FARS ŞİİRİNDE DOĞRULUK SEMBOLÜ OLARAK ELİF

Özet: Arap alfabesinin ilk harfi olan elif, yazılış bakımından dik ve doğru olması nedeniyle İslâm edebiyatında doğruluğun sembolü sayılmış ve insanlık, sadakat, doğruluk ve dürüstlük gibi kavramların anlatımında mazmun olarak kullanılmıştır. Bu çalışmada elif harfinin Fars şiirinde bu bağlamda kullanılışı ele alınıp incelenmiş ve değişik şairlerin manzum eserlerinden seçilen beyitlerle örneklendirilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Elif, doğruluk, harfler, harf simgeciliği, Fars edebiyatı.



The Letter of alif as a symbol of righteousness in Persian poetry

Summary: Alif, which is the first letter of Arabic alphabet, is accepted a symbol of righteousness in Islamic literature and used to express honesty and faithfulness as well as righteousness. In this study, the use of alif in Persian poetry in this context is investigated and some related verses of different poets are given as samples.

Keywords: Alif, righteousness, letters, letter symbolism, Persian literature.

Giriş:
Arap alfabesinin ilk harfi olan elif, edebiyatın yanı sıra Arapça ve Farsça dilbilgisi, riyâziyât, nücûm, kelâm, tasavvuf ve hat gibi değişik bilim ve sanat dallarında farklı anlam ve görevlerde kullanılmıştıri. En geniş kullanım alanı edebiyat olan elif, Fars ve Türk edebiyatlarında boy, burun ve kemer gibi insan vücudu ile ilgili unsurlar; ağaç, ok, mızrak, yol ve benzeri doğaya ait nesneler ve doğruluk, liderlik, fakirlik, gurur, kendini beğenmişlik, gam ve keder gibi kavramlar için bir benzetme malzemesi ve sembol olarak sıkça kullanılmıştırii. Ayrıca elif hem Türkçe’de hem de Farsça’da bazı terkip, deyim ve darbımesellere de konu olmuştur. Dilimizdeki elifi elifine, elifi mertek sanmak deyimleriiii ve Farsça’daki الف از با ندانستن , الف بر زمين کشيدن , الف شدن , الف تازيانه gibi deyim ve terkipleriv bunlardan bazılarıdır. Elif harfinin bu geniş kullanım alanının bütün yönleriyle incelenebilmesi ancak kapsamlı bir çalışma konusu olarak ele alınmasıyla mümkün olabilir. Bu nedenle bu çalışmada, elifin Fars şiirindeki kullanım alanlarından biri olan doğruluk sembolü olarak kullanımı üzerinde durulmaya çalışılacaktır.
Elifin doğruluk ile ilgisi, yazılış şeklinden kaynaklanmaktadır. Elif, yazılış bakımından dik ve düz bir çizgiden ibaret olup, harfler arasında en düz ve en doğru olandır. Bu nedenle edebiyatta doğruluğun sembolü sayılmıştır. Elifin şekil olarak boy, asâ ve sütuna benzemesi, noktasının olmaması, kelime içinde kendinden sonraki harflerden ayrı yazılması ve kendinden önceki harflere bitişmesi gibi birtakım özellikleri de doğruluğun sembolü olması ile birlikte göz önüne alınarak, bu harfin bu alandaki kullanımı ilgi çekici bazı güzellikler katılarak zenginleştirilmiştir. Fars şiirinde elifin doğruluğun sembolü olarak kullanımı, bu çerçevede tasnif edilerek ele alınmaya çalışılacaktırv.
1. Elif-Boy-Doğruluk
Edebiyatta elif ile insanın boyu arasında dik, düz ve doğru oluşları itibarıyla ilgi kurulur. Bu ilgi, mutlak şekilsel benzerliği ifade etmek için kullanıldığı gibi, doğruluk ve dürüstlüğün anlatımında da mazmun olarak kullanılır. Meselâ doğruluk ve dürüstlük bağlamında bu ilgiyi ele alan Melikü’ş-şuarâ Muhammed Takî Bahâr (1266-1330 hş./1886-1951) bir beytinde şöyle der:
خود راستست و نيست خم و پيچی اندر آنvi


گويند هر به الف بر آيد الف قدی

Derler ki, her bin yılda elif boylu biri gelir; eğriliği büğrülüğü olmayan doğru biri.
Değişik din ve mezheplerdeki inanışa göre, her bin yılda yüce bir insan dünyaya gelerek insanları huzura ve refaha erdirirvii. Bu beyitte, rivayetlerde bin yılda bir geleceği söylenen örnek insan, ilk mısrada elif boylu diye nitelenmiş ve ikinci mısrada bu nitelemenin sebebi, doğruluk ve dürüstlük olarak açıklanmıştır. Dolayısıyla burada elif ile boy arasındaki ilgiyi ifade eden الف قد (elif-kad: elif boylu) terkibi, doğruluk ve dürüstlüğün timsali olarak düşünülen şahsiyet için bir sıfat olarak kullanılmıştır. Bu mazmunu Melikü’ş-şuarâ Bahâr’dan önce kullanan Baba Tâhir-i Uryân (ö. 447/1055 [?]) şöyle der:
الف قدم که در الف آمدستمviii


به هر الفی الف قدی بر آيد

Her bin yılda elif boylu biri gelir. Ben, o elif boyluyum; zira bin yılında gelmiş bulunuyorum.
Baba Tâhir, milâdî 1000 yılı civarında dünyaya gelmiş olması hasebiyle, rivayetlerde övgüyle bahsedilen zatın, kendisi olabileceği temennisini dile getirirken, söz konusu zatı elif boylu diye nitelemiştirix. Yukarıdaki beytinde Melikü’ş-şuarâ Bahâr’ın, Baba Tâhir’in bu beytinden esinlendiği düşünülebilir.
Sâib-i Tebrîzî (ö. 1086/1675-76) de elif-boy-doğruluk ilgisini şöyle işlemektedir:
با قد خم چون ميسر نيست سر بالا کنیx


کار خود را راست کن با قامت همچون الف

Elif gibi boyunla işini doğru dürüst yap; zira bükük boyunla başını yukarı kaldırman kolay olmaz.
Sâib, beli bükük yaşlıların, başlarını kaldırmakta zorlanmaları gerçeğinden hareketle, elife benzeyen maddî boyları gibi manevî boylarını da dik tutmak isteyenlerin yani toplum içinde başı dik ve alnı açık bir şekilde dolaşabilmek isteyenlerin, işlerini düzgün ve dürüst yapmaları gerektiğini, aksi takdirde işleri düzgün olmayanların, manen belleri bükük olacağı için başı dik olarak dolaşamayacaklarını anlatmaktadır.
Ali Şîr Nevâî (844-906/1441-1501) ise bir beytinde şöyle der:
راست خواهم الف قامت دلدار کجاست؟xi


کجی و کوتهی دير ملولم دارند

Feleğin eğrilik ve kısalığı beni sıkıyor. Doğru birini istiyorum. Yârin elif boyu nerede?
Gazeline, doğruluktan eser kalmadığı için felekten şikâyet ederek başlayan Nevâî, bu beyitte, felekteki eğriliklerin artık kendisini sıktığını söylemekte ve bu sıkıntısını giderecek doğru birilerini ararken aklına gelen sevgilinin elif gibi boyuna sığınmaktadır. Burada sevgilinin elif gibi boyu, doğruluk ve dürüstlüğün simgesi olarak düşünülmektedir.
Elif-boy-doğruluk ilgisinin, bazen bu ilgiyi oluşturan unsurlardan birinin zikredilmeden kurulduğu da görülür. Meselâ Sa‘dî-i Şîrâzî (ö. 691-94/1291-94) şöyle der:
تو همچون الف بر قدمها سوارxii


بهايم به روی اندر افتاده خوار

Hayvanlar, yüz aşağı ve hakirdirler. Oysa sen elif gibi, ayaklar üstünde dikilmiş vaziyettesin.
Bostân adlı eserinin sekizinci bölümünde insanların yaratılışındaki hikmetlerden söz eden Sa‘dî, insanların fizikî yaratılış itibarıyla hayvanlardan farklı olarak, elif gibi yaratıldığına dikkat çektiği bu beyitte, insanların mecazî boyunun da maddî boyu gibi olması yani doğru ve dürüst olunması gerektiğini söylemek istemektedir. Burada elif, doğruluğun sembolü olarak ele alınmış ancak doğruluk zikredilmemiştir.
2. Elif-Asâ-Doğruluk
Edebiyatta elifin şekli itibarıyla benzetildiği nesnelerden biri de asâdır. Bilindiği üzere düz bir değnek olan asâ, çeşitli din ve kültürlerde dinî, siyasî ve adlî güç ve otoritenin sembolü olarak kullanılmıştırxiii. Şairler asânın düzlüğü ve bu simgesel anlamı ile elifin şekli ve doğruluğun sembolü olması arasında ilgi kurmuşlardır. Meselâ Sâib-i Tebrîzî bir beytinde şöyle der:
چون الف از راستی در کف عصا می بايدتxiv


تا چو تير از سينة چرخ مقوس بگذری

Şu kavisli feleğin sinesinden ok gibi geçebilmen için, elinde elif gibi bir doğruluk asâsı bulunmalı.
Sâib, eğriliklerle dolu olması cihetiyle kavisli diye nitelendirip yaya benzettiği felekten ok gibi eğrilmeden ayrılmak yani bu dünyada izzeti ve şerefiyle yaşayarak başı dik bir şekilde öbür aleme göçmek isteyenlerin, otorite sahiplerinin, güç ve kudret sembolü olan asâyı ellerinde bulundurdukları gibi, dünya hayatında ellerinde doğruluk asâsı bulundurmaları yani doğruluk ve dürüstlüğü ilke edinmeleri gerektiğini belirtmektedir. Burada doğruluğun anlatımında asânın yanı sıra ok da kullanılmıştır.
3. Elif-Sütun-Doğruluk
Elifin yine şekli itibarıyla benzetildiği diğer bir nesne de sütundur. Bilindiği üzere sütunlar dik ve doğru duruşları ile yapıları ayakta tutarlar. Bu münasebetle sütunlar ile elif arasında doğruluk ve dürüstlük kavramı bağlamında ilgi kurulur. Bir beytinde bu ilgiye yer veren Sâib-i Tebrîzî şöyle der:
ز استقامت سقف گردون را به پا داريم ماxv


چون الف هر چند ما را از دو عالم هيچ نيست

Elif gibi, iki dünyada hiçbir şeyimiz yok ise de, doğrulukla gök kubbeyi ayakta tutarız biz.
Şair burada elifi doğruluğun sembolü olarak ele almakla birlikte noktasının olmayışınaxvi da atıfta bulunarak ve zımnen sütunu elife benzeterek, dünyada doğruluktan başka hiçbir varlıkları bulunmadığını ancak bunun da küçümsenmemesi gerektiğini; çünkü dünyanın, kendilerinin sütunlar gibi dik duruşları yani doğruluk ve dürüstlükleri sayesinde ayakta durduğunu ifade etmektedir.
4. Elif-Göğüsteki Çizikler-Doğruluk
Çeşitli nedenlerle göğse çekilen çizikler hem Fars edebiyatında hem de Türk edebiyatında mazmun olarak kullanılmış, bu çizikler genellikle düz bir çizgi şeklinde olduğu için elife benzetilmiş ve göğse çizgi çekme işi, göğse elif çekme ve الف بر سينه کشيدن (elif ber sîne keşîden) gibi bazı tabirlerle ifade edilmiştir. Göğse elif çekmenin değişik nedenleri vardır: Âşıklar ve kalenderler sarhoşluktan, aşk ıstırabından ya da bir güzellik unsuru olarak gördüklerinden; yasta olanlar ise üzüntülerinden dolayı göğüslerine elif çekerlerxvii. Şairler bazen doğruluğun anlatımında göğse çekilen elifleri de mazmun olarak kullanmışlardır. Meselâ Sâib-i Tebrîzî bir beytinde şöyle demektedir:
راست باش و صد الف بر سينة دشمن بکشxviii


از کجيهای تو دشمن بر تو می يابد ظفر

Senin eğriliklerinden dolayı düşmanların sana galebe çalar. Sen doğru ol da düşmanlarının göğsüne yüzlerce elif çektir.
Sâib, göğse çekilen çizikleri elife benzeterek, doğruluk ve dürüstlük konusunda şöyle bir öğüt vermek istemektedir: Sen eğri davranışlarınla düşmanlarını sevindiriyorsun. Eğer doğru ve dürüst davranırsan, her doğru hareketin karşısında düşmanların kahrolup üzüntüden göğüslerini çizeceklerdir ve böylece elif gibi olan her doğru hareketin, düşmanlarının göğsünde birer elif ve çizik olarak kalacaktır.
Ali Şîr Nevâî de bir beytinde doğruluk kavramıyla bağlantılı olarak göğse çekilen çizikler için şöyle der:
راستان را دل به سوی سينه چاکی می کشدxix


هر الف کاو می کشد بر سينه از مستی و حسن

Onun, sarhoşluktan ötürü ya da güzellik düşüncesiyle göğsüne çektiği her elif, doğruların gönlünde, sinelerini yarma arzusu uyandırıyor.
Nevâî burada, doğruluğun sembolü olması hasebiyle elifi seven doğru insanların, bir kalenderin göğsünde elif şeklindeki çizikleri gördüklerinde, elife yani doğruluğa olan sevgilerinden dolayı, kendilerinin de doğruluğuna alâmet olmak üzere, hemen göğüslerine elif çekme arzusuna kapıldıklarını anlatmaktadır. Dolayısıyla göğse çekilen elifler, burada da doğruluğun sembolü olarak ele alınmıştır.

5. Elif-Alfabedeki Yeri-Doğruluk
Bilindiği üzere elif, alfabenin başında yer alır. Elifin bu durumunu, doğruluğun sembolü olması ile birlikte ele alan şairler, bu harfin alfabenin başında yer almasına sebep olarak, onun düz ve doğru oluşunu göstermiş ve böylece önderlik ve liderlikte doğruluk ve dürüstlüğün önemine vurgu yapmışlardır. Meselâ Vâiz-i Kazvînî (ö. 1089/1678-79) bir beytinde bu hususu teşhis sanatıyla şöyle dile getirmiştir:
راستی تا نکند پيشه, مقدم نشودxx


از زبان الف اين حرف شنيدم که کسی

Elifin ağzından şu sözü duydum: “Hiç kimse doğruluğu düstur edinmedikçe öne geçemez.”
Dihhudâ’nın (ö. 1334 hş./1955) Şems-i Tabesî’ye (ö. 626/1228) nisbet ettiği aşağıdaki beyitte, alfabedeki yeri bakımından elif şöyle ele alınır:
بد سگالش باز پس افتاده چون بي مي رودxxi


راست از راه تقدم چون الف شد و آنگهي

Doğru adam, önde bulunma bakımından elif gibidir; onun hakkında kötü düşünen ise, be harfi gibi onun arkasından gider.
Şair bu beyitte, elif ve be harflerinin alfabedeki yerlerinden hareketle şöyle demek istemektedir: Doğruluk ve dürüstlüğü düstur edinenler, toplum vicdanında her zaman ön sırada bulunurlar. Doğrulukla ilgisi olmayıp doğru insanlar hakkında kötü düşünenler ise toplum vicdanındaki mevkileri itibarıyla hep doğruların arkasında kalırlar; eğri olan be harfinin, doğruluğun sembolü olan elifin arkasında kaldığı gibi.
Mevlânâ (ö. 672/1273), bu yönüyle elifi Mesnevî’deki bir beytinde şöyle ele alır:
او ندارد هيچ از اوصاف خويشxxii


چون الف از استقامت شد به پيش

Elif gibi, doğruluğu yüzünden öne geçmiş; onda, kendi sıfatlarından hiçbir şey kalmamıştır.
Alfabenin başında yer alması ve noktasının olmaması nedeniyle elifi örnek vererek Hz. Peygamber’den söz eden Mevlânâ burada şunu anlatmaktadır: Doğruluğu yüzünden alfabe harflerinin önüne geçen elif gibi, Hz. Peygamber de فاستقم کما امرت (emrolunduğun gibi dosdoğru ol)xxiii âyetine sımsıkı sarılarak istikâmet ve doğruluktan ayrılmadığı için önder ve rehber konumuna geçmiş ve yine Allah adına hareket ettiği için, noktası olmayan elif gibi, beşerî vasıflardan sıyrılmıştırxxiv.
Elif, alfabede olduğu gibi ebcedde de başta yer alır. Bu nedenle elife ebcedin ilk harfi de denir. Enverî (ö. 585/1189 [?]) bir beytinde şöyle der:
وز راستی چو حرف نخستين ابجدستxxv


چون حرف آخرست ز ابجد گه سخن

O, konuşmada ebcedin son harfi; doğrulukta ise ebcedin ilk harfi gibidir.
Ebcedin ilk harfi elif, son harfi ise gayındır. Şair burada memduhu Mecdüddîn Muhammed b. Nasr b. Ahmed’i [?] doğruluğu yönüyle elife benzetmektedir. Şairin, konuşması bakımından memduhunu gayın harfine benzetmesi ile ilgili olarak değişik yorumlar yapılmıştır. Bu yorumlardan biri şöyledir: Gayın harfinin ebceddeki sayısal değeri olan bine Farsça’da hezâr denir. Hezâr aynı zamanda bülbül demektir. Dolayısıyla şair burada, konuşması bakımından memduhunu bülbüle benzetmek istemiştirxxvi.
6. Elif-Elifin Diğer Harflerin Aslı Olması-Doğruluk
Bir yoruma göre alfabe harflerinin aslı eliftir. Diğer bir ifadeyle alfabe harfleri, elifin değişik şekillere girmiş hâlinden ibarettirxxvii. Elif ile ilgili bu yorumu, bu harfin doğruluğun sembolü olması bağlamında ele alan Sûzenî-i Semerkandî (ö. 569/1173), Mahmûd b. Abdülkerîm’i [?] övdüğü kasidesinde onun doğruluk ve dürüstlüğünü dile getirirken şöyle der:
در مقام راستان با راستی باشد مقيم
تا به حرف يا و حرف با و تا و ثا و جيمxxviii


چون الف کز راستی اصل حروف معجم است
چون الف صدر سرافرازان خود شد لاجرم

Doğru oluşundan ötürü alfabe harflerinin aslı sayılan elif gibi, doğruluğu dolayısıyla doğruların makamında bulunur.
Be, te, se, cimden ye harfine kadar olan bütün harflerin önünde bulunan elif gibi, ileri gelenlerin başı oldu.
Sûzenî, yukarıdaki ilk beyitte elifin alfabe harflerinin aslı sayılmasına sebep olarak onun doğru oluşunu göstermiş, ikinci beyitte ise bu harfin alfabenin başında yer almasını da yine doğruluk bağlamında ele almış ve kullandığı bu mazmunlarla, memduhunun bulunduğu liderlik konumunun, onun doğruluk ve dürüstlüğünün semeresi olduğunu belirterek ona övgüde bulunmuştur.
7. Elif-Noktasının Olmaması-Doğruluk
Ülkemizde eskiden Kur’ân harflerinin öğretiminde, çocukların harfleri iyice kavramalarını sağlamak amacıyla harflerin, şekilleri itibarıyla çeşitli nesnelere benzetildiği ya da noktalarının sayı ve konumuna dikkat çekildiği bir tekerleme kullanılırdı. “Elif üvendire gibi, be tekne gibi, … cim karnında bir nokta, … fe kuzu başlı, kaf koyun kafalı, ye yılana benzer” gibixxix. Farslarda da buna benzer bir tekerleme vardı: الف هيچ/چيزی ندارد, ب يکی در زير دارد, ت دو تا بر سر دارد... (elif hîç/çîzî nedâred, be yekî der zîr dâred, te do tâ ber ser dâred: elifin hiç/bir şeyi yok, be’nin altında bir nokta var, te’nin üstünde iki nokta var…) gibi. Bu tekerleme içinde kullanılan الف هيچ/چيزی ندارد sözü zamanla deyimleşmiş ve elif, fakirlik ve yoksulluğun sembolü hâline gelmiştirxxx. Şairler elifin bu durumunu, doğruluğun sembolü olma özelliğiyle birlikte ele alarak çeşitli yorumlar yapmışlardır. Meselâ Vâiz-i Kazvînî bir beytinde elifin bu iki farklı özelliğini bir arada değerlendirerek şöyle bir yorum getirmiştir:
که گفت استاد: «الف چيزی ندارد»!xxxi


به حال راستان پی بردم آنگاه

Doğru olanların hâlini, hoca, “elifin bir şeyi yoktur” dediği zaman anladım.
Şair, maddî olarak herhangi bir şeye sahip olmayan doğru ve dürüst insanları, yukarıda anlatılan iki özelliği nedeniyle elife benzetmiştir.
8. Elif-Vahdet-Doğruluk
Elif, kendinden sonraki harflerle birleşmediğinden, şeklen bir rakamına benzediği gibi ebcedde sayı değeri olarak da bir rakamını karşıladığından ve aynı zamanda Allah lafzının ilk harfi olduğundan dolayı tasavvufta vahdetin sembolü olarak ele alınır. Buna mukabil diğer harfler de kesreti ifade ederxxxii. Mücîrüddîn-i Beylekânî (ö. 586/1190) bir beytinde elifin bu yönü ile doğruluğun sembolü olması arasında ilgi kurarak şöyle der:
الف به راستی از با و جيم گشت جداxxxiii


به راستی رسی اندر جهان وحدت از آنک

Vahdet âlemine ancak doğrulukla varabilirsin. Onun içindir ki elif, doğru oluşu ile be ve cimden ayrılmıştır.
Elifi hem vahdetin hem de doğruluğun sembolü olarak ele alan şair, bu beyitte, Allah’ın birliğini idrak etmenin yolunun doğruluktan geçtiğini, doğruluktan uzak kalınması hâlinde vahdet sırrını anlamanın mümkün olamayacağını belirtir ve elifi vahdetin sembolü kılan ve kesreti ifade eden be ve cim gibi diğer harflerden farklı kılan özelliğinin, onun doğruluğu olduğunu söyler.
9. Elif-Sükûnet-Doğruluk
Sağa sola eğik olmayıp dik ve düz bir çizgiden ibaret olması, girintisi, çıkıntısı ve noktasının bulunmaması nedeniyle elif, edebiyatta huzur ve sükûnetin anlatımında mazmun olarak kullanılır. Vâiz-i Kazvînî bir beytinde elifin bu özelliği ile doğruluğun sembolü olması arasında ilgi kurar ve şöyle bir yorumda bulunur:
در ميان حرفها حرف الف گر ساکن استxxxiv


مطمئن باشند دائم راست کيشان دور نيست

Doğru yolda olanlar, daima huzur ve sükûnet içinde bulunurlar. Bu tuhaf bir şey değildir; harfler arasında elif harfi de sakindir.
Elif dışındaki harfler sağa sola kıvrılarak çeşitli şekillere girmişlerdir. Oysa elif sade, dik ve düz bir çizgiden ibarettir. Elif ve elif dışındaki harflerin bu durumunu insanlarla karşılaştıran şairin bu yorumunu şöyle izah etmek mümkündür: Doğru insanlar, belirli ilkeler çerçevesinde hareket eder ve ne zaman ne yapacaklarını bilirler. Olaylar karşısında belli duruşları vardır. Bu nedenle daima büyük bir huzur ve sükûnet içinde bulunurlar. Dürüst olmayan insanlar gibi sağa sola yalpalamaz ve bu nedenle huzursuz olup sükûnetlerini kaybetmezler.
10. Elif-Diğer Harfler-Doğruluk
Yukarıda belirtildiği gibi elif, dik ve doğru yazılışı ile diğer harflerden ayrılır ve doğruluğu temsil eder. Be (ب), cim (ج), dal (د), lam (ل), nun (ن), gibi bazı harfler de eğri büğrü yazıldığı için, doğruluğun karşıtı olarak eğriliğin sembolü sayılmıştır. Şairler bu harfleri elif ile karşılaştırarak, doğruluk ve dürüstlük bağlamında çeşitli yorum ve değerlendirmelerde bulunmuşlardır. Meselâ Baba Efdal-i Kâşânî (ö. 667/1268-69 [?]), yalandan sakındırıp doğruluğu öğütlediği aşağıdaki rubaîsinde, elifi doğruluğun sembolü, be harfini ise eğriliğin simgesi olarak ele almıştır:
تا حرمت تو بود بر پير و جوان
مانندة بی مباش و خم چون چوگانxxxv


زنهار مگو دروغ با خلق جهان
مانندة تير راست باش و چو الف

İnsanlara sakın yalan söyleme ki genç-yaşlı herkesin yanında hürmetin olsun.
Ok ve elif gibi doğru ol; be ve çevgen gibi eğri olma.
Burada, doğruluğun anlatımında elif ve be harflerinin yanı sıra ok ve çevgen de kullanılmıştır. Ok, elif gibi, doğruluğu; çevgen ise be harfi gibi, eğriliği itibarıyla teşbih unsuru olarak ele alınmıştır.
Neyyir mahlaslı Mîrzâ Muhammed Takî (1248-1312/1832-1895), elif ve cim harflerini karşılaştırdığı beytinde şöyle der:
به خامه زن که مرا از چه گوژپشت نوشتیxxxvi


بکوش و قد چو الف راست کن که جيم نگويد

Gayret et de boyunu elif gibi dik ve doğru tut; çünkü cim, kâtibe “beni niçin eğri yazdın” demez.
Elifin yazılışı bellidir; düz, dik ve doğrudur. Cim harfinin de yazılışı bellidir; o da eğri büğrüdür. Bir kâtip, elifi eğri yazarsa, elif ona itiraz edebilir. Ama cim harfini eğri yazdığında, cim “beni niye eğri yazdın” diyemez. Çünkü eğrilik kendinde vardır. Şair burada elif ve cim harfleri ile şöyle bir öğüt vermek istemektedir: “Sen doğru ve dürüst ol. Böyle olursan, kimse sana dil uzatamaz. Eğer sen doğru ve dürüst olmazsan, aleyhinde konuşanlar olacaktır ve sen de onlara karşı bir şey diyemezsin.” Bu beyitte elif-boy-doğruluk ilgisi de bulunmaktadır. Çünkü doğruluk tavsiye edilirken, “Boyunu elif gibi dik ve doğru tut” denmektedir.
Selmân-ı Sâvecî (ö. 778/1376) de bir beytinde elif ve cim harflerini şöyle ele alır:
از خجالت زين سبب در پيش دارد سر چو جيمxxxvii


استواء خط رای او اگر بيند الف

Elif, onun görüş çizgisinin doğruluğunu görürse, utancından cim gibi başını önüne eğer.
Kasidesinde Celâyirli hükümdarı Sultan Üveys’i (757-776/1356-1374) öven Selmân, onun görüş çizgisinin doğruluğundan söz ederken, sembol olarak doğruluk için elifi, eğrilik için de cimi kullanmış ve temsilî bir ifadeyle, dosdoğru olan elifin bile onun görüş çizgisinin yanında, utancından başını cim gibi önüne eğdiğini belirtmiştir.
Nîmâ Yûşîc (ö. 1338 hş./1959) ise bir şiirinde,
ذره نگريخته ز شيطان رجيمxxxviii


توفير نداده ای الف را از جيم

Elifi cimden ayırt etmemiş, şeytandan zerre kadar kaçmamışsın.
derken, muhtemelen elifi doğruluğun, cimi de eğriliğin sembolü olarak ele alıp, “doğruluk ile eğrilik arasında bir fark gözetmemişsin”, demek istemiş olmalıdır.
Hallâc-ı Mansûr (ö. 309/922) elif ve dal harflerini şöyle ele alır:
گر از تو روی بپيچم بود ز عين ضلالxxxix


ز بار غم الف قدم ار چو دال شود

Gam yükünden elif boyum dal gibi olur da senden yüz çevirmiş olursam, bu, dalâletin ta kendisi olur.
İnsanın, ilâhî aşk yolunun sıkıntılarına dayanamayıp istikamet, sadakat ve doğruluktan sapması hâlinde dalâlete düşeceği ifade edilen bu beyitte, elif gibi olan boyun dal gibi eğrilmesi, istikamet çizgisinden sapma anlamında kullanılmıştır. Hallâc, başka bir beytinde elif ve nun harflerini kullanarak aynı mazmuna şöyle yer vermektedir:
ز بار غم الف قدم ار شود چون نونxl


ز عين جهل بود گر ز عشق بر گردم

Gam yükünden elif boyum nun gibi olsa bile, aşk yolundan dönmem cahillik olur.
Kıvâmî-i Râzî (VI/XII. asır) de bir beytinde elif ve dal harflerini şöyle ele alır:
کرده در خوف و رجا دل چون الف قامت چو دالxli


ترسکار از خشم حق باش و به عفوش دار اميد

Korku ile ümit arasında gönlünü elif, boyunu da dal edip, Hakkın gazabından kork ve affından ümitvar ol.
Gönlü elif etmek, sadakat ve doğruluk üzere bulunmak; boyu dal etmek ise Hakkın huzurunda eğilmek yani ibadet etmek anlamında kullanılmıştır.
Felekî-i Şirvânî (ö. 587/1191) elif ve lam harflerini bir beytinde şöyle yorumlar:
ساخته در خدمتت دل چو الف قد چو لامxlii


بسته ميان خسروانxliii پيش تو چون لام الف

Padişahlar sana hizmette gönüllerini elif, boylarını da lam edip, senin huzurunda lam-elif gibi kemer bağlamışlardır.
Yukarıda olduğu gibi burada da gönlü elif etmek, sadakat ve doğruluk üzere bulunmak manasında kullanılmıştır. Boyu lam etmek ise saygı ile eğilmek ve itaat etmek anlamındadır. Bu beyitte elif ve lam harfleri ile ilgili bu değerlendirmeye ilâveten, bu iki harfin birleşmesinden meydana gelen lam-elif (لا) de yazılışı bakımından, kemal-i sadakat ve itaatle kemer bağlamış, emre amade bir nefere benzetilerek yoruma ayrı bir zenginlik katılmıştır.
Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr (357-440/967-1049), elif ve nun harflerini ele aldığı rubaîsinde şöyle der:
گاهی چو الف راست گهی چون نونند
کز خاطر و فهم آدمی بيرونندxliv


خلقان تو ای جلال گوناگونند
در حضرت اجلال چنان مجنونند

Ey celâl sahibi Allah’ım, senin yaratıkların türlü türlüdürler; bazen elif gibi doğru bazen de nûn gibidirler.
Senin azamet ve celâlin karşısında mecnuna döner, akıl ve şuurlarını kaybederler.
Bu beyitte insanların doğruluk ve eğriliği, bu kavramların sembolü olan elif ve nun harfleri ile ifade edilmiştir.
Nâsır-ı Husrev (394-481/1004-1088 [?]) de bir beytinde elif ve nun harflerini şöyle ele alır:
چونک الف مردمی کنون نون شد؟xlv


چون الفی بود مردمی به مثل

İnsanlık darbımesellerde elife benzetilirdi. İnsanlık elifi şimdi nasıl nun oldu?
Nâsır-ı Husrev, bir kasidesinde zamaneden şikâyet ederken söylediği bu beyitte, vefâ, sadakat ve doğruluk gibi ulvî kavramları içinde barındıran insanlığın hep elife benzetildiğini, diğer bir ifadeyle elifin, hep insanlığın ve doğruluğun sembolü olarak kullanıldığını; ancak kendi zamanında durumun değiştiğini, insanlık ve doğruluk elifinin nun gibi eğriliverdiğini yani zamane insanlarının sadakat ve doğruluktan uzaklaştığını anlatmak istemektedir.
Mu‘izzî (ö. 518-21/1024-27 [?]) ise elif ve nun harflerini ele aldığı beytinde şöyle der:
ز هيبت تو شود قامتش خميده چو نونxlvi


کسی که با تو دلش چون الف نباشد راست

Gönlü sana karşı elif gibi doğru olmayanın boyu, senin heybetinden nun gibi bükülüversin.
Mu‘izzî, Sultan Melikşâh’ın övgüsüne dair olan kasidesinde, elif ve nun harflerini kullanarak Sultan’ın muhaliflerine beddua ettiği bu beyitte, Sultan’a karşı gönlü elif gibi olmayanların yani ona karşı sadakat duygusu içinde bulunmayanların boylarının nun gibi olmasını yani beli bükük, âciz ve zelil bir duruma düşmelerini temenni etmektedir. Yine Sultan Melikşâh’ın medhine dair olan başka bir kasidesinde aynı temenniyi dile getiren Mu‘izzî, bu kez elif ve dal harflerini kullanmıştır:
ز هيبت تو شود قامتش خميده چو دالxlvii


کسی که با تو دلش چون الف نباشد راست

Gönlü sana karşı elif gibi doğru olmayanın boyu, senin heybetinden dal gibi bükülüversin.
Yine Mu‘izzî, Ebû Sa‘d Zeynü’l-İslâm Muhammed b. Nasr b. Mansûr’u övdüğü bir diğer şiirinde aynı mazmunu elif ve lam harflerini kullanarak şöyle ifade etmektedir:
از بن دندان به خدمت پشت چون لام آوردxlviii


از دل و جان هر که با تو دل ندارد چون الف

Sana karşı can u gönülden elif gibi olmayanların boyu, sana gönüllü hizmet etmekten dolayı lam gibi olsun.
Mu‘izzî’nin yukarıdaki beyitlerinde gönlün elif olması anlamındaki ifadelerde elif, sadakat ve doğruluğun sembolü olarak kullanılmıştır.

11. Elif-Kendinden Önceki ve Sonraki Harflerle İlgisi-Doğruluk
Elifin kendinden önceki ve sonraki harflerle yazılış bakımından olan ilgisi de, doğruluğun sembolü oluşu bağlamında şairlerin çeşitli değerlendirmelerine konu olmuştur. Meselâ Hâkânî-i Şirvânî (520-595/1126-1199) elif ve dal harflerinin birlikte yazılışları üzerinde şöyle bir yorum yapar:
پيوند تو کژ نهاد نپسندد
چون دال که با الف نپيونددxlix


خاقانی اگرچه راست پيوندی
آری همه کژ ز راست بگريزد

Hâkânî! Doğru tabiatlı birisin ama, senin tabiatın da eğrileri kabul etmiyor.
Evet, eğriler doğrulardan hep kaçarlar, tıpkı elife bitişmeyen dal gibi.
Elif ve dal, kendinden sonraki harflere bitişmezler. Dolayısıyla dal harfi -eliften önce de gelse, sonra da gelse- hiçbir durumda elife bitişmez. Dal, yukarıda belirtildiği gibi, eğriliğin sembolü olan harflerdendir. Hâkânî, elif ve dal harflerinin bu imlâ özelliği ile sembolü oldukları doğruluk ve eğrilik kavramları arasında ilgi kurarak, dal gibi olanların yani doğru ve dürüst olmayan insanların, mizaçları gereği, kendisi gibi elif yaratılışlılara yani dürüst insanlara yaklaşamadıklarını anlatmaktadır.
Sâib-i Tebrîzî elifin kendinden önceki harflere bitişmesini şöyle yorumlar:
از اتصال حرف, الف خم نمی شودl


ز آميزش کجان نشود طبع راست کج

Eğrilerle oturup kalkmaktan dürüst tabiatlı biri eğrilmez; başka bir harfe bitişmekle elif bükülmez.
Elif, kendinden önceki harflere bitişirken dik ve doğru duruşunu muhafaza eder, eğrilip bükülmez. Elifin bu durumunu, doğruluk ve dürüstlük bağlamında değerlendiren Sâib, elifin simgelediği dürüst karakterli insanların da, dürüst olmayan insanlarla oturup kalksalar bile, doğru duruşlarını her ortamda sürdürmeleri gerektiğini anlatmaktadır.
Hâkânî-i Şirvânî ise elifin kendinden sonraki harfe bitişmeyip öncekine bitişmesini şöyle ele almaktadır:
چون بپيوستی به پايان اوفتی هم در زمانli


تا جدائی زين و آن بر سر نشينی چون الف

Şundan bundan ayrı olduğun sürece elif gibi başta oturursun. Sona bitişecek olursan hemen düşersin.
Elif, kelimenin başında bulunduğu zaman, kendinden sonraki harfe bitişmediği için tek başına, dik ve doğru yazılır. Ancak kelime içinde ya da sonunda bulunduğu zaman, alt taraftan kıvrılarak kendinden önceki harfe bitişir. Hâkânî yukarıdaki beytinde, elifin bu durumundan hareketle şunu anlatmaya çalışmaktadır: Başkalarına bağımlı kalmayıp, özgür iradenle doğru hareket ettiğin zaman baş tacı olursun. Fakat özgür iradeni kullanmayıp düşünmeden hareket eder ve başkalarına uyup yanlış işler yaparsan, anında gözden düşer ve beş paralık olursun.
Yukarıda görüldüğü üzere, elifin kendinden önceki harflere bitişmesi Hâkânî ve Sâib tarafından farklı şekillerde yorumlanmıştır. Hâkânî, yorumunda elifin kendinden önceki harfe bitişirken alt taraftan kıvrılmasını; Sâib ise onun bu durumda bile dik ve doğru duruşunu esas almıştır.
Elifin kendinden önceki lam harfi ile münasebetini ele alan ünlü mutasavvıf şair Abdurrahmân-ı Câmî (817-898/1414-1492) bir şiirinde şöyle der:
از همه يکتا شو و تنها نشين
بين که چه سان کج شده در لام الفlii


پهلوی هر سفله مشو جانشين
گرچه به خود نيست کج اندام الف

Alçakların yanında oturma, hepsinden ayrı dur ve yalnız otur.
Elif, haddizatında eğri boylu değildir ama baksana, lam-elifte nasıl eğrilivermiş.
Elif, kendinden önce yer alan lam dışındaki harflere bitişirken eğrilmeyip dik duruşunu muhafaza eder. Fakat lam harfine bitişirken eğriliverir. Yukarıda belirtildiği gibi, lam, edebiyatta doğruluğun sembolü olan elifin karşıtı yani eğriliğin simgesi olarak kullanılan harflerdendir. Tuhfetü’l-ahrâr adlı mesnevîsinde oğluna nasihatlerini sıralayan şair, yukarıdaki ikinci beyitte, bu iki harfin söz konusu simgesel anlamlarını bazen alfabe harfleri arasında yer verilen ve لا şeklinde yazılan lam-elifin yazılış şekli üzerinde yorumlayarak şöyle bir öğüt vermektedir: Doğru ve dürüst olmayan alçak insanlardan uzak dur. Onlarla oturup kalkarsan, onlar gibi olursun. Baksana, doğruluğun sembolü olan elif bile tek başına iken düz ve doğru yazıldığı hâlde, eğriliğin sembolü olan lam harfine bitiştiğinde hemen eğriliveriyor, tıpkı lam-elifte olduğu gibi.
Câmî’nin işlediği bu mazmunu ele alan Gelibolulu Mustafa Âlî (948-1008/1541-1600), bir kıtasında bunu daha da zenginleştirerek şöyle der:
كه مستقيم كند بر كج سقيم قيام
الف به لام الف كج بود ز صحبت لامliii


به الف لام مقدم شده الف بر لام
تو راستي مطلب از قرين بد زينهار

Elif-lamda elif, lamdan önce gelmiştir. Zira doğru olan, eğri ve hasta olanın üzerinde durur.
Sakın, kötü arkadaştan doğruluk bekleme. Baksana, lam-elifteki elif bile, lam ile arkadaşlığından dolayı eğrilmekte.
Elif, kendinden önceki harflere bitişip sonrakine bitişmezken, lam her iki tarafındaki harflere bitişir. Harf-i tarif denilen ve ال şeklinde yazılan elif-lamda doğruluğun sembolü olan elif başta yer alır, eğriliğin sembolü olan lam da eliften sonra gelir. Lam-elifte ise lam başta, elif sonda yer alır. Yukarıda belirtildiği gibi lam-elifte elif dikliğini kaybedip eğri yazılır. Fakat elif-lamda, elif kendinden sonraki harfe bitişmediği için ayrı, dik ve doğru yazılır. Bu durumu değerlendiren Gelibolulu Âlî, elif-lamı, doğru ve dürüst insanların daima özgür iradeleriyle hareket etmeleri ve dürüst olmayanlar üzerinde otoriter olmaları gerektiği; lam-elifi de, dürüst olmayanlardan dürüstlük beklenmemesi ve bu tür kötü insanlara aslâ uyulmaması gerektiği, bunların, kendilerine uyan dürüst insanları yoldan saptırabileceği şeklinde yorumlamıştır.
Mevlânâ, elifin kendinden sonraki harflere bitişmeyip ayrı ve düz yazılışını doğruluk kavramı bağlamında şöyle ele almaktadır:
الف می باش, فرد و راست بنشينliv


رها کن پسروی چون پای کژ مژ

Eğri büğrü ayak gibi arkadan yürümeyi bırak; elif gibi ol, tek başına ve dosdoğru otur.
Beytin ikinci mısraında, kendinden sonraki harfe bitişmediğinden tek başına ve düz yazılan elif gibi dosdoğru olmak tavsiye edilmektedir. Ancak bu beytin ilk mısraı üzerinde biraz durmak gerekmektedir. Çünkü bu mısradaki پای کژ مژ (pây-i kej-mej: eğri büğrü ayak) tabiri yani ayak için eğri büğrü nitelemesi, yerinde bir niteleme olmasa gerektir. Aynı şekilde پسروی (pesrevî: arkadan gitmek) tabiri de ayak için uygun düşmemektedir. Ancak kanaatimizce buradaki پا (pâ: ayak) kelimesi يا (yâ: ye harfi) olarak düşünüldüğü zaman, yukarıda söz konusu edilen uygunsuzluklar ortadan kalkacağı gibi, sonraki mısra ile birlikte beyit bir bütünlük içinde yerli yerine oturacaktır. Şöyle ki: Bilindiği üzere ye harfi, edebiyatta eğriliği ifade etmek için kullanılan harflerdendir. پای کژ مژ tabiri, يای کژ مژ olarak düşünüldüğünde eğri büğrü ye demek olur. پسروی (arkadan gitmek) tabiri ile kastedilen de kelime sonunda bulunan ye harfidir. Bu durumda beytin manası şöyle olur: Eğri büğrü olan ye gibi arkada olmayı bırak. Elif gibi ol, tek başına ve dosdoğru otur.
12. Çeşitli Kelimelerdeki Elif-Doğruluk
Bazı kelimelerdeki elif harfini doğruluğun sembolü olarak ele alan şairler, o kelimeler üzerinde doğruluk ve dürüstlük bağlamında çeşitli yorumlar yapmışlardır. Meselâ Ali Şîr Nevâî, داور (dâver: hakim, yargıç) kelimesi ile ilgili olarak bir beytinde şöyle der:
«دور» گردد بی الف آن را که گويی «داور» استlv


حاکم ناراستی را عاقبت سرگشتگی است

Dürüst olmayan hakimin akıbeti dalâlettir. داور (dâver) dediğin, elifsiz olursa دور (dûr: uzak) olur.
Nevâî, yargıçlık ve hakimlikte doğruluk ve dürüstlüğün önemine işaret etmek amacıyla, داور (dâver) kelimesindeki elifi doğruluğun sembolü olarak ele aldığı bu beyitte şöyle demek istemektedir: داور (dâver) kelimesinde, doğruluğun sembolü olan elif bulunmadığında bu kelime nasıl دور (dûr: uzak) oluyorsa, hakim ve yargıç da eğer doğru ve dürüst olmazsa, doğru yoldan uzaklaşır ve sonunda dalâlete düşer. Şair bu beyitte şu âyet-i kerimeye telmihte bulunmaktadır: “Dünya hayatını ahirete tercih edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve onun eğriliğini isteyenler var ya, işte onlar (haktan) uzak bir sapıklık içindedirler.”lvi
Hakimlik ve yargıçlık anlamına gelen داوری (dâverî) kelimesini ele alarak yukarıdakine benzer bir yorumda bulunan Senâî (ö. 545/1150 [?]) ise şöyle der:
چون الف زو دور شد «دوری» بود نه «داوری»lvii


راستی اندر ميان «داوری» شرطست از آنک

Hakimlik ve yargıçlıkta doğruluk ve dürüstlük şarttır. Zira داوری (dâverî) kelimesinden elif uzaklaşırsa دوری (dûrî: uzaklık) olur, داوری (dâverî) değil.
ازرق (ezrak: mavi) kelimesini, içindeki elif harfinin simgesel anlamı açısından değerlendiren Enverî bir kıtasında şöyle der:
از حلال کسب تا نان گدايی هيچ فرق
حاصلی نآمد از آن «ازرق» ترا الا که «زرق»lviii


جامة «ازرق» همی پوشی و نزديک تو نه
چون الف کم کردی از «ازرق» تو يعنی راستی

ازرق (ezrak) elbise giyersin, ama helâl kazanç ile dilencilikle elde edilen ekmek arasında hiçbir fark gözetmezsin.
“ازرق” (ezrak)’tan elifi yani doğruluğu atarsan, o “ازرق” (ezrak)’tan elinde “زرق” (zerk)’ten başka bir şey kalmaz.
ازرق (ezrak) mavi anlamında olup, câme-i ezrak, sûfîlerin sûfîlik sembolü olarak kullandıkları mavi giysidirlix. زرق (zerk) ise ikiyüzlülük ve riyakârlık demektir. ازرق (ezrak) kelimesindeki elifin çalışma konumuz olan simgesel anlamından hareket ederek, bu iki kelime (ازرق , زرق) üzerinde bir yorumda bulunan şair, burada şunu anlatmak istemektedir: Mavi (ezrak) elbise giymek suretiyle kendini sûfî gösteriyorsun. Sûfîlikte doğruluk ve dürüstlük esastır. Sende ise doğruluk ve dürüstlükten eser yok. Bir insan doğru ve dürüst olmadıkça gerçek anlamda sûfî olamaz. Senin davranışların ile giysinle ifade etmek istediğin arasında bir çelişki vardır. Şu hâlde yaptığın, ikiyüzlülük ve riyakârlıktır. Baksana, sûfîliğin göstergesi olan giysinin rengini ifade eden ازرق (ezrak) kelimesi bile, doğruluk ve dürüstlüğün sembolü olan eliften yoksun kaldığında, birdenbire زرق (zerk) oluveriyorlx.
Hilâlî-i Çağatâyî (ö. 936/1529-30), آسمان (âsmân: gök) kelimesindeki elif ve زمين (zemîn: yer) kelimesindeki nun harflerini ele aldığı beytinde şöyle der:
ز کج تا راست فرق, آری, همين استlxi


الف بر «آسمان», نون بر «زمين» است

Elif, آسمان (âsmân)’da; nûn ise زمين (zemîn)’dedir. Evet, eğri ile doğru arasındaki fark işte budur.
Doğruluğun sembolü olan elif, آسمان (âsmân) kelimesinin başında, eğriliğin simgesi olan nun ise زمين (zemîn) kelimesinin sonunda yer almaktadır. Başka bir ifadeyle elif göğün üstünde, nun ise yerin dibindedir. Hilâlî, doğru insanlar ile eğri insanlar arasındaki farkı, elif ve nun harflerinin bu iki kelimedeki konumunu kullanarak özlü bir ifade ile anlatmıştır.
Nizâmî-i Gencevî (ö. 608/1211-12 [?]) Mahzenü’l-esrâr’da yer alan bir naatinde انبيا (enbiyâ) kelimesini, içindeki elif harflerinin yeri açısından ele alarak şöyle der:
اول و آخر شده بر «انبيا»lxii


همچو الف راست به عهد و وفا

Ahde vefada elif gibi dosdoğrudur. Bu yüzden enbiyânın başı ve sonu olmuştur.
انبيا (enbiyâ), peygamber anlamına gelen نبی (nebî) kelimesinin çoğuludur. Doğruluğun sembolü olan elif, bu kelimenin başında ve sonunda yer almaktadır. Hz. Muhammed (s.a.v.) de bir hadis-i şerife göre, yaratılış itibarıyla peygamberlerin ilki, gönderiliş bakımından ise sonuncusudurlxiii. Nizâmî bu hadise telmihte bulunarak, Hz. Peygamber’in peygamberlerin ilki ve sonuncusu ve aynı zamanda doğruluk ve dürüstlüğün timsali oluşunu, انبيا kelimesinin başında ve sonunda yer alan elif harfleri ile ifade etmiştir.
Vâiz-i Kazvînî ايمان (îmân) kelimesinin başındaki elif harfi için şöyle der:

زآن الف از حرفها سرکردة «ايمان» شده استlxiv


حق شناسی راستی در وقت بی چيزی بود

Hakşinaslık ve sadakat yokluk anında belli olur. Harfler arasında elif, bu yüzden ايمان kelimesinin başına geçmiştir.
Bu beyitte elifin doğruluğun simgesi oluşu ile noktasının bulunmaması nedeniyle yoksulluğun sembolü oluşu birlikte ele alınıp, bu harfin, bir şeyi yokken de dik ve doğru duruşu, ايمان gibi kutsal bir kelimenin başında bulunmasının sebebi sayılarak hüsn-i talil sanatına yer verilmiş ve bu yolla yokluk ve darlıkta doğruluk ve dürüstlükten ayrılmamanın önemi ifade edilmiştir.
Abdurrahmân-ı Câmî, bir manzumesinde سلام (selâm) kelimesini oluşturan harflerin her birini ayrı ayrı yorumlarken, bu kelimedeki elif harfi hakkında şöyle der:
بي لواي استقامت در ره عشق و ولاlxv


و آن الف دال آمده در وي كه پا ننهاده ايم

(Selâm kelimesindeki) elif de, istikâmet sancağı olmaksızın, aşk ve sevgi yolunda adım atmamamız gerektiğine işaret olarak gelmiştir.
Câmî, burada elifi istikamet, doğruluk ve dürüstlüğün sembolü olarak ele almış ve selâm kelimesindeki elifi, aşk yolunda doğruluğun önemine işaret olarak değerlendirmiştir.
Senâî bir beytinde آل (âl) kelimesini oluşturan harfleri şöyle ele alır:
همه ساله چون لام پشتش دو تاستlxvi


کسی کو الف نيست با «آل» تو

Senin “âl”ine karşı elif gibi olmayanın sırtı bütün yıl lam gibi iki büklüm olsun.
Alî b. Heysam’ın [?], kendisine yazdığı methiyeye karşılık olarak, aynı vezin ve kafiyede bir kaside yazarak onu öven Senâî, bu beyitte, akrabalık veya inanç gibi bağlarla bir kişiye bağlı kimseleri ifade etmek için kullanılan âl (آل) kelimesinilxvii ele almış, memduhuna ve onun yakınlarına karşı elif gibi olmayanların yani onlara karşı dürüst davranmayanların, lam gibi iki büklüm olması dileğini bu şekilde dile getirmiştir.
13. Elifin Telaffuzu-Doğruluk
Elif ile doğruluk arasındaki ilgide kullanılan mazmunlardan biri de elifin telaffuzudur. Bilindiği üzere bazı insanlar çeşitli harfleri telaffuz etmekte zorlanırlar. Meselâ kimileri / r / harfini, kimileri de / l / harfini söylemekte güçlük çekerler. / l / harfini telaffuz edemeyenler, elifi enif diye okurlar. Bu durumda olup da çocuklara ders verenlerin hâli edebiyatta malzeme olarak kullanılmış ve hatta darbımesellere de konu olmuştur; من ميگم انف تو نگو انف تو بگو انف!lxviii (men mîgem enif to negû enif to begû enif: Enif diyorum sana, enif deme, enif de) gibi. Melikü’ş-şuarâ Bahâr, bu hususu biraz uzunca işlediği Mu‘allim u Şâgird (Hoca ile Öğrenci) başlıklı mesnevi türündeki şiirinde şöyle der:
همی لام را خواند پيوسته نون
معلم به درسش زبان بر گشاد
انف ياد داد آن اديب خرف
معلم بر آشفت و گوشش فشرد
فرو خواند کودک به فرمان انف
بزد بانگ بر کودک ناگزير
انف خوان و گريان و سيلی خوران
که امروز پور گرامی چه خواند؟
الف را انف خواند مانند روز
الف گفت بايد به سان پدر
الف را الف خواند چالاک و چست
که نشنيده جز فا و نون و الف
پس از ديگران گفتة راست جوی
پس آنگه به نيکی صلا می زنی
سپس ديگران را ز بد دور کن
(رطب خورده منع رطب چون کند؟)
نبندد به حکمش دکان, می فروش
که خود کار بندند گفتار خويش
به لوطی بود کاندر آن مغز نه
از آن گفته يک دل نگردد درستlxix


اديبی زبان در طلاقت زبون
نو آموزی او را به چنگ اوفتاد
بدان کودک خرد جای الف
به ناچار الف را انف خواند خرد
بدو گفت انف چيست می خوان انف
دگر باره آشفت استاد پير
نو آموز روزی ببود اندر آن
شبانگه پدر در کنارش نشاند
به شب همچنان کودک دلفروز
پدر گفت انف چيست جان پدر
چو بشنيد کودک الف را درست
چسان از انف می شود منصرف
تو خود فا و لام و الف راست گوی
تو بر نيکويی پشت پا می زنی
تو بد را نخستين ز خود دور کن
تب آلوده درمان تب چون کند؟
چو حاکم کند می شبانگاه نوش
کسان بهره يابند از آثار خويش
اگر گفته نغز است و دل نغز نه
وگر دل درست است و گفتار سست

Bazı harfleri telaffuzda zorlanan bir edip, lam harfini hep nun diye okurdu.
Müptedi bir öğrenci onun eline düştü. Hoca ona ders vermeye başladı.
O bunak edip, şu küçük çocuğa, elifi enif diye öğretti.
Çocukcağız da çaresiz, elifi enif diye okuyunca, hocası kızıp kulağını çekti.
Çocuğa, “enif de ne?” dedi. Doğru oku: Enif. Çocuk da emir üzerine okudu: Enif.
Yaşlı hoca yine kızdı ve zavallı çocukcağıza bağırdı.
Bu yeni öğrenci bir gün yine elifi enif diye okumuş, tokat yemiş ve ağlamıştı.
Babası akşam onu yanına oturttu ve “değerli oğlum bugün ne okumuş bakalım” dedi.
O gönül neşesi çocuk, akşam elifi enif diye okuyuverdi, gündüz olduğu gibi.
Babası dedi ki: Enif de ne, ciğerparem? Elif demek lâzım, baban gibi.
Çocukcağız elifi doğru bir şekilde duyunca, hemen elif diye okuyuverdi çarçabuk.
E-n-f’den başka bir şey duyulmayınca, enif demekten nasıl vazgeçilir?
Önce sen e-l-f seslerini doğru söyle de, sonra başkasından doğru telaffuzu bekle.
Sen iyiliği ayağının tersiyle itiyor, sonra da iyiliğe davet ediyorsun.
Kötülüğü sen önce kendinden uzak tut da sonra başkalarını kötülükten uzaklaştır.
Sıtmalı biri, sıtmayı nasıl tedavi edebilir? İçkili biri, içkiden nasıl men edebilir?
Bir hakim akşamları içki içerse, içki satıcısı onun kararıyla dükkânı kapatmaz.
Eserlerinin semeresini ancak söylediklerini yapanlar alır.
Eğer söz güzel olur da gönül iyi olmazsa, içi boş bir söz olur o.
Gönül dürüst olur da söz gevşek kalırsa, o söz ile bir gönül bile dürüst olmaz.
Görüldüğü üzere Melikü’ş-şuarâ Bahâr, bu şiirde elifin telaffuzundan yola çıkarak, doğruluk ve dürüstlüğü anlatmaktadır.

Konular