CÂMÎ’NİN ŞİİR GÖRÜŞÜ

Giriş

İslam ilimleri, tasavvuf, Arap ve Fars dili ile şiir sanatları alanında önemli bir isim olan Nûreddin Abdurrahmân-ı Câmî (ölm. 898/1492), şair yönüyle de İran edebiyatının göz ardı edilemeyecek isimlerindendiri.
Câmî’nin oldukça velut bir şair ve yazar olduğunu belirtmek gerekir. Câmî’nin Sâm Mirzâ-yi Safevî tarafından sayısı kırk beş olarak kayda geçirilenii eserleri arasında Divan, yedi mesneviden oluşan Heft Evreng, Sa‘dî’nin Gülistan’ından esinlenilerek kaleme alınmış olan Bahâristân ve tasavvuf erbâbı hakkında değerli mâlumâtı içeren Nefehâtu’l-Üns onun en önemli eserleri olarak zikredilebilir. Ayrıca Câmî’nin tasavvuf, Arap ve Fars grameri ile şiir sanatları hakkında kaleme alınmış risâleleri vardır.
Klasik dönemin son şairi olarak nitelenen Câmî, şöhretini daha çok ilmî ve tasavvufî makamına borçlu olmakla birlikte tasavvufî şiirin ve manzum hikâyeciliğin de önemli isimlerindendir. O, şiir alanında daha çok mesnevileriyle adından söz ettirmiş ve şairlerin ilgi odağı olmuştur.
Kimi eleştirmenler, Câmî’nin klasik şiirin tıkanışının en güzel örneği olduğunu belirtirler. Yani bu eleştirmenlere göre, Câmî’nin şiir tecrübesi, eski şiiri tekrarlayarak bir yere varılamayacağını gösteririii. Öte yandan kimi eleştirmenler de onun gazelleriyle gerçekten yeni bir dönemi, yani Mekteb-i Vukû’u ve Sebk-i Hindî’yi haber verdiğini düşünmektedirler. Bu görüşü savunanlardan Hâşim-i Razî, neşre hazırladığı Câmî Divanının mukaddimesinde Câmî’nin yeni bir sebkin kurucusu olduğunu söyleyecek kadar işi ileri götürür. Bunun için de haklı delilleri vardır. Razî, Câmî’nin mesnevi alanında getirdiği yeniliklerden söz ettikten sonra onun asıl yeniliğinin gazellerinde olduğunu söyleriv. Sebk-i Hindî’nin izlerini Câmî’de aramak gerektiğini savunan araştırmacılardan biri de bu konuda müstakil bir makale yazan Huseyn-i Hâlikî Râd’dır. O da bu görüşünü Câmî’nin gazellerinden verdiği örneklerle destekler.
Meliku’ş-Şu‛arâ Bahâr ise Câmî’ye onun şiirlerinde açıklık ve edebî cesaretin bulunmadığı, onca ayrıntıya ve uzunluğa rağmen şiirlerinin dönemin toplumsal, siyasî, kültürel, tasavvufî ve felsefî durumuna ilişkin herhangi bir ipucunu yansıtmadığı ve onun hep yeni mazmun ve yeni kâfiye arayışında olduğu ve Câmî’de ve bazı şairlerde görülen bu arayışın, karmaşık Sebk-i Hindî ekolünün doğmasına yol açtığı yolunda eleştiriler getirildiğini ve bu ekolün Câmî ve Figânî aracılığıyla Herat’tan İsfahan ve Hindistan’a geçtiğinin ileri sürüldüğünü belirttikten sonra bu eleştirilerin haklı yanlarının bulunduğunu ancak bunun Câmî’nin kabahati olmayıp onun yetiştiren çevrenin ürünü olduğunu ve Câmî’nin içinde bulunduğu siyasi ve toplumsal atmosferde, inançlar üzerinde şiddetli baskıların bulunduğunu söylerv. Oysa Camî’nin şiirin nasıl olması gerektiğine dair görüşleri yukarıdaki eleştirilerin ilk bölümüyle, yani onun şiirlerinin anlaşılır olmadığı eleştirisiyle ters yöndedir. Câmî, aşağıda görüleceği gibi iyi şiirin berrak bir su gibi olması ve kolay anlaşılması gerektiğini savunur.
Anlaşıldığı kadarıyla Câmî’nin Sebk-i Hindî’nin bilinçli ya da bilinçsiz öncülerinden olduğu yolundaki görüşlerde iki tavır göze çarpmaktadır: Bu durumu olumlu sayan tavır ile bunu olumsuzlayan tavır. Yani özellikle İranlı eleştirmenlerde görülen Sebk-i Hindî’yi olumsuzlama tavrı Câmî konusunda da gündeme gelmiştir.
Câmî’nin gazellerinde yer alan kimi öğelere Sebk-i Hindî şiirinde sıklıkla rastlanır olması bu görüşü desteklemekteyse de Meliku’ş-Şu‛arâ’nın dediği gibi, şiir içinde bulunduğu atmosferden etkilenerek kendine bir mecrâ bulur. Üstelik Câmî’den önceki şairlerin şiirlerinde de Mekteb-i Vukû’u ve Sebk-i Hindî’yi çağrıştıran beyitlere çokça rastlanmaktadır.vi Burada Câmî konusunda asıl önemli olan, onun bu mecrâya girişte yönlendirici mi yoksa edilgin mi olduğudur. Bize göre şiir üzerine bu denli kafa yormuş bir şairin zamanın şartları karşısında tümüyle edilgin kaldığını söyleyemeyiz. O da şiire bir çıkış aramış olmalıdır. Onun bu çıkış arayışını sadece gazelle sınırlandırmayışı ve mesnevi alanındaki çalışmalarını önemseyip “mesneviye yeni bir elbise giydirmekvii” isteyişi, onun şaçılım kazandırmada ciddi çabalar içinde olduğunu gösterir. Öte yandan Sebk konusundaki çalışmalarıyla tanınan Sirûs-i Şemîsâ, şiir sebki ile ilgili kitabında bu tür tartışmalara hiç değinmeden Câmî’nin Sebk-i Irâkî’nin son büyük şairi olduğu tespitini yapmakla yetinirviii.
Bu tartışmalarla diğer değerlendirmeleri bir arada ele alacak olursak, Câmî’nin şairliği ile ilgili görüşleri üç grupta değerlendirebiliriz. Bir grup, Câmî’nin şiir alanında kayda değer bir isim olmadığını ve taklitçilikten öteye geçemediğini savunurken, başka bir grup onu İran şiirinin sayılı birkaç büyük şairi arasında görür. Üçüncü bir grup ise Câmî’nin şiirine daha objektif ve mutedil yaklaşmaya çalışır.
Birinci gruba örnek olarak İranlı yazar Abdu’l-Huseyn-i Zerrinkûb’un şair hakkındaki bir değerlendirmesini gösterebiliriz. Zerrinkûb, aslında bir eserinde hakkında “zevk sahibi büyük şair”ix nitelemesini kullandığı Câmî’yi “Tekniğe yönelişi ve şiiri uzatmadaki ısrarı, onun şiirini genellikle bıkkınlık verici hâle getirmiştir. Bununla birlikte tasavvufî doktrin ve düşünceleri dile getirmedeki gücü ve Arap şiirinin mazmunlarını Fars şiirine tercüme etmedeki ustalığı dikkate değerdir. Fakat her halükârda o, güçlü, orijinal ve yaratıcı bir şair sayılamaz. Anlaşılan o ki şiir alanında onun adını ünlendiren, bilimdeki ünüyle mevkiidir. Elbette onun şiiri o dönemde bir ârif ve molladan beklenenden üstündür.”x cümleleriyle değerlendirir. Zerrinkûb, devamla, Câmî’nin şiirinde şiirsel heyecan ve coşkunun bulunmadığını belirtirxi. Zerrinkûb’un Câmî hakkındaki değerlendirmesi bu cümlelerle sınırlı kalmaz. Yazar, Câmî’nin gençlik yıllarını medreselerde ilim öğrenerek boşa harcadığını da söyler. Yazarın bu değerlendirmesinde, özellikle de son cümlesinde nesnellikten uzak kaldığı görülmektedir.
İkinci gruba örnek olarak, Ali Asgar Hikmet’in kimi görüşlerini zikredebiliriz. Ali Asgar Hikmet’in Câmî hakkındaki çalışması, şair hakkında şimdiye değin yapılmış çalışmalar arasında en kapsamlı ve en önemli çalışmadır.xii Hikmet, bu çalışmasında Câmî ile ilgili önemli ve doyurucu bilgiler vermekle birlikte şairi her yönden yüceltici bir tavır içerisinde olmuştur.
Bu arada Câmî’nin şiiri konusunda daha objektif değerlendirmeler de yapılmaktadır. Meliku’ş-Şu‛arâ Bahar ile Sîrûs-i Şemîsâ’nın yukarıda aktardığımız görüşlerini bu grupta değerlendirebiliriz.
Bilimsel bir bakışla üç grupta değerlendirdiğimiz yaklaşımların üçünden de yararlanarak Câmî konusunda şu değerlendirmeyi yapabiliriz: Câmî, şair olarak Sa‛dî, Attâr ve Nizâmî’nin bir adım gerisinde kalsa da klasik İran şiirinin fetret döneminde şiire hissedilir bir canlılık kazandırmış çok yönlü bir şairdir. Câmî’nin pek çok eserinde şiire ilişkin değerlendirmelerin varlığı, onun şiir üzerine kafa yorduğunu ve şiirde bir arayış içinde bulunduğunu ortaya koymaktadır.
Onun Heft Evreng’ini oluşturan mesnevilerin her biri önceki dönem şairlerinden birinin mesnevisi göz önünde bulundurularak oluşturulmuşsa da Câmî’nin bu mesnevilerde, kendisinden önce defalarca işlenen bildik konulara farklı boyutlar katmaya çalıştığı gözden kaçmaz. Onun hamsede öncü olan Nizâmî ve Emir Husrev’i tâkip ettiği âşikarsa da, hamse şairi olarak anılmak yerine bir adım ileri giderek “seb‛a” şairi olmayı tercih edişi bile farklı ve orijinal olma çabası olarak değerlendirilebilir bir olgudur. O, hamseci şairleri taklit ederken, tasavvufî şiirin öncüsü “sitte” şairi Senâî’yi de gözden ırak tutmamıştır. Sitte şairi olarak tanınan Senâî aslında “seb‛a şairi” nitelemesini de hak eder. Çünkü onun mesnevilerinin sayısı Hadîka ile birlikte yediye ulaşır.
Câmî adıyla özdeşleşen belirli bir şiir kalıbından söz edilemez. Onun için, “bütüncü” şair nitelemesi uygun düşmektedir. Bununla birlikte Câmî daha çok mesnevileriyle dikkatleri çekmiştir. O yedi mesneviden oluşan Heft Evreng adını verdiği mesnevileriyle manzum hikâyecilikte gerçekçiliğe yönelen tavrıyla kendisinden önceki hikâyecilerden ayrılır.xiii Câmî’nin Heft Evreng’i oluşturan mesnevileri tek bir kategoride değerlendirilemez. Heft Evreng’in ilk mesnevisi olup üç defterden oluşan ve dinî, tasavvufî ve ahlâkî temaları kimi hikâyeler içerisinde anlatan Silsiletu’z-Zeheb, “sitte” şairi Senâî’nin Hadîkatu’l-Hakîka’sını andırırxiv.
Heft Evreng’de yer alan diğer mesneviler, çoğunlukla Nizâmî ve Emir Husrev’in mesnevilerinden hareketle kaleme alınmıştır. Hatta çoğu mesnevide Nizâmî ve Emir Husrev’in kullandığı vezinler kullanılmıştır. Yine de bu mesnevilerde şairin realist yaklaşımıyla Nizâmî ve Emîr Husrev’den ayrıldığını tekrarlamak gerekir. ayrıca bazı mesnevilerde Câmî’nin biçim ya da içerik açısından farklı bir yöneliş içinde olduğu gözden kaçmaz. Örneğin Heft Evreng’in dördüncü mesnevisi olan Subhetu’l-Ebrâr, nisbeten orijinal bir çalışmadır. Üstelik bu mesnevinin vezni (fâ‛ilâtun, fe‛ilâtun fa‛lun) de mesnevi yazımında Câmî’den önce kullanılmamış bir vezindir. Ancak Emir Husrev’in Noh Sipihr adlı eserinde bu vezinle yazılmış birkaç beyit vardırxv. Yûsuf u Zuleyhâ mesnevisinde de hikâye farklı bir boyutla sunulmuştur.
Câmî, kendisi daha hayattayken şöhreti İran sınırlarını aşan bir kişiliktir. İran toprakları dışındaki Fars edebiyatı ve İran ile kültürel bağları bulunan ülkelerin edebiyatları, bu cümleden olarak Türk edebiyatı açısından Câmî adı oldukça önemlidir. Câmî’nin İran içerisinde oluşturduğu canlılık, klasik İran şiiri için iyi bir final ve yeni bir dönemin habercisi nitelemeleriyle değerlendirilirken komşu edebiyatlarda Câmî’ye şair olarak daha üstün bir makam verilmektedir. Şöhreti bu denli geniş alana yayılmış olup sadece İran şiirinde değil Türk şiirinde de derin etkilenmelere yol açmış olan ve hakkında birbirini olumsuzlayan yargılar bulunan bir şairin şiiri nasıl algıladığı, üzerinde durulması gereken bir husustur. Bu bakımdan bu çalışma, Câmî’nin şiire yaklaşımını yine kendi eserlerinden yola çıkarak ele almayı amaçlamıştır.

Şiirin Tanımı

Câmî, İran edebiyatında şiirin tanımı konusunda da kafa yoran sayılı şairlerden biridir. Câmî, pek çok şiirinde şiire ilişkin görüşlerini ortaya koyar. Câmî’nin eserlerinde şiire iki farklı yaklaşım içerisinde olduğu görülür. Birinci yaklaşım, şiiri ciddiye alan, gerçek şiirin ne olduğunu açıklamayı amaç edinen, gerçek şairin niteliklerini ortaya koyan ve iyi şairle kötü şairi birbirinden ayıran bir yaklaşımdır. İkinci yaklaşım ise ahlâkî ve tasavvufî bir yaklaşım olup özeleştiri niteliği taşımaktadır. İkinci yaklaşımda şair, bir bakıma kendisine öğüt vermekte ve şiirin boş bir uğraş olduğunu, bu işten artık vazgeçmesi gerektiğini söylemektedir.
Örnek olarak Silsiletu’z-Zeheb ile Subhatu’l-Ebrâr mesnevilerinde Câmî’nin kendine bu tür öğütler verdiği müstakil bölümler bulunmaktadırxvi. Fakat bu bölümlerde şairin şiir hakkında söylediklerini onun gerçek şiir telakkisi olarak anlamak yanıltıcı olabilir. Çünkü bu bölümlerde Câmî, konuya bir şiir teorisyeni kimliğiyle yaklaşmamaktadır. Ayrıca bu özeleştiride gizli bir övünme de sezilmektedir. Örneğin şiirle uğraşmanın boş olduğunu, geçmişte şiirde zirveye ulaşmış şairlerin eli boş olarak çekip gittiklerini dile getirirken Senâî’nin bir beytini alıntılamaktadır ki bu beyitte Senâî’nin, şiiri anlamsız bulduğunu ifade ederken bile en güzel beyitlerinden birini söylediğini görmekteyiz:

باز گشتم از سخن که نيست در سخن معنی و معنی در سخنxvii

“Vazgeçtim şiirden; çünkü yok,
Şiirde anlam, anlamda şiir.”

Nasıl Senâî şiiri anlamsız bulduğunu söylemesine karşın şiirden vazgeçmemişse, Câmî de şiirin boş bir uğraş olduğunu söylerken çoğu şairin içinde bulunduğu paradoksal durumu dile getirmektedir. Yani şair şiirden bizardır, ama şiirsiz de yapamaz. Örneğin şair, Silsiletu’z-Zeheb’in “Hâtime”sinde kendisini şairliği bir yana bırakmaya davet ederken yine de şiiri yüceltmekten geri durmaz ve şiirin kendisi için vazgeçilmezliğini vurgular:

همـت مـرد چـون بلنـد بـود در هـمـه کـار ارجـمنــد بــودxviii

“Kişinin himmeti yüksekse her işte değerli olur.”

از آن سـحـر بستم زبان چند بار وزان نادر افسون شـدم تـوبـه کار
وليکن چو بود آن مرا در سرشت نگشت از سرم حرف آن سرنوشت
دگـرباره گـشـتم به آن حرف باز سـخن را بـهر صـورتی حرفه سازxix

“O sihirden birkaç kez [el çekip] dilimi bağladım,
O az bulunur efsundan tövbekâr oldum.
Fakat o benim tabiatımda olduğundan
O alın yazısının harfi başımdan gitmedi.
Yeniden o harfe geri döndüm,
Şiiri her hâlükârda meslek edinerek.”

Kırk bölümden oluşan Subhatu’l-Ebrâr’ın otuz dokuzuncu bölümünde şiir söylemeyi artık bir yana bırakmasını kendi kendine öğütlerken, kırkıncı bölümde okuyucuya seslenerek şiirlerini okurken önyargısız olmasını ister ve kendi şiirini över:

زود برگرد چو بر خواهی گشت زين تبه حرف که فرصت بگذشت
کيست کز بـاغ سـخنرانی رفت که نـه بـا داغ پشـيـمـانی رفت؟xx

“Çabuk dön, nasılsa döneceksin,
Bu boş laftan, çünkü fırsat geçti.
Şairlik bahçesinden gidip de
ْGördün mü pişmanlık yarasıyla gitmeyeni?”

بـاش بـا دفـتـر اشـعار جليس انــه خـيـر جـليـس و انـيس
دفـتـر شـعـر بـود روضـة روح فاتح غن چـة گلـهـای فـتـوح
هـر ورق را کـه ز وی گـردانی گـل ديـگر شـکـفـد گـر دانی
خواهی آن رونق بـاغ تـو شـود نکـهـتـش عـطـر دماغ تو شود
خاطر از شوب غرض خالی کن همت از صدق طـلـب عالی کن
از درون زنـگ تـعـصـب بزدای بـر خـرد راه تأمـل بـگـشـایxxi

“Şiir defteriyle arkadaş ol,
O, en hayırlı arkadaş ve dosttur.
Şiir defteri ruhun bahçesidir,
Fetih goncalarını açtıran odur.
Ondan çevirdiğin her yaprakla,
Yeni bir gül açar, eğer bilirsen.
O bahçenin sana aydınlık olmasını dilersen,
Kokusunun misk saçmasını dilersen,
Gönlüne garaz bulaştırma,
Talebinin samimiyetiyle himmetini yücelt.
İçinden taassup pasını sil,
Aklına düşünme yolunu aç.”

Görüldüğü gibi Câmî’nin yukarıdaki görüşlerine dayanarak onun şiir konusunda olumsuz bir yargı taşıdığını söylemek güçtür. Üstelik bu beyitlerden bile onun şiire ne denli önem verdiği bile ileri sürülebilir. Aslında o, bu tür şiirlerinde şiir telakkisini ortaya koyma amacında değildir. Ayrıca burada dikkat çeken bir husus da bu tür görüşlerin ortaya konulduğu beyitlerin hep mesnevilerin bitiş bölümünde ya da bitişten hemen önceki bölümde yer aldığıdır. Oysa Câmî şiire ilişkin birinci yaklaşım olarak nitelediğimiz değerlendirmelerini eserlerinin sonlarında yapmayıp tıpkı diğer konularda yaptığı gibi şiire ayırdığı müstakil bölümlerde yapar.
Bize göre Câmî’nin şiir anlayışını yukarıda verdiğimiz beyitlerde değil de müstakil olarak şiire ayırdığı bu bölümlerde aramak gerekmektedir.
Bu yaklaşımı tespite geçmeden önce onun mensur eseri Baharistan’da özellikle şiire ayrılmış olan VII. Ravza’daki şiir tanımına göz atmakta yarar vardır. Burada Câmî, öncelikle eski bilginlere göre şiirin tanımını vermektedir. Eski bilginlere göre şiir, “hayâl unsurlarından meydana gelmiş bir söz olup dinleyenleri bir şeye doğru yöneltmek, ya da bir şeyden tiksindirmek için mânâ ve nükteleri onların hayallerinde canlandırır. İster o söz bizâtihi doğru olsun ya da olmasın, dinleyen ister o sözün doğruluğuna inansın ya da inanmasın fark etmezxxii.” Bu tanımı Aristocu tanım olarak niteleyebiliriz. Örneğin İbn Sînâ da şiiri buna benzer, fakat daha yalınlaştırılmış ifadelerle tanımlar: “Şiir muhayyel bir kelâm olup vezinli, uyumlu ve Araplarda kâfiyeli sözlerden oluşurxxiii.” Nizâmî-yi Arûzî de Çahâr Makâle’de buna benzer bir tanımı, İbn Sînâ’dan daha ayrıntılı bir biçimde vermektedir: “Şairlik öyle bir sanattır ki şair o sanatla, hayal gücünü harekete geçiren öncülleri düzenler ve sonuç verici kıyasları bir araya getirir. Böylelikle küçük anlamı büyük, büyük anlamı küçük hâle getirebilir ve güzeli çirkin kılığında, çirkini de güzel kılığında gösterebilirxxiv.”
Câmî, eskilerin tanımını verdikten sonra yenilerin şiir tanımına geçer. Câmî’nin ifadesine göre “yeniler, şiirde vezin ve kafiyeye itibar göstermişlerdir. Halbuki halk geleneğine göre şiirde vezin ve kâfiyeden başka bir şart aranmaz. Şu halde şiir, vezinli ve kâfiyeli bir söz demek oluyor ki onda hayâlin olup olmaması, doğruluk veya eğrilik aranmazxxv.” Câmî Bahâristan’daki bu bölümde şiirin bizâtihi yüce bir şey olduğunu belirttikten sonra Subhatu’l-Ebrâr’da da tekrarladığı beyitlerde şiirin etkileyiciliğini veciz ifâdelerle anlatırken pek çok şiir sanatına da değinir:

هيچ شاهد چو سخن موزون نيست سر خوبی ز خطش بيرون نيست
صبـر از او صـعب و تـسـلی مشکل خـاصـه وقـتـی که پی بردن دل
کـشـد از وزن بـبـر خـلـعـت نـاز کـنـد از قـافـيـه دامـنـش طراز
پـا بـه خـلـخــال رديـف آرايـد بـر جبـيـن خـال خـيـال افزايد
رخ ز تشـبـيـه دهـد جـلوه چو ماه بـبـر عــقـل صـد افــتـاده ز راه
مو بتـجـنـيـس ز هـم بـشـکـافـد خالی از فـرق دو گـيـسـو بـافـد
لـب ز تـرصـيع گـهـر ريـز کـنـد جـعـد مشـکـيـن گهـر آويز کند
چـشـم از ابـهـام کنـد چشمک زن فـتـنه در انـجـمـن وهـم فـکـن
بـر سـر چـهـره نـهـد زلـف مـجـاز شــود از پـرده حـقيـقـت پـرداز
چـون بدين شـکل بصد غنج و دلال رو نـمــايـد ز شـبسـتـان مـقـال
گــوش را حــامـلــة در ســازد صــدف آســا ز گـهـر پــر سـازد
(...)xxvi

Vezinli sözden daha güzel sevgili yoktur,
Onun güzelliğinin sırrı yazısından açığa çıkmaz.
Ona sabretmek zor, teselli bulmak güç,
Özellikle kalbin onu algılama anında.
Vezinden naz elbisesi giyinir,
Kâfiye ile eteğini süsler.
Ayaklarını rediften halhal ile süsleyip alnına hayâl beni ekler.
Yüzünü teşbih ile ay gibi gösterir.
Akıl aslanı yüz kez yoldan çıkar.
“Tecnis” ile kılı yarar,
Boş başa iki örgü yapar.
“Tarsî‛” ile dudaktan inciler döker,
Misk kokulu saça mücevherler takar.
“İbhâm” ile göze göz kırptırır,
Gevşeklik içindeki topluluğu harekete geçirir.
“Mecaz” zülfünü yüze salarak
Perdeden hakikati dile getirir.
Bu şekilde yüzlerce naz ve cilveyle
Sözün gece evinde yüzünü gösterir.
Kulağa inci takar,
Midye gibi inciyle doldurur.
(...)

Câmî’nin Bahâristan’daki bu değerlendirmeleriyle bizim onun şiir telakkisi olarak kabul ettiğimiz birinci grup değerlendirmelerinin paralellik taşıdığı görülmektedir. Buna göre onun Heft Evreng’ini oluşturan mesnevilerde de şairin şiire ilişkin yaptığı tanımın ipuçlarını bulmak mümkündür. Örnek olarak Tuhfetu’l-Ahrâr’da şiiri “hayal dokumak” diye tanımlar:

شعر شعر خيال بافتن استxxvii

Hıred-nâme-i İskenderî’de şiirin daha net tanımını verir:

سخن ماية سحر و افسون بود بتخصيص وقتی که موزون بودxxviii

“Söz sihir büyü kaynağıdır,/özellikle vezinli olduğunda.”

Bu beytin hemen ardından şiirde imgelemin önemine vurgu sayılabilecek şu beyti getirir:

گشاده از اقليم چون پر و بال چو طاووس در جلوه گاه خيالxxix

“Yeryüzünden hayâl tecelligâhına tıpkı tâvus gibi kanat açınca...”

Silsiletu’z-Zeheb’de ise şiire ilişkin görüşlerini daha ayrıntılı olarak ortaya koyar:

شعر چه بود نوای مرغ خـرد شـعـر چـه بـود مـثـال ملک ابد
می شود قدر مرغ ازو روشـن که به گلخن در اسـت يـا گلشـن
می سرايد ز گلشن ملـکـوت می کشد زشن حريم قوت و قوت
مستمع را ز فتحبـاب فتـوح می دهد کام جـان و راحـت روح
يا خود از گلخن هوا و هوس مـی زنـد دم ز دودنــاک نـفـس
سامعان را ز ذکـر لابـه و لاغ محنت خاطر است و رنـج دمـا غ
گر بود لفـظ و معـنيش باهم اين دقيق و لـطـيـف آن مـحـکم
صيـت او راه آسـمان گـيـرد نام شـاعـر هـمـه جـهـان گـيـرد
ور بـود از طبـيـعـت تـاريـک معـنـی او کـثيـف و لفـظ رکـيک
نــرود از بـــروت او بــالا پـيـش ريـشـش بـمـانـد آن کـالا
شعر بايد چو چشمه سار زلال از عــقــود لآلــی مــا لامــال
نـشـود آب او حـجـاب گـهـر بـلـکـه گــردد ز آب تـازه و تـر
نـه چـو آن چـشمة گل آلوده کــه در او قــعــر آب نـنـمـوده
نتـوانـی در او گهـر جـسـتـن بــل کــزو دسـت بـايـدت شستن
لفـظ او تيره و مـعنيش تاريک ره بـه مـعـنی ز لـفــظ او بـاريـک
تـا بـفـکـرت درون نـرنـجـانی نـکـنــی فــهـم آن بـه آسـانـیxxx

“Şiir nedir; akıl kuşunun nağmesi/Şiir nedir; sonsuzluk mülkünün misâli.
Kuşun kıymeti onunla açığa çıkar;/yani külhanda mıdır yoksa gül bahçesinde mi?
Melekût gülşeninden şarkılar söyler/o haremden güç ve gıda alır.
Dinleyene, fetihlerin başlangıcından/canın arzuladığını ve ruhun rahatını verir.
Ya da hevâ ve heves külhanından/dumanlı nefesiyle konuşur.
Boş lafları ve gülünç şeyleri dile getirmesi yüzünden dinleyenler için/gönül sıkıntısı ve baş ağrısıdır.
Sözü ve anlamı bir olursa/bu, dakik, latif ve muhkem olur.
Şöhreti göğü kaplar/şairin adı bütün dünyaya yayılır.
Eğer [şiir] doğasından karanlıksa/kirliyse anlamı ve sözü tırmalayıcı,
Şairin bıyığından yukarı geçmez/o mal onun sakalının önünde kalakalır.
Şiir berrak bir pınar gibi/incilerle dolup taşmalıdır.
Onun suyu mücevheri gizlemez/belki o mücevher o suyla daha da tazelenir.
O dibi görünmeyen çamurlu, bulanık çeşme gibi değil.
Böyle pınarda mücevher arayamazsın/bilakis ondan elini çekmen gerekir.
Onun sözü kara, anlamı karanlık/Onun sözünden anlama giden yol inceciktir.
Düşüne düşüne kalbini sıkıntıya sokmadıkça/onun kolaylıkla anlayamazsın.”

İyi Şiir Kötü Şiir

Yukarıdaki beyitlerde Câmî hem şiiri tanımlamış, hem de şiiri ikiye ayırmıştır: İyi şiir, kötü şiir. Şiirin niteliği konusunda Câmî’nin beyitlerinden iki ayrı bakış açısı tespit edilmektedir. Birincisi soyut anlamda şiirin niteliği, ikincisi anlam ve içerik açısından şiirin niteliği. İyi şiir kötü şiir değerlendirmesinde bu iki kategorinin çoğu zaman bir arada değerlendirildiği göze çarpmaktadır. Câmî’nin birinci kategoride iyi şiirin niteliklerini ortaya koyarken ilk elde şiiriyet ile anlatımın yalınlığına ve şiirin anlaşılırlığına önem verdiği gözlemlenmektedir. Yukarıdaki beyitler ikinci kategoriye de vurgu yapsa da daha çok birinci kategoride değerlendirilebilecek görüşleri ortaya koymaktadır. Buna göre, şiirin “sözü ve anlamı bir olursa, [bu durumda şiir], dakik, latif ve muhkem olur. Şöhreti göğü kaplar, şairin adı bütün dünyaya yayılır.” Bunun tersi olup şiir “doğasından karanlıksa; anlamı kirli ve sözü tırmalayıcı ise, şairin bıyığından yukarı geçmez; o mal onun sakalının önünde kalakalır.”
Yine yukarıdaki beyitlerden anlaşıldığı gibi Câmî’ye göre bir şiire iyi şiir diyebilmek için “berrak bir pınar gibi [olup] incilerle dolup taşmalı, dibi görünmeyen çamurlu, bulanık çeşme gibi olmamalıdır.”
Tuhfetu’l-Ahrâr’da ise kötü şairlerin şiiri katır boncuğu derecesine düşürdüklerini söyleyerek şiirin ayağa düşürülmemesi gerektiğini vurgular:

حيف که اين قوم گهر ناشناس مهره کش سـلک امـيد و هراس
هرچه بر آن نام گهر بـسته اند مهره صفت بر دم خـر بـسته اند
(...)
باش بدکانـچـة دوران بـهـوش جنس گران را مشو ارزان فروش
داشت فـلـک بـه تـو ارزانـيش تـو مـده ارزان ز گـران جانـيشxxxi

“Ne yazık ki mücevherden anlamayan,
Ümit ve korku ipine boncuk dizen bu kesim,
Ona mücevher adını vermekle birlikte
Boncuk gibi eşeğin kuyruğuna bağladı.
...
Devrânın dükkânında akıllı ol da
Pahalı malı ucuza satma.
Felek onu sana bağışlamışken
Sen onu bön davranıp verme ucuza.”

Câmî bu beyitlerin devamında döneminde hiçbir birikimi olmayan cahillerin şiir yazmaya yeltendiklerinden de yakınırxxxii.
Câmî’nin yaşadığı dönemde şiirin gereken ilgiyi görmediğinden, şiirden anlayanların azlığından ve şairlik iddiası güden yeteneksizlerin çokluğundan sık sık yakındığı görülmektedir. Bu tür yakınmalarının şairlere yönelik boyutu konumuzu doğrudan ilgilendirmekte olup yukarıdaki alıntı bu yakınmaların tipik bir örneğidir. Câmî’nin yaşadığı dönemde şiirin kendini tekrara düştüğü ve iyi şiirler ortaya konulması için uygun ortamların azaldığı bir gerçekse de bu konuyu ayrı bir çalışmaya bırakarak şiirin niteliğiyle bağlantılı olarak Câmî’nin şairlere yönelttiği eleştirilere bakmak konumuz açısından yararlı olacaktır.
Câmî’nin şairlere yönelttiği eleştirilerde birinci kategoriyi de göz önünde bulundurmakla birlikte daha çok ikinci kategoriyi esas aldığını söyleyebiliriz. İkinci kategoride, yani anlam ve içerik yönünden şiirin niteliği konusunda, şairin öncelikleri ve şiirin ne için yazıldığı önemsenmektedir. Câmî’nin bu tür değerlendirmelerinde daha çok övgü şiirine daha çok yer verdiği gözlemlenmektedir. Onun övgü şiirinde eleştirdiği husus, övülen kişilere hak etmedikleri vasıfların verilmesidir:

چـنــد نـهـی نـام لئيمـان کريم؟ چمد کنی وصـف سـفيهان حليم؟
آنکه به صد نيش يکی قطره خون نايد از امـسـاک ز دسـتـش برون
نام کفـش قـلـزم احسـان کنی وصـف بـحر گهـر افشــان کـنـی
وانکه بتعـليمـگـه مـاه و سـال شـکـل الــف را نـشــناسد ز دال
عـارف آغــاز ازل خـوانـيش واقـــف انــجــام ابـد دانـيـش
وانکه چو از گربه بر آيد خروش رو نهد از بـيـم بـه سـوراخ مـوش
شير ژيان بـبـر بـيـان خوانيش بـلـکـه دلاورتـر از آن خـوانـيش
اينهمه انديشة ناراست چيست؟ اينهمه آمين کم و کاست چيست؟xxxiii

“Daha nice kerim adını vereceksin alçaklara?/Sefihlere halim diyeceksin ne kadar daha?
Yüz iğne batırsan da/cimriliği yüzünden elinden bir damla kan çıkmayanın,
Deniz dersin avucuna,/inciler saçan deniz diye nitelersin.
Ayların yılların talimgâhında/‘elif’in şeklini ‘dal’dan ayırt edemeyene
Ezelin başlangıcını bilen dersin,/onu ebedin sonuna vâkıf bilirsin.
Kediden hırlama sesi çıkınca/korkudan fare deliğine kaçmaya yeltenene,
Yırtıcı aslan, muhteşem kaplan dersin,/hatta ondan daha cesur diye nitelersin.
Bunca gerçek dışı düşünce nedir?/Bunca yalan yanlış âmin nedir?”

Bu eleştirinin ardından, bu tür övgü şiiri yazanların şiirden de anlamadıklarını, vezin ve kâfiyeyi yanlış kullandıklarını belirten Câmî, bu tür şairlerin övdükleri kimseleri hoşnut etmek şöyle dursun, onların başlarına bela olduklarını ve bu şairlerle birlikte oldukları zaman huzurlarının kaçtığını eklerxxxiv.
Câmî’nin övgü şiirini bütünüyle dışlamadığı, onun bazı devlet adamlarına yazdığı şiirlerden ve saray şairliğiyle ünlenmiş eski usta şairlerden övgüyle söz edişinden anlaşılmaktadır.
Silsiletu’z-Zeheb’de övgü şiirinde başarılı olmuş eski şairlerden övgüyle söz edildikten sonra şairden ve memduhtan geriye kalanın sadece şiir olduğunu, şairlerin de övülen padişahların da adlarının şiirle ölümsüzleştiğini vurgular. Onun bu bağlamda andığı şairler arasında Rûdekî, Unsurî, Mu‛izzî, Enverî, Hâkânî, Sa‛dî, Senâî, Nizâmî ve Zahîr-i Fâryâbî gibi başarılı şairler bulunmaktadır.xxxv
Câmî’nin şiir serüveni ve övgü şiirinde adından söz ettirmiş usta şairlere yaklaşımı göz önünde bulundurulduğunda onun övgü şiirine şartlı yaklaştığı ve övgüde aşırılığı tasvip etmediği hükmüne varılabilir. Öte yandan onun Divan’ında bir çok devlet adamına sırf övgü amaçlı olmasa da övgü unsurları barındıran şiirleri bulunmaktadır.
Mesnevilerinde de kimi devlet adamlarından övgüyle söz ettiği, hatta bu mesnevilerinden kimilerini dönemin devlet adamlarına ithaf ettiği bilinmektedir. Bu devlet adamları arasında Fatih Sultan Mehmed ve II. Bayezid gibi Osmanlı padişahları da vardır. Hüseyin Baykara ve kendisi de şair olan Ali Şir Nevâî ise Camî’nin daha yakın olduğu devlet adamlarıdır. Ancak Câmî, hayat felsefesi gereği hiçbir devlet adamına intisap derecesinde yakın bulunmamaya özen göstermesiyle dikkati çeker. Bu konuda onun hayat felsefesiyle şiir anlayışının örtüştüğünü vurgulamalıyız.

Sonuç

Bu makalede, sadece şair olarak değil, bir tasavvuf büyüğü olarak da hem halk kesimi hem de yönetici elit tarafından (Safevî yönetimi istisna tutulmalıdır) kabul ve sevgi görmüş olan Câmî’nin şiir görüşünü tartışmayı amaçladık. Hayat hikâyesi, onun tek uğraşının şiir olmadığını ortaya koyar.
O, şiiri vazgeçilmez görmekle birlikte diğer uğraşlarını da aksatmadan sürdürmüştür. Onun diğer uğraşları şiirle çelişmeyen, üstelik şiiri besleyen uğraşlardır. O, şiiri diğer önemli uğraşlarından biri olan tasavvuf ile ilgili görüşlerini insanlara iletmede araç olarak kullanmıştır. Fakat bunun yanında şiir konusunda hep arayış içinde olmuştur. Yazının başında “bütüncü” şair olarak nitelediğimiz Câmî, kendisinden önce birinci sınıf ürünler verilmiş şiir kalıplarının neredeyse tümünü denemiş ve bu kalıpları kendince yorumlamaya çalışmıştır. Ayrıca onun daha önce nâdirattan sayılan muammâya da ilgi duyduğu görülmektedir.
Câmî’nin şiirde yenilik arayışı içinde olduğunu rahatlıkla söyleyebilirsek de bu arayıştaki başarısı tartışılır bir konudur. Mesnevide yenilik getirmeyi amaçladığını dile getiren Câmî’nin ilk bakışta fark edilir ya da herkes tarafından teslim edilir bir yeniliğinden söz edemeyiz. Kala kala geriye gazelleri kalmaktadır ki oldukça hacimli divanında büyük bir bölümü işgal eden gazelleri belki de nicelik olarak çokluğundan dolayı gözden ırak kalmıştır.
Sonuçta diyebiliriz ki Câmî, eserleriyle, eserlerinin niteliğiyle ve şiir üzerine ortaya koyduğu görüşleriyle önemli ve yabana atılamaz bir şairdir. Klasik İran şiirinde, şiir konusundaki görüşlerini, hem de şiirleri içerisinde her fırsatta dile getiren başka bir şair daha gösterilemez.
Câmî’ye göre şiir semâvî ve önemsenmesi gereken bir sanat olup yetenekli şairin elinde yücelirken, şiir yeteneğinden ve kültürden yoksun kimsenin elinde seviyesiz duruma gelir. Şiir soyut anlamda yüce bir şeydir ve onu iyi ya da kötü yapan, şairin kendisi ve şairin şiire yüklediği anlam ve işlevdir.








خلاصه

برداشت جامی از شعر
نور الدين عبد الرحمن جامی يکی از مهمترين سيمای شعر کلاسيک فارسی و بزرگترين شاعر اواخر دورة تيموری به شمار می رود و در بارة مقام شاعری او دو ديد مختلف به ميان آمده است. ديد اول بر اين عقيده است که او علاوه بر اين که آخرين شاعر دورة کلاسيک است، خبر دهندة آغاز دورة جديدی در شعر فارسی نيز است. ديد دوم جامی را شاعر مقلدی می داند و در شعر او به هيچگونه نوآوری قائل نيست. در اين گفتار قبل از اين که در بارة موضوع اصلی اين نوشته، يعنی چگونگی تلقی شعری جامی بحث شود، جايگاه جامی بين اين دو ديدگاه متفاوت مورد بحث و بررسی قرار گرفته و بعد از آن برداشت جامی از شعر مطرح شده است.

Konular