EDÎB-İ PÎŞÂVERÎ (1260-1349/1844-1930

I. Hayatı ve Kişiliği
Afgan asıllı İran şairi Seyyid Ahmed-i Pîşâverî 1260/1844 yılında bugün Pakistan sınır­ları içinde bulunan Peşâver (Pîşâver) civa­rında bir köyde dünyaya geldi. Bazılarına göre; Afganistan ile Peşâver arasındaki bölgede yer alan bir dağ eteğindeki bir köyde, birtakım araştırmacılara göre ise, Peşâver şehrinde doğduğu söylenirse de, ikinci görüş daha doğrudur. Tezkire yazarlarının bir kısmının, onun doğum tarihi olarak 1255/1839, 1257/1841 yıllarını da ileri sürmelerine rağmen Seyyid Ahmed, 1260/1844 yılında dünyaya gelmiştir. [1]

“Edîb-i Hindî”, “Seyyid Ahmed-i Razevî” ve “Seyyid Ahmed b. Şihâbuddîn Razevî” olarak da bilinen Seyyid Ahmed’in, Seyyid Şâh Baba adıyla ta­nınan babası ve atalarının da, büyük sûfîler arasında yer aldıkları, ünlü sûfî Şihâbuddîn-i Sohreverdî’nin (ö. 632/1235) soyundan geldikleri rivayet edilmektedir. Edîb-i Pîşâverî diye ün kazanmış olan Seyyid Ahmed’in, Şihâbuddîn-i Sohreverdî’ye kadar uzanan ve “ocak” olarak isimlendirilen ailesi, Peşâver ile Afganistan arasındaki sınır bölgesinde yaşamıştır. [2]

Edîb-i Pîşâverî, ilk öğrenimine Peşâver’de başladı. O günlerde yaşadıkları bölgede İngilizlerle Afgan kabileleri ara­sında çıkan bir çatışmada babası, amcaları ve yakın akrabalarından bir kısmı öldürüldü. Bunun üzerine annesi Mehd-i Ulyâ’nın ıs­rarı üzerine Kâbil’e göç etti. İlk öğreni­mini Kâbil’de tamamlayan Edîb, bu kentte tanınmış ba­zı bilginlerin öğrencisi de oldu. Daha sonra Gazne’ye giderek ünlü sûfî şair Senâî-yi Ğaznevî’nin (ö. 525/1130) türbe­sinin bulunduğu Bâğ-ı Fîrûze’de iki bu­çuk yıl kaldı ve aralarında Saduddîn-i Ğaznevî’nin de yer aldığı dönemin ünlü bilim adamlarından ders aldı. Öğrenimini orada bulunduğu iki yıl boyunca edebiyat ve diğer bilim dallarında sürdürdü. Daha sonra Gaznîn’e, iki buçuk yıl sonra oradan Herât’a, bir yıl sonra da Turbet-i Şeyh-i Câm’a gitti. Bir yıldan fazla bir süre de orada kaldıktan sonra otuz yaşlarındayken Meşhed’e geçti. Başta edebiyat, felsefe ve hikmet konuları olmak üzere çeşitli bilim dallarında öğrenimine devam etti. Burada dönemin ünlü kişiliklerinden Mîrzâ Abdurrahmân, Gulâm Hüseyin ve diğer önemli şahsiyetlerin öğrencisi oldu. Özellikle edebiyat ve edebî bilimler dallarında önemli çalışmalarda bulundu. 1287/1870’de Sebzevâr’a geçti. Dönemin ünlü bilginlerinden Hâdî-yi Sebzevârî (ö. 1289/1872 ve oğlu Muhammed’in bilgi ve birikimlerinden önemli ölçüde yararlandı. Hâdî-yi Sebzevârî’nin ölümünden sonra Meşhed’e döndü. Burada Mirzâ Ca’fer Medresesi’nde mü­derris oldu, Âstâne-yi Razeviyye’de ders verdi ve bilginler çevresinde “Edîb-i Hindî” diye anıldı.[3]

1300/1884 yılında Edîb-i Pîşâverî, Dışişleri Bakanı Mîrzâ Saîd Hân Germrûdî’nin önerileriyle Tahran’a gitti ve orada yine bakanın yönlendirmeleriyle çok değerli bir kütüphanesi bulunan Muhammed Alî Hân’ın evinde ikamet etmeğe başladı. Hayatı boyunca hiç evlenmeyen Edîb, evinde kaldığı kişi öldükten sonra diğer dostlarının kendisine tahsis ettikleri evlerinde kaldı ve son olarak Rey şehrinde Ali Rızâ Hân Karagozlu Bahâulmulk’un evinde 3 Safer 1349/30 Haziran 1930 günü vefat etti. Şeyh Abdülazîm Mezarlığında İmamzâde Abdullah’ın tür­besine defnedildi. [4]

Ana dili Peştuca olmakla birlikte Fars­ça ve Arapça’yı da çok iyi düzeyde bilen ve güçlü hafızası ile tanınan Edîb’in 20.000 beyti bulan şiirleri arasından seçilmiş Farsça 4.200, Arapça 370 beyitten oluşan diva­nı ölümünden üç yıl sonra dostu Alî-yi Abdurresûlî tarafından Dîvân-ı Kaşa’id ve Ğazeliyyât-ı Fârsî ve ‘Arabî adıyla 1312 hş. yılında Tahran’da yayınlanmıştır Divan­daki otuz yedi kasidenin on ikisi Alman kayseri II. Wilhelm (ö. 1941) ve I. Dünya savaşının değerlendirilmesiyle ilgilidir. Bunların dışında çocukluğunda yakından tanık olduğu ve çok etkilendiği acı olay­lar nedeniyle İngiliz düşmanlığı, Rus-Japon savaşı, İran ve Hindistan’da mey­dana gelen olaylar, vatanseverlik, İslam­cılık gibi konulardaki düşüncelerini de dile getirmiştir. Edîb, II. Wilhelm için ayrıca Kaysernâme adlı 14.000 beyitlik bir de mesnevi yazmıştır. Henüz basılmamış olan bu mesnevide Almanlara duyduğu hayranlıkla, İngilizlere karşı beslediği kin ve nefreti dile getirmiştir. [5]

Edîb-i Pîşâverî, bu manzum eserlerin­den başka, Ebu’l-Fazl-i Beyhakî’nin (ö. 470/1077), Târîh-i Beyhakî adlı eseri­ni yayına hazırlamıştır. Hattat Muham­med Hasan Gulpâyegânî’nin istinsah et­tiği eser, taş basması olarak Tahran’da yayınlanmıştır (1305/1887). Onun bu tarihle ilgili şerhi ise eserin Saîd-i Nefîsî tarafından hazırlanan baskısının (Tahran 1319-1332 hş./1940-1953) açıklama­lar bölümünü oluşturan III. cildine alın­mıştır. Edîb’in, İbn Sînâ’nın (ö. 428/1037) Kitâbu’1-İşârât ve’t-tenbîhât adlı eserinin Farsça çe­virisi ise yarım kalmıştır. [6]

Edîb-i Pîşâverî, eski şairler kuşağından olmasına rağmen klasik konuları bir ya­na bırakarak eski kalıplarla sosyal ve siyasî yönü ağırlıklı daha çok yeni temaları işle­miş ve bu hususta öncü ol­muştur. Dile hâkimiyeti ve zengin bilgi birikimi sayesinde maksadını kalıplaş­mış ifadeler yerine alışılmamış kelime­ler ve tumturaklı cümlelerle anlatmayı tercih etmiştir. Şairane zevk ve akıcılık­tan yoksun olmakla birlikte son derece fasih ve sağlam olan şiirlerini şiir erba­bı bile anlamakta güçlük çektiği için na­şir divanının neşrinde birçok kelimenin açıklamasını yapma gereğini duymuştur. [7]

Edîbu’l-memâlik-i Ferâhânî (ö. 1336/1917), Edîb-i Pîşâverî, Edîb-i Nîşâbûrî (ö. 1344/1925) ve Vahîd-i Destgerdî (ö. 1321 hş./1942) gibi dönemin birtakım eskiye bağlı ünlü edebiyatçıları sosyal konularla çok yakından ilgilenmelerine rağmen klasik tarzın sınırlarından bir adım bile dışarı atmaya kendilerini hazırlıklı görmüyorlardı. O dönemlerde şiir türleri arasında kaside, Kâçârlar döneminde sahip olduğu parlak ve gözde şiir türü olma devirlerini artık geride bırakmıştı. Ancak özellikle edebiyatçılar arasında Meliküşşuarâ Bahâr (ö. 1330 hş./1951), Edîbu’l-memâlik-i Ferâhânî ve Edîb-i Pîşâverî’nin eserlerinde henüz şiirin asıl formlarından biri olarak kabul görüyor, buna karşın halk arasında artık o kadar da fazla beğenilen bir tür olarak görülmüyordu. [8]

Yaşadığı dönemin önemli bilim dallarında kuşatıcı bir tarzda bilgi sahibi oluşu, Fars ve Arap dilleri ve edebiyatlarında derinliğinin yanı sıra güçlü hafızası, onun zamanının en seçkin kişilikleri ve önde gelen bilginleri arasına girmesini sağladı. Bedîuzzamân-i Furûzânfer’e (ö. 1349 hş./1970) göre; Edîb, Hâce Nasîruddîn’den (ö. 672/1273) sonra Fars bilim tarihi ve Fars edebiyatında bir benzeri daha görülmemiş kişiliklerden biridir. Şairlik onun yeteneklerinin en azını sergilediği sanatlarından biridir. [9]

Edîb’in Tahran’a gidişinden sonra birçok araştırmacı ve edebiyatçı onun yüksek bilgisi ve edebiyat zevkinden yararlanmak üzere etrafında toplanmaya başladılar. Ancak o, titizliğinden dolayı sadece Seyyid Muhammed-i Bekâ’nın evinde periyodik olarak düzenlenen edebî meclis toplantıları dışında diğer faaliyetlere katılmayı kabul etmedi. Onun bu encümendeki toplantılarda bulunması ve nadir olarak verdiği özel dersleri, Muhammed-i Kazvînî (ö. 1368/1949), Abbâs İkbâl-i Âştiyânî (ö. 1334 hş./1955), Bedîuzzamân-i Furûzânfer (ö. öl. 1349 hş./1970), Muctebâ-yi Mînovî gibi daha sonra Fars bilim, kültür ve edebiyat dünyasının bir çok ünlü simasının yetişmesinde önemli etkileri olmuş çabalardır. [10]

Uzun hayatı boyunca İran, çevre ülkeler ve dünyada özellikle İngilizlerin sebep oldukları ya da oluşumlarında rolleri bulunduğu olayların özellikle de Peşâver’de çocukluğunda yaşadığı İngiliz katliamlarının etkisinden bir türlü kurtulamayan, onlara duyduğu kini içinde taşıyarak kendilerini yakından izlemiş, İngilizler’in direkt ya da dolaylı olarak içerisinde yer aldıkları her olaya bireysel tepkisini göstermiştir. Bu konuda iç dünyasındaki derin duyguları ve düşüncelerini eserlerinde ve özellikle de Dîvân’ı ile Kaysernâme adlı eserinde bolca görülmektedir. Bütün bunlar, Edîb-i Pîşâverî’nin siyasî ve sosyal konulardaki düşüncelerinin dizelerine açıkça yansımaları olarak değerlendirilmektedir. [11]

Edîb-i Pîşâverî, hayatta bulunduğu dönemlerde İran’da yaşanan önemli gelişmelerden biri, meşrutiyet devrimi’dir. Kâçâr hanedanının yıkılması, Rızâ Hân’ın yönetime gelmesi ve dönemin diğer önemli olayları da, onun dizelerinde yoğun olarak yansımasını bulan konular arasındadır. Ona göre İran’da meşrutiyet devrimi İngilizler’in etkisiyle gerçekleşmiştir. Bunun üzerine o, meşrutiyeti ve meclisteki milletvekillerini yeren Arapça bir de şiir kaleme almıştır.[12]

Edîb-i Pîşâverî’nin düşünce dünyasında derin izler bırakan olaylar arasında Afganistan, Irak, Hindistan ve Mısır’ın İngilizler tarafından işgali önemli yer tutmaktadır. Bütün bunlar, onun Avrupa konusundaki görüşlerinin oluşmasında etkili olmuş, şiirlerinde Avrupa ülkelerine karşı bir tutum izlemiş, batılı halkları da çoğu zaman gaflet ve uyuşukluk içerisinde bulunmakla nitelemiştir. Gençlik yıllarında terk etmek zorunda bırakıldığı ülkesi Hindistan’ı anarken üzüntüsü hep dizelerine ve kullandığı sözcüklere yansımış, sömürgecilerin egemenliklerini ve güçlerinin sebebini, emirlerin yetersiz idareleri, halkın bilinçsizliği, Müslüman ya da diğer Hint halklarının başta dinleri olmak üzere öz değerlerinden uzaklaşmaları ve kendilerine yabancılaşmalarında görmektedir. Yine ona göre; bu bölgelerin halklarını büyük ve kapsamlı bir halk hareketinin kurtaracağı kesindir. [13]

1914 yılı Aralık ayında, sadece I. Dünya Savaşında tarafsızlığını karara bağlayarak açıklamak için üçüncü meclis toplandığında mecliste bulunan demokrat milletvekilleri, İran’ın resmî müttefikleri olan İngiltere ve Rusya’dan nefret ettiklerini açıkça belirtmekten çekinmiyorlardı. Stratejik önemi ve zengin yataklara sahip madenleriyle ülke söz konusu güçlerin işgali altına girdi. Sonuçta işgalci güçler aleyhinde şiddetli ayaklanmalara neden olan millî kalkışlar ve milliyetçi duyguların körüklediği hareketler ortaya çıktı. Bu iki emperyalist güce karşı duyulan aşırı kin ve nefret birtakım milliyetçileri farklı bir tarza itti. Bir taraftan Edîb-i Pîşâverî ve Vahîd-i Destgerdî gibi önde gelen isimlerin de içlerinde yer aldığı Alman dostluğu cereyanını, diğer taraftan da Ârif-i Kazvînî (ö. 1312/1894) gibi şairlerin katılımıyla Türk dostluğu akımlarını ortaya çıkardı. [14]

I. Dünya Savaşı’nda İngilizlerden nefret duymaları ve Almanya ile sıkı ilişkiler kurarak onları desteklemeleri, İran toplumunda “Alman Dostluğu” diye nitelenen bir yakınlık ortamı oluşturmuştu. Edîb de, kendisinde önceden var olan eğilimle bu yönelişlere katıldı. Öyle ki divanının önemli bir kısmını bu konuya ayırmanın yanı sıra Kayseriyye adında özel bir eserini de bu konuda kaleme aldı. Divanının söz konusu bölümünde ve Kaysernâme’de Edîb, bir taraftan Alman Kayserini, komutanlarını ve müttefiklerini övüp, cesurluklarını ve birtakım özelliklerini sayıp dökerken, diğer taraftan da İngilizler ve Sırbistan, Belçika ve Amerika gibi onların işbirlikçileri olan ülkelere dizelerinin diliyle saldırıya geçmekteydi. Elbette onun Alman dostluğu ya da Alman Severler grubuyla aynı kanatta yer alması onun düşünce dünyasının bu yöne doğrulduğu anlamına gelmez. Öyle anlaşılıyor ki; İngiliz aleyhtarı bir ortamda bulunma arzu ve amacı onu bu eğilime itmiştir. Nitekim o, ünlü eseri Kaysernâme’nin Almanca çevirisini okuyup etkilenen II. Wilhelm’in kendisine gönderdiği hediyelerini kabul etmeyerek de bu görüşe destek vermiş, söz konusu eseri yazmasındaki amacın sadece İngiliz aleyhtarlığından kaynaklandığını vurgulamak istemiştir. [15]

I. Dünya savaşı günlerinde savaş öncesi dönemlerde de Almanlarla bazı alanlarda işbirliği için dayanışma içerisinde bulunan bazı İranlı aydınlar, Almanlar yararına sonuçlar vereceğini amaçladıkları birtakım kapsamlı tebligatlarda bulunmaya başladılar. Bu heyecan dolu tebligatlar İranlıların milliyetçi burjuvazi düşünce tarzından yararlanmak isteyen Alman siyasî çevreleri tarafından birçok yönden ve değişik yollarla teşvik ediliyor ve destekleniyordu. Alman dostluğu duyguları ve bunların dışa vuran ifadeleri İran şiir ve edebiyatında yansımalarla kendini gösterdi. Bu akımın başında da büyük ve ünlü İran şairi Edîb-i Pîşâverî yer almaktadır. [16]

II. Eserleri
1. Kaysernâme
I. Dünya Savaşı’nın alevlendiği 1332/1914 yılında gelişmeleri dikkatle izleyen Edîb-i Pîşâverî’nin ilk heyecan dolu dizeleri, İranlılar ve Hintlilere ulaştı. Bu şiirler Kaysernâme adlı manzumesinin parçalarını oluşturmaktaydı. Eserin bazı bölümlerinde tasavvufî konular, öğüt ve nasihat içerikli, İranlıları bağımsızlık yolunda çalışmalara teşvik amaçlı dizeler, zulüm ve haksızlıklarla mücadele konulu şiirler de bolca görülür. [17]

Mesnevî kalıbında mütekârib vezninde kaleme alınmış, 14.000 beyitten oluşan Kaysernâme, hamâsî şiirler içeren bir manzumedir. Edîb, şiirlerinin önemli bir kısmını derleyen Alî-yi Abdurresûlî’nin teklifiyle bu esere Kaysernâme adını vermiştir.[18] Kaysernâme’de Edîb, klasik Fars şiirinin en hassas inceliklerine egemen yeteneklerini göstererek bir taraftan zarafet ve yüklü anlamlar taşıyan sözcüklerle süslediği dizelerinde Firdevsî’nin tarzında aynı hamâsî duyguları, I. Dünya Savaşı gibi yeni konular içeriğiyle dizelerine aktarmış, diğer taraftan da Mevlânâ gibi, her şiirin içerisine bir hikaye ve ibretli anlatım serpiştirmiştir. Kaysernâme’nin ana teması, Alman kralı II. Wilhelm’in, İngilizler ve müttefikleri karşısındaki cesur girişimleri ve özelliklerinin övgüleridir.[19] Eserin ilk yarısında Alman ordularının kazandığı zaferler, alabildiğine heyecanlı anlatımlarla aktarılmakta, ikinci yarısında ise İngilizlerin yeren, onları kınayan dizelere yer verilmektedir. Edîb bu eserinde değişik örneklemeler, tasvirler ve zengin sözcük hazinesinden yararlanmış, bahâriyyeler ve sâkînâmeler de ekleyerek anlatımlarını kuru savaş haberleri olmaktan çıkarıp bir kahramanlık destanı anlatısına dönüştürmüş, ayrıca lirik bir renk de kazandırmıştır. Kaysernâme’nin yazma nüshaları, Tahran Meclis Kütüphanesi ve Mînovî Kütüphanesi’yle Meşhed Ferruh Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. [20]

2. Dîvân
Edîb-i Pîşâverî’nin divanı, kasîde, gazel, Farsça kıta türlerinde ve Arapça 370 beyit olmak 4.200 beyitten oluşmaktadır. Ancak şairin divanını açıklamalar ve notlarla birlikte yayınlayan Alî-yi Abdurresûlî’ye göre, Edîb’in şiirlerinden bir kısmı 1315/1897 yılından (Edîb’in kendisiyle tanışmasından) önceki dizeleri hemen hemen ortadan kaybolmuştur. Abdurresûlî, şairle tanıştığı dönemden sonra kaleme alınmış şiirleri bir araya toplayarak divanı yayınlamıştır. Edîb-i Pîşâverî, meşrutiyet döneminde yaşamış şairlerden olsa da şiirlerinde kullandığı dil, vezin, yapı ve tema açısından zamanın yaygın tarzından farklılıklar göstermektedir. Onun şiir dili genelde sade, akıcı ve kolay anlaşılır özellikleriyle bilinen meşrutiyet şiirlerindeki dilden farklı ağdalı ve zor anlaşılır özelliktedir. Dizelerinde sıraladığı sözcüklerin bir kısmı sözlük yardımı olmadan zor anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra Edîb yine yaşadığı çağın özelliklerinden uzak zor vezinler, ağır kafiye ve redifler seçmiş, çoğu zaman klasik dönem kasîde ustaları Hâkânî-yi Şîrvânî (ö. 595/1199) ve Enverî’yi (ö. 583/1187) örnek almıştır. Şiirinin temel konuları arasında I. Dünya Savaşı, Alman İmparatorunun övgüsü, İngiliz sömürgeciliğinin eleştirilmesi ve kınanması, meşrutiyet devrimi ve Hindistan gibi öne çıkan konular sayılabilir. Buradan hareketle onun özgün yenilikçiliklerinin yanı sıra bâzgeşt geleneklerine de bağlı olduğu yargısına varılabilir. kasidelerinin çoğunda Hâkânî, Enverî ve Nâsır-i Husrev’i (ö. 481/1088) örnek alması, dizelerine yetenekli olduğu bilim dallarındaki birikimlerini de serpiştirmesi bunu göstermektedir. Gazellerinin içerikleri ve konuları açısından değerlendirilmesi yapıldığında bu şiirlerinin Mevlânâ Celâluddîn’in (ö. 672/1273) gazellerindeki heyecan ve aşkın, Hâkânî’nin özgün tarzından alınarak oluşturulmuş bir karışımı andırdığı ifade edilir. Şairin divanı, 1352/1933 yılında açıklamalar ve notlarla birlikte Alî-yi Abdurresûlî tarafından Tahran’da yayınlanmıştır. [21]

Divanında yer alan kasidelerinin 12 tanesi yaklaşık üçte biri Alman Kayseri’nin övgüsünü, I. Dünya savaşını konu alır. Onun Alman milleti ve imparatorlarına karşı ilgisi öylesine büyüktür ki, savaşta Almanlar’ın karşısında yer almış ülkeler için alabildiğine ağır küfürler, son derece müstehcen sözlerle duygularını dile getirmiştir. [22]

Şiirinin en önemli bölümleri olan kasideleri; son derece uzunlukları, şiir dilinin gücü ve kullandığı derin anlamlı sözcükleriyle dikkat çeker. Öte yandan ifadeleri; tarihî gelişmeler, Arap ve İran hikayeleriyle örneklendirmeler, hikmet, felsefe gibi konularda dopdoludur. Şiirlerinin bir diğer özelliği de zor anlaşılır bir dilde kaleme alınmış olmasıdır. Bu yüzden divanı yayınlayan Alî-yi Abdurresûlî, kelimelerinin çoğunu açıklayan dipnot ve izahlar koyma yolunu izlemek zorunda kalmıştır. Şiirdeki gücü, 250, 260 ve 400 beyitlik kasideleri ile belirgin olarak görülmektedir. [23]

Bazen aynı vezin, kafiye ve redifleriyle Nâsır-i Husrev, Senâî ve Hâkânî’yi örnek alıp onlara nazireler yazmışsa da tarz, tema ve içerik açısından özgün tarzını ön plana çıkarmakta onların dizelerinden tamamen farklı özellikler taşımaktadır. Farsça nesirde de Gazneli ve Selçuklular dönemi nesri özelliklerine benzer bir tarzı izleyen Edîb, Târîh-i Beyhakî’ye yazdığı notlar ve açıklamalarda yeteneğini göstermektedir. [24]

3. Risâle-yi Nakd-i Hâzır Der Tashîh-i Dîvân-i Nâsır
Nâsır-i Husrev’in divanının açıklamaları ve tashihini konu alan bu eseri, Alî-yi Abdurresûlî’nin, Nâsır-i Husrev’in divanının zor anlaşılır kısımlarıyla ilgili sorularına Edîb-i Pîşâverî’nin vermiş olduğu cevaplardan oluşmaktadır. Cevaplar, felsefî örneklemeler ve örnek beyitlerin yanı sıra uygun şiirlerle de zenginleştirilmiştir. Bu risale şairin divanıyla birlikte yayınlanmıştır. [25]

4. Tercume-yi İşârât-i İbn Sînâ
Edîb-i Pîşâverî, bazı dostlarının yoğun istekleri üzerine İbn Sînâ’nın, Kitâbu’1-İşârât ve’t-tenbîhât adlı eserini gerekli gördüğü yerlere bazı açıklamalar ve şerhler de ekleyerek Farsça’ya çevirmiştir, ancak bu eser henüz yayınlanmamıştır. [26]

5. Ceng-i Yûnân ve Osmânî
1314/1896 yılında yazılan ve Osmanlı-Yunan savaşını konu alan bu eser 800 beyitten oluşmaktadır. Ceng-i Yûnân ve Osmânî de, Edîb-i Pîşâverî’nin, henüz yayınlanmamış eserleri arasında yer almaktadır.[27]

6. Kısse-yi Yûsuf u Zuleyhâ
Mutekârib vezninde kaleme alınmış olan Kısse-yi Yûsuf u Zuleyhâ, 4.000 beyittir. Ancak şairin tamamlanmamış eserlerinden biridir. [28]

7. Dâstân-i Dohter-i Nakkâş
Edîb-i Pîşâverî, Dâstân-i Dohter-i Nakkâş adlı bu manzûm eserinde, ressam bin kızın hayat hikayesini anlatmaktadır. Bir yolculuk serüvenini ana tema olarak alan eserde, mesleği ressamlık olan bir kızın duygu ve düşünceleri tasvir edilmektedir. [29]

Bunların yanı sıra Edîb, Îrec-i Mîrzâ’nın (ö. 1344/1925) “Zohre ve Menûçehr” adlı yarım kalmış manzumesini de tamamlamıştır. Bazılarınca Edîb-i Pîşâverî’nin çeşitli konulardaki bir kısım araştırmalarının el yazmaları, daha kendisi hayattayken hizmetçilerinden biri tarafından satılmak amacıyla çalınmış, daha sonra da bu eserlerinden herhangi bir haber alınamamıştır. [30]

Edîb-i Pîşâverî’nin, Risâle der Beyân-i Kazâyâ-yi Bedîhiyyât-i Evveliye adlı eseri, şairin birtakım sorulara vermiş olduğu cevapları içermektedir. Divanıyla birlikte yayınlanmıştır. Birtakım filozofların sözlerinin şerhleriyle Arap şairlerinin dizelerinde geçen birtakım kavramların şerhine yer veren sekiz cilt halinde kaleme aldığı, henüz yayınlanmamış olan bir eseri; şairin hayatının son altı ayı içerisinde yazdığı mutekârib vezninde, kız kardeşi kaçırılmış bir tacirin serüvenlerini konu alan 1.800 beyitlik Hikâyet-i Tâcir, İran-İngiltere arasında 1919 yılında imzalanmış bir anlaşmanın yanlışlarını konu alan 8. 000 beyitlik bir manzumesi de eserleri arasında yer almaktadır. [31]

· Dostun Yüzü

Seher melteminin kokusuna canımı müjde veririm,

Ayrılığın elinden kurtulup sağ çıkarsam sabaha.

Uğrarsan, bir de benim gözlerime bas ayağını,

Tut ki, ben de toprağı sayılırım kapının.

Öldürdü beni yüz kez, kan döken o gamzelerin,

Daha diriyim şimdi hayaliyle cana can katan dudaklarının.

Kapladı bütün dünyayı güzelliği dost yüzünün,

Görüyorum nereye gitsem güzelliğini yüzünün.

Filozoflar beğenmezler, ama sen dinle şu inceliği benden:

“Göze görünmezsin ama, gitmezsin asla gözümün önünden”.

Apaçık bir mucize göstermek iddian varsa senin,

Geç toprağımdan bir kez, ben öldükten sonra;

Çıkarırım başımı topraktan, mum gibi bir kez daha,

Huzurunda senin, kelebek gibi can veririm.

Koyarlarsa beni bu heyecanla toprağın altına,

Toprağın altında heyecandan, kefeni parçalarım.

Azgın dalgalar içinde nasıl giderse gemi,

İnleyen tenim de benim, yüzer yaşlı gözüm suyunda.

Öylesine gizledim sinemde lale yanaklıların yaralarını ki;

Gonca gibi ağzına kadar doluverdi ciğerim gönül kanıyla. [32]



· İran Sevgisi

Zülüf, şemsiyen senin humâ kanadı gibi,

Güzellik mülkü bu yüzden tartışılmaz senindir.

Çin güzeller evinde, görmedi kimse senin gibi bir güzel,

Senin yüzünde olan bu cilveler ve bu güzelliklerle.

Görmedi başka kimse, senin servi boyundan gördüğümü,

Kime sorayım? Kim söylesin o servi boylunun özelliklerini?!

Ayın ışığı güneşten, feleğin güneşinin ışığı da,

Bir başka güneşten, yani senin aydınlık saçan yüzünden.

Rüyasında senin dudağına dişlerini dokunduran için,

Yoktur şekerin ve şerbetin artık bir değeri.

Düşünmeden derinliğini senin, gönül verdim sana ben,

Reva bana ey gönül her ne getirsen de başıma sen.

Şahin yuvasına yöneldim, güvercin yavrusu gibi,

Gölgesi altında büyümekteyim şimdi şahin kanadının.

Suyum, yemim ve rızkım, onun kan yudumlayan gagasından,

Duymuşsan şunu eğer sen: “Sonsuzluk sırrı, yokluktadır.”

Gonca gibi sıkıntıda, dardayım; mutluyum ama, gülüyorum gül gibi.

Seher yelinin lütfuna bakmakta umut gözlerim nergis gibi,

Erişmediysem de ben, felekten istediğim arzularıma,

Dünyada yok ki zaten her istediğine erişmiş olan.

Eser her an dallarım üzerinde dostun lütuf meltemi,

Salınırım bu yüzden bazen sağa, bazen sola ben.

Feleklerin hareketinin yok aşktan başka sermayesi,

Yanmadıkça sen, dirilemezsin başka bir can ile,

Hayvanın ruhu nerede?! İnsan ruhu nerede?!

Neden sevilir dünyada doğruluk herkesçe?

Çünkü birazcık söz eder o servinin dümdüz boyundan.

Bu öylesine bir çağ ki; Şeytan kapar Cem’in yüzüğünü,

Bu öylesine bir çağ ki; Meryem, esiri olur iftiraların.

Dikkat et Ey Yahudi; Meryem, arı ve pak iftiralardan!

Dikkatli ol ey şeytan, Süleyman’ım deme, alnın ak değil senin!

Oturdukça Süleyman tahtında, elinde yüzüğüyle,

Şeytan yenilgiye mahkum, Berahyâ’nın Âsef’i de olsa.

Hile ve aldatmaktan başka dalı olmayan kökü,

Kazı, at sen. Çünkü dünya onun bela meyveleriyle dopdolu.

Bu dünya bahçesinde hikaye okudukça karga,

Bülbülün nağmesinden nasıl nasip alır dünya?![33]



· Hikmet Süsü

Gel be sakî, aç meyhanenin kapısını,

Sen de ey çalgıcı, sarhoşlar perdesinden çal.

Bırak gazel tarzını, hikmet süsünden söz et,

Dinle benden gerçekleri ve mecazı terk et.

İç Musa Kelîm gibi annenim memesinden,

Sütü de, kötü süt annenin sütünü terk et.

Hırs ve aldatma, evrenin namus düşmanlarıdır,

Nefret et bu iki devden, sınırları da gözet.

Naz ve niyaz, sevgili ve aşığın kısmetidir,

Dostun huzurunda gücün yettikçe istekte bulun.

Gönlüm kan dolu felek yüzünden ve suskun dilim şikayetten,

Ya Rab, aç sen lütfun ile, tutulmuş bu dilimi. [34]

Özet

Afgan asıllı İran şairi Seyyid Ahmed-i Pîşâverî 1260/1844 yılında bugün Pakistan sınır­ları içinde bulunan Peşâver (Pîşâver) civa­rında bir köyde dünyaya geldi. Seyyid Ahmed’in, atalarının da, büyük sûfîler arasında yer aldıkları, ünlü sûfî Şihâbuddîn-i Sohreverdî’nin soyundan geldikleri rivayet edilir. İlk öğreni­mini Kâbil’de tamamlayan Edîb, bu kentte tanınmış ba­zı bilginlerin öğrencisi de oldu. Edîb-i Pîşâverî, meşrutiyet döneminde yaşamış şairlerden olsa da şiirlerinde kullandığı dil, vezin, yapı ve tema açısından zamanın yaygın tarzından farklılıklar göstermektedir. Farsça nesirde de, Gazneli ve Selçuklular dönemi nesri özelliklerine benzer bir tarzı izleyen Edîb, Târîh-i Beyhakî’ye yazdığı notlar ve açıklamalarda yeteneğini göstermektedir.

Edîb-i Pîşâverî, uzun hayatı boyunca İran, çevre ülkeler ve dünyada özellikle İngilizlerin sebep oldukları ya da oluşumlarında rolleri bulunduğu olayların özellikle de Peşâver’de çocukluğunda yaşadığı İngiliz katliamlarının etkisinden bir türlü kurtulamayan, onlara duyduğu kini içinde taşıyarak kendilerini yakından izlemiş, İngilizler’in direkt ya da dolaylı olarak içerisinde yer aldıkları her olaya bireysel tepkisini göstermiştir.

Abstract

Sayyid Ahmad Adīb-i Pīshāvarī was born in 1260/1844. His childhood was spent among the namads in the Pishavar district. He constantly listened to the famous savant-among them the only Persian philosopher of the 19 th century, Mulla Hâdî Sabzavarī and travelled through a large part of Afganistan and Persia until he settled in Tehran about 1300-1882-3.

He was first and foremost an expert on the history of eastern İslam; among other Works he prepared an edition of the well-known history Tarīkh-i Bayhaqī. Although in age he belonged to an older generation, his poetical Works are characteristic of the way of thinking of the Persian patriots during the period of the constitutional struggles. He was a dedicated nationalist, a zealous enemy of western imperialism.

——————————————————————————–

* Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fak., Doğu Dilleri Bölümü. Email: yildirim2002@hotmail.com

[1] Muhammed İshâk, Sohenverân-i Nâmî-yi Îrân Der Târîh-i Mu‘âsir , Tahran 1363 hş., I, 25; Bâmdâd, Mehdî, Şerh-i Hâl-i Ricâl-i Îrân, Tahran 1357 hş., I, 77; Âryenpûr, Yahyâ, Ez Sabâ Tâ Nîmâ, Tahran 1372 hş., II, 317; Rypka, J., History of Iranian Literature, s. 374; Burka‘î, Seyyid Muhammed Bâkır, Sohenverân-i Nâmî-yi Mu‘âsır-i Îrân, Tahran 1373 hş., I, 208; Âjend, Yakûb, Edebiyyât-i Novîn-i Îrân, Tahran 1363 hş., s. 41; Şekîbâ, Pervîn, Şi‘r-i Fârsî Ez Âğâz Tâ İmrûz, Tahran 1373 hş., s. 264; Kanar, Mehmet, “Edîb-i Pîşâverî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, X, 424; Mîr Ensârî, Alî, “Edîb-i Pîşâverî”, Dâ’iretu’l-ma‘ârif-i Bozorg-i İslâmî, Tahran, VII, s. 368.

[2] Edîb-i Pîşâverî, Dîvân-i Edîb-i Pîşâverî (nşr. Alî-yi Abdurresûlî), Tahran 1362 hş., Önsöz, s. 2; Âryenpûr, Ez Sabâ Tâ Nîmâ, II, 317; Rypka, History of Iranian Literature, s. 374; Şekîbâ, Şi‘r-i Fârsî Ez Âğâz Tâ İmrûz, s. 264; Zerrînkûb, Abdulhuseyn, Seyrî Der Şi‘r-i Fârsî, Tahran 1363 hş., s. 187; Munibur Rahman, “Ādīb Pīšāvārī” EIr., I, 460; Berzger, Huseyn, “Edîb-i Pîşâverî”, Dânişnâme, IV/1 (Tahran 1380 hş.), 161; Dihhudâ, Alî Ekber, Luğatnâme-yi Dihhudâ, Tahran 1346 hş., V, 1581; Mu’în, Muhammed, Ferheng-i Fârsî, “Edîb-i Pîşâverî”, Tahran 1375 hş., V, 111.

[3] Edîb-i Pîşâverî, Dîvân (nşr. Alî-yi Abdurresûlî), Tahran 1362 hş., Önsöz, s. 2-3; Yâsemî, Reşîd, Edebiyyât-i Mu‘âsir, Tahran 1352 hş., s. 10-11; Âryenpûr, Ez Sabâ Tâ Nîmâ, II, 317; Burkaî, Sohenverân-i Nâmî-yi Mu‘âsir-i Îrân, I, 208; Şekîbâ, Şi‘r-i Fârsî Ez Âğâz Tâ İmrûz, s. 264; Nevâî, Abdulhuseyn-Muhaddiszâde, Huseyn-Abbâsî, Habîbullâh, Eser Âferînân (ed. Seyyid Kemâl Hâc Seyyid Cevâdî), Tahran 1377 hş., I, 223; Berzger, Huseyn, “Edîb-i Pîşâverî”, Dânişnâme, IV/1, 161; Kanar, Mehmet, “Edîb-i Pîşâverî”, DİA, X, 424; Mîr Ensârî, Alî, “Edîb-i Pîşâverî”, DMBİ, VII, 368-369; Munibur Rahman, “Ādīb Pīšāvārī” EIr., I, 460; Dihhudâ, Luğatnâme, V, 1581.

[4] Edîb-i Pîşâverî, Dîvân, Önsöz, s. 5; Bâmdâd, Mehdî, Şerh-i Hâl-i Ricâl-i Îrân, I, 77; Muhammed İshâk, Sohenverân-i Nâmî-yi Mu‘âsir-i Îrân, I, 25; Âryenpûr, Ez Sabâ Tâ Nîmâ, II, 317; Dihhudâ, Luğatnâme, V, 1581; Burkaî, Sohenverân-i Nâmî Mu‘âsir-i Îrân, I, 208-209; Âjend, Yakûb, Edebiyyât-i Novîn-i Îrân, Tahran 1369 hş., s. 42; Şekîbâ, Şi‘r-i Fârsî Ez Âğâz Tâ İmrûz, s. 264; Eser Âferînân, I, 223; Mîr Ensârî, Alî, “Edîb-i Pîşâverî”, DMBİ, VII, s. 369.

[5] Kanar, Mehmet, “Edîb-i Pîşâverî”, DİA, X, 424.

[6] A. g. e., X, 424-425.

[7] A. g. e., X, 425.

[8] Âjend, Yakûb, Edebiyyât-i Novîn-i Îrân, s. 40-41.

[9] Âryenpûr, Ez Sabâ Tâ Nîmâ, II, 318; Mîr Ensârî, Alî, “Edîb-i Pîşâverî”, DMBİ, VII, s. 369.

[10] Mîr Ensârî, Alî, “Edîb-i Pîşâverî”, DMBİ, VII, s. 369.

[11] A. g. e., VII, 369.

[12] A. g. e., VII, 369.

[13] A. g. e., VII, 369.

[14] Âjend, Yakûb, Edebiyyât-i Novîn-i Îrân, s. 20.

[15] Şekîbâ, Şi‘r-i Fârsî Ez Âğâz Tâ İmrûz, s. 264-265; Mîr Ensârî, Alî, “Edîb-i Pîşâverî”, DMBİ, VII, s. 369.

[16] Âryenpûr, Ez Sabâ Tâ Nîmâ, II, 317.

[17] Safâ, Zebîhullâh, Hemâseserâyî Der Îrân, Tahran 1367 hş., s. 371; Âryenpûr, Ez Sabâ Tâ Nîmâ, II, 321.

[18] Edîb-i Pîşâverî, Dîvân, Önsöz, s. 15.

[19] Rypka, History of Iranian Literature, s. 375; Mîr Ensârî, Alî, “Edîb-i Pîşâverî”, DMBİ, VII, 370

[20] Mîr Ensârî, Alî, “Edîb-i Pîşâverî”, DMBİ, VII, 370.

[21] A. g. e., VII, s. 370.

[22] Âryenpûr, Ez Sabâ Tâ Nîmâ, II, 319.

[23] Âryenpûr, Ez Sabâ Tâ Nîmâ, II, 319.

[24] Edîb-i Pîşâverî, Dîvân, Önsöz, s. 14-15.

[25] Mîr Ensârî, Alî, “Edîb-i Pîşâverî”, DMBİ, VII, 370.

[26] A. g. e., VII, 370.

[27] A. g. e., VII, 370.

[28] A. g. e., VII, 370.

[29] A. g. e., VII, 370.

[30] A. g. e., VII, s. 371.

[31] A. g. e., VII, s. 371.

[32] Burkaî, Sohenverân-i Nâmî-yi Mu‘âsir-i Îrân, I, 209.

[33] Edîb-i Pîşâverî, Dîvân, s. 15-16.

[34] Burkaî, Sohenverân-i Nâmî-yi Mu‘âsir-i Îrân, I, 212.

Konular