SEYYİD EBULKÂSIM NEBÂTÎ VE SÂKÎNÂMESİ

A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED] 55, ERZURUM 2016, 93-126
SEYYİD EBULKÂSIM NEBÂTÎ VE SÂKÎNÂMESİ
Mehmet Nuri ÇINARCI
Öz
Klasik Türk edebiyatında önemli bir yer tutan sâkînâmeler, ilk olarak İran
edebiyatında ortaya çıkmıştır. Türk edebiyatında ilk örnekleri XIV. yüzyıldan
itibaren verilmeye başlanan sâkînâmeler, XX. yüzyıla kadar aralıksız bir
şekilde kaleme alınmıştır. Çoğunlukla şairlerin divanlarında kaside, mesnevi
ve terkib-i bend gibi nazım şekilleriyle yazılmalarına rağmen bazen de başlı
başına müstakil birer kitap olarak yazıldıkları da olmuştur. Bezm, saki ve
mey üçgeninde cereyan eden olayları aktaran bu tür, içki ve içki meclisleriyle
ilgili birçok duygu, düşünce ve kavramı kimi zaman tasavvufi kimi zaman da
dünyevi bir algıyla aktarır. Klasik edebiyatımızda sâkînâmeler ile ilgili
yapılan çalışmaların önemli bir çoğunluğu Osmanlı sahasında verilen
örneklere dayalıdır. İran’da yazılmış sâkînâmeler üzerinde yapılan
çalışmalarda ise bahis konusu numuneler sadece Farsça yazılanlarla
sınırlandırılmıştır. Seyyid Ebulkâsım Nebâtî, XIX. yüzyılda bugünkü Güney
Azerbaycan topraklarını da içeren İran’da yaşamıştır. Ancak Fars dilinin
merkezi olan bir bölgede yaşamasına rağmen Sâkînâme’sini Türkçe yazmayı
tercih etmiştir. Kaçarlar dönemi İran’ında yaşayan Nebâtî, içerisinde Farsça
ve Türkçe şiirlerin yer aldığı divan sahibi bir şairdir. Azerbaycan ve İran’ın
muhtelif kütüphanelerinde divan nüshaları bulunan şairin Sâkînâme’si
divanında mevcuttur. Bu çalışmamızda bir yandan şairin hayatıyla ilgili bilgi
verilirken diğer yandan Bakü El Yazmaları Enstitüsü ve Tahran İslami Şura
Kütüphanesi’ndeki divanda yer alan Sâkînâme’nin karşılaştırmalı metni
yapılmıştır.
Anahtar Sözcükler: Seyyid Ebulkasım Nebâtî, Sâkînâme, terci-i bend,
Azeri Edebiyatı.
SEYYID EBULKASIM NEBATI AND HIS SAKINAME
Abstract
Classical Turkish literature an important place in the righteous studies
have emerged in Iranian literature. The first examples of Turkish literature
XIV. from start to be cautious studies century XX. It has been an unbroken
century until the pen. Mostly ode the poet of the court, though written with
mesnevi and terci’-i bend like they were written as prose sometimes become
detached in a book in itself. Bezm such incidents occurring in the transfer
saki and vege triangle, drink and drink a lot of emotions about the council,
sometimes mystical thought and the concept is sometimes a perception
conveyed by the mundane. A significant majority of studies on classical
literature and our cautious business strategy is based on the examples given
in the Ottoman court. In studies on studies written cautious in Iran Persian
theme samples it is limited only to those articles. Sayyid Ebulkâsım Nebati
my vegetable XIX. South Azerbaijani land including the current century has
lived in Iran. However, despite living in a region which has chosen to leave
the center of the Persian language Turkish the Sâkînâme. They live in the
Qajar era vegetable Iran, in Persian and Turkish poetry with a sofa where the

 Yrd. Doç. Dr.; Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü,
mehmetnuriedb@gmail.com.
94* TAED
55 Mehmet Nuri ÇINARCI
poet. Azerbaijan and the Iranian poet who sofas copies are available at
various libraries Sâkînâme sofa. Baku Manuscripts İnstitute about this study
with one hand while the other hand, the poet's life and Tehran Institute of
Manuscripts of the Islamic Shura council Sâkînâme located in the Library
were compared for text.
Keywords: Seyyid Ebulkasım Nebati, Sakiname, terci-i bend, Literary of
Azeri.
Giriş
İran ve Arap edebiyatı menşeli bir tür olan sâkînâmeler 1
, esas itibariyle hamriyyat
olarak adlandırılan ve muhteva bakımından şarabı anlatan şiirlerden türemiştir. Özellikle
İslamiyet öncesi İran’da hüküm süren Sasani saraylarında aşk ve şarabı anlatan şiirlerin
yazıldığı görülmektedir. Sasanilerden önce dahi Pişdadiyan hanedanına mensup İran
hükümdarlarından Cemşid’in şarabın mucidi olarak kaynaklarda geçmesi bu savı
güçlendirmektedir. İslamiyet’in İran bölgesine yayılmasından sonra şekillenen yeni Farsça ile
şiir yazan ilk şairlerin örnek aldığı Arapça manzumelerde önemli bir yer tutan şarap konulu
şiirler Farsça şiirde de belirli bir yere sahip olmuştur (Karaismailoğlu, 2013, s. 14). Fakat
zamanla İslam medeniyeti dairesine giren Acemler, İslam dininin şarabı yasaklayıcı hükümleri
karşısında duraklamışlar ve dinî endişelerle bir süre şarapla ilgili manzumeler yazmamışlardır
(Canım, 1998, s. 25). Gaznelilerden itibaren kaleme alınan sâkînâmeler Farsça yazılmış ve
özellikle Rûdeki, Ömer Hayyâm, Nizâmî, Selmân-ı Saveci ve Hafız gibi büyük şairlerin elinde
işlenerek önemli bir gelişme kaydetmiştir. Ancak bahsi geçen şairler içerisinde sâkînâmenin bir
tür olarak hüviyet kazanmasında Nizâmî’nin müstesna bir yeri vardır. Nizâmî’yle birlikte
sâkinâmelerin genel çerçevesi çizilmiş ve kendisinden sonraki Fars edebiyatında yazılmış
sâkînâmelere kaynaklık etmiştir.
Sâkînâmeler, Fars edebiyatında ortaya çıkmasına rağmen Türk edebiyatında daha büyük
bir ilgi görmüş ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan yıkılışına kadar hemen hemen her
yüzyılda hemen her nazım şekliyle örnekler vermiştir. Türk edebiyatındaki ilk sâkînâme örneği
Anadolu sahası dışında verilmiştir. Harezmî’nin Mahabbetnâme adlı eserinin içerisinde sakiye
seslenmelerden teşekkül birkaç beyit, edebiyatımızdaki ilk sâkînâme örneği olarak
bilinmektedir. Harezmî’den sonra şiirlerini Çağatay Türkçesiyle yazan büyük şair Ali Şîr

1
Sâkînâmeler ile ilgili detaylı bilgi için bkz. Arslan, Mehmet (2003) Aynî, Sâkînāme, İstanbul: Kitabevi Yayınlar,
Canım, Rıdvan (1998) Türk Edebiyatında Sâkînâmeler ve İşretnâme, Ankara: Akçağ Yayınları, Karaismailoğlu,
Adnan (2013) “Fars Edebiyatında Sâkînâmeler,” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları C. 36, s. 14-15, İstanbul, Kortantamer, Tunca (1983) “Sâkînâmlerin Ortaya Çıkışı ve Gelişimine Genel Bir
Bakış,” Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi II (Prof. Dr. Harun Tolasa Özel Sayısı), İzmir: Ege Üniversitesi
Yayınları, s. 117-123,
Seyyid Ebulkâsım Nebâtî Ve Sâkînâmesi
TAED 55* 95
Nevâyî ile birlikte türün devamı sürmüştür. Sâkînâme, Nevâyî’nin Fevâidü’l-kiber adını taşıyan
divanındaki sâkinâme olup bazı nüshalarda adı “Mesnevi” olarak geçemektedir (Levent, 1966,
s. 197-210). Anadolu sahasında yazılan ilk sâkînâme ise Ahmed-i Dâî’nin yedişer bend hâlinde
kaleme aldığı terci-i bendidir. Eser Emir Süleyman için yazılmıştır. Hem uslubu hem de kendisi
için yazıldığı kişi, bu bağımsız küçük sâkînâmenin tasavvufi değil, tamamen dünyevi olduğunu
göstermeye yeterlidir (Kortantamer, 1983, s. 83-84). Türk edebiyatında sâkînâme türünün ilk
orijinal örneği; Edirneli Revânî (öl. 1524)’nin İşretnâme adlı eseridir (Canım, 1998, s. 43).
Yavuz Sultan Selim’e takdim edilmek için yazılan İşretnâme, aynı zamanda klasik edebiyatta
sâkînâme türünde yazılmış ilk müstakil eserdir. Revânî’den sonra Anadolu sahasında yazılan
sâkînâmeler, varlıklarını hem nitelik hem de nicelik bakımından geliştirerek devam ettirmiştir.
Sâkînameler her yüzyılda devrin önemli şairleri tarafından ya divanlarında yer verilmiş ya da
müstakil bir eser olarak yazılmışlardır. XVI. yüzyılda Fuzûlî, Hayretî, Taşlıcalı Yahyâ, XVII.
yüzyılda Nef’i, Nev’izâde Atâyî, Şeyhülislâm Yahyâ, XVIII. yüzyılda Nevres-i Kadîm, Şeyh
Gâlip ve XIX. yüzyılda Keçecizâde İzzet Mollâ ve Hoca Neş’et gibi şairlerin sâkinâmeleri
meşhurdur.
Sâkînâmeler genel itibariyle içki ve içkiye ait unsurlardan saki, bezm, mutrib, kadeh ve
mahbub gibi bazen uzak bazen de yakın kimi ifadelerin şiirle anlatımı esasına dayanan bir
türdür. Asırlar boyunca sâkînâmeler, dünyanın varlığı, onun gelip geçiciliği, biz insanoğlunun
bu geçici ve yok olucu neşe içerisindeki acılı sonu, bu yalancı varlığın ruhumuzun üzerine
koyduğu minnet yükünün dertlerinden ve kederlerinden kurtulmak için sarhoşluk ve idraksizlik
âlemine sığınma, dünya harabesinden harabatın aydınlık yoluna kaçış, kaybolan arzuları
şarapçının mahallesinde yani meyhânede aramak ve bulmak, pîr-i mugânın peykesinde yani
dergâhında hakkın ve hakîkatın cilvesini seyretmek için en elverişli saha idi (Canım, 2010, s.
207). Sâkînâmelerde kullanılan bu kavramlar asıl anlamlarıyla kullanıldıklarında şairin eserini
dünyevi bir algıyla yazdığı anlaşılır. Ancak bazı şairlerin yine aynı kavramları kullandıkları
hâlde esas amaçlarının dünya zevklerinden vazgeçmeyi öğütleyen tasavvufi bir gaye taşıdığı
görülür. Tasavvufu anlatmak için yazılan sâkinâmelerde içki ve içki meclislerine özgü
kavramların kulanımı genellikle semboliktir. Bu tarz sâkînâmelerde şarap, ilahi aşkı, sarhoşluk
ise vecd hâlini ifade eder. Mürit, Allah aşkı olan bu şarabı içer ve kendinden geçerek dünyevi
sıkıntılarından kurtulur. İlahi aşkın nûş edildiği meyhâne tekke, ilahi aşkı meyhânede müritlere
sunan pîr-i mugan ise tekkenin mürşid-i kâmilidir. Bunun dışında sâkînâmelerde “şarabın
bulunuşu, şarabın faydası ve zararları, şarabın çeşitleri ve kullanılışı, kadehin çeşitleri,
96* TAED
55 Mehmet Nuri ÇINARCI
meyhanenin ve meclisin özellikleri, pîr-i mugânın özellikleri, mevsimler, gündüz ve gece,
mehtap, dışarda şarap içilecek mekânlar, musiki aletleri, mum vb.” birçok konu eserlerin
özelliğine göre birkaç beyitle veya ayrıntılı olarak işlenmiştir (Arslan, 2003, s. 16).
Sâkînâmeler, müstakil birer eser olarak yazılabildikleri gibi şairlerin divanlarında
mesnevi, kaside, terkib-i bend ve terci’-i bend şeklinde çeşitli nazım şekilleriyle de kaleme
alınmışlardır. Ayrıca bazı mesnevilerde ara sıra bölüm başlarında ve sonlarında dağınık olarak
“sâkînâme” başlığı altında iki beyitlik küçük bir bağlantı ile sakiye seslenildiği de görülmektedir
(Canım, 1998. s, 12). Hem İran hem de Türk edebiyatında genellikle sâkînâmeler aruz vezninin
mütekârib bahrinin Fa’ûlün, Fa’ûlün, Fa’ûlün, Fa’ûl veya dört Fa’ûlün kalıbıyla yazılmışlardır.
Bununla birlikte aruzun farklı kalıplarıyla yazılan sâkînâmeler de olmuştur.
1. Seyyid Ebulkâsım Nebâtî’nin Hayatı
XIX. yüzyıl Azeri edebiyatı şairlerinden olan Seyyid Ebulkâsım Nebâtî, bugün İran
sınırları içerisinde yer alan Karacadağ şehrine bağlı Üştübin adındaki bir köyde doğmuştur.
Şairin doğum tarihi ile ilgili kaynaklarda farklı bilgiler yer almaktadır. Feridun Bey Köçerli
Azerbaycan Edebiyatı Tarihi adlı kitabında net bir bilgi vermeden şairin Hicri XIII. yüzyılın
başlarında doğduğunu belirtmektedir (Köçerli, 1920, s. 531). Aziz Devletabadi, Sühanverân-ı
Âzerbaycan eserinde şairin doğum tarihinin Hicri 1191 (1778) olduğunu ifade etmektedir. Şairin
Türkçe ve Farsça şiirlerini İran’da yayımlayan Hüseyin Muhammedzade Sadık ise Nebâtî’nin
doğum tarihini Hicri 1179 (1766) olarak vermektedir. Seyyid-i muhterem Muhammed
Üştübinli’nin oğlu olan Seyyid Ebulkâsım, şiirlerinde Nebâtî mahlasının yanı sıra kimi zaman
Mecnûnşâh kimi zaman da Hânçobanî mahlaslarını kullanmıştır (Terbiyet, 1390, s. 546).
Çocukluk yıllarını Karacadağ’da bağcılık ve hayvancılıkla geçiren Nebâtî, gençliğinde Ahar’a
gelmiş ve Şeyh Şihabeddin dergâhında bir süre riyazetle meşgul olmuştur (Tebrizi, 1347, s.
129). Fikri açıdan ömrünün ilk yıllarında sufiliğe meyletmiş sonrasında ise Şiiliğe yönelmiş ve
bunun etkisiyle Hazreti Ali’ye kasideler yazmış sufi bir Şii’dir. Ömrünün son yıllarında doğum
yeri olan Üştübin’e dönmüştür. Nebâtî’nin doğum tarihi ile ilgili ihtilafa düşen kaynakların
önemli bir çoğunluğu, ölüm tarihi konusunda hemfikirdirler. Muhammed Ali Terbiyet,
Muhammed Deyhim, Müderris Tebrizi ve Sadık Muhammedzade, eserlerinde şairin ölüm tarihi
olarak Hicri 1262 (1846) tarihini verirler. Sadece Feridun Bey Köçerli kesin olmayan
rivayetlerden hareketle Hicri 1273 (1857) olabileceğini ifade eder. Kabri doğduğu yer olan
Üştübin’dedir.
Seyyid Ebulkâsım Nebâtî Ve Sâkînâmesi
TAED 55* 97
Kaynaklarda Nebâtî’nin ismiyle birlikte kullanılan seyyit ibaresi, onun Hazreti
Peygamber soyundan geldiği ihtimalini güçlendirmektedir. Onun aslı, kadim devirlerden beri
Arabistan’da, İran’da ve Azerbaycan’da geniş bir alana yayılmış Nebâtîler tayfasındandır
(Hüseyni, 2004, s. 4). Babası Mir Yahya Muhammed, bulunduğu toplumdaki bireylere İslami
akideleri ve tasavvuf adabını telkin etmiş önemli şahsiyetlerden biridir. İlk eğitimini babasının
yanında alan Nebâtî, Güney Azerbaycan’ın birçok şehrini ziyaret etmiştir. Şiirlerinden
anlaşıldığı kadarıyla doğmuş olduğu Karacadağ dışında Karabağ, Lenkeran, Salyan, Ağdam,
Erdebil gibi şehirlerde de bulunmuştur (Sadık, 1385, s. 48). Nebâtî, babasından öğrendiği
tasavvufi kaidelerle dervişane bir yaşantı sürmüş ve etrafında topladığı müritler arasında nüfus
sahibi olmuştur. Öte yandan Ahar’ı ziyareti esnasında Şeyh Mahmud Şihabeddin’in makberini
ziyaret ettikten sonra dünya işlerinden el etek çekerek inzivaya çekilmiştir. Bu inzivanın temel
gayesi ise kendisinin de şiirinde ifade ettiği gibi hakikat âleminin gizli sırlarına vakıf olmaktır.
Gûşe-i vahdet ne ‘aceb câ imiş
Sırr-ı nihân onda hüveydâ imiş (Hüseyni, 2004, s. 5)
Nebâtî, derviş kimliğinin yanısıra Nimetullahi tarikatının da müritlerindendir.
Nimetullahi tarikatı, Seyyid Nimetullah Veli’nin ölümünden sonra taraftarları tarafından
Kirman bölgesinde kurulmuştur. Nebâtî’nin yaşadığı dönemde Nimetullahilerin kutbu
Muhammed Cafer Hemedânî’dir. Hemedânî’nin ölümünden sonra Nimetullahi tarikatı iki kol
hâlinde gelişimini sürdürmüştür. Bunlardan ilk kolun şeyhi Hacı Zeynelabidin Merâğî, ikinci
kolun şeyhi ise Erdebîlî Nâsır Şâh’tır. Bugün Tebriz’de yaşayan Nimetullahilerin inancına göre
Nebâtî, Nâsır Şâh’ı görmek için Erdebil’e gitmiş ve orada ona iradet eli vererek onu kendisine
rehber edinmiştir (Sadık, 1385, s. 51). Zaten Nebâtî’nin ömrünün son yıllarında fikrî yönüyle
tasavvufi dünya algısından Şii ağırlıklı bir düşünce tarzını benimsemesinin en önemli sebebi,
Nimetullahi tarikatının etkisidir. Divanında yer alan şiirlerin önemli bir kısmında bu tarikatın
çeşitli iz düşümlerine rastlamak mümkündür. Şairin aşağıda yer alan Farsça beyitleri hem
Nimetullahi hem de Şii mezhebinin tesirini görmek açısından önemlidir:
Çend porsî tu tarikat-ı mâ
Kuçek-i abdâl-ı şâh-ı Mâhânîm
Tâlib-i şâh Ni’metu’llahîm
98* TAED
55 Mehmet Nuri ÇINARCI
Seg-i kûy-i ‘Aliyy İmrânîm2
(Sadık, 1385, s. 52)
Meşhûr ü şehîd ü şâhid ü şah-ı cihân
Şek nîst ki şah Ni’metu’llah ‘Alî-est3
(Sadık, 1385, s. 52)
Kaynakların ortak kanaatine göre Nebâtî, riyazet ehli olduğundan zamanının önemli bir
kısmını insanlardan ayrı itikaf içinde geçirirmiş. İtikaf dışındaki zamanında ise dışarı çıkar
halkla sohbet edermiş. Ziyadesiyle şirin sözlü olduğundan çoğu kişi ona hayranlık duyar ve
muasırlarından birçoğu onunla sohbet edebilmeyi kendileri için büyük bir iftihar vesilesi
sayarlarmış (Köçerli, 1920, s. 534). Yine bu sohbetleri esnasında şevke gelen Nebâtî, aşk, şarap
ve sevgiye dair doğaçlama şiirler okurmuş. Nebâtî, daha önce de ifade edildiği gibi bağcılık ve
hayvancılıkla uğraşmıştır. Şiirlerinde de Hançoban ve Hançobani mahlaslarını kullanan
Nebâtî’nin büyük bir ihtimalle çobanlık yaptığı âşikardır. Nitekim Ebulfazl Hüseyni aşağıdaki
şiirinden hareketle onun mutlak surette çobanlık yaptığını öne sürer:
Koyunu yüz eyledüm bu çölde kışlak etmenem
Ziynet-i mülk-i Muğan Ultanı gözler gözlerim (Hüseyni, 2004, s. 100)
Nebâtî’ye ait kaynaklarda belirtilen tek eseri Türkçe ve Farsça şiirlerinin yer aldığı
Divan’ıdır. Öte yandan Muhammed Deyhim Tezkire-i Şu’arâ-yı Âzerbaycan adlı eserinde şaire
ait Ayne’l-‘aşk adlı manzum bir eserin varlığından bahsederek bu eserin Lahor’da basıldığını
söylemektedir. Deyhim yine aynı eserinde Nebâtî’ye ait divan nüshalarından birer adetlerinin
İslami Şura Kütüphanesi, Tahran Üniversitesi Merkez Kütüphanesi ve Tebriz Millî
Kütüphanesi’nde olduğunu belirtmektedir (Deyhim, 1986, s. 241). Bununla birlikte Nebâtî’ye
ait bir divan nüshası da Bakü El Yazmaları Enstitüsü’nde B-651/11152 kayıtlı numarada yer
almaktadır. Nebâtî’nin divanı ilk olarak Hicri 1284 (1868) tarihinde taş basma olarak Tebriz’de
basılmıştır. Şairin hem Farsça hem de Türkçe şiirleri Sadık Muhammedzâde Hüseyin tarafından
Tebriz’de basılmıştır. Nebâtî’nin divanı nazım şekilleri bakımından bayağı zengin bir içeriğe
sahiptir. Divan içerisinde kasideler, gazeller, müstezatlar, muhammesler, rubailer, tek-beytler,
dü-beytler, mesnevi, müseddes, bahr-ı tavil ve mülemma vardır. Nebâtî de Osmanlı sahası
klasik şairleri gibi divan edebiyatı nazım şekillerinin yanı sıra halk edebiyatı nazım şekilleriyle

2 Bana birkaç kez tarikatımı sordun. Ben Mâhân şahının küçük abdalıyım. Şah Nimetullah’ın takibçisi, Hazreti
Ali’nin köyünün köpeğiyim.
3 Cihanın şahı, şahidi, şehidi ve meşhuru şüphesiz Nimetullah ve Ali’dir.
Seyyid Ebulkâsım Nebâtî Ve Sâkînâmesi
TAED 55* 99
de şiirler yazmıştır. Nitekim divanında tecnisler, geraylılar ve koşmaların yer alması bunun en
büyük delilidir.
Nebâtî, dervişane yaşam tarzı ve tasavvufi düşüncenin şekillendirdiği hayat algısı
neticesinde doğal olarak şiirlerinde de tasavvuf öğretisini işlemiştir. Zamanının önemli bir
kısmını ibadetle geçiren Hakperest bir şair olduğundan şiirlerinin mühim bir bölümünde bu
münzevi hayatın ruhunda uyandırdığı dinginliği görmek mümkündür. Hayat karşısındaki dindar
tutumu, insanları da bu yola davet etmeyi gerektiren şiirlerinin ortaya çıkmasına zemin
hazırlamıştır. Özellikle Nimetullahi tarikatına bağlanması neticesinde Şii mezhebine olan ilgisi
giderek artmış ve sonrasında şiirlerindeki Hazreti Ali sevgisi aleni bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Nebâtî, Hazreti Ali’nin hakiki ve samimi meddahlarından olduğu için o cenabın vasfını öven
çok güzel kasideler yazmıştır (Köçerli, 1920, s. 536). İranlı şair Hafız’ın şiirlerini tedkik eden
Nebâtî, aynı zamanda Mevlânâ ve Hayyâm’ı da okumuştur. Hatta Sâkînâme’sinde Hafız’a olan
hayranlığını dile getirmekten imtina etmez:
Hâfız’ın rûh-ı pâkine bizden
Bir yitür ‘aşk-ı bî-şümâr gine (2. Bend, 20)
Nebâtî, bugün dahi İran topraklarında yaşayan Azeri Türkleri için seçkin bir şahsiyet ve
çoğu insanın şiirlerini ezbere bildiği önemli bir Türk şairidir. Seyyid Ebulkasım Nebâtî’nin şair
olarak yaşadığı coğrafyadaki Azeri Türkleri için önemini Feridun Bey Köçerli şu cümlelerle çok
güzel bir şekilde ifade etmiştir: “Seyyid Ebulkâsım Âzerbaycan Türklerinin Hâce Şemseddîn
Hâfız’ı ve Şems-i Tebrîzî ve bazı makâmlarda Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’si menzîlesindedir.
Nice ki Hâfız fesâhat ve belâgatde şu’arâ-yı Fârs’ın ser-defteri olup hemçünin Nebâtî de
Âzerbaycan şu’arâsının fasîhrâkidir.” (Köçerli, 1920, s. 544).
2. Seyyid Ebulkâsım Nebâtî’nin Sâkînâmesi
Türk edebiyatında yer alan sâkînâmeler, bazen müstakil birer eser olarak kaleme
alındıkları gibi çoğu zaman da şairlerin divanlarında mesnevi, kaside, terkib-i bent ve terci-i
bent gibi nazım şekilleriyle yazılmışlardır. Çalışmamızın konusu olan Seyyid Ebulkâsım
Nebâtî’nin Sâkînâme’si de kendi divanında terci-i bent nazım şekliyle yazılmıştır. Aruzun Hafif
bahrinin Feᶜilâtün Mefâᶜilün Feᶜilün (Fâᶜilâtün Mefâᶜilün Faᶜlün) kalıbıyla yazılan Sâkînâme, 12
bent ve 329 beyitten oluşmaktadır. Sâkînâme, Nebâtî divanının İslami Şura Kütüphanesi’nde yer
alan nüshanın 321-389 sayfaları, Bakü El Yazmaları Enstitüsü’nde yer alan nüshanın ise 6b-18b
varakları arasında yer almaktadır. Her iki nüshanın da istinsah tarihleri belli değildir. Bu yüzden
100* TAED
55 Mehmet Nuri ÇINARCI
İslami Şura Kütüphanesi’nde bulunan nüsha Bakü nüshasına göre eksiksiz olduğundan ana
metin olarak seçilmiştir. Karşılaştırmalı metin olarak hazırladığımız Sâkînâme metninde, nüsha
farklılıkları dipnotlarda gösterilmiştir. Bakü nüshasına karşılık B harfi kullanılmıştır.
Nebâtî, Sâkînâme’ye Allah’ın varlığını ve birliğini öven bir tevhidle başlar. Tevhidde
Allah’ın âlemi yoktan var ederek yeri, göğü, güneşi ve ayı yarattığı, Âdem’in başına şeref
(kerremnâ) tacını koyduğu, bu yüzden de her işe onun ismiyle başlanması ve bütün hamd ü
senaların onun yüce zatına sunulması gerektiği vurgulanır.
Koyginen başa tâc-ı Bismillâh
İbtidâ kıl sözü be-nâm-ı Hudâ
Ki odur her kelâma ser-matla
Ki odur server-i heme esmâ
Kâdir-i zü’l-celâl ve’l-ikrâm
Fâlaku’s-suhub hâlıku’l-eşyâ
Sâni’-i arş u ferş ü şems ü kamer
‘Âlemi yohdan eyleyen peydâ
Âdemi o yaratdı toprağdan
Başına koydı tâc-ı kerremnâ (1. Bend, 2-10)
Türk edebiyatında yazılan sâkînâmeler, genellikle ya gerçek içki ve içki meclislerinden
bahsederler ya da içki ve içki meclisine özgü kavramlara sembolik birer değer yükleyerek
tasavvufi manada bir mesaj vermeye çalışırlar. Nebâtî’nin Sâkînâme’si de özellikle kendisinin
Nimetullahi tarikatına mensup bir mürit olması hasebiyle tasavvufi bir nitelik taşır.
Sâkînâme’nin hemen ilk bendinin ilk iki dizesinde aşk derdine düşmüş ve sevdanın elinden
eziyet çeken bir âşık portresi çizilir. Şüphesiz bu aşk Allah aşkıdır.
Ey iden ‘aşk nâmesin inşâ
Veh düşüp başına ‘aceb sevda (1. Bend, 1)
Genel bir kompozisyon olarak değerlendirildiğinde, Sâkînâme’de işte bu hastaya nasıl
bir tedavi uygulanması gerektiği ile ilgili mey, meyhane ve saki kavramları üzerinden reçete
sunulur. Aşka düşmüş aşk ehlinin yapacağı ilk iş, aşk yoluna korkusuzca girmek ve zaman
Seyyid Ebulkâsım Nebâtî Ve Sâkînâmesi
TAED 55* 101
kaybetmeden işin ehli bir pirden el alarak bu cefalı yolda yürümeye başlamaktır. Pirin aşk
yolundaki en büyük rehber olduğu birçok yerde tekrarlanır:
Himmet al pîrden meded Hak’dan
Dem-be-dem hû çeküp yola başla
Koy ḳadem râh-ı ‘aşka merdâne
Gir harâbâta mest ü mestâne (1. Bend, 23-24)
Pîr-i meyhâneden gel al himmet
Diginen yâ müfettihe’l-ebvâb (3. Bend, 18)
Rencsiz râhat olmaz ey oğlan
Yüri git kulluk eyle üstada (4. Bend, 10)
Aşk derdinden eziyet çeken aşığın nasıl bir derde müptela olduğu ve bu derdin onu ne
hâle soktuğu detayıyla anlatılır. Aşk derdinin aşığa çektirdiği eziyet aşığın kendi dilinden şöyle
anlatılır:
Sâkiyâ ey enîs-i cân-perver
Meni gam itdi ‘aciz ü muztarr
Men gören zulmi görmesin tersâ
Men çeken derdi çekmesün kâfir
Ne tegâfüldü bu hani mînâ
Ne ta’allüldü bu getür sâgar
Vir pey-â-pey o kana dönmüşden
Üregüm yandı dutmuşam âzer
Derd idüp serv-i kaddimi çün dâl
Hicr idüp reng-i âlımı asfer (5. Bend, 1-5)
Sâkiyâ devr getür mey-i gülgûn
Meni gam itdi lâle tek dil-hûn
Hicr idüp odlu sînemi gül-hûn
102* TAED
55 Mehmet Nuri ÇINARCI
Derd idüp dâglı bağrımı kânûn
Âteş-i ‘aşkı gör ki itdi nice
Serv tek kaddimi çü halka-i nûn (6. Bend, 1-3)
Peki, aşığın yüreğine ateş gibi düşen boyunu dala, yüzünü asfere çeviren bu aşk
derdinin devası nedir ve hekimi kimdir? Tasavvufi manada sadece sakinamelerde değil divan
şiirinde dahi aşk derdinin dermanı şarap yani Allah aşkı, hekimi ise saki yani mürşid-i kâmildir.
Sâkînâme’de hastayı iyileştirecek derman ve hekim ile ilgili beyitler şunlardır:
Sâkiyâ ey tabîb-i müştâkân
Meni öldürdi derd-i bî-dermân
Luṭf kıl eyle derdime çâre
Şeng ü şengâne eyle bir devrân
Başımı istesen urur hancer
Câna şevkün çeker eger bu cân
Muhtasar devr getür şerâb şerâb
Eyle bu derd-i mihneti büryân
Derd-i ‘aşkun devâsı meydür mey
Geldi sultan-ı ‘aşkdan fermân
Câm-ı gîtî-nümâyı bu zâlim
Matlabun her ne olsa eyler ‘ayân (5. Bend, 1-5)
Sâkiyâ bu humâra eyle ‘ilâc
Luṭf kıl birce gel terahhuma sen
Gönlümü tîre kıldı gird-i melâl
Bâde vir it bu şem’i bir rûşen (9. Bend, 18-19)
Sakiden himmet alarak aşk yoluna giren gönül ehlinin nazarında, sadece sevgilinin
rızasını kazanmak esastır. Bu yüzden dünyevi olan her şey onun gözünde bir hiçtir. Dünya
Seyyid Ebulkâsım Nebâtî Ve Sâkînâmesi
TAED 55* 103
malının varoluş sebebi ise aşığın onu sevgiliye feda etmesidir. Malı feda konusunda bir an bile
tereddüte düşen kişi sevgiliye ihanet etmiş olur.
Himmet it geç bu pûç dünyâdan
İtginen cân ü mâlı yâra nisâr
Senün olsun cemî’-i mâl-ı cihân
Bana zâhid tamâmdur bir yâr
Yarsız bir harâbe-i külhen imiş
Sahn-ı bostân ve gûşe-i gülzâr (8. Bend, 20-22)
Sâkiyâ devr-i ayağa mestâne
Geldi sultân-ı gül gülistâne
Katır u at u mâl ü emlâkı
Cümlesin eyle harc-ı mey-hâne (12. Bend, 1-2)
Bütün bu eziyete rağmen âşık, şaraba, sakiye ve meyhaneye bu kadar uzak kaldığı için
pişmanlık içerisindedir. Ona göre dünya, geçici olduğu için şimdiye kadar Allah aşkından ayrı
geçirmiş olduğu bütün yaşantısı boşa geçmiştir. Dünyanın fani oluşunun en somut örneği ise bir
zamanlar haşmetleriyle dünyayı kasıp kavuran Hüsrev, Behram ve Rüstem gibi hükümdarlar ile
aşkları dillere destan olan Vamık, Azra ve Şirin gibi aşk ehillerinden en ufak bir kalıntının dahi
kalmamasıdır.
Devr ki geçdi şebâb-ı ‘ömr-i ‘azîz
Bâde virmekde kıl şitâb şitâb
Senün olsun o bâde-i kevser
Bana zâhid bu sagâr-ı mey-i nâb (3. Bend, 7-8)
Sâḳiyâ durma devr getür bâdâ
Gitdi beyhûde ‘ömrümüz bâda
Çün dil-i şâda yâr şevk eyler
Gönlümü menzil it o dil-şâda (4. Bend, 1-2)
104* TAED
55 Mehmet Nuri ÇINARCI
Hani Hüsrev o şâh-ı key-haşmet
Şîdd’e n’oldu hani güzel Behrâm
Hani Vâmık ne geldi ‘Azrâ’ya
N’oldu Selmâ o dilber-i hoş-nâm
Hani Şîrîn o şâh-ı ma’şukân
N’oldu Şebdîz o hink-i rahşü’l-câm
Hani Rüstem ki heybetinden onun
Dem çekinmezdi bîşede zirgâm
Hani sultân-ı cümle lâle-ruhân
N’oldu Yûsuf o şâh-ı mâh-ı gulâm (10. Bend, 4-8)
Bilindiği gibi sâkînâmelerde mey, saki, meyhane, musiki ve tabiat tasvirleri gibi içki
meclislerinin çeşitli unsurları hakkında bilgi verilir. Nebâtî, Sâkînâme’sinde bu unsurlardan ilk
olarak bahar tasviriyle işe başlar. Baharın gelişiyle ilgili dizelerinde sakiye seslenen Nebâtî,
ilkbaharın gelmesiyle birlikte sevgiliye kavuşma anı ve içki içme mevsiminin de eriştiğini
söyler. Bahar tasvirinde göze çarpan en belirgin durum ise; lale, gül, nergis, bülbül ve murgzar
gibi ifadelerle canlı bir bahar bahçesi tablosunun çizilmesidir. Nisan yağmurları ve gök
gürültüsü de tabloyu tamamlayan temel unsurlardandır:
Sâkiyâ geldi nev-bahâr gine
Mevsim-i geşt ü lâlezâr gine
Virginen bezm-i inbisâta şükûh
Geldi hengâm-ı vasl-ı yâr gine
Nergis-i mest-yüz nezâket ile
Zülfini itdi müşk-bâr gine
Şâh-ı gül gütdi burka’ın üzden
Hüsnini itdi âşikâr gine
Kûh u ṣahrânı ebr-i nisânı
Seyyid Ebulkâsım Nebâtî Ve Sâkînâmesi
TAED 55* 105
Gör ne hoş itdi murgzâr gine
Ra’d-i gurrân çeküp gırîv ü hurûş
‘Âleme saldı hâr hâr gine
Şâh-ı gül oldı mesken-i bülbül
Lâleni itdi dâğdâr gine
Hardasın ey şeker-leb ü gül-ruh
Vir gözüm câm-ı hoş-güvâr gine (2. Bend, 1-9)
Baharın gönülleri hoş eden ve aynı zamanda ıyş çağının geldiğini müjdeleyen tabiat
tasvirinden sonra sakinin özelliklerine geçilir. Nebâtî’nin şiirinde, sakinin hem fiziki
vasıflarından hem de kendisi gibi gönül ehillerinin nazarında nasıl algılandığından bahsedilir.
Sâkiyâ ey mebâdî-i âdâb
Ey serâc-ı dil-i ülü’l-elbâb
Ey gül-i gülsitân-ı mahbûb
Ey ruhun şem’-i mahfil-i ahbâb
Târ-ı zülfin kemend-i gerden-i cân
‘Ârızın tek hani gül-i şâd-âb
Leblerün la’l ü gabgabın sîmîn
Kâmetin kıble kaşlarun mihrâb
İdesen bu fakîri ger hoş-dil
Bundan artık nedür sevâb sevâb (3. Bend, 1-5)
Sâkînâme’nin birçok yerinde şarap ve mey isimleri de kullanılarak içkiden bahsedilir.
Ancak içkinin temel vasıfları ve âşıklar üzerinde nasıl bir tesir bıraktığı ile ilgili 7 ve 9.
bentlerde bilgi verilir. İçkinin vasıflarını sıralayan Nebâtî, genellikle nasıl ve ne sebeple ortaya
çıktığını ifade etmekten ziyade tasavvufi bağlamda insanlar üzerindeki tesirinden bahseder. Bu
tesirlerden ilki ölüleri dahi diriltmesi, ikincisi ise aşk derdine deva olmasıdır. Bununla birlikte
mecliste içki içildiği zaman edep kurallarına uyulması gerektiği özellikle vurgulanır:
106* TAED
55 Mehmet Nuri ÇINARCI
Hayy ider mürdeni Mesîh kimi
Cân bulur içse kâlıb-ı bî-cân
Zâhide doğru söz menüm mey ü câm
Senin olsun o bâde-i Rıdvân (7. Bend, 6-7)
Sâkiyâ ey nigâr-ı şîrîn-fenn
Hardadır ol devâ-yı derd-i hüzn
Telh-i şîrîn-güvâr ya’ni mey
Merd olur içse ger onu her zen
Bu idi itdi şâh Cemşîd’i
Hatta câvîd çün Üveys-i Karen
İhtirâm it ki câm-ı Cem’dür bu
Olma bed-mest sen de çün Behmen
Ele aldıkça gözle şart-ı edeb
Ki odur derd-i ‘aşka çâre iden
Hani ol gürd şîr-i ner-savlet (9. Bend, 1-6)
Birkaç beyitte ise içkinin renginden söz edilir. Bu renk genellikle kırmızı olması
sebebiyle güle benzetilir.
Mey-i gül-reng vir ki ol ma’cûn
Belki itsün bu asferi ahmer (5. Bend, 6)
Sâkîyâ devr getür mey-i gülgûn
Meni gam itdi lâle tek dil-hûn (6. Bend, 1)
Gelse meydâne bâde-i gül-reng
Bâğda gezmez gurâb bigâne (12. Bend, 10)
İçki meclislerinin olmazsa olmazlarından biri de şüphesiz musiki ve musiki aletleridir.
İlahi aşkın terennümü esnasında müzik aletleri de bu coşkuya eşlik ederek aşığın mey
eşliğindeki kendinden geçişe ortak olur. Sâkînâme’de tar, kanun, çeng ve rebab gibi müzik
Seyyid Ebulkâsım Nebâtî Ve Sâkînâmesi
TAED 55* 107
aletlerinin yanı sıra Müberrik, Nişaburi, Hüseyni ve Zemin-i harâ gibi müzik makamlarından da
behsedilir. İçki meclislerinde şarkı söyleyip çalgı çalan mutrib ise sadece bir yerde zikredilir.
Men-i müştâk bu hikâyetde
Geldi nâ-geh nevâ-yı târ gine (2. Bend, 22)
Men ve sâkî harâb bâde iken
Yitdi nâ-geh kulağa bâng-ı rebâb (3. Bend, 16)
Men ve sâkî bu köpde nâ-geh çeng
Çekdi bir nâle geldi feryâda (4. Bend, 25)
Hicr idüp odlu sînemi gül-hûn
Derd idüp dâğlı bağrımı kânûn (6. Bend, 2)
Geh Müberka’ gehî Nişâbûrî
Geh Hüseynî gehî Zemîn-hârâ
Tâ salam bu cihâna bir gulgul
Başlayum tâze bir ‘acîbe nevâ (1. Bend, 15-16)
Men-i dîvâne bu hikâyetde
Nağme-sâz oldı mutrıb-ı hoş-han
Didi ey mutrıb-ı keş-â-keş-i ‘aşk
İstemez çoh da hüccet ü bürhân (7. Bend, 18-19)
İçki meclislerinin diğer önemli iki ziyneti ise mum ve kadehtir. Mum yani diğer ismiyle
şem’, meclisi aydınlatan ve genellikle saki tarafından meclise getirilen bir bezm unsurudur.
Ancak Sâkînâme’de sadece bir yerde kullanılmıştır. Kadeh ise meclis erbabının içkilerini
içtikleri ve şiirde cam ya da ayak olarak da adlandırılan diğer bir bezm unsurudur. Sâkînâme’de
kadehin umumiyetle rengi ve içkiye kattığı lezzetten bahsedilmiştir:
Mahfili rûşen it getür şem’i
Âteşi germ kıl kavur bâdâm (10. Bend, 2)
Hardasın ey şeker-leb ü gül-ruh
108* TAED
55 Mehmet Nuri ÇINARCI
Vir gözüm câm-ı hoş-güvâr gine
Gel içah bâde gül ayağında
Bir idah şükr-i Kird-gâr gine (2. Bend,-8-9)
Bana vir bir o câm-ı gülgûni
Gücüni ‘akl-ı dûna bir göster (5. Bend, 19)
Câm-ı zerrîni devr getür devre
Tâ ideyüm men bu nazmı tamâm (10. Bend, 10)
Sâkînâme’nin hemen hemen tamamında tasavvuf kaideleri gözetilerek Allah aşkıyla
Hak yoluna eren ve sakiden bu konuda her daim yardım isteyen bir mürit vardır. İçki meclisine
ait bütün unsurların yer verildiği eserde, belirgin bir dinî telkin söz konusu olsa da Nebâtî,
Sâkînâme’nin sonuna doğru aslında neyi kastettiğini ve asıl mesajının ne olduğunu açıkça ortaya
koymaktadır. Osmanlı sahasında yazılan tasavvufi sakinamelerin bir kısmında müellifin içki
hakkında verdiği bilgiler onun ya geçmiş yaşantısında ya da içinde bulunduğu ortamdan dolayı
içki meclisini tanıdığı fikrini güçlendirmektedir. Ancak Nebâtî’nin şiirinin geneline bakıldığında
onun kendini Hak yoluna adayan bir derviş olduğu ve içki ile ilgili unsurlara da bu kaide
çerçevesinde yer verdiği çok belirgindir.
Beng ü afyona olma âlūde
Olma bed-nâm bî-ser ü ezlâm
Hamrdan ihtirâz kıl olma
Fıska meşhûr sen de çün Hayyâm
Tapasan tâ makâm-ı zühd ü vera’
Hıdmet-ı evliyâya kıl akdâm
Dutginen dâmen-i şerî’atdan
Eyle hıfz-ı merâtib-i İslâm
Zikr ü tesbîhe dâ’im ol meşgûl
Gice gündüz ‘ibâdet eyle müdâm
Sâkîyâ kimdür bu dırâz nefes
Seyyid Ebulkâsım Nebâtî Ve Sâkînâmesi
TAED 55* 109
Ki meni zâra gütdi bu haccâm (11. Bend, 17-22)
Nebâtî’nin hayatı mevzusunda da ifade edildiği gibi şair, ilk zamanlarında tasavvuf ehli
bir derviş iken Nimetullahi tarikatına mensubiyetinden sonra Şii mezhebine dair temayüller
göstermiş ve bu ilgi şiirlerine de yansımıştır. Sâkînâme’nin önemli bir kısmında Hazreti Ali’ye
duyulan aşırı hayranlık da şairin Şiiliğe karşı olan tavrını ortaya çıkarması bakımından kayda
değerdir. Bu hayranlık öyle bir derecededir ki eserin 12. bendinde Hazreti Ali’den meded
dilenmesi gerektiği vurgulanır:
Ey dil-i müstmend-i hûn-âşâm
Yüz çevir birce şâh-ı şâhâne
Mîr-i Yesrîb hidîv-i külli ümem
Şîr-i Yezdân ‘Alî-i ‘İmrâne
Şâh-ı müşkil-güşā ‘Alî’dür ‘Alî
Ki virür nazm çarh-ı gerdâna
İste ondan murâd ü maâlabını
Her nedür korhma merd-i merdâne (12. Bend, 11-14)
11. bentte ise şair Hazreti Ali’ye olan hayranlığını muhabbet sözcüklerine dökmüş ve
Şii mezhebince mühim olan sahabelerden Ebulfazl el-Abbas ve Hazreti Ali’nin oğlu Abbas’ın
isimlerine de yer verilmiştir:
Ey ‘alemdâr-ı şâh-ı teşne-ciger
Sana kurban menüm atam anam
Here bir şâhı sevmiş ezelden
Seni sevmiş Nebâtî-i bed-nâm
Geh Ebu’l-fazl gâh yâ ‘Abbâs
Diyerem eyledüm sözü itmām (11. Bend, 27-29)
Mutasavvıf şairlerin önemli bir kısmının eserlerinde olduğu gibi Nebâtî’nin divanında
da herhangi bir hükümdara yazılmış methiyelere rastlanmaz. Nebâtî’nin yaşadığı tarihlerde
110* TAED
55 Mehmet Nuri ÇINARCI
İran’da hüküm süren hanedanlık Kaçar hanedanlığıdır. Sâkînâme’nin sonlarına doğru Nebâtî’nin
devrin hükümdarı Muhammed Şah Kaçar’ı övdüğü birkaç dizeye rastlanır:
Here bir şâha oldular meddâh
Men kimin bende şâh-ı Îrân’a
Şâh Rüstem süvâr-ı Dârâ-fer
Ki düşüp sît-i ‘adli devrâne
Şâh gazi emîr-i deryâ dil
Mîr-i bâzil veliyy-i Sübhâne
Şâh bin şâh mefhar-ı Kâçâr
Ki salup diyü zulmı zindâna
Şeh Mehemmed şeh-i Sikender-şân
İltifât itmez âb-ı hayvâna
Her yana yüz çevirse feth ü zafer
Koyalar baş ölünce fermâna
Hâdem-i bârgâha yüz Cemşîd
Ta’n ider câhı min Süleymân’a (12. Bend, 17-23)
Sonuç
Klasik edebiyatımızda sâkînâmeler, XIV. yüzyıldan itibaren başlayarak hemen her
yüzyılda örnekler vermiş bir türdür. İlk örneklerinin Anadolu dışındaki Türk edebiyatlarında
verildiği sâkînâmeler, Fars edebiyatında ortaya çıkmıştır. Sâkînâmelerde mey, saki, kadeh,
musiki ve şem’ gibi içki meclislerine özgü çeşitli unsurların yanı sıra içkinin nasıl bulunduğu,
içkinin içildiği mevsimlerin tabiat tasvirleri ve bu meclislerde nasıl davranılması gerektiği ile
ilgili bilgiler de verilmiştir. Divan edebiyatında kaleme alınan sâkînâmelerde, kimi zaman
gerçek bir içki meclisinden bahsedilebildiği gibi kimi zaman da bu meclislerin sadece sembolik
birer değer taşıdıkları ve tasavvufi bir hüviyete sahip oldukları görülmektedir. Tasavvufi
karakter taşıyan sâkînâmelerde şairler, bezme ait her bir unsura tarikat geleneklerinin
gerektirdiği şekilde çeşitli manalar yüklemişlerdir. Buna göre aşk derdine düşen kişi mürit; saki,
Seyyid Ebulkâsım Nebâtî Ve Sâkînâmesi
TAED 55* 111
mürşid-i kâmil; mey, Allah aşkı; meyhane ise tekkedir. Osmanlı sahası Türk edebiyatının yanı
sıra İran’da teşekkül eden Azeri edebiyatında da Türkçe sâkînâmeler yazılmıştır. Mutasavvıf bir
şair olan Seyyid Ebulkâsım Nebâtî de sâkînâmesi olan XIX. yüzyıl Azeri şairlerinden biridir.
Bugün İran topraklarında bulunan Üştübin’de doğan Nebâtî de sâkînâme yazmış
şairlerden biridir. Terci-i bend nazım şekliyle yazılmış olan sâkînâme, şairin divanında yer
almaktadır. Nebâtî, küçük yaştan itibaren babasından aldığı dinî eğitimle müteddeyyin bir
yaşantı sürmüş ve gençliğinin ilk yıllarından itibaren tasavvufa meyletmiştir. Tasavvufi dünya
görüşünü benimseyen şair, bunu şiirlerine de yansıtmış ve ağırlıklı olarak insanları Hak yoluna
davet eden metinler kaleme almıştır. Nimetullahi tarikatıyla tanışan Nebâtî, Şiiliğe ilgi
göstermiş ve bu ilgisi divanındaki şiirlerinde kendini hissettirmiştir. Nebâtî’nin Sâkînâme’sinde
de fikri dünyasını bu denli derinden etkilemiş tasavvuf ve Şiiliğin derin izleri görülür.
Mutasavvıf bir şair olan Nebâtî’nin Sâkînâme’si belirgin bir şekilde tasavvufi bir nitelik taşır.
Nebâtî, içki ve içki meclislerine özgü bütün unsurlara tasavvufi bir mana yükleyerek etrafındaki
insanlara tasavvufi kaideleri öğretmeye çalışmıştır. Tasavvufun yanı sıra Sâkînâme’nin birçok
yerinde Şiiliğin de etkisiyle Hazreti Ali’ye duyulan hayranlık çok belirgindir. Eserin sonlarına
doğru ise devrin İran hükümdarı Muhammed Şah’ı medh eden birkaç beyite yer verilmiştir.
SÂKÎNÂME-İ SEYYİD EBULKÂSIM NEBÂTÎ
-1-
Ey iden ᶜaşḳ nāmesin inşā
Veh düşüp başı a ᶜaceb sevdā
Ḳoyginen başa tāc-ı Bismi’llāh
İbtidā ḳıl sözi be-nām-ı Ḫudā
Ki odur her kelāma ser-maṭlaᶜ
Ki odur server-i heme esmā
Ḳādir-i ẕü’l-celāl ve’l-ikrām
Fālaḳu’s-suḥub ḫālıḳu’l-eşyā
Ṣāniᶜ-i ᶜarş u ferş ü şems ü ḳamer
ᶜĀlemi yoḫdan eyleyen peydā
Ol Ḫudāvend-i vācibü’l-taᶜẓīm
Ḥayy u ḳayyūm ve ferd-i bī-hem-tā
Āḥsenü’l-ḫālıḳīn lehü’l-ᶜizzet
Velehu’l-ḥamd ve’s-ẟenā-i ᶜalā
Ādemi o yaratdı topraġdan
Başına ḳoydı tāc-ı kerremnā
Buldu ondan eẟer dem-i ᶜİsā
Tapdı ondan ṣafā yed-i beyżā
Ondan oldu Muḥammed-i ᶜArabī
Ṣāḥib-i tāc ü taḥt idādına
112* TAED
55 Mehmet Nuri ÇINARCI
Ey ḳalem ey enīs
-i ehl
-i beyān
Cehd kıl itgilen sözi zībā
Gel getür bâde ey gözüm sāḳī
Ki vireyüm
4
çehre
-i maḳāla ṣafā
Şūr u şeh
-nāzdan
5
çekeyüm āheng
Nāleni eyleyüm bülend
-āvāz
Ṣavt
-ı Dāvūd’ı eyleyüm ẓāhīr
Laḥn
-ı İdrīs’i eyleyüm inş
ā
Geh Müberḳaᶜ gehī Nişābūrī
Geh Ḥüseynī gehī zemīn
-

ārā
Tā salam bu cihāna bir ġulġul
Başlayum tāze bir ᶜacībe nev
ā
Geleler
6
vecde ᶜāşıḳ u ᶜārif
Düşeler raḳṣa p
ādişāh ü ged
ā
Evcden başla rāk
-ı Nevrūz’ı
Çolḳasun nüh sipihri ṣavt ü ṣadā
Şāh
-ı İslām’a rūz u şeb nuṣret
İste Ḥaḳ’dan hemīşe eyle duᶜā
Çekgilen başa b
āde
-i ᶜaşḳı
Künbed
-i çarḫı eyle pür
-ġavġā
Şāh
-ı Mıṣr’ı çıḫartgilen çahdan
ᶜĀlemi eyle vālih ü şeydā
Diginen yā ᶜAl
ī be
-ṣavt
-ı celī
Eyleme hiç kimiseden pervā
Himmet al pīrden meded Ḥaḳ’dan
Dem
-be
-dem h
ū çeküp yola başla
Ḳoy ḳadem rāh
-ı ᶜaşḳa merd
āne
Gir ḫarābāta mest ü mest
āne
-
2
-
Sākiyā geldi nev
-bahār gine
Mevsim
-i keşt
7
ü lālezār gine
Virginen bezm
-i inbisāṭa şükūh
Geldi hengâm
-ı vaṣl
-ı yār gine
Nergis
-i mest
-yüz nezāket ile
Zülfini itdi müşk
-bār gine
Şāh
-ı gül gütdi burḳaᶜın üzden
Ḥüsnini itdi āşikār gine
Kūh u ṣaḥrānı ebr
-i nisān
ı
Gör ne ḫoş itdi murġzār gine
Reᶜd
-i ġurrān çeküp ġırīv ü ḫurūş
ᶜĀleme ṣaldı ḫār ḫār gine
Şāḫ
-ı gül oldı mesken
-i bülbül
4 B: virem 5 B: şūr-ı şehnāzdan 6 B: geldiler 7 B: keşt-i
Seyyid Ebulkâsım Nebâtî Ve Sâkînâmesi
TAED 55* 113
Laleni itdi dāġdār gine
Hardasın8
ey şeker-leb ü gül-ruḫ
Vir gözüm cām-ı ḫoş-güvār gine
Gel içaḫ bāde gül ayaġında
Bir idaḫ şükr-i Kird-gār gine
Gündü Yārab cihānı rūşen iden
Yā çıḫup seyre ol nigār gine
Ṣaḥn-ı gülzārı itdi bāġ-ı İrem
Dilber-i şeng-i gül-ᶜiẕār gine
Sāmirī siḥrini ḳılup ẓāhir
Nergis-i şūḫ u pür-ḫumār9
gine
Sāḳiyā basdı gönlümü zengār
Aldı āyīnemi ġubār gine
Devr getür ol müferriḥ ruḫı
Kes göraḫ bir iki anar gine
Çarḫ vur ey ᶜiḳāb-ı tīz-naẓār
İt gözüm bir güzel şikār gine
Vurginen şāh-ı lā-fetādan dem
Düşmeni eyle tārümār gine
Oḫu lā-seyfe ẕikrini her dem
Gör nedür berḳ-i Zülfikār gine
Ey ṣabā ey berīd-i ᶜāşıḳ-ı zār
Kūy-ı cānāne birce var gine
Açginen şāh-bāz tek şeh-per
Eyle şīrāze bir güẕār gine
Ḥāfıẓ’ın rūḥ-ı pākine bizden
Bir yitür ᶜaşḳ-ı bī-şümār gine
Baᶜde el-ḥamd ve sūre-i İḥlās
Gör nedür bir yār-ı ġār gine
Men-i müştāḳ bu hikāyetde
Geldi nā-geh nevā-yı tār gine
Didi ey derd10 ü ġam giriftārı
Çoḫ daḫi itme āh ü zār gine
Dutginen11 dāmen-i tevekkülden
Aşḳar-ı ᶜaşḳa ol süvâr gine
Ḳoy ḳadem rāh-ı ᶜaşḳa merdāne
Gir ḫarābata mest ü mestāne
-3-
Sākiyā ey mebādī-i ādāb
Ey serāc-ı dil-i ülü’l-elbāb
Ey gül-i gülsitān-ı maḥbūb

8 B: hardasan
9 B: gül-ᶜiẕār
10 B: derd-i ġam
11 B: dutgilen
114* TAED
55 Mehmet Nuri ÇINARCI
Ey ruḫun şemᶜ
-i maḥfil
-i aḥbāb
Tār
-ı zülfin kemend
-i gerden
-i cān
ᶜĀrı
żın tek hani gül
-i şād
-āb
Leblerün laᶜl ü ġab
ġabīn sīmīn
Ḳāmetin ḳıble ḳaşlaru miḥrāb
İdesen bu faḳīri ger ḫoş
-dil
Bundan artıḳ nedür sevāb sevāb
Geçmez ᶜārif bu neşᵓeden Bi’llāh
Ṭarf-ı cū pāy
-ı gül şeb
-i meh
-tāb
Devr ki geçdi şebāb
-ı ᶜömr
-i ᶜazīz
Bāde virmekde ḳıl şitāb şitāb
Senü olsun o bāde
-i kev
ẟer
Ba a zāhid bu saġār
-ı mey
-i nāb
Cezbe
-i zevk
-i sohbet
-i yārān
Diyesin saldı cānıma ḳüllāb
Sākiyā ey hümā
-yı zerrīn
-bāl
Bu ne Tebrīz’dür bu ne ṣürḥ
-āb
Ba a bir cām
-ı bāde
-i aḥmer
Kerem it ey kirāmü’l
-elḳāb
Müjde ey ᶜākifān
-ı ḳaᶜbe
-i ᶜaşḳ
Ş
āhid
-i müddeᶜī götürdü niḳāb
Neşᵓe başımda mey ayağımda
Ne ümīd niᶜm ne bīm
-i ᶜa
ẕāb
Maṭlabım ḥāṣıl itdi şāh
-ı bütan
Kāmımı virdi ol büt
-i Süḳlāb
Şükri’llāh ki kevkeb
-i baḫtım
Oldı raḫşān çü mihr
-i ᶜālem
-tāb
Men ü sākī ḫarāb bāde iken
Yitdi nāgah ḳulaġa bāng
-ı rebāb
Didi ey mest
-i sāġār
-ı ᶜişret
Dur uyan itme çoḫ da şükr
-i ḫāb
P
īr
-i meyhāneden gel al himmet
Diginen yā müfettiḥe’l
-ebvāb
Ḳoy ḳadem rāh
-ı ᶜaşḳa merd
āne
Gir ḫarābata mest ü mest
āne
-
4
-
Sāḳiyā durma devr getir bāda
Gitdi beyhūde ᶜömrümüz bāda
Çün dil
-i şāda yār şevk eyler
Gö lümü menzil it o dil
-şāda
Ne beyān
-ı meliḥ ilen bilmem
Getürim men bu naḳli
īrāda
Hani bir nev
-cevān
-ı ᶜāşıḳ
-veş
Hani bir rind
-i mest
-āzāde
Ola esrār
-ı ᶜaşḳdan vāḳıf
Böyle bir kim ne var bu ġavg
āda
Seyyid Ebulkâsım Nebâtî Ve Sâkînâmesi
TAED 55* 115
Meni yandırdı bir melek-manẓar
Meni öldürdü bir peri-zāda
Aldı ṣabr ü ḳarārımı elden
Meni āḫir getürdi feryāda
Döndü bir bī-vefādan ötürü hāy
Gözümün yaşı şaṭṭ-ı Baġdād’a
Meni öldürme ey ecel bir dem
Ḳoy biraz yalvarim o cellāda
Rencsiz rāḥat olmaz ey oġlan
Yüri git ḳulluḳ eyle üstāda
Ḳurmamış dām çekmemiş zaḥmet
Kim virür şāh-bāzı ṣeyyāda
Ey ḫırāmān gezen çemenlerde
Göz tegin naḫl-ı serv-i şimşāda
Çölde yākut u laᶜl u mervārid
Būy-ı İslām ve deyr-i tersāda
Çeşme vü cūda gevher aḫtarma
Yüri ġavvāṣı gözle deryāda
Körgeç abdālı öp ayaġından
Cān fedā eyle ḳavm-ı evtāda
Ḳuluyum men ḳalenderün ḳuluyum
Yā ᶜAlī sen yetişginen dāda
Ey dirīġā ki geçdi mevsim-i gül
Gözümüz ḳaldı cām-ı ṣaḥbāda
Olsa her yerde cennet orda imiş
Bāde-i ṣāf ve sâkī-i sāde
Mümkün olduḳça ᶜıyş u ᶜişret ḳıl
Furṣatı ṣalma rūz-ı mīᶜāda
Özi i salma ḳayd-ı taḳlīde
Boy una taḫma tavḳ-ı ḳüllāde
Eyleme her gedā ilen ülfet
Darb-ı teşnīᶜe olma āmāde
N’oldu dağlarda seyr iden Mecnūn
Üregim yandı renc-i Ferhād’a
Sāḳī cān gözle ahd ü peymānı
Ḥayfdur virme bāde her yāda
Nā-necībin bināsı yoḫdur yoḫ
Olsa ger başı ᶜarş-ı aᶜlāda
Men ve sākī bu köpde nā-geh çeng
Çekdi bir nāle geldi feryāda
Didi ey mübtelā-yı şūr-ı cünūn
Ne batupsan bu naẓm-ı efrāda
Ḳoy ḳadem rāh-ı ᶜaşḳa merdāne
Gir ḫarābāta mest ü mestāne
-5-
Sākiyā ey enīs-i cān-perver
116* TAED
55 Mehmet Nuri ÇINARCI
Meni ġam itdi ᶜaciz ü muẓtarr
Men12 gören ẓulmi görmesin tersā
Men13 çeken derdi çekmesün kāfir
Ne tegāfüldü bu hani mīnā
Ne taᶜallüldü bu getür sāġar
Vir pey
-
ā
-pey o ḳana dönmüşden
Üregüm yandı dutmuşam āzer
Derd idüp serv
-i ḳaddimi çün dāl
Hicr idüp reng
-i ālımı aṣfer
Mey
-i gül
-reng vir ki ol maᶜcūn
Belki itsün bu aṣferi aḥmer
Ey ḳalem ey ḫüceste
-i nuṭḳ u maḳāl
Vah ki itdün sözü gine şekker
Ḥaḳ bilür yoḫdu böyle meşşāṭe
Ki vire min ᶜarūṣa bu zīver
Pīç ü tāb itme hardasın heyh
ā
t
Salginen baḥr
-ı ᶜaşḳa bir lenker
Devre gel sāḳiyā getür cāmı
Himmet it birce söyle y
ā Ḥaydar
İtginen cām
-ı ᶜaşḳı māl
-
ā
-māl
Eyle bu naḫl
-ı ḫuşkı bir aḫ
żar
Şükr ṣad şükr geçdi şām
-ı firāḳ
Şecer
-i hicr yaḫşi gitdi
ẟemer
Men ve min baᶜd sāḳī vü mey ü cām
Men ve min baᶜd dāmen
-i dilber
Şükr
-i eyyām
-ı vaṣl ḳıl ey dil
N’oldu ol gün ki dirdün inne mefer
Hardadır sākī ol sefīne
-i Nūḥ
Ki idem bir fe
ż
ā
-yı çarḫa sefer
Ḳıl meni bir ḫarāb
-ı cām
-ı şarāb
Salgilen bir bu cism ü c
āna şerer
Ḳaṣr
-ı Firdevs yitdü zāhid içün
Men ve pīr
-i muġān ve ehl
-i saġār
İtdi sākī neheng
-i küfr
-i ṭulūᶜ
Düşdi dery
ā
-yı ᶜaşḳa mevc
-i ḫaṭar
Ba a vir bir o cām
-ı gül
g
ūni
Gücü i ᶜaḳl
-ı d
ūna bir göster
Hardasın bir es ey nes
ī
m
-i murād
Yārdan bu faḳīre birce ḫaber
Ey dil
-i nā
-tüvān ü zār ü ḥaz
ī
n
Kim seni böyle eyleyüp münter
Oḫu nād
-ı ᶜAl
īni şām u
ṣabāḥ
Eyle bu ism
-i aᶜzmi ezber

12 B: ben
13 B: ben
Seyyid Ebulkâsım Nebâtî Ve Sâkînâmesi
TAED 55* 117
Ḳoy ḳadem rāh-ı ᶜaşḳa merdāne
Gir ḫarābāta mest ü mestāne
-6-
Sākiyā devr getür mey-i gülgūn
Meni ġam itdi lāle tek dil-ḫūn
Hicr idüp odlu sīnemi gül-ḫūn
Derd idüp dāġlı baġrımı kānūn
Āteş-i ᶜaşḳı gör ki14 itdi nice
Serv tek ḳaddimi çü ḥalḳa-i nūn
Sāḳīyā sen mey-i mürevvaḳ vir
Men salam yāda bir ᶜaceb mażmūn
ᶜAḳl u maḳl u kemālden geçdüḫ
Gel biraz da dutaḫ ṭarīḳ-i cünun
Yandıraḫ raḥt u puḫtı mestāne15
Seyr idaḫ kūçelerde çün Mecnūn
Geh idaḫ raḳṣ ve gāh16 çarḫ vuraḫ
Geh çekaḫ nāle mest ve diger gün
Geh diyaḫ şiᶜr ü miᶜr ve geh hezeyān
Gāh mest-i şarāb ve geh afyon
Gāh17 vaḥşiler ile hem-cevelān
Gāh18 ṣaḥrā gezaḫ gehī hāmūn
Gāh ḥayret19 çölünde ser-gerdān
Dīde-giryān ve ḫāṭarı maḥzūn
Gāh dağlarda vālih ü şeydā
Gāh aṣḥāb-ı Kehf-i ġarfulun
Gāh20 ḫāmūş ve geh saḫn-güster
Gāh efsāne ve gehī efsūn
Gelse takrīre ger ḥikāyet-i ᶜaşḳ
Ulu bir demde min gedā Ḳārūn
Ey üzi berg-i gül sözi şeker
Devr getir mey ki ec-cünūn-ı fünūn
Ey ḫoş-ā-ḫoş o ᶜāşıḳ-ı ḳallāş
Ki ide cānı yârine ḳurban
Bāde-i ḫum-nişīni vir sāḳī
Ne diyer bir görek o Eflāṭūn
Gāh hem-dest-i lūtyān-ı ḳaşeng
Geh zerengī diyaḫ gehī mercūn
Geh içāḫ bāde gāh beng çekaḫ
Gāh būtī vuraḫ gehī maᶜcūn

14 B: ne
15 B: merdāne
16 B: gehī
17 B: gāhi
18 B: gāhi
19 B: ḥasret
20 B: gāhi
118* TAED
55 Mehmet Nuri ÇINARCI
Üştübīn eyleyüp meni Tātī
Şiᶜrimi yaḫşı eyleyüp mevzūn
Biri ᶜĪberī dir biri ᶜArabī
Māyil oldum zebān-ı Tātīyemun
ᶜĀşıḳam bir nigār-ı Tātīye men
Ki ider siḥr-i Naḥşebī ḫayrūn
Meni aldatdı çeşm-i cellādı
Nice bī-çāre Ādemī Şeyṭūn
Ġamzesi yaġı ᶜişvesi sāḳī
Gözleri mest lebleri mey-gūn
Sāḳīyā baḫ bir ol şehinşāha
Katdı şāhı Āyaza ᶜabd-ı zebūn
Durginen bu ḳalender-i meste
Virginen bir piyāle-i meşḥūn
Ki diyem bir de elde peymāne
Naᶜra-zen seyl-i eşki çün Ceyhūn
Ḳoy ḳadem rāh-ı ᶜaşḳa merdāne
Gir ḫarābāta mest ü mestāne
-7-
Sāḳīyā ey ṭabīb-i müştāḳān
Meni öldürdi derd-i bī-dermān
Luṭf ḳıl eyle derdime çare
Şeng ü şengāne eyle bir devrān
Başımı istesen urur ḥancer
Cāna şevḳün çeker eger bu cān
Muḫtaṣar devr getür şerāb şerāb
Eyle bu derd-i miḥneti büryān
Derd-i ᶜaşḳu devāsı meydür mey
Geldi sulṭan-ı ᶜaşḳdan fermān
Cām-ı gītī-nümāyı bu ẓālim
Maṭlabun her ne olsa eyler ᶜayān
Ḥayy ider mürdeni Mesīḥ kimi
Cān bulur içse ḳālıb-ı bī-cān
Zāhide doğru söz menim mey ü cām
Seni olsun o bāde-i Rıdvān
Merḥabā āferīn duᶜā-yı seḥer
Tapmışım sende gör ne künc-i revān
Çıḫdı aḫter-i muḥāḳ ḥayretden
Gün kimi21 oldu ṭāliᶜ ü raḫşān
Luṭf-ı Ḥaḳ şāmil oldı ḥālimize
Oldı ser-beste ġonçemiz ḫandān
Naḫl-ı ümmīd oldı bār-āver
Oldı düşmen ḫadeng-i reşke nişān
Āh-ı dil-sūz yaḫşi geldi vice

21 B: gün-be-gün
Seyyid Ebulkâsım Nebâtî Ve Sâkînâmesi
TAED 55* 119
Çāre-sāz oldu ḳudret-i Yezdān
Gül kenārımda bāde başımda
Menzilüm bāġ ve ḫādimüm cānān
Yā ᶜAlī el menüm senün etegü
Sen yetiş dāda yā şeh-i merdān
Ne olur bir görem o gül üzü i
Dolanam başına olam ḳurban
Men-i dervīş-i bī-nevā çoḫdan
Olmuşam nāzlu adına22 ḥayrān
Her kimin olsa sen kimi şāhı
Eylemez muṭlāḳa ḫayāl-i cinān
Şuᶜlever oldı āteş-i ᶜaşḳum
Üregüm yandı hani ol23 ḳalyān
Men-i dīvāne bu ḥikāyetde
Naġme-sāz oldı muṭrıb-ı ḫoş-ḫᵛān
Didi ey muṭrıb-ı keş-ā-keş-i ᶜaşḳ
İstemez çoḫ da ḥüccet ü bürhān
Ḳoy ḳadem rāh-ı ᶜaşḳa merdāne
Gir ḫarābāta mest ü mestāne
-8-
Sākiyā sensiz olmuşum bīmār
Ne enīsim ne ġam-güsārım var
Üzülüp ṣabr u iḫtiyār elden
Tükenüp cismden ḳarār ü medār
Azalup ẕevḳ ü şevḳ ü tāb ü tevān
Çoḫalup derd ü miḥnet ü tīmār
Devr dönüm başı a getür bāde
İtme teᵓḫīr geçdi faṣl-ı bahār
Eyle bir cām ilen meni24 ser-mest
Ḳıl meni raḫş-ı tünd ᶜaşḳa süvār
Tā ideyüm dürr-i naẓmı laᶜl-i ḫoş-āb
Şiᶜr-i mevzūnı gevher-i şehvār
Saṭḥ-ı eflāke bir çalim şeh-per
Çarḫ-ı ḫadrāya bir olim devvār
Devr-tā-devr devr-i dünyānı
Bir gezem miẟl-i şāḫe-i pür-kār
Getürim Bī-sütūna Ferhād’ı
Eyleyüm daġ çapanı şīrīn kār
Yandırim nār-ı reşke Pervīz’i
Od salam cānına bi-sān-i çınar
Gönderim İṣfahān’a Şāpūr’u
Şekkeri yāra eyleyüm aġyār

22 B: boyu a
23 B: o
24 B: beni
120* TAED
55 Mehmet Nuri ÇINARCI
Āferīn kilk
-i siḥr
-i perdāzum
Başlayup gör ne ḫoş güzel hencār
Görginen bir bu Şuşterī
-zāde
Ne şīrīn söz diyer şükr
-i Girdār
Naḳş
-ı erjengi eyledi bāṭıl
Oldı tā şāh
-ı ᶜaşḳa nāme
-nigār
Reşkden oldı Mānī
-i naḳḳāş
Cism
-i bī
-cān ve ṣ
ūret
-i dīvār
Sāḳiyā vir piyāle pey
-der
-pey
Meni yandırdı ol büt
-i ḫūn
-

ᵛār
İderüm tā ḥadī

-i ᶜaşḳa şürū

Lāle tek baġrımı ḳalem da
ġlar
Ey dil
-i derdmend
-i bī
-çāre
Ne içün ḳalmasan böyle nāçār
Devr getür bād
ā cām
-ı Cemşīd’dür
Tökginen cāma bāde
-i gül
-nār
Himmet it geç bu pūç dünyādan
İtginen cān ü m
ālı y
āra ni
ẟār
Senü olsun cemī

-i māl
-ı cihān
Ba a zāhid tamāmdur bir yār
Yarsız bir ḫarābe
-i külḫen imiş
Ṣaḥn
-ı bostān ve gūşe
-i gülzār
Men ve sāḳī ve baḥ

-ı zāhidü
Geldi nā
-geh nevāya musiḳ
ā
r
Didi ey mest
-i ġamze
-i cadū
Bir sözi çoḫ da eyleme tekr
ā
r
Ḳoy ḳadem rāh
-ı ᶜaşḳa merd
āne
Gir ḫarābāta mest ü mest
āne
-
9
-
Sāḳiyā ey nigār
-ı ş
īrīn
-fenn
Hardadır ol dev
ā
-yı derd
-i ḥüzn
Telḫ
-i şīrīn
-güvār yaᶜni mey
Merd olur içse ger onu her zen
Bu idi itdi şāh Cemşīd’i
Ḥatta c
āvīd çün Üveys
-i ḳarn
İḥtirām it ki cām
-ı Cem’dür bu
Olma bed
-mest sen de çün Behmen
Ele aldıḳça gözle şarṭ
-ı edeb
Ki odur derd
-i ᶜaşḳa ç
āre iden
Hani ol gürd şīr
-i ner
-ṣavlet
N’oldu İsfendiyār
-i r
ū
yīn
-ten
Meni yandırdı bir büt
-i ser
-mest
Vaṣf-ı ḥüsni meni idüp elken
Ṭāḳ
-ı ebr
ū kem
ānı Sām
-ı delīr
Tīr
-i müjgânı ḥançer
-i muᶜcen
Ġonçe aġzı çü piste
-i ḫandān
Seyyid Ebulkâsım Nebâtî Ve Sâkînâmesi
TAED 55* 121
Lebb-i laᶜli ᶜaḳīḳ-i ṣurḫ-ı Yemen
Ṭarf-ı ruḫsārı ravżatü’l-Firdevs
Sünbül-i zülfi reşk-i müşk-i Ḫoten
Ḫāl-ı ser-sebzi dām-ı fitne vü şer
Çeşm-i ser-mesti kān-ı siḥr ü fiten
Sözi şehd-i şeker gözi şehlā
Cān ü dil bend-i dān-ı çāḫ-ı ẕeḳan
Ḳıya baḫmaġı rem imiş cīrān
Gül-i ᶜārıż-miẟāl berg-i semen
ᶜİşvesi şūḫ ġamzesi cellād
Ḳan içen hem-çü żayġam-ı ercen
Tīġ-i bīni yazıldı lā-Yūsuf
Caᶜd-i merġūlı murġ-ı cāna vaṭan
Ṣūretinden ḥacl meh-i enver
Ḳad ü bālā bi-sān-i serv-i çemen
Ḳoymaz ᶜāşıḳda nāzı tāb ü tevān
Öldürür gerçi olsa Ehrīmen
Sāḳiyā bu ḫumāra eyle ᶜilāc
Luṭf ḳıl birce gel teraḥḥuma sen
Gö lümü tīre ḳıldı gird-i melāl
Bāde vir it bu şemᶜi bir rūşen
Allah Allah kemāl ü ḳadr ü celāl
Görginen bir o ḳadar ẕulmü
Bu ẕülūm-ı cühūl-ı insānı
Nice ḫalḳ eyleyüp be-vech-i ḥüsn
Lafẓ u güftārı gevher-i manẓūm
Ṭarz u reftārı cümle müstaḥsen
Ẓāhiri naṣṣ-ı aḥsenü’l-taḳvīm
Bāṭını sırr-ı vaḥdete maḥzen
Sāḳiyā ḫayl-i ġam getürdi hücum
Hardadır ol şarāb-ı mürd-efken
Ey ṣabā ger töhmetini göresen
Düş ayaġına ᶜarż ḳıl menden25
Gel o pīr-i muġāna yalvaralım
Naẓar itsün meger o şāh-ı zemīn
Men ve sāḳī neşāṭa germ-i ṭarab
Geldi nā-geh nevāya mey birden
Dedi ey rind-i mest-i şāhbāz
Ne tegafüldü bu devr ey gevden
Ḳoy ḳadem rāh-ı ᶜaşḳa merdāne
Gir ḫarābāta mest ü mestāne
-10-
Sāḳiyā ey Sikender-i Cem-cām
Virginen bezm-i ᶜıyşa bir encām

25 B: benden
122* TAED
55 Mehmet Nuri ÇINARCI
Maḥfili rūşen it getür şemᶜi
Āteşi germ ḳıl ḳavur bādām
Gel götür bülbülü getir şūra
Tökginen cāma bāde
-i gül
-

m
Hani Ḫüsrev o şāh
-ı key
-ḥaşmet
Ş
īdd’e n’oldu hani güzel Behrām
Hani Vāmık ne geldi ᶜAẕrā’ya
N’oldu Selmā o dilber
-i ḫoş
-nām
Hani Şīrīn o şāh
-ı maᶜşuḳān
N’oldu Şebdīz o ḫink
-i raḫşü’l
-cām
Hani Rüstem ki heybetinden onun
Dem çekinmezdi b
īşede żirġām
Hani sulṭ
ā
n
-ı cümle lāle
-ruḫān
N’oldu Yūsuf o şāh
-ı māh
-ı ġulām
Sāḳiyā ey gül
-i hemīşe bah
ā
r
Hardasın26 olmasun meger sers
ā
m
Cām
-ı zerrīni devr getür devre
Tā ideyüm men bu naẓmı tamām
Mey getür mey ki çarḫ
-ı kec
-reftār
Çoḫları eyleyüp böyle nā
-kām
Hani şīr
-i Ḫudā şeh
-merdān
Ṣāḥib
-i
Ẕü’l
-fikār
-ı ḫūn
-āşām
Ger mürekkeb ola cemī

-i biḫār
Cümle eşcār ola ger eḳlām
Ola kātib
-i tamām ḫalḳ
-ı cihān
Yazalar vaṣf-ı şeᵓnīni mād
ā
m
ᶜĀḳibet ġarḳ
-ı lücce
-i ḫaclet
Māt ü mahbūt
-ı ḳ
āṣıru’l
-vehhām
Ḳul kefā Ḥaḳ diyende bir şāha
Men ne taᶜrīf idüm menüm aḳam
Devr getür bāde sāḳīyā vir cām
Levhaş
ā’llāh gelün idaḫ bayram
Çekilaḫ b
āġa bir ayaḳ çekaḫ
Düşaḫ gül ayaġına ḫoş
-kām
Vecd idaḫ menzile virah ziynet
Rūz u şeb ᶜıyşa eyleyaḫ aḳdām
N’oldu şemmāme
-i firişte
-liḳā
Şehr
-i Zūr n’oldu hani ol aṣnām
Hani Efrāsiyāb
-ı pür
-
nīreng
N’oldu
Ṣalṣ
āl o kebir dīv
-endām
Gözle ḥayrü’l
-kelām ş
īvesini
Bu sözü eyle şiᶜre şāh
-ı kelām
Ol biri cümle
-i ᶜalāyıkdan
Ṣıdḳ ile baġlasın da bir iḥrām

26 B: hardasan
Seyyid Ebulkâsım Nebâtî Ve Sâkînâmesi
TAED 55* 123
Ḳoy ḳadem rāh-ı ᶜaşḳa merdāne
Gir ḫarābāta mest ü mestāne
-11-
Sāḳiyā mīmi mīme ḳıl idġām
Ye iden naẓma vir bir özge niẓām
Bu sözi eyle ziynetü’l-ᶜuşşāḳ
Yitdi menşeᵓ-i ᶜaşḳdan peyġām
Hardadur sāḳī ol öz-i gülgūn
Raḥmetü’r-rūḫ ḳuvvetü’l-ecsām
Ṣāf ü pākīze çün ᶜiẕār-ı bütan
Dafiᶜü’l-ḥavf māniᶜü’l-iġmām
Sırrı gör bī-ḥazīne vü külḫen
Ḳızdırur ḳışda cānı çün hammām
Yūsuf-ı Mıṣr tek ᶜazīz-i cihān
Min Züleyḫā ona kemīn ḫaddām
Ona çāḳer hezār rāhib-i deyr
Bendesi min ᶜübeyd elf ġulām
Vaṣf-ı meyden murādımız sāḳī
Ne imiş ey mübārek aḳdām
Devr getür mey ki yandı şemᶜ-i muġān
Gün üzin tīre ḳıldı perde-i şām
Devre gel eyle raḳṣ ḥāleti kerem
Çarḫ ur bāde vir gidüp nammām
Zülf-i müşkini ḳıl öze efşān
Leyletü’l-ḳadrı eyle bir şemmām
Şerbet-i bīd-i müşke mā’ül-verd
Dāḫil it bir muᶜaṭṭar eyle meşāmm
Biz muġannī vü muṭrıb istemenüḫ
Bir ġazel başla ḫᵛāceden vir cām
Künc-i ḥalvet hani ki kesdi gine
Erre tek cānımı bu sīn-i selām
Şükrden ġāfil olma ey dervīş
Ṣabr ḳıl tā ki ḳādir-i ᶜallām
Eylesün cümle müşkili ḥall
Olasan mīr-i aᶜẓimü’l-ᶜaẓẓām
Beng ü afyona olma ālūde
Olma bed-nām bī-ser ü ezlām
Ḫamrdan iḥtirāz ḳıl olma
Fısḳa meşhūr sen de çün Ḫayyām
Tapasan tā maḳām-ı zühd ü veraᶜ
Ḫıdmet-ı evliyāya ḳıl aḳdām
Dutginen dāmen-i şerīᶜatdan
Eyle ḥıfẓ-ı merātib-i İslām
Ẕikr ü tesbīḥe dā’im ol meşġūl
Gice gündüz ᶜibādet eyle müdām
Sāḳiyā kimdür bu dırāz nefes
124* TAED
55 Mehmet Nuri ÇINARCI
Ki meni zāra gütdi bu ḥaccām
Tābı yoḫ menteşāya bu köpgün
Harda ḳalmış menüm o egri ᶜı
ṣām
Durginen sāl bu eşşegi işi
e
Öyle bil kim ki gitdi māh

ṣıyām
Men hara

oḥbet
-i namāz hara
Meni azdırdı bu muṣāḥib
-i ḫam
Defter
-i ᶜaşḳ ve bāb
-ı ṣavm ü ṣalāt
Mübḥi

-i ḫ
āl ü ḫaṭ rüḳuᶜ u ḳıyām
Ey ᶜālemdār
-ı şāh
-ı teşne
-ciger
Sa a ḳurban menüm atam anam
Here bir şāhı sevmiş ezelden
Seni sevmiş Nebātī
-i bed
-nām
Geh Ebu’l
-fażl gāh yā ᶜAbbās
Diyerem eyledüm sözü itmām
Sāḳi vü cām ü şāhid ü gül ü mül
Bu idi ve’s
-selām ve’l
-ikrām
Gel gözüm dut naẓarda ol şāhı
Muḫtaṣar eyle itme çoḫ ibrām
Ḳoy ḳadem rāh
-ı ᶜaşḳa merd
āne
Gir ḫarābāta mest ü mest
āne
-12
-
Sāḳiyā devr
-i aya
ġa mestāne
Geldi sul

ā
n
-ı gül gülistāne
Ḳaṭır ve at ve māl ve emlāḳı
Cümlesin eyle ḫarc
-ı mey
-ḫāne
Bāde vir27 ḳılginen28 meni ser
-germ
Ki diyem bir ġarībe efsāne
Eyleyüm Mıṣr’a Yūsuf’ı sulṭ
ā
n
Aparim müjde pīr
-i Kenᶜān’a
Şād idüm bir nefes Züleyḫā’nı
Getürim raḫş
-ı ᶜaşḳı cevel
āne
Ṭūr
-ı Selmān’ı eyleyüm zinde
Getürim cism
-i mürdeni cāna
Sāḳiyā sāḳiyā dönim başına
Gitdi elden bu rind
-i dīvāne
Devr getür devr getür şarāb şarāb
Meni bunca29 getürme efġāne
Gö lümün kişverin kelāl ü melāl
İster itsün ḫarāb ü vīrāne
Gelse meydāne bāde
-i gül
-reng
Bāġda gezmez ġurāb b
ī
g
āne

27 B: virginen
28 B:
ḳıl
29 B: munca
Seyyid Ebulkâsım Nebâtî Ve Sâkînâmesi
TAED 55* 125
Ey dil-i müstmend-i ḫūn-āşām
Yüz çevir birce şāh-ı şāhāne
Mīr-i Yeẟrīb ḥidīv-i külli ümem
Şīr-i Yezdān ᶜAlī-i ᶜİmrāne
Şāh-ı müşkil-güşā ᶜAlī’dür ᶜAlī
Ki virür naẓm çarḫ-ı gerdāna
İste ondan murād ü maṭlabını
Her nedür ḳorḫma merd-i merdāne
Ki odur menbaᶜ-ı Süḫā vü Kerem
O virüp tāc ḫān ü ḫaḳana
O virüp āfitāba nūr-ı diraḫş
O virüp reng-i laᶜl-ı raḫşāna
Nükte-sencān ü şaᶜirān-ı selef
Gütdiler raḫş-ı ṭabᶜı meydāna
Here bir şāha oldular meddāḥ
Men kimin bende şāh-ı Īrān’a
Şāh Rüstem süvār-ı Dārā-fer
Ki düşüp ṣīt-i ᶜadli devrāne
Şāh ġazi emīr-i deryā dil
Mīr-i bāżil veliyy-i Sübḥāne
Şāh bin şāh mefḫar-ı Ḳāçār
Ki salup diyü ẓulmı zindāna
Şeh Meḥemmed şeh-i Sikender-şān
İltifāt itmez āb-ı ḥayvāna
Her ya a yüz çevirse fetḥ ü ẓafer
Ḳoyalar baş ölünce fermāna
Ḫādem-i bārgâha yüz Cemşīd
Ṭaᶜn ider cāhı min Süleymān’a
Baḫş ider mūra mülk-i dünyānı
Dür töker künc-i luṭfı her yāna
Dostu bilmesün ki ġam ne imiş
Düşmeni aḳınsun ḳızıl ḳana
Sen Nebātī duᶜānı eyle tamām
Ne işün var işitdi şāh yāne
Şükr ṣad şükr tapdı söz encām
Derdimiz yaḫşı yitdi dermāne
Kām-ı dil ḥāṣıl oldı müşkil ḥāll
Geldi sāḳī elinde peymāne
Men-i miskīne virdi bir niçe cām
Gitdi hūşum gülāte seyrāne
Geldi nā-geh ḫurāşa nāle-i def
Bu sözi söyledi ṣarīḥāne
Didi ey mest-i cām bāde-i nāb
Devr daḫi besdi Türk-i Türkāne
Ḳoy ḳadem rāh-ı ᶜaşḳa merdāne
Gir ḫarābāta mest ü mestāne
126* TAED
55 Mehmet Nuri ÇINARCI
Kaynaklar
Arslan, M. (2003). Aynî, sâkînâme. İstanbul: Kitabevi Yayınları.
Canım, R. (1998). Türk edebiyatında sâkînâmeler ve işretnâme. Ankara: Akçağ Yayınları.
Devletabadi, A. (1355). Sühanverân-ı Âzerbaycan, C. 1. Tebriz: Müessese-i Tarih ve Ferhengi.
Deyhim, M. (1986). Tezkire-i şu’arâ-yı Âzerbaycan târîh-i Zindegî vü Âsâr, C. 1. Tebriz.
Ebulfezl, H. (2004). Nebâtî, seçilmiş eserleri. Bakü: Şark-Garb Yayınları.
Karaismailoğlu, A. (2013). Fars edebiyatında sâkînâmeler. Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, C. 36. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 14-15.
Kortantamer, T. (1983). Sâkînâmelerin ortaya çıkışı ve gelişimine genel bir bakış. Türk Dili ve
Edebiyatı Araştırmaları Dergisi II (Prof.Dr. Harun Tolasa Özel Sayısı), 117-123.
Köçerli, F. B. (1920). Azerbaycan edebiyatı tarihi. C. 1. Bakü: Azer Neşr.
Levent, A. S. (1965). Ali Şîr Nevâi, divanlar. C. 2. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Sadık, M. H. (1385). Dîvân-ı Eş’âr-ı Türkî, Hakîm Seyyid Ebu’lkasım Nebâtî. Tebriz: Neşr-i
Ahter.
Seyyid Ebulkasım Nebâtî, Dîvân – Nebâtî. Bakü El Yazmaları Enstitüsü No: B-651/11152.
Seyyid Ebulkasım Nebâtî, Dîvân-ı Nebâtî (Türkî). Kütüphane-i Meclis-i Şura-yı İslam. No:
1133.
Tebrizi, M. T. M. (1347). Reyhânetü’l-Edeb Fi Terâcimi’l-Ma’rûfin Bi’l-Künye Evi’l-Lakâb:
Künâ ve Elkâb, C. 6. Tebriz: Çaphane-i Şafak.
Terbiyet, M. A. (1390). Dânişmendân-ı Âzerbâycân. Tebriz: Neşr-i Ahter.

Konular