ŞEHRİYAR’IN TÜRKÇE DİVANI VE HAYDAR BABA’YA SELAM ŞİİRİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

Özet: Muhammed Hüseyin Şehriyâr, İran edebiyatında olduğu kadar Türk dünyası edebiyatlarında da tanınmış önemli şairlerden biridir. Türkçe kaleme aldığı şiirlerinden “Haydar Baba’ya Selam” adlı şiiriyle ününü sadece yaşadığı coğrafyaya değil dünyanın değişik bölgesine özellikle de Türk dünyasına duyurmuştur. Bu çalışmada Şehriyâr’ın genelde Türkçe şiirleri özelde ise “Haydar Baba’ya Selam” şiiri üzerinde durularak bu şiirde işlenen temalar değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Şehriyâr, Haydar Baba’ya Selam, Türk şiiri, Türkçe Divan


An Evaluation on Shahriar’s Turkish Diwan and His Poem “Haydar Baba’ya Salam”

Summary: Muhammad Hossein Shahriar is one of the best poets in Turkish literature as well as in Persian literature. By “Haydar Baba’ya Salam” poem written in Turkish, he became famous not only in his country but also in different countries especially in Turkish world. This article deals with Shahriar’s Turkish poems and particularly on his famous poem named “Haydar Baba’ya Salam.”

Keywords: Shahriar, Haydar Baba’ya Selam, Turkish Poem, Turkish Diwan



Sadece İran şiir dünyasının değil, Türk dünyasının özellikle de Azeri şiirinin en büyük şairi Şehriyar, kendi zamanının ileri gelen şah­siyetlerinden birisidir. Şehriyar, asıl ününü Farsça şiir söyleme sahasında yakala­mış olmasına rağmen, Türk dünyasında tanınmış olmasını sağlayan ve onu önemli kılan Türkçe şiirleri, özellikle de “Haydar Baba’ya Selam” şii­ridir. Bundan dolayı Şehriyar, bir bakıma Haydar Baba şairi olarak tanınır.
Şairin dört ciltten oluşan külliyatının dördüncü cildi, Türkçe şiirleri­nin toplandığı kitaptır. Bu ciltte toplam 74 şiir yer almaktadıri. Bu şiirler ara­sında “Haydar Baba'ya Selam” şiiri, şairin en çok yankı uyandıran şiiridir. Bunun dışında önemli olan şiirleri şunlardır:
Türk’ün Dili, Türkiye’ye Hayali Sefer, Behcetabad Hatırası, El Bül­bülü, Döğünme-Söğünme, Tersa Balası, Sehendim, Muhammed Rahim Haz­retlerine Cevablar, Süleyman Rüstem’e, İman Müşterisi, Zaman Sesi, Yâr Kasıdi, Alnımın Yazisi, Allah Va'desi, Kardaşımın Mezari, İnsansaz İnkıla­bımız, Kafkazlı Kardaşlar ile Görüş, Gözüm Aydın, Yalan Dünya, Derya Eyledim, Naz Eylemisen, Azize, Azize Can, Ancılâ, Gözüm Aydın...
Cildin sonunda “Haydar Baba’ya Selam” ve diğer şiirleriyle ilgili ge­rekli izahlar da yer almaktadır.
Şehriyar’ın Türkçe divanında göze çarpan en önemli özellik, hiç şüphesiz onun kendi halkına, adet, gelenek-göreneklerine ve en önemlisi de anadili olan Türk Diline önem vermiş olması ve bunu birçok yönüyle üstün görmüş olmasıdır. Örneğin, “Türk’ün Dili” isimli şiirinde bunu açıkça dile getirmektedir:
Türk’ün dili tek sevgili istekli dil olmaz
Özge dile gatsan bu esil dil esil olmaz.
Fars şairi çok sözleri bizlerden aparmış,
Türk’ün meseli, folkloru dünyada tektir,
“Türk Evladı, Gayret Vaktidir” isimli şiirinde de bunun gibi özellik­leri öne çıkaran tasvirlere yer verilmektedir. Şair, “Derya Eyledim” şiirinde ise Türk dilini bir çeşme olmaktan deryaya dönüştürdüğünü ve bunun bir okyanusa dönüşmesi arzusunu dile getirmektedir:
Türki bir çeşme ise men onu derya eyledim,
Bir Soyug me’rekeni mehşer-i kübra eyledim.
Ümidim var ki bu derya hele ogyanus ola,
Ona zamin bu zemine ki müheyya eyledim.
Şehriyar, diğer Türkçe şiirlerinde de buna benzer duygularını sık sık ifade etmekte ve halkının isteklerini hiç çekinmeden Türk dilinin yasaklı ol­duğu bir dönemde dile getirmektedir.

HAYDAR BABA’YA SELAM
“Haydar Baba'ya Selam” manzumesi iki bölümden oluşmaktadır. Bi­rinci bölümü, ilk defa 1331/1952 yılında Tebriz'de “Hakikat Yayınevi” ta­rafından basılmıştır. İkinci bölümü de ondan kısa bir süre sonra basılıp ya­yınlanmıştır. Birinci bölüm 76 kıtadan, ikinci bölüm ise 49 kıtadan ibarettir.
“Haydar Baba'ya Selam” şiirinin birinci kısmı Türkiye'de ilk defa 1954'te Azerbaycan dergisinde yayınlanmıştır. Derginin Eylül-Ekim 1954 ta­rihli ve 6-7 (30-31)'nci sayılarında yayımlanmağa başlanan şiir, Temmuz-Ağustos 1955 tarihli 4-5 (40-41)'inci sayılarına kadar devam ettiğini Gedikli'den öğreniyoruzii. Şiir hakkında Mehmed Emin Resulzade'nin tanıtıcı makalesi de iki sayı sürmüştür. Şiir aynı tarihlerde Türk Yurdu dergisinin Ocak-Ekim 1955 tarihli sayılarında da yayınlanmıştıriii. Bundan sonra Ahmet Ateş, “Şehriyâr ve Haydar Baba'ya Selam” adıyla bir kitap hazırlamış ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü tarafından 1964 yılında Ankara'da ba­sılmıştır. Bu kitapta Şehriyâr'ın hayatı, şiirin aslı ve Türkiye Türkçesi yanında açıklayıcı bilgiler de yer almaktadır.
Muharrem Ergin, “Haydar Baba'ya Selam” manzumesinin tümünü, bu şiire nazire olarak yazılan bir kısım şiirlerle birlikte 1971 yılında “Azeri Türkçesi” adıyla yayınlamıştır.
Şehriyâr, “Haydar Baba'ya Selam” manzumesini yazmazdan önce de İran'da ün kazanmış bir kişiliğe sahipti. Bundan dolayı da çağdaş dönemin Hafız'ı olarak bilinmektedir. Fakat annesinin de büyük arzusuyla kendi öz di­liyle şiir söylemeğe başlaması ve “Haydar Baba’ya Selam” manzumesini ka­leme alması şöhreti bir anda İran sınırlarını aşar. Türkçe konuşan halklar ara­sında tanınmasıyla şiirleri dilden dile dolaşıp şarkı ve türküler halinde sazlar eşliğinde okunur. Şehriyâr, bundan sonra da Türkçe şiirler yazdı ancak hiçbiri “Haydar Baba’ya Selam” şiiri kadar yankı uyandırmadı. Şair, bu durumu şu mısralarla ifade eder:
Bah ki Haydar Baba efsane tek olmuş bir kaf
Men küçük bir dağı ser-i menzil-i anka eyledimiv.
Gerçekten de Haydar Baba dağı bu manzumede başı göklere ulaşan efsanevi bir dağ olur. Hatta bir kısım insan bunun bir dağ değil de çok ulu bir insan olduğunu zannederv. Şehriyâr’ın Divanına bir önsöz yazan Mehdi Rüşen Zemir, şiirin duygu yüklü özelliğine değinmiş ve bu konuda; “Onu bir defa okuyup da yüz kez ağlamayan insana çok az rastlanır. Çünkü “Haydar Baba”, o kadar duygulandırıcıdır ki insanın ağlamaması mümkün değildir. Gerçekleşememiş arzulara, bir daha geri dönmesi mümkün olmayan geçmişe, yüreklere gömülmüş ve hiç kimseye söylenmemiş dert ve kederlere ve bizleri yarı yolda bırakıp giden candan aziz değerli dostların yokluğunu konu eden bu şaheseri okuyup da duygulanmamak ve ağlamamak akıl kârı değildir.”vi diye­rek düşüncelerini dile getirmiştir.
Bu eserin kaleme alındığı günlerde İran'ın o günkü rejimi, büyük bir halkın diline kilit vurmuş bu arada Azerbaycan halkının da kendi diliyle ko­nuşup yazmasını “Milli birlik ve beraberlik” adına yasaklamıştı. İşte böyle bir ölümcül sessizlik ve suskunluk esnasında Şehriyâr'ın bu manzumesi yükseldi ve bu sessizlik ve suskunluğu bozdu.
Azerbaycan ve Türk edebiyatı için Şehriyâr, her şeyden önce “Hay­dar Baba” şairidir. Bu eserin kaleme alınması, hem şairin hayatında bir dö­nüm noktası hem de Azeri Edebiyatında yeni bir merhalenin başlangıcı oldu. Halk arasında sahip olduğu bu derin ve sarsılmaz saygıyı ve sevgiyi bu şii­riyle kazandı.
Azerbaycan Edebiyatında da büyük bir canlanmanın oluşmasına, in­sanların kendi edebiyatlarına önem vermesine, kendi yurtlarına karşı daha duyarlı olmasına yol açtı.
“Haydar Baba'ya Selam” manzumesinin meydana getirmiş olduğu bu güç ve etki, aslında şairin halkçılığından kaynaklanmaktadır. Halk naza­rında bu kadar öne çıkmasının en büyük nedenlerinden biri de, onun halkıyla beraber yaşayan, halkı gibi düşünen, mahrumiyet çeken, sıkıntılar içinde ya­şayan, halkıyla birlikte kederlenen, onun yanında yer alan, onunla birlikte se­vinen, halkının dilinde olup da dudağına alamadığı arzu ve isteklerini tam bir cesaret ve yiğitlikle, eşsiz bir kararlılıkla terennüm eden bir kişiliğe sahip ol­masıdır.
“Haydar Baba'ya Selam” manzumesi bahar tasviriyle başlar:
Haydar Baba ıldırımlar şahanda
Seller sular şakgıldayup ahanda
ve gönüllerin coşkusuyla sona erer:
Haydar baba senin gönlün şad olsun
Dünya varken ağzın dolu dad olsun.
Şiirin genelinde bir hatırlatma ve hatırlanma söz konusudur. Şairin özellikle çocukluğu döneminde geçirmiş olduğu anıları her satırda gözler önünde canlanmaktadır.
Seher tezden nahırçılar gelerdi
Goyun-guzu dam-bacadan melerdi
Emmecanım körpelerin belerdi.
Tandırların gavzanırdı tüssüsü
Çöreklerin gözel iyi, issisi.
Çocukluğunda oynadıkları oyunlar bir bir gözlerinin önünde canla­nır. Köy hayatı, gelenek ve görenekleri bir bir anlatılır. Sanki bu manzaralar okuyucunun gözünün önünde canlanıyormuş gibi anlatılır. Bu manzaraların yanında köy hayatında yer eden dini motifler de gözlerimizin önünde can­lanmaktadır. Kişi ve şahsiyetlerin adları adeta tüm hayatlarını anlatırcasına zikredilmektedir.
Şair, birinci bölümde köyü ve köylüyü genellikle müsbet bir şekilde ele alır. İkinci bölümde onların çaresizlik, yoksulluk ve medeniyetin nimetle­rinden mahrumiyetlerini açık bir şekilde dile getirir. Bu konuda Ahmet Caferoğlu, Türk Kültürü Araştırmaları adlı eserde şunları söylemektedir:
“Onun bu şiirlerde ele aldığı motifler tamamıyla milli halk hayatın­dan alınmış, folkloriktir. Köyün bütün toplum hayatını inceliği ile aydınlat­mağa çalışmış, ona zarif bir eda ve tasvir gücü vermiştir. Yaşattığı köyünün tipleri ebedileştirilmiş, artık kaybolmaya yüz tutmuş hayat gereklerine Türk zevkini ve rengini vermiştirvii.”
Şair, halkının yaşamını dile getirmekle birlikte köylünün devamlı içiçe bulunduğu tabiatı da çok güzel bir şekilde nakış nakış çizer. Tabiatta olup biten olayları sesleriyle birlikte canlı bir şekilde gözler önüne serer.
Haydar Baba, ıldırımlar şahanda
Seller, sular şakgıldayup ahanda
Haydar Baba Kurugölün kazları
Gediklerin sazak çalan sazları
Ketgövşenin payızları, yazları
Haydar Baba dağın daşın seresi,
Kehlik ohur dalısında feresi
Guzuların ahı, bozı, karasi
Şiirde gam ve mutluluk, ağlama ve gülme, üzüntü ve ümit hep bir arada görülmektedir. Şair, adeta ağlarken güldüğünü de göstermektedir. Şiir, tıpkı Mevlana'nın ney'i gibi tanıdıkları hikaye edip ayrılıklardan şikayet et­mekte fakat bunun sonu hikaye ve şikayetlerle bitmemekte aksine dolaylı bir etkileşimle okuyucunun yüreğinde hiç haberi olmaksızın büyük bir muhabbet ve manevi bir huzur hissini uyandırmaktadır.
Şiir ve sanatın cansızı canlandırdığı, ünsüzü ünlü hale getirdiği, ölüyü ölümsüzleştirdiği bu şiirden de açıkça ortaya çıkmaktadır. Gerçekten de şiir ve sanatın bunların kaynağı olduğu şüphesizdir.
Her Azerbaycanlının evinde “Haydar Baba'ya Selam” manzumesinin Kur'an-ı Kerim ve Hafız'ın divanının kenarında yer aldığı bir gerçektir. Halk, vaktinin en değerli bölümünü bu eserleri okumakla geçirmektedirviii.
Bu manzume, Türk gelenek ve göreneklerini en iyi şekilde gösteren folklorik bir eserdir. Hece vezniyle yazılmış ve değişik toplumsal konular hakkında bilgiler sunan ve adeta Türk insanının her tarafta benzer özellikler taşıdığının örneğidir. Köy hayatını, gelenek ve göreneklerini tümüyle içinde toplamıştır.
“Haydar Baba'ya Selam” manzumesi iki ayrı bölümden oluşmuş ikinci bölüm gerçekte birinci bölümün bir uzantısı ve tamamlayıcısıdır. Her iki bölüm de ortam, mekan ve konu itibariyle aynı kaynaktan beslenir. İki bölüm arasında eğer varsa tek fark, birinci bölümün uzaktan gelen bir selam ve mesajı ve ayrılığın getirmiş olduğu acı hatıraları içermiş olması, ikinci bölümün ise yakından yapılan bir gönül yakınması, Haydar Baba ile şair ev­ladı arasında geçen konuşma, bir takım soru ve cevabı kapsıyor olmasıdır. Şiirin ikinci bölümünde, “Gözden ırak olan gönülden de ırak olur.” atasözü gereğince unutulmuş olan hatıraların yeniden gün yüzüne çıkması işlenmek­tedir.
Şehriyâr, birinci bölümde sevdiği dağdan sesinin yankısının yayıl­masını, dünyada ve ufuklarda büyük bir ses yapmasını istemiş,
Men senin tek dağa saldım nefesi
Sen de geyter göylere sal bu nefesi
Haydar Baba da şairin bu isteğine icabet ediyor ve evladının “Hay­dar Baba” feryadını herkesin diline yerleştiriyor.
Gör hardan men sene saldım nefesi
Dedim geyter sal aleme bu sesi
Sen de yahşi simurğ etdin megesi
Sanki kanat verdin yele, nesime
Her tarafdan ses verdiler sesime.
Burada şu noktayı da unutmamak gerekir ki Şehriyâr, bu manzu­meyi kaleme almakla meşhur olmamış aksine Haydar Baba dağı ve çevresi tanınmaya başlanmıştır. Dolayısıyla Şehriyâr, Haydar Baba'ya değil; Haydar Baba Şehriyâr'a borçludur. Nitekim şair “Derya Eyledim” isimli şiirinde bunu şu şekilde ifade eder:
Bah ki Haydar Baba efsane tek olmuş bir kaf
Men küçik bir daği ser-i menzil-i anka eyledimix.
“Haydar Baba’ya Selam” manzumesinde anlatım biçimi çok sade ve açıktır.
“Haydar Baba’ya Selam” manzumesi içerik ve konu itibariyle taşı­dığı değerler şu şekilde özetlenebilir:
1. Zevkli ve çekici köy yaşamının mücessemleştirilmesi ve birkaç yıl içerisinde unutulması söz konusu olan “folklorik” unsur, anlam ve temala­rın büyük bir kısmının tesbiti.
2. Bu manzumenin tümünde gam ve mutluluk, ağlama ve gülme, üzüntü ile ümit hep bir arada kullanılmıştır. Şairin bu sözleri bir çalgı misali dinleyicinin veya okuyucunun kulağına üzüntüyle ümidi, “ağlarken güldüğü” bir halde can yakıcı bir sesle hayatın itibarsızlığından yakınmakta, dünyanın ve onun içindekilerin iyilik ve kötülükleriyle bir efsaneden ibaret olduğunu ve bugün başkalarının efsanelerini anlatan bizlerin de bir gün bu efsaneler zincirine dâhil olacağımızı bunun için de şer ve kötü efsanelerle anılmaktansa hayır ve iyilik efsanesiyle anılmanın daha iyi olduğu görüşünü haykırmakta­dır.
Şehriyâr'ın yaptığı tasvirlere göre hayat, tıpkı bir su kanalında akan su misalidir. Dünyadan göçüp gidenlerin ve ömrün akışının bir tasviridir.
3. Şehriyâr'ın “Haydar Baba’ya Selam” manzumesi de tıpkı Mevla­na'nın “İnleyen Ney”inin sesi gibi tanıdıkları ve dostları hikaye etme ve ayrı­lıklardan şikayetten başka bir şey değildir. Fakat bunun sonuç ve neticesi hi­kaye ve şikayetlerle sona ermez. Aksine dolaylı bir etkileşim yoluyla okuyucunun yüreğinde hiç haberi olmaksızın muhabbet, sevgi, sefa, ruhi bir marifet ve maneviyat hissini uyandırır. Gönlün manzarasını renksizlik ren­giyle ve güzellik duygusuyla süsler.
4. Şehriyâr, bu şiirinde şaşırtıcı bir güç ve kudretle “Asla iki kez görmeyeceğin şeye tap.” sözünü tefsir ediyor. “Haydar Baba’ya Selam” man­zumesi baştan başa bu sözün bir tefsiri gibidir.
“Haydar Baba’ya Selam” manzumesinin ilk bölümünde şair, uzak düşmüş evlat ünvanıyla Haydar Baba’ya bir selam gönderiyor ve bu iyi bahtlı dağı çocukluk günlerinin acı-tatlı anı ve hatıralarının bir “sembol”u olarak görmekte ve tıpkı usta bir nakkaş gibi maharetli bir şekilde büyük bir incelik, zerafet, letafet ve hasretle bu anı ve hatıraları süsleyip resmetmektedir.
İkinci bölümde ise, Haydar Baba'nın meşhur evladı, uzun yıllar ayrı kaldıktan sonra gözlerini güzel tabiatına açtığı topraklara geri döner. Ancak bu defa şevk dolu gözyaşlarını gam gözyaşlarıyla karıştırır ve rengarenk ço­cukluk perdesinin görüntüsünü Haydar Baba'nın eteklerinde arar. Fakat hü­zünden başka bir şey bulamaz. “Haydar Baba”nın şair çocuğu, doğduğu top­raklara döndüğünde gözlerinde o “gençlik” gözlükleri olmadığından kaybet­miş olduğu cennetini bulamaz ve çocukluğunda gördüklerini yaşadıklarını yeniden görüp yaşayamaz. Bunun için de dönmeğe ve gönlünü eski hatıra­larla hoş tutmaya mecbur olur. İkinci bölümde dile getirdiği konular da bu üzüntüden olsa gerek. Ayrıca bu bölüm, şairin bir hasret edebiyatı şairi ol­duğu da ortaya çıkar.
Haydar Baba'ya Selam manzumesi adeta hayatın tümünü gözler önüne seren bir ayna gibidir ve burada görülen şey daha çok ağlamadır. Gül­meye daha az rastlanır. Bu gülme de aslında ağlamayla karışık bir gülmedir. Bu da şairin hayatının hep hüzünlü geçtiğini gösterir:
Deyne menim şair oğlum Şehriyâr
Bir ömürdür ğem üstüne ğem kalar
Bu manzumede kullanılmış olan bir takım tabir, kinaye, teşbih ve istiareler vardır ki sahip oldukları bu letafet ve zarafeti olduğu gibi bir başka dile tercüme etmek asla mümkün değildir. Örneğin;
Koy kuzular ayın-şayın otlasın.
mısraındaki “ayın-şayın” ıstılahını bir başka dile aynı zarafet ve letafetle ter­cüme etmek mümkün olabilir mi? Haydar Baba'da bunun gibi örneklere sık sık rastlamamız mümkündür.
Şair, geçmiş günlerin anısına bazen öyle bir dalar ki taş yürekleri bile eritir:
Kaş kayıdup bir de uşah olaydım
Bir gül açıp ondan sora solaydım
Ah üzümi o ezdiren günlerim
Ağaç minup at gezdiren günlerim.
Şiiri bir defa dahi okuyan bir kişi rahatlıkla büyük bir kısmını zih­ninde canlandırır ve onu asla unutamaz. Yukarıdaki örnek bunu çok güzel bir şekilde göstermektedir. Çünkü herkesin çocukluğunda oynadığı bir oyunu gözler önüne sermektedir. Yine herkesin zihninde kalabilecek şu kısımda ol­duğu gibi:
Haydar Baba nene kızın gözleri
Rehşende'nin şirin şirin sözleri
Türki dedim ohusunlar özleri
Bilsinler ki adam gider ad kalar
Yahşi pisden ağızda bir dad kalar.
“Haydar Baba’ya Selam” Manzumesine Yapılan Nazireler:
Haydar Baba'ya Selam yayınlandıktan çok kısa bir süre sonra büyük bir yankı bulur ve yankısı Türkçe konuşan halklar arasında bir anda yayılır. Özellikle İran'da Türk Dilinin yasaklanması halkın diline duyduğu özlemi gi­dermede bu gibi şiirlerin etkisi çok olmuştur. Halkın kendi diline karşı hassa­siyetle eğilmesi yolunda ilk adımı Şehriyâr atmıştır. Bundan sonra da Türkçe şiir söyleyen şairler, ondan cesaret alarak şiirine nazire yazmışlardır.
Şiir yayınlanır yayınlanmaz yankılar duyulmağa başladı. İran Azer­baycan'ında Mehmed Hüseyin Sahhaf Cennetimekan Tebrizî, Cabbar Bağçeban, Nusretullah Fethî, İnayetullah Eminpur, Ali Tebrizî, Bulut Karaçorlu Sehend, Muhammed Ali Saibî gibi şairler, nazire yazmağa başla­dılar.
Kuzey Azerbaycan'da ise hemen hemen her şairin Şehriyâr ve Hay­dar Baba'ya Selam ile ilgili bir şiiri vardır. Bunlar arasında en ünlüleri ve ta­nınmışları Mehmed Rahim, Süleyman Rüstem, Mir Ebu'l-Fazl Hüseynî (Has­ret), Mehmed Aslan gibi şairlerdir ki bunların Şehriyâr ile ilgili şiir ve anıları çoktur. Bunlar dışında Hekime Billüri, Medine Gülgün, Bahtiyar Vahapzade, Refik Zeka Handan, Halil Rıza, Cafer İftihar, Abbas Ali Kerimoğlu, Hayrullah Kerimoğlu gibi şairleri de görebilirizx.
Şiir Türkiye'de de kısa bir süre içinde yankı bulmuş ve şairler buna nazire yapmışlardır. Türkiye'de Şehriyâr ve Haydar Baba'ya Selam'a yapılan nazireleri Osman F. Sertkaya toplayıp üç mekale halinde Türk Kültürü ve Azerbaycan Türkleri adlı eserde yayınlamıştırxi.
“Haydar Baba’ya Selam” manzumesine nazire şeklinde şiir yazan şairler arasında Cenani Dökmeci'nin “Bizim Dilden Bizim Köy” adlı 79 dörtlüklü şiiri, Hayrettin Tokdemir'in “Kocabey” isimli 108 beşlikli şiiri, Zeynelabidin Makas'ın “Hoş Hatıralar” başlıklı 47 beşlik ve üç dörtlüğü, Fahri Unan'ın “Çiçekli'ye Selam” adlı 72 beşli manzumeleri zikredilmeğe de­ğer şiirlerdirxii. Bunlar dışında Şehriyâr'a şiir ve nazire yazan şairlerimiz ara­sında Vecdi Kankılıç, Aydil Erol, Ali Korkut Akbaş, Hüseyin Perviz Hatemi, Servet Gürcanhan, Tuncer Güzelsoy, Nihat Yücel, Mustafa Kayabek, Emin Güzelsoy gibi şairler de sayılabilirxiii.
Şehriyâr'ın bu manzumesi Irak'taki Türkler arasında da yankı bul­muş ve ona nazireler yazılmıştır. Abdullatif Benderoğlu (Gurgur Baba), Dr. Sabah Abdullah Kerküklü (Gözlü Baba), Salahattin Nacioğlu (Ğulam Ba­ba'ya Selam), Hüseyin Ali Mübarek (Tuzhurmatu), Mehmet Mehdi Bayatoğlu (İkinci Kaytez Baba) gibileri “Haydar Baba’ya Selam” manzume­sine güzel nazireler kaleme almışlardırxiv.
“Haydar Baba’ya Selam” manzumesi başta Farsça olmak üzere İtal­yanca, Rusça, Gürcüce, Bulgarca, gibi dillere tercüme edilmiştir. Fakat ne yazık ki bazen kasıtlı bazen de tecrübesizce yanlışlıklar yapılmıştır. Bu ko­nuda Asğar Ferdi ve Hüseyin Ferdî'nin Keyhân-i Hevayi dergisinde yaptıkları açıklamalar ve ele aldıkları yanlışlıklar bize onun tercümelerinin kasıtlı ola­rak değiştirildiğini açıkça göstermektedirxv.
Manzumenin Farsça’ya tercüme edilmiş birçok nüshası mevcuttur. Şehriyâr bunlardan iki çeviriyi derleyerek divanına almıştır.
Şair, kendisine yazılan nazirelerin çoğuna cevap vermiş ve bunların adını kendi şiirlerinde dile getirmiştir. Nitekim şiirlerin birçoğunda bu isim­lere rastlamamız mümkündür.
Şehriyâr, böylece gerek İran’da gerek Azerbaycan’da ve gerekse Türkiye’de Türkçe bir edebiyatın oluşmasına büyük bir katkıda bulunmuştur. Nitekim Şair, bu konuda şöyle demektedir:
Türki bir çeşme ise men oni derya eyledim
Bir Soyuk ma'rekeni mehşer-i kübra eyledim
Ne tek İran'da menim velvele salmış kalemim
Bah ki Türkiye’de, Kafkaz’da ne kavga eyledim
Türki vallah, analar ohşaği, laylay dilidir
Derdimi men bu deva ile müdava eyledim.xvi
Şair, bu şiirinde Türkçenin geleceğine olan güvenini çok açık bir şe­kilde ortaya koymaktadır.
“Haydar Baba’ya Selam” Manzumesinin Geniş Yankı Bulması­nın Nedeni
Haydar Baba dağını bu kadar meşhur kılan şey, hiç şüphe yok ki Şehriyâr’dır. Eğer Şehriyâr olmasaydı Haydar Baba’yı kimse tanıyamaya­caktı. Bundan dolayı da “Haydar Baba şiiri Haydar Baba dağından daha yük­sektir.” dersek abartmış olmayız. Aksi takdirde eğer bu şiir olmasaydı ruhsuz bir avuç taş ve topraktan başka bir şey olmayacaktı. Evet Leyla, Mecnun’un gözünde ne derece ulu bir hale gelmişse Haydar Baba Dağı da Şehriyâr’ın gö­zünde öyle ulu bir hale gelmiştir ki bu kadar ünlü bir dağ halini almıştır. Zira sanatçının işi, seçmek ve süslemektir, sahip olduğu ruhla cansız tabiata bir şeyler bağışlayıp onu canlandırmaktır. Şair de bunu en güzel bir şekilde yap­mıştır.
Kimi şairler vardır ki kaleme aldıkları şiir veya konularla ölümsüz­leşmişlerdir. Kimi şairler de ele aldıkları konularla hem kendileri ölümsüz­leşmiş hem de ele aldıkları konular ölümsüz bir hale gelmiştir. İşte Şehriyâr da bu tür şairler arsındadır. Örneğin Mehmet Akif dendi mi akla ilk gelen İs­tiklal marşı veya Çanakkale şehitleri adlı şiirleridir. Veya Necip Fazıl dendiği zaman akla hemen “Kaldırımlar” veya “Sakarya” şiirleri, Fuzuli dendiği za­man “Su kasidesi” akla gelmektedir. Veya bunu tersinden söylememiz de mümkündür. Biri zikredilince akla hemen diğeri gelir. Birbirleriyle özdeş bir hale gelmişlerdir. İşte Şehriyâr ile Haydar Baba şiiri de böyledir. Hatta Şehriyâr ve Haydar baba’sı bunları da aşarak kısa süre içinde bütün Türkçe konuşan halklar arasında büyük bir yankı bulmuş ve zihinlerde büyük bir yer edinmiştir.
Elbette bunun bu kadar yankı bulması ve zihinlerde yer edinmesinin birçok sebebi vardır. Türkçe’nin İran’da yasaklanmış olması buna önemli bir sebep teşkil etmektedir. Sokakta bile Türkçe konuşmak yasaktı. Bu durum İran İslam Devriminin olduğu ana dek sürer. İşte böyle yasaklı bir dönemde bu şiir kaleme alınır ve Türk halkı arasında bir anda yayılmaya başlar. Halkın Türkçeye olan susamışlığını da böylece gidermiş olur.
Bu şiirin büyük bir kesim tarafından benimsenmesinin bir diğer özelliği de içinde köy hayatının, gelenek ve göreneklerinin yer alıyor olması­dır.
Bir diğer özellik de şiirin halk diliyle söylenmesi ve folklorik un­surları taşıyor olmasıdır.
Kısacası şiir, halkın kültüründen, adet, gelenek göreneklerinden ve yaşam tarzlarından örnekler sunduğu için dilden dile dolaşıp ezberlenmiştir.
--------------------------------
KAYNAKLAR:
ATEŞ, Ahmet, Şehriyâr ve Haydar Baba’ya Selam, Türk Kültürünü Araş­tırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1964.
ERGİN, Muharrem, Azeri Türkçesi, Ebru Yayınları, 3. bs., İstanbul 1986.
GEDİKLİ, Yusuf, Şehriyâr ve Bütün Türkçe Şiirleri, Ötüken Neşriyat, 3.bs., İstanbul 1997.
KILIÇ, Selahattin - ŞİMŞEK İlhan, Haydar Baba’ya Selam, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1993.
MUHAMMEDZADE, Hamîd, Külliyât-ı Eş'âr-ı Türkî-yi Şehriyâr, İntişarât-ı Zerrin ve İntişarât-ı Nigâh, 8. bs., Tahran hş.1373.
NIKENDIŞ, Buyuk, Hatırat-ı Şehriyâr Bâ Digerân, Neşr-i Süheyl, 1.bs., hş. 1370.
SERVETİYAN, Behrûz, Selam Ber Haydar Baba, İntişârât-ı Suruş, Tahran hş.1374.
ŞEHRİYÂR, Seyyid Muhammed Hüseyin, Divan-ı Şehriyâr, (3 cilt), İntişarât-ı Zerrîn - İntişarât-ı Nigâh, 16. bs., Tahran hş. 1374.
ŞEHRİYÂR, Seyyid Muhammed Hüseyin, Divan-ı Şehriyâr (Türkçe) Hay­dar Baba’ya Selam ekiyle, İntişarât-ı Zerrîn - İntişarat-ı Nigâh, Prof. Dr. Hamid Muhammedzade’nin açıklamalarıyla, 8. bs., Tahran hş.1373.
TOKATLI, Ümit, Irak Türklerinin "Haydar Baba’ya Selam"a Yazdıkları Bazı Nazirelerden Örnekler", Tuncer Gülensoy Armağanı, Yayına Haz.: Ahmet BURAN, Bizim Gençlik Yayınları, Kayseri (Tarihsiz).

Konular