TARİH BOYUNCA TÜRKLER VE FARSÇA; MODERN YAKLAŞIMLARA BİR ELEŞTİRİ
6 Cilt 3 Sayı 1 (Ocak 2013)
Özet
Tarihte Türk toplulukları arasında Farsçanın yeri ve kullanımıyla ilgili olarak
Türkiye’de yapılan değerlendirmelerde konu farklı bir noktaya taşınmakta, yaygın
olarak Türkçeye Türk devletlerinde önem verilmediği, Türkçenin ihmal edilip
Farsçaya özen gösterildiği ispata çalışılmaktadır.
Anadolu’ya ulaşmadan önce 4 asra yakın bir zaman diliminde Türkler ile Farsların
inançlarında ve dillerindeki değişme ve gelişme süreci, büyük ölçüde
Mâverâünnehir/Batı Türkistan bölgesinde bir arada geçirilmiştir. Bu zaman
zarfında ve bunu takip eden birkaç asırda Arapça hemen her alanda daima özel bir
konuma sahip olmuştur.
Geçmişte saltanat merkezlerinde ihtiyaçlar çerçevesinde birçok dilde görüşmeler
yapıldığı ve yazılar kaleme alındığı bir gerçektir. O dönemlerde resmî dil kavramı
ve tanımı bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle de özellikle bir dilin siyasi
olarak desteklenip yüceltildiği ve diğerlerinin dışlandığı söylenemez. Ayrıca ilk
dönemlerden itibaren Farsça yazılı eserlerin önemli bir kısmının, Türklerden ve
onların faaliyetlerinden bahsettiği gözlerden uzak tutulmamalıdır.
Günümüzde de Özellikle İran, Afganistan ve Tacikistan’daki Türkler Farsça eserler
yazmayı sürdürmektedir. Bu ülkelerdeki bazı önemli edebî şahsiyetler doğal olarak
Türk asıllıdır.
Anahtar Sözcükler: Türkler, Farsça, resmî dil, devlet dili
TURKS AND PERSIAN IN HISTORY: A CRITIQUE OF
MODERN APPROACHES
Abstract
It is seen that the focus shifts to a different level in the critiques made in Turkey
about the importance and use of Persian among Turkish people in history and that
scholars tend to claim Turkish was ignored and Persian was highlighted in the
ancient Turkish states.
Change and development processes in the beliefs and languages of Turkish and
Persian people mostly took place in the Transoxiana-Ma wara'un-nahr /West
Prof. Dr., Kırıkkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölümü,
adnankaraismailoglu@yahoo.com
Tarih Boyunca Türkler ve Farsça; Modern Yaklaşımlara Bir Eleştiri
Cilt 3 Sayı 1 (Ocak 2013) 7
Turkistan region for about four centuries before Turks arrived Anatolia. During this
period and the following two centuries Arabic was the predominant language in
almost all fields of life.
It is true that depending on the needs various languages were used for verbal and
written purposes in the governing bodies. It can be suggested that no concept of
official language existed in the said periods and as such it is not plausible to say
that a specific language was favoured and highlighted politically while others being
ignored. Moreover, it should be noted that since early times most Persian texts
deals with Turks and their practices.
Today Turks continue to write in Persian especially in Iran, Afghanistan and
Tajikistan. Some of the leading literary figures are, therefore, of Turkish origin.
Key words: Turks, Persian, official language, language of state
TARİH BOYUNCA TÜRKLER VE FARSÇA; MODERN YAKLAŞIMLARA
BİR ELEŞTİRİ
Bu başlık, gerçekte birçok konuyu içerecek bir yazıyı temsil eder gibi görünse de
yaygın bazı bilgileri ve algılamaları tartışmak amacıyla oluşturulmuştur. Bu
nedenle tarihte Farsçanın Türkler tarafından hangi coğrafyalarda ve hangi
dönemlerde ne derece kullanıldığı, ne kadar Farsça eser verildiği veya Farsça
eserlerde Türkler gibi konulara mümkün olduğunca girilmeyecek, bu ve benzeri
hususlar konumuzun dışında kalacaktır.
Ülkemizde Türk dili, edebiyatı ve tarihi ile ilgili yayınlarda tarihi süreç zorunlu
kıldığı için çoğu zaman Farsça’dan söz açılmakta, Türk dili ve kültürünün, yabancı
dil ve kültürlerin etkisi altında kaldığı dile getirilmektedir. Bu bakışa göre
İslâmiyetten sonra İran bölgesine uzanan ilk Türk devleti olan Gazneliler’den (352-
582/963-1186) itibaren Farsça, Türk devletleri tarafından devlet dili olarak
kullanılmış ve bu arada Türkçe’ye gerekli dikkat gösterilmemiş, hatta bu durum
Osmanlıların ilk zamanlarına kadar böyle devam etmiştir. Bu görüşleri yansıtan
çok sayıda araştırmacıyı ve yayını burada anmak mümkündür. Sadece konuyu
tartışmaya açmak arzusu taşıdığımız için kaynak belirtmeden örnek oluşturacak
birkaç ifadeyi sıralamak yeterli görülmelidir:
“Gazneliler döneminde resmî dil daha çok Farsçadır. Çağatay
ve Timurlular devrinde de Fars dili devlet ve sanat dili olarak
kullanılmıştır. Büyük Selçuklularda da resmî dil Farsçadır.”
“Bilindiği gibi, ilerleyen yüzyıllarda Farsçanın saray dili,
yönetim dili, ve edebiyat dili olarak kullanımı İran coğrafyasını
aşarak, Gaznevilerle Hindistan’a, Samanilerle Orta Asya’ya ve
Selçuklularla Anadolu’ya kadar yayılmıştır.”
“İran topraklarındaki Türk egemenliği Selçuklular ile de
somutlaşacak şekilde devlet ilişkilerinde dilin Farsça olmasına
neden olmuştur.”
Adnan Karaismailoğlu
8 Cilt 3 Sayı 1 (Ocak 2013)
“XIII. yüzyılda Anadolu’da resmî yazı dili olarak Farsça
kullanılıyordu.”
“İstanbul’un fethi sırasında Fars dili resmi dil, yazışma dili ve
hatta şiir ve edebiyat dili idi.”
Son yıllara ait yayınlardan alınan bu cümlelerdeki görüş veya yargıların, aşağıda
kaynaklardan aktarılacak bilgilerle uyumlu olup olmadığını tartışmak bu yazının
amacını teşkil etmektedir.
Günümüzde bir milletin dil ve edebiyat alanındaki faaliyetleri, tarihteki varlığı
hususunda başlıca delillerden biri, hatta en önemlisi görülmektedir. Bu nedenle ana
dilin kullanımıyla ilgili zafiyetlerden ve edebî ürünlerdeki yabancı kültür
etkisinden söz ederken, gerçekte hassas bir konuyla yüz yüze olunduğu gözlerden
uzak tutulmamalıdır.
Konuya önce VII. asırda İslâmla birlikte gittikçe Türkler, Farslar ve Araplar için
ortak yaşama alanına dönüşen Mâverâünnehir, Horasan ve İran coğrafyalarında
meydana gelen gelişmelerle başlamak mecburiyeti vardır. Bu asırda ve sonraki iki
asırda Türklerle Farsların düşünce, yaşayış ve dillerinde meydana gelen değişme ve
gelişmeler çok boyutludur. Farsçadaki değişme galiba çok daha derindir.
Fars ve Türk asıllı milletlerin bulunduğu bölgelerde İslâm dini genel kabul
gördükten sonra Müslüman Araplar tarafından oluşturulan ilk yönetimlerin devlete
ait belgelerde kullandıkları diller hakkında bazı tarihi kayıtlar mevcuttur.
Belâzurî’nin Futûhu’l-buldân’ı, İbn Nedîm’in (ö. 385/995?) el-Fihrist’i ve İbnu
Abdi Rabbih’in (ö. 328/940) el-Ikdu’l-ferîd’indeki bilgilere göre bugünkü İran’ın
güney-batısında Dicle nehrinin kenarındaki Tîsfûn şehrinden yönetilen Sâsânîler
Devleti’nin (224-652 m.) kalıntıları üzerindeki Irak bölgesinde Pehlevî Farsçasıyla
tutulan divan defterleri, Haccâc b. Yûsuf’un (41-95/ 661-714) valiliği zamanında
Arapçaya aktarıldı. Bu tutum gerçekte daha yaygın bir kararın sonucuydu. Zira
Halife Abdülmelik b. Mervân’ın (65-86/ 685-705) emriyle bütün divanlar ve
sikkeler Pehlevî, Rûmî ve Kıbtî yazısından Arapçaya çevrildi (Humaî,1340
hş.,156-157, 295-296, 360-361, 526; Hânlerî,1366 hş., I, 307-308). Kitâbu’l-vuzerâ
ve’l-kitâb’a dayalı bilgilere göre Horasan bölgesinde de defter ve divan 124/742
yılında Arapçaya çevrildi (Hânlerî,1366 hş, I, 308). Aynı şekilde Sistân, Âl-i Ziyâr,
Âl-i Deyâlime saraylarında Arapça esas alınmıştı (Bahâr,1349 hş, I, 170). Dihhudâ
da bu bilgileri teyit eder mahiyette şöyle demektedir: “Bana göre, Ebû Reyhân ve
çağdaşı İbn-i Sînâ’nın döneminde zamanın bütün ilimleri Arapça öğretilmekte,
hatta saray yazışmaları Arapçaydı (Dihhuda, 1993-1994, Mukaddime 387)”.
Anılan hanedanlar IX. asrın ikinci yarısı ile XI. asrın ilk yarısına kadar varlıklarını
sürdürmüş, Ebû Reyhân el-Bîrûnî (ö. 453/1061?) ile İbn-i Sînâ (ö. 428/1037) X.
asrın ikinci yarısında dünyaya gelmiş ve tahsil görmüşlerdir.
İran ve Türkistan’da böylece resmî, ilmî ve edebî faaliyetler bu yıllarda bütünüyle
Arapça olarak gerçekleştirilmekteydi. Bu arada mevcut Farsça ve Türkçe ise,
Arapçadaki dinî kaynak ve bilgileri ifade edebilecek olgunlukta değildi.
Tarih Boyunca Türkler ve Farsça; Modern Yaklaşımlara Bir Eleştiri
Cilt 3 Sayı 1 (Ocak 2013) 9
Dolayısıyla bu durumun etkisiyle olsa gerek, İslam dinine büyük bir imanla sarılan
bu dillerin sahipleri Arapça öğrenmeyi bir gereklilik görmekteydi. İlave olarak yeni
yönetimde, bilim ve edebiyat alanlarında yer edinmek isteyenler de bu mecburiyeti
hissetmekteydi. Böylece dildeki muazzam değişikliklerden sonra III/IX. asrın
ikinci yarısında Yeni Farsçanın ilk ürünleri ortaya çıkmaya başladı.
Bu bölgelerde Arapça resmî, ilmî ve edebî alanlardaki mutlak hakimiyetini
Tâhirîler (205-259/821-873), Sâmânîler (287/-395/900-1005) ve Gazneliler
zamanında sürdürdü. Farsça ise Sâmânîler ve Gazneliler zamanında hemen hemen
yalnız edebî alanda kullanıldı. Sultan Mahmud’a ithafen Arapça yazılan Târîh-i
Utbî (Târîh-i Yemînî, müellifin vefatı: 427/1035)’nin verdiği bilgilere göre Farsça,
Sultan Mahmud zamanında Vezir Ebu’l- Abbâs Fazl-ı İsferâyinî (öl. 404/1013-
1014; Hicrî 401’e kadar 17 yıl vezirlikte bulundu) tarafından divanda kullanıldı.
Ancak hemen sonrasında Ahmed b. Hasan-ı Meymendî (ö. 424/1033; Sultan
Mahmud’a 15 yıl ve Sultan Mesud’a 2 yıl vezirlik yaptı) vezir olduğunda tekrar
Arapçaya dönüldü. Bazı tarihçilerce tercihleri sebebiyle Ebu’l-Abbâs acımasızlık
ve cahillikle tenkit edilirken, Meymendî övülmüştür (Bahâr, 1349 hş., I, 169;
Hesen-i Enverî, 1355 hş., 6; Hânlerî, 1366 hş. : I, 311; Kaynağı Târîh-i Yemînî).
Bu kayıtlardan anlaşıldığı gibi ilk Müslüman devletlerde Arapça kullanılmaktaydı.
İranlıların kültürel geçmiş açısından özel önem verdikleri Sâmânîler devletinde de
durum böyleydi (Hesen-i Enverî, 1355 hş.: 6).
Benzeri bir durum, yani Arapça ile Farsçanın dönüşümlü kullanılması örneği
Büyük Selçukluların sarayında da vuku bulmuştur. Tuğrul Beyin veziri Ebû Nasr-ı
Kundurî (vezirliği 448-455/1056-1063; vezirliği 7 yıl) zamanında risâlet divanı
Farsçaya döndürüldüyse de sonrasında Alp Arslan ve Melikşah’ın 30 yıl vezirliğini
yapan Nizâmulmülk (vezirliği 455-485/ 1063-1092), divan dilini tekrar Arapçaya
çevirdi (Bahar 1349 hş., I, 169).
Bu iki olayla ilgili kayıtlardan şu bilgi ortaya çıkmaktadır: Farsça bu bölgelerdeki
Türk devletlerinden Gazneli sarayında 17 yıl, Selçuklu sarayında 7 yıl kadar divan
işlerinde Arapçanın yerini almıştır. İran sahasında Arapçanın yönetimdeki
varlığının Moğollar zamanına kadar devam ettiği anlaşılmaktadır. P. N. Hânleri
bunu şöyle ifade etmektedir: “Moğol istilasından ve özellikle Bağdat halifeliğinin
sona ermesinden sonra da artık Arap dilinin idarî teşkilatta kullanılmasına bir
neden ve gereklilik kalmadı (Hânlerî, 1366 hş.: I, 313).” Moğol istilası 1220 yılı
civarında başlamış, Bağdat ise 1258 yılında tahrip edilerek Abbâsî hilafeti
yıkılmıştır.
Aynı durumun, Anadolu Selçuklularında XIII. yüzyılda yaşandığı kaynaklarda yer
almaktadır. Aksaraylı Kerimeddin Mahmud’un Müsâmeratü’l-ahbâr adlı eserinde
yazdığına göre Sâhib Fahreddîn Alî’nin zamanında divan dili vezirin idrak ve
istidadına uygun olarak mütalaasından bir şey kaçmaması için Arapçadan Farsçaya
çevrildi (Aksaraylı Kerimeddin Mahmud, 1999: 64; Levend, 1972: 6 ). 657/1259
yılından sonra gerçekleşen bu değişiklik Konya’da Karamanoğlu Mehmed Bey’in
Adnan Karaismailoğlu
10 Cilt 3 Sayı 1 (Ocak 2013)
ünlü fermanının ilanına, 15 Mayıs 1277 (10 Zilhicce 675) gününe kadar devam
etmiştir.
W. Barthold konuyla ilgili tespit ve kanaatini şu şekilde dile getirmiştir:
Türkler hiç bir yerde Arap ve İran medeniyetine tamamen tabi
olmuş değildiler ve Türklerin kendi lisanlarını unutmaları da hiç
bir yerde vaki olmamıştır. Bununla beraber Arap ve İran
medeniyetinin Türklere tesiri o kadar kuvvetli idi ki Türk lisanı
hiç bir yerde devlet ve medeniyet lisanı olamadı. Türk
devletinin en garbî kısmı olan Küçük Asya memleketinde XIII.
asra kadar devlet lisanı Arapça idi; bu malumat XIV. asırda
Küçük Asya’da yazılan müellifi meçhul bir Fârsî eserde
mevcuttur (Levend, 1972: 6).1
A. S. Levend, “müellifi meçhul Farsî eser”in yukarıda adı geçen Müsâmeratü’lahbâr
olduğunu belirttikden sonra her nedense zamanı bir asır öncesine çekerek şu
ifadelere yer vermektedir: “Arapçanın bu etkisi XII. yüzyılın sonlarına dek sürer,
XII. yüzyılın sonlarında Arapçanın yavaş yavaş önemini kaybettiği, buna karşılık
Farsçanın önem kazanarak Arapçanın yerine geçtiği görülür.”
M. Fuad Köprülü ise aynı konuda şöyle demektedir:
XIII. yüzyılda Medreselerde dinî ve ilmî lisan olan, sultanların
Abbâsî halifeleriyle, Eyyûbî prensleriyle, Memlûklerle
yazışmalarında resmî dil olarak kullanılan Arapçanın bu
hakimiyetini, bu asra hatta daha sonraki asırlara ait kitabelerde,
vakfiyelerde açıkça görüyoruz. Farsçanın hakimiyeti bundan
daha büyüktü.... Maamafih, devletin resmî işlerinde ve
kayıtlarında hakim olan lisan, galiba Arapça idi. Arapça
bilmeyen vezir Fahreddin Ali’nin, hicrî 657’den sonra divan
muâmelelerini Arapçadan Farsçaya çevirttiği hakkında tarihî bir
kayıt vardır..... Biz haberleşmelerde ve şer’î işlerde Arapçanın,
divan işlerinde ve dahilî muâmelelerde daha ziyade Farsçanın,
halk ile olan muamelelerde de Türkçenin kullanıldığını
zannediyoruz (Köprülü,1980: 334).
Osman Turan da yaptığı çalışmaların sonucunda Uygur Türkçesi ve yazısından
bahisle şu ifadeleri oluşturmuştur:
Nitekim Kaşgarlı Mahmud’da, kadim zamanlardan bugüne yani
XI. Asra değin, Kaşgar’dan Yukarı Çin’e kadar bütün
Türklerin, hakan ve sultanların, Uygurca kullandıklarını, Çinli
ve diğer Şark kavimlerinin de Türklere mektuplarını bu yazı ile
yazdıklarını, oralarda şehirlilerin Türkçe bildiğini söylemekle
1 Barthold, W., Orta Asya Türk Tarihi hakkında Dersler, İstanbul, 1927, s. 119’den naklen.
Tarih Boyunca Türkler ve Farsça; Modern Yaklaşımlara Bir Eleştiri
Cilt 3 Sayı 1 (Ocak 2013) 11
Uygurca’nın Asya’da ne derece yaygın ve devletlerarası resmi
bir dil olduğunu belirtir... Nitekim Beyhakî Gazne saray dilinin
Türkçe olduğunu kaydettikten sonra Karahanlılar’dan gelen
mektupların da Türkçe olduğunu söyler, ki bunların Uygurca
yazıldığı aşikardır (Turan, 1999: 421-422).2
O. Turan’nın Selçuklular’da üç dilin kullanımına dair genellemesi ise şu şekildedir:
“Böylece Selçuklular İslam dünyasının ortasında yeni büyük bir din ve medeniyete
girerlerken onun kurulmuş nizamı icabı Arapçayı ilim ve din, Farsçayı da edebiyat
ve devlet dili olarak kabul ediyorlardı. Bu durumda Türkçe saray ve orduda
konuşma dili olarak kalıyor; Melikşah Farsça şiir söylerken dostlarına da Türkçe
mektup yazıyordu (Turan, 1999: 423-424).”
Köprülü ayrıca 761/1360 tarihli bir vakfiyeye işaretle devlet işlerinde Türkçenin
durumuna izah getirmektedir: “Maamafih Türkçenin XIII. yüzyıl sonlarından
başlayarak devlet muamelelerinde yavaş yavaş ehemmiyet kazanmağa başladığı
muhakkaktır. Orhan’ın hicrî 761 tarihli Türkçe vakfiyesi, onu takibeden asırda
Türkçenin bu hususta kazandığı ehemmiyeti gösterecek bir delildir (Köprülü,1980:
335).”3 Köprülü benzeri örnekleri 814/1411, 828/1425, 860/1456 gibi tarihleri
belirterek sıralamaktadır:
Türk dilinin sahası yalnız halk dili olarak gelişmekle kalmıyor,
edebî dil ve devlet dili olarak da nüfuzunu artırıyordu: Hicrî
814’de Germiyanoğlu II. Yakub’un vakfiye kitabesi, bu cins
kitabelerde ilk defa Türkçe olarak yazılmıştı (Halil Edhem, I,
116)4 … Fâtih Sultan Mehmed’in ilk devirlerinden kalan resmî
devlet evrakı umumiyetle Türkçe olduğu gibi (Ahmed Refik)5
en eskisi 860 tarihli ve bu yüzyıla ait olan bir takım fermanlar
da Türkçe olarak hatta temiz halk diliyle yazılmıştır
(Kraelitz,1922)6
. Gene Fâtih’in kanunnâmeleri de saf Türkçedir.
Balıkesirli Devletoğlu Yusuf, 828’de yazdığı bir eserde,
medreselerde tedrisatın Türkçe olarak yapıldığını söylüyor ki
bunun XIV. yüzyılda da böyle olduğu kolaylıkla tahmin
olunabilir. İmparatorluğun bazı İslam ve Hıristiyan devletleriyle
yazışmalarında, Selçuklu ve Bizans an’anelerini takip ederek
ekseriyetle yabancı dilleri kullanması Türkçenin devlet işlerinde
ehemmiyetini küçültecek bir şey değildir (Köprülü, 1980: 354).
Aynı bilgiler, Halil İnalcık tarafından da dile getirilmiştir: “Elimizdeki en eski
kadı sicil defterlerinde dahi (Bursa Müzesi, şerîye sicil defterleri, A. 199-808,
tarihi H. 860) vesikaların büyük bir kısmı Türkçe zapt olunmuştur (İnalcık, 1987:
2 Târîh-i Beyhakî’den naklen, s. 759, 781; Beyhakî, 565/1169’da vefat etmiştir.
3 Kaynağı: Türk Tarih Encümeni Mec., İst. 1926, 17 (94)
4 Kaynak bilgisi M. F. Köprülü’ye aittir.
5 Ahmed Refik, Tarih Encümeni Mec. , Bk. Fihrist; Kaynak bilgisi M. F. Köprülü’ye aittir.
6 Kaynak bilgisi M. F. Köprülü’ye aittir.
Adnan Karaismailoğlu
12 Cilt 3 Sayı 1 (Ocak 2013)
215).” İnalcık yayınladığı 835/1431-1432 tarihli “Defter-i Sancak-i Arvanid” için
önsözde “Esasen Defter’de kullanılan Türkçe çok sadedir.” ifadesine yer
vermektedir (İnalcık, 1987: VIII).
Bu bilgilerden sonra Türk devletlerinde dil ve alfabe kullanımındaki çeşitlilik
konuya dahil edilmeli ve bu tartışmalarda önemli bir yere sahip olmalıdır. Az
önceki alıntıda Köprülü’nün işaret ettiği sarayda birçok yabancı dilin kullanıldığı
hususuna dikkat çekilmelidir:
Osmanlı Türkleri sadece Türkçe yazı yazmamışlardır....
Kitaplardan (codex) başka, vesikalar ve resmî yazılar da
münhasıran türkçe yazılmamıştır. Araplara ve Farslara
gönderilen mektuplar da çok defa arapça ya da farsça
yazılıyordu. Batı milletleri ile ilişkiler güçlendikçe ve
sıklaştıkça zaman zaman onların dilinde de resmî yazılar
yazılmıştır. Viyana, venedik arşivlerinin Turcica serilerinde,
çok nâdir olarak lâtince, ermenice ve almancaya da
rastlanmaktadır. Fakat özellikle, rumca, sırpça, boşnakça,
macarca ve italyanca yazılar oldukça çoktur. Yabancı dillerin
kullanılmasındaki pratik maksat, doğrudan doğruya ilişki
kurmaktır. Bu şekildeki hareket tesâdüfî değildir ve meselâ
rumca, sırpça, boşnakça gibi diller, bu milletlerin bağımsız
oldukları devirlere ait olmayıp onların Osmanlı hâkimiyeti
altına girdikten sonraki devirlerine âit bulunmaktadır
(Gökbilgin, 1979: 28).
Anadolu Selçuklu sarayında farklı dil kullanan şikâyetçilerin şikâyetleri
dinlenirken tercümanların görev yaptığı, Hıristiyan memleketlerle haberleşme ve
akitlerde Yunanca ve Latince kullanıldığı bilinmektedir (Turan, 1988: 19).
Osmanlı zamanıyla ilgili olarak Yunanca, Slavca, Sırpça, Macarca v.d. dillerde
yazışma ve antlaşmaların mevcudiyetinden ve bazı belgelerin ise İtalyanca,
Ermenice, Rumence hatta Lehçe yazıldığı kaydedilirken farklı alfabelerin de
kullanıldığı eklenmektedir: “Arap yazısıyla kaleme alınmış belgelerin dışında,
Avrupa hükümdarlarına veya Hıristiyan tebaalarına hitap eden Nâme-i
hümâyûnların Türkçe ibareli fakat Latin veya Yunan harfleriyle yazılı olanları da
vardır (Reychman- Zajaczkowski, 1993: 134).”
Yukarıdaki ifadelerde yer bulan “devlet dili” veya “resmî dil” kavramlarının bilim
adamlarınca modern anlamda kullanılmadığını kabul etsek de yeni okuyucu ve
araştırmacılarca farklı veya yanlış anlaşılabildiğini gözden uzak tutmamak gerekir.
Modern devlet tanımlamasına göre kullanılan şu ifade bu gerçeği aydınlatmaktadır:
“Devlet dilinin Türkçe olduğunu ilk defa ilan eden Türk devleti, Osmanlı
devletidir. 7 Zilhicce 1293/ 23 Aralık 1876’da yürürlüğe giren Kanun-i Esasî’nin
üç ayrı maddesinde devletin resmî dilinin Türkçe olduğu belirtilmiştir (Gözler,
1999: 33, 40, 42).”
Tarih Boyunca Türkler ve Farsça; Modern Yaklaşımlara Bir Eleştiri
Cilt 3 Sayı 1 (Ocak 2013) 13
Ülkemizde geçmişle günümüz arasında algılama açısından önemli farklılıklar
oluşturan ifade biçimleri vardır. Örnek olarak geçmişte kullanılan ve günümüzde
bazı yayınlarda az da olsa rastlanan “Türkî dil”, “Türkî şiir”, “Türkçe edebiyat”
gibi nitelemeler bugün Türkçede hemen hemen yer bulmamaktadır. “Şi’r-i Türkî”,
“şi’r-i Fârsî” gibi tamlamaların karşılığı bugün Türkiye Türkçesinde “Türk şiiri”,
“Fars şiiri” şeklinde olmaktadır. Geçmişte bu tür tamlamalar galiba doğrudan dile
yönelik yani “Türkçe şiir” olarak algılanırken, günümüz Türkiye’sinde ise bir ırka
ait, yani “Türklerin şiiri” algısını doğurmaktadır. Bu duruma karşılık günümüzde
İran’da bu tamlamaların zihne çağrıştırdığı ilk anlam “Türkçe şiir”, “Farsça şiir”
olmaktadır. Gerçekte örnek olarak “Farsça şiir” ifadesi başta Türkler olmak üzere
Farsça şiir yazmış farklı soylardan kişilerin ürünlerini de kuşatan geniş bir
muhtevaya sahiptir. Aynı yönde Farsça olarak kullanılmakta olan, “Şâ’ir-i Fârsîgûy
(Farsça söyleyen şair)” tamlaması veya Türkçe anlatımda yer bulan “Arapça ve
Farsça şiirleri de vardır” cümlesi algılamayı kolaylaştırmaktadır.
Coğrafya, inanç ve kültür beraberliği nedeniyle Arapça yazmış Fars ve Türkler,
Farsça yazmış Türk ve Araplar veya Türkçe yazmış Fars ve Araplar tarih boyunca
var olmuştur. Elbette Afgan, Hintli, Bulgar, Arnavut ve diğer birçoklarını ilave
etmek mümkündür. Bu nedenle araştırmacılar tarafından “Arapça yazan Fars
şairler”, “Farsça yazan Türk şairler” gibi başlıklar oluşturup bilimsel çalışmalar
yapılması kaçınılmazdır ve bunun örnekleri özellikle Farsça bilimsel çalışmalarda
çoktur. “Şuerâ-yi Fârsîgû-yi Yugoslavî (Yugoslavyalı Farsça söyleyen şairler)”
başlığı, bir zamanlar Yugoslavya olarak bilinen coğrafyayla ilgili görülen şairleri
anlatmak için oluşturulabilmektedir. Bu şairlerin Osmanlı dönemi şairlerinden
olduklarını belirtmek her halde yersizdir. Bu tarzda dile vurgu yapan
tanımlamaların günümüz Türkçesinde de yaygın kullanılması, konunun daha kolay
anlaşılmasını sağlayacaktır. Bu durumun ise özellikle Türk edebiyatının kapsadığı
alanı genişleteceği aşikardır.
XX. asırda Türklerin tarih boyunca Farsçayı ne derecede kullandığını tespite
çalışarak Farsçanın ve Fars kültürünün etkisini veya büyüklüğünü ispata çalışan
Türkçe ve Farsça birçok kitap veya makale kaleme alınmıştır. Çoğu defa eleştiriye
layık abartılı yargıların yer bulduğu bu tür modern yaklaşımlı çalışmaları bir
kenara koyarak, bu yakınlığın ve ilişkinin olumsuz yorumlanmayacak bir tablo
olarak görülmesi gerektiğini söylemek mümkündür. Konuya yaklaşım tarzı
ayrıştırıcı, dil ve kültürleri uzaklaştırıcı modern zamanların diliyle değil de tarihi
süreç, dinî ve coğrafî beraberlik dikkate alınarak yukarıda belirtilen yönde olduğu
takdirde büyük ölçüde varılacak sonuç da budur. Unutulmamalıdır ki bugün başta
İran olmak üzere bazı yakın komşu ülkelerde Arapça, Farsça ve Türkçe, tarihtekine
benzer şekilde yakın temas halindedir ve ülke vatandaşlarının birçoğu iki dilli bir
yaşantıya sahiptir.
Mâverâünnehir, Horasan, İran, Anadolu ve Osmanlının hâkim olduğu Avrupa
topraklarında Farsça eser vermiş Türk asıllı şahsiyetler elbette tespit edilemeyecek
derecede çok olmuştur. İddialı tespit ve izahlar bu nedenle pek de anlamlı
Adnan Karaismailoğlu
14 Cilt 3 Sayı 1 (Ocak 2013)
olamayacaktır. Benzeri şekilde Türkçede kullanılan Farsça ve Arapça kelimelerin
sayısal olarak tespiti ve eserlerdeki kullanım oranlarının delil olarak sunulması da
dikkatleri yanıltıcı bir noktaya taşımaktadır. Bu konularda bilimsel çalışmalar
yapmak ve tespitte bulunmak yaklaşım tarzında bir yanlışlık olsa da elbette önem
taşımaktadır. Ancak bu çalışmalardan Türklerin Türkçeye ilgisizliği, yabancı
etkisinde kaldıkları, edebi zevk ve anlayışlarının özgün olmadığı gibi yargılara
varılması tarihi süreç dikkate alındığında makul görülmemelidir. Modern
yaklaşımlar sonucu oluşan bu yargılar, ayrıca haksız yere kültür dünyamızda da
sıklıkla yer bulmaktadır.
Son olarak konuyla ilgili şu noktalara dikkat çekmek galiba yerinde olacaktır:
1- Anadolu’ya ulaşmadan önce 4 asra yakın bir zaman diliminde Türkler ile
Farsların dillerinde ve inançlarındaki değişme ve gelişme süreci, büyük ölçüde
Mâverâünnehir/Batı Türkistan bölgesinde başlayarak bir arada geçirilmiştir. Her iki
milletin o dönemlerdeki yönelişi ve yenileşmesi aynı yönde olmuştur.
2- Söz konusu asırlarda toplumda Arapça dinî, idarî, ilmî ve edebî alanlarda İslamı
kabul eden farklı anadile sahip uluslar tarafından çeşitli nedenlerle kullanılan veya
tercih edilen bir dil olmuştur.
3- İslamiyetten sonra Yeni Farsçayla yazılmış edebî örneklerin oluşması birkaç asır
almıştır. İlk örnekler IX. asrın ikinci yarısından itibaren Batı Türkistan ve
Horasan’da ortaya çıkmıştır.
4- Geçmişte Türk devletlerinin saraylarında ihtiyaçlar çerçevesinde birçok dilde
görüşmeler yapıldığı ve yazılar kaleme alındığı bir gerçektir.
5- Günümüzde devletlerin anayasalarında belirtildiği şekilde “resmî dil” veya
“devlet dili” kavramları, uzun asırlar boyunca oluşmamış ve kullanılmamıştır.
Gerek “Türk şiiri” ve gerekse “devlet dili” gibi modern zamanların
tanımlamalarıyla veya farklı bir deyişle bunların çağrıştırdığı anlamlarla edebiyat
tarihiyle ilgili konuları izaha çalışmak, özellikle Türk dili ve kültürü açısından
önemli yanlış algılamalara yol açmaktadır.
6- İlk dönemlerden itibaren Farsça yazılı edebî ve tarihî eserlerin büyük çoğunluğu
Türklerden ve onların faaliyetlerinden bahsetmektedir. Bu açıdan bakılarak
Türklerin siyasî, dinî ve kültürel varlıkları, müellifleri hangi ulustan olursa olsun
bu Farsça eserlerle de kayıt altına alındığı rahatlıkla söylenebilir.
7- Coğrafi ve kültürel beraberlikler sebebiyle geçmişte ve günümüzde Farsçada yer
bulan Türkçe kelimeler azımsanmayacak derecede çoktur. Türkçedeki Farsça
kelimelerle ilgili çokça değerlendirmeler yapılırken bu durum pek dikkate
alınmamaktadır.
8- Günümüzde de Özellikle İran, Afganistan ve Tacikistan’daki Türkler Farsça
eserler yazmayı sürdürmektedir. Bu ülkelerdeki bazı önemli edebî şahsiyetler doğal
olarak Türk asıllıdır.
Tarih Boyunca Türkler ve Farsça; Modern Yaklaşımlara Bir Eleştiri
Cilt 3 Sayı 1 (Ocak 2013) 15
Bütün bu sıralanan hususlar “Türkler ve Farsça” konusunun pek çok ayrıntıya
sahip bulunduğunu ortaya koymaktadır. Konuya böyle yaklaşınca özellikle gerek
Fars ve gerekse Türk bir çok araştırmacının tercih ettiği etki ve etkileme çevresinde
üstünlük iddialarıyla yüklü, tarihe dönük eleştirilerle dolu görüşleri onaylayıp
tekrar etmek mümkün değildir.
KAYNAKÇA
Ahmed Refik, Tarih Encümeni Mecmuası (Kaynak bilgisi M. F. Köprülü’ye aittir).
Aksaraylı Kerimeddin Mahmud (1999), Müsâmeratü’l-ahbâr, nşr. Osman Turan,
Ankara (İlk baskı 1944).
Bahâr, Melikü’ş-şu’arâ (1349 hş.), Sebkşinâsî, I-III, Tahran.
Barthold, W. (1927), Orta Asya Türk Tarihi hakkında Dersler, İstanbul.
Dihhudâ, Ali Ekber (1993-1994), Lugat-nâme, I-XIV, Tahran.
Enverî, Hesen (1355 hş.), İstilâhât-ı dîvânî devre-i Gaznevî ve Selcûkî, Tahran.
Gökbilgin, M. Tayyib (1979), Osmanlı Paleografya ve Diplomatik İlmi, İstanbul.
Halil Edhem, Tarih Encümeni Mecmuası, c. 1, s. 116 (Kaynak bilgisi M. F.
Köprülü’ye aittir).
Hânlerî, Pervîz Nâtel (1366 hş.), Târîh-i zebân-i Fârsî, I-III, Tahran.
Humâî, Celâleddîn (1340 hş), Târîh-i edebîyât-ı Îrân, Tahran.
İnalcık, Halil (1987), Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar, I, Ankara (ilk
baskı 1954).
İnalcık, Halil (1987), Hicrî 835 Tarihli sûret-i Defter-i Sancak-i Arvanid, Metni bir
giriş ile neşreden Halil İnalcık, Ankara (ilk baskı, 1954).
Köprülü, M. Fuad (1980), Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul.
Kraelitz (1922), Osmanische Urkenden in Türkischer Sprache. Viyana (Kaynak
bilgisi M. F. Köprülü’ye aittir).
Levend, Agâh Sırrı (1972), Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Ankara.
Reychman, Jan – Zajaczkowski, Ananiasz (1993), Osmanlı-Türk Diplomatikası El
Kitabı, Genişleterek İngilizceye Çeviren Andrew S. Ehrenkrutz, Türkçeye
Çeviren Mehmet Fethi Atay, İstanbul.
Turan, Osman (1988), Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesîkalar, TTK,
Ankara.
Turan, Osman (1999), Selçuklular Tarihi ve Türk İlim Medeniyeti, İstanbul.
Özet
Tarihte Türk toplulukları arasında Farsçanın yeri ve kullanımıyla ilgili olarak
Türkiye’de yapılan değerlendirmelerde konu farklı bir noktaya taşınmakta, yaygın
olarak Türkçeye Türk devletlerinde önem verilmediği, Türkçenin ihmal edilip
Farsçaya özen gösterildiği ispata çalışılmaktadır.
Anadolu’ya ulaşmadan önce 4 asra yakın bir zaman diliminde Türkler ile Farsların
inançlarında ve dillerindeki değişme ve gelişme süreci, büyük ölçüde
Mâverâünnehir/Batı Türkistan bölgesinde bir arada geçirilmiştir. Bu zaman
zarfında ve bunu takip eden birkaç asırda Arapça hemen her alanda daima özel bir
konuma sahip olmuştur.
Geçmişte saltanat merkezlerinde ihtiyaçlar çerçevesinde birçok dilde görüşmeler
yapıldığı ve yazılar kaleme alındığı bir gerçektir. O dönemlerde resmî dil kavramı
ve tanımı bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle de özellikle bir dilin siyasi
olarak desteklenip yüceltildiği ve diğerlerinin dışlandığı söylenemez. Ayrıca ilk
dönemlerden itibaren Farsça yazılı eserlerin önemli bir kısmının, Türklerden ve
onların faaliyetlerinden bahsettiği gözlerden uzak tutulmamalıdır.
Günümüzde de Özellikle İran, Afganistan ve Tacikistan’daki Türkler Farsça eserler
yazmayı sürdürmektedir. Bu ülkelerdeki bazı önemli edebî şahsiyetler doğal olarak
Türk asıllıdır.
Anahtar Sözcükler: Türkler, Farsça, resmî dil, devlet dili
TURKS AND PERSIAN IN HISTORY: A CRITIQUE OF
MODERN APPROACHES
Abstract
It is seen that the focus shifts to a different level in the critiques made in Turkey
about the importance and use of Persian among Turkish people in history and that
scholars tend to claim Turkish was ignored and Persian was highlighted in the
ancient Turkish states.
Change and development processes in the beliefs and languages of Turkish and
Persian people mostly took place in the Transoxiana-Ma wara'un-nahr /West
Prof. Dr., Kırıkkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölümü,
adnankaraismailoglu@yahoo.com
Tarih Boyunca Türkler ve Farsça; Modern Yaklaşımlara Bir Eleştiri
Cilt 3 Sayı 1 (Ocak 2013) 7
Turkistan region for about four centuries before Turks arrived Anatolia. During this
period and the following two centuries Arabic was the predominant language in
almost all fields of life.
It is true that depending on the needs various languages were used for verbal and
written purposes in the governing bodies. It can be suggested that no concept of
official language existed in the said periods and as such it is not plausible to say
that a specific language was favoured and highlighted politically while others being
ignored. Moreover, it should be noted that since early times most Persian texts
deals with Turks and their practices.
Today Turks continue to write in Persian especially in Iran, Afghanistan and
Tajikistan. Some of the leading literary figures are, therefore, of Turkish origin.
Key words: Turks, Persian, official language, language of state
TARİH BOYUNCA TÜRKLER VE FARSÇA; MODERN YAKLAŞIMLARA
BİR ELEŞTİRİ
Bu başlık, gerçekte birçok konuyu içerecek bir yazıyı temsil eder gibi görünse de
yaygın bazı bilgileri ve algılamaları tartışmak amacıyla oluşturulmuştur. Bu
nedenle tarihte Farsçanın Türkler tarafından hangi coğrafyalarda ve hangi
dönemlerde ne derece kullanıldığı, ne kadar Farsça eser verildiği veya Farsça
eserlerde Türkler gibi konulara mümkün olduğunca girilmeyecek, bu ve benzeri
hususlar konumuzun dışında kalacaktır.
Ülkemizde Türk dili, edebiyatı ve tarihi ile ilgili yayınlarda tarihi süreç zorunlu
kıldığı için çoğu zaman Farsça’dan söz açılmakta, Türk dili ve kültürünün, yabancı
dil ve kültürlerin etkisi altında kaldığı dile getirilmektedir. Bu bakışa göre
İslâmiyetten sonra İran bölgesine uzanan ilk Türk devleti olan Gazneliler’den (352-
582/963-1186) itibaren Farsça, Türk devletleri tarafından devlet dili olarak
kullanılmış ve bu arada Türkçe’ye gerekli dikkat gösterilmemiş, hatta bu durum
Osmanlıların ilk zamanlarına kadar böyle devam etmiştir. Bu görüşleri yansıtan
çok sayıda araştırmacıyı ve yayını burada anmak mümkündür. Sadece konuyu
tartışmaya açmak arzusu taşıdığımız için kaynak belirtmeden örnek oluşturacak
birkaç ifadeyi sıralamak yeterli görülmelidir:
“Gazneliler döneminde resmî dil daha çok Farsçadır. Çağatay
ve Timurlular devrinde de Fars dili devlet ve sanat dili olarak
kullanılmıştır. Büyük Selçuklularda da resmî dil Farsçadır.”
“Bilindiği gibi, ilerleyen yüzyıllarda Farsçanın saray dili,
yönetim dili, ve edebiyat dili olarak kullanımı İran coğrafyasını
aşarak, Gaznevilerle Hindistan’a, Samanilerle Orta Asya’ya ve
Selçuklularla Anadolu’ya kadar yayılmıştır.”
“İran topraklarındaki Türk egemenliği Selçuklular ile de
somutlaşacak şekilde devlet ilişkilerinde dilin Farsça olmasına
neden olmuştur.”
Adnan Karaismailoğlu
8 Cilt 3 Sayı 1 (Ocak 2013)
“XIII. yüzyılda Anadolu’da resmî yazı dili olarak Farsça
kullanılıyordu.”
“İstanbul’un fethi sırasında Fars dili resmi dil, yazışma dili ve
hatta şiir ve edebiyat dili idi.”
Son yıllara ait yayınlardan alınan bu cümlelerdeki görüş veya yargıların, aşağıda
kaynaklardan aktarılacak bilgilerle uyumlu olup olmadığını tartışmak bu yazının
amacını teşkil etmektedir.
Günümüzde bir milletin dil ve edebiyat alanındaki faaliyetleri, tarihteki varlığı
hususunda başlıca delillerden biri, hatta en önemlisi görülmektedir. Bu nedenle ana
dilin kullanımıyla ilgili zafiyetlerden ve edebî ürünlerdeki yabancı kültür
etkisinden söz ederken, gerçekte hassas bir konuyla yüz yüze olunduğu gözlerden
uzak tutulmamalıdır.
Konuya önce VII. asırda İslâmla birlikte gittikçe Türkler, Farslar ve Araplar için
ortak yaşama alanına dönüşen Mâverâünnehir, Horasan ve İran coğrafyalarında
meydana gelen gelişmelerle başlamak mecburiyeti vardır. Bu asırda ve sonraki iki
asırda Türklerle Farsların düşünce, yaşayış ve dillerinde meydana gelen değişme ve
gelişmeler çok boyutludur. Farsçadaki değişme galiba çok daha derindir.
Fars ve Türk asıllı milletlerin bulunduğu bölgelerde İslâm dini genel kabul
gördükten sonra Müslüman Araplar tarafından oluşturulan ilk yönetimlerin devlete
ait belgelerde kullandıkları diller hakkında bazı tarihi kayıtlar mevcuttur.
Belâzurî’nin Futûhu’l-buldân’ı, İbn Nedîm’in (ö. 385/995?) el-Fihrist’i ve İbnu
Abdi Rabbih’in (ö. 328/940) el-Ikdu’l-ferîd’indeki bilgilere göre bugünkü İran’ın
güney-batısında Dicle nehrinin kenarındaki Tîsfûn şehrinden yönetilen Sâsânîler
Devleti’nin (224-652 m.) kalıntıları üzerindeki Irak bölgesinde Pehlevî Farsçasıyla
tutulan divan defterleri, Haccâc b. Yûsuf’un (41-95/ 661-714) valiliği zamanında
Arapçaya aktarıldı. Bu tutum gerçekte daha yaygın bir kararın sonucuydu. Zira
Halife Abdülmelik b. Mervân’ın (65-86/ 685-705) emriyle bütün divanlar ve
sikkeler Pehlevî, Rûmî ve Kıbtî yazısından Arapçaya çevrildi (Humaî,1340
hş.,156-157, 295-296, 360-361, 526; Hânlerî,1366 hş., I, 307-308). Kitâbu’l-vuzerâ
ve’l-kitâb’a dayalı bilgilere göre Horasan bölgesinde de defter ve divan 124/742
yılında Arapçaya çevrildi (Hânlerî,1366 hş, I, 308). Aynı şekilde Sistân, Âl-i Ziyâr,
Âl-i Deyâlime saraylarında Arapça esas alınmıştı (Bahâr,1349 hş, I, 170). Dihhudâ
da bu bilgileri teyit eder mahiyette şöyle demektedir: “Bana göre, Ebû Reyhân ve
çağdaşı İbn-i Sînâ’nın döneminde zamanın bütün ilimleri Arapça öğretilmekte,
hatta saray yazışmaları Arapçaydı (Dihhuda, 1993-1994, Mukaddime 387)”.
Anılan hanedanlar IX. asrın ikinci yarısı ile XI. asrın ilk yarısına kadar varlıklarını
sürdürmüş, Ebû Reyhân el-Bîrûnî (ö. 453/1061?) ile İbn-i Sînâ (ö. 428/1037) X.
asrın ikinci yarısında dünyaya gelmiş ve tahsil görmüşlerdir.
İran ve Türkistan’da böylece resmî, ilmî ve edebî faaliyetler bu yıllarda bütünüyle
Arapça olarak gerçekleştirilmekteydi. Bu arada mevcut Farsça ve Türkçe ise,
Arapçadaki dinî kaynak ve bilgileri ifade edebilecek olgunlukta değildi.
Tarih Boyunca Türkler ve Farsça; Modern Yaklaşımlara Bir Eleştiri
Cilt 3 Sayı 1 (Ocak 2013) 9
Dolayısıyla bu durumun etkisiyle olsa gerek, İslam dinine büyük bir imanla sarılan
bu dillerin sahipleri Arapça öğrenmeyi bir gereklilik görmekteydi. İlave olarak yeni
yönetimde, bilim ve edebiyat alanlarında yer edinmek isteyenler de bu mecburiyeti
hissetmekteydi. Böylece dildeki muazzam değişikliklerden sonra III/IX. asrın
ikinci yarısında Yeni Farsçanın ilk ürünleri ortaya çıkmaya başladı.
Bu bölgelerde Arapça resmî, ilmî ve edebî alanlardaki mutlak hakimiyetini
Tâhirîler (205-259/821-873), Sâmânîler (287/-395/900-1005) ve Gazneliler
zamanında sürdürdü. Farsça ise Sâmânîler ve Gazneliler zamanında hemen hemen
yalnız edebî alanda kullanıldı. Sultan Mahmud’a ithafen Arapça yazılan Târîh-i
Utbî (Târîh-i Yemînî, müellifin vefatı: 427/1035)’nin verdiği bilgilere göre Farsça,
Sultan Mahmud zamanında Vezir Ebu’l- Abbâs Fazl-ı İsferâyinî (öl. 404/1013-
1014; Hicrî 401’e kadar 17 yıl vezirlikte bulundu) tarafından divanda kullanıldı.
Ancak hemen sonrasında Ahmed b. Hasan-ı Meymendî (ö. 424/1033; Sultan
Mahmud’a 15 yıl ve Sultan Mesud’a 2 yıl vezirlik yaptı) vezir olduğunda tekrar
Arapçaya dönüldü. Bazı tarihçilerce tercihleri sebebiyle Ebu’l-Abbâs acımasızlık
ve cahillikle tenkit edilirken, Meymendî övülmüştür (Bahâr, 1349 hş., I, 169;
Hesen-i Enverî, 1355 hş., 6; Hânlerî, 1366 hş. : I, 311; Kaynağı Târîh-i Yemînî).
Bu kayıtlardan anlaşıldığı gibi ilk Müslüman devletlerde Arapça kullanılmaktaydı.
İranlıların kültürel geçmiş açısından özel önem verdikleri Sâmânîler devletinde de
durum böyleydi (Hesen-i Enverî, 1355 hş.: 6).
Benzeri bir durum, yani Arapça ile Farsçanın dönüşümlü kullanılması örneği
Büyük Selçukluların sarayında da vuku bulmuştur. Tuğrul Beyin veziri Ebû Nasr-ı
Kundurî (vezirliği 448-455/1056-1063; vezirliği 7 yıl) zamanında risâlet divanı
Farsçaya döndürüldüyse de sonrasında Alp Arslan ve Melikşah’ın 30 yıl vezirliğini
yapan Nizâmulmülk (vezirliği 455-485/ 1063-1092), divan dilini tekrar Arapçaya
çevirdi (Bahar 1349 hş., I, 169).
Bu iki olayla ilgili kayıtlardan şu bilgi ortaya çıkmaktadır: Farsça bu bölgelerdeki
Türk devletlerinden Gazneli sarayında 17 yıl, Selçuklu sarayında 7 yıl kadar divan
işlerinde Arapçanın yerini almıştır. İran sahasında Arapçanın yönetimdeki
varlığının Moğollar zamanına kadar devam ettiği anlaşılmaktadır. P. N. Hânleri
bunu şöyle ifade etmektedir: “Moğol istilasından ve özellikle Bağdat halifeliğinin
sona ermesinden sonra da artık Arap dilinin idarî teşkilatta kullanılmasına bir
neden ve gereklilik kalmadı (Hânlerî, 1366 hş.: I, 313).” Moğol istilası 1220 yılı
civarında başlamış, Bağdat ise 1258 yılında tahrip edilerek Abbâsî hilafeti
yıkılmıştır.
Aynı durumun, Anadolu Selçuklularında XIII. yüzyılda yaşandığı kaynaklarda yer
almaktadır. Aksaraylı Kerimeddin Mahmud’un Müsâmeratü’l-ahbâr adlı eserinde
yazdığına göre Sâhib Fahreddîn Alî’nin zamanında divan dili vezirin idrak ve
istidadına uygun olarak mütalaasından bir şey kaçmaması için Arapçadan Farsçaya
çevrildi (Aksaraylı Kerimeddin Mahmud, 1999: 64; Levend, 1972: 6 ). 657/1259
yılından sonra gerçekleşen bu değişiklik Konya’da Karamanoğlu Mehmed Bey’in
Adnan Karaismailoğlu
10 Cilt 3 Sayı 1 (Ocak 2013)
ünlü fermanının ilanına, 15 Mayıs 1277 (10 Zilhicce 675) gününe kadar devam
etmiştir.
W. Barthold konuyla ilgili tespit ve kanaatini şu şekilde dile getirmiştir:
Türkler hiç bir yerde Arap ve İran medeniyetine tamamen tabi
olmuş değildiler ve Türklerin kendi lisanlarını unutmaları da hiç
bir yerde vaki olmamıştır. Bununla beraber Arap ve İran
medeniyetinin Türklere tesiri o kadar kuvvetli idi ki Türk lisanı
hiç bir yerde devlet ve medeniyet lisanı olamadı. Türk
devletinin en garbî kısmı olan Küçük Asya memleketinde XIII.
asra kadar devlet lisanı Arapça idi; bu malumat XIV. asırda
Küçük Asya’da yazılan müellifi meçhul bir Fârsî eserde
mevcuttur (Levend, 1972: 6).1
A. S. Levend, “müellifi meçhul Farsî eser”in yukarıda adı geçen Müsâmeratü’lahbâr
olduğunu belirttikden sonra her nedense zamanı bir asır öncesine çekerek şu
ifadelere yer vermektedir: “Arapçanın bu etkisi XII. yüzyılın sonlarına dek sürer,
XII. yüzyılın sonlarında Arapçanın yavaş yavaş önemini kaybettiği, buna karşılık
Farsçanın önem kazanarak Arapçanın yerine geçtiği görülür.”
M. Fuad Köprülü ise aynı konuda şöyle demektedir:
XIII. yüzyılda Medreselerde dinî ve ilmî lisan olan, sultanların
Abbâsî halifeleriyle, Eyyûbî prensleriyle, Memlûklerle
yazışmalarında resmî dil olarak kullanılan Arapçanın bu
hakimiyetini, bu asra hatta daha sonraki asırlara ait kitabelerde,
vakfiyelerde açıkça görüyoruz. Farsçanın hakimiyeti bundan
daha büyüktü.... Maamafih, devletin resmî işlerinde ve
kayıtlarında hakim olan lisan, galiba Arapça idi. Arapça
bilmeyen vezir Fahreddin Ali’nin, hicrî 657’den sonra divan
muâmelelerini Arapçadan Farsçaya çevirttiği hakkında tarihî bir
kayıt vardır..... Biz haberleşmelerde ve şer’î işlerde Arapçanın,
divan işlerinde ve dahilî muâmelelerde daha ziyade Farsçanın,
halk ile olan muamelelerde de Türkçenin kullanıldığını
zannediyoruz (Köprülü,1980: 334).
Osman Turan da yaptığı çalışmaların sonucunda Uygur Türkçesi ve yazısından
bahisle şu ifadeleri oluşturmuştur:
Nitekim Kaşgarlı Mahmud’da, kadim zamanlardan bugüne yani
XI. Asra değin, Kaşgar’dan Yukarı Çin’e kadar bütün
Türklerin, hakan ve sultanların, Uygurca kullandıklarını, Çinli
ve diğer Şark kavimlerinin de Türklere mektuplarını bu yazı ile
yazdıklarını, oralarda şehirlilerin Türkçe bildiğini söylemekle
1 Barthold, W., Orta Asya Türk Tarihi hakkında Dersler, İstanbul, 1927, s. 119’den naklen.
Tarih Boyunca Türkler ve Farsça; Modern Yaklaşımlara Bir Eleştiri
Cilt 3 Sayı 1 (Ocak 2013) 11
Uygurca’nın Asya’da ne derece yaygın ve devletlerarası resmi
bir dil olduğunu belirtir... Nitekim Beyhakî Gazne saray dilinin
Türkçe olduğunu kaydettikten sonra Karahanlılar’dan gelen
mektupların da Türkçe olduğunu söyler, ki bunların Uygurca
yazıldığı aşikardır (Turan, 1999: 421-422).2
O. Turan’nın Selçuklular’da üç dilin kullanımına dair genellemesi ise şu şekildedir:
“Böylece Selçuklular İslam dünyasının ortasında yeni büyük bir din ve medeniyete
girerlerken onun kurulmuş nizamı icabı Arapçayı ilim ve din, Farsçayı da edebiyat
ve devlet dili olarak kabul ediyorlardı. Bu durumda Türkçe saray ve orduda
konuşma dili olarak kalıyor; Melikşah Farsça şiir söylerken dostlarına da Türkçe
mektup yazıyordu (Turan, 1999: 423-424).”
Köprülü ayrıca 761/1360 tarihli bir vakfiyeye işaretle devlet işlerinde Türkçenin
durumuna izah getirmektedir: “Maamafih Türkçenin XIII. yüzyıl sonlarından
başlayarak devlet muamelelerinde yavaş yavaş ehemmiyet kazanmağa başladığı
muhakkaktır. Orhan’ın hicrî 761 tarihli Türkçe vakfiyesi, onu takibeden asırda
Türkçenin bu hususta kazandığı ehemmiyeti gösterecek bir delildir (Köprülü,1980:
335).”3 Köprülü benzeri örnekleri 814/1411, 828/1425, 860/1456 gibi tarihleri
belirterek sıralamaktadır:
Türk dilinin sahası yalnız halk dili olarak gelişmekle kalmıyor,
edebî dil ve devlet dili olarak da nüfuzunu artırıyordu: Hicrî
814’de Germiyanoğlu II. Yakub’un vakfiye kitabesi, bu cins
kitabelerde ilk defa Türkçe olarak yazılmıştı (Halil Edhem, I,
116)4 … Fâtih Sultan Mehmed’in ilk devirlerinden kalan resmî
devlet evrakı umumiyetle Türkçe olduğu gibi (Ahmed Refik)5
en eskisi 860 tarihli ve bu yüzyıla ait olan bir takım fermanlar
da Türkçe olarak hatta temiz halk diliyle yazılmıştır
(Kraelitz,1922)6
. Gene Fâtih’in kanunnâmeleri de saf Türkçedir.
Balıkesirli Devletoğlu Yusuf, 828’de yazdığı bir eserde,
medreselerde tedrisatın Türkçe olarak yapıldığını söylüyor ki
bunun XIV. yüzyılda da böyle olduğu kolaylıkla tahmin
olunabilir. İmparatorluğun bazı İslam ve Hıristiyan devletleriyle
yazışmalarında, Selçuklu ve Bizans an’anelerini takip ederek
ekseriyetle yabancı dilleri kullanması Türkçenin devlet işlerinde
ehemmiyetini küçültecek bir şey değildir (Köprülü, 1980: 354).
Aynı bilgiler, Halil İnalcık tarafından da dile getirilmiştir: “Elimizdeki en eski
kadı sicil defterlerinde dahi (Bursa Müzesi, şerîye sicil defterleri, A. 199-808,
tarihi H. 860) vesikaların büyük bir kısmı Türkçe zapt olunmuştur (İnalcık, 1987:
2 Târîh-i Beyhakî’den naklen, s. 759, 781; Beyhakî, 565/1169’da vefat etmiştir.
3 Kaynağı: Türk Tarih Encümeni Mec., İst. 1926, 17 (94)
4 Kaynak bilgisi M. F. Köprülü’ye aittir.
5 Ahmed Refik, Tarih Encümeni Mec. , Bk. Fihrist; Kaynak bilgisi M. F. Köprülü’ye aittir.
6 Kaynak bilgisi M. F. Köprülü’ye aittir.
Adnan Karaismailoğlu
12 Cilt 3 Sayı 1 (Ocak 2013)
215).” İnalcık yayınladığı 835/1431-1432 tarihli “Defter-i Sancak-i Arvanid” için
önsözde “Esasen Defter’de kullanılan Türkçe çok sadedir.” ifadesine yer
vermektedir (İnalcık, 1987: VIII).
Bu bilgilerden sonra Türk devletlerinde dil ve alfabe kullanımındaki çeşitlilik
konuya dahil edilmeli ve bu tartışmalarda önemli bir yere sahip olmalıdır. Az
önceki alıntıda Köprülü’nün işaret ettiği sarayda birçok yabancı dilin kullanıldığı
hususuna dikkat çekilmelidir:
Osmanlı Türkleri sadece Türkçe yazı yazmamışlardır....
Kitaplardan (codex) başka, vesikalar ve resmî yazılar da
münhasıran türkçe yazılmamıştır. Araplara ve Farslara
gönderilen mektuplar da çok defa arapça ya da farsça
yazılıyordu. Batı milletleri ile ilişkiler güçlendikçe ve
sıklaştıkça zaman zaman onların dilinde de resmî yazılar
yazılmıştır. Viyana, venedik arşivlerinin Turcica serilerinde,
çok nâdir olarak lâtince, ermenice ve almancaya da
rastlanmaktadır. Fakat özellikle, rumca, sırpça, boşnakça,
macarca ve italyanca yazılar oldukça çoktur. Yabancı dillerin
kullanılmasındaki pratik maksat, doğrudan doğruya ilişki
kurmaktır. Bu şekildeki hareket tesâdüfî değildir ve meselâ
rumca, sırpça, boşnakça gibi diller, bu milletlerin bağımsız
oldukları devirlere ait olmayıp onların Osmanlı hâkimiyeti
altına girdikten sonraki devirlerine âit bulunmaktadır
(Gökbilgin, 1979: 28).
Anadolu Selçuklu sarayında farklı dil kullanan şikâyetçilerin şikâyetleri
dinlenirken tercümanların görev yaptığı, Hıristiyan memleketlerle haberleşme ve
akitlerde Yunanca ve Latince kullanıldığı bilinmektedir (Turan, 1988: 19).
Osmanlı zamanıyla ilgili olarak Yunanca, Slavca, Sırpça, Macarca v.d. dillerde
yazışma ve antlaşmaların mevcudiyetinden ve bazı belgelerin ise İtalyanca,
Ermenice, Rumence hatta Lehçe yazıldığı kaydedilirken farklı alfabelerin de
kullanıldığı eklenmektedir: “Arap yazısıyla kaleme alınmış belgelerin dışında,
Avrupa hükümdarlarına veya Hıristiyan tebaalarına hitap eden Nâme-i
hümâyûnların Türkçe ibareli fakat Latin veya Yunan harfleriyle yazılı olanları da
vardır (Reychman- Zajaczkowski, 1993: 134).”
Yukarıdaki ifadelerde yer bulan “devlet dili” veya “resmî dil” kavramlarının bilim
adamlarınca modern anlamda kullanılmadığını kabul etsek de yeni okuyucu ve
araştırmacılarca farklı veya yanlış anlaşılabildiğini gözden uzak tutmamak gerekir.
Modern devlet tanımlamasına göre kullanılan şu ifade bu gerçeği aydınlatmaktadır:
“Devlet dilinin Türkçe olduğunu ilk defa ilan eden Türk devleti, Osmanlı
devletidir. 7 Zilhicce 1293/ 23 Aralık 1876’da yürürlüğe giren Kanun-i Esasî’nin
üç ayrı maddesinde devletin resmî dilinin Türkçe olduğu belirtilmiştir (Gözler,
1999: 33, 40, 42).”
Tarih Boyunca Türkler ve Farsça; Modern Yaklaşımlara Bir Eleştiri
Cilt 3 Sayı 1 (Ocak 2013) 13
Ülkemizde geçmişle günümüz arasında algılama açısından önemli farklılıklar
oluşturan ifade biçimleri vardır. Örnek olarak geçmişte kullanılan ve günümüzde
bazı yayınlarda az da olsa rastlanan “Türkî dil”, “Türkî şiir”, “Türkçe edebiyat”
gibi nitelemeler bugün Türkçede hemen hemen yer bulmamaktadır. “Şi’r-i Türkî”,
“şi’r-i Fârsî” gibi tamlamaların karşılığı bugün Türkiye Türkçesinde “Türk şiiri”,
“Fars şiiri” şeklinde olmaktadır. Geçmişte bu tür tamlamalar galiba doğrudan dile
yönelik yani “Türkçe şiir” olarak algılanırken, günümüz Türkiye’sinde ise bir ırka
ait, yani “Türklerin şiiri” algısını doğurmaktadır. Bu duruma karşılık günümüzde
İran’da bu tamlamaların zihne çağrıştırdığı ilk anlam “Türkçe şiir”, “Farsça şiir”
olmaktadır. Gerçekte örnek olarak “Farsça şiir” ifadesi başta Türkler olmak üzere
Farsça şiir yazmış farklı soylardan kişilerin ürünlerini de kuşatan geniş bir
muhtevaya sahiptir. Aynı yönde Farsça olarak kullanılmakta olan, “Şâ’ir-i Fârsîgûy
(Farsça söyleyen şair)” tamlaması veya Türkçe anlatımda yer bulan “Arapça ve
Farsça şiirleri de vardır” cümlesi algılamayı kolaylaştırmaktadır.
Coğrafya, inanç ve kültür beraberliği nedeniyle Arapça yazmış Fars ve Türkler,
Farsça yazmış Türk ve Araplar veya Türkçe yazmış Fars ve Araplar tarih boyunca
var olmuştur. Elbette Afgan, Hintli, Bulgar, Arnavut ve diğer birçoklarını ilave
etmek mümkündür. Bu nedenle araştırmacılar tarafından “Arapça yazan Fars
şairler”, “Farsça yazan Türk şairler” gibi başlıklar oluşturup bilimsel çalışmalar
yapılması kaçınılmazdır ve bunun örnekleri özellikle Farsça bilimsel çalışmalarda
çoktur. “Şuerâ-yi Fârsîgû-yi Yugoslavî (Yugoslavyalı Farsça söyleyen şairler)”
başlığı, bir zamanlar Yugoslavya olarak bilinen coğrafyayla ilgili görülen şairleri
anlatmak için oluşturulabilmektedir. Bu şairlerin Osmanlı dönemi şairlerinden
olduklarını belirtmek her halde yersizdir. Bu tarzda dile vurgu yapan
tanımlamaların günümüz Türkçesinde de yaygın kullanılması, konunun daha kolay
anlaşılmasını sağlayacaktır. Bu durumun ise özellikle Türk edebiyatının kapsadığı
alanı genişleteceği aşikardır.
XX. asırda Türklerin tarih boyunca Farsçayı ne derecede kullandığını tespite
çalışarak Farsçanın ve Fars kültürünün etkisini veya büyüklüğünü ispata çalışan
Türkçe ve Farsça birçok kitap veya makale kaleme alınmıştır. Çoğu defa eleştiriye
layık abartılı yargıların yer bulduğu bu tür modern yaklaşımlı çalışmaları bir
kenara koyarak, bu yakınlığın ve ilişkinin olumsuz yorumlanmayacak bir tablo
olarak görülmesi gerektiğini söylemek mümkündür. Konuya yaklaşım tarzı
ayrıştırıcı, dil ve kültürleri uzaklaştırıcı modern zamanların diliyle değil de tarihi
süreç, dinî ve coğrafî beraberlik dikkate alınarak yukarıda belirtilen yönde olduğu
takdirde büyük ölçüde varılacak sonuç da budur. Unutulmamalıdır ki bugün başta
İran olmak üzere bazı yakın komşu ülkelerde Arapça, Farsça ve Türkçe, tarihtekine
benzer şekilde yakın temas halindedir ve ülke vatandaşlarının birçoğu iki dilli bir
yaşantıya sahiptir.
Mâverâünnehir, Horasan, İran, Anadolu ve Osmanlının hâkim olduğu Avrupa
topraklarında Farsça eser vermiş Türk asıllı şahsiyetler elbette tespit edilemeyecek
derecede çok olmuştur. İddialı tespit ve izahlar bu nedenle pek de anlamlı
Adnan Karaismailoğlu
14 Cilt 3 Sayı 1 (Ocak 2013)
olamayacaktır. Benzeri şekilde Türkçede kullanılan Farsça ve Arapça kelimelerin
sayısal olarak tespiti ve eserlerdeki kullanım oranlarının delil olarak sunulması da
dikkatleri yanıltıcı bir noktaya taşımaktadır. Bu konularda bilimsel çalışmalar
yapmak ve tespitte bulunmak yaklaşım tarzında bir yanlışlık olsa da elbette önem
taşımaktadır. Ancak bu çalışmalardan Türklerin Türkçeye ilgisizliği, yabancı
etkisinde kaldıkları, edebi zevk ve anlayışlarının özgün olmadığı gibi yargılara
varılması tarihi süreç dikkate alındığında makul görülmemelidir. Modern
yaklaşımlar sonucu oluşan bu yargılar, ayrıca haksız yere kültür dünyamızda da
sıklıkla yer bulmaktadır.
Son olarak konuyla ilgili şu noktalara dikkat çekmek galiba yerinde olacaktır:
1- Anadolu’ya ulaşmadan önce 4 asra yakın bir zaman diliminde Türkler ile
Farsların dillerinde ve inançlarındaki değişme ve gelişme süreci, büyük ölçüde
Mâverâünnehir/Batı Türkistan bölgesinde başlayarak bir arada geçirilmiştir. Her iki
milletin o dönemlerdeki yönelişi ve yenileşmesi aynı yönde olmuştur.
2- Söz konusu asırlarda toplumda Arapça dinî, idarî, ilmî ve edebî alanlarda İslamı
kabul eden farklı anadile sahip uluslar tarafından çeşitli nedenlerle kullanılan veya
tercih edilen bir dil olmuştur.
3- İslamiyetten sonra Yeni Farsçayla yazılmış edebî örneklerin oluşması birkaç asır
almıştır. İlk örnekler IX. asrın ikinci yarısından itibaren Batı Türkistan ve
Horasan’da ortaya çıkmıştır.
4- Geçmişte Türk devletlerinin saraylarında ihtiyaçlar çerçevesinde birçok dilde
görüşmeler yapıldığı ve yazılar kaleme alındığı bir gerçektir.
5- Günümüzde devletlerin anayasalarında belirtildiği şekilde “resmî dil” veya
“devlet dili” kavramları, uzun asırlar boyunca oluşmamış ve kullanılmamıştır.
Gerek “Türk şiiri” ve gerekse “devlet dili” gibi modern zamanların
tanımlamalarıyla veya farklı bir deyişle bunların çağrıştırdığı anlamlarla edebiyat
tarihiyle ilgili konuları izaha çalışmak, özellikle Türk dili ve kültürü açısından
önemli yanlış algılamalara yol açmaktadır.
6- İlk dönemlerden itibaren Farsça yazılı edebî ve tarihî eserlerin büyük çoğunluğu
Türklerden ve onların faaliyetlerinden bahsetmektedir. Bu açıdan bakılarak
Türklerin siyasî, dinî ve kültürel varlıkları, müellifleri hangi ulustan olursa olsun
bu Farsça eserlerle de kayıt altına alındığı rahatlıkla söylenebilir.
7- Coğrafi ve kültürel beraberlikler sebebiyle geçmişte ve günümüzde Farsçada yer
bulan Türkçe kelimeler azımsanmayacak derecede çoktur. Türkçedeki Farsça
kelimelerle ilgili çokça değerlendirmeler yapılırken bu durum pek dikkate
alınmamaktadır.
8- Günümüzde de Özellikle İran, Afganistan ve Tacikistan’daki Türkler Farsça
eserler yazmayı sürdürmektedir. Bu ülkelerdeki bazı önemli edebî şahsiyetler doğal
olarak Türk asıllıdır.
Tarih Boyunca Türkler ve Farsça; Modern Yaklaşımlara Bir Eleştiri
Cilt 3 Sayı 1 (Ocak 2013) 15
Bütün bu sıralanan hususlar “Türkler ve Farsça” konusunun pek çok ayrıntıya
sahip bulunduğunu ortaya koymaktadır. Konuya böyle yaklaşınca özellikle gerek
Fars ve gerekse Türk bir çok araştırmacının tercih ettiği etki ve etkileme çevresinde
üstünlük iddialarıyla yüklü, tarihe dönük eleştirilerle dolu görüşleri onaylayıp
tekrar etmek mümkün değildir.
KAYNAKÇA
Ahmed Refik, Tarih Encümeni Mecmuası (Kaynak bilgisi M. F. Köprülü’ye aittir).
Aksaraylı Kerimeddin Mahmud (1999), Müsâmeratü’l-ahbâr, nşr. Osman Turan,
Ankara (İlk baskı 1944).
Bahâr, Melikü’ş-şu’arâ (1349 hş.), Sebkşinâsî, I-III, Tahran.
Barthold, W. (1927), Orta Asya Türk Tarihi hakkında Dersler, İstanbul.
Dihhudâ, Ali Ekber (1993-1994), Lugat-nâme, I-XIV, Tahran.
Enverî, Hesen (1355 hş.), İstilâhât-ı dîvânî devre-i Gaznevî ve Selcûkî, Tahran.
Gökbilgin, M. Tayyib (1979), Osmanlı Paleografya ve Diplomatik İlmi, İstanbul.
Halil Edhem, Tarih Encümeni Mecmuası, c. 1, s. 116 (Kaynak bilgisi M. F.
Köprülü’ye aittir).
Hânlerî, Pervîz Nâtel (1366 hş.), Târîh-i zebân-i Fârsî, I-III, Tahran.
Humâî, Celâleddîn (1340 hş), Târîh-i edebîyât-ı Îrân, Tahran.
İnalcık, Halil (1987), Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar, I, Ankara (ilk
baskı 1954).
İnalcık, Halil (1987), Hicrî 835 Tarihli sûret-i Defter-i Sancak-i Arvanid, Metni bir
giriş ile neşreden Halil İnalcık, Ankara (ilk baskı, 1954).
Köprülü, M. Fuad (1980), Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul.
Kraelitz (1922), Osmanische Urkenden in Türkischer Sprache. Viyana (Kaynak
bilgisi M. F. Köprülü’ye aittir).
Levend, Agâh Sırrı (1972), Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Ankara.
Reychman, Jan – Zajaczkowski, Ananiasz (1993), Osmanlı-Türk Diplomatikası El
Kitabı, Genişleterek İngilizceye Çeviren Andrew S. Ehrenkrutz, Türkçeye
Çeviren Mehmet Fethi Atay, İstanbul.
Turan, Osman (1988), Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesîkalar, TTK,
Ankara.
Turan, Osman (1999), Selçuklular Tarihi ve Türk İlim Medeniyeti, İstanbul.
Konular
- PARS DERGİSİ
- ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ
- KLÂSİK TÜRK EDEBİYATINDA ŞEM’Ü PERVÂNELER VE LÂMİ’Î ÇELEBÎ’NİN ŞEM’Ü PERVÂNE MESNEVİSİ
- FARS EDEBİYATINDA METAFİZİK YOLCULUKLAR
- شاعران فارسی سرای وفارسینويس ارزرومی
- تعلیم وتربیت ازمنظر سعدی
- توازن موسیقايی غزلهای سعدی
- YAŞAR KEMAL’İN İNCE MEMED ROMANI İLE SADIK ÇUBEK’İN TENGSİR ADLI ROMANININ KARŞILAŞTIRMASI
- YAVUZ SULTAN SELİM’İN DÎVÂNINDA OLMAYAN FARSÇA ŞİİRLERİ
- KÜÇÜKASYA’DA İSLAMİYET (DER İSLAM IN KLEIN ASIEN)
- ERKEN DÖNEM FARSÇA MESNEVİLERDE BEZM - IYRD.
- RÛDEKÎ-Yİ SEMERKANDÎ (Ö. 329/940)
- NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN ŞEYHÜLİSLÂM FEYZULLAH EFENDİ’YE FARSÇA METHİYELERİ
- HAYRETÎ DİVANINDA GEÇEN “GAM” KELİMELERİNİN TASARIMLARI
- BÂBÂ TÂHİR-İ HEMEDÂNÎ DİVANININ MEHDÎ-İ HAMÎDÎ NÜSHASINDA GEÇEN DOBEYTÎLERİ VE TÜRKÇE TERCÜMESİ
- EŞREFOĞLU RÛMÎ’NİN GAZELLERİNDE NASİHAT VE NEFİS MUHASEBESİ
- HÂB-I HAYÂL, AYINTABLI HÜSNÜ
- شاعران فارسیسرای و فارسینويس ارزرومی*
- مسئلة »مضمون« در شعر کودکان و نوجوانان
- مأخذ اصلی تمثیل خورندگان پیلبچهدرمثنوی
- وگرايی درهنر ايران
- NEF’Î’NİN TUHFETU’L-UŞŞÂK ADLI FARSÇA KASİDESİ
- ERKEN DÖNEM FARSÇA MESNEVİLERDE BEZM - IIYRD.
- DAKİKÎ-Yİ TUSÎ (Ö. 366/976)
- ÂRİF ÇELEBİ’NİN FARSÇA KASİDESİ VE TÜRKÇE ÇEVİRİSİ
- SÂİB-İ TEBRİZÎ’NİN ŞİİRLERİNDE GEÇEN “HÂB-I BAHÂR” TAMLAMASI ÜZERİNE
- ROMEN DİLİNDE KULLANILAN FARSÇA KELİMELER
- سینمای ایران
- آداب حرب مغول درتاریخ جهانگشای جوینی
- بررسی تطبیقی ضرب المثل های ترکی سنقر با ضرب المثل های زبان فارسی