TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARINDA FARS DİLİNİN YERİ
Özet: Türkçe ile Farsça, Türk edebiyatı ile Fars edebiyatı arasında tarihî bir bağ vardır. Klasik dönem Türk edebiyatı ve Türk tarihi araştırmalarında Fars dilinden ve Farsça yazılmış eserlerden yararlanmak kaçınılmazdır. Bu makalede, Türkoloji araştırmalarında Farsçanın yeri ve önemi üzerinde durulmuş, Türkoloji ile İranoloji arasında kurulması gereken bilimsel bağ konusundaki sorunlar ve çözümler ele alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: Türkoloji, İranoloji, Türk dili, Fars Dili
The Place of Persian Language in Turcology Researches
Summary: There is an historical relation between Turkish and Persian languages and literatures. Using of Persian language and the sources written in Persian is inevitable for the classical Turkish poetry and Turkish history researches. In this article, we have tried to show the place and importance of Persian language for Turcology studies and talked about the problems and solutions in connection with Turcology and Iranology.
Keywords: Turcology, Iranology, Turkish language, Persian language
Tatsız Türk bolmas – Başsız börk bolmas
Kaşgarlı Mahmud’un 11. yüzyılın son çeyreğinde yazdığı Divanu Lügati’t-Türk adlı eserinde yer alan bu atasözü, Türklerle İranlıların, Türkçe ile Farsçanın tarihî ilişkisini göstermek bakımından son derece önemli bir belgedir.
Türklerle İranlıların, tarihin çeşitli dönemlerinde ortak bir coğrafyada uzun zaman bir arada yaşadıkları, bu birlikteliğin zaman zaman siyasi çekişmelere ve savaşlara dönüştüğü, Firdevsî’nin Şehnâmesi’nde de anlatıldığı gibi Turan-İran rekabetinin çok eski zamanlara dayandığı bilinmektedir. Bu anlamda, Türk-İran ilişkilerinin, İslamiyet öncesi ve sonrası dönemlerde, başta siyasî tarih ve coğrafya olmak üzere, din, dil, edebiyat, felsefe, sanat, mimari, bilim tarihi, halkbilim gibi pek çok bilim alanına konu olabilecek şekilde günümüze dek kesintisiz olarak sürdüğü söylenebilir.
“Türkoloji Araştırmalarında Fars Dilinin Yeri” başlıklı bu tebliğde, Türklerle İranlılar arasındaki tarihî ilişkiyi, kültürel alışverişi, toplumsal iletişim ve etkileşimi sorgulamak veya bunun günümüze yansıyan olumlu ve olumsuz yönlerini irdelemekten çok, bulunduğumuz noktada Türkoloji araştırmalarında Fars dili ve edebiyatından ne şekilde yararlanılması gerektiği üzerinde durmak ve buna ne denli ihtiyaç olup olmadığını saptamak amaçlanmıştır.
Türkoloji ya da yeni deyişle Türlük bilimi kavramı, Türk dünyasının tarihi, coğrafyası, bilimi, kültürü ve sanatı çerçevesinde bir bütün olarak ele alındığında, Türk-İran, Türkçe-Farsça bağlantısının sadece edebiyatla sınırlı tutulamayacağı ve bu ilişkinin sınırlarının çok daha geniş boyutlarda ele alınmasının gerekliliği ortaya çıkar.
Türk kavramının ve Türklerin yüzyıllar boyu faaliyet gösterdikleri coğrafî alanların genişliği, tarih boyunca kurulmuş Türk beyliklerinin, devletlerinin ve imparatorluklarının sayıca çokluğu göz önüne alınacak olursa, Türklerle İranlılar arasındaki siyasî ve kültürel bağın, Türkçe ile Farsça arasındaki alışverişin tek boyutlu olarak incelenmesinin mümkün olmadığı kolayca görülecektir.
Konuya bu geniş pencereden bakıldığında, sözgelimi Uygurlar, Karahanlılar, Gazneliler, Harezmşahlar, Selçuklular, Moğollar, İlhanlılar, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Memlüklüler, Özbekler, Safeviler, Osmanlılar gibi Türk devletleriyle İran arasındaki siyasî, tarihî, kültürel ve edebî ilişkiyi ayrı ayrı değerlendirmek ve ortaya çıkan genel manzara doğrultusunda Türk dünyası ile İran arasındaki bağlantıyı sağlıklı ve doğru bir şekilde ele almak mümkün olacaktır.
Çeşitli Türk boylarının yüzyıllarca İran toprakları üzerinde egemenlik kurmuş olmaları, hatta bazı dönemlerde bu uğurda birbirileriyle savaşmış olmaları, Türk ve İran tarihinin çok zaman iç içe geçmiş olması gibi nedenlerle, konunun doğru değerlendirilmesi hususunda büyük sorunlar yaşanmaktadır.
Örneğin 16. yüzyılda birbirleriyle çatışan Osmanlı, Safevî ve Özbek imparatorluklarının siyasî faaliyetleriyle, edebî ve kültürel alışverişleri arasında ters orantılı bir ilişki söz konusudur. Siyasî ve askerî alanda yaşanan bütün çatışmalara karşın, edebî ve kültürel alışveriş hız kaybetmeden yüzlerce yıl devam edebilmiştir. Dolayısıyla, ülkeler arasında sadece siyasî olayları esas alarak son sözü söylemek her zaman doğru sonuçlar vermemektedir.
Yukarıda değinildiği gibi, Türkçe ile Farsça arasında İslâm öncesi dönemlerden bu yana ciddî bir ilişki ve alışveriş söz konusudur. İki dil arasındaki yoğun alışveriş –Farsça daha baskın olmak koşuluyla- her iki ulusun İslâm’ı kabul edişleriyle en üst düzeye çıkmış; Orta Asya içlerinden batıya doğru kitlesel göçleri sırasında Araplardan çok yerleşik bir medeniyet olan İranlılarla karşılaşmış olmaları, Türklerin İslâm anlayışı üzerinde de etkili olmuştur.
Türkler, İslâm dinini kabul ettikten sonra, Arapçaya, yeni dinin dili olmasından ötürü sıradan bir ilginin ötesinde sevgi ve saygı duymuşlar, o çağlarda oldukça gelişmiş ve işlenmiş bir dil olan Farsçayı da edebî bir dil olarak kısa zamanda benimsemişlerdir.
Türklerin Arapça ve Farsça konusundaki bu tutumunu, ancak o dönemlerin tarihî koşulları içinde değerlendirerek anlamak mümkündür. Arapçanın ve Farsçanın, Türkçe üzerinde yüzyıllar boyu süren etkisini, duygusal, hatta düşmanca yaklaşımlar içinde “ne yazık ki, keşke” gibi ifadelerle başlayan cümlelerle tartışmak, tarihî gerçekleri değiştirmeyeceği gibi bir işe de yaramayacaktır. Üstelik günümüzde, batı dillerinin Türkçe üzerinde her geçen gün daha da ağırlaşan baskısına ve etkisine alkış tutanların, bu duruma bir çözüm bulmak yerine ona çanak tutanların geçmişi eleştirmeye veya sövmeye hakkı olmasa gerektir.
Türkçe ile Farsça arasındaki ilişki, tarihî süreçte her ne şekilde ortaya çıkmış ve gelişmiş olursa olsun, Farsçanın Arapça ile birlikte Türkçe üzerinde derin izler bırakmış iki büyük dilden birisi olduğu, hatta bu iki dilin edebiyat ve bilim dili olmanın da ötesinde zaman zaman resmi düzeyde de kullanıldığı yadsınamaz bir gerçektir.
Nitekim Selçuklular zamanında Anadolu’da yazılan eserlerin büyük bölümünün Farsça, bir bölümünün de Arapça olarak kaleme alındığı, Anadolu sahasında ilk Türkçe eserlerin 13. yüzyıldan itibaren ortaya çıkmaya başladığı, Arapça din ve bilim dili olarak yerini korurken, divan işlerinde Farsçadan yararlanıldığı, resmî mektupların, hesap defterlerinin, fermanların ve menşurların çok zaman Farsça yazıldığı görülmektedir.
Öte yandan Moğol akınlarının önünden kaçarak Türkistan ve İran’dan dalga dalga Anadolu’ya gelen kitleler arasında Türklerle birlikte çok sayıda İranlı da Anadolu topraklarına göç etmiş ve bunlar Anadolu’da çeşitli tasavvuf akımlarının hızla yayılmasında önemli bir rol üstlenmişlerdir.
13.-15. yüzyıllar arasında Farsça sözcükler hızlı bir şekilde Türkçeye girmeye başlamış, 16. yüzyıldan itibaren Farsçanın Türkçe üzerindeki ağırlığı sözcük alışverişinin de ötesine geçerek Türkçenin sözdizimini etkileyecek düzeye ulaşmıştır. Farsça sözcükler, sanıldığının aksine sadece klasik Türk edebiyatı üzerinde etkili olmamış, halk şairlerinin diline de kısmen nüfuz etmiştir. Tasavvufî Türk halk edebiyatının ilk örneklerinden olan Yunus Emre’nin kullandığı dile şöyle bir göz gezdirmek bile bu iddianın doğruluğunu kanıtlar niteliktedir.
Fars dili ve edebiyatının birikiminden yararlanmada zaman zaman aşırılıklara kaçılmış olsa da, Türk edebiyatının bir örnek olarak karşısında Fars dili ve edebiyatını bulmuş olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Burada araştırmacıların bilerek veya bilmeyerek yanılgıya düştükleri önemli bir husus vardır: Klasik Türk edebiyatı, belli bir dönemde Fars edebiyatını taklit etmiş olmakla birlikte, kısa zamanda onunla rekabet edecek düzeye ulaşmış ve özgün eserler ortaya koymuştur. Hiç kuşkusuz inşaat malzemesinin bir kısmının başka yerden alınmış olması, mimarinin ve işçiliğin özgün olmasına engel değildir. Bugün bile, çeşitli ses değişiklilerine uğramış, Türk söyleyişine uygun hale getirilmiş binlerce Farsça kelime günümüz Türkçesinde, Türkçenin malı olarak yaşamaktadır.
Bu kısa açıklamalar ışığında, Türkoloji araştırmaları alanında Fars dili ve edebiyatından yararlanmanın kaçınılmaz olduğu; Türkologların, Türk dili ve edebiyatı, Türk tarihi, sanatı ve kültürü gibi alanlarda, ikinci bir dil olarak batı dillerinden çok Farsçanın ve Arapçanın filolojik yardımına ihtiyaç duydukları bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır.
Türkologlarla Fars dili ve edebiyatı sahasında çalışan araştırmacılar arasında, disiplinli bir işbirliğine ve ortak çalışmalara ihtiyaç vardır. Bunun başarılması, Türk kültürüne önemli ve büyük bir birikim sağlayacağı gibi, son zamanlarda önemi daha çok hissedilen karşılaştırmalı edebiyat alanında da yeni açılımların meydana gelmesine yol açacaktır.
Türk edebiyatı ve tarihi araştırmalarında izlenecek yol, M. Fuad Köprülü’nün “Türk Edebiyatı Tarihi’nde Usuli” adlı önemli makalesinde, Agah Sırrı Levend’in Türk Edebiyatı Tarihiii ve Zeki Velidi Togan’ın Tarihte Usuliii adlı değerli eserlerinde aşağı yukarı çizilmiştir. Alfabe değişikliğinden bu yana Türkoloji alanında birbirinden değerli pek çok çalışma yapılmış olmakla birlikte, binlerce yıllık tarihî, kültürel ve edebî birikimimizin günümüze aktarılmasında henüz istenilen noktada olmadığımızı dile getirmek fazla insafsızlık olmasa gerektir.
Hiç kuşkusuz, gerek Türkoloji gerek İranoloji araştırmalarında günümüz teknoloji ve iletişim imkânlarının sağladığı kolaylıklarla birlikte, zaman zaman karşılaştığımız güçlükler de vardır. Bu alanlarda karşılaşılan bazı güçlükleri ve bunların çözüm önerilerini şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Kültürel mirasımız bütün artıları eksileri, eksiklikleri, güzellikleri ve çirkinlikleriyle bizimdir. Bu mirasa sahip çıkmakta geç kaldığımız ortadadır. Batılı doğubilimcilerin 19. yüzyıldan bu yana bizim mirasımız üzerinde yaptıkları çalışmalar, her ne kadar göze hitap etseler de Türk, İran ve Arap kültürlerinin hızla birbirlerinden uzaklaşmasına yol açmış, bu ulusları rekabetin ötesinde birbirlerine kuşkuyla bakar hale getirmiş ve adeta düşman etmiştir. Bugün, doğu kültürü hakkındaki önyargılarımızın çoğu “oryantalist” faaliyetlerin yönlendirmesinden kaynaklanmaktadır. Geçmişte bu üç büyük kültürü birbirine bağlayan nitelikler, günümüzde ayrılık ve aykırılık malzemesi olarak kullanılmaktadır. Batılıların Türkoloji araştırmalarındaki amaçlarıyla, bizim amaçlarımızın aynı olmadığını, olamayacağını daima göz önünde tutmak zorundayız. Bu yüzden Türkoloji araştırmalarının çerçevesi, Türk dünyasının ihtiyaçları ve koşulları doğrultusunda çizilmelidir. Türk dünyasının İran ve Arap dünyasıyla düşmanlığa değil dostluğa ihtiyacı vardır. Aksi takdirde var olan kopukluk daha da artacaktır.
2. Atalarımıza ait eserler, hangi dilde yazılmış olurlarsa olsunlar, ortak bir duyuşun, görüşün ve algının ürünüdürler. Bu bakımdan kimi çevrelerce Arapça ve Farsçaya duyulan düşmanca tutum yerini bilimsel yaklaşımlara bırakmadıkça, kaybeden her zamanki gibi Türk dünyası olacaktır.
3. Türkiye’de, Türkoloji alanıyla en çok işbirliği yapan, Türk dünyası hakkında Farsça yazılmış ana kaynakları bilim dünyasına kazandırmaya çalışan Fars Dili ve Edebiyatı Anabilim Dallarının eğitim ve öğretimi son birkaç yıl içinde sekteye uğratılmıştır. Ayrıca üniversitelerde Fars Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı kadroları giderek daralmakta, araştırma görevlisi sıkıntısı çekilmektedir. Bu durumun yaratacağı sorunlar uzun vadede kendisini gösterecektir. Yaklaşık yirmi kişiden oluşan bir öğretim üyesi kadrosuyla Fars dili ve edebiyatı hocalarının hem Türk dili ve edebiyatına, hem Fars dili ve edebiyatına çeşitli imkânsızlıklar içinde ne kadar hizmet edebilecekleri ortadadır.
4. Türk Dili ve Edebiyatı, Tarih, Sanat Tarihi, Felsefe gibi bölümlerle Fars Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalları arasında istenilen düzeyde öğrenci alışverişi bulunmamaktadır. Adı geçen bölümler disiplinler arası bir yaklaşım içinde öğrencilerinin Fars dili ve edebiyatı eğitimi almalarını sağlamalıdırlar. Üstelik bu durum, sadece öğrencileri değil, bu alanda çalışan tüm akademisyenleri ilgilendiren bir sorun olarak görülmelidir. Oysa yüksek lisans ve doktora düzeyine gelmiş araştırmacıların kişisel ilgileri ve çalışmaları dışında bu konuda hiçbir zorlayıcı tutum sergilenmemektedir.
5. Bilindiği gibi, Anadolu Türkçesi veya Osmanlı Türkçesi ile yazılmış eserlerin önemli bir bölümü Farsçadan Türkçeye çeviri yoluyla meydana getirilmiştir. Bu eserlerin tenkitli metin yöntemlerine uygun sağlıklı yayımlarının yapılabilmesi ve gerçek edebî değerlerinin ortaya konması için Farsça bilmek araştırmacılara büyük kazanımlar ve kolaylıklar sağlayacaktır.
6. Farsça eserler, Türk dili ve edebiyatı araştırmaları dışında, siyasî tarihimizin ve kültürümüzün de ana kaynakları arasında önemli bir yer tutmaktadır. Çeşitli dönemlerde yazılmış Farsça tarih kitapları olmadan bir Gazneli, Selçuklu, Karakoyunlu, Akkoyunlu tarihi yazmak –bu alanlardaki Türkçe kaynak sıkıntısı yüzünden- imkânsız olmasa da çok zordur. Türk coğrafyasında Farsça yazılmış mektuplar, fermanlar, münşeat mecmuları değerlendirilmeden yazılacak bir Türk diplomasi tarihi eksik kalacaktır. Farsça eserlerden, Farsça yazılmış belgelerden yararlanmadan kaleme alınacak bir Türk bilim tarihi, bir Türk sanat tarihi, bir Türk coğrafya tarihi yetersiz kalacaktır.
Tarihin ve coğrafyanın binlerce yıl önce bir araya getirdiği, bugün de yan yana yaşattığı Türklerle İranlıların, birbirlerini daha iyi anlayıp tanımalarını sağlayan Türkçe ile Farsça arasındaki köklü ilişkinin bilimsel olarak değerlendirilmesi, her iki dilde ortaya konmuş eserlerin karşılıklı işbirliği ve yardımlaşma anlayışı içinde ele alınarak bilim dünyasına sunulması bu alanlarda çalışan herkesin üstüne düşen önemli bir görevdir.
Anahtar Kelimeler: Türkoloji, İranoloji, Türk dili, Fars Dili
The Place of Persian Language in Turcology Researches
Summary: There is an historical relation between Turkish and Persian languages and literatures. Using of Persian language and the sources written in Persian is inevitable for the classical Turkish poetry and Turkish history researches. In this article, we have tried to show the place and importance of Persian language for Turcology studies and talked about the problems and solutions in connection with Turcology and Iranology.
Keywords: Turcology, Iranology, Turkish language, Persian language
Tatsız Türk bolmas – Başsız börk bolmas
Kaşgarlı Mahmud’un 11. yüzyılın son çeyreğinde yazdığı Divanu Lügati’t-Türk adlı eserinde yer alan bu atasözü, Türklerle İranlıların, Türkçe ile Farsçanın tarihî ilişkisini göstermek bakımından son derece önemli bir belgedir.
Türklerle İranlıların, tarihin çeşitli dönemlerinde ortak bir coğrafyada uzun zaman bir arada yaşadıkları, bu birlikteliğin zaman zaman siyasi çekişmelere ve savaşlara dönüştüğü, Firdevsî’nin Şehnâmesi’nde de anlatıldığı gibi Turan-İran rekabetinin çok eski zamanlara dayandığı bilinmektedir. Bu anlamda, Türk-İran ilişkilerinin, İslamiyet öncesi ve sonrası dönemlerde, başta siyasî tarih ve coğrafya olmak üzere, din, dil, edebiyat, felsefe, sanat, mimari, bilim tarihi, halkbilim gibi pek çok bilim alanına konu olabilecek şekilde günümüze dek kesintisiz olarak sürdüğü söylenebilir.
“Türkoloji Araştırmalarında Fars Dilinin Yeri” başlıklı bu tebliğde, Türklerle İranlılar arasındaki tarihî ilişkiyi, kültürel alışverişi, toplumsal iletişim ve etkileşimi sorgulamak veya bunun günümüze yansıyan olumlu ve olumsuz yönlerini irdelemekten çok, bulunduğumuz noktada Türkoloji araştırmalarında Fars dili ve edebiyatından ne şekilde yararlanılması gerektiği üzerinde durmak ve buna ne denli ihtiyaç olup olmadığını saptamak amaçlanmıştır.
Türkoloji ya da yeni deyişle Türlük bilimi kavramı, Türk dünyasının tarihi, coğrafyası, bilimi, kültürü ve sanatı çerçevesinde bir bütün olarak ele alındığında, Türk-İran, Türkçe-Farsça bağlantısının sadece edebiyatla sınırlı tutulamayacağı ve bu ilişkinin sınırlarının çok daha geniş boyutlarda ele alınmasının gerekliliği ortaya çıkar.
Türk kavramının ve Türklerin yüzyıllar boyu faaliyet gösterdikleri coğrafî alanların genişliği, tarih boyunca kurulmuş Türk beyliklerinin, devletlerinin ve imparatorluklarının sayıca çokluğu göz önüne alınacak olursa, Türklerle İranlılar arasındaki siyasî ve kültürel bağın, Türkçe ile Farsça arasındaki alışverişin tek boyutlu olarak incelenmesinin mümkün olmadığı kolayca görülecektir.
Konuya bu geniş pencereden bakıldığında, sözgelimi Uygurlar, Karahanlılar, Gazneliler, Harezmşahlar, Selçuklular, Moğollar, İlhanlılar, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Memlüklüler, Özbekler, Safeviler, Osmanlılar gibi Türk devletleriyle İran arasındaki siyasî, tarihî, kültürel ve edebî ilişkiyi ayrı ayrı değerlendirmek ve ortaya çıkan genel manzara doğrultusunda Türk dünyası ile İran arasındaki bağlantıyı sağlıklı ve doğru bir şekilde ele almak mümkün olacaktır.
Çeşitli Türk boylarının yüzyıllarca İran toprakları üzerinde egemenlik kurmuş olmaları, hatta bazı dönemlerde bu uğurda birbirileriyle savaşmış olmaları, Türk ve İran tarihinin çok zaman iç içe geçmiş olması gibi nedenlerle, konunun doğru değerlendirilmesi hususunda büyük sorunlar yaşanmaktadır.
Örneğin 16. yüzyılda birbirleriyle çatışan Osmanlı, Safevî ve Özbek imparatorluklarının siyasî faaliyetleriyle, edebî ve kültürel alışverişleri arasında ters orantılı bir ilişki söz konusudur. Siyasî ve askerî alanda yaşanan bütün çatışmalara karşın, edebî ve kültürel alışveriş hız kaybetmeden yüzlerce yıl devam edebilmiştir. Dolayısıyla, ülkeler arasında sadece siyasî olayları esas alarak son sözü söylemek her zaman doğru sonuçlar vermemektedir.
Yukarıda değinildiği gibi, Türkçe ile Farsça arasında İslâm öncesi dönemlerden bu yana ciddî bir ilişki ve alışveriş söz konusudur. İki dil arasındaki yoğun alışveriş –Farsça daha baskın olmak koşuluyla- her iki ulusun İslâm’ı kabul edişleriyle en üst düzeye çıkmış; Orta Asya içlerinden batıya doğru kitlesel göçleri sırasında Araplardan çok yerleşik bir medeniyet olan İranlılarla karşılaşmış olmaları, Türklerin İslâm anlayışı üzerinde de etkili olmuştur.
Türkler, İslâm dinini kabul ettikten sonra, Arapçaya, yeni dinin dili olmasından ötürü sıradan bir ilginin ötesinde sevgi ve saygı duymuşlar, o çağlarda oldukça gelişmiş ve işlenmiş bir dil olan Farsçayı da edebî bir dil olarak kısa zamanda benimsemişlerdir.
Türklerin Arapça ve Farsça konusundaki bu tutumunu, ancak o dönemlerin tarihî koşulları içinde değerlendirerek anlamak mümkündür. Arapçanın ve Farsçanın, Türkçe üzerinde yüzyıllar boyu süren etkisini, duygusal, hatta düşmanca yaklaşımlar içinde “ne yazık ki, keşke” gibi ifadelerle başlayan cümlelerle tartışmak, tarihî gerçekleri değiştirmeyeceği gibi bir işe de yaramayacaktır. Üstelik günümüzde, batı dillerinin Türkçe üzerinde her geçen gün daha da ağırlaşan baskısına ve etkisine alkış tutanların, bu duruma bir çözüm bulmak yerine ona çanak tutanların geçmişi eleştirmeye veya sövmeye hakkı olmasa gerektir.
Türkçe ile Farsça arasındaki ilişki, tarihî süreçte her ne şekilde ortaya çıkmış ve gelişmiş olursa olsun, Farsçanın Arapça ile birlikte Türkçe üzerinde derin izler bırakmış iki büyük dilden birisi olduğu, hatta bu iki dilin edebiyat ve bilim dili olmanın da ötesinde zaman zaman resmi düzeyde de kullanıldığı yadsınamaz bir gerçektir.
Nitekim Selçuklular zamanında Anadolu’da yazılan eserlerin büyük bölümünün Farsça, bir bölümünün de Arapça olarak kaleme alındığı, Anadolu sahasında ilk Türkçe eserlerin 13. yüzyıldan itibaren ortaya çıkmaya başladığı, Arapça din ve bilim dili olarak yerini korurken, divan işlerinde Farsçadan yararlanıldığı, resmî mektupların, hesap defterlerinin, fermanların ve menşurların çok zaman Farsça yazıldığı görülmektedir.
Öte yandan Moğol akınlarının önünden kaçarak Türkistan ve İran’dan dalga dalga Anadolu’ya gelen kitleler arasında Türklerle birlikte çok sayıda İranlı da Anadolu topraklarına göç etmiş ve bunlar Anadolu’da çeşitli tasavvuf akımlarının hızla yayılmasında önemli bir rol üstlenmişlerdir.
13.-15. yüzyıllar arasında Farsça sözcükler hızlı bir şekilde Türkçeye girmeye başlamış, 16. yüzyıldan itibaren Farsçanın Türkçe üzerindeki ağırlığı sözcük alışverişinin de ötesine geçerek Türkçenin sözdizimini etkileyecek düzeye ulaşmıştır. Farsça sözcükler, sanıldığının aksine sadece klasik Türk edebiyatı üzerinde etkili olmamış, halk şairlerinin diline de kısmen nüfuz etmiştir. Tasavvufî Türk halk edebiyatının ilk örneklerinden olan Yunus Emre’nin kullandığı dile şöyle bir göz gezdirmek bile bu iddianın doğruluğunu kanıtlar niteliktedir.
Fars dili ve edebiyatının birikiminden yararlanmada zaman zaman aşırılıklara kaçılmış olsa da, Türk edebiyatının bir örnek olarak karşısında Fars dili ve edebiyatını bulmuş olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Burada araştırmacıların bilerek veya bilmeyerek yanılgıya düştükleri önemli bir husus vardır: Klasik Türk edebiyatı, belli bir dönemde Fars edebiyatını taklit etmiş olmakla birlikte, kısa zamanda onunla rekabet edecek düzeye ulaşmış ve özgün eserler ortaya koymuştur. Hiç kuşkusuz inşaat malzemesinin bir kısmının başka yerden alınmış olması, mimarinin ve işçiliğin özgün olmasına engel değildir. Bugün bile, çeşitli ses değişiklilerine uğramış, Türk söyleyişine uygun hale getirilmiş binlerce Farsça kelime günümüz Türkçesinde, Türkçenin malı olarak yaşamaktadır.
Bu kısa açıklamalar ışığında, Türkoloji araştırmaları alanında Fars dili ve edebiyatından yararlanmanın kaçınılmaz olduğu; Türkologların, Türk dili ve edebiyatı, Türk tarihi, sanatı ve kültürü gibi alanlarda, ikinci bir dil olarak batı dillerinden çok Farsçanın ve Arapçanın filolojik yardımına ihtiyaç duydukları bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır.
Türkologlarla Fars dili ve edebiyatı sahasında çalışan araştırmacılar arasında, disiplinli bir işbirliğine ve ortak çalışmalara ihtiyaç vardır. Bunun başarılması, Türk kültürüne önemli ve büyük bir birikim sağlayacağı gibi, son zamanlarda önemi daha çok hissedilen karşılaştırmalı edebiyat alanında da yeni açılımların meydana gelmesine yol açacaktır.
Türk edebiyatı ve tarihi araştırmalarında izlenecek yol, M. Fuad Köprülü’nün “Türk Edebiyatı Tarihi’nde Usuli” adlı önemli makalesinde, Agah Sırrı Levend’in Türk Edebiyatı Tarihiii ve Zeki Velidi Togan’ın Tarihte Usuliii adlı değerli eserlerinde aşağı yukarı çizilmiştir. Alfabe değişikliğinden bu yana Türkoloji alanında birbirinden değerli pek çok çalışma yapılmış olmakla birlikte, binlerce yıllık tarihî, kültürel ve edebî birikimimizin günümüze aktarılmasında henüz istenilen noktada olmadığımızı dile getirmek fazla insafsızlık olmasa gerektir.
Hiç kuşkusuz, gerek Türkoloji gerek İranoloji araştırmalarında günümüz teknoloji ve iletişim imkânlarının sağladığı kolaylıklarla birlikte, zaman zaman karşılaştığımız güçlükler de vardır. Bu alanlarda karşılaşılan bazı güçlükleri ve bunların çözüm önerilerini şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Kültürel mirasımız bütün artıları eksileri, eksiklikleri, güzellikleri ve çirkinlikleriyle bizimdir. Bu mirasa sahip çıkmakta geç kaldığımız ortadadır. Batılı doğubilimcilerin 19. yüzyıldan bu yana bizim mirasımız üzerinde yaptıkları çalışmalar, her ne kadar göze hitap etseler de Türk, İran ve Arap kültürlerinin hızla birbirlerinden uzaklaşmasına yol açmış, bu ulusları rekabetin ötesinde birbirlerine kuşkuyla bakar hale getirmiş ve adeta düşman etmiştir. Bugün, doğu kültürü hakkındaki önyargılarımızın çoğu “oryantalist” faaliyetlerin yönlendirmesinden kaynaklanmaktadır. Geçmişte bu üç büyük kültürü birbirine bağlayan nitelikler, günümüzde ayrılık ve aykırılık malzemesi olarak kullanılmaktadır. Batılıların Türkoloji araştırmalarındaki amaçlarıyla, bizim amaçlarımızın aynı olmadığını, olamayacağını daima göz önünde tutmak zorundayız. Bu yüzden Türkoloji araştırmalarının çerçevesi, Türk dünyasının ihtiyaçları ve koşulları doğrultusunda çizilmelidir. Türk dünyasının İran ve Arap dünyasıyla düşmanlığa değil dostluğa ihtiyacı vardır. Aksi takdirde var olan kopukluk daha da artacaktır.
2. Atalarımıza ait eserler, hangi dilde yazılmış olurlarsa olsunlar, ortak bir duyuşun, görüşün ve algının ürünüdürler. Bu bakımdan kimi çevrelerce Arapça ve Farsçaya duyulan düşmanca tutum yerini bilimsel yaklaşımlara bırakmadıkça, kaybeden her zamanki gibi Türk dünyası olacaktır.
3. Türkiye’de, Türkoloji alanıyla en çok işbirliği yapan, Türk dünyası hakkında Farsça yazılmış ana kaynakları bilim dünyasına kazandırmaya çalışan Fars Dili ve Edebiyatı Anabilim Dallarının eğitim ve öğretimi son birkaç yıl içinde sekteye uğratılmıştır. Ayrıca üniversitelerde Fars Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı kadroları giderek daralmakta, araştırma görevlisi sıkıntısı çekilmektedir. Bu durumun yaratacağı sorunlar uzun vadede kendisini gösterecektir. Yaklaşık yirmi kişiden oluşan bir öğretim üyesi kadrosuyla Fars dili ve edebiyatı hocalarının hem Türk dili ve edebiyatına, hem Fars dili ve edebiyatına çeşitli imkânsızlıklar içinde ne kadar hizmet edebilecekleri ortadadır.
4. Türk Dili ve Edebiyatı, Tarih, Sanat Tarihi, Felsefe gibi bölümlerle Fars Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalları arasında istenilen düzeyde öğrenci alışverişi bulunmamaktadır. Adı geçen bölümler disiplinler arası bir yaklaşım içinde öğrencilerinin Fars dili ve edebiyatı eğitimi almalarını sağlamalıdırlar. Üstelik bu durum, sadece öğrencileri değil, bu alanda çalışan tüm akademisyenleri ilgilendiren bir sorun olarak görülmelidir. Oysa yüksek lisans ve doktora düzeyine gelmiş araştırmacıların kişisel ilgileri ve çalışmaları dışında bu konuda hiçbir zorlayıcı tutum sergilenmemektedir.
5. Bilindiği gibi, Anadolu Türkçesi veya Osmanlı Türkçesi ile yazılmış eserlerin önemli bir bölümü Farsçadan Türkçeye çeviri yoluyla meydana getirilmiştir. Bu eserlerin tenkitli metin yöntemlerine uygun sağlıklı yayımlarının yapılabilmesi ve gerçek edebî değerlerinin ortaya konması için Farsça bilmek araştırmacılara büyük kazanımlar ve kolaylıklar sağlayacaktır.
6. Farsça eserler, Türk dili ve edebiyatı araştırmaları dışında, siyasî tarihimizin ve kültürümüzün de ana kaynakları arasında önemli bir yer tutmaktadır. Çeşitli dönemlerde yazılmış Farsça tarih kitapları olmadan bir Gazneli, Selçuklu, Karakoyunlu, Akkoyunlu tarihi yazmak –bu alanlardaki Türkçe kaynak sıkıntısı yüzünden- imkânsız olmasa da çok zordur. Türk coğrafyasında Farsça yazılmış mektuplar, fermanlar, münşeat mecmuları değerlendirilmeden yazılacak bir Türk diplomasi tarihi eksik kalacaktır. Farsça eserlerden, Farsça yazılmış belgelerden yararlanmadan kaleme alınacak bir Türk bilim tarihi, bir Türk sanat tarihi, bir Türk coğrafya tarihi yetersiz kalacaktır.
Tarihin ve coğrafyanın binlerce yıl önce bir araya getirdiği, bugün de yan yana yaşattığı Türklerle İranlıların, birbirlerini daha iyi anlayıp tanımalarını sağlayan Türkçe ile Farsça arasındaki köklü ilişkinin bilimsel olarak değerlendirilmesi, her iki dilde ortaya konmuş eserlerin karşılıklı işbirliği ve yardımlaşma anlayışı içinde ele alınarak bilim dünyasına sunulması bu alanlarda çalışan herkesin üstüne düşen önemli bir görevdir.
Konular
- PARS DERGİSİ
- ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ
- KLÂSİK TÜRK EDEBİYATINDA ŞEM’Ü PERVÂNELER VE LÂMİ’Î ÇELEBÎ’NİN ŞEM’Ü PERVÂNE MESNEVİSİ
- FARS EDEBİYATINDA METAFİZİK YOLCULUKLAR
- شاعران فارسی سرای وفارسینويس ارزرومی
- تعلیم وتربیت ازمنظر سعدی
- توازن موسیقايی غزلهای سعدی
- YAŞAR KEMAL’İN İNCE MEMED ROMANI İLE SADIK ÇUBEK’İN TENGSİR ADLI ROMANININ KARŞILAŞTIRMASI
- YAVUZ SULTAN SELİM’İN DÎVÂNINDA OLMAYAN FARSÇA ŞİİRLERİ
- KÜÇÜKASYA’DA İSLAMİYET (DER İSLAM IN KLEIN ASIEN)
- ERKEN DÖNEM FARSÇA MESNEVİLERDE BEZM - IYRD.
- RÛDEKÎ-Yİ SEMERKANDÎ (Ö. 329/940)
- NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN ŞEYHÜLİSLÂM FEYZULLAH EFENDİ’YE FARSÇA METHİYELERİ
- HAYRETÎ DİVANINDA GEÇEN “GAM” KELİMELERİNİN TASARIMLARI
- BÂBÂ TÂHİR-İ HEMEDÂNÎ DİVANININ MEHDÎ-İ HAMÎDÎ NÜSHASINDA GEÇEN DOBEYTÎLERİ VE TÜRKÇE TERCÜMESİ
- EŞREFOĞLU RÛMÎ’NİN GAZELLERİNDE NASİHAT VE NEFİS MUHASEBESİ
- HÂB-I HAYÂL, AYINTABLI HÜSNÜ
- شاعران فارسیسرای و فارسینويس ارزرومی*
- مسئلة »مضمون« در شعر کودکان و نوجوانان
- مأخذ اصلی تمثیل خورندگان پیلبچهدرمثنوی
- وگرايی درهنر ايران
- NEF’Î’NİN TUHFETU’L-UŞŞÂK ADLI FARSÇA KASİDESİ
- ERKEN DÖNEM FARSÇA MESNEVİLERDE BEZM - IIYRD.
- DAKİKÎ-Yİ TUSÎ (Ö. 366/976)
- ÂRİF ÇELEBİ’NİN FARSÇA KASİDESİ VE TÜRKÇE ÇEVİRİSİ
- SÂİB-İ TEBRİZÎ’NİN ŞİİRLERİNDE GEÇEN “HÂB-I BAHÂR” TAMLAMASI ÜZERİNE
- ROMEN DİLİNDE KULLANILAN FARSÇA KELİMELER
- سینمای ایران
- آداب حرب مغول درتاریخ جهانگشای جوینی
- بررسی تطبیقی ضرب المثل های ترکی سنقر با ضرب المثل های زبان فارسی