Osmanlı Dönemi Arap Şiirinde Sosyal UNSURLAR

Özet: Bu çalışmada; 1517 yılında Arap topraklarının Osmanlı Devletinin hâkimiyeti altına girmesinden, Napolyon'un Mısır'ı işgal ettiği 1798 tarihine kadar olan sürede kaleme alınan Arap şiirinde, ihvâniyyât, gazel, dinî öğeler, eleştiri, zararlı kabul edilen içki, sigara vb. toplumsal alışkanlıklar gibi göze çarpan birçok sosyal unsur ele alınmaktadır. Araştırmanın amacı, Arap toplumunun sosyal dinamiklerini, önemli ipuçları sunan şiirler bağlamında ele alarak, bu dönemin sosyal ve kültürel yapısına bir nebze de olsa ışık tutmaktır.

Anahtar Kelimeler: Arap Edebiyatı, Sosyal Tema, Eleştiri, Şiir, Osmanlı Dönemi.

The Social Themes in Arabic Poem in the Ottoman Period
Summary: In this study, we have dealt with the social themes such as love, poetic letters, social criticism, wine, cigarette religious subjects and others which were in Arabic poem in the era of the Ottoman supremacy from 1517 to Napoleon's invasion to Egypt 1798. The goal of this study is to throw lights and present a panoramic picture to Arab society and their cultures at that period through the poem that gives us some important clues.

Keywords: Arabic literature, criticism, poem, the Ottoman period.







1. GENEL YAŞAMLA İLGİLİ KONULAR
1.1. İhvâniyyât
İhvâniyyâti, halkın sosyal ilişkilerini güzel bir şekilde yansıtan unsurların başında yer almaktadır. Şairlerin duygu ve düşüncelerini ifade ettikleri bu tür şiirler, aynı zamanda dilsel becerilerin sergilendiği bir alan olmuştur. Kuşkusuz İhvâniyyât, akrabalık bağlarını güçlendiren, şairle dostu arasındaki dostluğu pekiştiren, bazen de şairle yönetici kesim arasında bir yakınlaşmayı temin eden bir köprü görevi görmüştür. İhvâniyyât, kutlama, taziye, sitem, özür, ziyaret ve farklı amaçlarla kaleme alınmış duygu yüklü manzumelerden oluşmaktadır.
1.1.1. Kutlama (Tehni’e):
Şairler, bu sanatı dinî bayramlar, düğün, doğum, hastalıktan kurtulma ve üstlenilen görevler gibi o günün sosyal realitesiyle alakalı farklı münasebetler dolayısıyla eş ve dostlarına karşı besledikleri samimi duygularını, hocalarına ve büyüklerine karşı sevgi ve saygılarını dile getirmek amacıyla sıkça kullanmışlardır.
Bir bayram vesilesiyle Halepli şairlerden Ahmed b.Mûsâii, dostu Kemâl eş-Şâfi‘î'yeiii bir şiir yazarak bayramını kutlamakta ve ona dua etmektediriv:
تَهَنَّ بِعِيدٍ قَدْ أتاَكَ علی يُمْنِ

يُبَشِّرُ بِالغُفْراَنِ والعِتْقِ والأمْنِ

وَعِشْ سالِماً من كلِّ مُنْيَةِ حاسِد
ٍ
ومن شَرِّ ذي شَرٍّ ومن ذي ضَغْنِ

Sana uğur getirip bağışlanma, özgürlük ve huzuru müjdeleyen bayramla sevin
Bütün hasetçilerin emellerinden, kötülerin ve kin tutanların şerrinden uzak olarak sağlık içinde yaşa.
Yine bir bayram vesilesiyle 1103/1691 yılında es-Seyyid Sa‘dîv amcası Abdulkerîm İbnu’n-Nakîb'evi bir kaside göndererek duygularını dile getirmektedirvii:
يا سَيِّدَ الساداتِ والأشْرافِ

والواَحِدَ المعْدُودَ بالآلافِ

في كل عيدٍ دُمْتُمْ بِمَسَرَّةٍ

وسلامَةٍ وبِرَغْدِ عيشٍ صافِ
ٍ
كُنْ في أمانِ الله مَحْفُوفاً بِما

تَهْوى من الإسعادِ والإسعافِ

Binlerce kişi içerisinde sayılı ve tek olan eşrafın ve efendilerin efendisi
Mutluluk, selamet ve sağlıcakla kalın bütün bayramlarda
Emanet olun Allah'a sizi gönlünüzü hoş tutan şeylerin çevrelemesi temennisiyle.
İbnu’n-Nehhâsviii torununun doğumu vesilesiyle oğlu İbrâhîm'e bir kaside yazarak onu kutlamaktadırix:
أتانا بَشيرُ الوليدِ الجَديدِ

فساقَ إليْناَ حَياةً وبُشْرى

Yeni bir doğumun müjdecisi geldi bize, hayat ve mutluluk verdi bize.
Şihâbuddîn el-Bekrî, görme özürlü dostu ve arkadaşı Afîfuddîn'e, gözlerine yeniden kavuşması münasebetiyle, verdiği nimetlerden dolayı Allah'a şükrü içeren duygu yüklü bir kaside yazarak, bu olay karşısında sevincini dile etmektedirx.
حمداً لما أولاكَ مولاكَ منْ

نعمائه الظاهرة الخافيه

قد نوَّرَ الأبصارَ من نوره

فالعين كالسمع غدت واعيه

يهني عفيف الدين غوث الورى

قطب الملا أنواره الزاهيه

فالحمد لله وشكرا له

على زوال العلل الماضيه

Hamdolsun sana gizli-açık nimetleriyle ihsanda bulunmasından
Aydınlattı gözleri nuruyla ve göz tıpkı kulak gibi işler oldu
Parıldayan ışıkları, Halkın yardımcısı ve insanların kutbu olan Afîfuddîn'i kutlar
Geçmişteki hastalıkları giderdiğinden dolayı Hamd ve şükürler olsun Allah'a.
Ahmed el-Keyvânîxi, dostlarından biri olan Şam müftülerinden Alî Efendî el-Murâdî'ye müftülük makamına atanması münasebetiyle tebrik amacıyla bir kaside yazar. Kasidesinde, kendisine sitem etmemesini talep ederek onun âlim kişiliğine vurguda bulunmuş, içinden çıkılamaz nice problemi engin bilgisiyle doğru bir şekilde çözdüğünü, bundan dolayı da ona karşı yapılabilecek en iyi şeyin saygı, sevgi ve övgüden geçtiğini söylemektedirxii:
فلا تعتب على صاحٍ

فقيد حاضر ثمل

و قا م بواجب الفتوى

بلا زيغ و لا زلل

بآراء موكلة

بكشف المعضل الجلل

ومدح غير مبتذل

بشعر غير منتحل

فلا زالت محامــــــده

لها عمر بلا أجـــــل

Sitem etme sakın yitik bir sarhoşun naralarına.
Fetva verme görevini, doğru yoldan sapmadan ve hatasız îfâ etti.
Önemli problemleri, isabetli görüşleriyle çözüme (kavuşturdu).
Çalıntı olmayan bir şiirle orta yollu bir övgü.
Süresiz bir ömrü olacaktır övgülerinin.
Sunulan örnekler ışığında bu dönem şairlerinin bayram, düğün, sünnet vs. güzel münasebetleri değerlendirerek kasideleri aracılığıyla kutlamalarda bulundukları, dönemin sosyal hayatına ışık tuttukları görülmektedir.
1.1.2. Taziye
Ölüm bilindiği gibi önemli sosyal olaylardan birisini teşkil etmektedir. Gözyaşları sel olup akar, kalpler acıyla kıvranır bu önemli sosyal vaka karşısında. Yakınını kaybeden kişi böyle bir durumda başına gelen bu musibet karşısında kendisini teselli edecek, acılarını paylaşarak hafifletecek ve baki kalmanın sadece Allah'a ait olduğunu hatırlatacak bir kişiye ihtiyaç duyar. Bu vesileyle acılı kimse dost ve yakınları tarafından ziyaret edilerek taziyesi yapılır.
Kişinin evladını kaybetmesi belki de bu tür acıların en büyüğüdür. Çünkü kalbinin yekparesini kaybedip ölümün kasveti karşısında aciz düşerek acı gerçeği kabullenmenin dışında yapabileceği hiçbir şey yoktur. Şairler de bu gibi durumlarda duygularını büyük bir içtenlikle ifade ederek gerek dostlarını gerekse kendilerini yazdıkları kasidelerle teselli etmeye çalışmışlardır. Dimeşk'li şairlerden İbnu’n-Nakîbxiii, ölen kardeşi için kaleme alıp Ebu'l-Vefâ el-‘Urdî'yexiv gönderdiği mersiyesinde iki oğlunun vefat etmesi dolayısıyla taziyelerini sunmaktadırxv:
ذاك الذي قد كان قرَّةَ ناظِري

وقَرارَ قلْبي بلْ وأعْظَمَ حالا

قد كنت أرجو أنْ يُؤَخَّرَ يومُهُ

عنِّي ويَحْمِلُ بعْدِيَ الأثْقالا

فثَكَلْتَ مخْدُومَيْنِ كلٌّ منهما

قد كان في أُفْقِ السُّعودِ هلالا

O kimse ki gözümün nuru kalbimin parçası hatta bundan daha da öte bir durumdu
Daha uzun yaşamasını ve benden sonra yükümü hafifletmesini temenni ediyordum
Yıldızların ufkunda her biri birer hilal olan iki mahdumunu kaybettin.
Şair Mustafâ b. Ahmed Paşa et-Terzîxvi de, vefat eden oğlu için kendi kendini teselli etmek amacıyla yazdığı mersiyesinde oğlunu kaybetmenin verdiği acıyla yanıp tutuşmaktadırxvii:
فبانوا وأصْبَحْتُ من بعدهم

أليفَ الشجونِ خَدِينَ الهمومْ

فما أجلد القلبَ في النائباتِ

ويا قلْبُ صبْراً لهذي الكُلومْ

Uzaklaştılar ve onlardan sonra hüznün dostu, kederin arkadaşı oldum
Felaketler karşısında ne kadar da metin bir yürek, sabır ey kalp bu onulmaz yaralara karşı.
Bu örnekler ışığında, şairlerin toplum hayatının acı gerçeği ölüm karşısında gerek yakınlarını, dost ve ahbaplarını gerekse de kendilerini teselli edip taziyede bulunmak, onlarla acılarını paylaşıp sabır dilemek için kalemlerini konuşturarak kasideler yazdığını görüyoruz.
1.1.3. Sitem ve Özür Dileme
Bilindiği gibi hatasız kul yoktur. Her insan bilerek veya bilmeyerek dost ve ahbaplarına karşı bazı hatalı davranışlarda bulunabilir. Böyle hatalı davranışlar karşısında ya kendisi sitemde bulunur veya siteme maruz kalabilir. Sitem de bilindiği ancak dostlar arasında olur. Sevginin diğer bir tezahürü olarak kabul edilen gerek sitemle ilgili olarak gerekse de hatalı davranışlar ya da yanlış anlaşılmalar dolayısıyla özür dilemeleri içeren birçok kasidenin yazıldığını görüyoruz.
Ahmed b. Şâhin'lexviii Ebu't-Tayyib el-Gazzîxix arasında karşılıklı büyük bir sevgi ve saygıya dayalı ilişki bulunmaktaydı. Daha sonra bilinmeyen bir sebeple bu ilişki kesintiye uğramış, bunu telafi etmek amacıyla Ahmed b. Şâhin, dostu el-Gazzî'ye karşı samimi duygularını, sitem ve özrünü içeren bir kaside yazmıştırxx:
أَلَمَّتْ أيادي الخَطْبِ سائِمَةَ العَتْبِ

على أنَّها العُتْبى تكون لذي الحبِّ

لأيَّة حالٍ يا ابنَ خَيْرِ أرُومةٍ

أُذادُ عن العذْبِ الزُّلال بلا شُرْبِ

ولوْ أَنَّني واقَعْتُ عَمْداً جَرِيرَةً

لما كان بِدْعاً منك داعِيَةُ السَّبِّ

ولكِنَّني واللهُ أَعْلمُ لم أكُنْ

لأقْطع أوصالَ المحبة كالإِرْبِ

ولَمْ أَسْتَثِرْ حَرْبَ الفِجارِ ولم أُطِعْ

مُسَيْلَمَةً إِذْ رامَ آلِفَة الحجْبِ

وهَبْ أَنَّنِي مارَسْتُ ذلك كُلَّهُ

فَحَسْبِي من الإِعْراضِ يا أَمَلِي حسْبِي

Sitem sadece sevenler arasında olduğu halde, zamanın musibetlerinin neden olduğu azarlama beni çepeçevre kuşattı
Ey asil kimsenin oğlu, her halükarda tatlı suyu içmekten vazgeçebilirim
Şayet bilerek bir kusurda bulunmuş olsam bile bu denli yergiyi gerektirecek bir şey olmadı
Allah daha iyi bilir ki muhabbet bağlarını bir organı paralarcasına kesen biri olmadım
Ficâr harbine neden olmadığım gibi Museylemetu'l-Kezzâb'ın iddialarının peşinden de gitmedim
Farz et ki, tüm bunları yaptım, yetmez mi bana yüz çevirerek verdiğin ceza ey benim umudum.
Burada Ahmed b. Şâhin'in sebebini bilmediği bir durumdan dolayı el-Gazzî'nin sert bir tepkisiyle karşı karşıya kaldığını ve onun dostuyla tıpkı eski günlerinde olduğu gibi aralarında sevgi ve muhabbetin bağlarının oluşmasını istediğini görüyoruz. Ahmed b. Şâhin, kesin bir şekilde Ficâr harbi veya Museylemetu'l-Kezzâb'ın iddialarının peşinden koşmak gibi bu kadar kızgınlığa ve tepkiye yol açacak bir suç da işlemediği halde bu dinmek bilmeyen öfke ve kızgınlığın neden hâlâ devam etmekte olduğunu ifade eder. Daha sonra, onun tüm bunları yapması halinde bile şimdiye kadar maruz kaldığı tepkilerin kâfi olduğunu dile getirdiği görülmektedir.
1.1.4. Davet ve Ziyaret
Şairlerin, sosyal hayatın çeşitli alanlarında birtakım münasebetleri değerlendirerek şiirler yazdıklarını görüyoruz. Bu alanlardan birisi de yaptıkları davet ve ziyaretlerdir.
İbnu’n-Nakîb, Şeyh Ramadân el-‘Utayfîxxi ve kardeşini Dimeşk'te bulunan Cebel Kasyûn'a davet ettiği kasidesinde alışılageldiği üzere selamla başlayarak oranın tabii güzelliklerini görmeye çağırmaktadırxxii:
رَيْحانَتَيْ رَوْضِ الإخاءِ ونَيِّرَيْ

أُفقِ الصّفاءِ وزهرتيْ إِيناسِي
أ
أصفيكما مني السلام مهاديا

بتحيةٍ مسكيةِ الأنفاس

عن جنة في قاسيون تسحَّبَتْ

فيها الشمال على غصون الآس

Kardeşlik bahçesinin iki reyhanı, arı temiz ufkun iki nuru, neşemin iki çiçeği
Benden size nefesleri misk gibi kokan bir selam ile selam olsun
Size mersin ağacının dalları üzerindeki kuzey rüzgârını barındıran bulutla kaplı Kasyûn'da bulunan bir cennetten bahsediyorum.
Burada şairin davetini tabiat vasfıyla yaptığını görüyoruz. Sanki şair, davet ettiği bu kişilerin tabiatın çekiciliği sayesinde gelmelerini sağlamak istemiştir.
Abdulğanî en-Nablusîxxiii, 1085/1674 yılında, her yerin yemyeşil bir örtüye büründüğü bir ilkbahar günü dostlarıyla beraber Dimeşk'in en eski mahallelerinden biri olan Sâlihiye'de bulunan bir bahçeye giderek sabahtan akşama kadar orada kalırlar. Ancak bazıları oraya gitmekte gecikince bir kaside yazarak onları beklediklerini ifade etmektedirxxiv:
نحن في روضة خلالَ مروجٍ

غضةِ النبت رحبة الأكنافِ

وعلينا من الزهور رواقٌ

ورقيق السحاب كالرفرافِ

فتفضَّلْ فإننا في انتظار
ٍ
واشتياق وأمرنا غير خافي

Biz taze bitkilerle geniş alanları havi yaylalar arasındaki bir bahçedeyiz
Üzerimizde çiçeklerden oluşan bir revak ve bir kuşun kanatları gibi ince bir bulut bulunmaktadır
Buyur gel. Herkesçe bilindiği üzere biz seni büyük bir özlemle beklemekteyiz.

1.1.5. Yazışmalar (Murâselât)
Bu dönem, bir veya birden fazla şair arasında birbirlerine sevgi ve saygılarını şiirle ifade eden karşılıklı yazışmaların yanı sıra farklı ilmî konuların işlendiği adına ilmî diyebileceğimiz şiir örnekleriyle doludur. Özellikle ikinci tür şiir, Osmanlı döneminde büyük bir yaygınlık kazanmıştır.
Birinci türde şairler hem dost ve ahbaplarına duygularını ifade etmek hem güzel vakit geçirmek hem de dilsel beceri ve yeteneklerini sergilemek amacıyla birbirlerine karşılıklı şiirler yazmışlardır.
Abdulğanî en-Nablusî, dostu Ahmed es-Safedîxxv ile Mevlevî zaviyesinde bulunan bahçeye gittikleri bir gün tabiatın güzel ortamında dostuna şiir söylemeye başlarxxvi:
طيورٌ على عيدانِهنَّ سَواجِعُ

تغردُ والآذان منا سوامعُ

Dallarında ötüşen kuşları kulaklarımız işitmekte
Ahmed es-Safedî de bu şiirin devamını aynı vezin ve kafiyeyle getirirxxvii:
وقد مدًّت الأغصان فينا ظلالَها

وللشمس فيما بينهن مطالعُ

Dallar gölgeleriyle bizi çepeçevre kuşattı ve bir güneş doğdu aralarında.
İkinci tür olan ilmî yazışmalarda ise şairler, şiir yetilerini daha çok bazı ilmî konuların aydınlığa kavuşması amacıyla kullanmışlardır. Örneğin el-Hilâlîxxviii, İsmâ‘îl en-Nablusî'yexxix yazdığı bir kasidesinde ondan fıkhî bir problemi açıklığa kavuşturmasını istemektedirxxx:
أمولاي إسماعيلَ يا خيرَ مُرتجى

ويا فاتحا بابا من العلم مُرتجا

ويا روْضَ فضلٍ أَيْنَعَتْ ثَمَراتُهُ

ويا بَحْرَ عِلْمٍ فاضَ لما تَمَوَّجا

سألتكَ عن شَخصٍ تحرَّرَ نِصْفُهُ

ونِصْفٌ رَقيقٌ لم يجدْ عنه مَخْرجا

جفا واعتدى عمْداً على يدِ نَفْسهِ

وأَفْصَلَ عضوا بالدماء مضرَّجا

فماذا عليه للذي حاز نصْفَهُ

وما نصُّ حكم بالشريعة أَنْتَجا

Ey efendim İsmail, ey ümitlerin en hayırlısı, ey ilimde yeni bir kapı açan umudumuz
Ey meyveleri olgunlaşan fazilet bahçesi, dalgalandığında taşan ey ilim denizi
Sana, bir çıkış yolu bulamadığım yarısı özgür yarısı da köle olan bir şahsın durumunu sormaktayım
Bu kişi kendine kasten düşmanlık yapıp zulmederek kana bulanmış bir organını ayırdı
Yarısını elde eden böyle birinin şeriata göre hükmü ne ola?
İsmâ‘îl en-Nablusî de buna aynı vezin ve kafiyeyle aşağıdaki şiirle karşılık verirxxxi:
أكامل هذا العصر في العلم والحجى

ومُوَضِّحَ ما من غيهب الشك قد دَجا

لقد أهدر الجاني بذلك عضوه

وإن كان عضواً بالدماء مضَرَّجا

وقد فقد المولى يَدَي عبده فما

لها بدل بل خاب من ذلك الرجا

فهاك جوابا لا برحت مسددا

مجيدا مفيدا للفروع مخرّجا

Ey bu asırda ilimde ve hikmette kâmil, şüphenin karanlığında kararanları açıklığa kavuşturan kimse
Cani bu şekilde organını heder etmiştir, uzvu kan içerisinde kalsa da
Efendisi, kölesinin bir elini kaybetmiştir. Bunun bir bedeli yoktur ancak umutları boşa çıkarmıştır.
İşte sana teferruata dair problemleri hâlâ faydalı ve yararlı bir şekilde çözen bir cevap.
1.2. Gazel
Şairlerin sevdiklerine karşı hissettiklerinin, coşkulu ifadeler halinde söz sanatıyla sergilenmesi olan gazelxxxii, gerek Arap edebiyatında ve gerekse diğer milletlerin edebiyatlarında sosyal bir olgu olarak yaygın bir şekilde yer alan önemli bir sanat dalıdır. Bu nedenle şairler gazele hem kasidelerinin girişlerinde yer vermişler, hem de müstakil kasideler yazmışlardırxxxiii.
Her edebî dönemde olduğu gibi Osmanlı döneminde de gazele büyük yer verilmiştir. Bu dönemde gazel, müstakil kasideler, kıtalar ve farklı konularda yazılmış kasidelerin mukaddimeleri olarak görülmektedirxxxiv.
1.2.1. Sevgilinin Özellikleri
Bu dönemde de şairler kadını fizikî olarak tanımlamakta, eski şairlerin şiirlerinde yer alan anlam, teşbih ve betimlemelere benzer bir şekilde tasvir ederek bize onun yüzünden, gözlerinden, göz kapaklarından, yanaklarından ve boynundan bahsetmektedir.
el-Keyvânî, kadının yüzünü güneş ve dolunaya benzetmektedirxxxv:
ومحيــاك أم الشمــــ

ـس أم البدر التمـــــام

Ve yüzün, güneş mi yoksa dolunay mı?
İbn Ma‘sûmxxxvi, Araplar tarafından sevilen mahmur gözlerden siyah dudaklardan bahsetmektedirxxxvii:
أمَّا والشِّفاهِ اللُّعْسِ والأَعيُنِ النُّعْسِ

لقد جُبِلَتْ طَبْعاً على حُبِّها نَفْسِي

Siyah dudaklar ve mahmur gözler ise, bende onlara karşı doğal bir sevgi yaratıldı
Mencik Paşa ed-Dimeşkîxxxviii de sevgilinin nergis gibi baygın bakan gözlerine ve al yanaklarına yemin etmektedirxxxix:
قسماً بنرجسِ مُقْلتيـْ

ـه وخَدِّه المتورِّدِ

Gözlerinin nergisine, kırmızı yanağına yemin olsun
Araplar şiirlerinde, kadının zarif ince boylu olması gerektiğini sıkça ifade etmektedirler. Bu durumu el-Keyvânî şu dizesiyle betimlemektedirxl:
يَهُزُّ تَحْدِيقُ العُيُو

نِ منه قَدّاً أَهْيَفا

Gözlerin ona bakışı, zarif ince boyunu sarsmaktadır.
Osmanlı dönemi Arap şiirindeki sevgili ay parçasıdır, zaman zaman güneştir. Boyu servi ağacı gibi ince ve zariftir. Alyanakları gülü andırmaktadır. Gözleri nergis gibi baygın bakar. Yani bu dönemde de şairlerin gönüllerinde yatan sevgilinin fiziksel özelliklerinin Arap şiirinde süre gelen geleneksel çizgiyle örtüştüğü görülmektedir.
1.2.2. Vuslat ve Ayrılık
Aşk, bilindiği gibi kavuşmayı ve ayrılığı, sevgi ve düşmanlığı, hoşnutluğu ve zaman zaman da kızgınlığı içinde barındıran bir duygu selidir. Bu nedenle şiirlerde bazen şairlerin sevinçlerini bazen de hüzünlerini ifade eden duygularına tanık olmamız gayet tabii bir durumdur. Bu dönemde de şairlerin, sevgilileriyle buluşmalarını, sitemlerini, ayrılık acısını ve vuslatı temin etmek maksadıyla bağışlanma taleplerini şiirlerine yansıttıkları görülmektedir.
Ebu’l-Mevâhib el-Bekrîxli kendisine hitaben sevgilisinin geri dönerek kalbi yaralı bu aşığa şifa olup olamayacağını soruyor. Bu soruya karşılık kalbi büyük bir iyimserlikle evet senin bu arzun yerine gelecek diyorxlii:
فيا هل ترى بعد هذا البعادِ

يزول الصدود ويرْضى الحبيبُ

نعم هو ذاك ستُعْطَى مُناكَ

بأوفَرِ حَظٍّ وأوْفىَ نصيبِ

Acaba bunca ayrılıktan sonra yüz çevirme sona erip sevgili hoşnut kalacak mı?
Evet, senin bu arzun en güzel şekliyle yerine gelecek.
Bilindiği gibi ayrılık acısına katlanmak özellikle seven bir kalp için oldukça zor bir durumdur. Öyle ki bazen neredeyse o kişiyi helake götürür. Bunun ilacı ise günün birinde sevgiliye kavuşma umududur.
el-Keyvânî de ayrılık acısını, çektiği sıkıntıları dile getirerek kalbinin elem ve ıstıraptan giderek eriyip gittiğini, geceyi uykusuz, hasta, bîçâre olarak geçirdiğini, buna paralel olarak vücudunun da gün geçtikçe zayıfladığını ifade etmektedirxliii:
على القلب المعذبِ أن يذوبا

ويا دمعي عليك بأن تصوبا

أبيت مسهدا قلقا عليلا

حزينا وامقا فردا غريبا

فؤادي كله أمسى لهيبا

وجسم كله أضحى مذوبا

Ey gözyaşım! Acılı kalbin erimesi gerektiği (gibi) senin de akman gerekir.
Geceyi uykusuz, stresli, hasta, üzüntülü, aşık, yalnız ve garip olarak geçirdim.
Kalp tümüyle alev olup bütün vücut eridi.
Ahmed el-Cezerîxliv de ayrılık acısının ilacının sevgiliye kavuşum umudunda olduğunu şu dizelerle dile getirmektedirxlv:
ما عشْتُ من ألم الفراقِ

لو لم أطل أمل التلاقي

Vuslat umudu olmasaydı ayrılık acısını yaşamazdım.
Yukarıda zikredilenler ışığında ortaya çıkan sonuç Osmanlı dönemi Arap şairlerinin klasik gazelin dışına çıkmadıklarıdır. Gerek sevgilinin özellikleri gerekse de şairin sevgilisiyle olan muhabbetiyle alakalı serd edilen benzetmeler, sıfatlar veya anlamlar İmru'u’l-Kays, Ebû Nuvâs, A‘şâ ve ‘Umer b. Ebî Rabi‘a gibi gazelleriyle ünlü şairlerin şiirlerinde yer alan özellikler ve teşbihlerle örtüşmektedir. Buna ek olarak bu dönemdeki gazellerin sıkça tabiat güzelliğiyle veya içki ve şarapla ilintilendirildiği de gözden kaçmamaktadır.
1.3. Keyif Veren Maddeler
1.3.1. İçki
Bilindiği gibi Arap edebiyatının önemli şiir türlerinden birisi de hamriyyât adı verilen içki şiiridirxlvi. Diğer dönemlerde olduğu gibi bu dönemde de yazılan şiirlerde içkinin önemli bir yer tuttuğunu görürüz.
Bu döneme genel olarak baktığımızda toplumda içki kullanımının çok yaygın olduğunu görürüz. Bunu farklı sebepleri olmakla birlikte daha çok toplumda yaşanan ahlakî ve sosyal çöküntünün etkisinin olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca Mısır ve Şam'da üzüm ve hurmanın bol olarak bulunması da ilave bir etken olarak zikredilebilirxlvii.
O dönem toplumunda baş gösteren ve çeşitli nedenlerle ortaya çıkan sosyal ve ekonomik problemlerin geniş halk katmanlarına yayılması -İslam'da yasak olmasına rağmen- içki tüketiminde büyük bir artışa sebebiyet vermiştir. Halk, kendisini çepeçevre kuşatan problemlerinden bir nebze de olsa uzaklaşıp rahatlamak, onları hafifletmek veya unutmak için çareyi içkiye başvurmakta bulmuştur. Tabiidir ki bu durum içkinin bir sosyal olgu olarak şiirde de büyük bir yankı bulmasına neden olmuştur.
İbrâhîm el-Ekremîxlviii bir şiirinde bu durumu güzel bir şekilde yansıtmaktadırxlix:
هاتِها هاتِ نَصْطَبِحْ يا نَدِيمُ

فقد تناهَتْ خُطُوبُنا والهُمومُ

هي شمسٌ والهمُّ ليلٌ وليس اللـ

ـيْلُ والشمسُ في الوجود يدومُ

علَّنانقْطع الزمان سُكارى

لا نُبالي بما جرى يا نديمُ

فلَنا أسْوَةٌ بهذي البرايا

كيف نخْشىَ البلاءَ وهْوَ عميمُ

إنما الأمرُ للإله تعالى

وَهْو بَرٌّ بالعالمين رحيمُ

Ey dost getir, getir sabuhu (sabah içilen içki) dert ve kederlerimiz nihayet bulsun
O güneştir, tasa ise gece; Gecenin de güneşin de varlığı daimî değildir
Belki de zamanın bir bölümünü sarhoş olarak geçirsek de olanlar umurumuzda değil ki ey dost!
Bizim için bu insanlar arasında iyi bir örnek vardır. Her tarafta bela varken ondan nasıl korkarız ki?
Biz bu durumu Allah'a havale ettik, O ise âlemlere karşı lütufkârdır rahimdir.
Halep'li şair Seyyid Yahyâ es-Sâdikîl de içkiyi sebepsiz yere içmediğini birtakım sıkıntılardan dolayı içmek zorunda kaldığını söyleyerek kendisine bir çıkış yolu aramaktadırli:
ولمْ أشْربِ الخمرَ الحرامَ تَعَمُّداً

ولكنْ دَعَتنيه الضّرُورة فاعْلمِ

Bilesin ki haram olan içkiyi kasten değil ancak zorunluluktan içtim.
el-Keyvânî, bir şiirinde tasa ve eleme ilaç olarak içkiyi gördüğünü; içmeyle zamandan ve onun neden olduğu musibetlerden şikayetçi olmaktan vazgeçilmesi gerektiğini şu mısralarla dile getirmektedirlii:
ما للهموم و للألــم

إلا المُدامةُ و النَّغـــمْ

فاشربْ و دَعْ صُــرُو

فَ الدهر أَنْصَفَ أو ظَلَمْ

Tasa ve elem için sadece içki ve nağmeler vardır.
İster haklı ya da haksız, vazgeç şikâyetçi olmaktan zamanın musibetlerinden ve iç.
Şairler ilk dönem şiirlerde olduğu gibi içkiyi el değmemiş bir geline, güzel bir kadına benzeterek yıllanmışlığındanliii vs. dem vurmuşlardır. Muhammed b. er-Rûmîliv bir şiirinde içkiyi tasvir ederken el değmemiş bir geline benzetmektedirlv:
طلعتْ عَروسا تنْجلي في كأْسِها

وكسا كفوف الغيدِ نَقْشُ خِضابِها

Bardağında beliren bir kadın çıktı, genç kızların ellerini örttü kınalarının nakşı.
Şairlerin birçoğu dert ve kederlerinden uzaklaşmak için çareyi içkiye sığınmada görürken veya insanları içmeye davet ederken Muhammed el-Hicâzî el-Halebîlvi, Bahâ’uddîn el-‘Âmilîlvii ve Abdulğanî en-Nablusî gibi şairler de içkiye karşı savaş açarak içkinin içen kimse üzerinde bıraktığı kötü etkileri üzerinde durmaktadır. Muhammed el-Hicâzî el-Halebî bir şiirinde içen kimsenin içtikten sonraki haline şu mısralarla değinmektedirlviii:
لا تَرْضَ بالإضْرارِ للناسِ

إِنْ رُمْتَ أنْ تَنْجُو من الباسِ

وانْظُرْ إلى الخَمْرِ وما أوْقَعَتْ

في شاربيها بعد إيناسِ

Problemlerinden kurtulmak istediğinde insanların zarar görmesine rıza gösterme
Bak içkiye, neşe ve canlılık sonrasında için kimse üzerinde bıraktığı etkiye.
1.3.2. Sigara
Arapların sigarayla tanışmasının tarihi tam olarak bilinmemekle beraber bu konudaki yaygın görüş onun milâdî XVII. asırda Arap toplumuna girdiğidirlix. Osmanlı dönemi Arap şiirine baktığımızda insanlara keyif ve lezzet veren alışkanlıklardan birisinin de sigara olduğu, içkiye paralel olarak toplumun her kesimi tarafından yaygın bir şekilde kullanıldığı görülmektedir. Sigara kullanımının haram veya helal oluşu meselesi dönemin fakihleri arasında bir tartışmaya neden olmuş kimisi lehtelx kimisi de aleyhtelxi görüşler ileri sürmüştür. Şairler tıpkı içkide olduğu gibi sigaranın da kendilerini dert, keder, tasa ve elemlerinden arındırarak rahatlattığını, bu yönüyle faydalı bir madde olduğunu belirterek bu durumu şiirlerinde sıkça dile getirmektedirler.
İbnu’n-Nahhâs el-Halebî, ayrılık ateşiyle yanıp tutuştuğunu, bunun tedavisinin de ancak misliyle mümkün olduğunu, tıpkı içkiye müptela birinin tedavisinin yine içkiyle olabileceği gibi deva bulmak için kendisini sigaranın kollarına bıraktığını şu dizelerle ifade etmektedirlxii:
عَكَفْتُ على شُربِ الدُّخانِ وفي الحَشا

لَهيبُ الجوى فازْداد جمراً على جمْرِ

فقلتُ أداوي نارَ قلبي بمِثْلها

كما يتداوى شارِبُ الخمْرِ بالخمْر
ِ
İçimdeki ayrılık ateşi kor olup beni yaktığından kendimi sigara içimine verdim
Dedim ki yüreğimin ateşini misliyle tedavi ediyorum tıpkı içki içen kimsenin içkiyle tedavi olduğu gibi.
Bir başka şiirinde de özlem ateşinin vücudunu yiyip bitirmekte olduğunu, bu nedenle kendisinin ancak sigaraya devam ederek ayrılık ateşini gizleyebileceğini söylemektedirlxiii:
وأرى التولُّعَ بالدخانِ وشُربَه

عوناً لكامن لوعَة الأحْشاء

فأُديِمُ ذلك خوف إظْهار الجوى

فأشوبه بتنفُّس الصُّعداءِ

Sigaraya ve onun içimine olan özlemi içimdeki özlem ateşini gizlemeye çalışan bir yardımcı olarak görüyorum
Ayrılığın izharı endişesiyle bunu devam ettiriyorum ve onu derin derin nefes alarak karıştırıyorum.
el-Harfûşîlxiv, Allah'a yemim ederek hiçbir zaman sigara içmeyi arzulamadığını ancak aşk ateşiyle kavrulmakta olan kalbinden yükselmekte olan dumanı sigaranın dumanıyla dostlarından örtmek amacıyla çareyi ona sığınmakta bulduğunu söylüyorlxv:
لَعَمْرُكَ لم أهْوَ الدخان ولم أمِلْ

إليه لألْقى نشْأةً وتَطَرُّبا

ولكنني أخفي به عن مُجالسي

دخان فؤادٍ بالغرام تلَهَّبا

Yemin olsun ki sigarayı sevmedim ve ona, sevinç ve mutluluğu yakalamak için yönelmedim
Ancak ben onunla aşk ateşiyle kavrulmakta olan yüreğimin dumanını dostlarımdan gizliyorum.
Şair, böylece aslında sigara içmek istemediğini ama mevcut şartların onu buna zorladığını gerekçe göstererek bu konuda kendisinin tamamen suçsuz olduğunu söylemek istiyor.
Burada dikkati çeken iki nokta bulunmaktadır. Birincisi Osmanlı dönemi Arap şiirine daha önce olmayan şi‘ru'd-duhân adı verilen sigara şiiri diye yeni bir şiir türünün eklenmesi, ikincisi ise bu şiir türünün kasideler şeklinde olmayıp daha çok iki beyitten oluşan kıtalar halinde olmasıdır.
1.3.3. Kahve
Kahve içimi, Osmanlı dönemi Arap toplumunun farklı katmanlarında yaygın bir şekilde kullanılan maddelerin başında gelmektedir. Kahvenin hicrî IX. asırda önceleri Yemen'de ortaya çıktığı, X. asırda da Mısır'a ve diğer Arap ülkelerine yayıldığı rivayet edilmektedirlxvi. Şairler şiirlerinde farklı yönleriyle kahveye geniş yer ayırmışlardır. Şiirlerde kahvenin helal veya haram olmasıyla ilgili sergilenen fıkhî tartışmaların yanı sıra kahvenin tasviri, yapılış şekli, çeşitleri, faydaları ve içildiği yerlerin (bugünkü adıyla kahvehaneler) ele alındığını görmekteyiz.
Toplumda münakaşa konusu yapılan sosyal unsurlardan birisi de kahve içimi olmuştur. Şiirlerde kahve içiminin fıkhî açıdan ele alınıp tartışıldığını ve buna bir çözüm arandığını görmekteyiz. Necmuddîn el-Gazzî, kendisine kahvenin helal veya haram olduğuna dair yöneltilen bir soru üzerine toplumda beliren yeni sosyal alışkanlıklardan biri olan kahvenin helal olduğunu ancak gıybet, koğuculuk vb. kötü davranışlara sebebiyet vermesi durumunda haram olacağını ifade etmektedirlxvii:
Ey kahve içiminin nezdimizde mübah olacağını umarak gelip soran kimse
Kahve haram değildir ancak o kişiye bir güzellik de sağlamaz
Ne var ki kahvenin içildiği evlere (kahvehaneler) giden kimse vakarını kaybeder
Orada bıyıkları yeni terleyen delikanlılar, telli çalgılar ve tavla vardır. Hepsi de eğlenip ona tabi olmaktadır
Bütün bunlar Mustafa (sav)'in çizdiği yola ve üzerinde durduğu prensiplere aykırıdır
Eğer kahveyi bir veya bin defa içmek istersen
Bu evinin içinde bir eylem olsun ki onu arzuladığından paklığına bir halel gelmesin
Allah'ı sürekli olarak zikret ve ona en güçlü bir bağ ile tutun.
Kahvenin siyah rengi şairlerin gözünden kaçmamış onu siyah renkli gözlere benzeterek tasvir etmişlerdir. İbrâhîm b. el-Mubellitlxviii, aşağıdaki dizelerde kahvenin rengine değinerek onun siyahlığına övgüde bulunmaktadırlxix:
يا عائباً لسواد قهوتنا التي

فيها شفاءُ النفس من أَمْراضِها

أفلا تراها وَهْيَ في فنجانها

تَحْكي سوادَ العَيْنِ وَسْطَ بياضِها

Ey kişinin hastalıklarına şifa olan kahvenin siyahlığını ayıplayan kimse
Fincanında beyazının ortasında gözün siyahlığını anlattığı halde onu görmüyor musun?
Abdurrahmân el-‘Amûdîlxx kahvenin faydalarından bahsederek onun kalbi ferahlatan, hem ve kederi yok eden bir unsur olarak görmektedirlxxi:
أسرار قهوتنا خذها مبيَّنة

تعينُ سالِكَنا في الليل ما سَهِرا

وتشرح القلب والأعْضاءَ تبسُطُها

وتُذْهِبُ الهمَّ والأحْزانَ والكدِرا

Kahvemizin esrarını açık bir şekilde al. Onu kullanan kimsenin geceyi uykusuz geçirmesine yardımcı olur.
Kalbi açar, organları rahatlattığı gibi hem, keder ve üzüntüleri de yok eder.
Kahve önceleri sadece evlerde içilen bir içecekti. Ancak kahvenin yaygınlaşmasıyla beraber ilk defa bu dönemde adına kahve evlerilxxii (kahvehaneler) denilen her kesime hitap eden mekânlar oluşmuştur. Bu mekânlar insanların boş zamanlarını değerlendirip hoşça vakit geçirmek amacıyla bir araya geldikleri yerler olmuştur. Kahve içilen mekânların tabiatla iç içe olmasına büyük özen gösterilmiştir. Bunun yanı sıra bu kahve evlerinde müdavimlerine hizmet etmek için bir de saki - bu sakinin güzel ve yakışıklı olması gerekirdi- bulunmaktaydı.
2. DİNÎ KONULAR
Dinî duyguların Arap toplumunda büyük bir yeri bulunmaktaydı. Bundan dolayı gerek yönetici kesim olsun gerekse halk bazında olsun dinî prensip ve esaslara büyük önem verilmiş, camiler, okullar ve külliyeler inşa edilerek din adamlarına destek olunmuştur. Bunun yanı sıra meydana gelen tabii afetler, amansız birtakım hastalıklar vs. durumlar karşısında duyulan çaresizlik insanları Allah'a yönelterek dini duygularının güçlenmesine vesile olmuştur. Bu tip durumların şiire yansıması açıkça görülmektedir. Ayrıca yukarıda zikredilen sebeplerin yanında toplumda baş gösteren ahlakî çöküntünün de bazı insanların kurtuluş çaresi olarak dine sığınmalarına ve kendilerini tamamen Allah'a vermelerine neden olduğunu da söylemek mümkündür.
Şiirleri baktığımızda iki güçlü dinî eğilimin ortaya çıktığı, bunlardan biri züht, diğerinin ise tasavvuf eğilimi olduğu görülmektedir.
2.1. Züht Eğilimi
Züht asırlar boyunca bütün milletlerde var olan insanî bir eğilim olup kişinin dünyadan el etek çekerek dinde bilinen ibadetler yoluyla kendisini Allah'a adamayı amaçlayan bir davranış biçimidirlxxiii. O bakımdan önceki dönemlerde olduğu gibi bu asırda da zühtle ilgili birçok şiir yazılmıştır. Şairler yazdıkları şiirlerde dünyaya bakış açılarını, insanın akıbetini, Allah'a tevekkülü, kaza ve kadere imanı ve Allah'a nimetlerini sayarak yakarışlarını ifade etmişlerdir.
Şairler dünyanın gelip geçici fani bir yer olduğunu bundan dolayı fazla önemsenmemesi gerektiğini dile getirmişlerdir. el-Emîr Mencik Paşa ed-Dimeşkî, dünyayı yererek bütün sunduklarını kötülük, güzelliklerini ise hayal ürünü, insanların amellerini de gaflet içinde bulunmalarından dolayı onları yok etmeye çalışan bir yılan olarak nitelendirmektedirlxxiv:
تَبّاً لدنيانا فكل صنيعها

أبدا شرورٌ والسرور منام

أفعالنا أفعى لنا ما بيننا

تسعى لمهلكنا ونحن نيام

Her eylemi kesinlikle kötülük olan ve saadetin uyuduğu dünyamız kahrolsun
Biz uyurken amellerimiz, bizi yok etme gayretkeşliği içinde olan bir yılan gibidir.
es-Sakîfîlxxv de aynı şekilde kişinin dünyasını ıslah için ahiretini feda etmesi gerektiğini belirterek dünyayı yeriyorlxxvi:
أفٍّ لدنيا لم تزل

عن وجه ذل سافره

تعميرها مستلزم

تخْريبَ دارِ الآخره

Bayağılığı hâlâ açık bir şekilde devam eden dünyaya yazıklar olsun
Onun ıslahı Ahiret'in feda edilmesinden geçer.
Necmuddîn el-Gazzîlxxvii, insanın sonuyla alakalı olarak bütün insanların ölümü engellemek için bir araya gelseler bile bu gerçeğin herkes için kaçınılmaz bir son olmaktan çıkmayacağını bu kişiler sultanlar krallar bile olsa ölümü herkesin tadacağını belirtmektedirlxxviii:
إن الخلائق في الدنيا لو اجتمعوا

أن يحبسوا عنك هذا الموت ما حبسا
ا
إن الحمام لكأس كل ذي كبد

سيرتوي منه يوما ذلَّ أو رَأَسا

كم من ملوك أباد الدهر دولتهم

وكل ربع لهم قد صار مندرسا

Dünyadaki bütün insanlar bir araya gelip ölümü senden uzaklaştırmaya çalışsa da ölüm hapsolmaz
Kuşkusuz ölüm, her canlının günün birinde aziz olsun ya da zelil ondan içmek zorunda olduğu bir bardaktır.
Zahitler karşılaştıkları birtakım problemler karşısında çareyi Allah'a tevekkül etmede bulmuşlardır. Hasan el-Burînîlxxix, şayet kişinin bir isteği varsa bunu Allah'tan istemesi ve bütün işlerde ona başvurması gerektiğini söylemektedirlxxx:
سلِّم إلى الله تَسْلَمْ

ولا تُخالِفْ فتنْدَمْ

واتركْ سؤالَ البرايا

فالله أعْلمْ وأكرمْ

ولا تُشاوِرْ حكيما

فخالقُ الخَلْقِ أحكمْ

Allah'a teslim ol ki salim kalasın, O'na muhalefet etme yoksa pişman olursun
İnsanların isteklerini bırak, Allah en iyi bilen ve en kerim olandır
Bilge kimseye de başvurma, çünkü en bilge kişi insanların yaratanıdır.
Allah'a iman etmenin şartlarından biri olan kaza ve kadere imanın da şiirlerde büyük bir tuttuğunu görüyoruz. el-Emîr Mencik Paşa, dünyada olan her şeyin Allah'tan olduğunu ve onun emriyle yürüdüğünü, kadere rıza gösterilmesi gerektiğini, bu noktada insanların bir müdahalesi olmadığını bundan dolayı da işlerin Allah'a havale edilmesinin yeterli olacağını ifade etmektedirlxxxi:
وكلّ شيء هو من عنـ

ـدك يا ربُّ بوعدك

ولك الأمر كما شئـ

ـتَ وتختار لعبدك

Ya Rab her şey sendendir, senin vadinledir
Kulların için seçip dilediğin her şeyi sen belirlersin.
Dinî içerikli şiirlere baktığımızda şairlerin işledikleri birtakım hata ve günahlarından bağışlanmaları talebiyle Allah'a münacatta bulunduklarını görüyoruz. Zekeriyyâ el-Ensârîlxxxii bir şiirinde günahlarının çokluğu sebebiyle yaşamakta olduğu korkusunu bağışlanma talebiyle gidermek için Allah'a yalvarmaktadırlxxxiii:
إلهي أنا العبد المُسيءُ وليس لي

سواك ولا علمٌ لديَّ ولا عملْ

إلهي أقلني عَثْرتي وخطيئتي

لأني يا مولايَ في غاية الخجلْ

إلهي ذنوبي مثل سبعة أبحرٍ

ولكنها في جنْبِ عفوك كالبللْ

إلهي بحق الهاشمي محمد
أ
أجرني من النيران إني في وجلْ

Ya Rab ben kötülüğe gark olmuş bir kulum. Senin dışında sığınacağım bir kimsem olmadığı gibi ne amelim ne de bilgim var
Ya Rab günahlarımı ve kusurlarımı bağışla. Ey Allah'ım çünkü ben son derece mahcup durumdayım
Ya Rab günahlarım yedi deniz kadar çoktur. Ancak günahlarım senin affının yanında hafif bir nem gibidir.
Ya Rab büyük bir korku içindeyim. Hâşimî Muhammed (sav) aşkına beni ateşten koru.
Yukarıda aktardığımız konular zühtle alakalı olarak şairlerin en çok dile getirdikleri hususlar olmuştur. Toplumda yaşanmakta olan ahlaki çöküntü bazılarını çözüm olarak dine yöneltmiş ve dünyevî işlerden el etek çekmelerine vesile olmuştur.
2.2. Tasavvuf
Osmanlı dönemi Arap toplumunu incelediğimizde tasavvufun geniş halk kitleleri arasında büyük bir kabul gördüğünü söyleyebiliriz. Bu dönemde faaliyetlerini tekke, hangâh ve zaviyelerde yürüten Mevlevîlik, Bektaşîlik, Nakşibendîlik, Rifaîlik, Kadirîlik ve Halvetîlik gibi farklı tarikatlaralxxxiv mensup kişilerin sayısı oldukça fazlaydı. Bu durum doğal olarak toplumun bir parçası ve aynası kabul edilen şairlerin şiirlerinde açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu dönemde tasavvufî şiirin, vahdet-i vücut, nefse karşı cihat ve ilahî aşk gibi tasavvufun temel dinamikleri olarak kabul edilen birtakım kavramların medih, gazel, hamriyyât ve sembollerle irtibatlandırılmak suretiyle irdelendiğini görüyoruz.
Bu dönemin tartışmasız en büyük sûfî şairlerinden olan Abdulğanî en-Nablusî, vahdet-i vücudun Hak'kın birliği olduğunu söylemektedirlxxxv:
إنما وحدة الوجود لدينا

وحدة الحق فافهموا ما نقول


Bizde vahdet-i Vücut, Hakk'ın birliğidir, anlayınız artık söylediklerimizi.
Bir başka şiirinde de her zaman diliminde bütün kâinatın ve varlığın, bütün ruh, şahıs ve beyinlerin kendisi olduğunu, mevcut şeylerin sadece isimlerden ibaret olup hepsinin zatıyla adlandırıldığını ifade ediyorlxxxvi:
أنا كل الوجود والكائنات

أنا كل الأرواح كل الذوات

أنا كل العقول بلْ كل شيءٍ

في جميع الأزمان والأوقات

ليس كل الوجود إلا أسامى

والمسمى بكل ذلك ذاتي

Ben varlıkların ve kâinatın tümüyüm. Ben ruhların ve zatların hepsiyim
Ben bütün akılların tümü hatta bütün vakit ve zamanlarda her şeyim
Bütün varlıklar sadece isimlerden ibarettirler. Bu haliyle müsemma ise benim zatım, varlığımdır.
Abdulğanî en-Nablusî, Hak'kın rızasına nail olmak için nefse karşı mücadele edilmesi gerektiğini söylüyorlxxxvii:
إذبح النفس بسيف الاجتهاد

في رضى مولاك تحظى بالمراد


Nefsi Mevla'nın rızasıyla cihat kılıcıyla kes ki muradına nail olasın.
Tasavvufun ana unsurlarından biri olan ilahî aşk da, sûfî şairlerin sıkça tasvir ettikleri bir konudur. Şairler Allah'a olan sevgilerini bazen herkesin kolaylıkla anlayabileceği açık bir şekilde, bazen de kapalı, zor ve rumuzlardan oluşan kavramlarla ifade etmişlerdir.
Muhammed b. ‘Umer el-‘Urdîlxxxviii Allah'a olan sevgisini aşağıdaki beyitte açıkça dile getirmektedirlxxxix:
ألا إن حبي لطول الحياة

ليس لأجل حظوظ مضاعهْ

ولكن لأشهد لطف الإله

فأَزْدادُ شكرا وأزداد طاعهْ

Sevgim hayatım boyunca kaybolup giden kısmetlerim için değildir
Bilakis Allah'ın lütfüne şahit olmak, o'na şükrümü artırmak ve O'na boyun eğmek içindir.
Abdulğanî en-Nablusî, bir şiirinde kadınla içkiyi bir arada takdim ederek ilâhî aşkı ilk bakışta anlaşılması güç rumuzlarla ifade etmektedirxc:
فاسمعوا يا قلوبُ أخبارَ ليلى

عن علوم الغيوب لا تتناهى

خمرة أوهمتْ عيون أناسٍ

إنها في الكؤوس يومَ لقاها

هي لولا كؤوسها ما تبدَّتْ

ما تبدَّتْ كؤوسها لولاها

Ey kalpler; Leyla'nın haberlerini sonsuz gayb ilimleriyle dinleyiniz
Bir içki, insanları onun buluşma gününde, bardaklarda olduğuna dair şüpheye düşürdü
Şayet bardakları olmasaydı, O ortaya çıkmazdı. Şayet O olmasaydı, bardakları ortaya çıkmazdı.
Burada şairin sevgilisi Leyla mutlak olan ilahi zatı ve ilahi içkiyi temsil etmektedir. Böylece söz konusu içki sevgilisi Leyla'dır. Üçüncü beyitte Allah'ın zatına işaret edilmektedir. Bardaklar varlıkları sembolize ederek anlatılmak istenen şey, varlıkların olmaması durumunda Allah'ın varlığının bilinemeyecek olmasıdır. Varlıklar Allah'a muhtaçtırlar ve var oluşlarını ona borçludurlar. Eğer Allah olmasaydı onlar da olmazdıxci.
Netice olarak sûfî şairlerin ilahi ateşle yanıp tutuştuklarını, bu yolda her türlü cefa ve sıkıntıya katlandıklarını, ilahî sevginin yegâne gayesinin de Allah'ın zatında yok olmak olduğunu, bunları ifade ederlerken de içki, gazel, medih ve semboller gibi farklı enstrümanlarla gerçekleştirdiklerini söylemek mümkündür.
3. ELEŞTİRİ
Toplumun aynası olarak kabul eden şiirlere baktığımızda, her dönemde olduğu gibi bu dönemde de siyasi otoritenin birtakım uygulamaları nedeniyle eleştiriye tabi tutulduğunu görüyoruz.
el-Burînî, 1018/1609 yılında Dimeşk'e vali olarak tayin edilen ve burada yedi sene görev yapan vezirlerden Ahmed Paşa el-Hâfız'ın, ilk göreve geldiğinde halkın sorunlarıyla ilgilenen, salih bir kişiliği olmasına rağmen bir müddet sonra değişerek mütekebbir bir hal aldığınıxcii söylüyor. Bu nedenle bazı edebiyatçılar valinin uygulamaları nedeniyle toplumda oluşan rahatsızlığı şiirlerine yansıtarak onun her türlü zulmü halka reva gördüğünü, Dimeşk'te suçların arttığını, azledilmesiyle zalimin de uzaklaştığı şeklinde ağır eleştirilerde bulunarak bu olayın 1024/1615 yılında cereyan ettiğini te’rîh sanatıyla ifade etmişlerdirxciii:
حافظ أحمد في البرايا

سنَّ أنواع المَظالم

في دمشق الشام حتى

زاد في أخذ الجرائم

مذ أتاه العزلُ قالوا:

أرِّخوه: "بان ظالم"

İnsanlardan Hafız Ahmet'in işlemediği mezalim kalmadı
Şam'ın Dimeşk'inde arttı cürümleri
Azil haberi geldiğinden beri dediler ki: Zalim uzaklaştı diye tarih düşün.
Bu eleştirilerde yargının da büyük ölçüde nasiplendiği görülmektedir. Bu dönemde yargının halk nezdinde itibar kaybına uğradığını, birtakım suistimallerin yaygılaştığını, parayla adaletin dağıtılır hale geldiğini, birçok haksızlıkların yapıldığını, rüşvetin başını alıp gittiğini ifade eden Necmuddîn el-Gazzî, bu durumu alaycı bir üslupla eleştirmektedirxciv:
عجبتُ من أهل هذا العصر كلِّهم

وكل أمرهم عندي من العجبِ

قالوا: قضاة الزمان قد عدلوا

فقلتُ: ما عدلوا إلا إلى الذهبِ

Bu asırdaki insanların durumuna şaşırdım. Yaptıkları her iş bana göre gariptir
Dediler ki: Zamanın kadıları adaletle hükmettiler. Dedim ki: Adil olmadılar sadece altına adil oldular (yöneldiler).
Abdul‘azîz el-Miknâsîxcv de yargının içine düştüğü bu kötü duruma değinerek herkese karşı adaletli olmaları gerektiğine dair tavsiyelerde bulunmaktadırxcvi:
ذوو المناصب إما أن يكون لهم

نصبٌ وإلا فَهُمْ فيها ذوو نصبِ

فلا تُعَرِّجْ عليها ما بقيتَ وكنْ

لله مُحْتَسبا في تركها تُصِبِ

لا سيما منصب القاضي فإنك إن

تُزِغْ عن الحق فيه كنتَ ذا عطبِ

Ya makam-mevki sahiplerinin bunda bir payı vardır, ya da onlar bunda pay sahibidirler
Bu (makamda) kaldığın sürece onlara sapma, onları terk ederek Allah'a hesap verirsen doğru yaparsın
Özellikle de kadılık makamı. Şayet Hak'tan yüz çevirirsen ziyanda olursun.
Ayıca şiirlerde ehil olmayan din adamlarının ağır bir şekilde eleştirildiklerini görüyoruz. Muhammed b. ‘Alî el-Kudsîxcvii, Emevî Camisi Hatiplerinden 1008/1696 yılında vefat eden İbn Yûnusxcviii'u birtakım hareketlerinden dolayı dinin öldüğünü söyleyerek Dimeşk'in faziletli kişilerini göreve çağırmaktadırxcix:
أفاضِلَ جِلَّقٍ أين العلومُ

وأينَ الدينُ مات فلا يقومُ

يُجاهِرُكمْ خطيبُكُمْ بفِسْقٍ

ويُفْتي فيكُمُ تُوما الحكيمُ

Cillek'in (Dimeşk) faziletli kimseleri, ilim nerede kaldı? Öldü artık kalkmıyor
Hatibiniz size fıskını açıkça ilan ediyor, Tuma el-Hakim de size fetva veriyor.
Sonuç
XVI. yüzyılın ilk çeyreğinde Arap topraklarının Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti altına girmesinden Napolyon'un Mısır'ı işgal ettiği tarih olan 1798 tarihine kadar olan üç asırlık bir dönemi kapsayan döneme ait Arap şiirinde, en çok ihvâniyyât, yazışmalar, gazel, keyif verici maddeler, dinî öğeler ve bunun yanı sıra toplumda görülen birtakım aksaklıkların eleştirisiyle alakalı sosyal unsurların göze çarptığını görüyoruz.
ihvâniyyâtta kutlama, taziye, davet ve ziyaret gibi genel yaşama dair konular işlenerek dönemin sosyal hayatına ışık tutulmuştur.
Gazelde fiziksel tasviri yapılan sevgili ay parçasıdır, zaman zaman güneştir. Boyu servi ağacı gibi ince ve zariftir. Alyanakları gülü andırmaktadır. Gözleri nergis gibi baygın bakar. Bu dönemde de şairlerin gönüllerinde yatan sevgilinin Arap şiirinde süre gelen geleneksel çizgiyle örtüştüğü görülmektedir. Aşk bilindiği gibi kavuşmayı ve ayrılığı, sevgi ve düşmanlığı, hoşnutluğu ve zaman zaman da kızgınlığı içinde barındıran bir duygu selidir. Bu nedenle şiirlerde bazen şairlerin sevinçlerini bazen de hüzünlerini ifade eden duygularına tanık olmaktayız.
Arap edebiyatının önemli şiir türlerinden birisi olan hamriyyât, diğer dönemlerde olduğu gibi bu dönemde de önemli bir yer tutmuştur. Bu dönemde toplumda içki kullanımının çok yaygın olduğunu görülmektedir. Bunun farklı sebepleri olmakla birlikte daha çok toplumda yaşanan ahlakî ve sosyal çöküntünün etkisi olduğunu söyleyebiliriz.
Osmanlı döneminde Arap şiirine daha önce olmayan şi‘ru'd-duhân adı verilen sigara şiiri diye yeni bir şiir türü eklenmiştir. Burada dikkati çeken husus bu şiir türünün kasideler şeklinde olmayıp daha çok iki beyitten oluşan kıtalar halinde olmasıdır.
Keyif verici maddelerden kahvenin de bu dönemde otaya çıkan yeni bir olgu olduğunu, kahveyle ilgili birtakım fıkhî münakaşaların cereyan ettiğini, şairlerin kahveyi faklı yönleriyle ele alıp incelediğini ve kahve içimiyle ilgili ilk defa adına kahve evleri denilen özel mekânların kurulduğunu söylemek mümkündür.
Dinî duyguların Arap toplumunda büyük bir yeri bulunmaktaydı. Bundan dolayı gerek yönetici kesim olsun gerekse halk bazında olsun dinî prensip ve esaslara büyük önem verilmiş, camiler, okullar ve külliyeler inşa edilerek din adamlarına destek olunmuştur. Bunun yanı sıra meydana gelen tabii afetler, amansız birtakım hastalıklar vs. durumlar karşısında duyulan çaresizlik insanları Allah'a yönelterek dini duygularının güçlenmesine vesile olmuştur. Bu tip durumların şiire yansıması açıkça görülmektedir. Ayrıca yukarıda zikredilen sebeplerin yanında toplumda baş gösteren ahlakî çöküntünün de bazı insanların kurtuluş çaresi olarak dine sığınmalarına ve kendilerini tamamen Allah'a vermelerine neden olduğunu da söylemek mümkündür. Bu bağlamda iki güçlü dinî eğilimin ortaya çıktığı, bunlardan biri züht, diğerinin ise tasavvuf eğilimi olduğu görülmektedir. Şairlerin dünyaya bakış açıları, insan akıbeti, Allah'a tevekkül, kaza-kadere iman ve Allah'a nimetlerini zikrederek yakarışları gibi konular zühtle alakalı olarak en çok dile getirdikleri hususlar olmuştur. Bu dönemde tasavvufî şiirin, vahdet-i vücut, nefse karşı cihat ve ilahî aşk gibi tasavvufun temel dinamikleri olarak kabul edilen birtakım kavramların medih, gazel, hamriyyât ve sembollerle irtibatlandırılmak suretiyle irdelendiğini görüyoruz. Sûfî şairlerin ilahi ateşle yanıp tutuştuklarını, bu yolda her türlü cefa ve sıkıntıya katlandıklarını, ilahî sevginin yegâne gayesinin de Allah'ın zatında yok olmak olduğunu, bunları ifade ederlerken de içki, gazel, medih ve semboller gibi farklı enstrümanlarla gerçekleştirdiklerini söylemek mümkündür.
Her dönemde olduğu gibi bu dönemde de siyasi otorite, yargı mensuplarıyla bazı din adamlarının birtakım uygulamaları nedeniyle eleştiriye tabi tutulduklarını ve nasıl bir davranış sergilemeleri konusunda uyarılarda bulunduklarını görüyoruz.
Sonuç olarak bu dönemde kaleme alınan şiirlerin Arap toplumunun sosyal ve kültürel yapısıyla ilgili önemli ipuçları sunduğunu söylemek yerinde olacaktır.

Konular