FARS EDEBİYATI’NDA BEHLÛL HİKÂYELERİ

ÖZ
Behlûl, Kûfeli bir mecnunun ismidir. Harun Reşid’in akrabası olarak kabul
edilir. İnsanlar onu “akıllı deli” diye adlandırırlar. Hakkında hikmet dolu hikâ-
yeler anlatılır. Behlûl’ün Fars Edebiyatı’nda önemli bir yeri vardır. Pek çok şair
ve yazar manzum ve mensur eserlerinde ondan söz etmiş ve onunla ilgili çeşitli
hikâyelere yer vermişlerdir. Bu hikâyeler çoğu zaman övgü, yergi, kınama ve nasihat
şeklindedir.
Bu makalede Behlûl’un hayatı hakkında kısaca bilgi verilmiş ve Fars edebiyatı
kaynaklarında onunla ilgili olarak aktarılan fıkra ve menkıbelere yer verilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Behlûl, Harun Reşid, meczub, akıllı deli.
ABSTRACT
The Stories of Behlul in Persian Literature
Bahlul, the name of a lunatic from Kûfa. He is considered a relative of Harun
Rashîd. People call him “the wise fool”. Stories of wisdom told about him. Bahlul
has an important place in Persian literature. Many poets and authors have referred
to him in verse and prose works and are given place to variety of stories about him.
These stories, usually in the form of praise, satire, reprimand and counsel.
In this article are given briefly information about Behlul’s life and are given
place to anecdotes and epics with regard to him in Persian literature sources.
Keywords: Bahlul, Harun Rashid, lunatic, the wise fool.
* Yrd. Doç. Dr. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Tarihi ve Sanatları Bölümü
Öğretim Üyesi.
Atatük Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 37 ● Erzurum 2012
A.Hilâl KALKANDELEN(*)
FARS EDEBİYATI’NDA
BEHLÛL HİKÂYELERİ
48 A.Hilâl KALKANDELEN
Giriş
Behlûl; Arapça telaffuzu ile Buhlûl “güzel yüzlü”1
, “güleç”, “güleryüzlü”,
“çok gülen”, “hayır sahibi”, “çok iyi adam”, “cömert insan”, “topluluğun bü-
yüğü”, “iyi amelli”, “şanlı”, “güzel kimse” anlamlarına gelmektedir.2 Özel isim
olarak kullanılmasının yanında mecnun ve meczuplara verilen unvandır. Bazı
lügatlerde “Behlûl-i dih” olarak geçer. Bu da “zahirî olarak ahmak ve akılsızca
tavırları olan, hakikatte zeki ve bilgin olan zat” anlamını taşımaktadır.3
Tasavvufî anlayışa göre behlûller, Allah’tan kalplerine gelen vârid ve tecellilerle
akıl ve şuurlarını yitirmişlerdir. Bazı behlûller cezbeye kapıldıktan
sonra kısmen kendilerine gelirler. Bunlar yer, içer, maddî ihtiyaçlardan zarurî
olanlarını karşılar, ancak akıl ve şuurları yerinde olmadığı için dünya işleriyle
ilgilenmezler. Mutasavvıfların ma’tûh, me’hûz, mecnûn veebleh gibi adlar verdikleri
asıl ukalâ-yi mecânîn (deli görünüşlü akıllılar) ve behlûller bunlardır.4
Kendilerine mahsus birtakım hal ve hareketleri olan behlûller gaybe ait
acayip haberler verirler. Görünürde bir sebep yokken kahkaha atmak bunların
en belirgin tavırlarıdır. Behlûller başkalarına kapalı olan gerçekleri ve gelecekteki
olayları bildiklerine inandıkları için kendilerince bu bilgiden mahrum
olan insanların davranışlarına, gaflet ve cehaletlerine bakıp manalı bir şekilde
gülerler; böylece muhataplarını uyarmak ve onlara gerçeği göstermek isterler.
Neşeli ve güleç yüzlü behlûller bulunduğu gibi hüzünlü ve çatık kaşlı behlûller
de vardır.5
Behlûller yalnızlığı sever, umumiyetle harabelerde, viranelerde, mezarlıklarda,
mağaralarda ve sazlıklarda yaşarlar. Hiçbir kayda tâbi olmadan serbestçe
konuşan behlûllerin sözleri nükteli ve anlamlı olur. Bazen nesir, bazen şiir
hâlinde son derece veciz ve hakîmane söz söylerler. Behlûllere ait vecize ve
menkıbelerin tasavvuf dışı kaynaklarda da yer alması, bunların tesir alanının
genişliğini göstermesi bakımından önemlidir. Erkek behlûllerden başka kadın
behlûller de vardır.6
1 Ahterî Mustafa b. Şemsüddîn Karahisârî, Ahterî-i Kebîr Arapça-Türkçe Büyük Lugat, Meral
Yay., İstanbul, tsz., s. 76.
2 Uludağ, Süleyman, “Behlûl”, DİA (= Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi), İstanbul
1989,V, 351; Amîd, Hasan, Ferheng-i Amîd,Tahran, 1363 hş., s. 292; Bihiştî, Muhammed,
Ferheng-i Sabâ, Tahran 1365 hş., s.198; Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik
Lûgat, Ankara 1993, s. 80; Kanar, Mehmet, Farsça-Türkçe Sözlük, İstanbul 1998, s. 207;
“Behlûl”, Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri Sözlüğü, Ankara, 2001, I, 385.
3 Afîfî, Rahîm, Ferhengnâme-i Şi‘rî, Tahran, 1372 hş., I, 307.
4 Uludağ, Süleyman, “Behlûl”, DİA, İstanbul, 1989, V, 351.
5 Uludağ, a.g.m., s. 351.
6 Uludağ, a.g.m., s. 351.
FARS EDEBİYATI’NDA BEHLÛL HİKÂYELERİ 49
Behlûl, genel olarak edebiyatta fıkra ve menkıbelere kahramanlık yapmış;
Behlûl hikâyeleri, Arap ve Türk edebiyatında olduğu gibi Fars edebiyatında
da önemli bir yer tutmuştur. Behlûl’e atfedilen fıkralar ve hikâyeler güldürücü
olduğu kadar düşündürücüdür.
Divan edebiyatında meşhur şahsiyetler ve efsanevî kahramanlar arasında
yer alır ve mecnûn görünen âkil bir zat olarak anılır.7
Fars edebiyatında Behlûl, birçok şair tarafından şiirlere konu edilmiş,
behlûllerin karakteristik özelliklerine telmihler yapılmıştır.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, (ö. 604/1207) Mesnevî’sinde Behlûl’den
şöyle bahsetmektedir:
“Behlûl, dervişin birine, nasılsın ey derviş beni haberdar et dedi”8
“Git seni tanımıyorum, benden uzaklaş. Kendinde olmayan ârifim ve köyün
behlûlüyüm.”9
Sa‘dî-i Şîrâzî’nin (ö. 692/1292) bir gazelinde;
“Ben neredeyim, boş sözlü nasihatçiler nerede? Behlûl’ün reisliğine bilge kişi
ulaşamaz ki!.”
beytiyle ve Bostan adlı eserindeki;
“Ne güzel söyledi kutlu Behlûl, savaşçı bir arife uğradığında.”10
beytiyle Behlûl’ü güzel söz söylemesi ve kutluluğuyla ortaya koymuştur.
Senâyî, Behlûl’den şöyle bahsetmektedir:
7 Levend, Agâh Sırrı, Divan Edebiyatı, İstanbul, 1980, s. 148.
8 Mevlânâ Celâluddîn, Muhammed-i Belhî, Mesnevi-yi Ma‘nevî , nşr. Reynold A.
Nicholson, Tahran, 1384 hş., defter-i sevvom, s. 336, b. 1884.
9 Mevlânâ Celâluddîn , a.g.e., defter-i sevvom, s. 295, b. 700.
10 Sa‘dî-i Şîrâzî, Bûstân, tash. Muhammed Ali Furûğî, Tahran, 1382 hş., s. 289.
beytiyle ve Bostan adlı eserindeki;
چه لگذشب ل عفرفي
جنگ وي
چه موش گفب لولو
ف مند موي
“ ”
bahsetmektedir:
چوني اي درو يش وا قف
کنننننننن نننننننن ا
گفننب لولننو کي ي نني
دروينننننننننننننش را
“Behlûl, dervişin birine, nasılsın ey derviş beni haberdar et dedi”
عننفرب لنني موي نن و
لولنننننننننننننو د
رو که ن نف س ت ا از
ننننننن ل نننننننه
Sa‘dî-i Şîrâzî’nin (ö. 692/1292) bir gazelinde;
ح ي را ن سد
کدمدايي لولو
از ک ف و نصيحب کنفي
ليود گوي
“Ben neredeyim, boş sözlü nasihatçiler nerede? Behlûl’ün reisliğine bilge
50 A.Hilâl KALKANDELEN
“Behlûl gibi ben divaneyim diyeceksen, kaplanın sırtına çıkıp eline yılan
aldın mı, hani?”11
Bütün bu behlûllerin ve meczubların söz ve hikâyelerinin kaynağı olan,
halk fıkralarının kendisine mal edildiği kişi, “Behlûl-i Danâ”, “Behlûl-i Danende”,
“Behlûl-i Dîvâne”, “Sultanü’l-meczûbîn” ve Abbasî halifesi Hârûn
Reşîd (788–809) ile olan münasebeti dolayısıyla Behlûl er-Reşîd diye de anı-
lan kişidir.
Behlûl, “Ebû Vuheyb Behlûl b. Amr Sayrafî” veya “Sûfî” (ö. 190/806),
“dânâ”, “âkil” veya “mecnûn” olarak meşhurdur. İran Halk Edebiyatında çok
ünlü yarı efsânevî bir şahsın adıdır. Behlûl’den elimize ulaşan ilk bilgiler Mehdî
Abbasî (158–169/775–785) zamanına rastlayan III./IX. asrın ilk yarısına
aittir. Câhiz (ö. 255/869), ilk rivayetlerinden birinde ona (Mehdî zamanında
Hicaz valisi olan) İshak b. Sabbâh’a karşı nükteli söz söyleyen olarak yer
vermiştir. Diğer iki rivayette (aynı yerde) Behlûl, ahmak, hatta zerafetten
yoksun bir adam olarak gözükmektedir. IV./XX. asrın başında, Câhiz’in bu
tür rivayetlerinin ikincisine onun pervasızlığı ekleniyor. Bu da o zamanlarda
onun hakkında sayısız hikâyeler nakledildiğini gösteriyor. Özellikle bu asrın
sonunda Nişâburî bir bölümünü Behlûl’e ayırdığı “Ukalâu’l-Mecânîn” başlıklı
bir kitap yazıyor. Bu bölümde bazen şiir şeklindeki yirmi rivayet ve bazen de
müstakil şiir şeklinde seksen kıta bulunmaktadır:
Bu rivayetlerde Behlûl bazen mahalle ve sokak çocuklarının incittiği boynu
bükük bir divanedir. Dört rivayette Halife Harun Reşid’e rastlıyor ve o
divanelikle öyle öğütler veriyor ki; halifenin aklını başından alıyor. Burada
“padişahtan nefret eden bir filozof” olarak iki kez tekrar ediliyor, bir kez de
aynı yerde öğüdünü mükemmel bir nebevî hadis olarak bahşediyor.
Daha sonrasında Behlûl’ün öğütleri: “kendi sonunu düşün, zira bu dünya
geçici, öteki dünya çok güzeldir” şeklinde ölüm ve ahiret hakkındadır. Bu dü-
şünce, ahiret hayatını vasfetme konusunda güzel ve sûfiyâne bir kıtanın ortaya
çıkışıyla oluşmuştur. Bir takım hikâyelerde dünya işinde zekâsını ve aklını
gösterir. Mirası hakkında kadıya hile yapar, birini sıkıntıdan kurtarır, diğerini
hıyanetten uzaklaştırır veya hiç olmayan mirasını bölüştürür.
Halifeye hitaben üç mektup da veziri ve dostu tarafından eski zamanların
hali ve durumundan, hatta Nehcü’l-belâğa’nın onlara galip geldiğinden
11 Senâyî-i Gaznevî, Dîvân-ı Hakîm Ebu’l-Mecd Mecdûd b. Âdem , nşr. Muhammed Takî
Muderris-i Razevî, Tahran, 1362 hş., s. 573.
Senâyî, Behlûl’den şöyle bahsetmektedir:
ل ن سته ل پلنک و در دو
دستب فرکو
ور همي گوئي که چوي لولو
ديوانه ام
FARS EDEBİYATI’NDA BEHLÛL HİKÂYELERİ 51
bahsetmektedir. Bir rivayette de Ebû Bekir ve Ömer’e övgüde bulunulmuştur.
Nişâburî’nin “Ukalâu’l-Mecânîn”inde bulunan şiirler, konusu daha çok ahiret
ve bu dünyaya bağlanma hakkında olan otuz dokuz beyitten oluşmaktadır.
Fakat üç tanesi zarif ve âşikâne konuları olan dubeytilerdir. Bu şiirler çok sade,
tekellüfsüz ama bazen iticidir.
Nişaburî’den az bir süre sonra Âbî (ö. 421/1030) Nesru’d-Dur’de Behlûl
hakkında rivayetler naklediyor, ki bunlar az bir farklılıkla Ukalâu’l-mecânîn’de
de bulunmaktadır. Fakat Âbî’nin rivayeti zahidlik ve sûfîliği kaybedip, yerini
komik ve müstehcen hikâyelere bırakmıştır. V. asırdan sonra Behlûl’den bahseden
her biri bir yönüyle onun şahsiyetine dayanan birtakım kitaplar bulunmaktadır.
Râgıp, İbn-i Cevzî, sonraları Burhaneddin Vatvat (ö. 718/1318)
Ğureru’l-Hasâis’de Behlûl’den ahmak ve komik bir kişi olarak bahseder. Müstemlî
gibi sûfiler de Şerhu’t-Ta‘arrif’de onu sözleri anlaşılmayan bilge bir kişi
olarak tasavvur etmiştir. İran tasavvuf eserlerinde Behlûl dânâ ve hazır cevap
bir kişi olarak anılmıştır. Meselâ Şems-i Tebrîzî, Mevlevî, sonraki asırlarda
Yâfi‘î onunla ilgili hikâyeleri çoğaltmış, onlara tam olarak sûfiyâne bir renk
katmıştır. Artık Behlûl, tasavvuf kahramanlarından biridir.
Diğer taraftan Şeyh Tûsî ve İbn-i Hacer gibileri İmam Sâdık’tan rivayet
eden Behlûl isimli ve hadis ehli birinden bahsetmiştir. Bu muhaddis, eserlerde
özellikle Nurullah Şuşterî’nin Mecâlisü’l-Mü’minîn adlı eserinde Behlûl şahsiyetiyle
Mecnûn karışmış, ondan muhaddis ve imamın öğrencisi ve müridi
olarak bahsedilmiştir. Oysa hadisçi Behlûl’e IV. asırdan sonra Harun’la konuşmaları
maceralarında rastlanmıştı. Sonraki kaynaklarda da bu konu tekid
edilmiş, yayılmıştır. İbn-i Şâkir kitaplarda bu konuya ilaveten onun muhaddis
olmasına işaret etmiş, eski rivayetlerden örnekler getirmiş, ilk kez onun vefat
tarihini yaklaşık olarak 190/806 yılı olarak vermiştir.
XI/XVII. asra geldiğimizde İran İslâmî Edebiyatı’nda Behlûl; dindarlığı,
dini takip konusundaki gayretleri ve faziletleri bakımından irfânî bir şekil alı-
yor. Kadı Nurullah Şuşterî “Şeyh fazıl-ı vasıl” başlığı altında onun hakkında
yeni rivayetler naklediyor. Bu rivayetlerde Behlûl, hal ve hareketlerinde delilik
izi az bulunan âlim ve bilgin bir kişidir. Müellif, rivayetlerine Hamdullah
Müstevfî’ye dayanarak şu bilgilerle başlıyor: Behlûl Harun’un akrabası, İmam
Ca‘fer-i Sâdık’ın özel öğrencisi ve dindar bir adamdır. Onun deli olarak ortaya
çıkışının sebebi de İmamın Harun’un emrini yerine getirmekten akılsızlıkla
kurtulacağı tavsiyesi idi.Taberî’den nakledilen rivayet, Basra valisi Muhammed
b. Süleyman’ın sarayında ortaya çıkmıştır ki; münazaralar, nüktedanlıklar ardı
ardına gelmiş, sonuna da Basra sokaklarındaki çocuklara rastladığı, eski rivayetlerden
biri getirilmiştir. Daha sonra onun hakkında eski rivayetlerin tekrar
edildiği sekiz rivayet daha getirilmiş, geçmiş şiirlerine iki kıta şiir daha eklen-
52 A.Hilâl KALKANDELEN
miştir. Bu rivayetlere sonraki yazarların eserleri de eklenmiş, XII/XVIII. asırda
AbbasHüseyni-iMusevî-iMekkî(ö. 1148/1735)Nüzhetü’l-Celîs’inde on-oniki
rivayete yeni ve şaşırtıcı Behlûl hikâyeleri eklemiştir. “feyâşiye” adıyla meşhur
و من همه آن را مي آورم تا بداني ”den’Behlûl kasidesinde
onun bahsettiklerim o Bütün” “که او از بزرگان صوفيه بود
آورم تا بداني
onun bahsettiklerim o Bütün” ““که او از بزرگان صوفيه بود
tasavvuf büyüklerinden olduğunu bilesiniz diyedir” şeklinde bahsetmektedir.Kasidenin
ilgi çekici tarafı Mısır âmmî lehçesiyle yazılmış olmasıdır. olmasıdır. “ني “kafiyeli
aynıaynı lehçede iki beyitle başlayıp lehçede iki beyitle başlayıp,, “بيت “adlı başka vezin ve kafiyeli iki fasih beyitle adlı başka vezin ve kafiyeli iki fasih
beyitle devam etmiştir. Gerçekte bu kaside “
” adlı başka vezin ve kafiyeli iki fasih beyitle
” ve””بهلوليه ”
adlı başka vezin ve kafiyeli iki fasih beyitle
قصيده بن ”
عروس““adıyla da bilinmektedir. adıyla da bilinmektedir. Kasidede “Bizim için su, yiyecek ve başka rı-
zıklar yaratmıştır ” şeklinde Allah’ın nimetlerine işaret eder, bazen öğüt verir,
dikkatleri Kur’ân ayetlerine çeker.
XIV./XX. asırda İran Şiî eserlerinde Behlûl ile ilgili eserlere yine fazlaca
rastlanmaktadır. Hansârî (ö.1313/1895) Ravzâtü’l-Cennât’ta ona Nurullah
Şusterî’nin rivayetlerinin bulunduğu nispeten geniş bir bölüm ayırmıştır.
Behlûl, İran edebiyatında şimdiye kadar “dîvâne-i âkıl” ın sembolü olarak
kullanılmıştır.12
Behlûl hikâyelerini ilk derleyenlerden olan Ferîdüddîn-i Attar, (553–
627), özellikle Musîbetnâme adlı eserinde Behlûl’ü hikâyelere kahraman yapmış,
ona ait pek çok hikâye ve menkıbe anlatmıştır:
“Behlûl, bir mezarın başına gidip yatıyor ve oradan ayrılmıyor. Biri ona:
“Kalk ey çocuk! Burada kendinden habersiz ne zamana kadar yatacaksın?” diyor,
Behlûl de ona“ondan (ölüden) yemin işittiğim zaman gideceğim” diye cevap ve-
12 Âzernûş, Âzertaş, “Behlûl”, Dâiretü’l-ma‘arif-i bozorg-i İslâmî, http:/www. cgie.org.ir.
pek çok hikâye ve menkıbe anlatmıştır:
(5/2 (ح فيب
همچ نفي مف ته از کن ف
نني ن فننب چننند
مواهي م فب اين ف لي
مب ؟« کفي همنه سنوگند
از وي ل ننننننننننوم«
گ فب » شد ا ي د لف
نن راز گننوي, نن
نخننواه کنن د مننف از
ل س گوري گ لولو
م فب کي ي ي
گ فتش که » ل م يز اي
پ س گ فب لو لولش که
» ننننن کنگنننننه روم
گفب »چه سوگند؟ لف
لفز گوي« ي مورد
سننوگند و نني گوينند
مويش لفز, در نخفلفن
له موي, چوي موي ت «
ل از: تف ه مه م لق
ج وفي را, ت له ت ,
FARS EDEBİYATI’NDA BEHLÛL HİKÂYELERİ 53
riyor. Adam, “ne yemini? Anlat bana” deyince; Behlûl, “bu ölü benimle sırlaşır,
yemin eder ve gizlice şöyle derdi: Ben yerimden kalkmayacağım, bütün dünya
halkını kendim gibi kan içinde uyutmayacağım.”13
Bu hikâyeden hemen sonra Behlûl, benzeri bir hikâyede “dîvâne” olarak
geçmektedir.
“Bir divâne, bir mezarın başına gidip yatıyor ve o mezardan ayrılmıyor.
Bir dilenci ona: “Sen deli misin, ömrünü burada mı geçireceksin? Kalk şehre gel,
ey huzursuz! Sayısız dünya insanı gör” diyor, o da “bu ölü bana izin vermiyor,
buradan gitme diyor, yol uzun olduğundan sonsuza dek burada kalmak gerekir.
Şehirlilerin yolu mezarlıkta oldukça, ben günahkâr şehirliyi ne yapacağım bulut
gibi gelmeden ağlayarak gidiyorum, gitmeye ah, gelmeye yazık! ….”14
13 Attâr, Feridüddîn, Musîbetnâme, tash. Muhammed Rıza Şefî‘î-i Kedkenî, Tahran, 1386
hş., s. 189, 2/4.
14 Attar, Musîbetnâme, s.189, 3/4.
ağlayarak gidiyorum, gitmeye ah, gelmeye yazık! ….”
(4/5 (ح فيب
پننفي در گنن نني شنند و
کف ي له د سب تو ک ف
مواهي شدي زي جفيگف ؟«
در ز سننتفي يننک شننبي
لو لو سب سفيلي
گ فتش که » س داري له
geçmektedir.
(4/3(ح فيب
از س کي گور يک دم ي
ن فب جم لة ع م
از چه اين ف مفتنه اي؟
تنف جونفني ملنق لينني
لي نننننننننننننننمفر«
هيچ- ي گويد- و زي
جفيگنننف , عفقبنننب
اين فت لف يد گ ب لفز
چه مواه ک د شو ي
پنن گنننف ک از ر
فت در يغ از ک دي! «
کي ي ني ديواننه لنن
گوري لخ فب سفيلي
گ فتش که » تو ک شفته اي
م يز سوي شو کي, اي
لي ق ار! گ فب»ا ي
د , ره ندهد له را
زان ننه از رفننت رهننب
گننننننننننننن دد دراز
شننو يفي را چننوي لننه
گورستفنسننب را نني
روم گ يفي, چو يغ از
ک ننننننننننننننننندي,
زان ه کن ف ظفلمي سب
اندر عذاب گ م گ دم,
زان ه س ف نفموش اسب«
را گفب» دارم سوي
گورسنتفي شنتفب نني
روم, چنوي گنور او پنن
کتنننننننش اسنننننننب,
54 A.Hilâl KALKANDELEN
“Bir kış gecesinde Behlûl, ayağı çamurda, elinde ayakkabısı, bir dilenciye
rastlar, dilenci ona: “nerede bekçilik yapmak istersin?”diye sorar. (zaten üşümüş
olan) Behlûl: “Azap içinde bir zalimin bulunduğu mezarlığa koşarım, onun mezarı
ateşle dolu olduğu için kötü soğuktan kurtulur, ısınırım” diye cevap verir.”15
“Behlûl, ansızın hışımla kalktı, şahın huzuruna gitti ve ondan dunbe (kuyruk
kemiği, yağı) istedi. Bunu belki başkasından farklı olmadığını bilsin diye,
şahını denemek için yaptı. Bir de şaha “şalgamı ufak parçalara ayırmak gerekir”
dedi. Şah da hizmetçisine parçalattı ve (Behlûl’ün) huzuruna götürdü. Biraz ekmekle
şalgamı yiyince, kendini yere attı ve biraz gamlandı. (Sonra da) şaha şöyle
dedi: “sen şah oluncaya kadar dunbenin yağı gitti, senin kahrından yemeğin tadı
kaçtı, şehrini terk etmek gerekir.” 16
“Bir sabah mutlu hükümdar, mazlum Behlûl’e yemek verdi. O da hepsini
yesin diye köpeğe verdi. Biri ona, “bunu nasıl yaptın? Şahın haberi olmadan onun
15 Attar, a.g.e., s. 190, 5/4.
16 Attar, a.g.e., s. 211, 4/7.
ateşle dolu olduğu için kötü soğuktan kurtulur, ısınırım” diye cevap verir.”
(7/4 (ح فيب
ر فب پيش شف و از وي
دن به موا سب تف شنف سد
هنيچ لنفز از ينک دگن
پفر ک د کي مفد يش و
پيش ل د ل ز ي
اف ند و تي غ لخورد
چ لي از دنبه ل فب اي
جفيگنننف ننني
لبف يد شد ل وي از شو
تنننننننننننننننننننو«
نفگوي لو لو را م ي
لخف سب کز فيش
کنن د کي شنننفهش گنن
گ فب » شلغ پفر لف يد
ک د م د« ا ندکي
چننوي نننفي و کي شننلغ
ل خورد شف را گف تف
که » تف گ تي تو شف
لي حالوت شد ط عفم از
قونننننننن تننننننننو
etmek gerekir.”
(7/5 (ح فيب
داد لولننو سننتم ش را
طعنفم کي
ي ي گفتش که »ه گز اي
که کن د؟ چنوي طعنفم او
سگفي را ي دهي؟ کفر لي
ح ب نيف يد هيچ را سب«
گ لدان ندي سگفي کفي
لف دادي شو يفر شفدکفم
او له سگ داد کي ه مه
تف سگ ل خورد از چ ني
شننفهي نننداري کگونني از
چ ني لي ح تي ک دي
مطفسننب گفننب لولننولش
»م موش! اي جم له پو سب
FARS EDEBİYATI’NDA BEHLÛL HİKÂYELERİ 55
yemeğini köpeklere nasıl veriyorsun? Bu tür hürmetsizlik hatadır, hürmetsizin işi
doğru gitmez” dedi. Behlûl de ona, “sus! Ey sırf deri. Köpeklerin onun olduğunu
bilseydin, onun yanında başını taşa vurmazdın. Allah bilir, (köpekler) yedilerse,
utandıklarından yemişlerdir.” 17
Yine Feridüddîn-i Attâr’ın İlâhînâme adlı eserinde Behlûl hikâyelere şöyle
konu olmuştur:
Behlûl ve Mezarlık
Behlûl, elinde bir sopa, mezarlıkta geziyor, her mezara, o mezarı kırıp dö-
kecek kadar vuruyordu. Dediler ki: A deli herif! Neden bu mezarları döversin?
Dedi ki: Bunlar gittiler ama sayıya sığmaz yalanlar söyleyip yattılar, uyudular.
Gâh bu, benim sarayım dedi, köşküm dedi. Gâh o, malım dedi, altınım dedi.
Gâh bu, işte tarlam, asmam dedi. Gâh o, işte bağım, çardağım dedi. Derken
Tanrı da dedi ki: Bu davaların hepsi de yersiz. Çünkü onlar, bana miras kalacak,
size değil. Onların hepsi, kendilerine ait olanları söylediler ama sonunda
öldüler, canlarını terk edip gittiler. Ben de yemeyi, içmeyi, uykuyu, rahatı terk
edip, bunları dövüyorum işte. Çünkü bunların hepsi de bir avuç yalancıdan
ibaret. Herkesin sonu yokluk olduğu halde ondan kâr etmeyi nerden de umdular?
Sonunda darmadağın bir halde hepsini de terk edip gidecek olduktan
sonra adam, neden bu kadar şeyi derler toplar? Nihayet toprağından kerpiç
dökecek bir dünyaya ne diye gönül bağlarsın? Dünya, bir kervansaraya benzer,
iki kapısı vardır. Bu kapıdan öbür kapıya kadar olan yol da tıpkı Sırat gibidir.
Bu yolda uyanık yürümezsen, cehenneme baş aşağı düştün gitti. Yeryüzüne
bazı bir gölge düşerse ayı karartır, karanlıklarda gizler. Ayın cirmi, adamakıllı
aydındır ama önünde yeryüzünün kara suyu var, ne yapsın! Yeryüzü, aya bile
bunu yaparsa artık yerlere batmış adama neler yapmaz? Bir anda öyle bir nuru
kararttıktan sonra ömrün içinde seni de mahvetmeyi bilir. Mahveder, mahvolursun
da tekrar iyileşmene ümit de kalmaz. Çünkü buna imkân yoktur.
Geçmişe nispetle baş aşağı gelmen, daha artıktır. Çünkü canına gelen âfetlerin
hepsi de sendendir, sebebi sensin. O yüzden uğradığın bu çeşit şeyleri, kendi
elinle kendin hazırladın. Bu, meydanda bir şey. 18
Behlûl’e ait bir hikâye
Gönlü perişan Behlûl, Bağdat’ta çocukların elinden bunalmıştı. Boyuna
ona taş atıyorlar, her yandan üstüne saldırıyorlardı. Aciz kalınca yerden bir
küçük taş alıp onlara verdi, yalvardı, dedi ki: “Bu kadar taş atın bari. Büyük
taşlarla beni topal etmeyin. Taştan ayağım yaralanırsa, oturarak namaz kıl-
17 Attar, a.g.e., s. 211, 5/7.
18 Attâr, Feridüddîn, İlâhînâme, çev. Abdülbâkî Gölpınarlı, İstanbul, 1985, s. 198-200.
56 A.Hilâl KALKANDELEN
maya mecbur olurum.” Nihayet bir taş, onu adamakıllı yaraladı. Canı yandı,
gönlü altüst oldu. O taş yüzünden daralmış gönlünden öyle kan aktı ki taşın
gönlü bile onun derdinden kan kesildi. Onlardan kurtulmak için perişan bir
halde topallayarak Basra’ya gitti. Sözü uzatmayalım, geceleyin Basra’ya ulaştı.
Uyumak için bir yana gitti. Bir bucağa girdi. Meğerse orada birisi öldürülmüş,
kanlara topraklara bulanmış, yatmadaymış. Bunu bilemedi, yanına yattı, uyudu.
Uykuda bütün elbisesi kanlara battı. Ertesi günü halk, gelip öldürülüp
yere yıkılmış adamı, yanında da elbisesi kanlara bulanmış Behlûl’ün ayakta
durduğunu görerek bu işi Behlûl’ün yaptığına hükmettiler. Ona “a köpek”
dediler, “nerelisin sen, nerden geldin sen? Sende bir aşinalık göremiyoruz”.
Behlûl: “Bağdatlıyım, oradan kalktım, buraya geldim. Bu öldürülmüş adamın
yanında yattım, dinlendim. Bu adamın öldürülmüş olduğunu ancak tanyeri
atıp, âlem ışıyınca gördüm” dedi. Behlûl’e, “geceleyin Bağdat’tan kalktın, kan
dökmek için ta Basra’ya geldin ha!” dediler. Ellerini kuvvetlice bağlayıp, onu
merhametsiz zindancıya teslim ettiler. Ciğeri yanık Behlûl, içinden ey gönül
diyordu, hadi bakalım, bugün ne yapacaksın? Çocukların taşından kaçtın ama
burada kendi kanına girdin. Bağdat’ta o taşlara razı olsaydın, Basra’da can korkusuna
tutulur muydun hiç? Nihayet padişaha haber verdiler. Öldürülmesi
için emir geldi. Onu tutup darağacına götürdüler. Zalim cellât, merdiveni dayadı,
Behlûl’ü çıkardı. Boynuna ipi geçirmek isterken, Behlûl başını Tanrı’ya
kaldırdı. Dudakları oynamaya başladı, gizlice bir şeyler söylüyordu. Tam bu
sırada bir yandan temiz birisi fırladı. “O suçsuzdur, adamı ben öldürdüm.
Benim öldürülmem gerek. Bu kadar yükü taşıyamayacağım. Bir tek boynuma
iki kanı birden alamayacağım” diye bağırdı. Her ikisini de padişahın huzuruna
götürdüler. Padişahın veziri de oradaydı. Basra padişahı, uzun zamanlardır
Behlûl’ü görmek istiyordu. Onu görmeyi çok istiyordu ama yüzünü bir kere
bile görmemişti. Vezir, Behlûl’ü görünce tanıdı. Çünkü önce de görmüş, konuşmuştu.
Dile gelip dedi ki: “Padişahım, kutlu olsun. Behlûl’ü aryordun ya,
işte Behlûl.” Padişah neşesinden yerinden sıçradı. Onu yanına aldı. Başını,
yüzünü öptü. Yüzlerce izzetler, ikramlar ederek yanına oturttu. Katille maktulün
ahvalini, sonra da Behlûl’ün kıssasını söylediler. Basra padişahı, derhal
bu gencin kanını dökün dedi. Behlûl, padişaha “ey gazi padişah! gönlümün
yanışına hürmetin varsa, sakın onun kanını dökme. Kanını dökersen bir fayda
elde edemezsin, hayır olmaz sana. Doğrulukla kalktı, benim için kendisini
adeta feda etti o. Benim için canıyla oynadı. Nasıl olur da bu gencin kanı dö-
külür?” dedi. Bunun üzerine padişah, öldürülen adamın yakınlarını çağırdı.
Onlara: “Diyet istemeniz gerek. Dilerseniz onu öldürebilirsiniz ama iyi olmaz.
Bu işi farz edin ki o yapmadı, ben yaptım. Âsîdir, ama mutî. Ona Behlûl şefaat
etmede” dedi. Nihayet onları altınla razı ediverdiler. Bütün düşmanlarını hoş-
nut eylediler. Padişah, o gence “Nasıl oldu da halk arasından kalktın? Ne oldu
FARS EDEBİYATI’NDA BEHLÛL HİKÂYELERİ 57
sana canından geçtin, korkmadan yaptığını söyleyiverdin? Diye sordu. Genç
dedi ki: “Bir ejderha gördüm ki benzerini hiçbir yerde görmemiştim. Ağzını
açmış, ateş püskürmedeydi. Mermer kaya bile korkusundan yarı canlı bir hale
gelmişti. Bana kalk, doğruyu söyle. Yoksa işin bitiktir. Şimdi kanını emer, ebedi
olarak içine girer, yerleşirim. Ebedi bir azap içinde kalırsın. Âlemde hiçbir
kimsecik de feryadına erişemez” dedi. Onun korkusundan yerimden fırlayıp
yaptığımı söyledim, kurtuldum. Padişah, bunun üzerine Behlûl’e ya sen dedi,
darağacına çekileceğin vakit ne dedin? Behlûl dedi ki: “candan elimi yudum.
Helâk olmak üzere bulunduğumu anladım. Başımı kaldırıp Yarabbi dedim,
bu gönülsüz yoksuldan ne istersin? Bunları başıma üşüştüren sensin. Beni şu
anda ağlatıp sızlatarak öldürürlerse, kan diyetimi onlardan değil, senden isterim.
Bir avuç dağınık kişiden ne alabilirim ki? Seni tanırım, başka kimsem
yok. İşim gücüm seninle uğradığım, düştüğüm hal, ancak senin hükmünle
olmada. Ben bu sözü gizlice söylerken, bu genç kalktı, bağırdı. Bu söz üzerine
beni darağacından alıp indirdiler. Sözüme cevap olarak perde ardından bu iş
zuhur etti işte. Ulu Tanrı’dan uğradığım minnet, beni önce perişan bir hale
soktu. Beni önce kanlı katil yaptı ama sonunda bana yüzlerce can vererek
lütuflarda bulundu. Önümde muradıma erişmemek, mahrumiyete uğramak
olsa bile bu yolda yüzlerce can vererek ona gitmek gerek. Fakat sen başkasını
gördükçe, bütün hayatı, şerri başkasından geliyor sanırsın.” 19
Ahmed Şâmlû, Kıssahâ-yi Kitâb-ı Kûçe adlı eserinde Behlûl hakkında şöyle
bir hikâyeye yer vermiştir:
Behlûl ve Bağdat Baş kadısı
Bir vardı, bir yoktu, Allah’tan başka hiç kimse yoktu. Bağdat şehrinde bir
tacir vardı ki; Karun gibi zengindi. Fakat yalnızlık ve kimsesizlikten sıkıntısı
vardı. Hiç kimsesi yoktu ve âlemde yalnızdı. Çocuk sahibi olmamıştı. Bir
gün, en iyi işin hacca gidip, Allah’ın evini ziyaret etmek olduğunu düşündü.
Ecel gelip eteğini tutarsa, ömrünün son seferinin meyvesini toplamış olacaktı.
Varını yoğunu satıp altına çevirdi, deri keselere doldurup Bağdat baş kadısına
götürdü. “Sayın kadım! Halim vaktim böyle. İşim, kimsem, evladım, arkada
kimsem yok. Hacca gitmek istiyorum. Kimsede olmayan bu altınların hepsi
benim. Allah’a şükür ki, haram malın bir zerresi yanaşmamıştır. Onları size bı-
rakmak üzere getirdim. Döneceğimi hiç sanmıyorum. Zahmet olmazsa vekâ-
letimi size bırakıyorum, bu parayla Allah yoluna benim adıma hamam, mescit
yaptırın, kalanını da yer alıp hamam ve mescide vakfedin ki adımız kalsın ve
insanlar bize hayır duada bulunsunlar” dedi.
19 Attâr, İlâhînâme, s. 224-229.
58 A.Hilâl KALKANDELEN
Kadı şöyle dedi: “ Bu tür işlerde niyetiniz de sevaptır, ona söz yok, ama
ben Allah’tan korkan bir adamım. Boş bir iş yükünün altına girmem. Zaman
farklı gelişirse de kişinin adının kötüye çıkmasını da istemem. Şeytanın insanın
başına ne tuzak öreceğini kimse önceden bilemez. Doğru ilerlemeye
ve tanınmaya azmettim, sorumluluk altına girmeye kıymet vermem. Adam
bir kere “hayır” der, dokuz ay yüzü tutmaz. Emanete karşı mesuliyeti Sırat
köprüsüne eteğimi yapıştırmak olarak görmüyorum. Bu tarladan bir tane kaybolursa,
cevabını vermek gerekir, yoksa Allah’a cevap verecek gücüm kalmaz.
Eğer bu sözlerden sonra kendin için daha iyi bir yol bulamazsan, bu komşu
odası emniyettir ve kimsenin ona çıkar yolu yoktur. Eğer istersen keselerini
mühürleyip canının istediği yere götürebilir, bırakabilirsin. Allah’ın izniyle
döndüğünde selâmette bulursun. Ben keselerin içine bakmam. İçinde toprak
mı var, cevher mi diye merak etmem. Fakat eğer ömrüm yetmez ve sen
seferden dönmemiş olursan, vasiyetini kılı kılına yerine getirmiş olamamanın
yükü altında kalırım vesselâm.
Tâcir içinden “baba şaşılacak kadar Allah’tan korkan bir adam! Helâl süt
emmişe binlerce rahmet olsun!” dedi. Bin teşekkürle keseyi mühürledi, alıp
yandaki odaya götürdü. Bir uçtan bir uca kadar hazine olduğunu gördü, şöyle
dedi: “ Başkalarının da emanetlerini bırakacak kadar kadıya itimatlarının
olduğu belli.” Keseleri dolabın bir köşesinde topladı, Kadı’nın elini öptü, “Allahaısmarladık”
dedi, yolunu tuttu, Allah’ın evini ziyaret etti, altı ay bir yıl da
etrafı dolaştı, paralar suyunu çekip, sadece yol parası kalınca, Bağdat’a döndü
ve ertesi gün süratle kadıya gitti, “bendeniz Allah’ın dileğiyle selâmetle döndüm”
dedi.
Kadı: “Bir yere mi gitmiştin?” diye sordu. Hacı, önce biraz şaşırdı, fakat
şöyle düşündü: Zavallı adam Allah’ın her günü yüz sıkıntılı adamla uğraşmaya
mecbur. Beni bir kere gördü. Elbette hazreti kadı beni yerine getirememekte
(hatırlamamakta) haklıdır. Falan müddet önce, hacca ve Allah’ın evini ziyaret
etmeye niyet etmiş ve sizin huzurunuza gelmiştim. Muhabbet etmiş, kimsem
olmayınca, varım yoğum olan birkaç kese altını size emanet bırakmıştım, bendeniz
adına mescit ve hamam yapıp, kalanını da onlar için vakfa ayıracaktı-
nız.
Kadı, üç kere iç çekti, “ olmaz. Hacca gitmeyi, insanlara nahak yere yapışma
vesilesi mi yapıyorsun? Ben ömrümce kimsenin emanet mesuliyetini
kabul etmedim ki devamı sen olasın!” dedi.
Hacı, sahte bir gülüşle şöyle dedi: “Evet, kadı hazretleri emanetimi kabul
etmediniz, amacım keseleri mühürleyip kendi elimle götürüp bir odaya bırakmama,
ömrüm yeterse de döndüğümde gelip almama izin vermenizdi. Yoksa
kadı hazretleri keselere bakmadınız mı?
FARS EDEBİYATI’NDA BEHLÛL HİKÂYELERİ 59
Kadı: “O halde bil ve haberdar ol ki, buranın adı emanet kabul yeri değil.
Senden başka kimsenin ne olduğunu, ne kadar olduğunu bilmediği bir şeyi
elinle götürmüş, neresi olduğunu kendinin bildiği yere koymuşsun, elbette
şimdi de onun yanına gidebilirsin, fakat onun adı -Emanet kabul etmek- tir,
bu sözler değil.
Hacı korkuyla ve hayal kırıklığıyla şöyle dedi: “Vallâh billâh benim maksadım
da bundan başkası değildi.”
Ayağa kalktı, bitişik odaya gitti, dolabı açtı, altın keselerine göz attı, “bü-
yüksünüz! Hissettiğiniz sıkıntı, yaşlı, garibanın başına geldi. Keseler yerinde,
fakat ne yazık ki bir sikke bile yok!” Keselerin her bir köşesini faredişi kemirmiş,
dilsiz sikkeleri son tanesine kadar götürmüştü. Sızlanarak ve zulme
uğramış şekilde döndü: “Efendi, bugün burada, yarın sırat köprüsünün başında!
Allah’ın kulunun başına bela getirmek de dine yaslanıp, Allah korkusunu
kadılığa bırakmak Müslümanlığa yakışmaz.
Kadı suratını astı, ağzını açtı: “Mel‘ûnu’l-habîs! Dâru’lhilâfenin saf kadısı-
na iftira mı atıyorsun? Nasıl bir köpeksin? Cahil! Uzun dilini kısalt, kökünden
koparılmasını emretmeyeyim. Sen açık bir dille bu keselerin içine bakmadığımı
söyledin. Dâru’l-kaza’nın âdil ve güvenilir kâtipleri de senin kararına
şahittirler. Eğer fareler dolapta belirmeseydi (ki keseleri araması bu ihtimali
teyit ediyor) bize ne diyecektin? İşin tadını kaçırma, beni kızdırana kadar,
yerini kaybetmeseydin!
Hacı, perişan ve ağlayarak divandan çıktı. Ne cebinde parası, ne çaresi
vardı, hazır yeme âdeti olmadığı için ne de el açmaya yüzü vardı. Gözyaşı
döküyor, kadıya ve kendi ahmaklığına lanet yağdırıyordu. Bir harabeye ula-
şıncaya kadar hedefsiz ilerliyordu. Harabenin köşesine oturdu, başını dizlerine
koydu ve ağıt tutturdu.
Behlûl de aynı harabede duvarın köşesinde uyukladığı için, hacının
amansız ağıdıyla uykudan uyandı. Yattığı yerden sordu: “ Kardeş! Derdin ne
ki böyle acı acı inliyorsun?
Hacı Behlûl’ü tanıdı. Zira Bağdatlı tek Behlûl vardı. Şöyle dedi: “Allah
hakkı için, yaramı deşme Behlûl. Âhir ömrümü kendi elimle bitirdim, artık
devası ölümdür.
Behlûl: “Ölüm hiçbir derdin devası değildir. Özellikle kötülükle insana
bulaşmış zulüm derdinin hiç değil. Senin ağlaman da zulme uğramış kişinin
ağlaması da öyle yanılmıyorsam. Şimdi halini arz et bakalım.”
Hacı hâlini, hikâyesini nakletti.
Behlûl, başını salladı ve şöyle dedi: “ bu hayır görmemiş Bağdat kadısı bu
evden ne zararlar çıkarmış ama artık en kısa zamanda bu kapıyı onun yüzüne
60 A.Hilâl KALKANDELEN
kapatmak gerekir. Acele edelim ve sen de başına gelen belanın çoğunu bana
attığından dolayı Allah’a şükret.
Gittiler, gittiler Harun Reşid’in sarayının eşiğine ulaştılar. Behlûl, kapı-
cıbaşına: “ çabuk olun, Behlûl geldi, izin istiyor diye halifeye haber verin”
dedi.
Gittiler, halifeye haber verdiler, huzura çıkmalarına izin çıktı. Tacir yerinde
kaldı, Behlûl’ü içeri götürdüler. Saygıyla eğildi, kalktı. Halife şaşırdı ve
sordu: “Behlûl, bizi hatırlatacak ne oldu da teşrif ettin.”
Behlûl: “Halife sağ olasın! Selâmım bir köylüdendir. İzninizle bir durumdan
dolayı bana yardımcı olmanızı isteyeceğim.”
Harun Reşit, başını salladı ve dedi: “Bârekallah! Aferin! Aklının başına
geldiği belli oluyor…iyi, ne tür bir iş istiyorsun? Biz senden bir şey esirgemiyoruz:
Dâru’lhilâfenin divanelerinin önderliği nasıldır?
Behlûl: “Sana feda olsun! O çok sıkıntılı bir iş. Senin ordunun emirleriyle
dergâhının yakınlarının çarpışması için, aslan gönlünün ve Hz. Eyüp’ün
sabrı gereklidir. Ben, Dâru’lhilâfenin farelerinin güç sahibi reisleri olmak istiyorum.”
Halife kahkahayla güldü ve etrafına şöyle dedi: “Görüyor musunuz? divane
Behlûl’ün işi, elbette Dâru’lhilâfe’nin farelerinin güç sahipliğinden başka
bir şey olamaz…çok iyi Behlûl, senin deliliklerin akıllılık alametiyse de bu
rütbeyi sana bağışladım. Git, duacı ol!
Behlûl: “Kurban olayım! Bağdat’ın fareleri âlemin meşhur haramzadeli-
ğindedirler, emirsiz ve rakamsız rütbe için, hamdsız Fatiha da okumazlar!
Halife ikinci kez ve güldü ve “bu tarihten itibaren Behlûl, Dâru’lhilâfe
farelerinin lideri ve mesulüdür, fare taifesinin güç sahibi odur. Bu, Abbasî
Harun Reşid’in fermanı ve Müslümanların halifesinin mührüdür, bütün Bağ-
datlılarca mütevaziliği ve soyluluğuyla bilinmelidir vesselam” şeklinde ferman
yazılmasını söyledi.
Fermanı mühürledi ve Behlûl’ün eline verdi.
Behlûl: “Ey emir! Elbette her fert emrin icrasını ve hilafet alametini kendi
vazifeleri bilirler. Ama emri yerine getirenler bunun mayasız ekmek olduğunu
tecrübeyle bilirler.”
Halife öncekinden sesli güldü ve hazinedara yüz dinar altını ilave etmeleri
için işaret etti.
Behlûl mutlu bir şekilde ve aceleyle halifenin sarayından çıktı, Bağdat’ın
büyük çarşısının olduğu, işsizlerin ve fakirlerin toplanma yeri olan meydanda
FARS EDEBİYATI’NDA BEHLÛL HİKÂYELERİ 61
onu bekleyen tacirin yanına gitti. O dinarlarla kürek ve kazmayla silahlanmış
büyük bir ordu topladı, Kadı’nın evini bağını yüzük taşı gibi ortada bırakıp,
Behlûl’ün bir işaretiyle bütün alet ve gereçlerle evin temelini kazmaya
başlamak üzere harekete geçti. Çoluk çocuğu dışarı döküp, yapacakları işten
haberdar olunca, telaşla koşup kadıya: “Kurban Behlûl’dür. Bu yeri kazıp, arsanın
toprağını alt üst etmemiz gerektiğini, halife’den şahsen izin aldığını, işin
altınla, hırsızlıkla, diğer konularla ilgili olmadığını, farelere yönelik olduğunu
söylüyor.” Dedi.
Kadı ayağa kalktı, aceleyle abasını omzuna attı, dışarı Behlûl’ün yanına
gitti, şöyle dedi: “Senin oyunlarının çözümü hikmetsiz değildir. Şimdi gel,
adam gibi, mertçe söyle maksadın nedir?
Behlûl: “Halife Harun Reşid’in fermanı gereğince ben, Dâru’lhilâfenin
farelerinin söz sahibi, lideriyim. Bu adam, bu evin farelerinin iki ratl altınını
götürdüklerinden şikâyetçi. Eğer malın tamamını veya işsiz fareleri teslim edebilirseniz
ne âlâ, yükümüz azalır, yoksa kerpiç üstüne kerpiç koymaz, bu evi,
altınları ve fareleri teslim alana kadar alt üst ederiz.
Behlûl’ün ardından olacak sıkıntıyı istemediğini bilen kadı, evinin başına
yıkılacağını, altınları kaybedeceğini, şeref ve haysiyetinin kalmayacağını sezdi.
Hacının altınlarını teslim edip, durumu anlatması daha iyi fikirdi. “ Olur olur
ben bu haramzade hırsız fareleri tuzağa düşürüp, kötü amellerine ulaştırmak
için sana teslim ediyorum diye bu çaresiz adamın malını kendi cebimden veririm”
dedi
Behlûl: “Akıllıca bir fikir” dedi.
Kadıya teraziyi getirdiler, herkesin huzurunda iki ratl dinarı keselere koyup
hacıya teslim etmek üzere ortaya koydular. Kadıya göre bu işin başı sonu
belli oldu. Fakat Behlûl hacıyı ve altınları Harun Reşid’in huzuruna getirdi,
olayı başından sonuna kadar anlattı, Bağdat baş kadısının soysuzluğunu ince
ayrıntısına kadar biliyordu ve onun verdiği zararları sayısıyla ismi ve cismiyle
tanıyordu, bir bir ortaya döktü, son olarak dedi: “Ey Abbasi Harun Reşid! Biz,
güneyin kapalı kapılarının ardında insanların uyanığıyız; sen, âlemin doğu,
batı, kuzey ve güneydeki kaleleri açık olan hilafet dayanağı, gaflet uykusundasın.
Kadıların fare ve çakal adıyla halkın keselerini götürüyor, din ve şeriat
adına yoksul kalmış aç eli, ekmek çaldıkları için kesiyorlar. Senin hâkimlerin
yeni yetme kızları hizmetçi ve cariye adıyla uykun ağır olduğu için haberin
olmuyor, senin haremine sokuyor, senin askerlerin Allah ve Resul adına mamurlara
ateş açıyor, günahsız insanları kılıçtan geçiriyor, varlarını yoklarını
altın dinara dönüştüresin diye sana gönderiyorlar. Söyle bakalım hangimiz
Allah’ın yeryüzündeki halifesiyiz? Akıllı sen mi, mecnun ben mi?
62 A.Hilâl KALKANDELEN
Halife emir verdi, baş kadının yırtık elbisesinin altından kuyruğunu kıstırdılar,
bir ayağı nalınlı, bir ayağı çoraplı tutup getirdiler. Başına püsküllü,
kırmızı, uzun boru bir külah koydular. Davul ve dümbelekle şehrin etrafında
döndürdüler. Kadın erkek, çocuk, feryat eden, laf atan herkes hep birlikte
peşine düştüler; saray meydanı tenhalaşınca, sarayın kapıcıları ileri geri koş-
tular, Harun Reşid’i, ipek çeşitleri, yün kumaş, halı, parfüm, şarap testileri,
inci, cevher dolu sandıklar, deriden altın keseleri, altın kemerli köleler, gümüş
kemerli cariyeler; halife için Bağdat Dâru’lhilâfesine ulaşmış sakiden oluşan
kervanı oturtacakları sırmalı bir yaygı hazırladılar. 20
Farsça kaynaklarda Behlûl’den pek çok hikâye zikredilmiştir. Ahmed
Şâmlû’nun Letâifu’t-Tevâif’ten aldığını söylediği kısa dört hikâye sırasıyla şöyledir:
Bir gün Harun Reşid, mezarlığın yanından geçiyordu. Behlûl ile mecnun
Uleyyân’ı birlikte oturmuş, konuşurlarken gördü. Onlarla şakalaşmak istedi,
ikisini de getirmelerini emretti, şöyle dedi: “Ben bugün divane öldürüyorum,
cellâdı çağırın!” Hemen hazırlanıldı, kılıç çekilip boynunun vurulması için
Uleyyân’ı gösterdiler. “Ey Harun! Ne yapıyorsun? Deyince, Harun Reşid
“Bugün divane öldürüyorum” cevabını verdi. O da “Suphanallah! Biz bu şehirde
iki divane idik, sen üçüncümüz oldun. Seni öldürecek bizi sen mi öldü-
receksin?” dedi. 21
Harun Reşid Behlûl’e “senin nazarında en iyi dost kimdir” diye sordu.
Behlûl: “karnımı doyurandır” dedi. Harun Reşid: “karnını ben doyurursam
beni dost kabul eder misin?” deyince, Behlûl: “dostluğun veresiyesi olmaz”
dedi.22
Halifenin nedimlerinden biri Behlûl’e: “niye burada oturuyorsun? Kalk
ve halifenin yanına git. Her divaneye beş dirhem veriyor” deyince, Behlûl:
“Doğru söylüyorsan sen git bakalım sana da dirhem verecek mi! Dedi. (Yani
senin divaneliğin diğerlerinin iki katıdır.)23
Bağdatlı Behlûl Basra’dayken, ona: “Basra divanelerini say” dediler. O da
“ o meydanda. Ama eğer akıllıları say dersen, çok değil sınırlıdır, sayarım”
dedi.24
20 Şâmlû, Ahmed, Kıssahâ-yi Kitâb-ı Kûçe, Tahran, 1379 hş., s. 137-145.
21 Şâmlû, a. g. e, s. 145.
22 Şâmlû, a. g. e, s. 145.
23 Şâmlû, a. g. e, s. 145.
24 Şâmlû, a. g. e, s. 146.
FARS EDEBİYATI’NDA BEHLÛL HİKÂYELERİ 63
Sonuç
Behlûl’ün değeri, hikâyelerdeki anlam, yergi ve alay ögelerinin inceliğiyle
ölçülür. O, belli bir dönemin değil, halkının yaşama biçimini, güldürü öğesini,
alay ve eğlenme türünü, övgü ve yergi becerisini dile getirmiştir. Hikâyelerde
sevgi, yergi, övgü, alaya alma, gülünç duruma düşürme, ders verme vardır.
O, bunları söylerken bazen bilgin, bazen bilgisiz, bazen açıkgöz, bazen uysal,
bazen vurdumduymaz, bazen utangaç, bazen şaşkın, bazen kurnaz, bazen de
korkaktır. Özellikle karşısındakinin durumuyla çelişki içinde bulunma, onun
esas ögesidir. Belki de Behlûl halkın söylemek isteyip de söyleyemediği iç sesidir.
Kaynakça
Amîd, Hasan, Ferheng-i Amîd, Tahran, 1363 hş.
Arı, Ahmet, “Behlül”, Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri Ansiklopedik
Sözlüğü, c.1, Ankara, 2001.
Attar, Feridüddin-i Muhammed b. İbrahim Nişâburî, Musibetname, tash. Muhammed
Rıza Şefî‘î Kedkenî, Tahran, 1386.
Attar, Feridüddin-i Muhammed b. İbrahim Nişâburî, İlâhînâme, tash. Muhammed
Rıza Şefî‘î Kedkenî, Tahran, 1385.
Attar, Feridüddîn-i Muhammed b. İbrahim Nişâburî, İlâhînâme, çev. Abdülbaki
Gölpınarlı, İstanbul,1985.
“Behlûl”, çev. Süleyman Tülücü, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü
Dergisi, Erzurum, 2010.
“Behlûl”, Türk Ansiklopedisi, Ankara, 1953, VI.
“Behlül-i Dânâ”, Evliyalar Ansiklopedisi, İstanbul, 1992, IV.
“Behlül-i Dânâ”, Rehber Ansiklopedisi, İstanbul, 1993, III.
Bihişti, Muhammed, Ferheng-i Saba, Tahran, 1365 hş.
Çiftçi, Hasan, Klâsik Fars Edebiyatında Hiciv ve Sosyal Eleştiri, Ankara, 2002.
Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Ankara, 1998.
İbnü’l-Cevzî, Zekiler Kitabı, çev. Enver Günenç, İstanbul, 1998.
İvgin, Hayrettin, Deli Görünüşlü Akıllı Behlül Dânende, Ankara, 2005.
Kanar, Mehmet, Farsça-Türkçe Sözlük, İstanbul, 1998.
Levend, Agâh Sırrı, Divan Edebiyatı, İstanbul, 1980.
Mevlânâ Celâluddîn, Muhammed Belhî, Mesnevi-yi Ma‘nevî, nşr. Reynold A. Nicholson,
defter-i sevvom, b. 1884., Tahran, 1384 hş.
Mustafa b. Şemsuddîn el-Karahisârî, Ahterî-i Kebir Arapça Türkçe Büyük Lugat, İstanbul,
tsz.
64 A.Hilâl KALKANDELEN
en-Neysâbûrî, Ebu’l-Kâsım, Akıllı Deliler Kitabı, çev. Yahya Atak, İstanbul, 2002.
Onay, Ahmet Talât, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve Îzahı, haz. Cemal Kurnaz,
Ankara, 2000.
Pala, İskender, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Ankara, 2004.
Sa‘dî-i Şîrâzî, Kulliyât-ı Sa‘di, nşr. Nizâmuddîn Nurî, Tahran, 1386 hş.
Sa‘dî-i Şîrâzî, Bustân, tash. Muhammed Ali Furuği, Tahran, 1382 hş.
Schimmel, Annemarie, Tasavvufun Boyutları (Türkçesi: Yaşar Keçeci), İstanbul,
2000.
Senâyî-i Gaznevî, Dîvân-ı Hakîm Ebu’l-Mecd Mecdûd b. Âdem (nşr. Muhammed
Takî Muderris-i Razevî), Tahran, 1362 hş., s. 573.
Sîrûs, Şemîsâ, Ferheng-i Telmîhât (İşârât-ı Esâtîrî, Dâstânî, Târîhî, Mezhebî, Der Edebiyât-ı
Fârsî), Tahran, 1386 hş.
Şâmlû, Ahmed, Kıssahâ-yi Kitâb-ı Kûçe, Tahran, 1379 hş.
Şemseddin Sâmî, Kâmûsü’l- A‘lâm, İstanbul, 1889, II, 1420.
Yıldırım, Nimet, Fars Mitolojisi Sözlüğü, İstanbul, 2006.
Zavotçu, Gencay, Divan Edebiyatı Kişiler-Kişilikler Sözlüğü, Ankara, 2006.
Uludağ, Süleyman, “Behlûl”, DİA, İstanbul, 1988–2000, V, 351-352.
___________, “Behlûl-i Dânâ”, DİA, V, 352-353.
Uysal, Ahmet E., “Behlül Dânâ Fıkralarının Türk Halk Edebiyatındaki Yeri”, Türk
Folkloru Araştırmaları Yıllığı-Belleten 1974, Ankara, 1975.
Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri Ansiklopedik Sözlüğü, Ankara, 2001.

Konular