RİFÂÎ’DEN OSCAR WILDE’A GÜL VE BÜLBÜL

A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 967 ~ 
RİFÂÎ’DEN OSCAR WILDE’A GÜL VE BÜLBÜL
Gül ü Bülbül From Rifâî To Oscar Wilde

Nilüfer TANÇ∗
“İçmek ister
bülbülüň úanın meger bir reng ile

Gül budaàınıň mìzÀcına gire úurtara ãu”
Fuzûlî
ÖZ
İnsan beyninin dinamiği çağrışımlardır. “Gül-bülbül”, zihinlerde
uyandırdığı sonsuz çağrışımlarla asırlardır tüm dünya edebiyatlarında var
olmuştur. Bu çalışmada, Rifâî’nin Bülbül-nâme’siyle Oscar Wilde’ın
Bülbül ile Gül (The Nightingale and the Rose) hikâyesi metinlerarasılık
(intertextuality) bağlamında karşılaştırılarak ortaklık, benzerlik ve
farklılıkları tespit edilmiş, böylece insanlık âleminin ortak konusu olan “gülbülbül”
ün farklı çağ, coğrafya ve kültürler içinde kazandığı yeni “okuma
biçimleri” ortaya konmaya çalışılmıştır. Bunun için kronolojik sıra takip
edilerek önce Rifâî’nin Bülbül-nâmesi tanıtılmış, daha sonra Oscar
Wilde’ın hikâyesinin Batı edebiyatında gül sembollü eserler arasındaki yeri
tespit edilerek incelenmiş ve iki eser karşılaştırılmıştır.
Anahtar Sözcükler: Rifâî, Bülbül-nâme, Oscar Wilde, gül, bülbül,
metinlerarasılık, karşılaştırmalı edebiyat.
ABSTRACT
The dynamics of the human brain are associations. Nightingale and rose
have existed in all world literature for ages with the infinite associations
which are brought to mind. In this study the partnerships, similarities and
differences are identified comparing Rifâî's Bülbül-nâme and Oscar Wilde's
tale of The Nightingale and the Rose in the context of intertextuality; thus
it is possible to present “new reading styles”, gained in different ages,
places and cultures of nightingale and rose, which is a common topic of all
humanity. To do that a chronological way is followed and Rifai’s Bülbülnâme
is introduced first, and then the place of Oscar Wilde’s tale among the
works with rose symbol in western literature is found and both works are
compared.
Keywords: Rifâî, Bülbül-nâme, Oscar Wilde, rose, nightingale,
intertextuality, comparative literature.
GİRİŞ


Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü: Doktora Öğrencisi
TAED 39, 2009, 967-987
~ 968 ~                    N. TANÇ: Rifâî’den Oscar Wilde’a Gül ve Bülbül
TAED 39, 2009, 967-987

ugüne, bugünden düne, yahut dünden düne yöneltilebilecek bir
bakışta adına kimi zaman tevarüd, bazen sirkat, bazen de intihal
denen benzer söyleyiş örneklerine sıkça rastlanmaktadır.
Eskilerin taklitçilik diye aşağıladıkları bu durum günümüz edebiyatında
özgünlüğün içerikte değil, biçimde aranması anlayışıyla biçimsel yeniliklerden
biri olarak kabul edilmiş ve metinlerarasılık (intertextuality) terimiyle
karşılanmıştır
1
. Hatta “her metnin bir göndermeler mozaiğinden oluştuğu” ve
yazarın kendi özümsediği edebî geleneğin, bu mozaiğin çerçevesini oluşturduğu
ileri sürülmüştür2
. Gerard Genette; “bir yapıtla ondan öncekiler ve sonrakiler
arasında kurulan ilişkilerin okur tarafından algılanmasına metinlerarası
ilişkiler”3
adını verir. Buna göre okumak, aynı zamanda bir metni başka bir
metinle ilişkilendirmek, onda yeni bir tat bulmak, o metnin ilginç bir yanını
yakalamaktır. Genette buna; “sürekli dolaşım hâlindeki edebiyat”4 adını verir ve
“tüm yazarların sadece tek bir kitap yarattıklarını tüm kitaplarınsa sonsuz tek bir
kitap” 5
olduğunu söyler.
B
Bu bilgilerin ışığında, bu çalışmada, Rifâî (?-?)’nin Bülbül-nâme
mesnevîsiyle Oscar Wilde (1854-1900)’ın Bülbül ile Gül (The Nightingale and
the Rose) hikâyesi metinlerarasılık (intertextuality) bağlamında karşılaştırılarak
ortaklık, benzerlik ve farklılıkları tespit edilecek böylece insanlık âleminin ortak
konusu olan “gül-bülbül” ün farklı çağ, coğrafya ve kültürler içinde kazandığı
yeni “okuma biçimleri”6
ortaya konmaya çalışılacaktır. Bunun için kronolojik
sıra takip edilerek önce Rifâî’nin Bülbül-nâmesi tanıtılacak daha sonra Oscar
Wilde’ın hikâyesinin Batı edebiyatında gül sembollü eserler arasındaki yeri tespit
edilerek iki eserin karşılaştırılmasına geçilecektir.
Bülbül-nâme ve Bülbül ile Gül alegorik/temsilî birer eserdir. “Alegori,
bir olay, nasihat, dilek veya düşünceyi, başka varlıklar vasıtasıyla ve onlara ait
özelliklere boyayarak anlatmaktır. Bundan maksat, konuyu daha canlı ve vurgulu
bir şekilde anlatma ve okuyucuya zihnî bir zevk vermektir.”7
19. asır Türk
belâgatçileri Batı retoriğindeki metaforu açık istiare; alegoriyi ise istiâre-i
temsiliyye, istiâre-i mürekkebe veya mecâz-ı mürekkebe terimleriyle
1
Yıdız Ecevit, Orhan Pamuk’u Okumak, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1996, s.31. 2
Julia Kristeva’nın bu konudaki görüşleri için bkz. Kubilay Aktulum, Metinlerarası İlişkiler, Öteki
Yayınevi, Ankara 1999, s. 40-55 ve Jale Parla, Don Kişot’tan Bugüne Roman, İletişim Yayınları,
İstanbul 2003, s. 26. 3 Ayşe-Zeynel Kıran, Yazınsal Okuma Süreçleri, Seckin Yayınevi, Ankara 2003, s. 303. 4 Ayşe-Zeynel Kıran, a.g.e., aynı yer. 5
Ayşe-Zeynel Kıran, a.g.e., aynı yer. 6
Ayşe-Zeynel Kıran, a.g.e., s. 315. 7
Menderes Coşkun, “Klâsik Türk Şiirinde Mürekkep İstiare, Temsilî İstiare ve Alegori”, Bilig, S.
38,Yaz 2006, s.58.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 969 ~ 

karşılamışlardır
8
.“Bir hikâyenin alegorik olabilmesi için kahramanların ve diğer
varlıkların adlarının yanı sıra, hikâyedeki olayın da istiareli bir şekilde
kurgulanması gerekir.”9
“Alegorik bir eserde okuyucu zevkini hikâyenin ikiz
mânâsının birbiriyle olan ilintilerini keşfetmekten alır.”10
Dünya edebiyatında bu anlatım tarzıyla pek çok eser meydana
getirilmiştir. Guillaume de Lorris ve Jean de Meung’ın La Roman de la Rose
(Gülün Romanı)’u, Şeyhî’nin Har-nâme’si, Fuzuli’nin Beng ü Bâde’si, John
Bunyan’ın Pilgrim’s Progress (Hacının İlerleyişi)’i ile Yahya Kemal’in Sessiz
Gemi, Nazım Hikmet’in Kırk Haramilerin Esiri ve Behcet Necatigil’in Kilim
şiirleri bunlardan bazılarıdır. Klâsik Türk edebiyatı alegorik eserler yönünden
zengindir. Ancak eski belâgat kitaplarında bu eserlerin isimlendirilmesi ve tasnifi
üzerinde pek durulmamıştır. Victoria R. Holbrook “Alegorinin Ölümü Hüsn ü
Aşk’ın Özgünlüğü” başlıklı makalesinde bu konudaki düşüncesini şu sözleriyle
ortaya koymuştur: “...sanırım alegorinin –bir anlatı türü olarak- belâgatte adsız
kalmasının nedeni yaygınlığıydı: Dîvan şiirinde anlatı demek zaten alegori
demekti....”11
Rifâî ve Oscar Wilde’ın çalışmaya konu olan eserlerinin temel alegorları
gül ve bülbüldür.
1. Gül ve Bülbül
“...Gül, yabanisi ve ıslah edilerek bahçelerde yetiştirilen çeşitleri
bulunan bir cins çiçektir. Yabani gülün Orta Asya’da çok eskiden bilindiği
anlaşılmaktadır. Bahçe gülüne dair en eski bilgi Babil bahçeleri üzerine
Heredotes tarafından verilmiştir. Eski Yunan edebiyatında da gülden bahsedilir.
Bu bilgilerden gülün Doğu’dan, Orta Doğu, Anadolu ve Yunan Adaları yolu ile
Batıya geçmiş bir çiçek olduğu çıkarılmaktadır.
Mitolojide eski Yunanlıların güzellik Tanrıçası Aphrodite’in doğuşu
sırasında vücudundan akan köpüklerden oluştuğuna inanılan gülün, Hint
efsanelerinde de dinî ve kozmogonik bir mânâsı vardır. Eski Suriye ve Mısır’da
gül üzerine efsaneler bulunmaktadır. Roma döneminde aşk ve neşe çiçeği sayılan
gül, geniş çaplı ziyafetlerde vazgeçilmez bir çiçek olarak dikkat çeker.
Hrıstiyanlığın ilk çağlarında Hz. İsa’nın sembolüdür. Hz. Meryem’e de dikensiz
gül denmiştir...”12 Haç ortasındaki beş yapraklı gül ortaçağ filozofları tarafından
8
Menderes Coşkun, a.g.e., s. 52. 9
Menderes Coşkun, a.g.e., s. 64. 10 Menderes Coşkun, a.g.e., s.65. 11 Victoria R. Holbrook, Osmanlı Divan Şiiri Üzerine Metinler, hzl. Mehmet Kalpaklı, İstanbul
1999, s. 403. 12 Kâşif Yılmaz, “Gül” TDEA, C.3, Dergâh Yayınları, İstanbul 1973, s. 382-383.
TAED 39, 2009, 967-987
~ 970 ~                    N. TANÇ: Rifâî’den Oscar Wilde’a Gül ve Bülbül
TAED 39, 2009, 967-987

anasır-ı erbaa (toprak, su, hava, ateş)nın üzerinde bir eleman olan saf öz (quinta
essentia)ü temsil eder. Dünya çapında bir kardeşlik tarikatı olan Gül-Haç
Biraderleri de adlarını gül ile haçtan almışlardır
13.
İslam kültüründe gül, Hz. Muhammed’in Miraç gecesi Tanrı’nın
huzurunda Cebrail ve Burak’la terler döktüğü, Burak’ın terinden sarı gül,
Cebrail’in terinden beyaz gül ve Hz. Muhammed’in terinden de kırmızı gülün
meydana geldiği rivayetinde yüz gösterir. Bu inancın etkisiyle dînî günlerde ve
mevlit gibi törenlerde gül suyu ikram edilir. Klâsik Türk şiirinde na’tlerde gül,
Hz. Muhammet’in saçına, yanağına; gül kokusu kokusuna, terine; gül goncası
ağzına; gül fidanı boyuna müşebbehün bih olmuştur.14 Gül, Hz. Muhammed’e
isnat edilen; “Kırmızı gül, Allahın görkeminin tezahürüdür.” sözüne dayanılarak
ilâhî güzelliğin de sembolü olarak kabul edilir. İranlı mutasavvıf Ruzbihan Baklî
Ahbâre’l-Âşıkîn adlı eserinde Tanrı’nın ilahî bir varlık olan kırmızı gül gibi
tecellî ettiğini bu yüzden ruh bülbülünün sonsuza kadar bu güle âşık olduğunu
yazar15. Burada insan ruhunun bir başka kuşa değil de bülbüle benzetilmesi de
tesadüfî değildir. “İnanışa göre Nemrut tarafından ateşe atılan Hz. İbrahim’in
önünde saf bağlayan kuşlardan birisi onunla birlikte kendisini ateşe bırakır ve
Tanrı’nın elçisine eşlik eder. Kendisine hoş gelen bu hareketi nedeniyle Tanrı
onu ödüllendirmek ister ve Cebrail vasıtasıyla ne dilediğini sorar. O da
Tanrı’nın bin isminden yalnızca yüzünü bildiğini söyleyerek kalan dokuz yüzünün
de öğretilmesini ister. İşte Tanrı’nın bütün isimlerini öğrettiği o kuş, kıyamete
dek gönülleri bağlayan sesiyle Tanrı’nın isimlerini haykıran bülbüldür.”16
1.1. Klâsik Türk Şiirinde Gül ve Bülbül
Bülbül ve gül arasında var olduğuna inanılan aşk, dîvânlara dağılmış
binlerce beyitte anlatılmıştır. Çünkü şiir, musikî, estetik gibi şairlerin aradığı her
şey bu hikâyede vardır:
Bülbül ü gül soóbetiydi didügüm işitdügüm
Geh terennüm geh tebessüm gÀh geh eşèÀr idi
Üsküplü İshak Çelebi
“Bazen şarkı, bazen gülümseme, zaman zaman da şiirler okuyarak
dediğim işittiğim hep gül ve bülbül sohbetiydi.”17
Klâsik şairlere göre gül ve bülbülün münasebeti çok eskilere dayanır:
13 Beşir Ayvazoğlu, Güller Kitabı, Ötüken Yayınları, İstanbul 1992, s. 101. 14 Emine Yeniterzi, Divan Şiirinde Na’t, TDV Yayınları, Ankara 1993, s. 274. 15 Nezahat Öztekin, “Eski Türk Edebiyatında Gül”, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Y. 34, S. 4,
Ekim 2005, s. 22. 16 Ömür Ceylan, Kuşlar Dîvânı Osmanlı Şiir Kuşları, Kapı Yayınları, İstanbul 2007, s.64. 17 Ömür Ceylan, a.g.e., s. 71.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 971 ~ 

Úadìmìdür óuúÿúı bülbülüň güllerle àÀyetde
Çubuú ata bile binmişler eyyÀm-ı ãabÀvetde
Cinânî
“Bülbülün güllerle olan münasebeti bir hayli eskidir. Çocukluk
günlerinde değnek ata bile birlikte binmişlerdir.”18
Gül eşi benzeri olmayan bir güzeldir. Bülbül de güzel sesiyle ona hoş
hikâyeler anlatan bir sevgilidir:
Gül-àonca farù-ı óüsn ile gerçi yegÀnedir
Bülbül de lìk şÀhid-i şìrìn-fesÀnedir
Sâlim Dîvânı, G. 81/1
“Gonca gül, güzelliğiyle eşsizdir ama bülbül de hoş hikâyeler anlatan bir
sevgilidir.”
Bülbül, güle olan karşılıksız ve riyasız aşkını açıklayamaz:
Güle bülbül edemez derdini bir hoş ièlÀm
Zaóm-ı yâr öyle degildir ki demek mümkin ola
Sâlim Dîvânı, G. 267/4
“Bülbül derdini güle bir türlü anlatamaz. Aşk acısını anlatmak mümkün
değildir.”
Gül, güzelliğiyle mağrurdur. Aşkla yanan bülbülden haberdar bile
değildir. Ancak bülbül yine de günün birinde kavuşma ümidiyle ağlayıp
inlemeye devam eder:
Óüsnüne maàrÿr olup gül gÿşuna úoymazsa da
Bülbül-i şÿrìde geçmez nÀle vü feryÀddan
Şeyhülislam Yahya
“Gül, güzelliğiyle gururlanıp âşık bülbülün sözlerine kulak vermese de o
inleyip feryat etmekten vazgeçmez.”19
Ancak bülbülün aşkını âşikâr eden bu feryatları aşkını gizleyip ölenlerin
şehit olacaklarına inanan20 şairlerce kınanır:
Hüneri var ise ketm-i eåer-i èaşú itsün
18 Ömür Ceylan, a.g.e., s.64.
19 Ömür Ceylan, a.g.e., s.67.
20 Bu inanış Hz. Muhammed’e atfedilen “Aşkını gizleyip, iffetini muhafaza ederek ölen şehittir.”
sözüne dayanır.
TAED 39, 2009, 967-987
~ 972 ~                    N. TANÇ: Rifâî’den Oscar Wilde’a Gül ve Bülbül
TAED 39, 2009, 967-987

Aybdur bülbül-i şÿrìdeye feryÀd itmek
Nâbî
“Eğer bir hüneri varsa aşk acısını gizlesin. Perişan bülbüle feryat etmek
ayıptır.”21
Klâsik şiirde şairliğin şartı aşktır. Karşılıksız ve riyasız sevme yeteneğine
sahip olan şair güzellikte güle benzeyen sevgilisine aşkını anlatmak için feryat ve
figânla şiirler söylemekte bülbülü geride bırakmıştır:
Gerçi kim bülbül bana virür sebaú feryÀddan
Yeg olur şÀkird-i kÀmil dostlar üstÀddan
Zâtî
“Ey dostlar! Her ne kadar bülbül ettiği feryatlarla bana çok ders vermişse
de yetenekli öğrenci hocasını geçmiştir.”22
Gül, Necâtî ve Fuzûlî gibi şairlerin yaşadıkları zamanın padişahlarına
sundukları kasidelerde redif olarak kullanılmıştır. Şairler bu tercihle “dünyevi
iktidarın en kudretli sembolünü, estetik değerler manzumesinde en ideal yere
yerleştirmişlerdir.”23 Adil sultan devrinde zulüm biter. Bu yüzden gül de
uygunsuz taşkınlıklarına son vermeli âşıklarını incitmemelidir:
BÀàbÀn sulùÀn-ı èÀdil devridür tenbìh úıl
Urmasun gül-zÀre Àteş ôulm ėdüp zinhÀr gül
Fuzûlî
“Bahçıvan! Zaman âdil sultan zamanıdır. Güle tembih et, gül bahçesini
ateşe vermesin.”24
1.2. Klâsik Türk Edebiyatında Bülbüliyye, Gül ü Bülbül ve Bülbülnâmeler

Klâsik Türk edebiyatında baş kahramanları gül ve bülbül olan özel
mesnevîler de kaleme alınmıştır. Araştırmacılara göre gül-bülbül isim ve
sembollü bu eserlerin ilk örnekleri, Feridüddin Attar (1119-1193) ’ın Husrevnâme’si
(Gül ü Hüsrev/Gül ü Hürmüz) ile Attar’a atfedilen25 Bülbül-
21 Ömür Ceylan, a.g.e., s.65.
22 Ömür Ceylan, a.g.e., s.73. 23 Aydın Kırman, “Muhibbi’nin Gül Redifli Gazellerinde Gül Tasavvuru”, Tunca Kortantamer
İçin, Ege Üniversitesi Yayınları, Edebiyat Fakültesi Yayını, No:6, İzmir 2007, s. 359. 24 Tunca Kortantamer, “Gül Kasidesi II”, Dergâh, C.1, S.3, Mayıs 1990. 25 Son araştırmalar bu eserin Feridüddin Attar’a âit olmadığını, XV. yüzyılda yaşayan Attar-ı Tûnî
ya da Attar ad veya mahlaslı bir kişi tarafından yazıldığını göstermektedir. M. Nazif Şahinoğlu,
“Attar, Feridüddin” TDVİA., C. 4, İstanbul 1991, s. 98.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 973 ~ 

nâme’dir. Türk edebiyatında Anadolu sahasında bu tarzda yazılmış ilk eser26 ise
Mevlânâ Celâleddin Rûmî’ye ait olduğu düşünülen Bülbül-nâme adlı 55 beyitlik
küçük mesnevîdir. Bunu, Mevlânâ’ya atfedilen Hikâye-i Bülbül-nâme başlıklı
bir diğer mesnevî takip eder. Hikâye-i Bülbül-nâme’nin Mevlânâ’ya ait
olmadığı düşünülmektedir; yazarı belli değildir. Dil özellikleri XIV. yüzyılın
sonları ile XV. yüzyılın başlarına ait olduğunu gösteren eser Attar’a atfedilen
Bülbül-nâme’nin genişletilmiş, mensur bir çevirisi şeklindedir27. XIV.
yüzyılın sonları ile XV. yüzyılın başlarında yazıldığı düşünülen bir diğer Bülbülnâme
Rifâî’ye aittir. Gül-bülbül konulu eserler, XVI. yüzyılda artmış ve ‘gül ü
gülbül’ adıyla yazılmaya başlanılmıştır. Bu yüzyıla ait ilk Gül ü Bülbül
Vâhidî’ye aittir. Onu, gül ü bülbül mesnevîlerinin en meşhuru Fazlî’nin Gül ü
Bülbül’ü izler28. 1541-1553 yılları arasında Amasya’da yazılan eserin tenkitli
neşri, Nezahat Öztekin tarafından 1987 yılında doktora tezi olarak hazırlanmış ve
2002’de yayımlanmıştır
29. Fazlî’nin eserini, 1553’te Münîrî’nin Attar’ın Bülbülnâme’sinden
genişleterek tercüme ettiği Gülşen-i Ebrâr’ı; 1565’te Bakâî’nin ve
1602’de Gâzi Giray Kırîmî’nin Gül ü Bülbülleri ile 1636’da Fuâdî’nin yine
Attar’ın Bülbül-nâme’sinden çevirdiği Bülbüliyye’si izlemiştir. XVII. yüzyılda
bir diğer Bülbül-nâme yazarı da Sâlim Tezkiresi’nde adı geçen Es’ad
Efendi’dir. Eser, Padişah I. Ahmed’e sunulmuştur30. Fuâdî’nin Bülbüliyye’si,
Manisalı Birrî tarafından 1705’te nesre aktarılmıştır. Manisalı Birrî’nin
Bülbüliyye’sinin tenkitli metnini, Adnan Çağlı ve Vicdan Özdingiş
hazırlamışlardır
31. XVIII. yüzyılın ikinci eseri Hayatî mahlaslı bir şaire ait,
mensur bir gül ü bülbüldür. Eserin adı ve Hayatî’nin yaşamı hakkında
kaynaklarda bir bilgi yoktur. Hayatî’nin eseri 1806’da İlmî tarafından Bülbüliyye
26 Hüseyin Ayan transkripsiyonlu metnini yayımladığı Rifâî’nin Bübül-nâmesi’nin gösterdiği dil
özelliklerine göre XV. yy. sonları, XVI. yy. başlarında yazılmış olabileceğini; bu durumda eserin
Türk edebiyatının bu türde bilinen ilk eseri olabileceğini tespit etmişse de (Hüseyin Ayan,
Bülbül-nâme Rifâî, Emek Matbaası, 1981, s. 6.) Gencay Zavotçu Mevlânâ’ya âit olduğunu
düşündüğü bir Bübül-nâme’den söz etmektedir. (Gencay Zavotçu, “Türk Edebiyatında Gül ve
Bülbül”, Türkler, C. 5, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 896.) 27 Gencay Zavotçu, a.g.e., s. 896.
28 “Fazlî’nin Gül ü Bülbül’ü Batı’da en çok yankı uyandıran eserlerden biridir. Batılı
araştırmacıların da dikkatini çeken mesnevînin tamamı veya bazı bölümleri çeşitli Avrupa
dillerine çevrilmiş ve yayımlanmıştır. Eseri özgün bulan Hammer mesnevînin tamamını
Almancaya çevirmiş ve 1834’te Türkçe aslıyla birlikte Peşte’de “Gül ü Bülbül das Ist Rose und
Nachtigall” adıyla yayımlanmıştır. Çeviride kafiye uygunluğuna dikkat eden Hammer’in yanı
sıra Dora D’istria bazı bölümlerini Fransızcaya, E. J. W. Gibb de İngilizceye çevirmişlerdir.”
(Gencay Zavotçu, a.g.e., s. 899.) 29 Nezahat Öztekin, Fazlî, Gül ü Bülbül, Akademi Kitabevi, İzmir 2005. 30 Adnan İnce, Tezkiretü’ş-Şuarâ Sâlim Efendi, AKM Yay., Ankara 2005, s.169. 31 Yard. Doç. Dr. Adnan Çağlı-Yard. Doç. Dr. Vicdan Özdingiş, Bülbülîyye Birrî Mehmed Dede,
Akademi Kitabevi, İzmir 2004.
TAED 39, 2009, 967-987
~ 974 ~                    N. TANÇ: Rifâî’den Oscar Wilde’a Gül ve Bülbül
TAED 39, 2009, 967-987

adıyla nazma çekilmiştir. XIX. yüzyılda yazılmış bir diğer Gül ü Bülbül
Abdurrahim Utızîmenî’ye aittir. Tatar Türkçesi özellikleri gösteren eserin yazarı
Tatar Türklerindendir. Kazan Hanlığı’nda yaşamıştır. XIX. yüzyıla ait diğer
eserler Âgah Osman Paşa ve Yenişehirli Avnî’nin Bülbül-nâmeleridir32. Türk
Edebiyatında gül ü bülbül ve bülbül-nâmeler dışında Gül ü Sabâ, Gül ü Nevrûz,
Gül ü Hüsrev gibi kahramanlarının birisi gül olan eserler de bulunmaktadır
33.
1.3. Gül ve Bülbül Hikâyelerinin Kaynağı
Bülbülün güle olan aşkı, ona kanını ve canını verişi, dünyanın her
yerinde ortak motiftir. Bu ortak motife dayalı efsaneler farklı varyantlarla
anlatılır:
Efsaneye göre gül, ilk yaratıldığında soluk renkli bir çiçektir. Ona
çılgınca âşık olan bülbül, açılışını görebilmek için dikenlerine aldırış etmeden
geceler boyunca dallarına konup yalvarır. Gül bu yalvarmalara aldırış etmez. Ne
zaman ki bülbül mecalsiz kalıp kendinden geçer, gül dikenlerini batırıp bağrını
kanatır. Böylece canından olan bülbülün kanı, gülün dikenlerine sızıp goncaya
renk katar. İşte güle kırmızı rengini veren de bülbülün aşk için akıttığı kandır.34
Gül-bülbül konulu hikâyeler Ortaçağda yaygınlık kazanmıştır. Bu
hikâyelerin kaynağının İran Edebiyatı olduğu düşünülmektedir. İran ve Arap
edebiyatları Emevî-Abbâsî döneminde birbirini etkilemiştir. Araştırmacılara göre
bu dönem Arap şiiri Kuzey Afrika ve Sicilya yoluyla İspanya’ya Endülüs
Emevîlerine geçerek, İspanya coğrafyasında yeni motifler, temler kazanırken İran
şiirine has özellikleri ve bu arada gül ve bülbül konusunu da İspanya’ya
taşımıştır. H. Ritter, XI. yy.’da yazıya geçirilen Fransızların en eski manzumesi
Chanson de Roland (Rolan şarkıları)’da Anter Kıssası’nın etkisinden
bahseder. M. Lanson ise 1277’de yazıya geçirilen Fransız romansı Le Roman de
la Rose (Gülün Romanı)’un Fransa’ya İspanya yolu ile girmiş İran asıllı bir
Doğu hikâyesi olduğunu söyler. Bu dönemde Doğu edebiyatının Batı edebiyatına
etkisi bu konuyla sınırlı kalmamıştır. XIII. yüzyıla kadar yarım kafiyeyi kullanan
Fransızlar, daha sonraki şiirlerinde Arap kafiyesini kullanmaya başlamışlardır.35
32 Türk edebiyatında gül ü bülbüller hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: Gencay Zavotçu, “Türk
Edebiyatında Gül ve Bülbül”, Türkler, C. 5, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 896-902. 33 Bu eserler için bkz: Âgâh Sırrı Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, C. 1, TTK Bas., Ankara 1973, s.
139; “Dîvan Edebiyatında Hikâye I”, TDAY Belleten 1967, TDK Yayınları, Ankara 1989, s. 108. 34 İskender Pala, “Gül ile Bülbül”, Zaman, 29 Ocak 2004. 35 Nezahat Öztekin, Fazlî, Gül ü Bülbül, Akademi Kitabevi, İzmir 2005, s. 34.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 975 ~ 

Doğu kültürünün ve doğulu motiflerin etkileri, Rus edebiyatında da
görülmektedir. Bu etki ünlü Rus şairi Aleksandr Sergeyeviç Puşkin’in 1827
tarihli Solovey i Roza (Bülbül ve Gül) şiirinde oldukça belirgindir:
“Bahçelerin sessizliğinde, bahar gecesinin sisinde,
Güle söyler doğu bülbülü.
Fakat tatlı gül hissetmez, iç geçirmez.
Âşığın söyledikleri karşısında salınır ve uyuklar.

Kendine gel, ey şair, arzuladığın nedir?
O dinlemiyor, seni hissetmiyor.
Bak nasıl da canlı, seslenmen cevapsız.”36
A. V. Azbukina, Puşkin ve A. V. Koltsov’daki “gül ve bülbül” temasını
incelerken “Rus şiir sanatında, gül ve bülbülle i l g i l i bu Doğu motifi, kendi
anlatımını kazanmıştır. Gül ikinci plana geçmiş, birinci plâna harika ötüşüyle
baş kahraman olarak bülbül yerleşmiştir.” demektedir.37
KARŞILAŞTIRMADA ESAS ALINAN ESERLERİN İNCELENMESİ
1. Rifaî’nin Bülbül-nâme’si
Çalışmaya konu olan Rifâî’nin Bülbül-nâme’sinin tenkitli metni38
Hüseyin Ayan tarafından yayımlanmıştır. Hüseyin Ayan, gösterdiği dil
özelliklerine dayanarak eserin XV. yüzyılın sonları ile XVI. yüzyılın başlarında
yazılmış olabileceğini söylemektedir39. Bülbül-nâme’nin yazma nüshası Paris
Millî Kütüphanesi Farsça Yazmaları 7 (A. F. 2147) numarada kayıtlıdır.
Tezkirelerde Rifâî ad veya mahlasını kullanan bir şair bulunmamaktadır. Latîfî
Tezkiresi’nde tezkire yazanlar arasında Rifâî veya Refîî adında bir şairden söz
edilse de bunun Bülbül-nâme’nin müellifi olduğuna dair bir kayıt yoktur40.
Mesnevî sadece iki mısraı birbiriyle kafiyeli olan, en az iki veya daha çok
mısradan oluşan ve aruzun kısa kalıplarıyla yazılan bir nazım şekli değil, tür
olarak da mesnevî şeklinin kullanılmasıyla yazılan hikâye ve destan kitaplarının,
36 Fikret Türkmen, “Doğulu Konuların Rus Edebiyatında İşlenmesi Meselesi”, Turkish Studies /
Türkoloji Arastırmaları, C.1, S.4, Bahar 2007, s.684. 37 Fikret Türkmen, a.g.e., s.684.
38 Hüseyin Ayan, Bülbül-nâme Rifâî, Emek Matbaası, 1981. 39 Hüseyin Ayan, a.g.e., s.5.
40 Hüseyin Ayan, a.g.e., s.3.
TAED 39, 2009, 967-987
~ 976 ~                    N. TANÇ: Rifâî’den Oscar Wilde’a Gül ve Bülbül
TAED 39, 2009, 967-987

dînî, ahlâkî ve ansiklopedik bilgiler veren eserlerin genel adıdır
41. “Anlatma
esasına dayalı edebî metinler” çerçevesinde değerlendirilen42 mesnevîler belirli
bir tarihî devirde toplumumuzda roman ihtiyacını da karşılamıştır.43
“Romanlarda yakalamaya çalıştığımız tipler, sosyal çevre, anlatım teknikleri,
psikolojik çözümlemeler ve hepsinden önemlisi romancının ortaya koyduğu
model insan, mesnevî adı verilen bu şark anlatımlarında da vardır.”44
Belli bir konuyu işleyen, bağımsız bir kitap olarak yazılmış mesnevîlerin
plânları genellikle birbirine benzer: giriş bölümü, konunun işlendiği bölüm ve
bitiş bölümü45. Rifâî’nin Ali Paşa’ya sunduğu 327 beyitlik Bülbül-nâme’nin
giriş bölümünde ilk 7 beyit münâcât; 8.-12. beyitler na’t; 13-16. beyitler dört
büyük halife hakkında medhiye’dir. Şair bu beyitlerde,
ÒudÀyÀ èÀãıyüz raómÀn sensün
Õelìl ü bendeyüz sulùÀn sensün
RifÀéì èÀciz ü òˇÀr u òacildür
DevÀ senden ilÀhì òasta-dildür
sözleriyle Tanrı karşısında kulun yerini ve değerini anlatmış geleneğin
hazırladığı imkândan yararlanarak dünya görüşünü, bağlı olduğu değerler
sistemini ifade etmiştir46. 17.-39. beyitlerde eserin sebeb-i te’lif’i anlatılır. 40.-58.
beyitler baharın anlatıldığı bir kasîdedir. Bu bölüm eserde ortaya konulacak
fiktif/itibârî/kurmaca âlemi daha iyi anlamaya, değerlendirmeye ve yorumlamaya
hizmet eden ön bilgilerle okuyucuyu hazırlar47. Girişten sonra 59. beyitte
başlayan Bülbül-nâme 322. beyitte sona erer. Eserin sonunda beş beyitlik bir
hâtime bulunur.
Bülbül-nâme, mefâîlün/ mefâîlün/feûlün kalıbıyla yazılmıştır. Eserde 22
gazel vardır. Bu gazellerin 13. ve 14.’sü yine mefâîlün/mefâîlün/feûlün kalıbıyla
yazılmıştır. 16, 18 ve 21 numaralı gazellerin kalıbı
41 Namık Açıkgöz, “Mesnevî” Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri Ansiklopedik
Sözlüğü, C.4, AKM Yay., Ankara 2005, s. 356. 42 Şerif Aktaş, Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara 2000, s. 11. 43 Şerif Aktaş, “Roman Olarak Hüsn ü Aşk”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 27, İstanbul Aralık
1983, s. 94. 44 Pervin Çapan, “Ali Şîr Nevâyî ve Fuzûlî’nin Leylâ ve Mecnûn Mesnevîlerinin Anlatım
Tarzlarının Mukayeseli Tahlili”, Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Karşılaştırmalı
Edebiyat Bölümü I. Uluslararası Karşılaştırmalı Edebiyat Kongresi, Eskişehir 15-17 Ekim 2003,
s. 228. 45 İsmail Ünver, “Mesnevî”, Türk Dili Türk Şiiri Özel Sayısı II (Divan Şiiri), Y. 36, C. LII, S.415-
416-417, Ankara 1986, s. 432. 46 Şerif Aktaş, “Roman Olarak Hüsn ü Aşk”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 27, İstanbul Aralık
1983, s. 95-96. 47Şerif Aktaş, a.g.e., s.96.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 977 ~ 

mefâîlün/mefâîlün/mefâîlün/mefâîlün’dür. Diğerlerinin ise fâilâtün/
fâilâtün/fâilâtün/fâilün’dür. Yer yer mesnevînin akışını durduran bu gazeller
okuyucuya nefes aldırmak, konuya nüfuz etmesini sağlayarak şevk ve heyecanını
artırmak, gerilimin yükseldiği anlarda yaşanan duygu yoğunluğunu daha
etkileyici bir şekilde ifade etmek gibi fonksiyonlarla eserde yer alırlar48.
Bülbül-nâme’nin müstensihi sonradan değişik mürekkeple yazmak için
bölüm başlıklarının yerini boş bırakmıştır. Sadece 152.-153. beyitler arasına
rastlayan kısma “Nâme-i Sivum Şikâyet-i Bülbül ez-Hâl-i Hod” başlığını Farsça
olarak yazmıştır.49
1.1. Bülbül-nâme’nin Konusu
Gül ile Bülbül’ün hikâyesinin anlatıldığı eserde olaylar bir bahar
mevsimi, İrem bağı denen bir gül bahçesinde geçer. Çok güzel olan Gül, bu
bahçede bir köşkte yaşamaktadır. Sûsen ve Nesrin adlı her sırrına ortak iki
arkadaşı vardır. Bülbül Hicaz’a giderken İrem bağından geçer. Pencereden etrafı
seyreden Gül’ü görür görmez âşık olur. Kendinden geçerek feryat ve figâna
başlar. Saba bu sesleri duyar ve Bülbül’ün derdini öğrenerek Gül’e anlatır. Gül
Saba’dan Bülbül’ü imtihan etmesini ister. Saba bu niyetle Bülbül’e sefere
çıkmasını söyler ve bu seferde kendini rakibi olan Har’ın yaralamasından; Gül’ü
ise dile düşmekten korumasını ister. Ancak Bülbül ayrılığa dayanamayacağını,
bir gazelle anlatır. Gül de gazeller söyleyerek naz eder. Saba iki sevgilinin
gazellerini ve mektuplarını iletir. Aşk acısına yenik düşen Bülbül hastalanır,
yatağa düşer. Sûsen ve Nesrin Bülbül’ün iyileşmesi için Gül’e ya güzelliğinin
zekâtı olan yüzünü göstermesini, ya da hatırını sormak için Nar’ı göndermesini
tavsiye ederler. Gül’den gelen Nar’la bir anda iyileşen Bülbül sefere çıkar. Ancak
Gül’den uzak kalmak Bülbül’ü tekrar hasta eder. Sararıp solan Bülbül gece
gündüz uyumadan, dinlenmeden aşk acısı çekmektedir. Bu acıyla aklını yitirir.
Ağlamaktan gözleri de görmez olur. Saba’nın Gül’den haber getirmesiyle gözleri
açılır. Bülbül’ün uzaklarda oluşu Gül’ü de mutsuz eder. Gül zamanı Bülbül’ün
gül bahçesinde olması gerektiğini söyler. Ancak Gül ve Bülbül’ün aşkı Leyla ile
Mecnun’un aşkına benzediği için kavuşamayacaklardır. Bülbül’ün Gül yoluna
canını feda ettiğini anlattığı bir gazelle hikâye sona erer.
1.2. Bülbül-nâme’nin Tahlili
1.2.1. Anlatma Problemi ve Bakış Açısı
48 Namık Açıkgöz, “Anlatma Problemi Açısından Fuzûlî’nin Leylî vü Mecnûn’undaki Gazel ve
Murabbalar” Tunca Kortantamer İçin, Ege Üniversitesi Yayınları, Edebiyat Fakültesi Yayını,
No:6, İzmir 2007, s. 188. 49 Hüseyin Ayan, a.g.e., s.5.
TAED 39, 2009, 967-987
~ 978 ~                    N. TANÇ: Rifâî’den Oscar Wilde’a Gül ve Bülbül
TAED 39, 2009, 967-987

Bülbül-nâme, hazırlık, âşık olma, sevgiliyi isteme, engeller ve sonuç
şeklinde epizotlara ayrılarak50 incelenebilecek basit bir kurguyla yazılmıştır.
Münacat, na’t, medhiye, baharın konu edildiği bir kaside ve sebeb-i
teliften oluşan giriş bölümüyle okuyucunun kurmaca dünyaya hazırlandığı
Bülbül-nâme’de olay, tanrısal bakış açısıyla 3. tekil şahıs tarafından anlatılır:
ÓikÀyet iden ol merd-i süòan sÀz
Bu resme eylemişdür söze ÀàÀz
Dimiş var idi ol dÀnÀ-yı èÀlem
Bu devrÀn içre bir gülzÀr-ı òurrem
Beyit: 58-59
Bülbülnâme’de olaylar anlatma tekniği ile nakledilmiştir. Bunun
yanında metin halkalarının sonundaki hâle münasip gazellerle olaylar kahraman
anlatıcının ağzından aktarılmıştır
51. Bu gazeller kahramanların yaşadığı coşkuyu
okuyucuya hissettirmekte etkili olmuştur. Gazellerin sonunda bir fırsatını
düşünerek mahlasını kullanan Rifâî, eser boyunca okuyucunun yanından
ayrılmamış
52, dile hâkimiyeti, teşbih, tezat, hüsn-i ta’lil gibi sanatları
kullanmaktaki maharetiyle şairlik yeteneğini ortaya koymuştur:
Ey gözü sevdâyì bu göňlimi bì-mÀr
eyleyen
Kendüden àayri úamudan bì-zÀr eyleyen
èÁrıżuň baórı durur dìvÀneňi àarú-Àb
iden
Zülfüňiň cellÀdıdur èuşşÀúuňı dÀr
eyleyen
Yaramadı òalúa yÀr olalı ey yÀr
èışúuňa
Gül yüzüňdür bu cihÀnda yirümü òÀr
eyleyen
Derdümi dilde nihÀn idem dir idüm illÀ
yoú
Úaddümüň egrisidür doğrusın iôhÀr
eyleyen
Bu RifÀéì cÀn virüp vaãluň diler
dirdüm didi
50 Bu metodu Fikret Türkmen halk hikâyelerini incelemek için geliştirmiştir. 51 Namık Açıkgöz, “Leylâ ile Mecnûn Mesnevîsinin Yapısı”, Millî Kültür, S. 59, Ankara, Aralık
1987, s. 43. 52 Hüseyin Ayan, a.g.e., s.5.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 979 ~ 

Böyle erzÀn kim durur elünle bÀzÀr
eyleyen
Beyit: 228-232
1.2.2. Vak’a
Anlatma esasına dayalı metinlerde vak’a asıl unsurdur53. Bülbülnâme’de
Bülbül ve Gül’ün macerası konu edilerek aşk teması işlenirken metin
halkaları kronolojik bir düzende art arda sıralanmıştır. Olay örgüsünde tesadüfler
önemli yer tutar. Bülbül Hicaz’a gitmek üzere yola çıkmıştır. Yolu İrem bağına
düşer. (83. beyit) Tesadüfen gördüğü (87. beyit) Gül’e ilk görüşte âşık olur. (88.
beyit) Ancak kader bu aşkın sonunu hüsran olarak tayin etmiştir. (313. beyit)
Alegorik bir eser olan Bülbül-nâme çift kahramanlı bir aşk hikâyesidir54.
Bülbül âşığı, Gül sevgiliyi temsil etmektedir. Âşıkların arasına giren engel ayrılık
ve gülün dikenleriyle temsil edilen rakiplerdir. Çift kahramanlı aşk hikâyelerinin
tümünde olduğu gibi âşık Bülbül’ün de aşkını ispat edip olgunlaşması engelleri
aşmasına bağlıdır. İki sevgilinin arasında iletişimi sağlayan Saba’dır. Klâsik
şiirde saba, âşıkla maşuk arasında daima haberleşme aracıdır. Bülbül, Gül’ün
hasretiyle hastalanıp yatağa düşünce Gül ona klâsik şiirde sevgilinin yüzü,
yanağı, dudağı ve çeşitli azalarına benzetilerek en çok sözü edilen meyve olan
Nar’ı göndermiştir. Burada başka bir şey ya da meyve değil de narın tercih
edilme sebebi tedavi edici özelliği olabilir. Ayrıca bu kelimede tevriye
düşünülerek “nâr” sevgilinin aşk ateşi; onu göndermesi ise Gül’ün Bülbül’ün
aşkına karşılık vermesi olarak da değerlendirilebilir. Hikâyede Bülbül’ün
ağlamaktan gözlerinin görmez olması Yusuf peygamber kıssasına telmihtir.
1.2.3. Zaman
Anlatma esasına bağlı metinlerde dört ayrı zamandan söz etmek gerekir:
1. Olay zamanı: Anlatılan olayların yaşandığı zaman.
2. Anlatma zamanı: Kurmaca metinde olayların anlatıldığı zaman.
3. Yazma zamanı: Eserin yazıya geçirildiği zaman.
4. Okuma zamanı: Eserle okuyucu arasında geçen zaman.
Yazma ve okuma zamanları eserin dışındadır. Olay zamanı ve anlatma
zamanı ise edebî eser gibi kurmacadır
55. Bülbül-nâme’de olaylar ilkbahar ve
sonbahar arasında meydana gelmiştir. Bülbül bir bahar vakti Hicaz’a giderken
53 Şerif Aktaş, Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara 2000, s. 45. 54 Âgâh Sırrı Levend, “Dîvan Edebiyatında Hikâye I”, TDAY Belleten 1967, TDK Yayınları,
Ankara 1989, s. 73. 55 Şerif Aktaş, a.g.e., s. 107-108.
TAED 39, 2009, 967-987
~ 980 ~                    N. TANÇ: Rifâî’den Oscar Wilde’a Gül ve Bülbül
TAED 39, 2009, 967-987

rastladığı İrem bağında konakladığı bir aylık (85. beyit) müddette Gül’ü görüp
âşık olmuş, Gül’ün isteği üzerine tekrar yola çıkmış, sevgilisinden ayrı kalmaya
dayanamayarak hazan mevsiminde ölmüştür.
1.2.4. Mekân ve Şahıs Kadrosu
Mesnevîde olayların tamamı görenlerin cennetten bir köşe zannettikleri
gül bahçesinde geçer. Cenneti andıran bu bahçe de zaten İrem bağı diye
anılmaktadır:
Müzeyyen bÀà idi raènÀ maúÀm ol
Görenler dir idi dÀrüés-selÀm ol
Girenler içine bulurdı şÀdì
İrem bağı ile meşhÿr adı”
Beyit: 58-59
İrem, Yemen’deki Âd kavminin hükümdarı olan Şeddad’ın cennete
benzeterek yaptırdığı bahçenin adıdır
56. Zevk ve neşe kaynağı olan bu bahçenin
suyu gül suyu, toprağı amberdir. İçi hurilerle doludur. Asıl kahramanlardan Gül,
bu bahçedeki köşkünde yaşamaktadır. Güneş kadar parlak bir yüze, hilâle benzer
kavisli kaşlara, küçük ve biçimli bir ağza, gül kadar kırmızı yanaklara, gümüş
gibi bir gerdana ve tüm bunlarla uyum içinde bir endama sahiptir. Dostları Nesrin
ve Sûsen’le güle oynaya vakit geçirir. Bülbül ise her türlü hünerle ilim ve hikmet
sahibi, zarif ve ince yaratılışlı, bir müzisyen olarak kişileştirilmiştir. Anlatıcı,
Bülbül’ü tanıtırken sözü Mecnun’a getirerek bir tür erken anlatımla okuyucuya
hikâyenin seyri hakkında fikir verir:
Ôarìf ü tabèı nÀzük sözi mevzÿn
Ki èÀşıú-meşreb idi miål-i Mecnÿn
Adı Bülbül idi ol nev-cevÀnuň
Çeküpdi cevrini devr-i zamÀnuň”
Beyit: 81-82
Bülbül Mecnun’a benzemektedir. Zamanın eziyetlerini çekmektedir.
Demek ki az önce anlatılan güzeller güzeli Gül’e âşık olacak ve Mecnun gibi
elemlere düşecektir. Nitekim hikâyenin sonunda bu durum ortaya çıkar:
Didiler pes meger bì-çÀre Bülbül
Aňa kÀr eyledi çün óasret-i Gül
Nite kim irmedi Leylì’ye Mecnÿn
Bu daàı èömr evinden oldı bìrÿn
Beyit: 314-315
56 İskender Pala, Ansiklopedik Dîvan Şiiri Sözlüğü, Akçağ Yayınları, Ankara 1995, s.70.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 981 ~ 

Mesnevî’nin şahıs kadrosunda yer alan Gül, Bülbül, Nesrin, Sûsen ve
Sabâ’yı hikâyedeki işlevlerine göre sınıflandıracak olursak Gül ve Bülbül asıl
kahramanlar; Nesrin, Sûsen ve Sabâ yardımcılardır. İrem Bağı tasvir edilirken
sözü edilen huriler, çiçekler, ağaçlar da dekoratif unsur durumundaki
kahramanlardır. Çatışmayı meydana getiren unsurlardan arzu duyulan nesne
vuslat, karşı güç gelenek, yönlendirici kader, alıcı Bülbül’dür. Gül’e âşık olan
Bülbül, Gül’ün isteği üzerine çıktığı yolculukta hasrete dayanamayarak ölmüştür:
Uran evvelde bu èışúuň esÀsın
CefÀ üstine vażè itmiş binÀsın
Beyit: 313
2. Oscar Wilde’ın Bülbül ile Gül’ü
1854-1900 yılları arasında yaşayan Oscar Wilde Dublin’de doğmuştur.
Babası ünlü bir cerrah, annesi “Speranza” takma adıyla yazılar yazan bir
edebiyatçıdır. Öğrenim dönemi çeşitli burslar kazanmasını sağlayan başarılarla
geçen Wilde, 1874'te Oxford Magdalen College'den mezun olduktan sonra sanat
eleştirmeni olarak çalışmaya başlamıştır. 1878'de Ravenna adlı şiiriyle
Newdigate Ödülü’nü kazanan Oscar Wilde’ın Poems (Şiirler) adlı ilk kitabı
1881'de basılmıştır. Dorian Gray’in Portresi, Lady Windermere’ın Yelpazesi,
Önemsiz Bir Kadın, Salome, Ciddi Olmanın Önemi, Reading Hapishanesi
Baladı eserlerinden bazılarıdır
57.
Bülbül ile Gül Oscar Wilde’ın 1888’de yayımlanan Happy Prince and
Other Tales (Mutlu Prens ve Diğer Hikâyeler) kitabında yer almaktadır. Wilde
bu hikâyelerinde babasının yarım bıraktığı, annesinin bitirdiği halk öyküleri
seçkisinden yararlanmıştır
58.
2.1. Bülbül ile Gül’ün Konusu
Fakir bir öğrenci sevdiği kızı dansa götürmek ister ve cesaretini toplayıp
ona teklifte bulunur. Kız, eğer kendisine kırmızı bir gül getirebilirse sabaha kadar
dans edebileceklerini söyler. Fakat mevsim henüz gül mevsimi değildir. Buna
rağmen delikanlı büyük bir sevinçle kırlara koşar. Arayıp tarar, ama gül bulamaz.
Bu umutsuzlukla ağlamaya başlar. Bu arada onu işiten kertenkele, kelebek,
papatya, menekşe hep ona acıyarak bakarlar. Bir tek Bülbül, onun şahsında
gerçek bir âşığı görür. Kendisinin, bir ömür boyunca aşkın acıklı şarkılarını
57 Oscar Wilde, Mutlu Prens, Çeviren: Özgü Çelik, Say Yayınları, İstanbul 2004. Eserin
incelenmesinde de aynı çeviri esas alınmıştır. 58 Şakir Eczacıbaşı, Oscar Wilde Tutkular, Acılar, Gülümseyen Deyişler, Remzi Kitabevi, İstanbul
2002, s. 46.
TAED 39, 2009, 967-987
~ 982 ~                    N. TANÇ: Rifâî’den Oscar Wilde’a Gül ve Bülbül
TAED 39, 2009, 967-987

söylemekle beraber böylesine ağlayamadığını düşünür ve delikanlıya yardım
etmeyi aklına koyar. Çünkü aşk, dünyanın bütün hazinelerinden ve bütün
ömürlerinden daha değerlidir. Bülbül hemen çimenliğe koşar, bütün gül
fidanlarını tek tek dolaşır. Hepsinden, delikanlı için ertesi sabah kırmızı bir gül
verip veremeyeceklerini sorar. Yalnızca bir tek fidan, ertesi sabah kendisine
kırmızı bir gül açabileceğini, ancak bunun için bir şartı olduğunu söyler. Dalları
şiddetli kışın etkisiyle buz tutarak kırıldığı için bülbül kanını ona verebilirse
iyileşip gül açabilecektir. Bülbül bu şartı, aşk uğruna can vermek olarak görüp
kabul eder. Tesadüf eseri o gece mehtap çıkmıştır ve Bülbül, kalbini gülün
dikenine dayayıp şarkılar söylemeye başlar. O gece, bütün öteki şarkılarından
daha güzel şarkılar söylediğini fark eder ve bu coşku ile kendinden geçerek
sabaha kadar yepyeni besteler yapar. Sabaha karşı gül fidanında eşsiz güzellikte
kırmızı bir gül açmıştır ama Bülbül, fidanın ayakları ucunda, çimenler arasında,
kalbinde dikenle cansız yatmaktadır. Delikanlı sabahleyin sonsuz bir sevinç
içinde kırmızı gülü dalından dikkatle koparıp doğru sevgilisine koşar, ancak kız
oralı bile olmaz. Çünkü sınıftaki bir başka delikanlı ona dans teklifi etmiş ve
karşılığında mücevherler göndermiştir. Delikanlı kırmızı gülü öfkeyle yere
fırlatır, ağlayıp aşkın saçma bir şey olduğunu; felsefeye dönüp metafizik
okumanınsa daha yararlı bir iş olduğunu düşünürken yere attığı gülün üzerinden
bir otomobilin tekerlekleri geçer.
2.2. Bülbül ile Gül’ün Tahlili
2.2.1. Anlatma Problemi ve Bakış Açısı
Bülbül ile Gül’de en eski hikâye anlatma yöntemlerinden çerçeve hikâye
tekniğiyle iki ayrı hikâye anlatılmıştır. Bunlardan ilki fakir öğrenci ile profesörün
kızının, ikincisi ise Bülbül ile Gül’ün hikâyesidir. Oscar Wilde çok bilinen bir
efsaneyi kurguladığı çerçevenin içinde kullanmış, iki hikâyeyi birbiriyle
ilişkilendirmiştir. Hikâyede anlatıcı tanrısal bakış açısına sahip üçüncü tekil
şahıstır. İç monologlarla öğrencinin duygu ve düşünce dünyası aktarılır.
2.2.2. Vak’a
Hikâyede gerilim kız ile öğrenci arasında gibi görünse de, asıl gerilim
genç öğrencinin kendi içinde yaşadığı aşk, akıl ve güç arasında aranmalıdır:
“Ah, aşk ne küçük şeylere bağlı! Bilge adamların yazdığı her şeyi
okudum ve bütün gizli felsefeler benim, ama bir kırmızı gülün yokluğu yüzünden
hayatım perişan oldu.”59
“ ‘Mutlu ol’ diye bağırdı Bülbül, ‘mutlu ol’; kırmızı gülüne
kavuşacaksın. Onu ay ışığının müziğinden yapacak ve kalbimin kanıyla
59 Oscar Wilde, Mutlu Prens, Çeviren: Özgü Çelik, Say Yayınları, İstanbul 2004, s. 39.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 983 ~ 

boyayacağım. Karşılığında senden istediğim tek şey, gerçek bir âşık olman,
çünkü aşk felsefeden daha bilgecedir, her ne kadar felsefe bilgeceyse de ve
güçten daha kudretlidir, her ne kadar güç kudretliyse de. ”60
Sonunda kazanan akıl ve güç olmuştur: “Aşk ne aptalca bir şeymiş” dedi
Öğrenci uzaklaşırken. “Mantığın yarısı kadar işe yaramaz. Çünkü hiçbir şeyi
kanıtlamıyor ve hiçbir zaman olmayacak şeylerden birini söylüyor, insan da
gerçek olmayan şeylere inanıyor. Aslında tamamıyla kullanışsız, bu çağda
kullanışlılık her şey demek olduğu için, felsefe’ye dönüp metafizik
çalışacağım.”61
Bülbül ile Gül’deki genç öğrenciye ait olan bu tarz düşüncelere sahip bir
kahramanla Oscar Wilde’ın tüm eserlerinde karşılaşmak mümkündür. Yazar aşka
inanmadığını bu kahramanların ağzından her fırsatta dile getirir:
“-Sanat üstüne ne düşünüyorsunuz?
-Sanat, hastalık...
-Aşk?
-Bir yanılsama
-Din?
-İnanç yerine geçen moda karşılık.
-Siz bir kuşkucusunuz.
-Asla! Kuşkuculuk inancın başlangıcıdır.
-Nesiniz siz?
-Tanımlamak, sınırlamaktır...”62
Hikâyede âşıklar fedakârlığın timsali iken sevgililer kıymet bilmezler.
Öğrenci genç kıza âşıktır, ama fakirdir, aşkından başka verecek bir şeyi yoktur.
Bülbül de gerçek âşığa belki de aşka âşıktır. Bunun için tek varlığı olan canını
vermekten çekinmez. Genç kız öğrencinin gülünü rengi elbisesine uymadığı
gerekçesiyle reddetmekte tereddüt göstermez. Öğrenci ise kendisi için canını
veren Bülbül’ün duygusuz olduğunu düşünür:
“Biçim var” dedi kendi kendine, ağaçlı yolda yürürken “hakkını teslim
etmek lazım, ama duyguları da var mı? Aslında, o da çoğu sanatçı gibi; sırf
üslup, hiç içtenlik yok. Diğerleri için kendini feda etmezdi. Sadece müziği
düşünüyor ve herkes bilir ki sanatlar bencilcedir. Yine de sesinde bazı güzel
notalar olduğunu itiraf etmek gerek. Hiç bir anlama gelmemeleri ya da hiçbir işe
yaramamaları ne yazık.”63
60 Oscar Wilde, a.g.e., s.42. 61 Oscar Wilde, a.g.e., s. 46. 62 Oscar Wilde, Dorian Gray’in Portresi’nden. Şakir Eczacıbaşı, a.g.e., s. 170. 63 Oscar Wilde, a.g.e., s. 43.
TAED 39, 2009, 967-987
~ 984 ~                    N. TANÇ: Rifâî’den Oscar Wilde’a Gül ve Bülbül
TAED 39, 2009, 967-987

Bülbül’ün gerçek âşığı tarifi klâsik şiirdeki âşık tipiyle benzerlik gösterir:
“İşte sonunda gerçek âşık” dedi Bülbül. “Onu tanımamama rağmen,
geceler boyu onun şarkısını söyledim: Geceler boyu yıldızlara onun hikâyesini
anlattım ve şimdi görüyorum. Saçı sümbül çiçeği kadar kara ve dudakları
arzuladığı gül kadar kırmızı; ihtirası yüzünü açık fildişi rengine çevirmiş ve
üzüntü alnına sevdiğinin mührünü yerleştirmiş.”64 Gül, iç içe yer alan her iki
hikâyede de aşkı temsil etmektedir.
2.2.3. Zaman
Oscar Wilde’ın hikâyesi bir günlük zaman dilimini anlatır. Bir sabah
genç kız için kırmızı gül bulma derdindeki öğrenci, ertesi gün Bülbül’ün yaptığı
fedakârlıktan habersiz isteğine kavuşur. Ancak kırmızı güle sahip olması genç
kızı ikna etmesine yetmez.
2.2.4. Mekân ve Şahıs Kadrosu
Olaylar açık mekânlarda geçer. Asıl kahramanlar birinci hikâyede
öğrenci ile profesörün kızı ikinci hikâyede Bülbül ile Gül’dür. Bahçedeki
kertenkele, kelebek, papatya, menekşe dekoratif unsur durumundadır.
3. Rifâî’nin Bülbül-nâme’si ile Oscar Wilde’ın Bülbül ile Gül’ünün
Karşılaştırılması
Farklı çağlara ait, farklı edebî geleneklerin ürünü olan Bülbülnâme ve
Bülbül ile Gül hikâyesi gerek konu, gerekse işleniş tarzı bakımından benzerlik
göstermemektedir. Ancak her iki hikâyede de aşk teması gül-bülbül motifiyle
anlatılmıştır. Hikâyelerde “gül” aşkı, “bülbül” hakiki âşığı temsil etmektedir.
Âşıklar Bülbül-nâme’de geleneğe, Bülbül ile Gül’de moderniteye teslim
olmuşlardır. Tasavvufî gelenek, fâni olan güzele değil, hakîkî sevgili olan
Tanrı’ya kavuşmayı öngörür. Modern zamanlarda ise maddî değeri olmayan
şeylerin ve özellikle aşkın hiçbir şekilde yeri yoktur. Öte yandan Oscar Wilde’ın
hikâyesi içinde yer alan bülbülün kanıyla güle kırmızı rengini vermesi motifi
Fuzulî’nin Su Kasîdesi’ndeki;
İçmek ister bülbülüň úanın meğer bir reng
ile
Gül budaàınıň mìzÀcına gire úurtara ãu
beytinin âdeta nesir şeklindeki yorumudur65.
SONUÇ
64 Oscar Wilde, a.g.e., s. 39. 65 İskender Pala, “Gül ile Bülbül”, Zaman, 29 Ocak 2004.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 985 ~ 

Hiçbir edebî üretim, kaynağından çıktığı gibi saf kalamaz. Uluslararası
kültür etkileşimleri edebiyatta düşünce, tür, konu, motif ve tip ortaklık ya da
benzerlikleri şeklinde kendini gösterir. Karşılaştırılan hikâyelerde ortak olan aşk
teması ırk, kültür, dil ve çağ farkına rağmen “bülbül” ve “gül” alegorlarıyla
anlatılmış, “bülbül” hakiki âşığı temsil etmiştir. Rifâî de Oscar Wilde da gerçek
âşık için sabır, fedakârlık ve sorgulamadan inanma vasıflarını uygun
görmüşlerdir. “Bülbül”ün sonu ölüm de olsa “gül”e duyduğu aşk onu
ebedîleştirmiştir:
Çü buldı èışú ile èömri nihÀyet
Oúınur dÀsıtÀnı tÀ úıyÀmet”
Beyit: 317
Sevgili her iki hikâyede de mağrur ve ulaşılmazdır, sevenlerine acı
çektirir. Ancak hiçbir acı insanoğlunu aşktan alıkoyamamış belki de âşığın en
büyük mükâfatı olmuştur:
“Her insan öldürür gene de sevdiğini
Bu böyle bilinsin herkes tarafından,
Kiminin ters bakışından gelir ölüm,
Kiminin iltifatından,
Korkağın öpücüğünden,
Cesurun kılıcından!
Kimi sevdiğini gençlikte öldürür,
Yaşını başını almışken kimi;
Biri şehvetin elleriyle boğazlar,
Birinin altındır elleri,
Yumuşak kalpli bıçak kullanır
Çünkü ceset soğur hemen.
Kimi pek az sever, kimi derinden,
Biri müşteridir, diğeri satıcı;
Kimi vardır, gözyaşlarıyla yapar bu işi,
Kiminden ne bir ah, ne bir figân
Çünkü her insan öldürür sevdiğini,
Gene de ölmez insan.”66
Rifâî’den Oscar Wilde’a “gül ve bülbül”ün zaman, mekan, kültür... tüm
farklara rağmen okuyucudaki karşılığı âşık ve mâşuktur. Metinlerarasılık
bağlamında yapılacak çalışmalarla bu tür tip ve motif ortaklıklarına hatta
fazlasına rastlamak her zaman mümkündür.

66 Oscar Wilde, Reading Hapishanesi Baladı’ndan. “Herkes Sevdiğini Öldürür”, Çeviren: Meltem
Ahıska, Defter Dergisi, S. 14, Metis Yayıncılık, İstanbul 1990.
TAED 39, 2009, 967-987
~ 986 ~                    N. TANÇ: Rifâî’den Oscar Wilde’a Gül ve Bülbül
TAED 39, 2009, 967-987
KAYNAKÇA:
AÇIKGÖZ, Namık, “Leylâ ile Mecnûn Mesnevîsinin Yapısı”, Millî Kültür, S. 59,
s. 39-43, Ankara, Aralık 1987.
___________,“Anlatma Problemi Açısından Fuzûlî’nin Leylî vü Mecnûn’undaki
Gazel ve Murabbalar” Tunca Kortantamer İçin, s. 187-200, Ege
Üniversitesi Yayınları, Edebiyat Fakültesi Yayını, No:6, İzmir 2007.
_____________, “Mesnevî” Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri
Ansiklopedik Sözlüğü, C.4, s.356-359, AKM Yay., Ankara, 2005.
AKTAŞ, Şerif, Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş, Akçağ Yayınları,
Ankara 2000.
___________, “Roman Olarak Hüsn ü Aşk”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 27,
s. 94-108, İstanbul, Aralık 1983.
AKTULUM, Kubilay, Metinlerarası İlişkiler, Öteki Yayınevi, Ankara 1999.
AYAN, Hüseyin, Bülbül-nâme Rifâî, Emek Matbaası, 1981.
AYVAZOĞLU, Beşir, Güller Kitabı, Ötüken Yayınları, İstanbul 1992.
CEYLAN, Ömür, Kuşlar Dîvânı Osmanlı Şiir Kuşları, Kapı Yayınları, İstanbul,
2007.
COŞKUN, Menderes, “Klâsik Türk Şiirinde Mürekkep İstiare, Temsilî İstiare ve
Alegori”, Bilig, S. 38, s.51-70, Yaz 2006.
ÇAĞLI,A.-V. ÖZDİNGİŞ, Bülbülîyye Birrî Mehmed Dede, Akademi Kitabevi,
İzmir, 2004.
ÇAPAN, Pervin, “Ali Şîr Nevâyî ve Fuzûlî’nin Leylâ ve Mecnûn Mesnevîlerinin
Anlatım Tarzlarının Mukayeseli Tahlili”, Osmangazi Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü I. Uluslararası
Karşılaştırmalı Edebiyat Kongresi, s. 225-241, Eskişehir 15-17 Ekim
2003.
ECEVİT, Yıldız, Orhan Pamuk’u Okumak, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1996.
ECZACIBAŞI, Şakir, Oscar Wilde Tutkular, Acılar, Gülümseyen Deyişler,
Remzi Kitabevi, İstanbul 2002.
HOLBROOK, Victoria R., Osmanlı Divan Şiiri Üzerine Metinler, hzl. Mehmet
Kalpaklı, İstanbul 1999, s. 403-412.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009        ~ 987 ~ 
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
TAED 39, 2009, 967-987
İNCE, Adnan, Mirzâ-zâde Mehmed Sâlim Dîvânı, Ankara 1994.
KIRAN, Ayşe-Zeynel, Yazınsal Okuma Süreçleri, Seckin Yay., Ankara 2003.
KIRMAN, Aydın,“Muhibbi’nin Gül Redifli Gazellerinde Gül Tasavvuru” Tunca
Kortantamer İçin, Ege Üniversitesi Yayınları, Edebiyat Fakültesi Yayını,
No:6, İzmir 2007, s. 355-384.
KORTANTAMER, Tunca, “Gül KasidesiII”, Dergâh, C. 1, S.3, Mayıs 1990.
LEVEND, Âgâh Sırrı, “Dîvan Edebiyatında Hikâye I”, s. 71-117, TDAY Belleten
1967, TDK Yayınları, Ankara 1989.
___________, Türk Edebiyatı Tarihi, C. 1, TTK Bas., Ankara 1973.
ÖZTEKİN, Nezahat, “Eski Türk Edebiyatında Gül”, Kubbealtı Akademi
Mecmuası, Y. 34, S.4, Ekim 2005, s. 20-29.
___________, Fazlî, Gül ü Bülbül, Akademi Kitabevi, İzmir 2002.
PALA, İskender, “Gül ile Bülbül”, Zaman, 29 Ocak 2004.
___________, Ansiklopedik Dîvan Şiiri Sözlüğü, Akçağ Yayınları, Ankara 1995.
PARLA, Jale, Don Kişot’tan Bugüne Roman, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003.
SÂLİM EFENDİ, Tezkiretü’ş-Şuarâ, hzl. Adnan İnce, AKM Yay., Ankara
2005.
ŞAHİNOĞLU, M. Nazif, “Attar, Feridüddin” TDVİA., C. 4, İstanbul 1991, s.
95-98.
TÜRKMEN, Fikret, “Doğulu Konuların Rus Edebiyatında İşlenmesi Meselesi”,
Turkish Studies / Türkoloji Arastırmaları, C.1, S.4, Bahar 2007, s.680-689.
ÜNVER, İsmail, “Mesnevî”, Türk Dili Türk Şiiri Özel Sayısı II (Divan Şiiri), Y.
36, C. LII, S.415-416-417, Ankara 1986, s. 430-563.
WILDE, Oscar, Mutlu Prens, Çeviren: Özgü Çelik, Say Yayınları, İstanbul 2004.
____________, “Herkes Sevdiğini Öldürür”, Çeviren: Meltem Ahıska, Defter, S.
14, Metis Yayıncılık, İstanbul 1990.
YENİTERZİ, Emine, Divan Şiirinde Na’t, TDV Yayınları, Ankara 1993.
YILMAZ, Kâşif, “Gül”, TDEA, C.3, s. 382-385, Dergâh Yay., İstanbul 1973.
ZAVOTÇU, Gencay, “Türk Edebiyatında Gül ve Bülbül”, Türkler, C. 5, Yeni
Türkiye Yay., s. 896-902, Ankara 2002.

Konular