Türkçe–Farsça İlişkileri Türkçenin Farsça Üzerindeki Etkilerine Dair Bir İnceleme
Balcı, Mustafa (2014), Çizgi Kitabevi Yayınları, 158 s., Konya.
*
Dünyadaki bütün diller, ister yaşayagelsinler ister yok olsunlar, uzun süren
tarihleri boyunca birtakım yasalara tabi olarak mevcudiyetlerini sürdürmüşlerdir. Dil
yasaları dediğimiz bu yasalar, tıpkı tabii ve insani dünyadaki yasalar gibidir. Dili
çepeçevre kuşatan bu yasalar, dilin tarihi akışına yön vererek onu şekillendirir. Bu temel
dil yasalarının en önemlilerinden biri, ilişki yasasıdır. Oluşun kaderinde var olan bu
ilişki yasası, tüm tabii, insani ve toplumsal gerçekliklere has bir olgu olarak insanın
beşeri ve tabii çevresiyle temasa geçmesini buyurmaktadır. İnsani bir gerçeklik olan dil
de bundan ari değildir. Dil de vücut bulduğu toplumla beraber civarındaki veya
uzaktaki, komşu olsun olmasın, toplumlarla temasa geçer, bu toplumların dilleriyle bir
kültür alışverişi de diyebileceğimiz alışverişlere girer, bu temasın neticesinde farklı dil
düzlemlerindeki dil unsurlarını sesten, eke, söz varlığından söz dizimine vb. alır verir.
Bir kader olan bu sürecin içinde dil, doğduğu andan itibaren daima bir oluş ve bozuluş
içerisinde değişir. Değişerek gelişir; hatta birçok dil örneğinde olduğu üzre ihtiyarlar ve
yok olur. Dilin bir canlı bir varlığa benzetilmesi de esas olarak bu kaçınılmaz oluş ve
bozuluş süreciyle ilgilidir. Dünya coğrafyasının ister daha merkezi bölgelerinde
konuşulan diller olsun isterse daha kenarda ve gözden ırak noktalarında konuşulan diller
olsun, hepsi bu ilişki ve değişim yasalarından belli derecelerde paylarını almışlardır. Bu
pay almadan nasiplenen dillerin en başında Türkçe geliyordur dersek de bir abartma
yapmış sayılmayız. Zira; Türkçe, hem eski bir dildir hem de oldukça geniş bir
coğrafyaya yayılmıştır. Bu tarihi yayılım sürecinde de Türkçe, dallanarak budaklanarak
başka dillerle ilişkiye geçerek değişmiş, zenginleşmiş ve bazı dalları kurusa da birçok
dalıyla bugünlere kadar gelebilmiştir.
Türkçe’nin uzun tarihi boyunca Asya, Avrupa ve Ortadoğu da temasa geçerek
ilişki kurduğu birçok dil bulunmaktadır. Farklı sebeplerle ilişki kurulan bu diller
arasında, Ermenice’den Sırpça’ya, Rusça’dan Moğolca’ya, modern dönemlerde de
Fransızca ve İngilizce’ye kadar birçok irili ufaklı dil bulunmaktadır. Bu diller içerisinde
özellikle birkaçı, Türkçe’nin yüzlerce yıl boyunca yakın ilişkide bulunması itibariyle
daha bir önem arz etmektedir. Arapça bunlardan biridir, Farsça bunlardan biridir. Bu iki
dille de Türkçe, aynı medeniyet havzasına ait olmanın getirdiği ortak hayat sonucu,
yoğun kültürel ve dilsel münasebetlere girmiş, alışverişlerde bulunmuştur. Bu iki dilden
Arapça’nın Türkçe’yle teması İslamiyet sonrası başlamasına rağmen Farsça’nın
Türkçe’yle teması ise İslam öncesi devirlere kadar uzanmaktadır. Zira gerek bugünkü
İran coğrafyasında gerekse de bugünkü Orta Asya’da Türkler ve İranlılar içiçe ve
komşu olarak yüzlerce yıl ortak bir yaşam sürmüşlerdir. Bu ortak yaşam ve tecrübe,
* Ordu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Böl. Yüksek Lisans Öğrencisi
- 197 -
İslam sonrasında ise daha da yoğunlaşarak bugünlere kadar gelmiştir. Bunun
sonucunda, birçok dil ve kültür unsuru karşılıklı ödünç alınmıştır. Bugünkü dilimizde
kullandığımız birçok Arapça kelimenin de Farsça üzerinden alındığı dikkate alınırsa
Farsça’nın Türkçe için ifade ettiği anlam daha iyi anlaşılabilecektir. İlavece; hem
Anadolu Türkçesi’nde hem Azerbaycan Türkçesi’nde hem de diğer Orta Asya Türk
lehçelerinde yüzlerce Farsça söz ve unsur halen canlı bir biçimde hayatiyetini
sürdürmektedir. Bugün Anadolu Türkçesi’nde kullandığımız “namaz, oruç, peygamber,
günah, ateş, çeşme, merdiven, çoban, gül, bülbül, düşman vb.” kelimeler, Türkçe’nin
Farsça’yla devamedegelen yüzlerce yıllık yoldaşlığının sadece birkaç numunesidir.
Aynı kelimelerin hemen hemen benzer biçimlerinin gerek Azerbaycan gerekse de Orta
Asya Türkçelerinde bulunduğu da vakidir.
Türkçe’yle Farsça arasındaki gerek tarihten gelen gerekse günümüzde de devam
edegelen bu kadar sıkı ilişkiye rağmen; iki dil arasındaki ilişkilerin ve ödünçlemelerin
yeteri kadar araştırıldığı söylenemez. Yapılan incelemelere bakıldığında ise; bu
incelemelerin Farsça’nın Türkçe üzerindeki etkilerine dair olduğu görülecektir. Oysa;
yüzyıllar boyu iç içe yaşamış iki dilden biri olan Farsça kadar Türkçe de etkileyen taraf
olagelmiştir. İşte; zaten az incelenen bir alandaki bu boşluğu doldurmak üzere yeni
yayımlanan “Türkçe-Farsça İlişkileri” adlı kitap, Türkçe’nin Farsça üzerindeki etkilerini
incelemekte ve bu alana bir giriş niteliği taşımaktadır.
Kitap, esas olarak üç ana kısımdan oluşmaktadır: Türkçe ile diğer diller
arasındaki ilişkilerin tarihçesi, Türkçe’nin Farsça üzerindeki etkileri ve kaynakça ile
Farsçadaki Türkçe unsurların yer aldığı dizin vb. bölümler. Birinci kısımda yer alan
bölümler bir nevi konuya hazırlayıcı özelliği göstermektedirler. Bu kısmın birinci
bölümünün başlığı “Türkçe ve Komşu Diller”dir. Bu kısa bölümde yazar, bize kuşbakışı
Türkçe’nin farklı zaman ve mekanlarda temas ettiği dillere dair bilgiler vermektedir.
Soğdca’dan Toharca’ya Moğolca’dan Arapça’ya varıncaya dek onlarca dil ile
Türkçe’nin teması, bu bölümde yazarca, örneklemeli olarak verilmektedir. İkinci
bölümün başlığı “Avrupa Merkezcilik ve Türkiyat Çalışmaları” adını taşımaktadır.
Yazar, bu bölümde Avrupa merkezciliğin dil ve tarih alanındaki görünümlerini
şiddetlice eleştirmektedir. Edward Said ve Samir Amin gibi sosyal bilimcilerin
çalışmaları sayesinde künhüne vakıf olduğumuz “Avrupa merkezcilik” kavramı, tüm
tarihsel şablonu ve toplumsal olguları Avrupa nokta-i nazarından değerlendiren bir
düşünme ve görme biçimidir. Bu görme biçiminin birçok dil ve tarihçi tarafından
uygulandığı en önemli sahalardan birisinin “Türkiyat” olduğunu belirten yazar, “Ari
tezi” diye de bilinen “Hint-Avrupa” tezinin birçok gerçeği tahrif ettiğini ve başta
Türkler olmak üzere diğer halkları barbar, edilgen, uygarlıktan yoksun vb. niteliklerle
tanımlayan perdeleyici ve önyargılı bir tez olduğunu vurgulamaktadır. Bu teze göre
Türkler, Orta Asya’nın yerlisi değillerdir. Daha doğudaki bir noktadan göçerek
Avrasya’nın geniş bölgelerine yayılmışlardır. Orta Asya’da bulunan eski arkeolojik
kültürler “İrani”lere aittir. Hunların Türklüğü şüphelidir. Hakkında yeteri kadar delil
- 198 -
bulunmayan birçok bozkır halkı İrani’dir. Atı evcilleştiren Aryanilerin atalarıdır.
Türkler, zamanla Orta Asya’daki İranileri asimile ederek onların kültürlerini
sahiplenmişlerdir. Türkler göçebe çobanlar olarak tarıma dayalı yerleşik İrani kentlerini
istila ederek onların mirasına konmuşlardır. Tarih alanındaki bu Avrupa merkezci
bilgilerin yanlışlığına işaret eden yazar, bu tarihi bağlamda dünyaca ünlü tarihçi Peter
Golden’in adını anar ve onun bazı ifadelerinden hareketle hem eleştirilerini hem de
kendi değerlendirmelerini sunar. Tarih alanındaki bu eleştiri ve tespitlerinden sonra
yazar, aynı tezin, esas incelediği alan olan dil alanındaki görünümlerinin tespit ve
eleştirisine yönelir. Türkçe ile diğer diller arasındaki ilişkilere değinen yazar, Avrupa
merkezci bakışın altındaki çoğu Avrupalı Türkologun – Peter Golden, Andras Rona
Tas, Lars Johansson vb. – Türkçe’yi hep edilgen bir dil olarak gördüklerini, kökeni
ihtilaflı kelimelerde bu kelimeleri hep Türkçe dışındaki dillere – özellikle de Hint
Avrupa dilleri olan Soğdca, Toharca, Farsça vb. – ait kıldıklarını söyleyerek
yakınmaktadır. Bu şarkiyatçı bakışa göre Türkçe “kes-“ ve “yap-“ fiilleri, Toharca’dan,
“yabgu” sözü ise muhtemelen “Soğdca”dan alınmadır. Tüm bu örnekler üzerinde
konuyu tartışan yazar, Türkçe’nin dil ilişkilerinde hep edilgin bir konumda tutulmaya
çalışılmasının bilinçli bir tercih olduğunu da sözlerine ekler. Üçüncü bölüm, “ Türk –
Fars İlişkilerinin Başlangıcı” dır. Bu bölümde yazar, Türklerle Farsların ilişkilerinin üç
bin yıla kadar uzandığını belirterek bu ilişkilerin eskiliğini vurgular. Öyle ki bu ilişkiler
destanlara kadar sinmiştir. Alp Er Tunga destanı, İslam öncesi İran-Turan savaşlarını
anlatır. Keza Hunlar ve Göktürkler döneminde Sasanilerle birçok savaş vuku bulmuştur.
İslamiyet’in kabulünden sonra ise bu ilişkiler bambaşka bir seyir izlemiştir. Gazneliler
ve Selçuklularla başlayan İran’daki Türk egemenliği 20. yüzyıla kadar kesintisizce
devam etmiştir. Türkçe bu bin yıllık süre zarfında hem askeri-yönetici tabakanın hem de
İran’ a göçen başta Oğuzlar olmak üzere birçok Türk topluluk ve boyunun konuştuğu
bir dil olagelmiştir. Üç bin yıla kadar uzanan bu tarihi serencamı özetleyen yazar, haklı
olarak, bu sürecin tek taraflı olarak işleyemeyeceğini Türkçe’nin Farsça’dan etkilendiği
kadar, Farsça’nın da bu süreçte, Türkçe’ den etkilendiğini belirtir. Bu çerçevede biz de
Türkçe’nin ve Türklerin İran coğrafyasındaki eskiliğini göstermesi bakımından 1968
yılında Alman Türkolog Gerhard Doerfer tarafından keşfedilen Halaç Türkçesini
zikredelim. İran’ın orta kısımlarında sayıları oldukça azalmış küçük bir Türk
topluluğunun dili olan Halaçça’da Türkçe’nin en arkaik yapıları ve unsurları bugüne
kadar varlığını koruyarak ulaşmıştır. Öyle ki; Türkçe’nin en eski lehçelerinden biri
kabul edilen bu lehçede, ana Altayca’da var olduğu kabul edilen ses denkliklerine dahi
rastlanılmaktadır. Dördüncü bölüm, “Diller Arasındaki İlişkiler” başlığını taşımaktadır.
Bu bölümde dillerin birbirleriyle temasına yol açan sebepler tartışılır. Başta dini
sebepler olmak üzere, hayat tarzı, coğrafya, ticaret, siyaset vb. sebeplerin dillerin
temasına yol açtıkları belirtilir. Türkçe’nin siyasi ve askeri sebeplerle uzun yüzyıllar
boyunca İran’da başat dil olduğu vurgulanır.
İkinci kısımda Türkçe’nin Farsça üzerindeki tesirlerine yer verilir. Bu kısmın
birinci bölümünün başlığı “Yeni Farsçanın Oluşumunda Türk Etkisi” başlığını
- 199 -
taşımaktadır. İslamiyetten sonra Arapça’nın yoğun tesiriyle oluşan yeni Farsça’da
Türkçenin de önemlice etkileri olduğu yazarca belirtilir. Bu kısmın ikinci bölümü “
Türkçenin komşu dillerle etkileşimi” adını taşımaktadır. Yazara göre Türkçenin bu
kadar etkileyici olmasını sağlayan unsurların başında Türkçe konuşurlarının çokluğu
gelmektedir. Bir diğer sebep ise; Türkçenin devlet erkini ve siyasi gücü elinde
bulunduran hakim sınıfın dili olmasıdır. Dil ilişkilerine yapısal metodla yaklaşarak bu
konuya dönük bir kuram oluşturan Lars Johansson’un kuramına da değinen yazar,
Johansson’un dillerin etkileşimine uyguladığı temel iki kavram olan “ çekicilik” ve “
kopyalama” kavramlarını Türkçe-Farsça ilişkileri bağlamında tartışır ve bu ilişkilerin
sadece bu kavramlar etrafında izah edilebilmesinin mümkün olmadığını belirtir. TürkçeFarsça
ilişkileri bağlamında Doerfer’in görüşlerine de yer veren yazar, onun Farsça’nın
çoktandır Türk dili tipine meylettiği ve hiç de Hint-Avrupai olmayan bir görünüme
sahip olduğu tespitini aktarır. Bu yakınlaşmanın derecesi özellikle sentaks düzeyinde
görülebilmekte ve bu da Eski Farsça dönemine kadar uzanmaktadır. Yine; Doerfer’e
göre, bir İran dili olan Tacikçe teşekkül etmekte olan bir Türk dilidir. Üçüncü bölüm “
Türkçenin Farsçadaki Etkileri” adını taşımaktadır. Bu bölümde ilk olarak, ses
alanındaki etkilere değinilir. Farsçada olmayan ve Arap alfabesinde kaf harfiyle
gösterilen art damak k sesi ile tı harfiyle gösterilen art damak t sesinin Türkçe’nin
tesiriyle Farsça’ya girdiği ve bu harfleri taşıyan kelimelerin çoğunlukla Türkçe
olabileceği düşüncesi serdedilir. Bir başka tesir ise; Arapça’dan giren ve karmaşık sesler
olduğu belirtilen zel, dat, zı, ha ve peltek s seslerinin Farsça’da, tıpkı Türkçe’de olduğu
gibi sadeleşerek tekil seslere dönüşmesidir. Bu seslerden bazılarının Hint-Avrupa
dillerinde ve Eski Farsça’da bulunduğu, Orta ve Yeni Farsça dönemlerinde ise bu
seslerin farklılaştığı da ilave edilir. Ses etkileşimleri yanında bir başka etkileşim alanı
ise söz varlığıdır. Yazarın belirttiğine göre, taranmış sözlükler itibariyle 1260 sözün
Türkçe’den Farsça’ya geçtiği görülmektedir. Bu kelimelerin çoğunluğu isim
cinsindendir. Bu sözlerin yanında bazı isimden isim yapan ekler de Farsça’ya geçmiştir.
Bu eklerin en yaygın kullanılanları –çi, -lik, -li, -siz ve –daş ekleridir: pa-daş
“ayakdaş/arkadaş”, şehr-taş “ hemşehri”, aparat-çi “ fotoğrafçı” vb. Bu eklerin yanında
Farsça’da bugün kullanılan I.tekil şahıs zamiri “men” ile III.tekil şahıs zamiri “u/o” nun
Türkçe’den geçmesinin kuvvetle muhtemel olduğu da belirtilir. İsimlerin yanında
Türkçe filler de Farsça’da kendisine yer bulmuştur: aşamiden “ yiyip içmek”, tepiden
“tepmek/vurmak”, guçiden “göçmek”, kapiden “kapmak/tutmak”, çapiden “çapmak,
yağmalamak, basmak” vb. Yine; kerden, şoden gibi Farsça yardımcı fillere getirilen
Türkçe fiillerle kurulmuş 140 civarında birleşik fiil de bulunmaktadır: alda kerden “
aldatmak, dolandırmak” çak şoden “ şişmanlamak”, basma kerden “ basmak/tab etmek”,
çatme zeden “ tüfek çatmak” vb. Bu bölümün sonunda söz dizimi benzerliklerine
değinilir. Bilindiği üzre Hint-Avrupa dillerinde cümlenin söz dizimi, özne – yüklem –
tamlayıcılar şeklindedir. Farsça da bir Hint-Avrupa dili olmasına rağmen, bu dizime
uygunluk göstermez; tıpkı Türkçe gibi özne – tamlayıcılar – yüklem dizilişi gösterir.
Farsça’nın bu söz diziminin, Eski Farsça döneminden itibaren Türkçe’nin tesiriyle
değişerek ortaya çıktığı belirtilir. Yazar, bu savını delillendiriken Farsça’nın en yakın
- 200 -
akrabası olan Kürtçe’ye başvurur. Kürtçe’nin söz diziminin Hint-Avrupa dillerinin
klasik karakterini taşıması; ama Farsça’nın Türkçe gibi dizimlenmesi dayanak noktası
olur. Yazar, bu noktada önemli bir duruma işaret ederek benzerlikler de kurar. İki
ihtimalden bahseder ve bu iki ihtimal dahilinde söz dizimi kaymalarının gerçekleşmiş
olabileceğini belirtir. Ya ana dili Farsça olanlar Türkçe’nin tesiriyle kendi asli söz
dizimlerini değiştirmişlerdir ya da ana dili Türkçe olanlar Farsça’yı da konuştuklarından
kendi dillerinin söz dizimini Farsça’ya taşımışlardır. Burada Türkçe’nin Rumeli ve
Anadolu- misalen; Doğu Karadeniz - ağızlarının da benzer niteliklere haiz olduğu
belirtilir. Bu bağlamda benzer bir çağrışım olarak, Gagavuz Türkçesi’nin söz diziminin
Slav dilleriyle benzeştiğini hatırlatmakta fayda bulunmaktadır. Bu durumun çözümü
kanımızca, daha geniş tarihsel, dilsel ve etnik araştırmalarla açığa kavuşabilecektir.
Farsça’nın mevcut söz diziminin Türkçe’yle benzeştiği bir başka alan da kelime
öbekleridir. Türkçe tamlama yapısı, tamlayan – tamlanan şeklindedir. Hint-Avrupa
dillerinde ise bu yapı; tamlanan – tamlayan şekline bürünmektedir. Farsça da bu klasik
yapıya uygunluk göstermektedir. Ki; Osmanlı Türkçesi’ndeki Farsça yapılı
tamlamaların - gerek isim gerekse sıfat tamlaması olsun - dizilişi de böyledir. Lakin;
yazara göre, Farsça’da bu yönden bir ikilik bulunmaktadır. Birçok sıfat tamlamasında
sıfat unsuru başa gelmektedir: diğer haberha “diğer haberler”. Yine; Farsça’da bir
tamlama türü olarak bulunan ters çevrilmiş isim ve sıfat tamlamalarının ortaya
çıkmasında da Türkçe’nin tesirinin kuvvetle bulunabileceği belirtilir: bed uğur “kötü
uğurlu”. Bu söz dizimsel değişikliklerin ortaya çıkmasında Orta ve Yeni Farsça yazı
dillerinin başlangıcında Türkçe’den Farsça’ya yapılan tercümelerin de katkısı olmuştur.
Ayrıca; Eski Farsça dönemine ait olan “Avesta” metinlerinin söz dizimi de Türkçe’nin
söz dizimine yaklaşan özellikler göstermektedir. Yazar, bu vesile ile bir dönem
tartışılan “devrik cümle” ye de değinerek, cumhuriyetin ilk yıllarında basın yayın ve
kültür sanat ortamlarında baskın olan devrik cümle eğiliminin Balkan Harpleri ve nüfus
mübadeleleriyle İstanbul’a göçen Balkan kökenli okumuş muhacirlerce başlatılıp
sürdürüldüğünü tespit eder.
Kitabın son kısmı “Farsçadaki Türkçe Unsurlar Dizini” başlığını taşımaktadır.
A’dan Z’ye kadar önemlice bir söz varlığının dizinlendiği bu kısma göz gezdirildiğinde,
onlarca Türkçe sözün Farsça’da kendine yer bulduğu görülmektedir.
Türkçe ile Farsça’nın benzerlikleri ve tarihi ilişkileri çok boyutlu olarak
araştırılmayı beklemektedir. Her iki dilin tarihi metinleri üzerine ses, yapı, söz varlığı,
söz dizimi vs. yönlerden mukayeseli olarak değişik çalışmaların ortaya konulması
elzemdir. Bu manada gerek Türk dili ve edebiyatı gerekse Fars dili ve edebiyatı
bölümlerinde Eski, Orta ve Yeni Farsça alanlarında çalışmalara imza atacak
araştırmacıların yetişmesi gerekmektedir.
*
Dünyadaki bütün diller, ister yaşayagelsinler ister yok olsunlar, uzun süren
tarihleri boyunca birtakım yasalara tabi olarak mevcudiyetlerini sürdürmüşlerdir. Dil
yasaları dediğimiz bu yasalar, tıpkı tabii ve insani dünyadaki yasalar gibidir. Dili
çepeçevre kuşatan bu yasalar, dilin tarihi akışına yön vererek onu şekillendirir. Bu temel
dil yasalarının en önemlilerinden biri, ilişki yasasıdır. Oluşun kaderinde var olan bu
ilişki yasası, tüm tabii, insani ve toplumsal gerçekliklere has bir olgu olarak insanın
beşeri ve tabii çevresiyle temasa geçmesini buyurmaktadır. İnsani bir gerçeklik olan dil
de bundan ari değildir. Dil de vücut bulduğu toplumla beraber civarındaki veya
uzaktaki, komşu olsun olmasın, toplumlarla temasa geçer, bu toplumların dilleriyle bir
kültür alışverişi de diyebileceğimiz alışverişlere girer, bu temasın neticesinde farklı dil
düzlemlerindeki dil unsurlarını sesten, eke, söz varlığından söz dizimine vb. alır verir.
Bir kader olan bu sürecin içinde dil, doğduğu andan itibaren daima bir oluş ve bozuluş
içerisinde değişir. Değişerek gelişir; hatta birçok dil örneğinde olduğu üzre ihtiyarlar ve
yok olur. Dilin bir canlı bir varlığa benzetilmesi de esas olarak bu kaçınılmaz oluş ve
bozuluş süreciyle ilgilidir. Dünya coğrafyasının ister daha merkezi bölgelerinde
konuşulan diller olsun isterse daha kenarda ve gözden ırak noktalarında konuşulan diller
olsun, hepsi bu ilişki ve değişim yasalarından belli derecelerde paylarını almışlardır. Bu
pay almadan nasiplenen dillerin en başında Türkçe geliyordur dersek de bir abartma
yapmış sayılmayız. Zira; Türkçe, hem eski bir dildir hem de oldukça geniş bir
coğrafyaya yayılmıştır. Bu tarihi yayılım sürecinde de Türkçe, dallanarak budaklanarak
başka dillerle ilişkiye geçerek değişmiş, zenginleşmiş ve bazı dalları kurusa da birçok
dalıyla bugünlere kadar gelebilmiştir.
Türkçe’nin uzun tarihi boyunca Asya, Avrupa ve Ortadoğu da temasa geçerek
ilişki kurduğu birçok dil bulunmaktadır. Farklı sebeplerle ilişki kurulan bu diller
arasında, Ermenice’den Sırpça’ya, Rusça’dan Moğolca’ya, modern dönemlerde de
Fransızca ve İngilizce’ye kadar birçok irili ufaklı dil bulunmaktadır. Bu diller içerisinde
özellikle birkaçı, Türkçe’nin yüzlerce yıl boyunca yakın ilişkide bulunması itibariyle
daha bir önem arz etmektedir. Arapça bunlardan biridir, Farsça bunlardan biridir. Bu iki
dille de Türkçe, aynı medeniyet havzasına ait olmanın getirdiği ortak hayat sonucu,
yoğun kültürel ve dilsel münasebetlere girmiş, alışverişlerde bulunmuştur. Bu iki dilden
Arapça’nın Türkçe’yle teması İslamiyet sonrası başlamasına rağmen Farsça’nın
Türkçe’yle teması ise İslam öncesi devirlere kadar uzanmaktadır. Zira gerek bugünkü
İran coğrafyasında gerekse de bugünkü Orta Asya’da Türkler ve İranlılar içiçe ve
komşu olarak yüzlerce yıl ortak bir yaşam sürmüşlerdir. Bu ortak yaşam ve tecrübe,
* Ordu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Böl. Yüksek Lisans Öğrencisi
- 197 -
İslam sonrasında ise daha da yoğunlaşarak bugünlere kadar gelmiştir. Bunun
sonucunda, birçok dil ve kültür unsuru karşılıklı ödünç alınmıştır. Bugünkü dilimizde
kullandığımız birçok Arapça kelimenin de Farsça üzerinden alındığı dikkate alınırsa
Farsça’nın Türkçe için ifade ettiği anlam daha iyi anlaşılabilecektir. İlavece; hem
Anadolu Türkçesi’nde hem Azerbaycan Türkçesi’nde hem de diğer Orta Asya Türk
lehçelerinde yüzlerce Farsça söz ve unsur halen canlı bir biçimde hayatiyetini
sürdürmektedir. Bugün Anadolu Türkçesi’nde kullandığımız “namaz, oruç, peygamber,
günah, ateş, çeşme, merdiven, çoban, gül, bülbül, düşman vb.” kelimeler, Türkçe’nin
Farsça’yla devamedegelen yüzlerce yıllık yoldaşlığının sadece birkaç numunesidir.
Aynı kelimelerin hemen hemen benzer biçimlerinin gerek Azerbaycan gerekse de Orta
Asya Türkçelerinde bulunduğu da vakidir.
Türkçe’yle Farsça arasındaki gerek tarihten gelen gerekse günümüzde de devam
edegelen bu kadar sıkı ilişkiye rağmen; iki dil arasındaki ilişkilerin ve ödünçlemelerin
yeteri kadar araştırıldığı söylenemez. Yapılan incelemelere bakıldığında ise; bu
incelemelerin Farsça’nın Türkçe üzerindeki etkilerine dair olduğu görülecektir. Oysa;
yüzyıllar boyu iç içe yaşamış iki dilden biri olan Farsça kadar Türkçe de etkileyen taraf
olagelmiştir. İşte; zaten az incelenen bir alandaki bu boşluğu doldurmak üzere yeni
yayımlanan “Türkçe-Farsça İlişkileri” adlı kitap, Türkçe’nin Farsça üzerindeki etkilerini
incelemekte ve bu alana bir giriş niteliği taşımaktadır.
Kitap, esas olarak üç ana kısımdan oluşmaktadır: Türkçe ile diğer diller
arasındaki ilişkilerin tarihçesi, Türkçe’nin Farsça üzerindeki etkileri ve kaynakça ile
Farsçadaki Türkçe unsurların yer aldığı dizin vb. bölümler. Birinci kısımda yer alan
bölümler bir nevi konuya hazırlayıcı özelliği göstermektedirler. Bu kısmın birinci
bölümünün başlığı “Türkçe ve Komşu Diller”dir. Bu kısa bölümde yazar, bize kuşbakışı
Türkçe’nin farklı zaman ve mekanlarda temas ettiği dillere dair bilgiler vermektedir.
Soğdca’dan Toharca’ya Moğolca’dan Arapça’ya varıncaya dek onlarca dil ile
Türkçe’nin teması, bu bölümde yazarca, örneklemeli olarak verilmektedir. İkinci
bölümün başlığı “Avrupa Merkezcilik ve Türkiyat Çalışmaları” adını taşımaktadır.
Yazar, bu bölümde Avrupa merkezciliğin dil ve tarih alanındaki görünümlerini
şiddetlice eleştirmektedir. Edward Said ve Samir Amin gibi sosyal bilimcilerin
çalışmaları sayesinde künhüne vakıf olduğumuz “Avrupa merkezcilik” kavramı, tüm
tarihsel şablonu ve toplumsal olguları Avrupa nokta-i nazarından değerlendiren bir
düşünme ve görme biçimidir. Bu görme biçiminin birçok dil ve tarihçi tarafından
uygulandığı en önemli sahalardan birisinin “Türkiyat” olduğunu belirten yazar, “Ari
tezi” diye de bilinen “Hint-Avrupa” tezinin birçok gerçeği tahrif ettiğini ve başta
Türkler olmak üzere diğer halkları barbar, edilgen, uygarlıktan yoksun vb. niteliklerle
tanımlayan perdeleyici ve önyargılı bir tez olduğunu vurgulamaktadır. Bu teze göre
Türkler, Orta Asya’nın yerlisi değillerdir. Daha doğudaki bir noktadan göçerek
Avrasya’nın geniş bölgelerine yayılmışlardır. Orta Asya’da bulunan eski arkeolojik
kültürler “İrani”lere aittir. Hunların Türklüğü şüphelidir. Hakkında yeteri kadar delil
- 198 -
bulunmayan birçok bozkır halkı İrani’dir. Atı evcilleştiren Aryanilerin atalarıdır.
Türkler, zamanla Orta Asya’daki İranileri asimile ederek onların kültürlerini
sahiplenmişlerdir. Türkler göçebe çobanlar olarak tarıma dayalı yerleşik İrani kentlerini
istila ederek onların mirasına konmuşlardır. Tarih alanındaki bu Avrupa merkezci
bilgilerin yanlışlığına işaret eden yazar, bu tarihi bağlamda dünyaca ünlü tarihçi Peter
Golden’in adını anar ve onun bazı ifadelerinden hareketle hem eleştirilerini hem de
kendi değerlendirmelerini sunar. Tarih alanındaki bu eleştiri ve tespitlerinden sonra
yazar, aynı tezin, esas incelediği alan olan dil alanındaki görünümlerinin tespit ve
eleştirisine yönelir. Türkçe ile diğer diller arasındaki ilişkilere değinen yazar, Avrupa
merkezci bakışın altındaki çoğu Avrupalı Türkologun – Peter Golden, Andras Rona
Tas, Lars Johansson vb. – Türkçe’yi hep edilgen bir dil olarak gördüklerini, kökeni
ihtilaflı kelimelerde bu kelimeleri hep Türkçe dışındaki dillere – özellikle de Hint
Avrupa dilleri olan Soğdca, Toharca, Farsça vb. – ait kıldıklarını söyleyerek
yakınmaktadır. Bu şarkiyatçı bakışa göre Türkçe “kes-“ ve “yap-“ fiilleri, Toharca’dan,
“yabgu” sözü ise muhtemelen “Soğdca”dan alınmadır. Tüm bu örnekler üzerinde
konuyu tartışan yazar, Türkçe’nin dil ilişkilerinde hep edilgin bir konumda tutulmaya
çalışılmasının bilinçli bir tercih olduğunu da sözlerine ekler. Üçüncü bölüm, “ Türk –
Fars İlişkilerinin Başlangıcı” dır. Bu bölümde yazar, Türklerle Farsların ilişkilerinin üç
bin yıla kadar uzandığını belirterek bu ilişkilerin eskiliğini vurgular. Öyle ki bu ilişkiler
destanlara kadar sinmiştir. Alp Er Tunga destanı, İslam öncesi İran-Turan savaşlarını
anlatır. Keza Hunlar ve Göktürkler döneminde Sasanilerle birçok savaş vuku bulmuştur.
İslamiyet’in kabulünden sonra ise bu ilişkiler bambaşka bir seyir izlemiştir. Gazneliler
ve Selçuklularla başlayan İran’daki Türk egemenliği 20. yüzyıla kadar kesintisizce
devam etmiştir. Türkçe bu bin yıllık süre zarfında hem askeri-yönetici tabakanın hem de
İran’ a göçen başta Oğuzlar olmak üzere birçok Türk topluluk ve boyunun konuştuğu
bir dil olagelmiştir. Üç bin yıla kadar uzanan bu tarihi serencamı özetleyen yazar, haklı
olarak, bu sürecin tek taraflı olarak işleyemeyeceğini Türkçe’nin Farsça’dan etkilendiği
kadar, Farsça’nın da bu süreçte, Türkçe’ den etkilendiğini belirtir. Bu çerçevede biz de
Türkçe’nin ve Türklerin İran coğrafyasındaki eskiliğini göstermesi bakımından 1968
yılında Alman Türkolog Gerhard Doerfer tarafından keşfedilen Halaç Türkçesini
zikredelim. İran’ın orta kısımlarında sayıları oldukça azalmış küçük bir Türk
topluluğunun dili olan Halaçça’da Türkçe’nin en arkaik yapıları ve unsurları bugüne
kadar varlığını koruyarak ulaşmıştır. Öyle ki; Türkçe’nin en eski lehçelerinden biri
kabul edilen bu lehçede, ana Altayca’da var olduğu kabul edilen ses denkliklerine dahi
rastlanılmaktadır. Dördüncü bölüm, “Diller Arasındaki İlişkiler” başlığını taşımaktadır.
Bu bölümde dillerin birbirleriyle temasına yol açan sebepler tartışılır. Başta dini
sebepler olmak üzere, hayat tarzı, coğrafya, ticaret, siyaset vb. sebeplerin dillerin
temasına yol açtıkları belirtilir. Türkçe’nin siyasi ve askeri sebeplerle uzun yüzyıllar
boyunca İran’da başat dil olduğu vurgulanır.
İkinci kısımda Türkçe’nin Farsça üzerindeki tesirlerine yer verilir. Bu kısmın
birinci bölümünün başlığı “Yeni Farsçanın Oluşumunda Türk Etkisi” başlığını
- 199 -
taşımaktadır. İslamiyetten sonra Arapça’nın yoğun tesiriyle oluşan yeni Farsça’da
Türkçenin de önemlice etkileri olduğu yazarca belirtilir. Bu kısmın ikinci bölümü “
Türkçenin komşu dillerle etkileşimi” adını taşımaktadır. Yazara göre Türkçenin bu
kadar etkileyici olmasını sağlayan unsurların başında Türkçe konuşurlarının çokluğu
gelmektedir. Bir diğer sebep ise; Türkçenin devlet erkini ve siyasi gücü elinde
bulunduran hakim sınıfın dili olmasıdır. Dil ilişkilerine yapısal metodla yaklaşarak bu
konuya dönük bir kuram oluşturan Lars Johansson’un kuramına da değinen yazar,
Johansson’un dillerin etkileşimine uyguladığı temel iki kavram olan “ çekicilik” ve “
kopyalama” kavramlarını Türkçe-Farsça ilişkileri bağlamında tartışır ve bu ilişkilerin
sadece bu kavramlar etrafında izah edilebilmesinin mümkün olmadığını belirtir. TürkçeFarsça
ilişkileri bağlamında Doerfer’in görüşlerine de yer veren yazar, onun Farsça’nın
çoktandır Türk dili tipine meylettiği ve hiç de Hint-Avrupai olmayan bir görünüme
sahip olduğu tespitini aktarır. Bu yakınlaşmanın derecesi özellikle sentaks düzeyinde
görülebilmekte ve bu da Eski Farsça dönemine kadar uzanmaktadır. Yine; Doerfer’e
göre, bir İran dili olan Tacikçe teşekkül etmekte olan bir Türk dilidir. Üçüncü bölüm “
Türkçenin Farsçadaki Etkileri” adını taşımaktadır. Bu bölümde ilk olarak, ses
alanındaki etkilere değinilir. Farsçada olmayan ve Arap alfabesinde kaf harfiyle
gösterilen art damak k sesi ile tı harfiyle gösterilen art damak t sesinin Türkçe’nin
tesiriyle Farsça’ya girdiği ve bu harfleri taşıyan kelimelerin çoğunlukla Türkçe
olabileceği düşüncesi serdedilir. Bir başka tesir ise; Arapça’dan giren ve karmaşık sesler
olduğu belirtilen zel, dat, zı, ha ve peltek s seslerinin Farsça’da, tıpkı Türkçe’de olduğu
gibi sadeleşerek tekil seslere dönüşmesidir. Bu seslerden bazılarının Hint-Avrupa
dillerinde ve Eski Farsça’da bulunduğu, Orta ve Yeni Farsça dönemlerinde ise bu
seslerin farklılaştığı da ilave edilir. Ses etkileşimleri yanında bir başka etkileşim alanı
ise söz varlığıdır. Yazarın belirttiğine göre, taranmış sözlükler itibariyle 1260 sözün
Türkçe’den Farsça’ya geçtiği görülmektedir. Bu kelimelerin çoğunluğu isim
cinsindendir. Bu sözlerin yanında bazı isimden isim yapan ekler de Farsça’ya geçmiştir.
Bu eklerin en yaygın kullanılanları –çi, -lik, -li, -siz ve –daş ekleridir: pa-daş
“ayakdaş/arkadaş”, şehr-taş “ hemşehri”, aparat-çi “ fotoğrafçı” vb. Bu eklerin yanında
Farsça’da bugün kullanılan I.tekil şahıs zamiri “men” ile III.tekil şahıs zamiri “u/o” nun
Türkçe’den geçmesinin kuvvetle muhtemel olduğu da belirtilir. İsimlerin yanında
Türkçe filler de Farsça’da kendisine yer bulmuştur: aşamiden “ yiyip içmek”, tepiden
“tepmek/vurmak”, guçiden “göçmek”, kapiden “kapmak/tutmak”, çapiden “çapmak,
yağmalamak, basmak” vb. Yine; kerden, şoden gibi Farsça yardımcı fillere getirilen
Türkçe fiillerle kurulmuş 140 civarında birleşik fiil de bulunmaktadır: alda kerden “
aldatmak, dolandırmak” çak şoden “ şişmanlamak”, basma kerden “ basmak/tab etmek”,
çatme zeden “ tüfek çatmak” vb. Bu bölümün sonunda söz dizimi benzerliklerine
değinilir. Bilindiği üzre Hint-Avrupa dillerinde cümlenin söz dizimi, özne – yüklem –
tamlayıcılar şeklindedir. Farsça da bir Hint-Avrupa dili olmasına rağmen, bu dizime
uygunluk göstermez; tıpkı Türkçe gibi özne – tamlayıcılar – yüklem dizilişi gösterir.
Farsça’nın bu söz diziminin, Eski Farsça döneminden itibaren Türkçe’nin tesiriyle
değişerek ortaya çıktığı belirtilir. Yazar, bu savını delillendiriken Farsça’nın en yakın
- 200 -
akrabası olan Kürtçe’ye başvurur. Kürtçe’nin söz diziminin Hint-Avrupa dillerinin
klasik karakterini taşıması; ama Farsça’nın Türkçe gibi dizimlenmesi dayanak noktası
olur. Yazar, bu noktada önemli bir duruma işaret ederek benzerlikler de kurar. İki
ihtimalden bahseder ve bu iki ihtimal dahilinde söz dizimi kaymalarının gerçekleşmiş
olabileceğini belirtir. Ya ana dili Farsça olanlar Türkçe’nin tesiriyle kendi asli söz
dizimlerini değiştirmişlerdir ya da ana dili Türkçe olanlar Farsça’yı da konuştuklarından
kendi dillerinin söz dizimini Farsça’ya taşımışlardır. Burada Türkçe’nin Rumeli ve
Anadolu- misalen; Doğu Karadeniz - ağızlarının da benzer niteliklere haiz olduğu
belirtilir. Bu bağlamda benzer bir çağrışım olarak, Gagavuz Türkçesi’nin söz diziminin
Slav dilleriyle benzeştiğini hatırlatmakta fayda bulunmaktadır. Bu durumun çözümü
kanımızca, daha geniş tarihsel, dilsel ve etnik araştırmalarla açığa kavuşabilecektir.
Farsça’nın mevcut söz diziminin Türkçe’yle benzeştiği bir başka alan da kelime
öbekleridir. Türkçe tamlama yapısı, tamlayan – tamlanan şeklindedir. Hint-Avrupa
dillerinde ise bu yapı; tamlanan – tamlayan şekline bürünmektedir. Farsça da bu klasik
yapıya uygunluk göstermektedir. Ki; Osmanlı Türkçesi’ndeki Farsça yapılı
tamlamaların - gerek isim gerekse sıfat tamlaması olsun - dizilişi de böyledir. Lakin;
yazara göre, Farsça’da bu yönden bir ikilik bulunmaktadır. Birçok sıfat tamlamasında
sıfat unsuru başa gelmektedir: diğer haberha “diğer haberler”. Yine; Farsça’da bir
tamlama türü olarak bulunan ters çevrilmiş isim ve sıfat tamlamalarının ortaya
çıkmasında da Türkçe’nin tesirinin kuvvetle bulunabileceği belirtilir: bed uğur “kötü
uğurlu”. Bu söz dizimsel değişikliklerin ortaya çıkmasında Orta ve Yeni Farsça yazı
dillerinin başlangıcında Türkçe’den Farsça’ya yapılan tercümelerin de katkısı olmuştur.
Ayrıca; Eski Farsça dönemine ait olan “Avesta” metinlerinin söz dizimi de Türkçe’nin
söz dizimine yaklaşan özellikler göstermektedir. Yazar, bu vesile ile bir dönem
tartışılan “devrik cümle” ye de değinerek, cumhuriyetin ilk yıllarında basın yayın ve
kültür sanat ortamlarında baskın olan devrik cümle eğiliminin Balkan Harpleri ve nüfus
mübadeleleriyle İstanbul’a göçen Balkan kökenli okumuş muhacirlerce başlatılıp
sürdürüldüğünü tespit eder.
Kitabın son kısmı “Farsçadaki Türkçe Unsurlar Dizini” başlığını taşımaktadır.
A’dan Z’ye kadar önemlice bir söz varlığının dizinlendiği bu kısma göz gezdirildiğinde,
onlarca Türkçe sözün Farsça’da kendine yer bulduğu görülmektedir.
Türkçe ile Farsça’nın benzerlikleri ve tarihi ilişkileri çok boyutlu olarak
araştırılmayı beklemektedir. Her iki dilin tarihi metinleri üzerine ses, yapı, söz varlığı,
söz dizimi vs. yönlerden mukayeseli olarak değişik çalışmaların ortaya konulması
elzemdir. Bu manada gerek Türk dili ve edebiyatı gerekse Fars dili ve edebiyatı
bölümlerinde Eski, Orta ve Yeni Farsça alanlarında çalışmalara imza atacak
araştırmacıların yetişmesi gerekmektedir.
Konular
- PARS DERGİSİ
- ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ
- KLÂSİK TÜRK EDEBİYATINDA ŞEM’Ü PERVÂNELER VE LÂMİ’Î ÇELEBÎ’NİN ŞEM’Ü PERVÂNE MESNEVİSİ
- FARS EDEBİYATINDA METAFİZİK YOLCULUKLAR
- شاعران فارسی سرای وفارسینويس ارزرومی
- تعلیم وتربیت ازمنظر سعدی
- توازن موسیقايی غزلهای سعدی
- YAŞAR KEMAL’İN İNCE MEMED ROMANI İLE SADIK ÇUBEK’İN TENGSİR ADLI ROMANININ KARŞILAŞTIRMASI
- YAVUZ SULTAN SELİM’İN DÎVÂNINDA OLMAYAN FARSÇA ŞİİRLERİ
- KÜÇÜKASYA’DA İSLAMİYET (DER İSLAM IN KLEIN ASIEN)
- ERKEN DÖNEM FARSÇA MESNEVİLERDE BEZM - IYRD.
- RÛDEKÎ-Yİ SEMERKANDÎ (Ö. 329/940)
- NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN ŞEYHÜLİSLÂM FEYZULLAH EFENDİ’YE FARSÇA METHİYELERİ
- HAYRETÎ DİVANINDA GEÇEN “GAM” KELİMELERİNİN TASARIMLARI
- BÂBÂ TÂHİR-İ HEMEDÂNÎ DİVANININ MEHDÎ-İ HAMÎDÎ NÜSHASINDA GEÇEN DOBEYTÎLERİ VE TÜRKÇE TERCÜMESİ
- EŞREFOĞLU RÛMÎ’NİN GAZELLERİNDE NASİHAT VE NEFİS MUHASEBESİ
- HÂB-I HAYÂL, AYINTABLI HÜSNÜ
- شاعران فارسیسرای و فارسینويس ارزرومی*
- مسئلة »مضمون« در شعر کودکان و نوجوانان
- مأخذ اصلی تمثیل خورندگان پیلبچهدرمثنوی
- وگرايی درهنر ايران
- NEF’Î’NİN TUHFETU’L-UŞŞÂK ADLI FARSÇA KASİDESİ
- ERKEN DÖNEM FARSÇA MESNEVİLERDE BEZM - IIYRD.
- DAKİKÎ-Yİ TUSÎ (Ö. 366/976)
- ÂRİF ÇELEBİ’NİN FARSÇA KASİDESİ VE TÜRKÇE ÇEVİRİSİ
- SÂİB-İ TEBRİZÎ’NİN ŞİİRLERİNDE GEÇEN “HÂB-I BAHÂR” TAMLAMASI ÜZERİNE
- ROMEN DİLİNDE KULLANILAN FARSÇA KELİMELER
- سینمای ایران
- آداب حرب مغول درتاریخ جهانگشای جوینی
- بررسی تطبیقی ضرب المثل های ترکی سنقر با ضرب المثل های زبان فارسی