Celâl Âl-i Ahmed, Hayatı, Eserleri ve Edebî Üslûbu Üzerine Bir İnceleme

Asıl adı Celâluddîn Sâdât Âl-i Ahmed’tir. 1302/1923’de dokuz çocuklu bir ailenin sekizinci çocuğu olarak güney Tahran’daki Pâçinâr mahallesinde dünyaya gelmiştir. Babası Seyyid Ahmed Huseynî-yi Tâlekânî ve amcası Ayetullah Mahmûd-i Tâlekânî zamanın önde gelen din adamlarındandır. Ailesi köken itibarıyla İran’ın kuzeyinde bulunan Mâzenderân bölgesine bağlı Tâlekân şehrinin Ovrâzân köyündendiri. Çocukluğu dinî-mezhebî bir çevrede geçer. İlk öğrenimini bitirdikten sonra babası devlet okullarında eğitimine devam etmesini istemez. Bir süre saatçilik ve elektrikçilik gibi işlerde çalışır. Ancak babasından habersiz Tahran Dâru’l-fünûnu’nda gece derslerine devam ederek liseyi bitirir. Babası, Âl-i Ahmed’i dinî eğitim alması için 1322/1943 yılında Irak’ın Necef şehrinde bulunan ağabeyi Seyyid Muhammed-i Takî’nin yanına gönderir. II. dünya savaşının işgale uğramış, kıtlık ve yoklukla dolu İran’ında zor günler geçiren Âl-i Ahmed’in asıl amacı Beyrut’a gidip eğitimini tamamlamaktır. Ne var ki bu düşüncesini gerçekleştiremez ve kısa sürede apar topar Tahran’a geri döner. Din eğitimi almaktan vazgeçmesi ve dindarlıktan her geçen gün biraz daha uzaklaşması yüzünden babası ve ağabeyi ile arası açılır.
Lise son sınıftayken Şii karşıtı düşüncelere sahip olan zamanın ünlü ideologlarından Ahmed-i Kisrevî’nin düşünceleriyle ve eserleriyle tanışır. Bu sıralarda elde ettiği düşünce birikimiyle birkaç arkadaşıyla birlikte eğitim ve kültür faaliyetlerinde bulunan “Encümen-i Islâh” adında bir dernek kurar. Bu sıralarda Muhsin Emin’in Arapça bir eserini Azâdârîhâ-yi Nâ-meşrû adıyla Farsçaya çevirir ve çeviri adı geçen encümen tarafından basılır.
II. Dünya savaşının bütün hızıyla sürdüğü 1323/1944 yılında, İran’da gelişen Marksist akımlardan etkilenerek Halk Partisi’ne (Hizb-i Tûde) girer. Diyalektik materyalist düşüncesinin peşinden giderek geleneksel dinî hayattan tamamen uzaklaşan Âl-i Ahmed, başta düşünceleri ve kılık kıyafeti olmak üzere bir anda büyük bir değişim geçirir.
1324/1945’te Sohen dergisinde yayımlanan “Ziyaret” adlı ilk öyküsüyle yazarlık macerası başlar; aynı yıl on kısa öyküden oluşan Did o Bâz-dîd adlı ilk öykü kitabını çıkarır. Bu eser bir anlamda Âl-i Ahmed’in dinî hayattan ve aile çevresinden tümüyle kopuşunun bir göstergesidir. Bu sıralarda çağdaş İran öykücülüğünün en büyük isimlerinden Sâdık-i Hidâyet ile tanışır. Halk Partisi ve İşçi Birliği’nin (İttihâdiyye-yi Kârgerân) bürosunu açmak için İran’ın güneyindeki Âbâdân şehrine gider.
1325/1946 yılında çağdaş İran şiirinin kurucusu sayılan Nîmâ Yûşîc ile tanışır. Bir süre Şulever Matbaası’nın ve Halk Partisi’ne bağlı öğrencilerin yayın organı olan haftalık Beşer gazetesinin müdürlüğünü yapar. Aynı sıralarda, başyazarlığını İhsân-i Taberî’nin ve imtiyaz sahipliğini Fereydûn-i Kişâverz’in yaptığı Halk Partisi’nin resmî yayın organı Merdom dergisini çıkarmakla görevlendirilir. Partiden ayrılıncaya dek derginin on sekiz sayısını çıkarır. Aynı yıl Tahran Edebiyat Fakültesi’nin Yüksek Öğretmen Okulu’ndan (Dâniş-serâ-yi Âlî) mezun olduktan sonra, Fars Dili ve Edebiyatı alanında doktora yapmaya başlarsa da çeşitli nedenlerle eğitimini yarıda bırakır. Bu tarihten itibaren Tahran’daki çeşitli okullarda uzun süre öğretmenlik yapar. Öğretmenlik deneyimi sayesinde çeşitli makalelerinde ve öykülerinde İran’daki eğitim sisteminin çarpıklıkları üzerinde durmaya başlar.
Halk Partisi’nin içinde hızla yükselen Âl-i Ahmed kısa zamanda Parti’nin önemli ve etkili isimlerinden birisi olur. Ancak Halk Partisi’nin İran’ın iç meselelerinden uzak, sırf Sovyetler Birliği’nin güdümünde ve Stalinci görüşler doğrusunda hareket ettiğine inanan on beş arkadaşıyla birlikte 1326/1947’de Parti’den ayrılır. Yakın çalışma arkadaşlarından Halîl-i Melikî’nin önderliğinde İran Sosyalist Halk Partisi’nin (Hizb-i Sosyalist-i Tûde-yi İrân) kuruluş çalışmalarında yer alırii. Ancak basında yer alan suçlamalar yüzünden parti varlığını uzun süre devam ettiremez. Çeşitli siyasi yenilgilere ve başarısızlıklara uğrayan Al-i Ahmed, 1947-1950 yılları arasında siyasetten uzaklaşıp çeviri işleriyle uğraşır. 1328/1949’da çağdaş İran edebiyatının ünlü kadın öykücü ve romancılarından Sîmîn-i Dânişver ile evlenir.
Zamanın başbakanı Musaddık’ın İran petrolünün ulusallaştırılması konusundaki faaliyetlerinde destek vermek için yeniden siyasete geri döner ve 1329/1950’da Halîl-i Melikî ile Muzaffer-i Bekâyî’nin kurdukları İran Emekçileri Partisi’nde (Hizb-i Zahmet-keşân-i İrân ) boy göstererek adı geçen partinin yayın organı olan Şâhid gazetesini çıkarmaya başlar.
Ancak Melikî ile Bekâyî anlaşmazlığa düşerek ayrılınca, Âl-i Ahmed 1331/1952’de Halîl-i Melekî’nin liderliğinde kurulan Üçüncü Güç Teşkilatı (Sâzmân-i Nîrû-yi Sevvom) adlı yeni bir partinin içinde yer alır ve bu hareketin yayın organı olan Neberd-i Zindegî adlı dergiyi çıkartır. Ne var ki yakın arkadaşlarından Nâsır-i Vukûfî’nin, haksız yere partiden ihraç edildiğini bahane ederek 1332/1953’te bu partiden de ayrılır. Bununla birlikte Halîl-i Melikî ile dostluk bağlarını koparmaz. Musaddık hükümetini ve Ulusal Cephe’yi (Cehbe-yi Millî) savunduğu için 1332/1953’te kısa süre hapis yatar. Hapisten çıkınca Bakır-i Kumeylî ile birlikte Revâk Yayınevini kurar.
İran’ın gözden ırak bölgelerinde yaptığı başarılı antropolojik araştırmalar yayımlandıktan sonra, 1334/1955’te Tahran Edebiyat Fakültesi’ne bağlı Toplumsal Araştırmalar Merkezi, yazara bu konuda bazı projeler teklif eder. Bu teklifi kabul eden Âl-i Ahmed, kısa bir süre sonra çalıştığı akademisyen grupla kendi düşünceleri arasındaki farklılıklar yüzünden projeden ayrılır. 1336/1957’de eşiyle birlikte kısa bir Avrupa seyahatinde bulunur. 1337/1958’de yine antropolojik araştırmalar yapmak üzere Hûzistân bölgesine gider.
1339/1960’ta İlm o Zindegî dergisinin müdürlüğünü yürütür. 1341/1962’de eşiyle birlikte Keyhân-i Mâh adında bir dergi çıkarmak isterse de dergiyi iki sayıdan fazla çıkaramaz. Aynı yıl Eğitim Bakanlığı tarafından ders kitapları yayımı konusunda bilgi edinmek üzere Avrupa’ya gönderilir.
1343/1964’te önce hacca, ardından da Yedinci Uluslararası Antropologlar Kongresi’ne katılmak üzere Sovyetler Birliği’ne gider. 1344/1965’te de Harvard Üniversitesi’nin davetlisi olarak Amerika Birleşik Devletleri’ne gider.
1346/1967’de Mühendis Muneccimî ile Erdebil’e, daha sonra Tebriz’e giderek Tebriz Üniversitesi’nde konferanslara katılır ve orada dönemin ünlü öykücülerinden Samed-i Behrengî ile görüşür.
1347/1968’de sansürle mücadele ve yazarların telif haklarını korumak için, İran Yazarlar Birliği’nin (Kânûn-i Nevîsendegân-i İrân) kuruluş çalışmalarına katılır. Meşhed’e giderek sosyolog Ali Şeriatî ile görüşür. Bu görüşmenin ardından İran Güvenlik Teşkilatı SAVAK tarafından tehdit edilmeye başlar. 17 Şehriver 1348 (8 Eylül 1969) tarihinde Gîlân’ın Esâlim nahiyesinde vefat eder. Mezarı Tahran’dadıriii.
Âl-i Ahmed çağdaş İran edebiyatının en parlak simalarından birisidir. Gerek yaşadığı dönemde gerek günümüzde İran’da çok okunan ve üzerinde çok tartışılan yazarlar arasında yer almaktadır. Kısa sayılabilecek ömrüne kırktan fazla çeviri ve telif eser sığdıran yazarın eserlerini beş başlık altında toplamak mümkündüriv.
1. Çevirileri: Âl-i Ahmed, Feodor Dostoyevski’den Kumâr-baz’ı (1327/1948), Albert Camus’dan Bîgâne (Alî Asgar-i Hubre-zâde ile birlikte, 1328/1949) ve Sû-i Tefâhum’u (1329/1950), Jean Paul Sartre’dan Desthâ-yi Âlûde’yi (1331/1952), Andre Gidé’den Bâz-geşt-i Şûrevî (1333/1954) ve Mâyidehâ-yi Zemînî’yi (Pervîz-i Dâryûş ile birlikte, 1334/1955), Ernest Junger’dan Ubur ez Hatt’ı (Mahmûd-i Hûmen ile birlikte 1346/1967), Eugene İonesco’dan Kergeden (1345/1966) ve Teşnegî ve Goşnegî’yi (Menûçehr-i Hezârhânî ile birlikte, 1351/1972) çevirmiştir. Albert Camus’nun Tâ’ûn’unu çevirmeye başlamış ancak kendince nedenlerle çevirisini yarıda bırakmıştırv.
Âl-i Ahmed, çevirilerinin çoğunda, eser sahibinin üslûbundan çok kendi üslûbunu kullandığı için başarılı bir çevirmen olarak kabul edilmemektedir. Eşi Sîmîn-i Dânişver kendisiyle yapılan bir söyleşide bu konuda şunları söyler: “Celâl, daha çok siyasi bir yazardı. Siyasi düşüncelerini, kahramanlarının dilinden öykü ve roman şeklinde anlatırdı. Monografileri ve gezi kitapları onun başyapıtları arasında sayılır. Mudîr-i Medrese ile Nûn ve’l-Kalem en iyi öykü ve romanlarıdır. Ama ben onun yerinde olsaydım çeviri işinin üstüne baştan sona bir çizgi çekerdimvi.”
2. Makaleleri: Daha çok siyasi ve sosyolojik görüşlerinin toplandığı bu çalışmalar Heft Makâle (1333/1954), Se Makâle-yi Dîger (1341/1962), İran’da toprak reformunun yapıldığı sıralarda yazdığı Garb-zedegî (1341/1962), Kâr-nâme-yi Se Sâle (1341/1962), Erzyâbî-yi Şitâb-zede (1342/1963), Yek Çâh o Do Çâle ve Meselen Şerh-i Ahvâlât (1356/1977) ve İran’da çok tartışma yaratan Der Hidmet ve Hiyânet-i Rûşen-fikrân (1356/1977) adlı eserlerden ibarettir.
Yazar, bu kategorideki en önemli eseri olan Garp-zedegî’nin ana temasını, İbni Arabî ve Heiddeger felsefesinin bir karışımı olan düşünce tarzıyla, İslâm devrimi öncesi İranlı aydınların büyük kısmını etkileyen filozoflardan Ahmed-i Ferdîd’den almış, onun Batı uygarlığı konusundaki görüşlerini İran toplumuna uyarlamıştır. Âl-i Ahmed’in bu tür eserleri, kuramsal niteliklere sahip olmakla birlikte, bilimsellikten uzak, daha çok duygusal yaklaşımlarla yazılmış bir takım denemelerden ibarettir. Yine de Garp-zedegî, gerek yazıldığı dönemde gerekse sonraki dönemlerde İran düşüncesi üzerinde derin etkiler bırakmış bir kitaptırvii.
3. Gezi Kitapları: Bu bölümde İsrail, Sovyetler Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve Suudi Arabistan’a yaptığı gezilerden edindiği izlenimleri bir araya getirdiği Hasî Der Mîkât (1345/1966), Sefer be Vilâyet-i Azrâîl (1363/1984) ve Sefer be Rûs (1369/1980) gibi gezi kitapları vardır. Özellikle hac anılarını anlattığı Hasî Der Mîkât başarılı anlatım tarzıyla İran’da büyük ilgi görmüştür.
4. Monografileri: Âl-i Ahmed, İran’ın kıyıda bucakta kalmış çeşitli bölgelerine giderek folklor, köy hayatı, lehçeler, halkbilim gibi konuları içeren ilgili antropolojik monografiler (tek-nigârî) yazmıştır. Bunlar arasında Ovrâzân (1333/1954), Tât-nişînhâ-yi Bolûk-i Zehrâ (1337/1958) ve Harg, Durr-i Yetîm-i Halîc-i Fârs (1349/1966) adlı kitapları vardır. Bu alanda da kendisinden sonra gelenlere öncülük etmiştir.
5. Öyküleri: “Ziyâret” adlı ilk öyküsü Sohen dergisinde yayımlanır (1324/1945). Aynı yıl on iki öyküden oluşan Dîd u Bâz-dîd (Karşılıklı Ziyaret) adlı eserini yayımlar. Yazar bu kitaptaki öykülerin çoğunda dinî hayatı, bir takım hurafeleri, halkın bilgisizliğini ve toplumsal yozlaşmayı eleştirir. Yedi öyküden oluşan Ez Rencî ki Mîberîm (Çektiğimiz Sıkıntıdan, 1326/1947) adlı öykü kitabında daha çok yönetimin işçiler, emekçiler ve siyasi faaliyet gösterenler üzerindeki baskılarını dile getirir. Eser, yazarın kendi ifadesine göre “sosyalist gerçekçi” üslûpla kaleme alınmıştır. On üç öyküden oluşan Setâr (1327/1948) ve dokuz öyküden oluşan Zen-i Ziyâdî (Lüzumsuz Kadın, 1331/1952) adlı eserlerinde toplumun geri kalmış kesimlerindeki görgüsüzlüğü, bilgisizliği, bağnazlığı ve yoksulluğu ince ve alaycı bir dille anlatır. Ser-gozeşt-i Kendûhâ’da (Kovanların Macerası, 1333/1954) İran’da petrolün ulusallaştırıldığı yıllarda yaşanan olayları, bir kovanda yaşayan arıların diliyle temsilî olarak tasvir eder.
Mudîr-i Medrese (Okul Müdürü, 1337/1958) adlı uzun öyküsü, edebiyat eleştirmenlerinin görüş birliğiyle en önemli ve en ünlü eseri olarak kabul edilir. Gerçekçi üslûpla (sebk-i vâki-gerâ) kaleme alınan öykü, 28 Mordâd 1332 (19 Ağustos 1953)’te zamanın başbakanı Muhammed-i Musaddık hükümetinin düşmesi ile yaşanan ihtilalin ardından meydana gelen olaylar sırasında müdürlük yapan bir öğretmenin huzur arayışını ve umutsuzluklarını anlatır. Mudîr-i Medrese dil ve üslup yönüyle Âl-i Ahmed sonrası neslin yazarlarını oldukça etkilemiştirviii.
Nûn ve’l-Kalem (1340/1961) adlı romanında yine toplumsal konuları işler ve 1950’li yıllarda solcuların İran’da uğradığı başarısızlığı anlatır. Mudîr-i Medrese’nin devamı niteliği taşıyan Nefrîn-i Zemîn (Toprağın Laneti, 1346/1967) adlı romanında, bir köy öğretmeninin hayatını, toprak reformları (1341/1963) sırasında köylerde yaşanan değişimleri hikâye eder. Bu kitap İran edebiyatında yazılan ilk köy romanlarındandır. Penc Dâstân (Beş Öykü, 1350/1971) adlı öykü kitabında çocukluk döneminin hatıralarını anlattığı kısa öyküleri vardır. Sengî ber Gûrî (Çukura Bir Taş, 1360/1981) adlı son öykü kitabı ölümünden sonra yayımlanmıştır. Bu kitaptaki “Ceşn-i Ferhunde, Goldestehâ ve Felek, Hâherem Ankebûtix” gibi öyküleri Âl-i Ahmed’in en iyi öyküleri arasında kabul edilmektedirx.
Âl-i Ahmed çağdaş İran öykücüleri arasında hem kişiliği hem de edebî üslûbuyla farklılık ve çeşitlilik gösteren bir yazardır. Bu farklılık onun enerjik, hareketli, çalışkan, sabırsız, hatta zaman zaman sert, katı, saldırgan; ama daima araştırıcı, eleştirici ve sorumluluk sahibi kişiliğinden kaynaklanır. O, bu anlamda sadece bir öykücü, makale yazarı ve halkbilimci olmakla kalmamış, 1940-1960’lı yıllarda İran’da yaşanan bütün kültürel, toplumsal ve siyasi olguların içinde yer alarak toplumunun ve ülkesinin kaderine yön vermeye çalışmış, kendi içinde yaşadığı ruhsal ve zihinsel çatışmaları korkusuzca dile getirmiş seçkin bir aydın olmuştur.
Edebî eserlerin, yazarlarının kişiliklerinden bağımsız olarak incelenebilmesi hiç kuşkusuz mümkün değildir. Söz gelimi Muhammed Ali-yi Cemal-zâde, Sâdık-ı Hidâyet, Bozorg-i Alevî, İbrâhîm-i Golistân, Sâdık-ı Çûbek gibi çağdaş İran öykücülüğünün büyük isimleri, eserlerini, siyasi görüşleri ve toplumsal konumları doğrultusunda yazmışlar ve her biri farklı kulvarlarda hareket etmişlerdir. Âl-i Ahmed bu anlamda, eserleri ile hayatı bire bir örtüşen bir yazardır. Bu yüzden siyasi yaklaşımları ve dünya görüşü dikkate alınmadan varılacak her türlü yargı yanlış anlamalara yol açacaktır. En basit ifadeyle onun “kendi gerçeğinin” peşinde olduğunu ve bu yüzden ölümüne dek bu arayıştan vazgeçmediği söylemek mümkündür. Sîmîn-i Dânişver bu durumu, “Celâl, yazdıklarına çok benzer, yani onun üslûbu bizzat kendisidir.” diyerek açıklar.xi
Muhammed Ca’fer-i Yâhakkî Âl-i Ahmed’in çağdaş İran yazarları arasındaki farklılığını şu sözlerle dile getirir: “Celâl Âl-i Ahmed, yazarlık alanında iki yönüyle farklıdır: Birincisi, tamamen dinî-mezhebî bir ailede dünyaya gelmiş olmasına rağmen sürekli arayış içinde oluşu ve ruhsal susamışlığı onu çeşitli tecrübelerden geçirmiş, ama o hiçbir yerde, hatta dinî inançların huzur veren yatağında bile kalamamıştır. İkincisi bu hareketli ve sorunlarla dolu hayatın etkisiyle yeni bir yazarlık üslûbu geliştirmiş ve kendisinden sonraki genç nesli diline ve düşüncelerine hayran bırakmıştırxii.”
Âl-i Ahmed’in bütün eserlerinde siyasi kişiliği ön plandadır. O, bu anlamda slogancı bir yazardır. İlk öykülerinde daha çok, geleneksel İran toplumunun modernizm sürecinde geçirdiği değişimi, sosyal gerçekçi ama zaman zaman alaycı ve eleştirel bir dille anlatır. Eserlerinde âmiyâne tabirlere ve dini terimlere sık sık yer verir. Mudir-i Medrese’den önceki öykü kitaplarında bir süre Muhammed Ali-yi Cemâl-zâde, Sâdık-i Hidâyet ve Bozorg-i Alevî gibi İran öykücülüğünün büyük yazarlarının etkisinde kalırsa da, biçim ve içerik bakımından kısa zamanda kendi yolunu bulur. Örneğin onun öykülerinde Hidâyet’in ve Cemâl-zâde’nin eserlerinde bolca görülen aristokrat öykü kahramanları veya Muhammed-i Hicâzi’nin romantik karakterleri yerine halktan kişiler ön plana çıkar.
Aslında öykülerinde yaşanan gelenek-modernizm çatışması, kendi içinde yaşadığı çatışmaların eserlerine yansımasından öte bir şey değildir. Nitekim Âl-i Ahmed’in dindarlık, sosyalizm, varoluşçuluk, milliyetçilik gibi düşünce akımlarını denedikten 1960’lardan sonra tekrar dine, geleneklere ve millî değerlere dönüşü de bu iç çatışmaları bütün çıplaklığıyla göz önüne sermektedir. Şurası bir gerçektir ki o, adı geçen düşünce akımlarını temsil ettiği her dönemde her zaman diktatörlük, emperyalizm, dinî hurafeler, cehalet ve yoksullukla savaşmış; siyasi ve edebî hayatını sömürge olmaktan kurtulmuş özgür bir İran görmeye adamıştırxiii.
Halktan biri olmaktan hiçbir zaman vazgeçmeyen yazarın öykülerinde göze çarpan önemli bir husus da, kurguladığı olayları ve kişileri natüralist ve romantik tasvirlerle anlatmak yerine, olayların toplumsal nedenlerine inerek “toplumcu gerçekçi” (vaki-gerâ-yi ictimâî) bir üslûpla anlatmış olmasıdırxiv.
Hiç kuşkusuz, eserlerine yansıyan dünya görüşü ve kişisel özellikleri dışında Âl-i Ahmed’e çağdaş İran edebiyatında seçkin bir yer kazandıran ve onu dönemin öteki yazarlarından ayıran en belirgin özelliği, kendine özgü bir nesir diline ve üslûba sahip olmasıdır. Öykülerinde ve makalelerinde sanat yapma kaygısını bir kenara atarak kendisinden önce hiçbir İranlı yazarın cesaret edemediği ölçüde konuşma dilini kullanmış; uzun uzun sanatlı cümleler kurmak yerine öznelerin, nesnelerin, edatların ve fiillerin bolca hazfedildiği kısa cümleler kurmayı tercih etmiş; hatta Tahran lehçesi dışında İran’ın çeşitli bölgelerinde yaşayan lehçelerden de yararlanmıştır. İşte bu yüzden üslûbu hakkında birbirinden çok farklı, olumlu ve olumsuz eleştiriler yapılmıştır. Bunlar arasında Âl-i Ahmed’i yazar saymayanlardan, çağdaş İran edebiyatının en büyük kalem sahipleri arasında görenlere kadar birbirine taban tabana zıt pek çok görüş bulunmaktadır.
Örneğin Mahmûd-i Kiyânûş bir makalesinde, “Olgun ve akıcı bir nesrin, dilbilgisi kurallarına uygun, sözcükleri iyi seçilmiş, uyumlu; ifade tarzı açık ve anlaşılır; anlatımı ve betimlemeleri doğal ve gerçekçi olması gerekir. Oysa Âl-i Ahmed’in nesri bu özelliklerden hiçbirine sahip değildir.” demektedirxv.
Hasan-i Âbidînî, çağdaş İran öykücülüğü konusunda son zamanlarda kaleme alınmış en önemli incelemelerden birisi olan eserinde Âl-i Ahmed’in dili ve üslûbu hakkında şu yargıya varır: “Çağdaş İran edebiyatı okuyucularının Bûf-i Kûr tarzı eserlerin ah ü zarlarından ve Tevrat’ın eski temsillerinden bıktığı bu yıllarda, Âl-i Ahmed’in kavgacı davranışçılığı (kirdâr-gerâyî) bir anda dikkatleri onun üzerine çeker. Özellikle kısa ama sert ve dikkatsiz nesri zamanın içe dönük, uyku getirici ve yaygın nesrinden farklıdır. Bu nesir, pervasız, ama yazarın “ben”i çevresinde geliştirilmiş aceleci, kırıcı ve mutlakiyetçi kuramların konu edildiği öyküsel olmayan bir nesirdir. Âl-i Ahmed’in çağdaş İran edebiyatı üzerindeki etkisinin önemli bir bölümü kendisine özgü dilinden kaynaklanır. 1340-1350 (1961-1971) arasında Âl-i Ahmed’in dilinin taklit edilmesi İran öykücülüğü üzerinde olumsuz bir etki yaratmıştırxvi.”
Sîmîn-i Dânişver, Gurûb-i Celâl adlı eserinde onun üslûbunu “duyarlı, açık, dakik, keskin görüşlü, öfkeli, aşırı, olay yaratıcı ve telgraf tarzı bir kalemin ürünü” olarak tanımlarxvii. Nitekim bu tanımlama edebiyat çevrelerince genel bir kabul görmüş ve Âl-i Ahmed’in nesri “nesr-i telgrâfî” (telgraf nesri) adıyla adlandırılmıştır.
Muhammed-i İsti’lâmî, Âl-i Ahmed’in üslûbunun çok sert olduğunu, İran kültürüne, gelenek ve göreneklerine verdiği önem yüzünden bu âdetleri bozan her şeyi ve herkesi değersiz bulduğunu, olayları olduğu gibi göstermeye çalıştığını ve bu yüzden söz sanatları yapmaktan kaçınarak sade bir dil kullandığını ifade ederxviii.
Ne var ki burada söz konusu edilen sadelik, yalnızca sözcüklerin seçimi ve kullanımıyla ilgilidir. Çünkü Âl-i Ahmed’in eserlerinde sıklıkla görülen konuşma diliyle yazılmış kısa, devrik, noktası virgülü belli olmayan cümleler zaman zaman metnin bütünlüğünü bozmakta ve dili içinden çıkılmaz bir hal almaktadır. Sanki yazarın büyük bir acelesi vardır ve bir kez yazdıktan sonra bir daha arkasına bakmamaktadır. Bu yüzden öykülerinde kullandığı temaların ve karakterlerin yerelliği açısından ne kadar övülmüşse, dilinin anlaşılmazlığı yüzünden aynı ölçüde eleştirilmiştir. Bütün eserleri üzerinde yapılan istatiksel bir araştırmaya göre, kurduğu cümlelerdeki hazıflar zaman zaman yüzde otuzlara ulaşmaktadır ki bu durumun bütün İran edebiyatında ikinci bir benzeri daha yokturxix.
Dil ve üslûp özelliklerinde görülen kimi aksaklıklar ve eksiklikler bir yana bırakılacak olursa, Çağdaş İran edebiyatının öncü yazarlarından olan Âl-i Ahmed’in, Mudîr-i Medrese, Nûn ve’l-Kalem, Nefrîn-i Zemîn, Penc Dâstân ve Sengî ber Gûrî gibi eserlerinde başarılı bir öykücü olarak karşımıza çıktığı söylenebilir.

Summary:
Jalal Al-e Ahmad is one of the most important and outstanding literary figures of the modern Persian literature especially as a short story writer. The present article deals with Jalal Al-e Ahmad’s life, works and literary style in depth.

Konular