Aruz Ölçüsü (Ârûz Vezni)
Arûz; İslamiyet'i kabul eden milletlerin edebiyatlarında yer alan şiir ölçüsü.[1]
Arûz ölçüsü, nazımda uzun veya kısa, kapalı ya da açık hecelerin belli bir düzene göre sıralanarak ahengin sağlandığı ölçüdür. "Yön", "yan", "bölge", "bulut", "keçi yolu", "deli", "sarhoş deve", "çadırın orta direği", "karşılaştırılan", "ölçü olan şey" [2] gibi anlamları yanında, beytin ilk mısrasının sonlarına da ârûz adı verilmiştir.[1]
Edebî kavram olarak, bu anlamlardan hangisine dayandığı tam olarak bilinmemektedir. Develerin yürüyüşünden, demircilerin sistematik çekiç vuruşundan veya çamaşırcı kadınların tokmak seslerinden çıktığı görüşleri vardır. Bir çadırı direğin ayakta tutması gibi, Divan Şiiri'ni ayakta tutan en büyük unsûrun ârûz olduğu düşünülür.[2] Çünkü; beyt, "ev" ve "çadır" demektir. Çadırı ayakta tutan, ölçüdür. Bu bakımdan çadır direği, en uygun mânâdadır.[1]
Arapların "ilmü'ş-şiir" dedikleri şiir bilimi;
Aruz Bilimi (İlmü'l-Aruz)
Uyak Bilimi (İlmü'l-Kâfiye)
diye ikiye ayrılır. Arûz bilimi, ârûz ölçüsü (ârûz vezni)'Nün kurallarını bildirir.[3]
Önceleri Arap şiirinde açık ve belirgin şekilde olmayan ârûz veznini edebî bir ilim olarak İmâm Halil bin Ahmed (milâdî 701-775, hicrî 81-155) tedvîn etmiş, sistemleştirmiş, böylece nâzım ilmi kurulmuştur. [1] Bu bilimle ilgili kuralların bir kısmı, İslam'ın ilk çağlarında bilinmiyordu. İmam Halil'in ortaya attığı bu dizge, ilk zamanlar kabûl edilmedi.Öyle ki, zamanın kimi ünlü şâirleri, kendilerini bu ölçülerin üstünde görerek onlara uymayan ölçülerde şiirler yazdılar.[3]
Ârûzda Arap harflerinin; [yani hecelerin] harekeli (sesli) ve sâkin (sessiz) oluşu göz önüne alınmış, kısa ve uzun hece ayrımı yapılmıştır. Bu hecelerden cüzler, cüzlerden de vezinler ortaya çıkıştır. Cüzler, kısa ve uzun hecelerin belirli sayıda bir araya gelmesinden ortaya çıkar. Buna "tef'ile" de denir. Vezindeki parça ve bölüme "tef'ile" veya "cüz" denmektedir.[1]
Arap ârûzu, önce İran'dan geçmiştir. İranlılar, ârûzun kendi eski ölçülerine yakın olanlarını seçmişler, bu çlçüler içinde bâhirler bile uydurmuşlardır. Örneğin; "hezec bahri"nin türlü biçimlerinden oluşan 24 rübâî kalıbını İranlılar bulmuşlardır.
Türkler'in çoke ski çağdan beri güçlü bir halk şiiri geleneği vardı ve "hece ölçüsü"nü kullanıyorlardı. İslamiyet'i kabûl ettikten sonra, İran edebiyatının etkisiyle Türkler de Farsça şiirler yazmışlar ve Farsça'yı şiir dili olarak benimsemişlerdir. Böylece Türkler, ilk şiirlerinde İran ârûzunu kullanmaya başlamışlardır.
Arûzu kullanmaya başlayan Türk şâirleri, büyük bir güçlükle karşılaştılar. Çünkü Türkçe'nin yapısı, Arapça ve Farsça'ya benzemiyordu. Türkçe'de uzun ünlü (â, î, û) bulunmaması, Türkçe sözcüklerdeki kimi ünlülerin uzatılması sonucunu doğuruyordu. Bununla birlikte Türkler, ilk zamanlarda hece ölçüsüne en yakın olan kalıpları seçerek işe başlamışlardır. Türkçe'nin yüzyıllarca direnerek karşı koyduğu ârûz, -bir kaç ünlü divan şâiri dışında- ancak XIX-XX. yüzyıllarda Tevfik Fikret, Mehmet Akif, Yahya Kemal gibi şâirlerin elinde bir Türk ârûzu durumuna gelmiştir.
Tanzimat'tan sonra başlayan toplum yapısındaki değişme ve yenileşme, edebiyatı da etkilemiştir. Özellikle Fransız edebiyatından Türk edebiyatına aktarılan yeni tür ve kavramlarla birlikte, eski sorunlar da yeni bir bakışla tartışılmıştır. Bunlar arasında en önemli yeri tutan, âruz & hece sorunudur.
Tanzimat döneminde ârûza ilk tepki, Ahmet Cevdet Paşa'dan gelmiştir. Ahmet Cevdet Paşa, Türk şiirinin doğal ölçüsünün hece ölçüsü olduğunu söyleyerek ârûzun Türk lehçesini bozduğunu ileri sürmüştür.Namık Kemal de bir çok yazılarında hece ölçüsünü savunmuş ve özellikle tiyatro yapıtlarında ârûz yerine hece ölçüsünün kullanılmasını salık vermiştir. Buna uyarak Abdülhak Hamid, "Mesteren ve Liberte" oyunlarını hece ölçüsüyle yazmıştır.
Recâizâde Mahmut Ekrem, "ârûz ölçüsü içinde Türkçe sözcüklerin imâlelerle bozulduğunu" kabul etmekle birlikte, yine de ârûzu heceye tercih eder. Ekrem, La Fontaine'den kimi hikâyeleri hece ölçüsüyle Türkçe'ye çevirmek ister; fakat, başarı sağlayamayarak ârûza döner.
Arûzun, önemli bir edebiyat sorunu olarak ele alınması, Servet-i Fünûn şâirleriyle başlar. Servet-i Fünûn şâirleri, âruz kalıplarını önce müzik değeri olarak ele almışlar; sonra da kullanılan kalıbın, şiirin konusuna göre ve dize içindeki sözcüklerle olan uygunluğu üzerinde önemle durmuşlar; hatta, ölçünün müzik değeri açısından konu ile bağlılığını sağlayabilmek için konunun gelişmesine göre bir şiir içinde bir kaç kalıp kullanmışlardır. Bunun en başarılı örnekleri, Tevfik Fikret ve Cenab Şehabeddîn'de görülür.[3]
Ârûz ölçüsü, Arap, Türk, Fars, Afgan, Pakistan ve kısmen Hint edebiyatında kullanılmaktadır.[2]
Ârûz hecelerin sayısını değil, şeklini esas alır. Ârûzla yazılmış şiirlerde, her bir mısranın heceleri, diğer mısraların aynı hizadaki heceleriyle aynı açıklık(kısalık) ve kapalılık(uzunluk) noktasında birbirlerine denktir. Açık (kısa) hece, ( . ) işaretiyle; kapalı (uzun) hece ise (-) işaretiyle gösterilir. Ayrıca med'li adı verilen, bir buçuk hece değerinde ( .- ) işaretiyle gösterilen hece değeri de dört sesten oluşan heceler için kullanılır. [2] İmam Halil, ârûz'un esâsı olmak üzere 8 tef'ile tespit etmiştir. Bu cüzlere "efâ'il ve tefâ'il" adı verilir. Bunlar; [1]
fa'ûlün (fe'ûlün) (._ _)
fâ'ilün, fâ'ilât (_._)
mefâ'ilün (._._)
fâ'ilâtün (_._ _)
müstef'ilün (_ _._)
mef'ûlâtü (_ _ _ .)
müfâ'aletün (._.._)
mütefâ'ilün (.._._)
Her beyitte en az dördü bulunan bu parçalara tef'il, tef'ile ya da cüz adı verilir.[2]
Ârûzda Hece Çeşitleri
1. Açık ve Kısa Heceler
Sonu [â,î,û gibi uzun olmayan] sesli bir harfle biten hecelerdir. DE-rE, dİ-rİ, A-dA, İ-nİ, I-şık gibi.
2. Kapalı ve Uzun Heceler
Sonu sessiz bir harfle ya da elif (â), vav (û) ve ye (î) uzatma harfleriyle biten hecelerdir. HaS-reT, hâ-lâ, hâ-lî, seN-siN, leY-lâ, sa-bâ, se-siN gibi.
3. Bir Buçuk (Kapalı ve Açık - Uzun ve Kısa) Heceler
Sonu iki sessiz ya da bir uzun (â, î, û) + sessiz harfle biten hecelerdir.
Derd, di-yâr gibi.
Yalnız, kapalı uzun hece, n harfiyle biterse, bir uzun hece kabul edilir. Bir buçuk hece ( _. ) olmaz. Ci-hâN, de-rûN, dil-hûN, ner-mîN, der-mâN, han-mâN gibi. Az da olsa âruz kâidesi dışına çıkarak, bâzı şâirler, bu durumdaki bir heceyi bir buçuk olarak kullanmışlardır.
Ayrıca mısra sonundaki hece, açık da olsa kapalı da olsa kapalı hükmündedir.[1]
Ârûz Ölçüsünde Kurallar ve Aruz Kusurları
1. Ulama (Vasl): Bağlama, bağlayış anlamındadır. Sessiz harfle biten kelimeyi sesli harfle başlayan kelimeye bağlayarak okumaktır.[2]
Örnek;
«Allah-adın zikr idelüm_evvelâ
Vâcib_oldu cümle işde her kula.» [1]
2. a. İmale: Çekme demektir. Kapalı heceye ihtiyaç duyulan yerlerde açık heceyi uzatarak okumaktır. [2] Dilimizde uzun ses bulunmadığı için Türkçe kelimelerde görülen bu durum, ârûz için bir hata sayılmasına rağmen göz yumulmuş ve hemen hemen her şâirde görülegelmiştir.
Örnek;
«Ben didükçe böyle kim kıldı Nedîm'i Nâtüvân
Gösterür engüşt ile meclisteki mînâ seni.»
"Ben didükçe böyle kim kıldı Nedîm'i Nâtüvân" mısrası (— . — . / — . — — / . . — . / — . — .), "Ben didükçệ böyle kim kıldı Nedîm'i Nâtüvân" (— . — — / — . — — / . . — . / — . — .) şekline çevrilmiştir. Ayrıca ikinci mısradaki "meclisdeki" kelimesinde yine son hece (-ki), (-kî) olarak uzatılmış ve bir başka imâleye yer verilmiştir.
2. b. İmâle-i Mendûbe: Med adı verilen bu uzatma, asıl imâleye oranla sesçe daha çok uzatılır. Arapça ve Farsça kelimelerde bulunan bir uzun heceyi, bir uzun ve bir kısa olmak üzere iki hece şeklinde okumaktır. Az olmakla birlikte, Türkçe kelimelerde de rastlanır. Sadece uzun hecelerde değil; sonu iki sessizle biten hecelerde de imâle-i mendûbe'ye yer verilir. Hece sonlarındaki elif-nûn harflerinden sonra yapılırsa, ârûz için kusurdur. Böyle olmakla birlikte, en meşhur şâierlerimiz bile buna göz yummuşlardır.
Nedim;
«Nâzdan hâmûşsun yoksa zebânın duymadan
İstesen bis dâstân söylersin, ebrûlarla sen.»
derken, "nâz-" ve "-mûş" hecelerinde imâle-i mendûbe de denilen iki tane bir buçuk heceye yer evrmiştir. Ayrıca ikinci mısradaki "dâstân" kelimesinde, ilk hece "dâs" şeklinde okunarak imâle-i mendûbe yapılmıştır.[1]
3. Zihaf: Kısma demektir. Uzun heceyi daha kısa sesle okumaktır.[2] Arapça ve Farsçada yer alan ve uzun okunması gereken heceleri kısa okuma olup mühim bir ârûz kusurudur. Bâkînin;
«Baş eğmezüz edâniye dünyâ-yı dûn içün,
Allahadur tevekkülümüz i'timâdumuz.»
beytinde, ilk mısranın ikinci cüzündeki "edânîye" kelimesinin üçüncü hecesi, zihaf için "edâniye" şeklinde okunmuştur.[1]
Başlıca Kullanılan Aruz Kalıpları ve Örnekleri
1. Me fâ î lün / Me fâ î lün / Me fâ î lün / Me fâ î lün
«Sakın terk-i edebden kûy-i mahbûb-ı hudâdır bu.
Nazargâh-ı ilâhîdür makâm-ı Mustafâ'dır bu.» (Nâbî)
2. Me fâ i lün / Me fâ i lün / Fe û lün
«Sunulmadı bana kahve dime sen;
Nasîbün var ise gelir Yemen'den.» (Nâbî)
3. Mef û lü / Me fâ î lün / Mef û lü / Me fâ î lün
«Tîz olma te'emmül, kıl her hâle tahammül kıl.
Allah'a tevekkül kıl; tedbîri bozar takdîr.» (Kemalpaşazâde)
4. Mef û lü / Me fâ î lü / Me fâ î lü / Fe û lün
«Yelkenle gelür bâga levendâne benefşe,
Tüller takınır başına, merdâne benefşe.» (Şemsî)
«Tûtî gibi hoş nükteler öğretdi zekânın
Bâkî gibi üstâd-ı sühen-pervere cânâ.» (Bâkî)
5. Mef û lü / Me fâ i lün / Fe û lün
«Dil, hasret-i gâmla lâl kaldı
Gâlip gibi bi-mecâl kaldı.
Gönderdiğim arz-ı hâl kaldı
Elân bir ihtimâl kaldı:
İnsâfın o yerde nâmı yok mu?» (Şeyh Gâlib)
6. Müs tef i lün / Müs tef i lün / Müs tef i lün / Müs tef i lün
«Karşında ben, pervâneyim; sen, şem'-i tâbânsın bana.
Aşkınla ben dîvâneyim; sen, âfet-i cânsın bana.» (Kânûnî [Muhibbî])
7. Müs tef i lâ lün / Müs tef i lâ tün
«Gencînen olsam, vîrân idersin.
Âyînen olsam, hayrân idersin.» (Şeyh Gâlib)
8. Müf te i lün / Me fâ i lün
«Aşk ile kendüden gider âşıka bir nidâ gelür.
Yazusı yok kitâb okur, âlim olur çıka gelür.» (Lâedrî)
9. Fâ i lâ tün / Fâ i lâ tün / Fâ i lâ tün / Fâ i lün
«Mürde ihyâ eyledib ey cân safâ geldün safâ,
Eytledün giryânunı, handân safâ geldün safâ.» (Şemsî)
10. Fe i lâ tün / Fe i lâ tün / Fe i lâ tün / Fe i lün
«Doğuyor ömrüme bir yirmi sekiz yaş güneşi.
Sana baktıkça olur gönlüm uçan kuşlara eş.» (Cenâb Şehâbeddîn)
11. Müf te i lün / Fâ i lün
«Kendimi cem eyledim, bahr-ı musaffâ gibi.
Gökte süreyyâ gibi, levh-i muallâ gibi.» (Lâedrî)
12. Mef û lü / Fâ i lâ tün (Müs tef i lün / Fe û lün)
«Sözüm sirâyet itse Mecnûn-ı nâ-murâda;
Kuşlar, kebâb olurdu başındagı yuvada.» (Hayâlî)
13. Mef û lü / Fâ i lâ tü / Me fâ î lü / Fâ i lün
«Aldın hezâr bütgedeyi mescid eyledin.
Nâkûs yerlerindeokutdun ezânları.» (Bâkî)
14. Me fâ i lün / Fe i lâ tün / Me fâ i lün / Fe i lün
«Gamınla ülfetimiz var; sürûru neyleyelim.
Safâ-yı hâtırıız yok, huzûru neyleyelim.» (Nâilî)
15. Fe û lün / Me fâ i lün / Fe i lün
«Yine bir âfitâba düştü gönül.
Şeh-i âlî-cenâba düştü gönül.» (Hayretî)
16. Fe û lün / Fe û lün / Fe û lün / Fe ûl
«Ne mîr ü ne pâşâya et ilticâ
Rahîm ü Kerîm çün Hudâdır Hudâ.» (Şeref Hanım)
17. Mü te fâ î lün / Fe û lün / (Fe i lâ tün / Fâ i lâ tün)
«Ne beyân-ı hâle cü'ret; ne figâna tâkatım var.
Ne recâ-yı vasla gayret, ne firâka kudretim var.» (Vâsıf) [1]
Ârûz Ölçüsünün Türk Edebiyatındaki Yeri
Öğrenciler için Uygun Ârûz vezni, Arap edebiyatının resmi ölçüsüdür. Eski çağlardan beri, halk şiiri ve hece vezninin Türk edebiyatında güçlü bir yeri olmuştur. İranlılar İslâmiyet'i kabul edince, Arap kültürünün de büyük tesiri altında kaldılar. Şiirde, Arap'ların kullandığı nazım ölçüsü olan ârûz'u kullanmaya başladılar. Ancak Arap'ların kullandıkları ârûz ölçüsünü olduğu gibi kabul etmediler. Kendilerine göre bir ayıklamaya tabi tutarak kulaklarına hoş, tabiatlarına uygun gelenleri seçtiler ve kullandılar. Talas Savaşı sonrasında, İslamiyet'i kabul ettikten sonra, İran edebiyatının etkisiyle Türkler de Farsça şiirler yazmışlar ve İran ârûzunu kullanmaya başlamışlardır. Ârûz vezni, 5-11. yüzyıllarda Hakaniye Türkçesi'ne, 7-13. yüzyıllarda Anadolu Türkçesi'ne, 8-14. yüzyıllarda Çağatay ve Azeri Türkçesi'ne girmiş ve zamanımıza kadar bir çok şiirler yazılmıştır. Türkçe olarak yazılan ilk ve temel eserlerden Kutadgu Bilig'de ârûz kalıpları kullanılmıştır: (fa'ûlün fa'ûlün fa'ûlün fa'ûl).
Türkçe'nin yapısının Arapça ve Farsça'ya benzememesi ve Türkçe'de uzun sesli bulunmaması Türk şairlerin ârûz ölçüsünü kullanırken güçlüklerle karşılaşmasına yol açmıştır. Bu problemler ilk zamanlarda hece ölçüsüne en yakın olan kalıpların seçilmesiyle aşılmıştır. Divan şiirinin ünlü şairleri arasında Fuzûlî, Bâkî, Nefî ve Nedim sayılabilir. Ârûz, birkaç ünlü divan şairi dışında, ancak 19. ve 20. yüzyıllarda Tevfik Fikret, Mehmed Akif Ersoy, Yahya Kemal gibi şairlerin elinde bir Türk ârûzu durumuna gelmiştir. 1911 yılında başlayan Milli Edebiyat akımıyla ve özellikle Ziya Gökalp'in “Ârûz sizin olsun, hece bizimdir.” söyleyişiyle, ârûz'dan kopan şâirler, hece veznine sarılmışlar.[2]
Kaynaklar
[1] Yeni Rehber Ansiklopedisi, "Aruz" maddesi. c2. s.293-296.
[2] Wikipedia, "Aruz Ölçüsü" maddesi, tr.wikipedia.org/wiki/Ârûz_ölçüsü
[3] Cem Dilçin, "Örneklerle Şiir Bilgisi", "Aruz" maddesi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu yayınları:517, Ankara 1997. s.3, 5-6.
Arûz ölçüsü, nazımda uzun veya kısa, kapalı ya da açık hecelerin belli bir düzene göre sıralanarak ahengin sağlandığı ölçüdür. "Yön", "yan", "bölge", "bulut", "keçi yolu", "deli", "sarhoş deve", "çadırın orta direği", "karşılaştırılan", "ölçü olan şey" [2] gibi anlamları yanında, beytin ilk mısrasının sonlarına da ârûz adı verilmiştir.[1]
Edebî kavram olarak, bu anlamlardan hangisine dayandığı tam olarak bilinmemektedir. Develerin yürüyüşünden, demircilerin sistematik çekiç vuruşundan veya çamaşırcı kadınların tokmak seslerinden çıktığı görüşleri vardır. Bir çadırı direğin ayakta tutması gibi, Divan Şiiri'ni ayakta tutan en büyük unsûrun ârûz olduğu düşünülür.[2] Çünkü; beyt, "ev" ve "çadır" demektir. Çadırı ayakta tutan, ölçüdür. Bu bakımdan çadır direği, en uygun mânâdadır.[1]
Arapların "ilmü'ş-şiir" dedikleri şiir bilimi;
Aruz Bilimi (İlmü'l-Aruz)
Uyak Bilimi (İlmü'l-Kâfiye)
diye ikiye ayrılır. Arûz bilimi, ârûz ölçüsü (ârûz vezni)'Nün kurallarını bildirir.[3]
Önceleri Arap şiirinde açık ve belirgin şekilde olmayan ârûz veznini edebî bir ilim olarak İmâm Halil bin Ahmed (milâdî 701-775, hicrî 81-155) tedvîn etmiş, sistemleştirmiş, böylece nâzım ilmi kurulmuştur. [1] Bu bilimle ilgili kuralların bir kısmı, İslam'ın ilk çağlarında bilinmiyordu. İmam Halil'in ortaya attığı bu dizge, ilk zamanlar kabûl edilmedi.Öyle ki, zamanın kimi ünlü şâirleri, kendilerini bu ölçülerin üstünde görerek onlara uymayan ölçülerde şiirler yazdılar.[3]
Ârûzda Arap harflerinin; [yani hecelerin] harekeli (sesli) ve sâkin (sessiz) oluşu göz önüne alınmış, kısa ve uzun hece ayrımı yapılmıştır. Bu hecelerden cüzler, cüzlerden de vezinler ortaya çıkıştır. Cüzler, kısa ve uzun hecelerin belirli sayıda bir araya gelmesinden ortaya çıkar. Buna "tef'ile" de denir. Vezindeki parça ve bölüme "tef'ile" veya "cüz" denmektedir.[1]
Arap ârûzu, önce İran'dan geçmiştir. İranlılar, ârûzun kendi eski ölçülerine yakın olanlarını seçmişler, bu çlçüler içinde bâhirler bile uydurmuşlardır. Örneğin; "hezec bahri"nin türlü biçimlerinden oluşan 24 rübâî kalıbını İranlılar bulmuşlardır.
Türkler'in çoke ski çağdan beri güçlü bir halk şiiri geleneği vardı ve "hece ölçüsü"nü kullanıyorlardı. İslamiyet'i kabûl ettikten sonra, İran edebiyatının etkisiyle Türkler de Farsça şiirler yazmışlar ve Farsça'yı şiir dili olarak benimsemişlerdir. Böylece Türkler, ilk şiirlerinde İran ârûzunu kullanmaya başlamışlardır.
Arûzu kullanmaya başlayan Türk şâirleri, büyük bir güçlükle karşılaştılar. Çünkü Türkçe'nin yapısı, Arapça ve Farsça'ya benzemiyordu. Türkçe'de uzun ünlü (â, î, û) bulunmaması, Türkçe sözcüklerdeki kimi ünlülerin uzatılması sonucunu doğuruyordu. Bununla birlikte Türkler, ilk zamanlarda hece ölçüsüne en yakın olan kalıpları seçerek işe başlamışlardır. Türkçe'nin yüzyıllarca direnerek karşı koyduğu ârûz, -bir kaç ünlü divan şâiri dışında- ancak XIX-XX. yüzyıllarda Tevfik Fikret, Mehmet Akif, Yahya Kemal gibi şâirlerin elinde bir Türk ârûzu durumuna gelmiştir.
Tanzimat'tan sonra başlayan toplum yapısındaki değişme ve yenileşme, edebiyatı da etkilemiştir. Özellikle Fransız edebiyatından Türk edebiyatına aktarılan yeni tür ve kavramlarla birlikte, eski sorunlar da yeni bir bakışla tartışılmıştır. Bunlar arasında en önemli yeri tutan, âruz & hece sorunudur.
Tanzimat döneminde ârûza ilk tepki, Ahmet Cevdet Paşa'dan gelmiştir. Ahmet Cevdet Paşa, Türk şiirinin doğal ölçüsünün hece ölçüsü olduğunu söyleyerek ârûzun Türk lehçesini bozduğunu ileri sürmüştür.Namık Kemal de bir çok yazılarında hece ölçüsünü savunmuş ve özellikle tiyatro yapıtlarında ârûz yerine hece ölçüsünün kullanılmasını salık vermiştir. Buna uyarak Abdülhak Hamid, "Mesteren ve Liberte" oyunlarını hece ölçüsüyle yazmıştır.
Recâizâde Mahmut Ekrem, "ârûz ölçüsü içinde Türkçe sözcüklerin imâlelerle bozulduğunu" kabul etmekle birlikte, yine de ârûzu heceye tercih eder. Ekrem, La Fontaine'den kimi hikâyeleri hece ölçüsüyle Türkçe'ye çevirmek ister; fakat, başarı sağlayamayarak ârûza döner.
Arûzun, önemli bir edebiyat sorunu olarak ele alınması, Servet-i Fünûn şâirleriyle başlar. Servet-i Fünûn şâirleri, âruz kalıplarını önce müzik değeri olarak ele almışlar; sonra da kullanılan kalıbın, şiirin konusuna göre ve dize içindeki sözcüklerle olan uygunluğu üzerinde önemle durmuşlar; hatta, ölçünün müzik değeri açısından konu ile bağlılığını sağlayabilmek için konunun gelişmesine göre bir şiir içinde bir kaç kalıp kullanmışlardır. Bunun en başarılı örnekleri, Tevfik Fikret ve Cenab Şehabeddîn'de görülür.[3]
Ârûz ölçüsü, Arap, Türk, Fars, Afgan, Pakistan ve kısmen Hint edebiyatında kullanılmaktadır.[2]
Ârûz hecelerin sayısını değil, şeklini esas alır. Ârûzla yazılmış şiirlerde, her bir mısranın heceleri, diğer mısraların aynı hizadaki heceleriyle aynı açıklık(kısalık) ve kapalılık(uzunluk) noktasında birbirlerine denktir. Açık (kısa) hece, ( . ) işaretiyle; kapalı (uzun) hece ise (-) işaretiyle gösterilir. Ayrıca med'li adı verilen, bir buçuk hece değerinde ( .- ) işaretiyle gösterilen hece değeri de dört sesten oluşan heceler için kullanılır. [2] İmam Halil, ârûz'un esâsı olmak üzere 8 tef'ile tespit etmiştir. Bu cüzlere "efâ'il ve tefâ'il" adı verilir. Bunlar; [1]
fa'ûlün (fe'ûlün) (._ _)
fâ'ilün, fâ'ilât (_._)
mefâ'ilün (._._)
fâ'ilâtün (_._ _)
müstef'ilün (_ _._)
mef'ûlâtü (_ _ _ .)
müfâ'aletün (._.._)
mütefâ'ilün (.._._)
Her beyitte en az dördü bulunan bu parçalara tef'il, tef'ile ya da cüz adı verilir.[2]
Ârûzda Hece Çeşitleri
1. Açık ve Kısa Heceler
Sonu [â,î,û gibi uzun olmayan] sesli bir harfle biten hecelerdir. DE-rE, dİ-rİ, A-dA, İ-nİ, I-şık gibi.
2. Kapalı ve Uzun Heceler
Sonu sessiz bir harfle ya da elif (â), vav (û) ve ye (î) uzatma harfleriyle biten hecelerdir. HaS-reT, hâ-lâ, hâ-lî, seN-siN, leY-lâ, sa-bâ, se-siN gibi.
3. Bir Buçuk (Kapalı ve Açık - Uzun ve Kısa) Heceler
Sonu iki sessiz ya da bir uzun (â, î, û) + sessiz harfle biten hecelerdir.
Derd, di-yâr gibi.
Yalnız, kapalı uzun hece, n harfiyle biterse, bir uzun hece kabul edilir. Bir buçuk hece ( _. ) olmaz. Ci-hâN, de-rûN, dil-hûN, ner-mîN, der-mâN, han-mâN gibi. Az da olsa âruz kâidesi dışına çıkarak, bâzı şâirler, bu durumdaki bir heceyi bir buçuk olarak kullanmışlardır.
Ayrıca mısra sonundaki hece, açık da olsa kapalı da olsa kapalı hükmündedir.[1]
Ârûz Ölçüsünde Kurallar ve Aruz Kusurları
1. Ulama (Vasl): Bağlama, bağlayış anlamındadır. Sessiz harfle biten kelimeyi sesli harfle başlayan kelimeye bağlayarak okumaktır.[2]
Örnek;
«Allah-adın zikr idelüm_evvelâ
Vâcib_oldu cümle işde her kula.» [1]
2. a. İmale: Çekme demektir. Kapalı heceye ihtiyaç duyulan yerlerde açık heceyi uzatarak okumaktır. [2] Dilimizde uzun ses bulunmadığı için Türkçe kelimelerde görülen bu durum, ârûz için bir hata sayılmasına rağmen göz yumulmuş ve hemen hemen her şâirde görülegelmiştir.
Örnek;
«Ben didükçe böyle kim kıldı Nedîm'i Nâtüvân
Gösterür engüşt ile meclisteki mînâ seni.»
"Ben didükçe böyle kim kıldı Nedîm'i Nâtüvân" mısrası (— . — . / — . — — / . . — . / — . — .), "Ben didükçệ böyle kim kıldı Nedîm'i Nâtüvân" (— . — — / — . — — / . . — . / — . — .) şekline çevrilmiştir. Ayrıca ikinci mısradaki "meclisdeki" kelimesinde yine son hece (-ki), (-kî) olarak uzatılmış ve bir başka imâleye yer verilmiştir.
2. b. İmâle-i Mendûbe: Med adı verilen bu uzatma, asıl imâleye oranla sesçe daha çok uzatılır. Arapça ve Farsça kelimelerde bulunan bir uzun heceyi, bir uzun ve bir kısa olmak üzere iki hece şeklinde okumaktır. Az olmakla birlikte, Türkçe kelimelerde de rastlanır. Sadece uzun hecelerde değil; sonu iki sessizle biten hecelerde de imâle-i mendûbe'ye yer verilir. Hece sonlarındaki elif-nûn harflerinden sonra yapılırsa, ârûz için kusurdur. Böyle olmakla birlikte, en meşhur şâierlerimiz bile buna göz yummuşlardır.
Nedim;
«Nâzdan hâmûşsun yoksa zebânın duymadan
İstesen bis dâstân söylersin, ebrûlarla sen.»
derken, "nâz-" ve "-mûş" hecelerinde imâle-i mendûbe de denilen iki tane bir buçuk heceye yer evrmiştir. Ayrıca ikinci mısradaki "dâstân" kelimesinde, ilk hece "dâs" şeklinde okunarak imâle-i mendûbe yapılmıştır.[1]
3. Zihaf: Kısma demektir. Uzun heceyi daha kısa sesle okumaktır.[2] Arapça ve Farsçada yer alan ve uzun okunması gereken heceleri kısa okuma olup mühim bir ârûz kusurudur. Bâkînin;
«Baş eğmezüz edâniye dünyâ-yı dûn içün,
Allahadur tevekkülümüz i'timâdumuz.»
beytinde, ilk mısranın ikinci cüzündeki "edânîye" kelimesinin üçüncü hecesi, zihaf için "edâniye" şeklinde okunmuştur.[1]
Başlıca Kullanılan Aruz Kalıpları ve Örnekleri
1. Me fâ î lün / Me fâ î lün / Me fâ î lün / Me fâ î lün
«Sakın terk-i edebden kûy-i mahbûb-ı hudâdır bu.
Nazargâh-ı ilâhîdür makâm-ı Mustafâ'dır bu.» (Nâbî)
2. Me fâ i lün / Me fâ i lün / Fe û lün
«Sunulmadı bana kahve dime sen;
Nasîbün var ise gelir Yemen'den.» (Nâbî)
3. Mef û lü / Me fâ î lün / Mef û lü / Me fâ î lün
«Tîz olma te'emmül, kıl her hâle tahammül kıl.
Allah'a tevekkül kıl; tedbîri bozar takdîr.» (Kemalpaşazâde)
4. Mef û lü / Me fâ î lü / Me fâ î lü / Fe û lün
«Yelkenle gelür bâga levendâne benefşe,
Tüller takınır başına, merdâne benefşe.» (Şemsî)
«Tûtî gibi hoş nükteler öğretdi zekânın
Bâkî gibi üstâd-ı sühen-pervere cânâ.» (Bâkî)
5. Mef û lü / Me fâ i lün / Fe û lün
«Dil, hasret-i gâmla lâl kaldı
Gâlip gibi bi-mecâl kaldı.
Gönderdiğim arz-ı hâl kaldı
Elân bir ihtimâl kaldı:
İnsâfın o yerde nâmı yok mu?» (Şeyh Gâlib)
6. Müs tef i lün / Müs tef i lün / Müs tef i lün / Müs tef i lün
«Karşında ben, pervâneyim; sen, şem'-i tâbânsın bana.
Aşkınla ben dîvâneyim; sen, âfet-i cânsın bana.» (Kânûnî [Muhibbî])
7. Müs tef i lâ lün / Müs tef i lâ tün
«Gencînen olsam, vîrân idersin.
Âyînen olsam, hayrân idersin.» (Şeyh Gâlib)
8. Müf te i lün / Me fâ i lün
«Aşk ile kendüden gider âşıka bir nidâ gelür.
Yazusı yok kitâb okur, âlim olur çıka gelür.» (Lâedrî)
9. Fâ i lâ tün / Fâ i lâ tün / Fâ i lâ tün / Fâ i lün
«Mürde ihyâ eyledib ey cân safâ geldün safâ,
Eytledün giryânunı, handân safâ geldün safâ.» (Şemsî)
10. Fe i lâ tün / Fe i lâ tün / Fe i lâ tün / Fe i lün
«Doğuyor ömrüme bir yirmi sekiz yaş güneşi.
Sana baktıkça olur gönlüm uçan kuşlara eş.» (Cenâb Şehâbeddîn)
11. Müf te i lün / Fâ i lün
«Kendimi cem eyledim, bahr-ı musaffâ gibi.
Gökte süreyyâ gibi, levh-i muallâ gibi.» (Lâedrî)
12. Mef û lü / Fâ i lâ tün (Müs tef i lün / Fe û lün)
«Sözüm sirâyet itse Mecnûn-ı nâ-murâda;
Kuşlar, kebâb olurdu başındagı yuvada.» (Hayâlî)
13. Mef û lü / Fâ i lâ tü / Me fâ î lü / Fâ i lün
«Aldın hezâr bütgedeyi mescid eyledin.
Nâkûs yerlerindeokutdun ezânları.» (Bâkî)
14. Me fâ i lün / Fe i lâ tün / Me fâ i lün / Fe i lün
«Gamınla ülfetimiz var; sürûru neyleyelim.
Safâ-yı hâtırıız yok, huzûru neyleyelim.» (Nâilî)
15. Fe û lün / Me fâ i lün / Fe i lün
«Yine bir âfitâba düştü gönül.
Şeh-i âlî-cenâba düştü gönül.» (Hayretî)
16. Fe û lün / Fe û lün / Fe û lün / Fe ûl
«Ne mîr ü ne pâşâya et ilticâ
Rahîm ü Kerîm çün Hudâdır Hudâ.» (Şeref Hanım)
17. Mü te fâ î lün / Fe û lün / (Fe i lâ tün / Fâ i lâ tün)
«Ne beyân-ı hâle cü'ret; ne figâna tâkatım var.
Ne recâ-yı vasla gayret, ne firâka kudretim var.» (Vâsıf) [1]
Ârûz Ölçüsünün Türk Edebiyatındaki Yeri
Öğrenciler için Uygun Ârûz vezni, Arap edebiyatının resmi ölçüsüdür. Eski çağlardan beri, halk şiiri ve hece vezninin Türk edebiyatında güçlü bir yeri olmuştur. İranlılar İslâmiyet'i kabul edince, Arap kültürünün de büyük tesiri altında kaldılar. Şiirde, Arap'ların kullandığı nazım ölçüsü olan ârûz'u kullanmaya başladılar. Ancak Arap'ların kullandıkları ârûz ölçüsünü olduğu gibi kabul etmediler. Kendilerine göre bir ayıklamaya tabi tutarak kulaklarına hoş, tabiatlarına uygun gelenleri seçtiler ve kullandılar. Talas Savaşı sonrasında, İslamiyet'i kabul ettikten sonra, İran edebiyatının etkisiyle Türkler de Farsça şiirler yazmışlar ve İran ârûzunu kullanmaya başlamışlardır. Ârûz vezni, 5-11. yüzyıllarda Hakaniye Türkçesi'ne, 7-13. yüzyıllarda Anadolu Türkçesi'ne, 8-14. yüzyıllarda Çağatay ve Azeri Türkçesi'ne girmiş ve zamanımıza kadar bir çok şiirler yazılmıştır. Türkçe olarak yazılan ilk ve temel eserlerden Kutadgu Bilig'de ârûz kalıpları kullanılmıştır: (fa'ûlün fa'ûlün fa'ûlün fa'ûl).
Türkçe'nin yapısının Arapça ve Farsça'ya benzememesi ve Türkçe'de uzun sesli bulunmaması Türk şairlerin ârûz ölçüsünü kullanırken güçlüklerle karşılaşmasına yol açmıştır. Bu problemler ilk zamanlarda hece ölçüsüne en yakın olan kalıpların seçilmesiyle aşılmıştır. Divan şiirinin ünlü şairleri arasında Fuzûlî, Bâkî, Nefî ve Nedim sayılabilir. Ârûz, birkaç ünlü divan şairi dışında, ancak 19. ve 20. yüzyıllarda Tevfik Fikret, Mehmed Akif Ersoy, Yahya Kemal gibi şairlerin elinde bir Türk ârûzu durumuna gelmiştir. 1911 yılında başlayan Milli Edebiyat akımıyla ve özellikle Ziya Gökalp'in “Ârûz sizin olsun, hece bizimdir.” söyleyişiyle, ârûz'dan kopan şâirler, hece veznine sarılmışlar.[2]
Kaynaklar
[1] Yeni Rehber Ansiklopedisi, "Aruz" maddesi. c2. s.293-296.
[2] Wikipedia, "Aruz Ölçüsü" maddesi, tr.wikipedia.org/wiki/Ârûz_ölçüsü
[3] Cem Dilçin, "Örneklerle Şiir Bilgisi", "Aruz" maddesi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu yayınları:517, Ankara 1997. s.3, 5-6.
Konular
- PARS DERGİSİ
- ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ
- KLÂSİK TÜRK EDEBİYATINDA ŞEM’Ü PERVÂNELER VE LÂMİ’Î ÇELEBÎ’NİN ŞEM’Ü PERVÂNE MESNEVİSİ
- FARS EDEBİYATINDA METAFİZİK YOLCULUKLAR
- شاعران فارسی سرای وفارسینويس ارزرومی
- تعلیم وتربیت ازمنظر سعدی
- توازن موسیقايی غزلهای سعدی
- YAŞAR KEMAL’İN İNCE MEMED ROMANI İLE SADIK ÇUBEK’İN TENGSİR ADLI ROMANININ KARŞILAŞTIRMASI
- YAVUZ SULTAN SELİM’İN DÎVÂNINDA OLMAYAN FARSÇA ŞİİRLERİ
- KÜÇÜKASYA’DA İSLAMİYET (DER İSLAM IN KLEIN ASIEN)
- ERKEN DÖNEM FARSÇA MESNEVİLERDE BEZM - IYRD.
- RÛDEKÎ-Yİ SEMERKANDÎ (Ö. 329/940)
- NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN ŞEYHÜLİSLÂM FEYZULLAH EFENDİ’YE FARSÇA METHİYELERİ
- HAYRETÎ DİVANINDA GEÇEN “GAM” KELİMELERİNİN TASARIMLARI
- BÂBÂ TÂHİR-İ HEMEDÂNÎ DİVANININ MEHDÎ-İ HAMÎDÎ NÜSHASINDA GEÇEN DOBEYTÎLERİ VE TÜRKÇE TERCÜMESİ
- EŞREFOĞLU RÛMÎ’NİN GAZELLERİNDE NASİHAT VE NEFİS MUHASEBESİ
- HÂB-I HAYÂL, AYINTABLI HÜSNÜ
- شاعران فارسیسرای و فارسینويس ارزرومی*
- مسئلة »مضمون« در شعر کودکان و نوجوانان
- مأخذ اصلی تمثیل خورندگان پیلبچهدرمثنوی
- وگرايی درهنر ايران
- NEF’Î’NİN TUHFETU’L-UŞŞÂK ADLI FARSÇA KASİDESİ
- ERKEN DÖNEM FARSÇA MESNEVİLERDE BEZM - IIYRD.
- DAKİKÎ-Yİ TUSÎ (Ö. 366/976)
- ÂRİF ÇELEBİ’NİN FARSÇA KASİDESİ VE TÜRKÇE ÇEVİRİSİ
- SÂİB-İ TEBRİZÎ’NİN ŞİİRLERİNDE GEÇEN “HÂB-I BAHÂR” TAMLAMASI ÜZERİNE
- ROMEN DİLİNDE KULLANILAN FARSÇA KELİMELER
- سینمای ایران
- آداب حرب مغول درتاریخ جهانگشای جوینی
- بررسی تطبیقی ضرب المثل های ترکی سنقر با ضرب المثل های زبان فارسی