MUSADDIK SONRASI İRAN ŞİİRİNDE YEİS
Özet: İran’da 1953 yılında Başbakan Muhammed Musaddık’a karşı gerçekleştirilen darbe, ülkede yeni bir dönemi başlatmıştır. Bu dönemde, bir yandan Amerikan kültürünün etkisi artarken, öte yandan sivil toplum kuruluşları baskı altına alınmış, düşünce ve kültür hayatına yönelik baskılar artırılmıştır. Bu dönemde İran şiirinde toplumsal sembolizm yaygınlık kazanırken içerik açısından şiirin merkezine yeis kavramıyla adlandırdığımız temalar yerleşmiştir. Bu çalışmada ihtilal sonrası İran şiirinin genel bir değerlendirmesini yaptıktan sonra dönemin yeis şiirini genel hatlarıyla irdelemeye çalıştık.
Anahtar Kelimeler: İran, çağdaş İran şiiri, yeis.
Pessimism in Persian Poetry After Mosaddeq Era
Summary: Shah Mohammad Riza Pahlavi, with U. S. support, dismissed and imprisoned the Prime Minister Mosaddeq and outlawed Mosaddeq’s National Front, as well as the Tudeh, or Communist Party in 1953. After this stroke, a despotic era started in Iran and arose a new atmosphere in Iranian society. Persian poetry developed under the influence of this atmosphere and many poets used a symbolical language that reflects the social situation of Iran in their poems. According to this article, one of the most important themes of poetry in this period is pessimism. This work includes a general view of the Persian poetry in after Mosaddeq era and investigates themes that contain pessimistic elements.
Keywords: Iran, After Mosaddeq era, Modern Persian Poetry, pessimism.
Giriş
28 Mordâd 1332/19 Ağustos 1953 tarihinde Başbakan Musaddık’ın İngiltere ve ABD’nin planlayıp CIA’in İran içerisinden çeşitli kesimlerin işbirliğini elde ederek ve çokça para harcayarak gerçekleştirdiği kanlı bir askerî ihtilallei işbaşından uzaklaştırılmasıyla İran’da yeni bir dönem başlar. Bu yeni dönem, Musaddık zamanında yetkileri mevcut anayasa ile sınırlanmış olup bu durumdan hiç memnun bulunmayan Şah Muhammed Rıza’nın konumunu güçlendirdiği gibi, Musaddık hükümetinin “olumsuz denge” (muvâzene-i menfî) politikası ve petrolün millileştirilmesi yolundaki ciddi adımları yüzünden çıkarları tehlikeye girmiş olan İngiltere ve Amerika’nın İran’ı kontrol altında tutmalarını da bir bakıma garanti altına alırii.
İhtilal sonrası dönemde kurulan askerî yönetim dört yıl iş başında kalarak muhalif çevreleri sindirme yolunda önemli adımlar atar. Musaddık, askerî mahkemede yargılanarak toplumsal sonuçlarından endişe edildiği için hakkında idam kararı verilmeyipiii üç yıl askerî hapishanede kaldıktan sonra Ahmedâbâd’da kendine ait köy evinde 1966 yılında ölünceye dek sıkı bir biçimde göz hapsinde tutulur.
İhtilalin ardından yüzlerce kişi tutuklanır, dışişleri bakanı Huseyin Fâtımî idam edilir ve Musaddık’ın partisi Cebhe-i Millî’nin ileri gelenleri tutuklanıp on yıla dek varan çeşitli hapis cezalarına çarptırılırlar. Öte yandan ihtilal öncesinin kültür ve siyaset hayatında önemli bir yere sahip bulunan Tudeh Partisi deyiş yerindeyse imha edilir ve Tudeh Partisi üyesi oldukları gerekçesiyle üç bin kişi tutuklanır. Askerî yönetimin iş başında kaldığı dört yıl içerisinde kırk kişi idam edilir, on dört kişi işkence sonucu hayatını kaybeder ve iki yüz kişi ömür boyu hapis cezasına çarptırılıriv.
Askerî yönetim işlevini tamamlamasının ve demokrasiye geçilmesi yolundaki dış baskıların artmasının ardından Muhammed Rıza Pehlevî’nin emriyle mevcut yönetim lağvedilerek devlet kontrolünde iki siyasî parti oluşturulup seçimlere gidilmesi kararlaştırılır. Bu partilerden biri “Millîyûn” (Milliyetçiler), diğeri ise “Hizb-i Merdom” (Halk Partisi) adını taşırv. Askerî yönetimin lağvedilmesi ve bu iki partinin kurulması yüzeysel bir demokratik ortamın doğmasına yol açar, devletin sakıncalı gördüğü kimi eğilimler de resmî olarak tanınmamakla birlikte siyasî parti biçiminde örgütlenmeye başlarlar. Fakat devlet bu oluşumlara hoşgörülü davranmayarak özellikle Musaddık yanlısı hareketi (Nehzat-i Mukâvemet-i Millî/Millî Direniş Hareketi) şiddetle sindirme yoluna gider ve Musaddık yanlısı oluşumun çok sayıda ileri geleni tutuklanarak hapse gönderilirvi.
İran’da sürüp giden bu baskılar karşısında dış basın, özellikle ABD’de yayımlanan gazeteler, insan haklarını savunma adına İran yönetimine eleştiriler yöneltmeye başlarlar. Bu kargaşa ortamında Şah rejiminden hoşnutsuz generallerden Karanî, darbe girişimi planlarsa da muhtemel darbeden iki gün önce tutuklanarak ordudan uzaklaştırılıp iki yıl hapse mahkum edilirvii.
Bu olaylar İran’da huzursuzluğun daha da tırmanmasına yol açar. İşçiler greve giderlerken polis greve sert müdahale eder ve sonuçta yaralananlar ve ölenler olur. Öğrenciler ise kalabalık katılımlı gösteriler düzenlerler. Şah karşıtı siyasî hareketler “Cebhe-i Millî-yi Dovvom” (İkinci Millî Cephe) adı altında bir araya gelerek seçimlere bu şekilde, fakat bağımsız adaylar olarak katılmaya karar verirler. Bu durum karşısında kaygılanan İran yönetimi milletvekili adayları üzerinde baskı uygulamaya başlar ve seçim 1959 yılında bazı ölüm ve yaralanma olaylarının yaşandığı güvensiz bir ortamda gerçekleşir. Şah’a yakın kesimlerce seçimlere hile karıştırılır. Bu hile o denli alenîdir ki Şah, seçimleri iptal eder ve hile olayının fâili olarak suçlanan Başbakan Menûçihr İkbal görevinden istifa eder. İptal edilen bu seçimden sonra muhalif gruplar biraz daha güçlenir ve ülkedeki muhalefet hareketleri ve karşı baskılarla birlikte şiddet de artarviii.
İhtilali izleyen ilk günlerde, aydınların odaklandıkları başta Tudeh Partisi olmak üzere pek çok sivil toplum kuruluşu kapatıldığı ve pek çok aydın tutuklandığı halde, muhalif kitap ve dergi yayınları hız kesmez. Bunun nedeni olarak ihtilalin hemen sonrasında baskı ortamının planlı ve tedrîcî olarak tesis edilmesi gösterilebilir. Bu yüzden Ummîd-i İrân, Kâviyân, Firdevsî, Cihân-i Nov ve Nîsân gibi dergiler, eski yayın politikalarından sapmadan yayın hayatlarını bir süre daha sürdürürler. Fakat zamanla ihtilal sonrası ortaya çıkan baskı ortamı yayın dünyası üzerinde etkili olur ve dergi ve gazeteler müstehcenliğe prim verir bir çizgiye gelirler. Gazetelerde cinayet ve intihar haberlerinde de gözle görülür bir artış meydana gelirix.
Son tahlilde ihtilal, Muhammed Rızâ Pehlevî’nin her türlü muhalif hareketi sindirerek iktidarını güçlendirmesiyle sonuçlanır ve tepeden inmeci ve sonuç olarak da toplumsal altyapısı bulunmayan bir modernizasyona hız verilir. İhtilalden önceki günlerde kendi aleyhine gelişen durumdan kaygılanarak tek çözümü ülke dışına kaçmakta bulan Şah’ın iktidarının pekiştirildiği bu dönemin “ikinci Pehlevî dönemi” olarak adlandırılması isabetli olacaktır.
İhtilal Yılları Şiiri
İkinci Pehlevî dönemini siyasî anlamda 1953 ihtilali ile başlatıp 1979 İslam devrimiyle bitirmek mantıklı olsa da şiir alanında bu dönemi iki bölümde değerlendirmek yerinde olacaktır. İkinci Pehlevî döneminin bütününü göz önünde bulundurduğumuzda şiir açısından baştan sona dek süren bir atmosfer bütünlüğünden söz edilemez. İhtilali izleyen yıllarda şiirde bir içe kapanış kendini hissettirir. Bu içe kapanış aslında toplumsal hayatın pek çok bölümünde egemendir ve şiirdeki karamsar atmosfer bunun bir yansımasıdır. Bu karamsar atmosferin şiiri, çeşitli boyutlarıyla bireyin iç dünyasını ön plana çıkaran bir şiirdir. İhtilal günlerinin üzerinden belirli bir zaman geçtikten sonra toplumda gözle görülür bir canlanma başlar ve şiir de bundan nasibini alır. Bu canlanma, bir bakıma ihtilal öncesi toplumcu şiirin ihyası da sayılabilir. Bu bölümlemenin gerekçesini kısaca belirttikten sonra sıra bu dönemlerin hangi zaman dilimini içine aldığını tespit etmeye gelmektedir. Kimileri içe kapanışın ve umutsuzluğun egemen olduğu birinci dönemi 1341/1962 ya da 1342/1963 yılında bitirirkenx, kimileri de bu tarihi daha ilerilere götürerek 1348/1969 yılını yeni bir dönemin başlangıcı olarak zikrederxi. Birinci görüşe göre 1962 sonlarından itibaren rejim ve yönetime yönelik eleştiri ve itirazların şiddetlenmesiyle birlikte şiir alanındaki eğilimler de farklılaşmaya başlamış, savaşımcı şiir güçlenip yaygınlaşmıştır. İkinci görüş ise aynı gerekçeleri 1969 yılı için ortaya koyar. Toplumda ve özellikle aydın kesim içindeki karamsar havanın 1963 yılında birden bire dağıldığı söylenemezse de şiirde yeni arayışların bu tarihlerde ivme kazandığı bir olgudur. İkinci görüş ise şiir ortamının değişimine dair daha bâriz veriler aramış olmalıdır. Bununla birlikte ikinci görüş söz konusu tarihi verirken ayrıntıya girmez. Bu bakımdan birinci görüşü temel almakta bir sakınca yoktur. İranlı eleştirmenlerin “yenilgi” anlamına gelen “şikest” kelimesini birinci döneme ad olarak uygun buldukları görülmektedirxii. Biz bu çalışmamızda herhangi bir adlandırma önerisinde bulunmasak da bu dönemin genel hatlarıyla bir “yeis dönemi” sayılabileceğini vurgulama gereği duymaktayız. Fakat bu dönem için bir adlandırma gerekliyse “ihtilal yılları şiiri” adlandırması daha yerinde bir adlandırma olacaktır.
Daha önce de belirttiğimiz gibi 1953 ihtilalini izleyen yıllarda hayal kırıklığı ve umutsuzluk en belirgin tema durumuna gelmiştir. 1960’lı yılların ortalarında ise şairler, hayal kırıklığı ve mutsuzluktan yavaş yavaş sıyrılmışlardır. Toplumda baskı ortamını aşmaya yönelik kıpırdanmalar artmaya başlamıştır. Bu bakımdan 1960’ların sonlarında şiirin başat teması konumuna, toplumsal mücadele ve başkaldırı yerleşmiştir. İkinci dönemde saf şiiri savunan ve şiiri her türlü toplumsal yükümlülükten vâreste sayan “Movc-i Nov” hareketi de etkili olmakla birlikte toplumcu ve siyasî şiir daha çok yansıma bulmuştur. Bu nedenle ikinci dönem için “Başkaldırı ve Savaşım Dönemi” adlandırmasını uygun bulanlar olmuşturxiii.
Son tahlilde, iki dönemi birbirinden ayıran, siyasî ve toplumsal atmosfer dolayısıyla toplumun içinde bulunduğu ruh durumudur. Birinci dönem umutsuzluğu, ikinci dönem ise umudu ve azmi dillendirmektedir. Ayrıca belirtilmelidir ki hem birinci dönemde, hem de ikinci dönemde İran şiiri için herhangi bir duraklamadan ya da gerilemeden söz etmek yanlış olur.
İranlı araştırmacıların kullandıkları “yenilgi” (=şikest) tabiri, şiir için bir yenilgiyi ifade etmeyip, genelde aydınların, özelde şairlerin içinde bulundukları ruh durumuna işaretten ibarettir. Bu tabir, Musaddık liderliğindeki Millî Cephe hareketinin ihtilali bertaraf edemeyip yenilgiye uğramasından mülhem bir tabir olarak da düşünülebilir. Bu çalışmada kesin yargıları ifade eden adlandırmalardan kaçınarak 1953-1963 arası dönemin şiirinden söz ederken “ihtilal yılları şiiri” tabirini kullanacağız.
İhtilal yılları şiirinin önemli şairleri olarak şu isimleri anabiliriz: Nîmâ Yûşic (1897-1960), Ferîdûn Tevellulî (1919-1985), Ferîdûn Muşîrî (1926-2000), Ahmed Şamlu (1925-2000), Nâdir Nâdirpûr (1929-2000), Furûg Ferruhzâd (1934-1966), Mehdî Ehavân Sâlis (1928-1991), Siyâveş Kisrâyî (1927-), Nusret Rahmanî (1927-2000), Muhammed Âzâd (1923), Gulâm Huseyin Garîb (1923-), Ferîdûn Kâr, Menûçihr Neyistânî, Hûşeng İbtihâc Sâye (1927-), Muhammed Zuherî (1926), Ferruh Temîmî (1933-), İsmâil Hoyî (1938-), Sîmîn Bihbihânî (1927-), Yedullah Meftûn Emînî, Yedullah Ru’yâyî (1931-), Behmen Şu’lever. Çağdaş İran şiirinin büyük şairlerinden olan Sohrâb Sipihrî de şiir çalışmalarına bu dönemde hız vermişse de ihtilal yılları sonrası şiirinde henüz dikkatleri üzerine çeken bir şair olamamıştır.
Yapı ve biçim bakımından dönem şiirine baktığımızda Nîmâî şiir diye adlandırılan formun kendini bütünüyle kabul ettirdiğini tespit ederiz. Nîmâyî şiir, asıl adı Ali İsfendiyârî olan Nîmâ Yuşic tarafından geliştirilen ve klasik İran şiir geleneğinden önemli öğeler taşımakla birlikte önemli ayrılmaları da gerçekleştiren ve dünyada gelişen modern şiir hareketlerini de göz ardı etmeyen bir aruz versiyonudur. Nîmâ Yûşic, incelemekte olduğumuz dönemin ilk yarısında şiir çalışmalarını sürdürmüş ve dönemin ortalarında hayata veda etmiştir. Nîmâî şiirin en önde gelen temsilcileri olarak bu dönemde Nîmâ Yuşic’in hemen ardından Nâdir Nâdirpûr, Furûg Ferruhzâd, Mehdî Ehavân Sâlis ve Siyâveş Kisrâî’yi anmalıyız.
İkinci olarak, Ahmed Şamlu’nun hemen hemen tek başına temsil ettiği “sepîd” şiiri, ilgili dönemin önemli bir biçimsel hareketi olarak anabiliriz. Ahmed Şamlu, şiire Nîmâ Yuşic’in bir takipçisi olarak başlamışsa da sonradan aruz vezninden bütünüyle koparak kendinin “sepîd şiir” adını verdiği tarzı geliştirmiştir.
Üçüncü olarak yeni gazel tarzının bu dönemin hemen öncesinde doğduğunu belirtmeliyiz. Elbette yeni gazel, yapı bakımından bu tarihe dek süregelen klasik gazelden ayrı bir biçim değildir. Yeni gazelin klasik gazelden farkını, daha çok kullandığı dil ile bireye ve dünyaya yaklaşım biçiminde aramak gerekir. Bu bağlamda yeni gazelin imgeyi ve toplumsal temaları oldukça önemsediği görülmektedir. Bu tarzın bu dönemdeki en önemli temsilcileri olarak Ferîdun Tevellulî, Ferîdun Muşîrî ve Sîmîn Bihbihânî’yi anabiliriz.
Bu dönemde şairlerin ilgi gösterdikleri formlardan biri olarak “çehar-pâre”den söz edebiliriz. Bu bağlamda Nâdir Nâdirpûr, Mehdî Ehavân Sâlis ve Siyâveş Kisrâî’nin çehar-pârelerini anabiliriz.
Bunlara ek olarak bu dönemde bir de mensur şiirden söz edilebilir. Nâdir Nâdirpûr ve Gulâm Huseyin Garîb’in bazı şiirleri bu grupta değerlendirilebilir.
Biçim ve yapıyla ilgili olarak sözünü ettiğimiz yönler, istisnaları her zaman gözden ırak tutmadan genel bir bakışla bakıldığında konu ve içerikle ilgili ipuçları da vermektedir. Bu dönem şiirinde bireysel temalar baskındır. Bu dönemde yazılmış bazı gazeller, bireyin toplumdan kopuk yanını daha yaygın bir şekilde işlemektedir. Bu bakımdan bu tür gazel örneklerinde dönemin toplumsal yapısına ilişkin bir ipucu bulmak güçtür. Diğer şiir yapıları çerçevesindeki şiir örneklerinde ise toplumsal atmosferden doğan bireysel özelliklerin öne çıktığı görülür. Nîmâî ve sepîd şiirlerde ise yoğun bir sembolik dilin egemen olduğu ve toplumsal ve siyasal konuların çokça işlendiği görülmektedir.
İhtilal sonrası yıllarda İran’da siyasî baskıların artmasıyla sembolik şiire ilgi artmıştır. Öte yandan, genel anlamda Batı kültürü, özel anlamda Amerikan kültürünün nüfuzu artmıştır. Siyasî ya da toplumcu şiirler yazan şairler, devletin altyapıdan yoksun reform girişimlerine karşı çıkarlarken, Batı kültürüne hayranlık duyan şairler bu tür reformları alkışlayan şiirler yazmışlardır. Bu değerlendirmeye göre bu dönem şiirinde tema açısından biri muhalif, diğeri yandaş olmak üzere iki eğilimden söz edebileceği sonucu çıkarılabilirse de bu yaklaşım toptancı bir yaklaşım olacağından bu konuda ihtiyatlı olmak gerekir.
Öte yandan İran tarihi açısından önemli bir dönem olan ihtilal yıllarında şiir serüvenini sürdüren şairlerin eserlerine farklı bir yaklaşımla bakacak olursak, bu şairleri eserlerinin temaları bağlamında iki öbekte değerlendirmek de mümkündür. Birinci öbeği, ihtilale karşın şiir çizgisini temel değişikliklere uğratmadan sürdüren şairler oluştururlar. Bu şairler arasında Rehî Muayyerî, Ferîdun Tevellulî, Ferîdûn Muşîrî ve Gulçîn Gîlânî hemen akla gelen isimlerdir. Bu isimlerden oldukça farklı bir söylemi bulunan Nîmâ Yûşic’in şiiri de bu grupta değerlendirilebilir. İkinci öbek ise ihtilal sonrası yıllarda şiirlerinde tema bakımından önceki döneme göre farklı yönelişler içine giren şairlerin oluşturdukları öbektir. Bir de şiir serüvenine ihtilal yıllarında başlayan şairler vardır ki bunlar da üçüncü öbek olarak değerlendirilebilir.
Ne ki ihtilal sonrası dönemin şiiri için kesin bir sınıflandırma yapmak, daha kapsamlı bir çalışmayı gerektirmektedir. Biz bu çalışmamızda hangi grupta değerlendirilirse değerlendirilsin, dönem şiirindeki umutsuzluk ve karamsarlık çerçevesinde değerlendirilebilecek temalar üzerinde durmakla yetineceğiz.
İhtilal Yılları Şiirinde Yeis
28 Mordâd 1332/19 Ağustos 1953 ihtilali, toplumun pek çok kesimini olumsuz yönde etkilemiş bir tarihsel olay olduğundan çeşitli bağlamlarda bu konuyu temel alan bilimsel çalışmalar bu ihtilalin İran’ın yakın tarihi açısından önemli bir olay olduğu noktasında birleşir. Edebiyat ve dolayısıyla İran’da güçlü bir geleneğe yaslanan şiir de bu genel yargının dışında değildir. İhtilal ile birlikte İran bir yandan daha kapalı bir toplum olma yolunda hızla ilerlerken, bir yandan da tepeden inmeci bir anlayışın güdümündeki modernleşme çalışmalarının ivme kazanışına sahne olur. Bu dönemde İran basını (kimi edebî ürünler de buna dahildir) Batılı yaşam biçiminin İran toplumunun geleneksel değer yargılarıyla çelişen ve çatışan yönlerini özendirmeye ve aşılamaya çalışan bir yöneliş içine girerken, düşünce özgürlüğünün alanının iyiden iyiye daraltılmış olması İran toplumunun büyük bir kesimini rahatsız ederken, aydınları ve şairleri tedirginliğe ve umutsuzluğa sevk eder. İhtilalden önce siyasî tutumundan çok İran’da yazarlar, şairler ve sanatçılar için önemli kültürel buluşma ortamları sağlamasıyla bir çok aydının ilgi odağı haline gelen komünist Tudeh Partisinin faaliyetlerinin ihtilalle birlikte yasaklanması, liderlerinin hapse atılmaları ya da yurt dışına kaçmaları, bu partiyle siyasî ya da kültürel ilişki içinde bulunan pek çok aydının büyük bir tedirginlik içine düşmesine yol açar. Örneğin bu dönemin önde gelen şairlerinden Ahmed Şamlu, ihtilalin ardından bir süre saklı yaşarsa da yakalanıp hapse atılmaktan kurtulamaz. Mehdî Ehavân Sâlis de hapse atılan şairlerden biridir. Hatta siyasî faaliyetlerle pek ilgisi bulunmayan ve geliştirdiği şiir tarzıyla önemli bir kültür mücadelesi veren ve bu mücadelesiyle “yeni İran şiirinin babası” unvanını kazanan Nîmâ Yuşic bile kısa süre de olsa hapis hayatı yaşamaktan kurtulamaz. Özellikle Tudeh Partisinin sağladığı kültürel ortamın yok oluşu ve ülkede hüküm süren baskı ve şiddet havası, pek çok aydını olduğu gibi pek çok şairi de ne yapacağını bilemez duruma düşürür, kültürel mekanların yerini meyhane ve kahvehane gibi mekanlar alır, toplumda ve aydınlar arasında uyuşturucu bağımlılığı artar, edebiyatta müstehcen öğeler belirgin duruma gelmeye başlar. Ayrıca Amerikan kültürünün gündelik hayatı kuşatmaya başlaması da ihtilalin sonuçlarından biri olarak kayda geçirilmesi gereken bir olgudur.
Şairlerin bu dönemde ortaya koydukları şiirlerin çoğunda yukarıda özetlediğimiz atmosferin egemen olduğunu söylemek abartı değildir. Bu atmosferin şiirdeki yansımalarını birkaç grupta değerlendirmek mümkündür.
Kimi şairler, oluşan atmosferin etkisiyle kabuklarına çekilerek şiir faaliyetlerine ya bütünüyle ara vermişler ya da şiir yazmış olsalar bile bunları yayımlamaktan kaçınmışlardır. Kimi şairler ise kendi kabuklarına çekilmekle birlikte şiire ara vermeyerek bir anlamda hazcı şiirlere imza atmışlardır. Bir üçüncü grupta değerlendirebileceğimiz şairler ise bireysel ve toplumsal (en çok da toplumsal) yönü ağır basan şiirler ortaya koyarak şiir serüvenlerini sürdürmüşlerdir.
Yeis tâbiri, karamsarlık, umutsuzluk, hayata ve/veya topluma küsüş gibi öğelerin tümü için genel bir adlandırma olarak seçtiğimiz bir tabirdir. Bir başka deyişle, şiirdeki karamsarlık, kötümserlik, umutsuzluk, hayata ve topluma küsüş temalarının işlendiği şiirleri, bir genellemeyle “yeis şiiri” diyebileceğimiz bir çerçeve içine yerleştirebiliriz. Yukarıda zikrettiğimiz şair gruplarının tümünün ortaya koydukları ürünlerde yeis öğeleri taşıyan şiirlere az ya da çok rastlanmaktadır. Elbette bu dönemde bazı şairler, yeni ortaya çıkmış olan toplumsal atmosfer ile bir bakıma irtibatsız olarak kendi bireysel şiir geleneklerini sürdürerek yeis şiirleri yazmışlardır. Biz burada bu şairleri değerlendirme dışı tutarak günün koşullarının bir yansıması olarak yeis şiirini birkaç başlık altında irdelemeye çalışacağız.
a- İhtilal yılları İran’ında egemen olan toplumsal havayı betimleyen şiirler:
Bu tarz şiirlerde ülkede egemen olan baskı ortamının sembolik bir dille resmedildiğini görürüz. Bu şiirlere bakıldığında ülkede herhangi bir düşünsel kıpırdanmanın olanaksızlaştığı, korku ve tedirginliğin hüküm sürdüğü izlenimi ediniriz. Bu temayı işleyen şairlerin başında Mehdi Ehavan Sâlis gelmektedir. Mehdi Ehavân Sâlis’in 1335/1956 yılında yayımladığı şiir kitabı Zemistân’da yer alan ve bu kitapla aynı adı taşıyan şiiri bu temanın işlendiği şiirlerin en güzel örneklerindendirxiv. Ehavân Sâlis, altında 1334/1955 tarihi bulunan bu şiirinde dondurucu soğuklarıyla hayatı olumsuz yönde etkileyen bir kışı betimleyerek ülkenin içinde bulunduğu atmosfere göndermede bulunur:
“Almak istemeyecek kimse selamını, yakalara gömülmüştür başlar.
Dostları görmek ve cevaplamak için başını kaldırmaz kimse.
Göremez bakışlar ayakların dibinden ötesini
Çünkü yol karanlık ve kaygan.
Birine bir sevgi eli uzatsan
Elini kerhen çıkaracak koynundan
Çünkü kış müthiş yakıcı.”
Ahmed Şamlu da 1340/1961 tarihli “Şebâne” adlı şiirinde yine sembolik bir dille dile getirirxv:
“Sokaklar dar
Dükkanlar
kapalı
Evler karanlık
Çatılar
çökmüş
Sesi soluğu
kesilmiş
târın kemançenin
Ölü götürürler
sokak sokak.”
Bu dönemin ve sonraki yılların meşhur toplumcu şairlerinden olan Hûşeng İbtihâc Sâye de bu atmosferi şu dizelerle betimlerxvi:
“Yine yağmur var ve gece
Sık bir orman gibi
Yavaşça bitiyor yerden.”
b- Genel anlamda aydınların ve sanatçıların (özellikle de şairlerin) birey olarak savruluşlarına dair özeleştiri niteliği taşıyan şiirler:
Bu tür şiirlerde aydınların içinde bulundukları olumsuz durum dile getirilmektedir. Nusret Rahmânî’nin “Tiryâk” adlı şiiri bu tür şiirlerin en güzel örneklerinden biridir. Şiirin başında yer alan açıklamada, Rahmânî, bu şiirin bir annenin oğlundan yakınması, hatta sadece annenin değil bütün anne babaların ızdırabı olduğunu belirterek, afyon ve alkole sığınan sanatçıların durumunu anlattığını, bunu yaparken de kimseyi töhmet altında bırakmamak için kendini o kesimin yerine koyduğunu açıklarxvii.
“Nusret! Ne yapıyorsun başında bu derin uçurumun
Kendi ayağınla götürüyorsun gövdeni, kalbine çamurun!
Kaybolup gitmişsin hayatın karanlık meydanında
Nusret! Duydum ki sen tiryak çekiyorsun”
c- İnsanların değişim yolundaki çabalarının boşuna olduğunu, gelecekte bir umut ışığının bulunmadığını savlayan şiirler:
İhtilalin ülkedeki özgür ortamı yok etmesinden doğan umutsuzluk, ne kadar çabalanırsa çabalansın, olumlu bir sonuca ulaşmanın mümkün olmadığı, var olan umut kırıntılarının da sonunda umutsuzluğa teslim olmak zorunda kalacağı düşüncesini beslemiştir. Mehdi Ehavan Salis’in incelemekte olduğumuz dönemi sonlarında kaleme aldığı “Ketîbe” (Kitâbe) şiiri bu temayı işleyen başarılı bir sembolik şiirdir. Şiirde, büyük bir kaya ve bu kayanın karşısında ayakları bağlı insanlar vardır. Zaman zaman kayanın bulunduğu yerden bir ses gelir. Bu ses hep aynı şeyleri tekrarlar. Sonunda ayakları bağlı insanlar meraklarına yenik düşerek kayaya ulaşmaya çalışırlar. Sürünerek güç bela yaklaşırlar kayaya. Zinciri diğerlerinden bol olan biri kayaya çıkar ve kayadaki yazıyı okur. Kayada eğer kaya çevrilirse sırrın ortaya çıkacağı yazılıdır. Herkes heyecanlanır. Elbirliği ederek kayayı çevirirler. Büyük bir zafer kazanmışlardır. Herkes sevinçlidir. Fakat kayanın yeni yüzündeki yazıyı okuyunca boş bir iş yaptıkları için kendi ellerine lanet ederlerxviii:
“Bir kaya dikiliydi ötede, bir dağdı sanki.
Bizse bu tarafta, yorgun bir kalabalık.
Kadın erkek, genç yaşlı,
Hepsi birbirine bağlı, fakat ayaktan,
Hem de zincirle.
(...)
Bilemedik
Sanki bir ses vardı, korku ve yorgunluklarımızın düşünde
Ya da bir yerden gelen bir ses; ama nerden? Hiç sormadık.
Şöyle diyordu:
“Öte yanda bir kaya dikili, eskilerden bir ihtiyar
Ona bir sır yazmış, herkes tek herkes çift...”
Böyle diyordu defalarca
(...)
Ay ışığından lânet yağdığı bir gece,
Ve ayaklarımızın şiştiği ve kaşındığı...
Zinciri bizimkinden daha hafif olan biri, lânetleyerek kulağını şöyle dedi:
“Gitmeli.”
Ve biz bezginlik içinde şöyle dedik:
“Daha da lânet olsun kulaklarımıza, gözlerimize de.. Gitmek gerek.”
Ve gittik, sürünerek gittik kayanın bulunduğu yere dek.
İçimizden zinciri daha serbest olan biri çıktı yukarı, okudu sonra:
-“Kim çevirirse beni bu yüzümden o yüzüme,
Anlar benim sırrımı.”
Ve biz yabanıl bir zevkle bu tozlu sırrı bir dua gibi mırıldanıyorduk.
Geceyse yüce bir ırmaktı ay ışığıyla dolu.
***
Haydi, birr.... kiii.... üüüç.... bir daha
Haydi, birr.... kiii.... üüüç.... bir daha.
Terleyerek, söverek – ağladık da bazen.
Haydi, birr.... kiii.... üüüç.... bu kez daha çok daha.
Ne ağırdı fakat müthiş tatlıydı zafer.
Ve biz daha bildik bir zevkle, hem yorgun hem hoşnut,
Şevkle, coşkuyla dolu.
***
İçimizden zinciri daha hafif olan biri,
Gayretimizi överek çıktı yukarı.
Üzeri kapanmış yazının sildi tozunu toprağını, ve içinden okudu
(Ve biz sabırsızlanıyorduk)
Dudağını diliyle ıslattı (biz de öyle yaptık)
Ve konuşmadı.
Şöyle bir baktı bize, ve konuşmadı.
Tekrar okudu, gözleri faltaşı, sanki ölmüştü dili.
Çalmıştı sanki bakışını uzak bir görünmez. Bizse kükredik:
“Oku!” O öylece suskun.
“Oku bize!” Afallamış sessiz bakıyordu bize.
Bir süre sonra
Zincirinden ses gelirken,
İndi aşağı. Tuttuk onu; sanki düşüyordu.
Oturttuk onu.
Elimize ve eline lânet etti.
-“Ne okudun ha?” Tükrüğünü yuttu ve sâkince dedi:
-“Aynısını yazmıştı,
Kim çevirirse beni bu yüzümden o yüzüme,
Anlar benim sırrımı.”
***
Oturduk
Ve
Ay ışığına ve aydınlık geceye baktık.
Ve gece hastalıklı bir ırmaktı.”
Ahmed Şamlu da kimi zaman benzer bir ruh hâliyle şiirler kaleme almıştır. Şamlu’nun bu tarz şiirlerinden küçük bir örnekxix:
“Artık yer yok
Kalbin hüzünle dolu
Sıcak mavi rengini yitirdi senin göklerin”
d- Her umutsuzluğun içinde bir umut ışığının mutlaka var olduğuna olan inancı dile getiren şiirler:
Toplumcu şiirde bu temanın örneklerine çok rastlarız. Bir şair zaman zaman koyu bir umutsuzluk içine düşerek bu duygularını dile getiren şiirlere imza atmışsa da aynı şair, yine aynı zaman diliminde bu duygudan sıyrılarak hayata umutla bakabilmiştir. Örneğin “Uzaklar bir umut aşılamıyordu/Anladım ki bir müjde yok/Bu uçsuz bucaksız ülke/Öyle büyük bir zindandı ki ruh/Güç yetirmeyişin utancıyla/Gözyaşına saklanıyordu” diyecek kadar umudunu yitiren Ahmed Şamlu, çoğu zaman umutsuzluktaki umudu haber veren şiirler yazmaktan da geri durmazxx:
“Bir gün biz güvercinlerimizi yeniden bulacağız
Ve şefkat, güzelliğin elinden tutacak”
İhtilal sonrası dönemde yalın siyasî şiirleriyle yıldızı parlayan Nusret Rahmânî umudu canlı tutmayı öğütleyenlerdendirxxi:
“Bırak da örsünler tanrılar
gecenin duvarını
Bırak da karanlığın küheylanı
saldırsın cesetlere
Bırak da yağsın
kanlar göğsümüzden
Olur a açıverir
kinimizin çiçekleri”
e- Uğrunda savaşım verilen kitlelerin ya da eski savaşımcı dostların savaşımcıları yalnız bırakıp ucuz çıkarları yeğlediklerini dile getiren şiirler:
Dönem şiirinde oldukça az rastlanılan bu temanın en iyi örneklerini Ahmed Şamlu’nun şiirlerinde görürüz:
“Sırtından hançerlenmiş komutana ağla benimlexxii”
“İsa çarmıhta boşuna öldüxxiii”
Sonuç:
Farklı boyutlarıyla da incelenebilecek olan Musaddık sonrası İran şiirinde yeis temasına ana çizgileriyle değinmeye çalıştık. Konuyu toparlamak açısından denilebilir ki söz konusu dönem şiirinde toplumcu şiir gelişmesini sürdürür, şiirde sembolik dil kullanımı yaygınlaşmış ve özellikle bu toplumcu ve siyasî şiirde “yeis” çerçeve kavramı içerisinde değerlendirilebilecek temalar yoğunluk kazanmıştır.
Anahtar Kelimeler: İran, çağdaş İran şiiri, yeis.
Pessimism in Persian Poetry After Mosaddeq Era
Summary: Shah Mohammad Riza Pahlavi, with U. S. support, dismissed and imprisoned the Prime Minister Mosaddeq and outlawed Mosaddeq’s National Front, as well as the Tudeh, or Communist Party in 1953. After this stroke, a despotic era started in Iran and arose a new atmosphere in Iranian society. Persian poetry developed under the influence of this atmosphere and many poets used a symbolical language that reflects the social situation of Iran in their poems. According to this article, one of the most important themes of poetry in this period is pessimism. This work includes a general view of the Persian poetry in after Mosaddeq era and investigates themes that contain pessimistic elements.
Keywords: Iran, After Mosaddeq era, Modern Persian Poetry, pessimism.
Giriş
28 Mordâd 1332/19 Ağustos 1953 tarihinde Başbakan Musaddık’ın İngiltere ve ABD’nin planlayıp CIA’in İran içerisinden çeşitli kesimlerin işbirliğini elde ederek ve çokça para harcayarak gerçekleştirdiği kanlı bir askerî ihtilallei işbaşından uzaklaştırılmasıyla İran’da yeni bir dönem başlar. Bu yeni dönem, Musaddık zamanında yetkileri mevcut anayasa ile sınırlanmış olup bu durumdan hiç memnun bulunmayan Şah Muhammed Rıza’nın konumunu güçlendirdiği gibi, Musaddık hükümetinin “olumsuz denge” (muvâzene-i menfî) politikası ve petrolün millileştirilmesi yolundaki ciddi adımları yüzünden çıkarları tehlikeye girmiş olan İngiltere ve Amerika’nın İran’ı kontrol altında tutmalarını da bir bakıma garanti altına alırii.
İhtilal sonrası dönemde kurulan askerî yönetim dört yıl iş başında kalarak muhalif çevreleri sindirme yolunda önemli adımlar atar. Musaddık, askerî mahkemede yargılanarak toplumsal sonuçlarından endişe edildiği için hakkında idam kararı verilmeyipiii üç yıl askerî hapishanede kaldıktan sonra Ahmedâbâd’da kendine ait köy evinde 1966 yılında ölünceye dek sıkı bir biçimde göz hapsinde tutulur.
İhtilalin ardından yüzlerce kişi tutuklanır, dışişleri bakanı Huseyin Fâtımî idam edilir ve Musaddık’ın partisi Cebhe-i Millî’nin ileri gelenleri tutuklanıp on yıla dek varan çeşitli hapis cezalarına çarptırılırlar. Öte yandan ihtilal öncesinin kültür ve siyaset hayatında önemli bir yere sahip bulunan Tudeh Partisi deyiş yerindeyse imha edilir ve Tudeh Partisi üyesi oldukları gerekçesiyle üç bin kişi tutuklanır. Askerî yönetimin iş başında kaldığı dört yıl içerisinde kırk kişi idam edilir, on dört kişi işkence sonucu hayatını kaybeder ve iki yüz kişi ömür boyu hapis cezasına çarptırılıriv.
Askerî yönetim işlevini tamamlamasının ve demokrasiye geçilmesi yolundaki dış baskıların artmasının ardından Muhammed Rıza Pehlevî’nin emriyle mevcut yönetim lağvedilerek devlet kontrolünde iki siyasî parti oluşturulup seçimlere gidilmesi kararlaştırılır. Bu partilerden biri “Millîyûn” (Milliyetçiler), diğeri ise “Hizb-i Merdom” (Halk Partisi) adını taşırv. Askerî yönetimin lağvedilmesi ve bu iki partinin kurulması yüzeysel bir demokratik ortamın doğmasına yol açar, devletin sakıncalı gördüğü kimi eğilimler de resmî olarak tanınmamakla birlikte siyasî parti biçiminde örgütlenmeye başlarlar. Fakat devlet bu oluşumlara hoşgörülü davranmayarak özellikle Musaddık yanlısı hareketi (Nehzat-i Mukâvemet-i Millî/Millî Direniş Hareketi) şiddetle sindirme yoluna gider ve Musaddık yanlısı oluşumun çok sayıda ileri geleni tutuklanarak hapse gönderilirvi.
İran’da sürüp giden bu baskılar karşısında dış basın, özellikle ABD’de yayımlanan gazeteler, insan haklarını savunma adına İran yönetimine eleştiriler yöneltmeye başlarlar. Bu kargaşa ortamında Şah rejiminden hoşnutsuz generallerden Karanî, darbe girişimi planlarsa da muhtemel darbeden iki gün önce tutuklanarak ordudan uzaklaştırılıp iki yıl hapse mahkum edilirvii.
Bu olaylar İran’da huzursuzluğun daha da tırmanmasına yol açar. İşçiler greve giderlerken polis greve sert müdahale eder ve sonuçta yaralananlar ve ölenler olur. Öğrenciler ise kalabalık katılımlı gösteriler düzenlerler. Şah karşıtı siyasî hareketler “Cebhe-i Millî-yi Dovvom” (İkinci Millî Cephe) adı altında bir araya gelerek seçimlere bu şekilde, fakat bağımsız adaylar olarak katılmaya karar verirler. Bu durum karşısında kaygılanan İran yönetimi milletvekili adayları üzerinde baskı uygulamaya başlar ve seçim 1959 yılında bazı ölüm ve yaralanma olaylarının yaşandığı güvensiz bir ortamda gerçekleşir. Şah’a yakın kesimlerce seçimlere hile karıştırılır. Bu hile o denli alenîdir ki Şah, seçimleri iptal eder ve hile olayının fâili olarak suçlanan Başbakan Menûçihr İkbal görevinden istifa eder. İptal edilen bu seçimden sonra muhalif gruplar biraz daha güçlenir ve ülkedeki muhalefet hareketleri ve karşı baskılarla birlikte şiddet de artarviii.
İhtilali izleyen ilk günlerde, aydınların odaklandıkları başta Tudeh Partisi olmak üzere pek çok sivil toplum kuruluşu kapatıldığı ve pek çok aydın tutuklandığı halde, muhalif kitap ve dergi yayınları hız kesmez. Bunun nedeni olarak ihtilalin hemen sonrasında baskı ortamının planlı ve tedrîcî olarak tesis edilmesi gösterilebilir. Bu yüzden Ummîd-i İrân, Kâviyân, Firdevsî, Cihân-i Nov ve Nîsân gibi dergiler, eski yayın politikalarından sapmadan yayın hayatlarını bir süre daha sürdürürler. Fakat zamanla ihtilal sonrası ortaya çıkan baskı ortamı yayın dünyası üzerinde etkili olur ve dergi ve gazeteler müstehcenliğe prim verir bir çizgiye gelirler. Gazetelerde cinayet ve intihar haberlerinde de gözle görülür bir artış meydana gelirix.
Son tahlilde ihtilal, Muhammed Rızâ Pehlevî’nin her türlü muhalif hareketi sindirerek iktidarını güçlendirmesiyle sonuçlanır ve tepeden inmeci ve sonuç olarak da toplumsal altyapısı bulunmayan bir modernizasyona hız verilir. İhtilalden önceki günlerde kendi aleyhine gelişen durumdan kaygılanarak tek çözümü ülke dışına kaçmakta bulan Şah’ın iktidarının pekiştirildiği bu dönemin “ikinci Pehlevî dönemi” olarak adlandırılması isabetli olacaktır.
İhtilal Yılları Şiiri
İkinci Pehlevî dönemini siyasî anlamda 1953 ihtilali ile başlatıp 1979 İslam devrimiyle bitirmek mantıklı olsa da şiir alanında bu dönemi iki bölümde değerlendirmek yerinde olacaktır. İkinci Pehlevî döneminin bütününü göz önünde bulundurduğumuzda şiir açısından baştan sona dek süren bir atmosfer bütünlüğünden söz edilemez. İhtilali izleyen yıllarda şiirde bir içe kapanış kendini hissettirir. Bu içe kapanış aslında toplumsal hayatın pek çok bölümünde egemendir ve şiirdeki karamsar atmosfer bunun bir yansımasıdır. Bu karamsar atmosferin şiiri, çeşitli boyutlarıyla bireyin iç dünyasını ön plana çıkaran bir şiirdir. İhtilal günlerinin üzerinden belirli bir zaman geçtikten sonra toplumda gözle görülür bir canlanma başlar ve şiir de bundan nasibini alır. Bu canlanma, bir bakıma ihtilal öncesi toplumcu şiirin ihyası da sayılabilir. Bu bölümlemenin gerekçesini kısaca belirttikten sonra sıra bu dönemlerin hangi zaman dilimini içine aldığını tespit etmeye gelmektedir. Kimileri içe kapanışın ve umutsuzluğun egemen olduğu birinci dönemi 1341/1962 ya da 1342/1963 yılında bitirirkenx, kimileri de bu tarihi daha ilerilere götürerek 1348/1969 yılını yeni bir dönemin başlangıcı olarak zikrederxi. Birinci görüşe göre 1962 sonlarından itibaren rejim ve yönetime yönelik eleştiri ve itirazların şiddetlenmesiyle birlikte şiir alanındaki eğilimler de farklılaşmaya başlamış, savaşımcı şiir güçlenip yaygınlaşmıştır. İkinci görüş ise aynı gerekçeleri 1969 yılı için ortaya koyar. Toplumda ve özellikle aydın kesim içindeki karamsar havanın 1963 yılında birden bire dağıldığı söylenemezse de şiirde yeni arayışların bu tarihlerde ivme kazandığı bir olgudur. İkinci görüş ise şiir ortamının değişimine dair daha bâriz veriler aramış olmalıdır. Bununla birlikte ikinci görüş söz konusu tarihi verirken ayrıntıya girmez. Bu bakımdan birinci görüşü temel almakta bir sakınca yoktur. İranlı eleştirmenlerin “yenilgi” anlamına gelen “şikest” kelimesini birinci döneme ad olarak uygun buldukları görülmektedirxii. Biz bu çalışmamızda herhangi bir adlandırma önerisinde bulunmasak da bu dönemin genel hatlarıyla bir “yeis dönemi” sayılabileceğini vurgulama gereği duymaktayız. Fakat bu dönem için bir adlandırma gerekliyse “ihtilal yılları şiiri” adlandırması daha yerinde bir adlandırma olacaktır.
Daha önce de belirttiğimiz gibi 1953 ihtilalini izleyen yıllarda hayal kırıklığı ve umutsuzluk en belirgin tema durumuna gelmiştir. 1960’lı yılların ortalarında ise şairler, hayal kırıklığı ve mutsuzluktan yavaş yavaş sıyrılmışlardır. Toplumda baskı ortamını aşmaya yönelik kıpırdanmalar artmaya başlamıştır. Bu bakımdan 1960’ların sonlarında şiirin başat teması konumuna, toplumsal mücadele ve başkaldırı yerleşmiştir. İkinci dönemde saf şiiri savunan ve şiiri her türlü toplumsal yükümlülükten vâreste sayan “Movc-i Nov” hareketi de etkili olmakla birlikte toplumcu ve siyasî şiir daha çok yansıma bulmuştur. Bu nedenle ikinci dönem için “Başkaldırı ve Savaşım Dönemi” adlandırmasını uygun bulanlar olmuşturxiii.
Son tahlilde, iki dönemi birbirinden ayıran, siyasî ve toplumsal atmosfer dolayısıyla toplumun içinde bulunduğu ruh durumudur. Birinci dönem umutsuzluğu, ikinci dönem ise umudu ve azmi dillendirmektedir. Ayrıca belirtilmelidir ki hem birinci dönemde, hem de ikinci dönemde İran şiiri için herhangi bir duraklamadan ya da gerilemeden söz etmek yanlış olur.
İranlı araştırmacıların kullandıkları “yenilgi” (=şikest) tabiri, şiir için bir yenilgiyi ifade etmeyip, genelde aydınların, özelde şairlerin içinde bulundukları ruh durumuna işaretten ibarettir. Bu tabir, Musaddık liderliğindeki Millî Cephe hareketinin ihtilali bertaraf edemeyip yenilgiye uğramasından mülhem bir tabir olarak da düşünülebilir. Bu çalışmada kesin yargıları ifade eden adlandırmalardan kaçınarak 1953-1963 arası dönemin şiirinden söz ederken “ihtilal yılları şiiri” tabirini kullanacağız.
İhtilal yılları şiirinin önemli şairleri olarak şu isimleri anabiliriz: Nîmâ Yûşic (1897-1960), Ferîdûn Tevellulî (1919-1985), Ferîdûn Muşîrî (1926-2000), Ahmed Şamlu (1925-2000), Nâdir Nâdirpûr (1929-2000), Furûg Ferruhzâd (1934-1966), Mehdî Ehavân Sâlis (1928-1991), Siyâveş Kisrâyî (1927-), Nusret Rahmanî (1927-2000), Muhammed Âzâd (1923), Gulâm Huseyin Garîb (1923-), Ferîdûn Kâr, Menûçihr Neyistânî, Hûşeng İbtihâc Sâye (1927-), Muhammed Zuherî (1926), Ferruh Temîmî (1933-), İsmâil Hoyî (1938-), Sîmîn Bihbihânî (1927-), Yedullah Meftûn Emînî, Yedullah Ru’yâyî (1931-), Behmen Şu’lever. Çağdaş İran şiirinin büyük şairlerinden olan Sohrâb Sipihrî de şiir çalışmalarına bu dönemde hız vermişse de ihtilal yılları sonrası şiirinde henüz dikkatleri üzerine çeken bir şair olamamıştır.
Yapı ve biçim bakımından dönem şiirine baktığımızda Nîmâî şiir diye adlandırılan formun kendini bütünüyle kabul ettirdiğini tespit ederiz. Nîmâyî şiir, asıl adı Ali İsfendiyârî olan Nîmâ Yuşic tarafından geliştirilen ve klasik İran şiir geleneğinden önemli öğeler taşımakla birlikte önemli ayrılmaları da gerçekleştiren ve dünyada gelişen modern şiir hareketlerini de göz ardı etmeyen bir aruz versiyonudur. Nîmâ Yûşic, incelemekte olduğumuz dönemin ilk yarısında şiir çalışmalarını sürdürmüş ve dönemin ortalarında hayata veda etmiştir. Nîmâî şiirin en önde gelen temsilcileri olarak bu dönemde Nîmâ Yuşic’in hemen ardından Nâdir Nâdirpûr, Furûg Ferruhzâd, Mehdî Ehavân Sâlis ve Siyâveş Kisrâî’yi anmalıyız.
İkinci olarak, Ahmed Şamlu’nun hemen hemen tek başına temsil ettiği “sepîd” şiiri, ilgili dönemin önemli bir biçimsel hareketi olarak anabiliriz. Ahmed Şamlu, şiire Nîmâ Yuşic’in bir takipçisi olarak başlamışsa da sonradan aruz vezninden bütünüyle koparak kendinin “sepîd şiir” adını verdiği tarzı geliştirmiştir.
Üçüncü olarak yeni gazel tarzının bu dönemin hemen öncesinde doğduğunu belirtmeliyiz. Elbette yeni gazel, yapı bakımından bu tarihe dek süregelen klasik gazelden ayrı bir biçim değildir. Yeni gazelin klasik gazelden farkını, daha çok kullandığı dil ile bireye ve dünyaya yaklaşım biçiminde aramak gerekir. Bu bağlamda yeni gazelin imgeyi ve toplumsal temaları oldukça önemsediği görülmektedir. Bu tarzın bu dönemdeki en önemli temsilcileri olarak Ferîdun Tevellulî, Ferîdun Muşîrî ve Sîmîn Bihbihânî’yi anabiliriz.
Bu dönemde şairlerin ilgi gösterdikleri formlardan biri olarak “çehar-pâre”den söz edebiliriz. Bu bağlamda Nâdir Nâdirpûr, Mehdî Ehavân Sâlis ve Siyâveş Kisrâî’nin çehar-pârelerini anabiliriz.
Bunlara ek olarak bu dönemde bir de mensur şiirden söz edilebilir. Nâdir Nâdirpûr ve Gulâm Huseyin Garîb’in bazı şiirleri bu grupta değerlendirilebilir.
Biçim ve yapıyla ilgili olarak sözünü ettiğimiz yönler, istisnaları her zaman gözden ırak tutmadan genel bir bakışla bakıldığında konu ve içerikle ilgili ipuçları da vermektedir. Bu dönem şiirinde bireysel temalar baskındır. Bu dönemde yazılmış bazı gazeller, bireyin toplumdan kopuk yanını daha yaygın bir şekilde işlemektedir. Bu bakımdan bu tür gazel örneklerinde dönemin toplumsal yapısına ilişkin bir ipucu bulmak güçtür. Diğer şiir yapıları çerçevesindeki şiir örneklerinde ise toplumsal atmosferden doğan bireysel özelliklerin öne çıktığı görülür. Nîmâî ve sepîd şiirlerde ise yoğun bir sembolik dilin egemen olduğu ve toplumsal ve siyasal konuların çokça işlendiği görülmektedir.
İhtilal sonrası yıllarda İran’da siyasî baskıların artmasıyla sembolik şiire ilgi artmıştır. Öte yandan, genel anlamda Batı kültürü, özel anlamda Amerikan kültürünün nüfuzu artmıştır. Siyasî ya da toplumcu şiirler yazan şairler, devletin altyapıdan yoksun reform girişimlerine karşı çıkarlarken, Batı kültürüne hayranlık duyan şairler bu tür reformları alkışlayan şiirler yazmışlardır. Bu değerlendirmeye göre bu dönem şiirinde tema açısından biri muhalif, diğeri yandaş olmak üzere iki eğilimden söz edebileceği sonucu çıkarılabilirse de bu yaklaşım toptancı bir yaklaşım olacağından bu konuda ihtiyatlı olmak gerekir.
Öte yandan İran tarihi açısından önemli bir dönem olan ihtilal yıllarında şiir serüvenini sürdüren şairlerin eserlerine farklı bir yaklaşımla bakacak olursak, bu şairleri eserlerinin temaları bağlamında iki öbekte değerlendirmek de mümkündür. Birinci öbeği, ihtilale karşın şiir çizgisini temel değişikliklere uğratmadan sürdüren şairler oluştururlar. Bu şairler arasında Rehî Muayyerî, Ferîdun Tevellulî, Ferîdûn Muşîrî ve Gulçîn Gîlânî hemen akla gelen isimlerdir. Bu isimlerden oldukça farklı bir söylemi bulunan Nîmâ Yûşic’in şiiri de bu grupta değerlendirilebilir. İkinci öbek ise ihtilal sonrası yıllarda şiirlerinde tema bakımından önceki döneme göre farklı yönelişler içine giren şairlerin oluşturdukları öbektir. Bir de şiir serüvenine ihtilal yıllarında başlayan şairler vardır ki bunlar da üçüncü öbek olarak değerlendirilebilir.
Ne ki ihtilal sonrası dönemin şiiri için kesin bir sınıflandırma yapmak, daha kapsamlı bir çalışmayı gerektirmektedir. Biz bu çalışmamızda hangi grupta değerlendirilirse değerlendirilsin, dönem şiirindeki umutsuzluk ve karamsarlık çerçevesinde değerlendirilebilecek temalar üzerinde durmakla yetineceğiz.
İhtilal Yılları Şiirinde Yeis
28 Mordâd 1332/19 Ağustos 1953 ihtilali, toplumun pek çok kesimini olumsuz yönde etkilemiş bir tarihsel olay olduğundan çeşitli bağlamlarda bu konuyu temel alan bilimsel çalışmalar bu ihtilalin İran’ın yakın tarihi açısından önemli bir olay olduğu noktasında birleşir. Edebiyat ve dolayısıyla İran’da güçlü bir geleneğe yaslanan şiir de bu genel yargının dışında değildir. İhtilal ile birlikte İran bir yandan daha kapalı bir toplum olma yolunda hızla ilerlerken, bir yandan da tepeden inmeci bir anlayışın güdümündeki modernleşme çalışmalarının ivme kazanışına sahne olur. Bu dönemde İran basını (kimi edebî ürünler de buna dahildir) Batılı yaşam biçiminin İran toplumunun geleneksel değer yargılarıyla çelişen ve çatışan yönlerini özendirmeye ve aşılamaya çalışan bir yöneliş içine girerken, düşünce özgürlüğünün alanının iyiden iyiye daraltılmış olması İran toplumunun büyük bir kesimini rahatsız ederken, aydınları ve şairleri tedirginliğe ve umutsuzluğa sevk eder. İhtilalden önce siyasî tutumundan çok İran’da yazarlar, şairler ve sanatçılar için önemli kültürel buluşma ortamları sağlamasıyla bir çok aydının ilgi odağı haline gelen komünist Tudeh Partisinin faaliyetlerinin ihtilalle birlikte yasaklanması, liderlerinin hapse atılmaları ya da yurt dışına kaçmaları, bu partiyle siyasî ya da kültürel ilişki içinde bulunan pek çok aydının büyük bir tedirginlik içine düşmesine yol açar. Örneğin bu dönemin önde gelen şairlerinden Ahmed Şamlu, ihtilalin ardından bir süre saklı yaşarsa da yakalanıp hapse atılmaktan kurtulamaz. Mehdî Ehavân Sâlis de hapse atılan şairlerden biridir. Hatta siyasî faaliyetlerle pek ilgisi bulunmayan ve geliştirdiği şiir tarzıyla önemli bir kültür mücadelesi veren ve bu mücadelesiyle “yeni İran şiirinin babası” unvanını kazanan Nîmâ Yuşic bile kısa süre de olsa hapis hayatı yaşamaktan kurtulamaz. Özellikle Tudeh Partisinin sağladığı kültürel ortamın yok oluşu ve ülkede hüküm süren baskı ve şiddet havası, pek çok aydını olduğu gibi pek çok şairi de ne yapacağını bilemez duruma düşürür, kültürel mekanların yerini meyhane ve kahvehane gibi mekanlar alır, toplumda ve aydınlar arasında uyuşturucu bağımlılığı artar, edebiyatta müstehcen öğeler belirgin duruma gelmeye başlar. Ayrıca Amerikan kültürünün gündelik hayatı kuşatmaya başlaması da ihtilalin sonuçlarından biri olarak kayda geçirilmesi gereken bir olgudur.
Şairlerin bu dönemde ortaya koydukları şiirlerin çoğunda yukarıda özetlediğimiz atmosferin egemen olduğunu söylemek abartı değildir. Bu atmosferin şiirdeki yansımalarını birkaç grupta değerlendirmek mümkündür.
Kimi şairler, oluşan atmosferin etkisiyle kabuklarına çekilerek şiir faaliyetlerine ya bütünüyle ara vermişler ya da şiir yazmış olsalar bile bunları yayımlamaktan kaçınmışlardır. Kimi şairler ise kendi kabuklarına çekilmekle birlikte şiire ara vermeyerek bir anlamda hazcı şiirlere imza atmışlardır. Bir üçüncü grupta değerlendirebileceğimiz şairler ise bireysel ve toplumsal (en çok da toplumsal) yönü ağır basan şiirler ortaya koyarak şiir serüvenlerini sürdürmüşlerdir.
Yeis tâbiri, karamsarlık, umutsuzluk, hayata ve/veya topluma küsüş gibi öğelerin tümü için genel bir adlandırma olarak seçtiğimiz bir tabirdir. Bir başka deyişle, şiirdeki karamsarlık, kötümserlik, umutsuzluk, hayata ve topluma küsüş temalarının işlendiği şiirleri, bir genellemeyle “yeis şiiri” diyebileceğimiz bir çerçeve içine yerleştirebiliriz. Yukarıda zikrettiğimiz şair gruplarının tümünün ortaya koydukları ürünlerde yeis öğeleri taşıyan şiirlere az ya da çok rastlanmaktadır. Elbette bu dönemde bazı şairler, yeni ortaya çıkmış olan toplumsal atmosfer ile bir bakıma irtibatsız olarak kendi bireysel şiir geleneklerini sürdürerek yeis şiirleri yazmışlardır. Biz burada bu şairleri değerlendirme dışı tutarak günün koşullarının bir yansıması olarak yeis şiirini birkaç başlık altında irdelemeye çalışacağız.
a- İhtilal yılları İran’ında egemen olan toplumsal havayı betimleyen şiirler:
Bu tarz şiirlerde ülkede egemen olan baskı ortamının sembolik bir dille resmedildiğini görürüz. Bu şiirlere bakıldığında ülkede herhangi bir düşünsel kıpırdanmanın olanaksızlaştığı, korku ve tedirginliğin hüküm sürdüğü izlenimi ediniriz. Bu temayı işleyen şairlerin başında Mehdi Ehavan Sâlis gelmektedir. Mehdi Ehavân Sâlis’in 1335/1956 yılında yayımladığı şiir kitabı Zemistân’da yer alan ve bu kitapla aynı adı taşıyan şiiri bu temanın işlendiği şiirlerin en güzel örneklerindendirxiv. Ehavân Sâlis, altında 1334/1955 tarihi bulunan bu şiirinde dondurucu soğuklarıyla hayatı olumsuz yönde etkileyen bir kışı betimleyerek ülkenin içinde bulunduğu atmosfere göndermede bulunur:
“Almak istemeyecek kimse selamını, yakalara gömülmüştür başlar.
Dostları görmek ve cevaplamak için başını kaldırmaz kimse.
Göremez bakışlar ayakların dibinden ötesini
Çünkü yol karanlık ve kaygan.
Birine bir sevgi eli uzatsan
Elini kerhen çıkaracak koynundan
Çünkü kış müthiş yakıcı.”
Ahmed Şamlu da 1340/1961 tarihli “Şebâne” adlı şiirinde yine sembolik bir dille dile getirirxv:
“Sokaklar dar
Dükkanlar
kapalı
Evler karanlık
Çatılar
çökmüş
Sesi soluğu
kesilmiş
târın kemançenin
Ölü götürürler
sokak sokak.”
Bu dönemin ve sonraki yılların meşhur toplumcu şairlerinden olan Hûşeng İbtihâc Sâye de bu atmosferi şu dizelerle betimlerxvi:
“Yine yağmur var ve gece
Sık bir orman gibi
Yavaşça bitiyor yerden.”
b- Genel anlamda aydınların ve sanatçıların (özellikle de şairlerin) birey olarak savruluşlarına dair özeleştiri niteliği taşıyan şiirler:
Bu tür şiirlerde aydınların içinde bulundukları olumsuz durum dile getirilmektedir. Nusret Rahmânî’nin “Tiryâk” adlı şiiri bu tür şiirlerin en güzel örneklerinden biridir. Şiirin başında yer alan açıklamada, Rahmânî, bu şiirin bir annenin oğlundan yakınması, hatta sadece annenin değil bütün anne babaların ızdırabı olduğunu belirterek, afyon ve alkole sığınan sanatçıların durumunu anlattığını, bunu yaparken de kimseyi töhmet altında bırakmamak için kendini o kesimin yerine koyduğunu açıklarxvii.
“Nusret! Ne yapıyorsun başında bu derin uçurumun
Kendi ayağınla götürüyorsun gövdeni, kalbine çamurun!
Kaybolup gitmişsin hayatın karanlık meydanında
Nusret! Duydum ki sen tiryak çekiyorsun”
c- İnsanların değişim yolundaki çabalarının boşuna olduğunu, gelecekte bir umut ışığının bulunmadığını savlayan şiirler:
İhtilalin ülkedeki özgür ortamı yok etmesinden doğan umutsuzluk, ne kadar çabalanırsa çabalansın, olumlu bir sonuca ulaşmanın mümkün olmadığı, var olan umut kırıntılarının da sonunda umutsuzluğa teslim olmak zorunda kalacağı düşüncesini beslemiştir. Mehdi Ehavan Salis’in incelemekte olduğumuz dönemi sonlarında kaleme aldığı “Ketîbe” (Kitâbe) şiiri bu temayı işleyen başarılı bir sembolik şiirdir. Şiirde, büyük bir kaya ve bu kayanın karşısında ayakları bağlı insanlar vardır. Zaman zaman kayanın bulunduğu yerden bir ses gelir. Bu ses hep aynı şeyleri tekrarlar. Sonunda ayakları bağlı insanlar meraklarına yenik düşerek kayaya ulaşmaya çalışırlar. Sürünerek güç bela yaklaşırlar kayaya. Zinciri diğerlerinden bol olan biri kayaya çıkar ve kayadaki yazıyı okur. Kayada eğer kaya çevrilirse sırrın ortaya çıkacağı yazılıdır. Herkes heyecanlanır. Elbirliği ederek kayayı çevirirler. Büyük bir zafer kazanmışlardır. Herkes sevinçlidir. Fakat kayanın yeni yüzündeki yazıyı okuyunca boş bir iş yaptıkları için kendi ellerine lanet ederlerxviii:
“Bir kaya dikiliydi ötede, bir dağdı sanki.
Bizse bu tarafta, yorgun bir kalabalık.
Kadın erkek, genç yaşlı,
Hepsi birbirine bağlı, fakat ayaktan,
Hem de zincirle.
(...)
Bilemedik
Sanki bir ses vardı, korku ve yorgunluklarımızın düşünde
Ya da bir yerden gelen bir ses; ama nerden? Hiç sormadık.
Şöyle diyordu:
“Öte yanda bir kaya dikili, eskilerden bir ihtiyar
Ona bir sır yazmış, herkes tek herkes çift...”
Böyle diyordu defalarca
(...)
Ay ışığından lânet yağdığı bir gece,
Ve ayaklarımızın şiştiği ve kaşındığı...
Zinciri bizimkinden daha hafif olan biri, lânetleyerek kulağını şöyle dedi:
“Gitmeli.”
Ve biz bezginlik içinde şöyle dedik:
“Daha da lânet olsun kulaklarımıza, gözlerimize de.. Gitmek gerek.”
Ve gittik, sürünerek gittik kayanın bulunduğu yere dek.
İçimizden zinciri daha serbest olan biri çıktı yukarı, okudu sonra:
-“Kim çevirirse beni bu yüzümden o yüzüme,
Anlar benim sırrımı.”
Ve biz yabanıl bir zevkle bu tozlu sırrı bir dua gibi mırıldanıyorduk.
Geceyse yüce bir ırmaktı ay ışığıyla dolu.
***
Haydi, birr.... kiii.... üüüç.... bir daha
Haydi, birr.... kiii.... üüüç.... bir daha.
Terleyerek, söverek – ağladık da bazen.
Haydi, birr.... kiii.... üüüç.... bu kez daha çok daha.
Ne ağırdı fakat müthiş tatlıydı zafer.
Ve biz daha bildik bir zevkle, hem yorgun hem hoşnut,
Şevkle, coşkuyla dolu.
***
İçimizden zinciri daha hafif olan biri,
Gayretimizi överek çıktı yukarı.
Üzeri kapanmış yazının sildi tozunu toprağını, ve içinden okudu
(Ve biz sabırsızlanıyorduk)
Dudağını diliyle ıslattı (biz de öyle yaptık)
Ve konuşmadı.
Şöyle bir baktı bize, ve konuşmadı.
Tekrar okudu, gözleri faltaşı, sanki ölmüştü dili.
Çalmıştı sanki bakışını uzak bir görünmez. Bizse kükredik:
“Oku!” O öylece suskun.
“Oku bize!” Afallamış sessiz bakıyordu bize.
Bir süre sonra
Zincirinden ses gelirken,
İndi aşağı. Tuttuk onu; sanki düşüyordu.
Oturttuk onu.
Elimize ve eline lânet etti.
-“Ne okudun ha?” Tükrüğünü yuttu ve sâkince dedi:
-“Aynısını yazmıştı,
Kim çevirirse beni bu yüzümden o yüzüme,
Anlar benim sırrımı.”
***
Oturduk
Ve
Ay ışığına ve aydınlık geceye baktık.
Ve gece hastalıklı bir ırmaktı.”
Ahmed Şamlu da kimi zaman benzer bir ruh hâliyle şiirler kaleme almıştır. Şamlu’nun bu tarz şiirlerinden küçük bir örnekxix:
“Artık yer yok
Kalbin hüzünle dolu
Sıcak mavi rengini yitirdi senin göklerin”
d- Her umutsuzluğun içinde bir umut ışığının mutlaka var olduğuna olan inancı dile getiren şiirler:
Toplumcu şiirde bu temanın örneklerine çok rastlarız. Bir şair zaman zaman koyu bir umutsuzluk içine düşerek bu duygularını dile getiren şiirlere imza atmışsa da aynı şair, yine aynı zaman diliminde bu duygudan sıyrılarak hayata umutla bakabilmiştir. Örneğin “Uzaklar bir umut aşılamıyordu/Anladım ki bir müjde yok/Bu uçsuz bucaksız ülke/Öyle büyük bir zindandı ki ruh/Güç yetirmeyişin utancıyla/Gözyaşına saklanıyordu” diyecek kadar umudunu yitiren Ahmed Şamlu, çoğu zaman umutsuzluktaki umudu haber veren şiirler yazmaktan da geri durmazxx:
“Bir gün biz güvercinlerimizi yeniden bulacağız
Ve şefkat, güzelliğin elinden tutacak”
İhtilal sonrası dönemde yalın siyasî şiirleriyle yıldızı parlayan Nusret Rahmânî umudu canlı tutmayı öğütleyenlerdendirxxi:
“Bırak da örsünler tanrılar
gecenin duvarını
Bırak da karanlığın küheylanı
saldırsın cesetlere
Bırak da yağsın
kanlar göğsümüzden
Olur a açıverir
kinimizin çiçekleri”
e- Uğrunda savaşım verilen kitlelerin ya da eski savaşımcı dostların savaşımcıları yalnız bırakıp ucuz çıkarları yeğlediklerini dile getiren şiirler:
Dönem şiirinde oldukça az rastlanılan bu temanın en iyi örneklerini Ahmed Şamlu’nun şiirlerinde görürüz:
“Sırtından hançerlenmiş komutana ağla benimlexxii”
“İsa çarmıhta boşuna öldüxxiii”
Sonuç:
Farklı boyutlarıyla da incelenebilecek olan Musaddık sonrası İran şiirinde yeis temasına ana çizgileriyle değinmeye çalıştık. Konuyu toparlamak açısından denilebilir ki söz konusu dönem şiirinde toplumcu şiir gelişmesini sürdürür, şiirde sembolik dil kullanımı yaygınlaşmış ve özellikle bu toplumcu ve siyasî şiirde “yeis” çerçeve kavramı içerisinde değerlendirilebilecek temalar yoğunluk kazanmıştır.
Konular
- PARS DERGİSİ
- ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ
- KLÂSİK TÜRK EDEBİYATINDA ŞEM’Ü PERVÂNELER VE LÂMİ’Î ÇELEBÎ’NİN ŞEM’Ü PERVÂNE MESNEVİSİ
- FARS EDEBİYATINDA METAFİZİK YOLCULUKLAR
- شاعران فارسی سرای وفارسینويس ارزرومی
- تعلیم وتربیت ازمنظر سعدی
- توازن موسیقايی غزلهای سعدی
- YAŞAR KEMAL’İN İNCE MEMED ROMANI İLE SADIK ÇUBEK’İN TENGSİR ADLI ROMANININ KARŞILAŞTIRMASI
- YAVUZ SULTAN SELİM’İN DÎVÂNINDA OLMAYAN FARSÇA ŞİİRLERİ
- KÜÇÜKASYA’DA İSLAMİYET (DER İSLAM IN KLEIN ASIEN)
- ERKEN DÖNEM FARSÇA MESNEVİLERDE BEZM - IYRD.
- RÛDEKÎ-Yİ SEMERKANDÎ (Ö. 329/940)
- NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN ŞEYHÜLİSLÂM FEYZULLAH EFENDİ’YE FARSÇA METHİYELERİ
- HAYRETÎ DİVANINDA GEÇEN “GAM” KELİMELERİNİN TASARIMLARI
- BÂBÂ TÂHİR-İ HEMEDÂNÎ DİVANININ MEHDÎ-İ HAMÎDÎ NÜSHASINDA GEÇEN DOBEYTÎLERİ VE TÜRKÇE TERCÜMESİ
- EŞREFOĞLU RÛMÎ’NİN GAZELLERİNDE NASİHAT VE NEFİS MUHASEBESİ
- HÂB-I HAYÂL, AYINTABLI HÜSNÜ
- شاعران فارسیسرای و فارسینويس ارزرومی*
- مسئلة »مضمون« در شعر کودکان و نوجوانان
- مأخذ اصلی تمثیل خورندگان پیلبچهدرمثنوی
- وگرايی درهنر ايران
- NEF’Î’NİN TUHFETU’L-UŞŞÂK ADLI FARSÇA KASİDESİ
- ERKEN DÖNEM FARSÇA MESNEVİLERDE BEZM - IIYRD.
- DAKİKÎ-Yİ TUSÎ (Ö. 366/976)
- ÂRİF ÇELEBİ’NİN FARSÇA KASİDESİ VE TÜRKÇE ÇEVİRİSİ
- SÂİB-İ TEBRİZÎ’NİN ŞİİRLERİNDE GEÇEN “HÂB-I BAHÂR” TAMLAMASI ÜZERİNE
- ROMEN DİLİNDE KULLANILAN FARSÇA KELİMELER
- سینمای ایران
- آداب حرب مغول درتاریخ جهانگشای جوینی
- بررسی تطبیقی ضرب المثل های ترکی سنقر با ضرب المثل های زبان فارسی