MEVLÂNÂ"NIN BAKIŞIYLA DİL VE ANLAŞMA

Aynı dili konuşmak, göze ve gönle zindeliktir. Dillerin çözülmesi, yüzlerin tebessümü ve yaşayışta canlılık, aynı dili konuşmanın doğal sonucudur. Gönüllerin haberleşmesine, yolların buluşmasına aracıdır dil. Dil topluluklar oluşturur, medeniyetlere yol açar. Aracıyken, toplayıcı olur. Aynı dile sahip olmak, bu sonucu doğurur.
Dildaşından ayrılan kişi, yüzlerce nağmesi de bulunsa dilsiz olur.
Gül gidince ve gül bahçesi solunca, artık bülbülün macerasını dinleye­mezsin (Mesnevî, 1/28-29).
Türk dilinin zenginliğinden, anlam derinliğinden ve konuşulduğu coğrafyanın büyüklüğünden uzunca söz etmek elbette mümkündür. Asırlar boyu bu dilde yazılmış olan metinlerin miktarını tespit ve değerlendirmekten şu anda aciz olduğumuz açıktır. Ancak bu gerçeklere rağmen Türk dili üzerinde yapılan tartışmalar, hatta çekişmeler son zamanlarda küçülen, daralan ve korunması gereken bir Türkçeyi konu edinmektedir. Tartışmanın vardığı bu nokta kabul edilebilir değildir. İyi niyetli okuyucu, konuşmacı, yazar ve şair, bir dilin güçlü koruyucuları, daha doğrusu sahipleridir. Koruyucu tanımlaması dahi bir zafiyetin göstergesi sayılabilir. Böyle bir yorum, bu türdeki bir düşünce bile ürkütücüdür.
Aynı dili kullanmak, akrabalık ve bağlılıktır. İnsan, yakın olmayanlarla bir arada tutsak gibidir (1/1206).
Aynı dili kullanmak, kaçınılmaz bir beraberliğin ifadesidir. Akrabalık ve bağlılıktaki zorunluluğu vurgulamaktadır. Bu zorunluluk sevimsiz bir anlam çağrıştırmıyor, bir gerçeği anlatıyor. Anlaşmanın en uygun aracına sahip olanların işinin kolaylığına işaret ediyor. Kolayı zorlaştırmak, değerliyi ucuza vermek vasıfsız kişilerin işidir. Gerçekte kerem sahipleriyle işler zor değildir (I/221).
Ne yazık ki bu acı sahne, yani dillilerin dilsiz olması, gülen yüzlerin solması ve meclisin dağılması günümüzde yaşanmaktadır. Ortak dil, kimi zaman anlaşmazlığın dile getirilmesine yardımcı olmakta, böylece yakınlık sebebi ayrılığa aracı kılınmaktadır. İmkânların azalması, sevginin yerine nefretin geçmesi ve dostluğun düşmanlığa dönüşmesi, birinci anlaşma aracı olan dilin işlevini kullanamayanların ayıbıdır.
Nice aynı dili konuşan Hindu ve Türk vardır, nice yabancılar gibi iki Türk vardır (1/1207).
Bu üzücü noktada yine de şaşırtıcı fırsatlar ve ilave açılımlar vardır insanın önünde. Çözüm aramak ve yeni imkânlar oluşturmak gerekir; elbette birinci kolay yol olan aynı dili konuşma imkânı göz ardı edilmeksizin. Çözümlerde çeşitlilik, iyi niyetlilerin yoludur. Hatta sorunları, çözmeden çözülmüş gibi tutabilmek yolu da bulunmalıdır.
Yukarıdaki beytin bir açıdan hüzün ve sorgulama içerdiğini söylemek mümkündür. Dilliler dilsiz olurken, dilsizler nasıl yakınlaşmaktadır? Dilsizler anlaşırken, dilliler nasıl uzak durabilmektedir?
Acı gerçeklerle yüzleşenler, birliğe ve yakınlığa götüren yolların sayısını artırmışlardır. Çünkü Allah, ümitsizliğin boynunu vurmuştur (I/3836). Bir başka deyişle Yiğit attan düşer, yine atlanır. Yiğit her cefaya katlanır.
İnsanlar arasındaki anlaşmazlık, kabul edilebilir değildir. Dille sağlanamayan, gönülle gerçekleşmelidir. Sözcükleri aşan, gönülleri konuşturan ilave bir ortak dil oluşmuştur iyi niyetliler arasında. Yakınların uyuşmazlığı, yeni sözcükler ve etkileyici anlamlar kazandırmıştır insanlığa: gönül kulağı, gönül gözü, gönül dili…
Öyleyse yakınlık dili bizatihi başkadır. Gönüldaşlık, dildaşlıktan daha iyidir (1/1208).
Mevlânâ"nın bu beytinden de dilin yakınlaşma ve anlaşma aracı olamadığı hâllerde sorunun gönülde ve niyette aranması gerektiğini anlayabiliriz. Bu duruş o kadar önemli ve sonuç verecidir ki dilin ve kelimelerin görevini dahi yapar. İmkânlarını kullanamayanlar üzülmeli, yeni yollar açanlar sevinmelidir.
Gönülden konuşmasız, imasız ve kayıtsız yüz binlerce tercüman yükselir (1/1209).
Anlaşmanın ve sevebilmenin kolay yolunu anlatan bir halk deyişi şöyledir:
Baktı bana baktım ona bakıştık
Güldü bana güldüm ona gülüştük
Sevdi beni sevdim onu seviştik
Anlaşmaya istekli olan için dil büyük bir imkân ve kolaylıktır. İsteklinin yolu daim açıktır.
İster ağır, ister acele olsun arayan bulur.
Sen sürekli olarak her iki elinle isteğe tutun; zira yolda istek, iyi rehber­dir (3/978-979)
İlk imkânı kullanamamak üzüntü verici olsa da, ikinci ve sonraki yolları oluşturamamak kahredici olmalı. Yol bulabilmenin yolları aranmalıdır. Saklı değildir, kayıtlıdır bütün bunlar:
Baba, aklı dünyayı ölçse de küçük çocuğu için ti ti der.
“Elif harfinde bir şey yok” dese de üstadın fazileti, yüceliğinden azalmaz.
O ağzı bağlıya öğretmek için kendi dilinin dışına çıkması gerekir.
Senden ilim ve fen öğrenmesi için onun diline girmek gerekir (2/3301-3304).
Çocukla işim gücüm olunca, yine çocukların dilini kullanmam gerekir:
“Mektebe git, sana kuş alayım yahut muz, ceviz ve fıstık getireyim (4/2576-2577)”
İsteği aynı, dili farklı kişileri buluşturmak; hepsini dileğine kavuşturmak mümkündür. İyi niyetliler, ilgililer, yetkililer ve bilgeler bunun için vardır. Sözcüklerin farklılığına karşın anlamların ve isteklerin buluştuğunu bilenlere yer açılmalıdır.
Bir sır sahibi, yüz dilli bir aziz kişi bulunsaydı onları barıştırırdı (2/3673).
Samimi istek ve arayışlar bunu gerçekleştirir. Çözüm gerçekte ihtiyaç sahibinde gizlidir.
Dinleyici susuz ve istekli olursa, öğüt veren ölü de olsa söyleyici olur.
Dinleyici canlı ve diri olursa, dilsiz söz söylemekte yüz dilli olur (1/2379-2380).
İstekli için çözüm vardır, er ya da geç. Gerçekte sonucun adıdır dilek. Dilek varsa, ümit vardır, vuslat vardır.
Ey şerefli kişi! Küçük veya zayıf olduğuna bakma; kendi gayretine bak.
Ey dudağı kuru! Bulunduğun her durumda iste; daima su ara.
Duru dudağın, sonunda kaynağa ulaşacağına şahitlik ediyor.
Dudak kuruluğu, sudan gelen “Bu ıstırap seni kesinlikle bize ulaştıracak” haberidir.
Bu isteklilik mübarek bir harekettir; Hak yolunda bu talep engelleri yok edicidir.
Bu istek senin istediklerinin anahtarıdır; bu istek senin ordundur ve san­caklarının zaferidir (3/1437-1442).
Sonuç olarak dilin kişiler ve toplum için öneminden söz etmek yersizdir. Açık gerçeklerin sürekli hatırlatılması, ileri aşamalara geçmeyi engelliyebilmektedir. Sözcükten anlama, anlamdan anlaşmaya uzanmak insana yakışan bir kararlılıktır. Mevlânâ"nın yol ve yön olarak sunduğu cinsiyet farklılığından insan oluşa, insanlıktan ilahî özelliklere ulaşma arzusu gibi bir yükselişi temsil eder dile, anlama ve anlaşmaya sarılmak.

Konular