SA’DÎ-Yİ ŞÎRÂZÎ’NİN İDARECİLERE BAKIŞI VE MEDHİYEYE GETİRDİĞİ YENİ BOYUT
Sa’dî-yi Şîrâzî, İran edebiyatı tarihinin en büyük şairlerinden biri ve bir ahlak öğretmeni olarak tanınmıştır. VII/ XIII. yüzyılda yaşamış olan bu büyük şahsiyet, Moğol istilası döneminde İslam coğrafyasının büyük bir bölümünün içerisinde bulunduğu sıkıntıları, kederleri, halkın yaşamakta olduğu çok zor şartları bizzat müşahede etmişti. [1]
Böyle sıkıntılarla dolu bir dönemde dünyaya gelen Sa’dî, Bağdat Nizamiye medreselerinde öğrenimini tamamladı. Ancak diğer arkadaşları gibi icazet alır almaz hemen memleketine dönmedi. O, asıl ders kitabının, dünyada sürekli cereyan halinde bulunan, canlı olarak yalanan hadiseler olduğunu, kendisi bu kitabı henüz okuma imkanı bulamadığı için alması gereken daha nice dersler bulunduğunu, dolayısıyla da eğitim dönemini tamamlamamış olduğunu düşünüyordu, Bu yüzden asıl öğrenimine başlamak amacıyla büyük bir işe girişti. Hayatında Kimsenin cesaret edemeyeceği bir dönemi, anarşinin, kargaşanın hüküm sürdüğü bölgelerde ömrünün önemli bir bölümünü içerisine alacak, sınırları oldukça geniş bir seyahat devresini başlattı. Gezmeye ve görmeğe olan şiddetli arzusu, onu çok uzak bölgelere, rengi dili, ırkı, dini sosyal yaşantısı birbirinden tamamen farklı insanlar arasına çekti götürdü. Eserlerinden ve kendisi hakkında yazılanlardan anlaşıldığına göre, emniyet ve ulaşım probleminin yoğun olarak yaşandığı o klasik çağda başta Iran olmak üzere Irak, Hicaz, Suriye, Lübnan, Anadolu, Orta Asya ve daha başka bölgeleri gezip gördü. Siyah, san, beyaz… her ırtkan; hristiyan, yahudi, müslüman, mecusi… her dinden insanlarla görüştü, konuştu, kısa ya da uzun süreli birliktelikler yaşadı. Kendi ifadesiyle dünya dershanesinde hayat dersini ve tecrübe eğitimini aldı. [2]
Sa’dî, böylelikle tecrübe alanındaki eğitimini de tamamlamış oluyordu. Uzun yıllar süren bu seyahatlerinde gördüklerini, duyduklarını, bizzat yaşadıklarını bir araya topladı ve kendisinden sonra gelecek olanlara çok değerli, İbret, öğüt ve hayat tecrübesi dolu veciz eserler bıraktı. Kalp gözlerini açarak gezmiş olan Sa’di, bu yüzden olayları değişik bir açıdan izleme imkanı bulmuştu. Her zerrenin hakikati gösteren bir ayna, her yaprağın marifet kitabının bir sayfası olduğunu gözlemledi. Yine aynı gözle bizzat içerisinde yaşadığı toplumu, o toplumu oluşturan bireyleri, yönetenleri ve yönetilenleri dikkat ve ibret dolu bakışlarla inceledi. Çıkardığı sonuçlan, çok değerli tecrübeleriyle harmanlayarak kendisinden sonra gelecek olanlara, kuracaklarını umduğu barış ve huzur toplumlarının oluşmasında belki faydalı olur amacıyla armağan etti. [3]
“Bütün bu bahçeleri gezip de, dostlara bir hediye götürmezsem yazık olur“. [4]
Sa’dî, halka öğüt veren ve kötülüklerin etkisinden kurtulamayıp da kendisi söylediklerinin tersini yapan nasihatçiler gibi değildi. Kendisi yaşamadıkça başkalarına vereceği nasihatlerin bir faydası olamayacağına inanırdı. Her kesimden insanlarla görüşüp konuşan Sa’dî, farklı tabakalar, yapılar ve mizaçlardaki insan psikolojilerine vakıf olduğu için her sınıfın anlayacağı dille konuşurdu. [5]
Sa’dî’nin oluşmasını şiddetle arzuladığı ve bütün çabasını bu yolda sarf ettiği mutluluk dolu dünya düzeni, diğer bir ifadeyle “Medîne-i Fâzılâ”sı, adalet ve hak temelleri üzerine yükselmektedir. Bu yüzden eserlerinde hep bu dünyanın hayallerini kurar, bu dünyayı uzun uzun tasvir eder. Onun sevdiği ve övdüğü idareciler, yüce yaratıcının dergahına, gösteriş karıştırmadan samimiyetle yüz süren, gündüzünü halka himmetlerle, gecelerini de Rabbına yönelip ona karşı görevlerini yerine getirmeye çalışarak geçiren büyük şahsiyetlerdir. Çünkü o, yaratıcıyı tanımayan, onun çizdiği sınırları gözetmeyen sultanların iyi birer idareci olamayacakları ve saltanatlarının da uzun sürmeyeceği inancım taşımaktadır. Bu bağlamda külliyâtının hemen her bölümüne serpiştirdiği veciz cümleleriyle, özellikle Bostan adlı ünlü eserinin ilk bölümünü padişahlara ayırmasıyla bu konunun son derece Önemli olduğunu vurgulamaktadır. [6]
Yaşadığı dönemde hüküm süren emirler ve sultanları, yumuşak bir tarz ve tatlı bir dil ile daha önce yaşamış olan kralların, idarecilerin hayatlarından Örnekler de vererek adaletli ve insaflı olmaya, insan haklarına Önem vermeğe çağırıyor, sözlerinden birilerinin rahatsı/ olabileceğini, belki de sonunda cezalandırılacağım bile hiç önemsemeden muhatabına İkazlarını ve eleştirilerini açık ve sade bir dille yöneltiyordu?. [7]
“Sen yüce yaratıcının emrinden çıkma ki,
halk da senin emirlerini dinlesin” [8]
“Yoksulların durumunu gözet. Onların
gönlünü al. Hep kendi rahatına takılıp kalma.
Sadece kendi rahatını düşünürsen, senin
ülkende hiç kimse rahat ve huzur yüzü göremez “[9]
“Sakın adaletten ve doğruluktan ayrılma. Yoksa halkın seni dinlemez“! [10]
“Yönettiği halka adaletle ve insafla muamele eden padişahtan daha mutlu kim olabilir?[11]
Sa’dî, devletin devamım, ilerlemesini, yöneticilerin halk ile her konuda sıkı ilişkiler içerisinde olmalarına, idareleri altında bulunan insanlar arasında hiç bir fark gözetmeksizin onlara adalet insaf ve şefkat ölçülerini esas alarak muamelede bulunmalarına, yapacakları her icraatta halkın faydasını gözetmelerine bağlamaktadır. Halkı yönetecek makamlara, nefislerinin ve kötü arzularının esiri olan kişilerin değil, her nerede bulunursa bulunsun, her an yaratıcının gözetimi altında bulunduğunun bilincinde olan iyi ahlaklı şahsiyetleri getirmek gerektiğini vurgulamaktadır:
“Halkın basına yönetici olarak Allah’tan korkanları tayin et. Çünkü senin ülkeni onarıp geliştirecek olanlar, Allah korkusu taşıyan kişilerdir” [12]
“Sultan, bir ağaç gibidir. Halk ise o ağacın kökleridir. Ey oğul, ağaç köklerinden, güç alır.” [13]
“Ülkesinde yaşayan insanları inciten sultan asayiş ve Huzuru ancak rüyasında görebilir” [14]
“Gönlünün rahat ve huzur ile dolmasını istiyorsan, dertlileri çaresizlikten kurtar“[15]
“Allah, seni yöneticilik sıfatıyla onurlandırdı ve sana özel bir makam verdi. Sen adalet ve doğrulukla öyle davran ki, bir gün padişahlık elinden gittiğinde de aynı saygıyı görebilesin, aynı değerini yine de koruyabilesin.[16]
Daha sonraki dönemlerde gittikçe yükselen bir ivme kazanan medhiye türünü, îran’lı şairlerin önemli bir bölümü, özel münasebetler dolayısıyla şiirlerini padişahlar, emirler ve ileri gelen şahsiyetlerin Övgüsünde yoğun bir şekilde kullanmaya başladılar. Resmi günlerde, bayramlarda, milli ve dini törenlerde ve zafer kutlamalarında övgü dolu kasidelerini, memduhları-nın hu/urunda okuma geleneğini oluşturdular. [17]
Şairler, memduhlarınm büyüklüğünü, gücünü ve kendisinde bulunsun ya da bulunmasın çeşitli özelliklerini abartarak, istiareler ve çeşitli sanatlarla da süsleyerek dile getiriyor ve bununla hem övdükleri şahsiyetler için yeni dostlar kazandırmayı hem de aynı zamanda düşmanlarının gözünü korkutmayı amaçlıyorlardı. Şairlerin bu tutumu, sonuçta hakkında medhiyelcr dizilen sultanların ve emirlerin etrafta ün salmasında, konumlarının güçlenip hakimiyetlerinin yayılmasında da önemsenecek ölçüde etkili oluyordu. Bu yüzden daha sonraki dönemlerde iktidarı elde tutan idareciler ve biraz daha genişleyen çerçeve içerisinde çeşitli makam ve mevki sahipleri, şairlere büyük önem verdiler. Övgü dolu şiirleri karşılığında bol miktarda hediyelerle onları kendilerine yaklaştırıp bir kısmını da saraylarına çekerek saray şairleri sınıfının oluşmasına ortam hazırlamış oldular. Bu uygulamalardan hoşlanan şairler de, çok rahat bir ortam olan saraylara girebilmek ve daha yüce makamlara ulaşabilmek maksadıyla memduhla-rını daha üst perdelerden teranelerle Övme yarışına girerek bu yolda bütün şairlik kabiliyetlerini kullanmaya başladılar. Bütün bu gelişmelerin sonucunda, şairler arasında ciddî rekabetler yaşanmaya başlandı. Şairler, memduhlarınm cömertlik, şecaat, yiğitlik, büyüklük, ilim, takva v.b. çeşitli açılardan çoğu zaman belki de hiç taşımadıklan özelliklerini mübalağalı bir tarzda dile getirmeyi kendileri İçin en büyük görev olarak kabul eltiler.[18]
Medhiyeci şairlerin en çok beğendikleri ve öve öve bir türlü bitiremedikleri en üstün sıfat, kendilerini de çok yakından ilgilendiren, memduhlarınm cömertliği ve şecaati idi. Çünkü memduhlarınm onları da düşünebilmesi için çok cömert olmaları gerekiyordu. Medhiye konusunun asıl işlendiği şiir türü, kasîdedir. Ancak diğer bazı şiir türleri de bu konunun işlenmesinde yer yer kullanılmıştır. [19]
Kaleme almış olduğu eserlerinden ve kendisiyle ilgili olarak yazılmış olan kaynaklardan edinilen bilgilere göre onun, kesinlikle hiç bir zaman, menfaat sağlama, yüksek makam ve mevkiler elde etme amacıyla kimseyi övmemiş olduğu ifade edilebilir, îran edebiyatının en büyük sö?. ustaları arasında yer alan şairin, medhiye konusunda kendisinden öncekilerde görülmeyen bu yeni tarzı, gerçekten önemli ve dikkat çekici bir noktadır. Kasidelerinin hemen hemen büyük bir bölümünde diğer şairlerin yaptığı gibi memdu-hunu bin türlü abartmalarla, yalanlarla, akla hayale gelmeyen ifadelerle, onda olmayan sıfatlarla yere göğe sığdıramayıp insanüstü makamlara yüceltmek yerine; ona aydın, ileri görüşlü bir öğretmen gibi ahlak ve fazilet dersleri vermeye çalışmıştır. [20]
Bu yüzden medhiye yazan şairler arasında Sa’dî’yi diğerlerinden ayrı bir yere koymak gerekir. O, muasırı olan memduhu Ebubekir Sa’d b. Zengî’yi överken, Hülagu Han’ın bazı üstünlüklerini anlaurken ya da diğer şahsiyetlerden bahsederken hiç bir zaman yalanlar, abartılar ve olağanüstü sıfatlarla övgü dizmemiş, tam tersine yeri geldiğinde onları bazen yumuşak bir dille, bazen de korkutarak uyarılarda bulunmuş, önce, taşıdıkları iyi sıfatlan Överek başladığı şiirlerinde nasihatin faydalı olacağına inandığı bir ortam hazır olur olmaz hemen uyarılarına ve Öğütlerine başlamıştır.
“Bu devran çok döndü, dönmeye de devam edecek. Akıllı kişiler, dünyaya gönül bağlamazlar.
Şahnamelerde Rüstem’den, Isfendiyar’dan bahsederler ki, mülkün başında bulunan idareciler bu dünyanın nice sultanlardan sonra bize yadigar kaldığını anlasınlar.
Onlar hep gittiler de bizim gibi yüzsüzler hiç ibret almadı.
Er geç bu nazenin beden de toz toprak olup gidecek.
İnsanoğlundan geriye iyi bir ad kalması, altın yaldızlı saraylar bırakıp gitmesinden daha hayırlıdır’. [21]
Kasideleri, diğer şairlerin alışılagelmiş kasideleri ndeki övgülerin tamamen dışında, nasi-hatçİ, korkutucu bir gönül adamının, başka bir düşünce ve ruh atmosferinin havasını andırır. Memduhlarmdan birisi için yazmış olduğu kasidesinde şu ifadelerde bulunur:
“Bu fani sarayda padişahlar nobetleserek/ sırayla saltanat sürerler. Şimdi senin sıran-dtr, ey melik adalet ile hükmet.
Bu mülkün başında nice ulu sultanlar vardı! Ömürleri tükenince çekip gittiler.
Sen adam ol ve neye gücün yetiyorsa beraberinde götür. Bak. başkaları götüremediler. Hasretle bırakıp gittiler!
Senin mülkünü ve memleketini koruyan iki şey vardır. Bunları sana açıklayayım: Biri, zorba insanları kahrederek ezip geçmen, diğeri de, çaresizlerin kapısından lütuf ve ihsan ile girmendİr.
Savaşçılar, ülkeleri kılıçla mücadele ederek aldılar. Sen karayı da, denizi de adaletin, himmetin ve ileri görüşlülüğün ile fethettin. Senin halkını incitmeye yeltenen idareciler, mülkünün düşmanıdır. Onların öldürülmesini emret.
Doğuyu ve batıyı fethetmeye uğraşma. Sa-, vaşma. Bir gönül elde et. Bir paslanmış gönlün pasını sil.
Ben her telden lafazanlık yapan uzun dilliler gibi seni ‘ey misk yağdıran bulut’, ‘ey mücevher fışkırtan deniz’ diye övemem.
Takdir edillen ömür ne artar ve ne de eksilir. O halde kıyamete kadar payidar ol dem nin ne anlamı var?! [22]
Dikkat edildiğinde görülecektir ki, şair, kanaat dairesinden bir adım bile dışarıya çıkma-mamakta, şahsiyetini ve kendisine olan saygısını hiç bir şekilde zedelemeden sultanlara ve emirlere yaklaşmaktadır. Ancak bu yaklaşma dilencilik ve lafazanlık yaparak dünyevi menfaat sağlamak amacıyla değil, sadece onlara öğüt vermek, yönetimleri altında bulunan ve evrendeki en değerli, en yüce varlık olan insanların haklarını gözetmeleri, onları incitmemeleri konusunda birtakım hatırlatmalarda bulunmak maksadıyladır. [23]
Bu büyük söz ustasının kasidelerinde yer alan medhiyelerini, diğer şairlerin mcdhiyelerin-den ayıran bazı özellikleri şöyle sıralayabiliriz:
l- Medhiyelerinde orta yolu izlemesi: Sa’dî’nİn Arapça ve Farsça olarak kaleme almış olduğu kasidelerinin tamamı, bin beyitten biraz fazladır. Bunların yarıya yakını, düşünce, vaaz, öğüt, yüce yaratıcıya övgü ve tabiat tasvirleri gibi konulardan oluşmakladır. Buna karşın diğer şairlerin binlerce beyitten oluşan kasidelerinin hemen hemen Önemli bir bölümü, sultanları, emirleri mevki ve makam sahibi şahsiyetleri, çoğu zaman kendilerinde olmayan sıfatlarla Övmek için kaleme alınmış medhiyeler ile doludur.
2- Sa’dî, daha önce ifade ettiğimi/ gibi, kasidelerinde birilerini överken asla zillete düşmemiş, memduhunda aslında hiç bulunmayan bir üstünlüğü ona yamamak onu çeşitli mübalağalar ile yüceltmek için kendini alçalimamış ve şahsiyetini değersiz menfaatler karşılığında ayaklar altına sermem iştir.
3- övdüğü kimselerin faziletlerini, iyi huylarını, olumlu yönlerini beğenerek öne çıkarmış, bu iyi davranışları teşvik amacıyla da başkalarına tavsiye etmiştir. Memduhunda bulunmasını istediği iyi bir hasleti de ibret alınıp hayata geçirilmesi için yaşanmış örneklerle birlikte sunmuştur. Diğer medhiyeci şairlerin büyük bir bölümü ise, memduhlarının hiç bir hatasını görmezler, onları günahsız, hatasız şahsiyetler olarak kabullenir ve çok mübalağalı İfadelerle överek göklere çıkarırlardı. — r v- s-^-r-rt^
4- Sa’dî’yi diğer şairlerden ayıran önemli özelliklerden biri de , onun sultanlara, emirlere ve idarecilere yaptığı nasihatlerin bazen korkutucu bir yapıya bürünmesi, sultanları halka adaletli davranmaya çağırırken, cesaretli ve korkusuz bir yaklaşımla ahiret azabıyla korkutan şiirler söylemiş olmasıdır. [24]
“Ömrün iki meyvesi vardır: iyi bir ad bırakmak ve ahir ette seni kurtaracak sevabı kazanmak. Bunları bîr tarafa bırakırsan, geriye kalan her şey fanidir.
Ahiret sarayını güzel iğler yaparak onar. Yoksa bu geçici saraylara güvenilmez.
Padişahlar, bu fani dünyada geçicidirler. . Sonsuza kadar baki kalacak olan sadece Allahtır. [25]
Memduhlarından birini Överken yine nasihat dolu cümlelerini ard arda sıralayan şair, makam, mevki ve dünya saraylarının geçici olduğunu, iktidar sahiplerinin bunlara aldanıp da mağrur olmalarının çok yanlış bir davranış olacağını, asıl devletin ileride kendilerini beklediğini ifade eder:
“Geçmiş padişahlardan, bu feleğin verdiği sözde durduğunu söylediklerini hiç işitmedim .
Bu elindeki devlete ve uzun Ömrüne güvenme, önünde sonu olmayan ebedi bir devlet var.
Ebedi devlet sarayı, ahiret nimetleridir. Temel atacağın zaman sağlam zemin bul.
Geçici olan şeylere anla gönül bağlama. Çünkü Dicle, halifeden sonra da Bağdat’tan akıp gitmeğe devam edecektir.
Etinden geliyorsa, hurma ağacı gibi cömert ol. Eğer bir şeyler yapamıyorsun servi gibi azad ol.
İhtiyaç ellerini, hiç bir şeye muhtaç olmayanın dergahına kaldır. Çünkü senin ihtiyaçlarını ondan başka giderecek kimse yoktur. [26]
——————————————————————————–
[1] Ekrem, Seyyid Muhammcd, “Cihânbî-nî-yi Sa’dî”, İkbâliyyât, 3/1 Lahor 1366 hş./1988, s. 60-61
[2] A.g.e., s. 61; Tabâlabâî, Muhît, “Hâne-yi Sa’dî, T.rağma, 46/6 Tahran 1352 hş., s. 331.
[3] Şîrâzî, Sa’dî. Bostan (nşr. ö. Huseyn Yûsufi), Tahran 1372 hş. (Mukaddime), s. 20-21; “Cihânbînî -yi Sa’dî”, s. 61.
[4] Şîrâzî, Sa’dî, Külliyât-ı Sa’dt (nşr. Muhammed Ali Furûğî), Tahran 1369 hş. (Bostan), s. 205.
[5] “Cihânbînî-yi Sa’dî”, s. 52.
[6] “Cihânbînî-yi Sa’dî”, s. 55; Bostan (Mukaddime), s. 20.
[7] “Cihânbînî-yi Sa’dî”, s. 56. 8- Külliyât (Bostan), s. 210.
[8] Külliyât (Bostan), s. 210.
[9] Külliyât (Bostan), s. 211.
[10] Külliyât (Bostan), s. 212.
[11] Külliyât (Bostan), s. 212.
[12] Külliyât (Bostan), s. 212.
[13] Külliyât (Bostan), s. 211.
[14] Külliyât (Bostan), s. 211.
[15] Külliyât (Bostan), s. 253.
[16] Külliyât (Kasâîd), s. 730.
[17] Fesâî, Mansûr Restigâr, Envâ-i Şi’r-i Fârsî, Şîrâz 1373 hş., s. 180; Deşlî, Ali, Kalem-rov-İ Sa’dî, Tahran 1339 hş., s. 314.
[18] Envâ-i Şi’r-i Fârsı, s, 18İ; “Cihânbî-nî-yi Sa’dî”, s. 57; Karîb, Abdulazîm. “Cİhân-bînî-yi Sa’dî ve Cihânbînî-yİ Hftflz”, Armağan, 40/10, Tahran 1350 hş. s, 677.
[19] Envâ-i Şi’r-i Fârsî, s, 185; Kalem-rav-İ Sa’dî, s. 316; Şefi’î, Mahmûd, “Heme Gû-yend Velî Gofte-yi Sa’dî Dîgerest.”, A rma-ğan, 47/3, Tahran 1357 hş. s. 167.
[20] Kalemrov-i Sa’dî, s. 324; “Hâne-i Sa’dî”, Yağma, 26/6, Tahran 1352 hş, s. 331.
[21] Külliyât (Kasâid), s. 745.
[22] Külliyât (Kasâid), s. 745-746.
[23] Kalemrov-İ Sa’dî, s. 317,
[24] A.g.e., s. 324-329.
[25] Külliyât (Kasâid), s. 741
[26] Külliyât (Kasâid), s. 710.
Böyle sıkıntılarla dolu bir dönemde dünyaya gelen Sa’dî, Bağdat Nizamiye medreselerinde öğrenimini tamamladı. Ancak diğer arkadaşları gibi icazet alır almaz hemen memleketine dönmedi. O, asıl ders kitabının, dünyada sürekli cereyan halinde bulunan, canlı olarak yalanan hadiseler olduğunu, kendisi bu kitabı henüz okuma imkanı bulamadığı için alması gereken daha nice dersler bulunduğunu, dolayısıyla da eğitim dönemini tamamlamamış olduğunu düşünüyordu, Bu yüzden asıl öğrenimine başlamak amacıyla büyük bir işe girişti. Hayatında Kimsenin cesaret edemeyeceği bir dönemi, anarşinin, kargaşanın hüküm sürdüğü bölgelerde ömrünün önemli bir bölümünü içerisine alacak, sınırları oldukça geniş bir seyahat devresini başlattı. Gezmeye ve görmeğe olan şiddetli arzusu, onu çok uzak bölgelere, rengi dili, ırkı, dini sosyal yaşantısı birbirinden tamamen farklı insanlar arasına çekti götürdü. Eserlerinden ve kendisi hakkında yazılanlardan anlaşıldığına göre, emniyet ve ulaşım probleminin yoğun olarak yaşandığı o klasik çağda başta Iran olmak üzere Irak, Hicaz, Suriye, Lübnan, Anadolu, Orta Asya ve daha başka bölgeleri gezip gördü. Siyah, san, beyaz… her ırtkan; hristiyan, yahudi, müslüman, mecusi… her dinden insanlarla görüştü, konuştu, kısa ya da uzun süreli birliktelikler yaşadı. Kendi ifadesiyle dünya dershanesinde hayat dersini ve tecrübe eğitimini aldı. [2]
Sa’dî, böylelikle tecrübe alanındaki eğitimini de tamamlamış oluyordu. Uzun yıllar süren bu seyahatlerinde gördüklerini, duyduklarını, bizzat yaşadıklarını bir araya topladı ve kendisinden sonra gelecek olanlara çok değerli, İbret, öğüt ve hayat tecrübesi dolu veciz eserler bıraktı. Kalp gözlerini açarak gezmiş olan Sa’di, bu yüzden olayları değişik bir açıdan izleme imkanı bulmuştu. Her zerrenin hakikati gösteren bir ayna, her yaprağın marifet kitabının bir sayfası olduğunu gözlemledi. Yine aynı gözle bizzat içerisinde yaşadığı toplumu, o toplumu oluşturan bireyleri, yönetenleri ve yönetilenleri dikkat ve ibret dolu bakışlarla inceledi. Çıkardığı sonuçlan, çok değerli tecrübeleriyle harmanlayarak kendisinden sonra gelecek olanlara, kuracaklarını umduğu barış ve huzur toplumlarının oluşmasında belki faydalı olur amacıyla armağan etti. [3]
“Bütün bu bahçeleri gezip de, dostlara bir hediye götürmezsem yazık olur“. [4]
Sa’dî, halka öğüt veren ve kötülüklerin etkisinden kurtulamayıp da kendisi söylediklerinin tersini yapan nasihatçiler gibi değildi. Kendisi yaşamadıkça başkalarına vereceği nasihatlerin bir faydası olamayacağına inanırdı. Her kesimden insanlarla görüşüp konuşan Sa’dî, farklı tabakalar, yapılar ve mizaçlardaki insan psikolojilerine vakıf olduğu için her sınıfın anlayacağı dille konuşurdu. [5]
Sa’dî’nin oluşmasını şiddetle arzuladığı ve bütün çabasını bu yolda sarf ettiği mutluluk dolu dünya düzeni, diğer bir ifadeyle “Medîne-i Fâzılâ”sı, adalet ve hak temelleri üzerine yükselmektedir. Bu yüzden eserlerinde hep bu dünyanın hayallerini kurar, bu dünyayı uzun uzun tasvir eder. Onun sevdiği ve övdüğü idareciler, yüce yaratıcının dergahına, gösteriş karıştırmadan samimiyetle yüz süren, gündüzünü halka himmetlerle, gecelerini de Rabbına yönelip ona karşı görevlerini yerine getirmeye çalışarak geçiren büyük şahsiyetlerdir. Çünkü o, yaratıcıyı tanımayan, onun çizdiği sınırları gözetmeyen sultanların iyi birer idareci olamayacakları ve saltanatlarının da uzun sürmeyeceği inancım taşımaktadır. Bu bağlamda külliyâtının hemen her bölümüne serpiştirdiği veciz cümleleriyle, özellikle Bostan adlı ünlü eserinin ilk bölümünü padişahlara ayırmasıyla bu konunun son derece Önemli olduğunu vurgulamaktadır. [6]
Yaşadığı dönemde hüküm süren emirler ve sultanları, yumuşak bir tarz ve tatlı bir dil ile daha önce yaşamış olan kralların, idarecilerin hayatlarından Örnekler de vererek adaletli ve insaflı olmaya, insan haklarına Önem vermeğe çağırıyor, sözlerinden birilerinin rahatsı/ olabileceğini, belki de sonunda cezalandırılacağım bile hiç önemsemeden muhatabına İkazlarını ve eleştirilerini açık ve sade bir dille yöneltiyordu?. [7]
“Sen yüce yaratıcının emrinden çıkma ki,
halk da senin emirlerini dinlesin” [8]
“Yoksulların durumunu gözet. Onların
gönlünü al. Hep kendi rahatına takılıp kalma.
Sadece kendi rahatını düşünürsen, senin
ülkende hiç kimse rahat ve huzur yüzü göremez “[9]
“Sakın adaletten ve doğruluktan ayrılma. Yoksa halkın seni dinlemez“! [10]
“Yönettiği halka adaletle ve insafla muamele eden padişahtan daha mutlu kim olabilir?[11]
Sa’dî, devletin devamım, ilerlemesini, yöneticilerin halk ile her konuda sıkı ilişkiler içerisinde olmalarına, idareleri altında bulunan insanlar arasında hiç bir fark gözetmeksizin onlara adalet insaf ve şefkat ölçülerini esas alarak muamelede bulunmalarına, yapacakları her icraatta halkın faydasını gözetmelerine bağlamaktadır. Halkı yönetecek makamlara, nefislerinin ve kötü arzularının esiri olan kişilerin değil, her nerede bulunursa bulunsun, her an yaratıcının gözetimi altında bulunduğunun bilincinde olan iyi ahlaklı şahsiyetleri getirmek gerektiğini vurgulamaktadır:
“Halkın basına yönetici olarak Allah’tan korkanları tayin et. Çünkü senin ülkeni onarıp geliştirecek olanlar, Allah korkusu taşıyan kişilerdir” [12]
“Sultan, bir ağaç gibidir. Halk ise o ağacın kökleridir. Ey oğul, ağaç köklerinden, güç alır.” [13]
“Ülkesinde yaşayan insanları inciten sultan asayiş ve Huzuru ancak rüyasında görebilir” [14]
“Gönlünün rahat ve huzur ile dolmasını istiyorsan, dertlileri çaresizlikten kurtar“[15]
“Allah, seni yöneticilik sıfatıyla onurlandırdı ve sana özel bir makam verdi. Sen adalet ve doğrulukla öyle davran ki, bir gün padişahlık elinden gittiğinde de aynı saygıyı görebilesin, aynı değerini yine de koruyabilesin.[16]
Daha sonraki dönemlerde gittikçe yükselen bir ivme kazanan medhiye türünü, îran’lı şairlerin önemli bir bölümü, özel münasebetler dolayısıyla şiirlerini padişahlar, emirler ve ileri gelen şahsiyetlerin Övgüsünde yoğun bir şekilde kullanmaya başladılar. Resmi günlerde, bayramlarda, milli ve dini törenlerde ve zafer kutlamalarında övgü dolu kasidelerini, memduhları-nın hu/urunda okuma geleneğini oluşturdular. [17]
Şairler, memduhlarınm büyüklüğünü, gücünü ve kendisinde bulunsun ya da bulunmasın çeşitli özelliklerini abartarak, istiareler ve çeşitli sanatlarla da süsleyerek dile getiriyor ve bununla hem övdükleri şahsiyetler için yeni dostlar kazandırmayı hem de aynı zamanda düşmanlarının gözünü korkutmayı amaçlıyorlardı. Şairlerin bu tutumu, sonuçta hakkında medhiyelcr dizilen sultanların ve emirlerin etrafta ün salmasında, konumlarının güçlenip hakimiyetlerinin yayılmasında da önemsenecek ölçüde etkili oluyordu. Bu yüzden daha sonraki dönemlerde iktidarı elde tutan idareciler ve biraz daha genişleyen çerçeve içerisinde çeşitli makam ve mevki sahipleri, şairlere büyük önem verdiler. Övgü dolu şiirleri karşılığında bol miktarda hediyelerle onları kendilerine yaklaştırıp bir kısmını da saraylarına çekerek saray şairleri sınıfının oluşmasına ortam hazırlamış oldular. Bu uygulamalardan hoşlanan şairler de, çok rahat bir ortam olan saraylara girebilmek ve daha yüce makamlara ulaşabilmek maksadıyla memduhla-rını daha üst perdelerden teranelerle Övme yarışına girerek bu yolda bütün şairlik kabiliyetlerini kullanmaya başladılar. Bütün bu gelişmelerin sonucunda, şairler arasında ciddî rekabetler yaşanmaya başlandı. Şairler, memduhlarınm cömertlik, şecaat, yiğitlik, büyüklük, ilim, takva v.b. çeşitli açılardan çoğu zaman belki de hiç taşımadıklan özelliklerini mübalağalı bir tarzda dile getirmeyi kendileri İçin en büyük görev olarak kabul eltiler.[18]
Medhiyeci şairlerin en çok beğendikleri ve öve öve bir türlü bitiremedikleri en üstün sıfat, kendilerini de çok yakından ilgilendiren, memduhlarınm cömertliği ve şecaati idi. Çünkü memduhlarınm onları da düşünebilmesi için çok cömert olmaları gerekiyordu. Medhiye konusunun asıl işlendiği şiir türü, kasîdedir. Ancak diğer bazı şiir türleri de bu konunun işlenmesinde yer yer kullanılmıştır. [19]
Kaleme almış olduğu eserlerinden ve kendisiyle ilgili olarak yazılmış olan kaynaklardan edinilen bilgilere göre onun, kesinlikle hiç bir zaman, menfaat sağlama, yüksek makam ve mevkiler elde etme amacıyla kimseyi övmemiş olduğu ifade edilebilir, îran edebiyatının en büyük sö?. ustaları arasında yer alan şairin, medhiye konusunda kendisinden öncekilerde görülmeyen bu yeni tarzı, gerçekten önemli ve dikkat çekici bir noktadır. Kasidelerinin hemen hemen büyük bir bölümünde diğer şairlerin yaptığı gibi memdu-hunu bin türlü abartmalarla, yalanlarla, akla hayale gelmeyen ifadelerle, onda olmayan sıfatlarla yere göğe sığdıramayıp insanüstü makamlara yüceltmek yerine; ona aydın, ileri görüşlü bir öğretmen gibi ahlak ve fazilet dersleri vermeye çalışmıştır. [20]
Bu yüzden medhiye yazan şairler arasında Sa’dî’yi diğerlerinden ayrı bir yere koymak gerekir. O, muasırı olan memduhu Ebubekir Sa’d b. Zengî’yi överken, Hülagu Han’ın bazı üstünlüklerini anlaurken ya da diğer şahsiyetlerden bahsederken hiç bir zaman yalanlar, abartılar ve olağanüstü sıfatlarla övgü dizmemiş, tam tersine yeri geldiğinde onları bazen yumuşak bir dille, bazen de korkutarak uyarılarda bulunmuş, önce, taşıdıkları iyi sıfatlan Överek başladığı şiirlerinde nasihatin faydalı olacağına inandığı bir ortam hazır olur olmaz hemen uyarılarına ve Öğütlerine başlamıştır.
“Bu devran çok döndü, dönmeye de devam edecek. Akıllı kişiler, dünyaya gönül bağlamazlar.
Şahnamelerde Rüstem’den, Isfendiyar’dan bahsederler ki, mülkün başında bulunan idareciler bu dünyanın nice sultanlardan sonra bize yadigar kaldığını anlasınlar.
Onlar hep gittiler de bizim gibi yüzsüzler hiç ibret almadı.
Er geç bu nazenin beden de toz toprak olup gidecek.
İnsanoğlundan geriye iyi bir ad kalması, altın yaldızlı saraylar bırakıp gitmesinden daha hayırlıdır’. [21]
Kasideleri, diğer şairlerin alışılagelmiş kasideleri ndeki övgülerin tamamen dışında, nasi-hatçİ, korkutucu bir gönül adamının, başka bir düşünce ve ruh atmosferinin havasını andırır. Memduhlarmdan birisi için yazmış olduğu kasidesinde şu ifadelerde bulunur:
“Bu fani sarayda padişahlar nobetleserek/ sırayla saltanat sürerler. Şimdi senin sıran-dtr, ey melik adalet ile hükmet.
Bu mülkün başında nice ulu sultanlar vardı! Ömürleri tükenince çekip gittiler.
Sen adam ol ve neye gücün yetiyorsa beraberinde götür. Bak. başkaları götüremediler. Hasretle bırakıp gittiler!
Senin mülkünü ve memleketini koruyan iki şey vardır. Bunları sana açıklayayım: Biri, zorba insanları kahrederek ezip geçmen, diğeri de, çaresizlerin kapısından lütuf ve ihsan ile girmendİr.
Savaşçılar, ülkeleri kılıçla mücadele ederek aldılar. Sen karayı da, denizi de adaletin, himmetin ve ileri görüşlülüğün ile fethettin. Senin halkını incitmeye yeltenen idareciler, mülkünün düşmanıdır. Onların öldürülmesini emret.
Doğuyu ve batıyı fethetmeye uğraşma. Sa-, vaşma. Bir gönül elde et. Bir paslanmış gönlün pasını sil.
Ben her telden lafazanlık yapan uzun dilliler gibi seni ‘ey misk yağdıran bulut’, ‘ey mücevher fışkırtan deniz’ diye övemem.
Takdir edillen ömür ne artar ve ne de eksilir. O halde kıyamete kadar payidar ol dem nin ne anlamı var?! [22]
Dikkat edildiğinde görülecektir ki, şair, kanaat dairesinden bir adım bile dışarıya çıkma-mamakta, şahsiyetini ve kendisine olan saygısını hiç bir şekilde zedelemeden sultanlara ve emirlere yaklaşmaktadır. Ancak bu yaklaşma dilencilik ve lafazanlık yaparak dünyevi menfaat sağlamak amacıyla değil, sadece onlara öğüt vermek, yönetimleri altında bulunan ve evrendeki en değerli, en yüce varlık olan insanların haklarını gözetmeleri, onları incitmemeleri konusunda birtakım hatırlatmalarda bulunmak maksadıyladır. [23]
Bu büyük söz ustasının kasidelerinde yer alan medhiyelerini, diğer şairlerin mcdhiyelerin-den ayıran bazı özellikleri şöyle sıralayabiliriz:
l- Medhiyelerinde orta yolu izlemesi: Sa’dî’nİn Arapça ve Farsça olarak kaleme almış olduğu kasidelerinin tamamı, bin beyitten biraz fazladır. Bunların yarıya yakını, düşünce, vaaz, öğüt, yüce yaratıcıya övgü ve tabiat tasvirleri gibi konulardan oluşmakladır. Buna karşın diğer şairlerin binlerce beyitten oluşan kasidelerinin hemen hemen Önemli bir bölümü, sultanları, emirleri mevki ve makam sahibi şahsiyetleri, çoğu zaman kendilerinde olmayan sıfatlarla Övmek için kaleme alınmış medhiyeler ile doludur.
2- Sa’dî, daha önce ifade ettiğimi/ gibi, kasidelerinde birilerini överken asla zillete düşmemiş, memduhunda aslında hiç bulunmayan bir üstünlüğü ona yamamak onu çeşitli mübalağalar ile yüceltmek için kendini alçalimamış ve şahsiyetini değersiz menfaatler karşılığında ayaklar altına sermem iştir.
3- övdüğü kimselerin faziletlerini, iyi huylarını, olumlu yönlerini beğenerek öne çıkarmış, bu iyi davranışları teşvik amacıyla da başkalarına tavsiye etmiştir. Memduhunda bulunmasını istediği iyi bir hasleti de ibret alınıp hayata geçirilmesi için yaşanmış örneklerle birlikte sunmuştur. Diğer medhiyeci şairlerin büyük bir bölümü ise, memduhlarının hiç bir hatasını görmezler, onları günahsız, hatasız şahsiyetler olarak kabullenir ve çok mübalağalı İfadelerle överek göklere çıkarırlardı. — r v- s-^-r-rt^
4- Sa’dî’yi diğer şairlerden ayıran önemli özelliklerden biri de , onun sultanlara, emirlere ve idarecilere yaptığı nasihatlerin bazen korkutucu bir yapıya bürünmesi, sultanları halka adaletli davranmaya çağırırken, cesaretli ve korkusuz bir yaklaşımla ahiret azabıyla korkutan şiirler söylemiş olmasıdır. [24]
“Ömrün iki meyvesi vardır: iyi bir ad bırakmak ve ahir ette seni kurtaracak sevabı kazanmak. Bunları bîr tarafa bırakırsan, geriye kalan her şey fanidir.
Ahiret sarayını güzel iğler yaparak onar. Yoksa bu geçici saraylara güvenilmez.
Padişahlar, bu fani dünyada geçicidirler. . Sonsuza kadar baki kalacak olan sadece Allahtır. [25]
Memduhlarından birini Överken yine nasihat dolu cümlelerini ard arda sıralayan şair, makam, mevki ve dünya saraylarının geçici olduğunu, iktidar sahiplerinin bunlara aldanıp da mağrur olmalarının çok yanlış bir davranış olacağını, asıl devletin ileride kendilerini beklediğini ifade eder:
“Geçmiş padişahlardan, bu feleğin verdiği sözde durduğunu söylediklerini hiç işitmedim .
Bu elindeki devlete ve uzun Ömrüne güvenme, önünde sonu olmayan ebedi bir devlet var.
Ebedi devlet sarayı, ahiret nimetleridir. Temel atacağın zaman sağlam zemin bul.
Geçici olan şeylere anla gönül bağlama. Çünkü Dicle, halifeden sonra da Bağdat’tan akıp gitmeğe devam edecektir.
Etinden geliyorsa, hurma ağacı gibi cömert ol. Eğer bir şeyler yapamıyorsun servi gibi azad ol.
İhtiyaç ellerini, hiç bir şeye muhtaç olmayanın dergahına kaldır. Çünkü senin ihtiyaçlarını ondan başka giderecek kimse yoktur. [26]
——————————————————————————–
[1] Ekrem, Seyyid Muhammcd, “Cihânbî-nî-yi Sa’dî”, İkbâliyyât, 3/1 Lahor 1366 hş./1988, s. 60-61
[2] A.g.e., s. 61; Tabâlabâî, Muhît, “Hâne-yi Sa’dî, T.rağma, 46/6 Tahran 1352 hş., s. 331.
[3] Şîrâzî, Sa’dî. Bostan (nşr. ö. Huseyn Yûsufi), Tahran 1372 hş. (Mukaddime), s. 20-21; “Cihânbînî -yi Sa’dî”, s. 61.
[4] Şîrâzî, Sa’dî, Külliyât-ı Sa’dt (nşr. Muhammed Ali Furûğî), Tahran 1369 hş. (Bostan), s. 205.
[5] “Cihânbînî-yi Sa’dî”, s. 52.
[6] “Cihânbînî-yi Sa’dî”, s. 55; Bostan (Mukaddime), s. 20.
[7] “Cihânbînî-yi Sa’dî”, s. 56. 8- Külliyât (Bostan), s. 210.
[8] Külliyât (Bostan), s. 210.
[9] Külliyât (Bostan), s. 211.
[10] Külliyât (Bostan), s. 212.
[11] Külliyât (Bostan), s. 212.
[12] Külliyât (Bostan), s. 212.
[13] Külliyât (Bostan), s. 211.
[14] Külliyât (Bostan), s. 211.
[15] Külliyât (Bostan), s. 253.
[16] Külliyât (Kasâîd), s. 730.
[17] Fesâî, Mansûr Restigâr, Envâ-i Şi’r-i Fârsî, Şîrâz 1373 hş., s. 180; Deşlî, Ali, Kalem-rov-İ Sa’dî, Tahran 1339 hş., s. 314.
[18] Envâ-i Şi’r-i Fârsı, s, 18İ; “Cihânbî-nî-yi Sa’dî”, s. 57; Karîb, Abdulazîm. “Cİhân-bînî-yi Sa’dî ve Cihânbînî-yİ Hftflz”, Armağan, 40/10, Tahran 1350 hş. s, 677.
[19] Envâ-i Şi’r-i Fârsî, s, 185; Kalem-rav-İ Sa’dî, s. 316; Şefi’î, Mahmûd, “Heme Gû-yend Velî Gofte-yi Sa’dî Dîgerest.”, A rma-ğan, 47/3, Tahran 1357 hş. s. 167.
[20] Kalemrov-i Sa’dî, s. 324; “Hâne-i Sa’dî”, Yağma, 26/6, Tahran 1352 hş, s. 331.
[21] Külliyât (Kasâid), s. 745.
[22] Külliyât (Kasâid), s. 745-746.
[23] Kalemrov-İ Sa’dî, s. 317,
[24] A.g.e., s. 324-329.
[25] Külliyât (Kasâid), s. 741
[26] Külliyât (Kasâid), s. 710.
Konular
- PARS DERGİSİ
- ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ
- KLÂSİK TÜRK EDEBİYATINDA ŞEM’Ü PERVÂNELER VE LÂMİ’Î ÇELEBÎ’NİN ŞEM’Ü PERVÂNE MESNEVİSİ
- FARS EDEBİYATINDA METAFİZİK YOLCULUKLAR
- شاعران فارسی سرای وفارسینويس ارزرومی
- تعلیم وتربیت ازمنظر سعدی
- توازن موسیقايی غزلهای سعدی
- YAŞAR KEMAL’İN İNCE MEMED ROMANI İLE SADIK ÇUBEK’İN TENGSİR ADLI ROMANININ KARŞILAŞTIRMASI
- YAVUZ SULTAN SELİM’İN DÎVÂNINDA OLMAYAN FARSÇA ŞİİRLERİ
- KÜÇÜKASYA’DA İSLAMİYET (DER İSLAM IN KLEIN ASIEN)
- ERKEN DÖNEM FARSÇA MESNEVİLERDE BEZM - IYRD.
- RÛDEKÎ-Yİ SEMERKANDÎ (Ö. 329/940)
- NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN ŞEYHÜLİSLÂM FEYZULLAH EFENDİ’YE FARSÇA METHİYELERİ
- HAYRETÎ DİVANINDA GEÇEN “GAM” KELİMELERİNİN TASARIMLARI
- BÂBÂ TÂHİR-İ HEMEDÂNÎ DİVANININ MEHDÎ-İ HAMÎDÎ NÜSHASINDA GEÇEN DOBEYTÎLERİ VE TÜRKÇE TERCÜMESİ
- EŞREFOĞLU RÛMÎ’NİN GAZELLERİNDE NASİHAT VE NEFİS MUHASEBESİ
- HÂB-I HAYÂL, AYINTABLI HÜSNÜ
- شاعران فارسیسرای و فارسینويس ارزرومی*
- مسئلة »مضمون« در شعر کودکان و نوجوانان
- مأخذ اصلی تمثیل خورندگان پیلبچهدرمثنوی
- وگرايی درهنر ايران
- NEF’Î’NİN TUHFETU’L-UŞŞÂK ADLI FARSÇA KASİDESİ
- ERKEN DÖNEM FARSÇA MESNEVİLERDE BEZM - IIYRD.
- DAKİKÎ-Yİ TUSÎ (Ö. 366/976)
- ÂRİF ÇELEBİ’NİN FARSÇA KASİDESİ VE TÜRKÇE ÇEVİRİSİ
- SÂİB-İ TEBRİZÎ’NİN ŞİİRLERİNDE GEÇEN “HÂB-I BAHÂR” TAMLAMASI ÜZERİNE
- ROMEN DİLİNDE KULLANILAN FARSÇA KELİMELER
- سینمای ایران
- آداب حرب مغول درتاریخ جهانگشای جوینی
- بررسی تطبیقی ضرب المثل های ترکی سنقر با ضرب المثل های زبان فارسی