başka bir peygamber
âşığının dilinden takip etmeye çalışacağız. “ Bu mübarek yolculuk, eski zamanlarda atlarla,
develerle yapılırdı. O devirde hacılar Kâbe‟ye varıncaya kadar yüzlerce makam yüzlerce merkade
uğrar..Enbiya-i izamın yaşadığı yerleri ziyaret eder; hayalen onlarla buluşur-görüşür. Evliya ve
asfiyanın meclislerine koşar, mana dolu yollarda yüzüyor gibi yolculuk yapar. Ravza-i Tâhire
karşısında hayat hep bir hülya ve rüya gibi yaşanır. Burada fikirler durur, ruhlar duyguların
tesirine girer ve bütün gönülleri bir vuslat arzusu sarar, dolayısıyla herkes kendini uhrevileşmiş
gibi hisseder ve öbür alemin ahengine uyar, kendini firdevsi hazlar içinde bulur. Ruhum o beldeyi
her zaman bir „daüssıla‟ hasretiyle kucaklamıştır, kucaklerken de „İşte bir avuç toprağını
cihanlara değiştirmeyeceğim beldeler beldesi!‟ demiş içimi çekmişimdir” (Gülen, 2006). Nâbȋ
de deveyle çıktığı bu kutlu yolculukta hep hayret kuşaklarında dolaşmış, tasavvuf yolunun
seyr u süluku, tasfiyenin çilesi gibi olan seferin sıkıntıları ona bu ruhȋ gerilimi vermiş, iç
hazırlığını tamamlamış ve dolabildiği kadar dolmuştur. Bu hâlet-i ruhiyede gözüne ilişen
edebe muhalif bir hâli dile getirirken Nâbȋ, aslında kendi edebini konuşturmuştur.
1 Sakın terk-i edebden kūy-ı mahbūb-ı Hudā’dır bu
Nazargāh-ı ilāhīdir makām-ı Mustafā’dır bu
“Cenab-ı Hakk‟ın nazargâhı ve O‟nun sevgili peygamberi Hz.Muhammed Mustafa‟nın
makamı ve beldesi olan bu yerde edebe riâyetsizlikten sakın.”
Tasavvuf yolunda, bütün menzil ve makamlarda insanın önüne çıkan tek levha "Edeb
Yâ Hȗ‟ dur. Sofilerce edeb, yanlışlıktan korunma ve yanlışlığa sürükleyen sebepleri
bilmekten ibaret sayılmıştır. Mevlânâ; „Efendi bil ki, insanın tenindeki cân edeptir.
İnsanoğlunun göz ve kalp nuru edeptir...Aç gözlerini bak, Allah Kelamı olan Kur‟ân âyet
âyet edeptir‟ der. Nebiler de katettikleri yolu hep edeple katetmişler ve her biri Allah
dergahının seçkini haline gelmişlerdir (Gülen, 2001). Nâbȋ, Hayriyyesinde, kişide edeb
varsa, bu onun saygınlığına işarettir, der:
Sende āmāde ise şerm ü edeb
Olur elbet mürā‟āte sebeb
Bir başka beytinde de;
Hüsn-i hulk ile gözet ādābı
Gör hayatında olan şādābı
diyerek edebi tavsiye etmiştir (Şener, 2013). Bilhassa Medine‟ye girerken edebe muhalif
hareket etmemek gerekir. Çünkü burası bir adı da Mustafa (tertemiz, pâk) olan Alah‟ın
Habibi‟nin beldesidir. Yaratılmışların en seçkin en temiz kuluna ev sahipliği yapan bu şehir
aynı zamanda Allah‟ın nazar ettiği mübarek bir şehirdir (Özcan, 2013). O halde bu mekana
girerken daha edepli ve saygılı olmak, Mustafa ismi gibi „sâf ve pak‟ olmak gerekir.
2 Felekde māh-ı nev babü’s-selāmın sīne-çākidir
Bunun kandīlidir hūr matlaᶜ-ı nūr u ziyādır bu
Gökyüzündeki yeni ay, O‟nun kapısının yüreği yaralı âşığıdır. Bunun kandili olan güneşin
de ışığını, nurunu aldığı kaynak; burasıdır.
Hac farȋzasını yerine getirmek için Mekke‟ye gelen müslümanlar, Ravza-i
Mutahhara‟yı mutlaka ziyaret ederler. Sahibinin ruhuna doğru parçalanmış sineler gibi
açılan kapılar veya onun ruhundan insanlığa açılan menfezlerin çokluğu gibi, Ravza-i
Tâhire‟nin de bir çok kapısı vardır. Bu kapılardan en namlısı da „Bâbü‟s-selâm‟ dır. Selam
verip bu kutlu kapıdan içeri girenler, iki adım ötede Gönüllerin Efendisiyle karşılaşacakmış
gibi bir ruh hâleti hissederler (Gülen, 2006).
Bu beyitte Nâbȋ, şakk-ı kamer mucizesine telmihte bulunur. Hilâli şekil itibariyle
ikiye ayrılmış olarak tasavvur eder. Hilâl, bâbü‟s-selâma meftȗn olan yüreği yaralı bir
âşığa teşbih edilir (Özcan, 2013). Gökyüzünün kandili olan güneşin de nur ve ışık kaynağı
burasıdır. Çünkü; o mübârek beldede bulunan Peygamber Efendimiz, bütün insanlığı
aydınlatan hidâyet güneşidir.
3 Habīb-i Kibriyānın ḫˇābgāhıdır fazīletde
Tefevvuk-kerde-i ᶜarş-ı cenāb-ı kibriyādır bu
Habȋbullâh‟ın istirâhatgâhı olan bu mekân; fazilette, Cenâb-ı Hakk‟ın arşında en yüksek
mevkiye sahiptir.
“ Arş; bütün gökleri ve yerleri kaplayan, bütün burçları kuşatan, maddi-manevi umum
kâinâtlarla alâkalı ilâhȋ emir, irade ve meşȋet-i sübhâniyenin ilk tecelli ve zuhȗr mahalli ulvȋ bir
âlemin unvanıdır. Onun bu vüsᶜatini ortaya koyma sadedinde, arz, sema, Cennet, Cehennem,
Sidretü‟l-Müntehâ, Beytü‟l-Mâmur...gibi ulvȋ âlemler Arş‟ın ihatası altında gösterilmiştir. Bununla
beraber, Arş‟ın bu genişlik ve kıymeti, kendine ait vüsᶜat ve ihtişâmında değil de, Cenâb-ı Hakk‟ın
azamet ve hâkimiyetinin birinci derecede mahall-i tecellisinde aranmalıdır. Bu itibarla onun eşibenzeri
yoktur” (Gülen, 2008). Yedinci semanın üstünde bulunan Sidretü‟l-Müntehâ ise;
sınır, imkan âleminin gibi görülmektedir. İnsanlık var olduğu günden itibaren ne mânâ
kahramanları yetişmiştir ama, Hazret-i Ruh-u Seyyidü‟l-Enâm‟dan başka kimse o ufka
yükselememiş ve kimse o zirveye ulaşamamıştır. Konuyla ilgili Süleyman Çelebi:
“ Ermedi evvel gelen bu devlete
Kimse nāil olmadı bu rifᶜate” (Gülen, 2008) demiş ve şair Nâbȋ de bu beyitte
Efendimizin makamının ne yüce olduğunu dile getirmiştir.
4 Bu hākin pertevinden oldu deycūr-ı ᶜadem zāil
ᶜAmādan açdı mevcūdāt çeşmin tūtiyādır bu
Yokluğun karanlığı, bu Medine toprağının nuruyla ortadan kalktı. Bu topraklar, ᶜamā
gözlere sürme gibi yaratılmış olan her şeyi körlükten kurtarmıştır.
Tevhid akidesinin sarsıldığı her zaman dilimi karanlıktır. Zira semavat ve arzın nuru
olan Allah inancının bütün sinelere hâkim olmaması, ruh ve vicdanları simsiyah hale
getirir. Böyle bir kalp ve vicdanın eşya ve hâdiselere bakışı bulanık olacağından, o insanlık
kapkaranlık bir dünyada, hep yarasalar gibi yaşayacaktır (Gülen, 2001). „ Cahiliye devri‟
olarak bilinen bu devri Akif şöyle anlatır:
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi
İnsanlık bu şekilde karanlıklar içindeyken Allah Rasulünün risâlet vazifesiyle her
şey değişiverdi. Kâbe mihrap olmuş, Medine de bu risâlet vazifesinde Rasȗlullâha minber
olmuş, insanlık bu minberden yükselen sesle hakikate uyanmış ve nura gark olmuştur. Şair
Ahmet Şevki‟nin dediği gibi „Hidâyet doğdu, kâinât bütünüyle ışık oldu. Artık zamanın
dudaklarında tatlı bir tebessüm ve sena var.‟
ᶜAma; varlığın bulutsu görünümündeki ilk ânı olup, tasavvufta vahidiyet tecellisini
temsil etmektedir (Gülen, 2006).
Pertev- deycūr; ᶜadem-mevcȗdât; ᶜama-çeşm kelimeleri arasında tezat vardır.
5 Mürā’āt-ı edep şartiyle gir Nābī bu dergāha
Metāf-ı kudsiyāndır būsegāh-ı enbiyādır bu
Ey Nābī, bu dergāha edebe riāyet etme şartıyla gir. Burası kudsīlerin tavaf ettiği ve
nebīlerin öptüğü yerdir.
Nâbȋ, Allah ve Rasȗlünün aşkıyla çıktığı seyahatte vuslat arzusu ve heyecanıyla
dopdolu, ismindeki o hiçliğiyle bütünleşerek, saygıyla girmesi gerektiğini kendine
söylüyor. İnsan, edebi iç âleminde gerçekleştirebildiği ölçüde onun ahlâk, tavır ve
davranışlarında kalıcı olur. Gazelin başından beri hep edebe vurgu yapar Nâbȋ, çünkü;
Edeb arayişüdür insanın
Bī-edeb tabiᶜüdür şeytanın‟ der Hayriyyesinde.
Dergâh, „tekke, kapı önü‟ manasında olup, terim olarak; „tarikat mensuplarının
topluca ibadet ve törenlerini yaptıkları yere‟ denir (Pala, 2009). “Dini bilgilerin öğrenildiği
yerlerin başında gelen bu mekanlar, şairlerin de büyük ölçüde buralarda gördüğü manevi eğitimin
neticesinde kendilerinde hasıl olan bir hālin tesiriyle şiirlerini yazmaya başladıklarından onlar için
bu mekanların çok özel bir yeri vardır” (Kılıç, 2012). Bu beyitte „dergāh‟, ilmin yegāne
kaynağı, merkezi olan; cennet bahçesine benzetilen ‘Ravza-i Mutahhara‟dır.
Kâbe‟deki Hacerü‟l-Esved‟in hacılar tarafından öpülmesi telmih edilmektedir.
Cennetten geldiği rivayet edilen bu taş, bugünkü yerine Peygamber Efendimiz tarafından
yerleştirilmiştir.
B Gazelin Yapısalcılık Açısından İncelenmesi
1 Nazım Şekli: Naᶜt konulu bir gazeldir. 5 beyitten oluşmaktadır. Nābī, Divānındaki
851 gazeliyle edebiyatımızın en çok gazel söyleyen şairlerinden biridir (İpekten, 1999).
2 Gazelin Vezni: Hezec bahrinin müsemmen kalıbı olan;
Mefāᶜīlün mefāᶜīlün mefāᶜīlün mefāᶜīlün kalıbıyla yazılmıştır. Bu müsemmen kalıp
hezec bahrinin şiirimizde en çok kullanılan kalıbıdır. Nâbȋ, 2 kasȋde, 125 gazel ve 2
tahmisinde bu kalıbı kullanmıştır (İpekten, 1999).
Aşağıdaki tablodan gazelin vezin unsurlarına baktığımızda; 2 yerde med, 16
kelimede imāle, 1 yerde de vasl yapıldığını görüyoruz. Kusur sayılan zihafın
bulunmadığını, yalnız „hūr‟ kelimesinde 2.tip zihafa düşüldüğünü görüyoruz. Genel durum
değerlendirilince, bunun da kusur olmadığını görüyoruz.
Tablo 1: Gazeldeki Aruz Vezni Unsurlarının Dağılımı
1.beyit 2.beyit 3.beyit 4.beyit 5.beyit
Med 0 0 1 1 0
İmale 4 4 5 1 2
Zihaf 0 0 0 0 0
Vasl 0 1 0 0 0
Gazelde anlam, „ -dır bu‟ redifiyle daha netleşiyor. Her mısrada tekrar edilen –dır
redifiyle şair, ifade ettiği manaya kesinlik kazandırıyor. Gazelin kafiyesi „â‟ kalın ve uzun
sesiyle birlikte, redifin söylenişine bir zenginlik ve güçlü bir ses değeri vermektedir.
Kafiye, „Hudā, Mustafā, ziyā, tūtiyā, kibriyā, enbiyā‟ kelimelerindeki „â‟ sesi olup, tam
kafiyedir. Kafiyeli kelimelerden Hudâ Farsça, diğer kelimeler Arapça‟dır. Dinȋ birer terim
olan kelimeler arasında anlam ve ses uyumu vardır.
3 Gazelde Kullanılan Ünlü ve Ünsüzler:
Aşağıdaki tabloda gördüğümüz gibi, gazele hakim olan yumuşak-sessiz harflerdir. Bu
da anlamla yapı arasında bir uyumu göstermektedir. Şairin ifadesinde edebe riāyeten bir
yumuşaklık vardır.
Tablo 2: Gazeldeki Ünlü ve Ünsüzlerin Dağılımı
Beyitler 1 2 3 4 5 Toplam
Yumuşak Ünsüzler 24 27 27 30 27 135
Sert Ünsüzler 12 10 12 10 11 55
Kalın Ünlüler 23 17 16 19 18 93
İnce Ünlüler 8 12 14 12 11 57
Toplam 67 66 69 71 67 340
Gazelin ünlü ve ünsüz dağılımı, tablolarda gördüğümüz gibi birbiriyle uyum içindedir.
Tablo 3: Gazelin Ünsüz Dağılımı
Beyitler 1 2 3 4 5 Toplam
Yumuşak Ünsüzler 24 27 27 30 27 135
Sert Ünsüzler 12 10 12 10 11 55
Toplam 36 37 39 40 38 190
Tablo 4: Gazelin Ünlü Dağılımı
Beyitler 1 2 3 4 5 Toplam
Kalın Ünlüler 23 17 16 19 18 93
İnce Ünlüler 8 12 14 12 11 57
Toplam 31 29 30 31 29 150
4 Gazelin Sözdizimi İncelemesi
5.1. Kelime Çeşitleri ve Yapıları
Gazelde 51 kelime kullanılmıştır. Bu kelimelerden en fazlası 31 kelimeyle Arapça, daha
sonra 14 kelimeyle Farsça ve 6 kelimeyle de Türkçe olmuştur. Naᶜt konulu bir gazel
olduğundan kelimeler Arapça ağırlıklıdır. Bu kelimelerin 10‟u sıfat, 4‟ü fiil, 37‟si ise
isimdir. Hareketi ifade eden temel kelimeler Türkçe‟dir.
5.2. Tamlama Çeşitleri ve Yapıları
Tablo 5: Gazelin Tamlama Tablosu
İki Kelimeden Oluşan Tamlamalar Üç Kelimeden Oluşan Tamlamalar
Terk-i edeb (Farsça isim tam.) Kūy-ı mahbūb-ı Hudā (Farsça is.tam)
Nazargāh-ı ilāhi (Farsça isim tam.) Bābü‟s-selāmın sīne-çāki(Türkçe is.tam)
Makām-ı Mustafā (Farsça isim tam.)
Māh-ı nev (Farsça sıfat tam.) Habīb-i kibriyānın hābgāhı (Türkçe is.t.)
Deycūr-ı ᶜadem (Farsça isim tam.) Mürā‟āt-i edep şartı (Türkçe isim tam.)
Bu dergāh (Türkçe sıfat tam.)
Metāf-ı kudsiyān (Farsça isim tam.) Dört kelimeden oluşan tamlama
Būsegāh-ı enbiyā (Farsça isim tam.) Tefevvuk-kerde-i ᶜarş-ı cenāb-ı kibriyā
Matlaᶜ-ı nur u ziya (Farsça isim tam.) (Farsça isim tam.)
Gazelde 14 tamlama kullanılmıştır. Bunlardan 9 tanesi Farsça isim tamlaması, 3 tanesi
Türkçe isim tamlaması kuralına göre oluşturulmuştur. Kullanılan 2 sıfat tamlamasından biri
Türkçe, diğeri Farsça‟dır. „Matlaᶜ-ı nur u ziya‟ tamlananı ortak olan 2 isim tamlamasıdır.
„Babü‟s-selamın sīneçāki‟ da tamlayanı Arapça isim tamlaması olan Türkçe bir isim
tamlamasıdır.
5.3. Gazelin Cümle Çeşitleri ve Yapıları
Nâbȋ‟nin 5 beyitlik bu gazelinde 15 cümle vardır. Cümlelerin çok ve kısa olması; şairin
anlamı uzatmadan, mesajı hemen verme düşüncesinden kaynaklanmasındandır. 11 isim
cümlesi, 4 fiil cümlesi kurulmuştur. Genelde devrik cümlelerle dikkat toplanmıştır. Anlam
ise hep olumlu olup ikisinde emir vardır. Emir kelimesiyle başlayan gazelde, önce dikkat
çekilerek, mana sonrakiler üzerinde yoğunlaştırılmıştır.
Tablo 6: Gazelin Cümle Çeşitleri
Cümle
Sayısı
Yüklemine
Göre
Öğe Dizilişine
Göre
Anlamına
Göre
Yapısına Göre
1.beyit 4 fiil
isim
isim
isim
devrik
devrik
kurallı
devrik
emir
olumlu
olumlu
olumlu
Basit
basit
basit
basit
2.beyit 3 isim
isim
isim
kurallı
devrik
devrik
Olumlu
olumlu
olumlu
basit
basit
basit
3.beyit 2 isim
isim
devrik
devrik
Olumlu
Olumlu
Basit
basit
4.beyit 3 fiil
fiil
isim
devrik
devrik
devrik
Olumlu
olumlu
olumlu
basit
basit
basit
5.beyit 3 fiil
isim
isim
devrik
kurallı
devrik
Emir
olumlu
olumlu
Basit
basit
basit
5.4. Gazelin Anlam İncelemesi
Nâbȋ‟nin “bu” redifli gazelin anlatım planında, kendi tarzını ortaya koyduğunu
görmekteyiz. Mesajlarında, açıklamalar yaparak alıcıyı düşünmeye sevkediyor. Bunu,
alıcıya yoğun duygularıyla ulaştırıyor. İletiyi etkin kılan, onun kuru bir öğreti olmasından
öte, hissettiklerini aktarmasıdır. Bütün olarak şiire bakılınca, anlatım planında bir tedricilik
görmekteyiz. Birinci beyitte bir sakındırmayla söze başlanmış fakat bunun nedenleri, 2.,3.
ve 4. beyitlerde kapsamlı kelimelerle ileti gönderilmiştir. Son beyitte ise, tekrar başa
dönülerek anlam teyid edilmiştir.
Tablo 7: Gazelin Anlatım Planı
Sonuç
Kendine has ifade tarzıyla bir ekol sahibi olan şair Yusuf Nâbȋ, çevreyle ilgili reel
gözlemleriyle ve hikemȋ söyleyişiyle çağının önde gelen şairlerindendir. Şiirin dış yapısını
“aziz” , iç yapısını da “e‟azz” olarak değerlendiren şair için mananın önemli olduğunu
biliyoruz. Bu düşüncede olan Nâbȋ‟nin çok geniş kesimlere ulaşmış bulunan, Hacda yazdığı
“bu” redifli ünlü gazelinin şerhine daha geniş kapsamlı bakmaya çalıştık. Bunun yanında
son zamanlarda daha da gelişen dilbilimi yöntemleriyle gazeli inceledik. “Mana”
düşünülerek yazılan bu gazelin yapısalcılık yöntemiyle de kusursuz olduğunu, genel bakış
açısıyla bakıldığında farklı güzelliklerin ortaya çıktığını gördük. Klasik şiirlerimizin
beyitler gönderici İletilen alıcı
1.beyit şair Burasının Habibullahın köyü olduğu,Allah‟ın tecelli
ettiği ve makam-ı Mustafa olduğundan edebin
terkedilmemesi gerektiği
ziyarete
gelenler
2.beyit şair Güneşin nurunu burdan aldığı, ayın da bu kapının aşığı
olduğu
Herkes
3.beyit şair Burasının arşda en üstün yerde olduğu, Rasulullahın
istirahatgahı olduğu
Herkes
4.beyit şair Mevcudatın bu toprağın nuruyla karanlıklardan
kurtulduğu
Herkes
5.beyit şair Nebilerin, kudsilerin bulunduğu bu yere girerken edebli
olunması gerektiği
Kendisi
“hazine” değerinde olduğunu, gelişen yeni metotlarla incelendiğinde, farklı güzellikler
keşfedileceğini düşünmekteyiz.
Kaynakça
Bilkan, A. (2007). Nabi Hayatı Sanatı Eserleri. Ankara: Akçağ.
Dağlar, A. (2007). Klasik Türk edebiyatı şerh geleneği ve hacı ibrahim efendinin şerh-i belagatine
dair. Turkish Studies, 162.
Gülen, F. (2001). Kalbin Zümrüt Tepeleri 2. İzmir: Nil.
Gülen, F. (2006). Kabe ve Ravza. Sızıntı, 2-4.
Gülen, F. (2008). Kalbin Zümrüt Tepeleri 4. İzmir: Çağlayan.
İpekten, H. (1999). Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz. İstanbul: Dergah Yayınları.
Kılıç, M. (2012). Sufi ve Şiir. İstanbul: İnsan.
Kıran, Z., & Kıran, A. (2010). Dilbilime Giriş. Ankara: Seçkin Yayınevi.
Özcan, N. (2013). Nabi Divanında Medine. Turkish Studies International Periodical For The
Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, pp. 2037-2047.
Pala, İ. (2009). Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü. İstanbul: Kapı.
Sak, İ., & Çetin, C. (2004, Ekim). XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda Osmanlı devletinde menziller ve
fonksiyonları. Türkiyat araştırmalrı Dergisi, p. 182.
Sami, Ş. (1901). Kamus-ı Türki. İstanbul: İkdam.
Şener, H. (2013, Kasım). Hayriyye-i Nabi’de Aktarılan Değerler. Turkish Studies, 8-1, pp. 2501-2524.
Yekbaş, H. (2008). Metin şerhi geleneği çerçevesinde şarihlerin divan şiirine bakışı . Türkiyat
Araştırmaları Dergisi(23), pp. 190,206.
Bu makalede, 17. Yüzyıl Klâsik Türk Edebiyatı şairlerinden “hikemȋ tarz” ın temsilcisi
kabul edilen Nâbȋ‟nin “bu” redifli gazeli incelenmiştir. Gazel; hem anlam bakımından
tasavvufȋ bakış açısıyla, hem de dilbilimi yöntemleriyle yapısalcılık açısından
incelenmiştir.
Sonuç olarak; gönlü “maᶜnâ” dan yana olan Nâbȋ‟nin gazelinin muhteva bakımından
mükemmelliğinin yanında yapı bakımından da güzelliği ortaya konularak estetik değeri
belirtilmiştir.
Anahtar Sözcükler: Nâbȋ, Gazel, Şerh, Yapısalcılık, Tasavvuf
THE ANALYSİS OF NABI’S GHAZEL WITH HOLORHYME “BU” IN TERMS
OF SUFISTIC PERSPECTİVE AND STRUCTURALISM
Abstract
In this paper, it is studied, the ghazel with holorhyme “bu” whose poet is one of the
seventeenth era classical Turkish literature poets, who is considered to be the representative
of “Hikemi poem style” Nabi. The Ghazel is analyzed both in terms of meaning by sufistic
perspective and structuralism by the method of linguistics.
As a conclusion, it is stated the aesthetic beauty of Nabi‟s ghazal both in terms of the
excellence of the content and the beauty of the form of structure.
Key Words: Nabi, Ghazel, Classical interpretation, Structuralism, Sufizm
1 Yüksek Lisans Öğrencisi, International Burch University Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
2 Yard. Doç. Dr. International Burch University, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.
Giriş
Şerh, “açma, yarma, ȋzâh ve tafsil” manalarına gelen Arapça bir kelimedir. Klasik
edebiyat terimi olarak; „Bir kitabın ibaresini yine o lisanda veya başka bir lisanda izah
ederek müşkilatını açmaya‟denir. Bu hususta yazılan eserlere de „şerh‟ denmektedir. Şerh
yazan kişiye „şârih‟ denir (Sami, 1901).
Edebiyatımızda „şerh‟ ve „belâgat‟ çalışmaları aynı dönemde, 8. yüzyılda başlamış,
bilhassa Anadolu Osmanlı sahasında 20. yüzyılın başlarına kadar devam etmiştir. İlâhȋ
Kelamı dil ve anlam yönlerinden incelemek için kendine has usuller oluşturan „tefsir‟,
Hz.Muhammed‟in sözlerini anlama ve yorumlama metotlarını kuran „hadis‟ ilimleri,
kendileri için alt yapı oluşturan dil ve edebiyat bilimlerini sürekli olarak besleyip
geliştirmişlerdir. Ayrıca hadis metinlerinin sağlıklı tespit usulleri ve daha sonraki
zamanlarda şerhleri, „metin tenkidi‟ ve „metin şerhi‟gibi disiplerin de gelişmesine kaynak
teşkil etmiştir. Zenginleşen bu disiplinlerin ortaya koydukları metotlar, zamanla edebi
metinlerin tenkidi, tespiti, tetkiki ve izahında kullanılır olmuştur (Dağlar, 2007).
Paul Valery, şiiri “dil içinde bir üst dil” olarak tanımlar. Üst dil ise, şairin kullandığı
dil üstüne bilgi verdiği, onun bir öğesini açıkladığı; kısacası dilin, dil ile açıklandığı bir
işlevdir (Kıran & Kıran, 2010). Bu özelliğinden dolayı şiir, açıklanmaya ve şerh edilmeye
muhtaçtır.
Her şiir için bu durum söz konusu olduğuna göre; klasik edebiyatımızın şiirleri de
farklı bakış açılarıyla açıklanmaya ve yorumlanmaya müsaittir. Bu şiirleri anlamak için de
belli bir kültür ve bilgi seviyesi gerekir.
Klasik edebiyat metinlerini yorumlarken de mesele; onun günümüz Türkçesiyle
sadeleştirilmesi değil, beyitteki her kelimede bulunan anlam derinliğini, teşbih, mecaz,
telmih, kinaye gibi sanatlarını tespit etmek, beyte nereden yaklaşmak gerektiğini bilmektir.
Yeri geldiğinde beytin anlamı içinde tarihten, müzikten, sanatın diğer dallarından,
oyunlardan, dinlerden ve mitolojiden, felsefeden, hikmetten tasavvuftan bahsetmek
gerekmektedir (Yekbaş, 2008).
Prof. Dr. Okay ; Divan şiirine nasıl yaklaşılması gerektiğini şöyle açıklar: “Bugün
edebi metinlerin değerlendirilmesi üzerine bir çok metod bulunmakta, geliştirilmekte,
bunlara ilave ve düzeltme yapılmakta, eldeki metinlerin hususiyetlerine göre yeni terkipler
teşkil edilmektedir. ...Fakat her halde bazı divan şiirlerine yeni bir açıdan, yeni açılardan
bakmanın, hiç olmazsa yeni yorumlara ufuk açacak yeni denemelere girmenin zamanı
gelmiştir zannediyorum.” (Yekbaş, 2008).
Klasik edebiyatımızın şiirleri, her çağda yeniden yorumlanabilme estetiğine sahiptir.
Bu şiirlerimiz, klasik şerh metodunun yanında son zamanlarda gelişen dilbilimi
çalışmalarının yöntemleriyle de incelenip değerlendirilmektedir.
“ Dilin en ince noktalarına dek inmeye çalışan, ancak ayrıntıların içinde boğulup kalan on
dokuzuncu yüzyıl dilbilimine tepki olarak yirminci yüzyıl dilbilimi, dil konusundaki ayrıntılardan
sıyrılarak dilin temel sorunlarına eğilmeye başlamıştır. ...Oysa günümüz dilbilminde dil, bir dizi
sözcük olarak sayılmaktan çıkmış; ancak yine sözcüklerden, yani göstergelerden kurulu belli bir
düzen, belli bir dizge gösteren bir işleyiş biçimi olarak kabul edilmiştir. F. de Saussure‟ün “dil bir
dizgedir” sözüyle özetlenecek olan bu yeni akım yirminci yüzyılın ilk yarısında gelişerek yapısal
dilbilim adını almıştır. Yapısal dilbilimin en belirgin özelliği dili bir yapı, bir dizge olarak ele
almasıdır” (Kıran & Kıran, 2010).
“ Dizgenin, bir bütün olarak değeri her zaman tek tek öğelerin değerinden daha fazladır. Bir
otomobil, tüm parçalarının yan yana dizilmesinden ortaya çıkacak bütünden işlevsel açıdan daha
üstün değerde olduğu gibi, belli bir dizgeye göre oynayan bir futbol takımı da topa rastgele vuran
bir mahalle takımından daha üstündür. ...İşte yapısal dilbilimin, dildeki tek tek öğelerden çok, dilin
yapısına önem vermesinin nedeni budur” (Kıran & Kıran, 2010).
Bütün bu açıklamaların ışığında, Nâbȋ‟nin „bu‟ redifli gazelinin, gelenekten hareket
ederek tasavvufi şerhini yaparken; aynı zamanda 20. yüzyılın tahlil yöntemiyle
inceleyeceğiz.
A. Nâbȋ’nin “bu” Redifli Gazelinin Günümüz Türkçesine Aktarımı ve Şerhi
17. yüzyıl Klasik Türk edebiyatı şairlerinden Nȃbȋ, “hikemȋ tarz” ın temsilcisi
olarak kabul edilmiştir. Bunun en önemli sebebi, onun şiir anlayışıdır. Prof. Dr. Mine
Mengi, Nâbȋ‟nin “çağının sükun ve huzurdan yoksun insanına doğru yolu göstermeyi, öğüt
vermeyi amaç edindiği”ni belirtmektedir. Şiir anlayışında Sebk-i Hindi akımı
temsilcilerinin de etkisi vardır. Sade dil taraftarı olan Nâbȋ‟nin bu özelliğini daha çok
gazellerinde görmekteyiz (Bilkan, 2007).
Bu gazel, Nâbȋ‟nin 1678-79 yıllarında beraberinde büyük bir heyetle
gerçekleştirdiği hac yolculuğunda Ravza-i Mutahhara için yazdığı gazelidir. Halk arasında
menkıbesiyle meşhur olmuştur. Nâbȋ‟nin, Divan‟ındaki 655 nolu gazelidir. ( Bu gazelin
2.beytinde “cilvegah” kelimesi yerine S2 nüshasındaki “sȋne-çâk” kelimesi tercih
edilmiştir.)
Osmanlı Devletinde, hac kafilelerinin takip ettikleri üç ana güzergâhtan, Nâbȋ sağ
kolu takip ederek; Üsküdar, Gebze, Eskişehir, Akşehir, Konya, Adana, Antakya yoluyla
Halep ve Şam üzerinden Mekke‟ye ve Medine‟ye ulaşmıştır (Sak & Çetin, 2004).
A.N.Tarlan “Divân edebiyatında bir beyti anlamak için evvela sanatkarın kafasında
biçimlenen hayali kavramak lazımdır...Hayal, saydığımız bilgilerle tamamen belirdikten, beytin
bu tablo içinde sıkıştırdığı duygu ve düşünce iyice anlaşıldıktan sonra onun etrafındaki süse
geçeriz...”der (Aktaran (Kılıç, 2012)). Biz de bu mübarek yolculuğun ardından Nâbȋ‟ye bu
nâtı yazdıran hissiyatnı bir nebze anlayabilmek için, hayalen onu başka bir peygamber
âşığının dilinden takip etmeye çalışacağız. “ Bu mübarek yolculuk, eski zamanlarda atlarla,
develerle yapılırdı. O devirde hacılar Kâbe‟ye varıncaya kadar yüzlerce makam yüzlerce merkade
uğrar..Enbiya-i izamın yaşadığı yerleri ziyaret eder; hayalen onlarla buluşur-görüşür. Evliya ve
asfiyanın meclislerine koşar, mana dolu yollarda yüzüyor gibi yolculuk yapar. Ravza-i Tâhire
karşısında hayat hep bir hülya ve rüya gibi yaşanır. Burada fikirler durur, ruhlar duyguların
tesirine girer ve bütün gönülleri bir vuslat arzusu sarar, dolayısıyla herkes kendini uhrevileşmiş
gibi hisseder ve öbür alemin ahengine uyar, kendini firdevsi hazlar içinde bulur. Ruhum o beldeyi
her zaman bir „daüssıla‟ hasretiyle kucaklamıştır, kucaklerken de „İşte bir avuç toprağını
cihanlara değiştirmeyeceğim beldeler beldesi!‟ demiş içimi çekmişimdir” (Gülen, 2006). Nâbȋ
de deveyle çıktığı bu kutlu yolculukta hep hayret kuşaklarında dolaşmış, tasavvuf yolunun
seyr u süluku, tasfiyenin çilesi gibi olan seferin sıkıntıları ona bu ruhȋ gerilimi vermiş, iç
hazırlığını tamamlamış ve dolabildiği kadar dolmuştur. Bu hâlet-i ruhiyede gözüne ilişen
edebe muhalif bir hâli dile getirirken Nâbȋ, aslında kendi edebini konuşturmuştur.
1 Sakın terk-i edebden kūy-ı mahbūb-ı Hudā’dır bu
Nazargāh-ı ilāhīdir makām-ı Mustafā’dır bu
“Cenab-ı Hakk‟ın nazargâhı ve O‟nun sevgili peygamberi Hz.Muhammed Mustafa‟nın
makamı ve beldesi olan bu yerde edebe riâyetsizlikten sakın.”
Tasavvuf yolunda, bütün menzil ve makamlarda insanın önüne çıkan tek levha "Edeb
Yâ Hȗ‟ dur. Sofilerce edeb, yanlışlıktan korunma ve yanlışlığa sürükleyen sebepleri
bilmekten ibaret sayılmıştır. Mevlânâ; „Efendi bil ki, insanın tenindeki cân edeptir.
İnsanoğlunun göz ve kalp nuru edeptir...Aç gözlerini bak, Allah Kelamı olan Kur‟ân âyet
âyet edeptir‟ der. Nebiler de katettikleri yolu hep edeple katetmişler ve her biri Allah
dergahının seçkini haline gelmişlerdir (Gülen, 2001). Nâbȋ, Hayriyyesinde, kişide edeb
varsa, bu onun saygınlığına işarettir, der:
Sende āmāde ise şerm ü edeb
Olur elbet mürā‟āte sebeb
Bir başka beytinde de;
Hüsn-i hulk ile gözet ādābı
Gör hayatında olan şādābı
diyerek edebi tavsiye etmiştir (Şener, 2013). Bilhassa Medine‟ye girerken edebe muhalif
hareket etmemek gerekir. Çünkü burası bir adı da Mustafa (tertemiz, pâk) olan Alah‟ın
Habibi‟nin beldesidir. Yaratılmışların en seçkin en temiz kuluna ev sahipliği yapan bu şehir
aynı zamanda Allah‟ın nazar ettiği mübarek bir şehirdir (Özcan, 2013). O halde bu mekana
girerken daha edepli ve saygılı olmak, Mustafa ismi gibi „sâf ve pak‟ olmak gerekir.
2 Felekde māh-ı nev babü’s-selāmın sīne-çākidir
Bunun kandīlidir hūr matlaᶜ-ı nūr u ziyādır bu
Gökyüzündeki yeni ay, O‟nun kapısının yüreği yaralı âşığıdır. Bunun kandili olan güneşin
de ışığını, nurunu aldığı kaynak; burasıdır.
Hac farȋzasını yerine getirmek için Mekke‟ye gelen müslümanlar, Ravza-i
Mutahhara‟yı mutlaka ziyaret ederler. Sahibinin ruhuna doğru parçalanmış sineler gibi
açılan kapılar veya onun ruhundan insanlığa açılan menfezlerin çokluğu gibi, Ravza-i
Tâhire‟nin de bir çok kapısı vardır. Bu kapılardan en namlısı da „Bâbü‟s-selâm‟ dır. Selam
verip bu kutlu kapıdan içeri girenler, iki adım ötede Gönüllerin Efendisiyle karşılaşacakmış
gibi bir ruh hâleti hissederler (Gülen, 2006).
Bu beyitte Nâbȋ, şakk-ı kamer mucizesine telmihte bulunur. Hilâli şekil itibariyle
ikiye ayrılmış olarak tasavvur eder. Hilâl, bâbü‟s-selâma meftȗn olan yüreği yaralı bir
âşığa teşbih edilir (Özcan, 2013). Gökyüzünün kandili olan güneşin de nur ve ışık kaynağı
burasıdır. Çünkü; o mübârek beldede bulunan Peygamber Efendimiz, bütün insanlığı
aydınlatan hidâyet güneşidir.
3 Habīb-i Kibriyānın ḫˇābgāhıdır fazīletde
Tefevvuk-kerde-i ᶜarş-ı cenāb-ı kibriyādır bu
Habȋbullâh‟ın istirâhatgâhı olan bu mekân; fazilette, Cenâb-ı Hakk‟ın arşında en yüksek
mevkiye sahiptir.
“ Arş; bütün gökleri ve yerleri kaplayan, bütün burçları kuşatan, maddi-manevi umum
kâinâtlarla alâkalı ilâhȋ emir, irade ve meşȋet-i sübhâniyenin ilk tecelli ve zuhȗr mahalli ulvȋ bir
âlemin unvanıdır. Onun bu vüsᶜatini ortaya koyma sadedinde, arz, sema, Cennet, Cehennem,
Sidretü‟l-Müntehâ, Beytü‟l-Mâmur...gibi ulvȋ âlemler Arş‟ın ihatası altında gösterilmiştir. Bununla
beraber, Arş‟ın bu genişlik ve kıymeti, kendine ait vüsᶜat ve ihtişâmında değil de, Cenâb-ı Hakk‟ın
azamet ve hâkimiyetinin birinci derecede mahall-i tecellisinde aranmalıdır. Bu itibarla onun eşibenzeri
yoktur” (Gülen, 2008). Yedinci semanın üstünde bulunan Sidretü‟l-Müntehâ ise;
sınır, imkan âleminin gibi görülmektedir. İnsanlık var olduğu günden itibaren ne mânâ
kahramanları yetişmiştir ama, Hazret-i Ruh-u Seyyidü‟l-Enâm‟dan başka kimse o ufka
yükselememiş ve kimse o zirveye ulaşamamıştır. Konuyla ilgili Süleyman Çelebi:
“ Ermedi evvel gelen bu devlete
Kimse nāil olmadı bu rifᶜate” (Gülen, 2008) demiş ve şair Nâbȋ de bu beyitte
Efendimizin makamının ne yüce olduğunu dile getirmiştir.
4 Bu hākin pertevinden oldu deycūr-ı ᶜadem zāil
ᶜAmādan açdı mevcūdāt çeşmin tūtiyādır bu
Yokluğun karanlığı, bu Medine toprağının nuruyla ortadan kalktı. Bu topraklar, ᶜamā
gözlere sürme gibi yaratılmış olan her şeyi körlükten kurtarmıştır.
Tevhid akidesinin sarsıldığı her zaman dilimi karanlıktır. Zira semavat ve arzın nuru
olan Allah inancının bütün sinelere hâkim olmaması, ruh ve vicdanları simsiyah hale
getirir. Böyle bir kalp ve vicdanın eşya ve hâdiselere bakışı bulanık olacağından, o insanlık
kapkaranlık bir dünyada, hep yarasalar gibi yaşayacaktır (Gülen, 2001). „ Cahiliye devri‟
olarak bilinen bu devri Akif şöyle anlatır:
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi
İnsanlık bu şekilde karanlıklar içindeyken Allah Rasulünün risâlet vazifesiyle her
şey değişiverdi. Kâbe mihrap olmuş, Medine de bu risâlet vazifesinde Rasȗlullâha minber
olmuş, insanlık bu minberden yükselen sesle hakikate uyanmış ve nura gark olmuştur. Şair
Ahmet Şevki‟nin dediği gibi „Hidâyet doğdu, kâinât bütünüyle ışık oldu. Artık zamanın
dudaklarında tatlı bir tebessüm ve sena var.‟
ᶜAma; varlığın bulutsu görünümündeki ilk ânı olup, tasavvufta vahidiyet tecellisini
temsil etmektedir (Gülen, 2006).
Pertev- deycūr; ᶜadem-mevcȗdât; ᶜama-çeşm kelimeleri arasında tezat vardır.
5 Mürā’āt-ı edep şartiyle gir Nābī bu dergāha
Metāf-ı kudsiyāndır būsegāh-ı enbiyādır bu
Ey Nābī, bu dergāha edebe riāyet etme şartıyla gir. Burası kudsīlerin tavaf ettiği ve
nebīlerin öptüğü yerdir.
Nâbȋ, Allah ve Rasȗlünün aşkıyla çıktığı seyahatte vuslat arzusu ve heyecanıyla
dopdolu, ismindeki o hiçliğiyle bütünleşerek, saygıyla girmesi gerektiğini kendine
söylüyor. İnsan, edebi iç âleminde gerçekleştirebildiği ölçüde onun ahlâk, tavır ve
davranışlarında kalıcı olur. Gazelin başından beri hep edebe vurgu yapar Nâbȋ, çünkü;
Edeb arayişüdür insanın
Bī-edeb tabiᶜüdür şeytanın‟ der Hayriyyesinde.
Dergâh, „tekke, kapı önü‟ manasında olup, terim olarak; „tarikat mensuplarının
topluca ibadet ve törenlerini yaptıkları yere‟ denir (Pala, 2009). “Dini bilgilerin öğrenildiği
yerlerin başında gelen bu mekanlar, şairlerin de büyük ölçüde buralarda gördüğü manevi eğitimin
neticesinde kendilerinde hasıl olan bir hālin tesiriyle şiirlerini yazmaya başladıklarından onlar için
bu mekanların çok özel bir yeri vardır” (Kılıç, 2012). Bu beyitte „dergāh‟, ilmin yegāne
kaynağı, merkezi olan; cennet bahçesine benzetilen ‘Ravza-i Mutahhara‟dır.
Kâbe‟deki Hacerü‟l-Esved‟in hacılar tarafından öpülmesi telmih edilmektedir.
Cennetten geldiği rivayet edilen bu taş, bugünkü yerine Peygamber Efendimiz tarafından
yerleştirilmiştir.
B Gazelin Yapısalcılık Açısından İncelenmesi
1 Nazım Şekli: Naᶜt konulu bir gazeldir. 5 beyitten oluşmaktadır. Nābī, Divānındaki
851 gazeliyle edebiyatımızın en çok gazel söyleyen şairlerinden biridir (İpekten, 1999).
2 Gazelin Vezni: Hezec bahrinin müsemmen kalıbı olan;
Mefāᶜīlün mefāᶜīlün mefāᶜīlün mefāᶜīlün kalıbıyla yazılmıştır. Bu müsemmen kalıp
hezec bahrinin şiirimizde en çok kullanılan kalıbıdır. Nâbȋ, 2 kasȋde, 125 gazel ve 2
tahmisinde bu kalıbı kullanmıştır (İpekten, 1999).
Aşağıdaki tablodan gazelin vezin unsurlarına baktığımızda; 2 yerde med, 16
kelimede imāle, 1 yerde de vasl yapıldığını görüyoruz. Kusur sayılan zihafın
bulunmadığını, yalnız „hūr‟ kelimesinde 2.tip zihafa düşüldüğünü görüyoruz. Genel durum
değerlendirilince, bunun da kusur olmadığını görüyoruz.
Tablo 1: Gazeldeki Aruz Vezni Unsurlarının Dağılımı
1.beyit 2.beyit 3.beyit 4.beyit 5.beyit
Med 0 0 1 1 0
İmale 4 4 5 1 2
Zihaf 0 0 0 0 0
Vasl 0 1 0 0 0
Gazelde anlam, „ -dır bu‟ redifiyle daha netleşiyor. Her mısrada tekrar edilen –dır
redifiyle şair, ifade ettiği manaya kesinlik kazandırıyor. Gazelin kafiyesi „â‟ kalın ve uzun
sesiyle birlikte, redifin söylenişine bir zenginlik ve güçlü bir ses değeri vermektedir.
Kafiye, „Hudā, Mustafā, ziyā, tūtiyā, kibriyā, enbiyā‟ kelimelerindeki „â‟ sesi olup, tam
kafiyedir. Kafiyeli kelimelerden Hudâ Farsça, diğer kelimeler Arapça‟dır. Dinȋ birer terim
olan kelimeler arasında anlam ve ses uyumu vardır.
3 Gazelde Kullanılan Ünlü ve Ünsüzler:
Aşağıdaki tabloda gördüğümüz gibi, gazele hakim olan yumuşak-sessiz harflerdir. Bu
da anlamla yapı arasında bir uyumu göstermektedir. Şairin ifadesinde edebe riāyeten bir
yumuşaklık vardır.
Tablo 2: Gazeldeki Ünlü ve Ünsüzlerin Dağılımı
Beyitler 1 2 3 4 5 Toplam
Yumuşak Ünsüzler 24 27 27 30 27 135
Sert Ünsüzler 12 10 12 10 11 55
Kalın Ünlüler 23 17 16 19 18 93
İnce Ünlüler 8 12 14 12 11 57
Toplam 67 66 69 71 67 340
Gazelin ünlü ve ünsüz dağılımı, tablolarda gördüğümüz gibi birbiriyle uyum içindedir.
Tablo 3: Gazelin Ünsüz Dağılımı
Beyitler 1 2 3 4 5 Toplam
Yumuşak Ünsüzler 24 27 27 30 27 135
Sert Ünsüzler 12 10 12 10 11 55
Toplam 36 37 39 40 38 190
Tablo 4: Gazelin Ünlü Dağılımı
Beyitler 1 2 3 4 5 Toplam
Kalın Ünlüler 23 17 16 19 18 93
İnce Ünlüler 8 12 14 12 11 57
Toplam 31 29 30 31 29 150
4 Gazelin Sözdizimi İncelemesi
5.1. Kelime Çeşitleri ve Yapıları
Gazelde 51 kelime kullanılmıştır. Bu kelimelerden en fazlası 31 kelimeyle Arapça, daha
sonra 14 kelimeyle Farsça ve 6 kelimeyle de Türkçe olmuştur. Naᶜt konulu bir gazel
olduğundan kelimeler Arapça ağırlıklıdır. Bu kelimelerin 10‟u sıfat, 4‟ü fiil, 37‟si ise
isimdir. Hareketi ifade eden temel kelimeler Türkçe‟dir.
5.2. Tamlama Çeşitleri ve Yapıları
Tablo 5: Gazelin Tamlama Tablosu
İki Kelimeden Oluşan Tamlamalar Üç Kelimeden Oluşan Tamlamalar
Terk-i edeb (Farsça isim tam.) Kūy-ı mahbūb-ı Hudā (Farsça is.tam)
Nazargāh-ı ilāhi (Farsça isim tam.) Bābü‟s-selāmın sīne-çāki(Türkçe is.tam)
Makām-ı Mustafā (Farsça isim tam.)
Māh-ı nev (Farsça sıfat tam.) Habīb-i kibriyānın hābgāhı (Türkçe is.t.)
Deycūr-ı ᶜadem (Farsça isim tam.) Mürā‟āt-i edep şartı (Türkçe isim tam.)
Bu dergāh (Türkçe sıfat tam.)
Metāf-ı kudsiyān (Farsça isim tam.) Dört kelimeden oluşan tamlama
Būsegāh-ı enbiyā (Farsça isim tam.) Tefevvuk-kerde-i ᶜarş-ı cenāb-ı kibriyā
Matlaᶜ-ı nur u ziya (Farsça isim tam.) (Farsça isim tam.)
Gazelde 14 tamlama kullanılmıştır. Bunlardan 9 tanesi Farsça isim tamlaması, 3 tanesi
Türkçe isim tamlaması kuralına göre oluşturulmuştur. Kullanılan 2 sıfat tamlamasından biri
Türkçe, diğeri Farsça‟dır. „Matlaᶜ-ı nur u ziya‟ tamlananı ortak olan 2 isim tamlamasıdır.
„Babü‟s-selamın sīneçāki‟ da tamlayanı Arapça isim tamlaması olan Türkçe bir isim
tamlamasıdır.
5.3. Gazelin Cümle Çeşitleri ve Yapıları
Nâbȋ‟nin 5 beyitlik bu gazelinde 15 cümle vardır. Cümlelerin çok ve kısa olması; şairin
anlamı uzatmadan, mesajı hemen verme düşüncesinden kaynaklanmasındandır. 11 isim
cümlesi, 4 fiil cümlesi kurulmuştur. Genelde devrik cümlelerle dikkat toplanmıştır. Anlam
ise hep olumlu olup ikisinde emir vardır. Emir kelimesiyle başlayan gazelde, önce dikkat
çekilerek, mana sonrakiler üzerinde yoğunlaştırılmıştır.
Tablo 6: Gazelin Cümle Çeşitleri
Cümle
Sayısı
Yüklemine
Göre
Öğe Dizilişine
Göre
Anlamına
Göre
Yapısına Göre
1.beyit 4 fiil
isim
isim
isim
devrik
devrik
kurallı
devrik
emir
olumlu
olumlu
olumlu
Basit
basit
basit
basit
2.beyit 3 isim
isim
isim
kurallı
devrik
devrik
Olumlu
olumlu
olumlu
basit
basit
basit
3.beyit 2 isim
isim
devrik
devrik
Olumlu
Olumlu
Basit
basit
4.beyit 3 fiil
fiil
isim
devrik
devrik
devrik
Olumlu
olumlu
olumlu
basit
basit
basit
5.beyit 3 fiil
isim
isim
devrik
kurallı
devrik
Emir
olumlu
olumlu
Basit
basit
basit
5.4. Gazelin Anlam İncelemesi
Nâbȋ‟nin “bu” redifli gazelin anlatım planında, kendi tarzını ortaya koyduğunu
görmekteyiz. Mesajlarında, açıklamalar yaparak alıcıyı düşünmeye sevkediyor. Bunu,
alıcıya yoğun duygularıyla ulaştırıyor. İletiyi etkin kılan, onun kuru bir öğreti olmasından
öte, hissettiklerini aktarmasıdır. Bütün olarak şiire bakılınca, anlatım planında bir tedricilik
görmekteyiz. Birinci beyitte bir sakındırmayla söze başlanmış fakat bunun nedenleri, 2.,3.
ve 4. beyitlerde kapsamlı kelimelerle ileti gönderilmiştir. Son beyitte ise, tekrar başa
dönülerek anlam teyid edilmiştir.
Tablo 7: Gazelin Anlatım Planı
Sonuç
Kendine has ifade tarzıyla bir ekol sahibi olan şair Yusuf Nâbȋ, çevreyle ilgili reel
gözlemleriyle ve hikemȋ söyleyişiyle çağının önde gelen şairlerindendir. Şiirin dış yapısını
“aziz” , iç yapısını da “e‟azz” olarak değerlendiren şair için mananın önemli olduğunu
biliyoruz. Bu düşüncede olan Nâbȋ‟nin çok geniş kesimlere ulaşmış bulunan, Hacda yazdığı
“bu” redifli ünlü gazelinin şerhine daha geniş kapsamlı bakmaya çalıştık. Bunun yanında
son zamanlarda daha da gelişen dilbilimi yöntemleriyle gazeli inceledik. “Mana”
düşünülerek yazılan bu gazelin yapısalcılık yöntemiyle de kusursuz olduğunu, genel bakış
açısıyla bakıldığında farklı güzelliklerin ortaya çıktığını gördük. Klasik şiirlerimizin
beyitler gönderici İletilen alıcı
1.beyit şair Burasının Habibullahın köyü olduğu,Allah‟ın tecelli
ettiği ve makam-ı Mustafa olduğundan edebin
terkedilmemesi gerektiği
ziyarete
gelenler
2.beyit şair Güneşin nurunu burdan aldığı, ayın da bu kapının aşığı
olduğu
Herkes
3.beyit şair Burasının arşda en üstün yerde olduğu, Rasulullahın
istirahatgahı olduğu
Herkes
4.beyit şair Mevcudatın bu toprağın nuruyla karanlıklardan
kurtulduğu
Herkes
5.beyit şair Nebilerin, kudsilerin bulunduğu bu yere girerken edebli
olunması gerektiği
Kendisi
“hazine” değerinde olduğunu, gelişen yeni metotlarla incelendiğinde, farklı güzellikler
keşfedileceğini düşünmekteyiz.
Kaynakça
Bilkan, A. (2007). Nabi Hayatı Sanatı Eserleri. Ankara: Akçağ.
Dağlar, A. (2007). Klasik Türk edebiyatı şerh geleneği ve hacı ibrahim efendinin şerh-i belagatine
dair. Turkish Studies, 162.
Gülen, F. (2001). Kalbin Zümrüt Tepeleri 2. İzmir: Nil.
Gülen, F. (2006). Kabe ve Ravza. Sızıntı, 2-4.
Gülen, F. (2008). Kalbin Zümrüt Tepeleri 4. İzmir: Çağlayan.
İpekten, H. (1999). Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz. İstanbul: Dergah Yayınları.
Kılıç, M. (2012). Sufi ve Şiir. İstanbul: İnsan.
Kıran, Z., & Kıran, A. (2010). Dilbilime Giriş. Ankara: Seçkin Yayınevi.
Özcan, N. (2013). Nabi Divanında Medine. Turkish Studies International Periodical For The
Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, pp. 2037-2047.
Pala, İ. (2009). Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü. İstanbul: Kapı.
Sak, İ., & Çetin, C. (2004, Ekim). XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda Osmanlı devletinde menziller ve
fonksiyonları. Türkiyat araştırmalrı Dergisi, p. 182.
Sami, Ş. (1901). Kamus-ı Türki. İstanbul: İkdam.
Şener, H. (2013, Kasım). Hayriyye-i Nabi’de Aktarılan Değerler. Turkish Studies, 8-1, pp. 2501-2524.
Yekbaş, H. (2008). Metin şerhi geleneği çerçevesinde şarihlerin divan şiirine bakışı . Türkiyat
Araştırmaları Dergisi(23), pp. 190,206.
Konular
- PARS DERGİSİ
- ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ
- KLÂSİK TÜRK EDEBİYATINDA ŞEM’Ü PERVÂNELER VE LÂMİ’Î ÇELEBÎ’NİN ŞEM’Ü PERVÂNE MESNEVİSİ
- FARS EDEBİYATINDA METAFİZİK YOLCULUKLAR
- شاعران فارسی سرای وفارسینويس ارزرومی
- تعلیم وتربیت ازمنظر سعدی
- توازن موسیقايی غزلهای سعدی
- YAŞAR KEMAL’İN İNCE MEMED ROMANI İLE SADIK ÇUBEK’İN TENGSİR ADLI ROMANININ KARŞILAŞTIRMASI
- YAVUZ SULTAN SELİM’İN DÎVÂNINDA OLMAYAN FARSÇA ŞİİRLERİ
- KÜÇÜKASYA’DA İSLAMİYET (DER İSLAM IN KLEIN ASIEN)
- ERKEN DÖNEM FARSÇA MESNEVİLERDE BEZM - IYRD.
- RÛDEKÎ-Yİ SEMERKANDÎ (Ö. 329/940)
- NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN ŞEYHÜLİSLÂM FEYZULLAH EFENDİ’YE FARSÇA METHİYELERİ
- HAYRETÎ DİVANINDA GEÇEN “GAM” KELİMELERİNİN TASARIMLARI
- BÂBÂ TÂHİR-İ HEMEDÂNÎ DİVANININ MEHDÎ-İ HAMÎDÎ NÜSHASINDA GEÇEN DOBEYTÎLERİ VE TÜRKÇE TERCÜMESİ
- EŞREFOĞLU RÛMÎ’NİN GAZELLERİNDE NASİHAT VE NEFİS MUHASEBESİ
- HÂB-I HAYÂL, AYINTABLI HÜSNÜ
- شاعران فارسیسرای و فارسینويس ارزرومی*
- مسئلة »مضمون« در شعر کودکان و نوجوانان
- مأخذ اصلی تمثیل خورندگان پیلبچهدرمثنوی
- وگرايی درهنر ايران
- NEF’Î’NİN TUHFETU’L-UŞŞÂK ADLI FARSÇA KASİDESİ
- ERKEN DÖNEM FARSÇA MESNEVİLERDE BEZM - IIYRD.
- DAKİKÎ-Yİ TUSÎ (Ö. 366/976)
- ÂRİF ÇELEBİ’NİN FARSÇA KASİDESİ VE TÜRKÇE ÇEVİRİSİ
- SÂİB-İ TEBRİZÎ’NİN ŞİİRLERİNDE GEÇEN “HÂB-I BAHÂR” TAMLAMASI ÜZERİNE
- ROMEN DİLİNDE KULLANILAN FARSÇA KELİMELER
- سینمای ایران
- آداب حرب مغول درتاریخ جهانگشای جوینی
- بررسی تطبیقی ضرب المثل های ترکی سنقر با ضرب المثل های زبان فارسی