CÂMÎ-İ RÛM’DAN MUHTEŞEM SÜLEYMAN’A MEKTUP

221
U.Ü. FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ
SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ
Yıl: 6, Sayı: 9, 2005/2
CÂMÎ-İ RÛM’DAN MUHTEŞEM SÜLEYMAN’A MEKTUP
Sadettin EĞRİ*
ÖZET
Osmanlı imparatorluğunda sultanlar ve üst düzey devlet görevlileri,
sanata va sanatçıya olan yakın ilgileri ile bilinirler. Bu ilgi kendini
sanatçılara ve sanat eserlerine yapılan destekle kendini gösterir. Hatta bu
yakınlık bazen eserlerin muhtevasına ve şekline müdahale şeklinde bile
ortaya çıkabilir. XVI. yüzyıl Türk edebiyatının önemli ediplerinden Lâmi’î
Çelebi, kırktan fazla eserin sahibidir. “Câmî-i Rûm” olarak da bilinen şair
“Vâmık u Azrâ” isimli eserini sultana sunarken, bir de mektup göndermiştir.
Bu mektupta eserin hangi şartlarda ve nasıl telif/tercüme edildiğini anlatılır.
Sultana medh ve Allah’a dua ile başlayan eser, Kanûnî’nin emri ile yazılmış
ve Kazasker Kâdirî Çelebi’nin desteğini almıştır. Mektubunda eseri 5 ayda
ve 6000 beyit olarak yazdığını belirten şair, Kânûnî Sultan Süleyman’ın
Rodos kalesini fethini de kutlar. Lâmi’î Çelebi’nin Kânûnî’ye yazdığı ve
Türk edebiyatı için büyük öneme sahip olan bu mektup, aynı zamanda yazılı
kaynaklarda yer almayan ya da farklı olarak anlatılan konulara ışık tutar.
Anahtar Kelimeler: Patronaj, Hâmî, Lâmi’î Çelebi, Kânûnî Sultan
Süleyman, Vâmık u Azrâ, Nakkaşhâne, Mesnevî.
ABSTRACT
A Letter From Câmî-i Rûm to Sulaiman the Magnificient
The sultan’s and the higher echelan of the Ottoman Empire were
known to be protecting the artists by their workpatronizing. Sometimes they

* Yard. Doç. Dr.; Uludağ Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi.
222
were interfering the artist’s work in return for their support. Lâmi'î Çelebi
(d. 938/1532), one of the prominent figures of 16th century Turkish
Literature, has got more than forty works. The poet, known as "Câmi-i
Rûm", also sent a letter to Sulaiman the Magnificient while submitting his
Vâmık u Azrâ, to the Sultan. The letter telling how and under which
circumstances the Mesnevi of Vâmık u Azrâ was written begins with preying
to God and the Sultan. The Mesnevi was written upon the order of Sulaiman
the Magnificient and was supported by the chief military Judge Kadirî
Çelebi. The poet, who stated that he wrote the Mesnevi in five months and in
about 6000 couplets, congratulates the Sultan on his conquest of Rhodes
Castle. Lâmi'î Çelebi's letter to Sulaiman the Magnificient, which is of great
importance for the history of Turkish Literature, also sheds light on the
information that does not appear at all, or appears differently, in written
sources.
Keywords: Patronage, Hâmî, Lâmi'î Chelebi, Sultan Suleiman,
Vâmık wa Azrâ, Nakkaşhâne, Masnevi.
Giriş
Kurulduğu andan itibaren giderek gelişip büyüyen ve zamanla bir
imparatorluk haline gelen Osmanlı Devleti, hükümdarların kudret ve dirayetine
bağlı olarak sanat ve kültürde de tabiî seyrini sürdürmüştür. Sayısız
âlim, sanatçı ve şairler yetiştiren bu devletin uzun süre ayakta kalması, her
yönüyle çevresini etkilemesi, iyi yetişmiş yöneticiler sayesinde olmuştur.
Onu yönetenlerin çocukluktan başlayarak her konuda yetiştirilmeleri, en iyi
hocalardan eğitim almaları ve bunu kendi çocukları için de uygulamaları, bir
büyük devlet oluşturmanın başlıca nedenlerinden biri sayılmaktadır.1
Mülkün
sahibi ve Allah’ın yeryüzündeki gölgesi/ halifesi olan hükümdar, aynı
zamanda ilim erbabının, sanatkârın, şairin de hâmîsidir. Devlet yönetiminde
bulunanların neredeyse tamamına yakınının himaye ile birlikte bu konulara
ilgi ve alâkaları, en şerefli ve en saygın olan, aynı zamanda mesleğinde
zirveye ulaşan kişileri koruma ve destekleme gereğini de ortaya çıkarır. Bu
inceleme ile özellikle Kanûnî Sultan Süleyman’ın sanat erbabını ve onların
eserlerini değerlendirirken, ele alınan eser veya konu hakkında yönlendirici
olması konusunda Vâmık u Azrâ mesnevisi dolayısıyla gelişen olayları

1 Şair Padişahlar hakkında geniş bilgi için bk., Coşkun Ak: Şair Padişahlar,
Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2001; Mustafa İsen- A.Fuat Bilkan: Sultan
Şairler, Akçağ Yayınları, Ankara, 1997.
223
sunmak ve incelemektir. Tabiî olarak Lâmiî Çelebi’nin sultana gönderdiği
mektubu bu anlamda özel bir değer kazanır.
Osmanlı devlet adamlarının sanata ve sanatçıya olan alâkasının
benzer tezâhürlerini Türk dünyasının diğer devlet ve memleketlerinde
görmek mümkündür. Bu bağ XVI. yüzyıl sonlarına kadar devam etmiş, daha
sonra bu kültür damarları zayıflamaya başlamıştır. Bir Türk coğrafyasında
rastlanan ilim ve sanata ait gelişmelerin akislerinin bir başka coğrafyada
bulunan Türk devletinde parıltısına rastlamak da kâbildir. Özellikle Fatih
Sultan Mehmet dönemi ve sonrasında doğu Türk ve Hind sarayları ile fikrî,
edebî ilişkiler bulunduğu bilinmektedir. Fatih ve II. Bayezit, “başka
ülkelerde tanınmış bilgin ve şairleri saraylarına davet ederler, gelmeyenlere
hediyeler, caizeler ve mektuplar yollayarak, Türk-İslâm dünyasındaki
manevî etkilerini artırmaya çalışırlar.” (Kurnaz, 2003, s. 509-513) Osmanlı
sarayı ile Babürlüler, Safevîler, Akkoyunlular, Şeybânîler coğrafyasındaki
ilim ve sanat konularındaki ilişkiler dikkat çekicidir. Şüphesiz bu ilişkilerde
Hüseyin Baykara, Ali Şir Nevâyî ve Molla Câmî gibi önemli şahsiyetlerin
payı büyüktür.
Osmanlı Devletinde Himâye ve Hâmîlik
Osmanlı devletinde kültür ve sanat muhitleri, her sahada mükemmeli
arayan veya bulan sanatkârların dayandığı ve sığındığı mekânlar olmuştur.
Kültürel hâmîlik geleneği, devlet oluşturma ve saray geleneği içerisinde
farkı boyutlarda ve etkilerde de olsa Batı ve Doğu devlet geleneğinde daima
dikkati çekmiş, var olmuştur. “Osmanlı’da, en yüksek mimar, sarayın
mimar-başısı; en iyi kuyumcu, sarayın kuyumcubaşısı ve en gözde şair,
padişahın ilgi ve lutfuna layık görülen sultânu’ş-şuârâ idi. Bilgin ve sanatkâr;
hükümdarın prestijini, sarayın nâm u şânını yüceltmek için gerekli ögeler
sayılırdı. Bilgi ve sanatın koruyucusu olan hükümdarın, hakem sıfatını
hakkıyla yerine getirebilmesi için kendisinin de ilim ve sanattan payı olmak
gerekirdi… Kültür Patronajı Ortaçağ İran’ı ve Orta Asya’da çok gerilere
giden bir gelenekti.” (İnalcık, 2003, s. 10)2
Osmanlı devlet yapısını yansıtan
ilim, sanat ve hüner ehlini koruma ve destekleme anlayışı, müesseseleşmiş
bir sistem biçiminde ortaya çıkmakta ve işleyişi belirlenmektedir.
“Osmanlı’da hâmilik sisteminin işlevinin aydınlatılmasının ötesinde, söz
konusu sistemin sanat alanına nasıl yansıdığı ve gerek sanatçı gerekse

2 Hâmîlik, patronaj, patrominyal devlet konusunda ve bu husustaki tartışmalar için
bk., Kemal Kahramanoğlu: “Divan Şiirinde Şair, Hükümdar ve Yabancılaşmış
Ben”. Türk Edebiyatı, 359 (Eylül 2003): 18-23; İskender Pala: “Şair ve Patron”,
E -51 (Haziran 2003): 43-47; Mehmet Tekin;. “Şiirin Gizli Tarihi Yahut Şâir ve
Patron”, Virgül -66 (Ekim 2003): 58-62; “Şâir ve Patron’un Ardından Gelen
Birkaç Eleştiri Birkaç Tepki”, Virgül- 67 (Kasım 2003): 58-60.
224
patronlar tarafından bu sistemden nasıl yararlanıldığı ayrıntılarıyla incelenmektedir.
Patron ne denli önemli bir kişilikse, onun tarafından himaye
ediliyor olmak da sanatçının değerini yüceltmekte ve saygınlığını arttırmaktadır.
Bunun yanı sıra, önemli bir kişinin himayesinde bulunmak, bir
sanatçı için en yüksek dereceye erişerek, sultana bir eser sunmanın veya
şanslı ise sultanın himayesine geçmenin tek yolu olduğundan, sanatçıların
kimi zaman bir hâmiyi, bir diğerine yeğlemeleri söz konusudur. Bu durum
ise, yine hâmiler arasındaki rekabeti arttırmaktadır. Her bir hâmi, daha iyi ve
büyük sanatçıları kendilerine bağlayarak, hem sanatçılar tarafından yeğlenir
olmayı, hem de böylelikle sultanın beğenisini kazanacak sanatçıları sunarak
hükümdarın takdirini toplamayı amaçlamaktadır. Sonuçta, Halil İnalcık’ın da
belirttiği gibi, -patronaj, himâye, böylece iki yanlı işler; hem saray, hem de
seçkin bilgin ve sanatkâr için nâm-u-şân kazanmanın tek yolu kabûl edilirdi-.
Son aşamada Osmanlı’da, hâmilik sisteminin kurumsallaşmış bir yapı
sergilediği ve hem sanatçılar hem de patronlar için -olumlu veya olumsuz
sonuçlarla- çift yönlü işlediği görülmektedir. Patronaj ilişkilerinin bu çift
yönlülüğü, ister kültür-sanat olsun, ister siyaset -Osmanlı’nın partrimonyal
yapısı gereği- var olan her alan için geçerlidir. Diğer bir deyişle, Osmanlı’da
hâmilik geleneği kurumsallaşmıştır ve bir sistem biçimini almıştır. Bu
hâmilik sistemi ise, devletin patrimonyal yapısının korunmasına ve yüceltilmesine
yönelik oluşturulan sistemin bir parçasıdır. Yani, hâmilik sistemi,
devlet sisteminin zorunlu bir getirisi olarak ortaya çıkmakta ve yönetsel bir
işlev üstlenmektedir.” (Tezcan, 2004)
Hüner Sahiplerine En Çok İhsanda Bulunan Sultan:
Kanûnî Sultan Süleyman
Başta Âşık Çelebi olmak üzere pek çok tezkireci, Muhteşem Süleyman
döneminde en nadide eserlerin verilmesi ve sanatkârların desteklenmesi
konsunda fikir birliği etmiş gibidir. Devlet yönetiminin normal seyri olarak,
hükümdar bir konuya ilgi duyuyorsa, diğer devlet ricâli de ona uymak
zorundadır. Tabii ki yüksek seviyede verilen bu eserlerin ortaya çıkmasında
sultanın sanat anlayışı ve kudretinin büyük önemi vardır. Sanat ve bilim
eserlerinin konusunu, özelliklerini çoğu kez padişah belirler veya yönlendirirdi.
"Muhibbî" mahlâsını kullanan Sultan I. Süleyman (Kanûnî-1520/
1566), onuncu Osmanlı padişahıdır. Cihan hakimi sultanlardan olan Kanûnî,
Türk edebiyatı tarihi içinde yer alması gereken isimlerden biridir. Hükümdarlığını,
sultan şahsiyetini ve havasını yansıtan hamâsî şiirleri yanında;
hikemî, fikrî, tâlimî mahiyette ve öğüt verici veya tasavvufî şiirleri ve
225
âşıkâne mahiyetteki manzumeleri ile de dikkati çekmektedir.3
Sadece bir
takdir ve hayranlık itibariyle değil, yerinde ve haklı bir tespitle Avrupalılarca
sultana verilen meşhur sıfata uygun olarak Kanûnî Sultan Süleymân devri
(926-974/1520-1566), hemen her sahada olduğu gibi Türk Edebiyatı
yönünden de gerçekten muhteşem ve istisnâî bir devirdir. (Çelebioğlu, 1994)
XVI. yüzyılın ilk yarısı Osmanlılarda şiir ve edebiyatın en yüksek devri
sayılmak lâzımdır; bu şâhika devrinde, içinde pek çok Arapça ve Farsça
karışarak zenginleşen Osmanlı lisanı şiir ve edebiyatta Zâtî, Yahya, Bâkî,
Fuzulî gibi şairler ve İbn Kemal, Tosyalı Nişancı Celâl-zâde Mustafa Bey ve
Şakâyık mütercimi Mecdî Efendiler gibi yüksek nâsir ve münşîler yetiştirerek,
ağdalı bir Türkçe ile mahâretlerini göstermişlerdir. Bu yüzyılda Yavuz
Sultan Selim, babası ve büyük babası gibi şairdi; oğlu Sultan Süleyman'ın da
şiirleri vardı. Gerek bunlar ve gerek bunların şehzâde ve vezirleri, edip, şair
ve âlimleri himaye etmişlerdir. (Uzunçarşılı, 1988)
Lâmi’î Çelebi
Himaye gören şairlerden Lâmi'î Çelebi (ö.938/1532), XVI. yüzyılın
dikkate değer sanatkârlarından birisidir. Bazıları telif, bazıları tercüme
olmak üzere, manzum ve mensur eserler kaleme almış; devrinde şair,
özellikle münşî olarak tanınmıştır. Türkçe'nin yanı sıra Arapça ve Farsça'ya
hakkıyla vakıf olup, kırktan fazla eseri vardır. (Kara ve Atlansoy, 1997)4
Üç
ayrı dilde eser verebilecek dil ve üslûp zenginliğine sahiptir.5
Lâmi‘î Çelebi, devrinde muteber ve mühim şahsiyetlerden sayılmıştır.
Döneminde yazılan eserler veya nazım türleri anıldığında, orada hemen
hemen şairi görmemek imkânsızdır. Kendi yüzyılını tanıtan edebiyat
tarihinin kaynaklarının tamamında Lâmi‘î'nin ad ve eserine tesadüf etmek
tabiîdir. Daha sonra kaleme alınan tezkire ve kaynaklarda da onu görebiliriz.
Sehî, Latîfî, Âşık Çelebi, Hasan Çelebi, Beyânî, Âlî, Riyâzî, Fâizî, İsmail
Beliğ (Güldeste-i Riyâz-ı İrfân'ında)6
gibi müelliflerin tezkirelerinde; Şeyh
Mahmud Lâmi‘î Çelebi ve eserlerinden bahsedilir. Hayatı, eğitimi ve eserleri

3
Geniş bilgi için bk., M. Tayyib Gökbilgin: "Süleyman I", İslâm Ansiklopedisi,
İstanbul, 1967; Coşkun Ak: Muhibbî Dîvânı, Kültür ve Turizm Bakalığı
Yayınları, Ankara, 1987; Âmil Çelebioğlu: Kânunî Sultân Süleymân Devri Türk
Edebiyatı, Millî Eğitim Bakanlığı, İstanbul, 1994. 4
Mehmed Şemseddin, Yâdigâr-ı Şemsî'de 60 kadar eserinin olduğunu söyler. 5
Geniş bilgi için bk.; Sadettin Eğri: Şerefü'l-İnsân/ Lâmi‘î Çelebi (İncelemeMetin),
Basılmamış Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Ankara, 1997.
6
Geniş bilgi için bk. Kadir Atlansoy: Bursa Şairleri-Bursa Vefeyatnamelerindeki
Şairlerin Biyografileri, Asa Kitabevi, Bursa, 1998, s. 265; Halûk İpekten: Türk
Edebiyatının Kaynaklarından Türkçe Şu'arâ Tezkireleri, Erzurum, 1988.
226
hakkında pek çok bilgi vardır. Eserlerinin çokluğu ve farklı adlarla anılmasının
yanında müstakil eser hüviyeti taşıyabilecek özelliklere sahip telifâtının
(Divan'ının Dîbâcesi gibi) da bulunması dolayısıyla, eserlerinin sayısı farklı
rakamlarla belirtilmektedir.
Lâmi‘î Çelebi, hemen her sahada olduğu gibi Türk edebiyatının da
muhteşem olduğu XVI. yüzyıl müelliflerindendir. Adı, kaynaklarda Mahmûd
bin Osman bin Nakkaş Ali bin İlyas olarak geçer. (Ayan, 1994) Lâmi‘î O'nun
mahlâsıdır. (Âşık Çelebi, 2406, 135a; Sehi, 834, 45b; Hasan Çelebi, 602,
262b) Asıl Adı Mahmûd, lâkabı Bedreddin'dir. (Kepecioğlu, 4521; Lâmi’î
Çelebi, 1527) Mollâ Câmî'nin Nefehâtü'l-Üns ve Şevâhidü'n-Nübüvve adındaki
iki eserini tercüme ettiği için, kendisine "Câmî-i Rûm" ünvanı verilmiştir.
(Kepecioğlu, 4521)
Lâmi'î Çelebi, pek çok konuda eser vermiş ve Türk edebiyatına çok
az giren veya hiç işlenmemiş mesneviler ve konular üzerinde çalışmayı
seçmiştir. Bu eserlerinden biri de; Vâmık u Azrâ mesnevisidir."Von
Hammer'e göre Vâmık u Azrâ, bütün İran aşk hikâyelerinin en eskisidir.
Bunun Pehlevice bir çevirisi Sasaniler zamanında yapılmıştı, fakat bu
hikâyenin hatırası olan hemen her şey Arap fatihlerinin hükümran olduğu
yıllarda ortadan silinmişti. Unsurî, hicri V. asırda hikâyeyi yeniden gözden
geçirmeye karar verdiğinde, hikâyenin erkek ve kadın kahramanlarının isim
ve aşklarının muğlak kalıntısı dışında hiçbir şey mevcut değildi." (Gibb,
1997, s. 30-31.) Unsurî (ö.441/1050)'nin7
aynı adlı mesnevisinin tercümesi
olan bu eser, Kanûnî'nin arzusu ve Kazasker Kadirî Çelebi'nin8
teşvikiyle altı

7
"Gazneliler devri şairlerinden olup Horasan, Toharistan, Zâbülistan,
Mâveraünnehir, Gur ve Hindistan bölgelerinde hızla gelişen edebiyatın
temsilcisidir." Agâh Sırrı Levend: Türk Edebiyatı Tarihi I, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, Ankara, 1984, s.218-219; "Ebulkasım bin Ahmed Unsurî, Belh'lidir.
350 senelerinde doğmuştur. Babası tüccar idi. Unsurî, Sultanın yanında günden
güne mevkiini yükseltmiş, nihayet padişahın nedimi olmuş ve "Melikü'ş-Şuarâ"
unvanını almıştır. Unsurî, yalnızca V. asrın değil, belki bütün İran edebiyatının
büyük kasidecisi sayılabilir. Kaside ve gazellerden başka mesnevîde de kalem
oynatmıştır. Vâmık ve Azrâ'yı evvela o nazma çekmiştir." Bkz. Ali Nihat Tarlan:
İran Edebiyatı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1944, s.39-40.
8
"Kanunî, Unsurî'nin Farsça Vâmık ve Azrâ'sının Türkçeye tercüme ettirilmesini
kazasker Kadri Efendi'ye emretmiş, o da bunu Lâmi'î'ye vermiştir. Lâmi'î eseri
manzum olarak muvaffakiyetle Türkçeye çevirmiştir." İsmail Hakkı Uzunçarşılı:
Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1988, c.II, s.594; "Kadrî
Abdülkadir Çelebi, divan şairi, Şeyhülislâm (Bursa ö. 1548). Kanunî Sultan
Süleyman'ın yakınlarından Mustafa Ağa'ya hocalık yaptı. Onun vasıtası ile
İstanbul Hacı Hasan Ağazâde, Davut Paşa; Bursa Sultaniye ve İstanbul Sahn
medreselerinde müderrislik yaptı. 1521'de Bursa, 1523'te İstanbul kadısı ve aynı
yıl Anadolu Kazaskeri oldu. 1537'de azledildi. Hacca gitti, dönüşünde
227
ayda tamamlanmıştır. Lâmi'î, Türkçe Vâmık u Azrâ yazanlar arasında başta
gelmektedir. Eserin pek çok yazma nüshaları vardır.9

Vâmık u Azrâ Mesnevisi, Yazılış Hikâyesi ve Kanûnî’nin
Özel İstekleri
İran Edebiyatı'ndaki Vâmık u Azrâ mesnevileri konusunda en detaylı
araştırmayı yaptığı kabul edilen Muhammed Şefî'nin tespitlerine göre;
mesnevinin konu bakımından ilk ele alınışı Yunan asıllıdır.10 Devlet-şâh
Tezkiresi bu konudaki ilk mesnevinin Horasan valisi Emîr Abdullah bin
Tâhir'e (213/m.828-230/m.844) sunulduğu ve beğenilmeyip, suya atıldığından
bahseder. Bu bilgiden yola çıkarak şunu söylemek mümkündür: Bu aşk
efsanesi; Unsurî'den önce Sâsânîler devrinde değil, Abbasiler döneminde
yazıya geçirilmiştir. Gönül Ayan, Türkçe dışında (Arapça, Farsça ve diğer
diller) Vâmık u Azrâ yazan sanatkâr sayısını 21 olarak tespit etmiştir.11
Eski İran'ın Şehnâme'de anlatılmayan orijinal menkıbe-hikâyelerinden
biri olan Vâmık u Azrâ ' nın konusu şöyledir:
Birçok defa evlenmesine rağmen çocuğu olmayan Çin hakanı Talmus
(Teymus), özel ressamı Beşir'in seyahatleri esnasında görerek yaptığı
resimlerden Turan şâhının kızını beğenir ve onu eş olarak alır. Allah onlara
bir oğlan çocuk verir. Adını Vâmık koyarlar. Vâmık'ın olağanüstü güzelliği
bütün dünyaca duyulur. Bu güzellik Gazne padişahının biricik kızı Azrâ'nın

Şeyhülislâmlığa getirildi (1541). Üç ay sonra hastalığı sebebiyle görevinden
ayrıldı. Bursa'ya yerleşti. Mezarı Bursa'da kendi yaptırdığı medresenin haziresinde,
Musa Baba merkadi yanındadır. Geçdi o fâzıl (955) vefatına tarihtir. Şiirde
Kadrî mahlasını kullanmıştır." Bkz. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergâh
Yayınları, İstanbul, 1982, c.V, s.84; İsmail Hakkı Uzunçarşılı: Osmanlı Tarihi,
Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1988, c.II, s.358-359.
9
Geniş bilgi için bk. Gönül Ayan: Lâmi'î Vâmık u Azrâ, Atatürk Kültür Merkezi,
Ankara, 1998; Agâh Sırrı Levend: Türk Edebiyatı Tarihi I, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, Ankara, 1984, s. 84; Hamit Bilen Burmaoğlu: Bursalı Lâmi'î Divanı'ndan
Seçmeler, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1989, s.21.
10 Bu bilgi ve Lâmi'î Çelebi'nin Vâmık u Azrâ mesnevisi için bk.; Gönül Ayan:
Lâmi'î Vâmık u Azrâ, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara, 1998, s.14; Muhammed
Şefî, Mesnevî-i Vâmık u Azrâ-yı Unsurî, Lâhûr, 1967.
Yunan asıllı bir efsane veya hikâyeden mülhem olan Unsurî'nin Vâmık u Azrâ
mesnevisinde adları geçen bazı kahramanların tarihî ve efsânevî kişilikler olduğu
anlaşılıyor. Bunlardan ilki olan Azrâ'nın babası Filikrat, Heredot Tarihi'ne göre,
Akos'un oğlu Polycrates (M.Ö.537-522)'tir. Şamos adası Polycrates'in hâkim
olduğu Samos (Sisam) adasıdır. 11 Geniş bilgi için bk., Gönül Ayan: Lâmi'î Vâmık u Azrâ, Atatürk Kültür Merkezi,
Ankara, 1998, s.2-17.
228
kulağına gider. Azrâ'nın güzelliği de dillere destândır. Azrâ, daha görmeden
Vâmık'a âşık olur. Azrâ'nın dadısı onun resimlerini Vâmık'a göndererek
Vâmık'ın da Azrâ'yı sevmesini sağlar. Vâmık, Azrâ'ya kavuşmak için sırdaşı
Behmen ile birlikte yola çıkar. Birçok tehlikeler atlatır. Macerâ ve mücadelelerle
dolu bu zorlu yolculukta zaman zaman yener, yenilir ve yaralanır.
Sultan Erdşîr'in kızı Dilpezîr, onlara birçok kere yardımda bulunur. Dilpezîr,
Behmen'e âşık olmuştur. Behmen Tûr'a esir olunca, Dilpezîr Vâmık'ı Kal'a-i
Dilgüşâ'ya götürür. Oradan Lahicân ve Feri adlı cin ve dev sultanları
tarafından Kaf dağına kaçırılır. Bu arada Azrâ da Vâmık'ı aramaya çıkmıştır.
Yolda Dilpezîr ile karşılaşırlar. Bir ara Vâmık, Azrâ ile Dilpezîr'e kavuşursa
da, Dilpezîr Behmen'i ister ve yeni macerâlar onları birbirlerinden ayırır.
Azrâ resminden kendisine âşık olur. Tûs padişahı Mizbân'ın eline düşer.
Ancak Azrâ, acı çekmekte ve kimseyle konuşmamaktadır. Bu sırada Vâmık,
ateşperest Hintlilerce yakalanıp, ateşe atılırsa da yanmaz. Azrâ ise, Mizbân'ın
elinden kaçıp, zencilere tutsak olur. Sonunda Azrâ zencilerden, Vâmık
da ateşperstlerden kurtulup, Tûs şehrinde birbirlerini bulurlar. Sonra burada
Lahicân ile Ferî, Behmen ile de Dilpezîr birbirlerine kavuşurlar. Tûs şahı
Mizbân, Hümâ adlı güzel bir kız ile, onun güzel tabibi de dâye ile nikâhlanır.
Mizbân ziyafetler verir ve eğlenceler düzenler. Hep birlikte nice mutlu
günler geçirirler. Sonunda Vâmık ile Azrâ, Mizbân'dan izin alıp, ülkelerine
dönerler. Vâmık'la Azrâ, Behmen'le Dilpezîr, Helhilah'la Hümâ, hekim Pîr'le
Azrâ'nın hizmetçisi evlendirilir ve hikâye böyle biter. (Pala, 1990, s. 510-
512; Gibb, 1997, s. 252-254.)
Türk edebiyatında Vâmık u Azrâ mesnevisini ilk olarak Behiştî
Ahmed Çelebi (ö.913/m.1507) kaleme alır. İkinci olarak Muîdî tarafından
tercüme edilen eser, Türk edebiyatında bir etki bırakmamıştır. Ancak
Lâmi'î'nin tercümesi ile şöhrete ulaşır. Lâmi'î Çelebi'nin tercüme diğer
eserlerinde de olduğu gibi adetâ telif hüviyeti kazanır ve Türk-İslâm toplumuna
adapte edilip, yerli bir kimliğe kavuşur. Ayrıca Manisalı Cami'î (XVI.
yy.), Bursalı Hevâî Mustafa (ö.1017/m.1608), Kubûrîzâde Abdurrahman
Rahmî (ö.1715), Hamzavî, Cemâlî'nin de Vâmık u Azrâ mesnevisi yazdığı
kaydedilir. Ayrıca Paris Millî Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Katalogu’nda
Kâdirî Çelebi de mesnevi müellifi olarak görünmektedir ki, bu bilgi yanlıştır.
Hakkında bilgi verilen ve Lâmi'î Çelebi tarafından tercüme edilen bu
mesnevinin Kanûnî Sultan Süleyman'a takdiminde, eserle birlikte bir de
mektup gönderilir. Mektupta Sultan Süleyman'ın bazı özel isteklerle eserin
tercümesini istediğini görmekteyiz. Meselâ, Vâmık u Azrâ kaleme alınırken
bazı yerlerin boş bırakılması ve daha sonra bu boş kısımların konuya uygun
229
resimlerle tasvir olunacağı işaret edilmiştir.12 Sultan tarafından verildiği tahmin
edilen bu emri dikkate aldığımızda; eserlerin muhtevası yanında fizikî
yapıları konusunda da bir hassasiyetin varlığı önem kazanmıştır. Minyatür,
tezhip, cilt, hat gibi sanat dallarında sarayın bir bölümünün ünlü sanatçıların
hünerlerini gösterdikleri "atölye" hüviyetinde olduğu tarihî gerçektir.
Bu mesnevinin de saray nakkaşları tarafından tasvir edileceği anla-
şılmaktadır. "Osmanlı sarayı ehl-i hıref teşkilâtının en önemli bölüklerinden
olan nakkaşlar, Saray'a ait nakış sanatı ile ilgili her türlü görevi yapmakla
görevliydiler. Bunların arasında müzehhiplik, musavvirlik, ressamlık, cetvelkeşlik,
renkzenlik, yeni kitap sanatına ilişkin faaliyetler bulunduğu gibi,
kutu, sandıkça gibi ahşap ya da mukavva üzerine yapılan çeşitli taşınabilir
eşyanın bezenmesi de önemli bir yer tutuyordu." (Çağman, 1989, s. 35) Önceleri
İstanbul'da çarşı esnafının yürüttüğü bu sanat kolları ve sanatçıların,
daha sonraları Yeni Saray'ın içinde ve yakınında "Nakkaşhâneler"de çalış-
malarını sürdürdükleri biliniyordu. (Tanındı) Sanat tarihi ve devlet adamlarının
sanat konusundaki düşünceleri açısından önemli bir belge sayılabilecek
bu mektup ve eser; ilgililerin bilgisine sunulmalıdır. Ancak Kanûnî Sultan
Süleyman'ın isteğine uyan şairin bu eserinin tasvirli nüshasına ulaşmak
mümkün olamamıştır.
Mektubun muhtevasından ve kayıtlı bilgilerden mesnevinin kısa
sürede tamamlanması gibi bir emrin olduğu da anlaşılabilir. Edebiyat tarihi
ile ilgili eserlerde Vâmık u Azrâ mesnevisinin 6 ayda tamamlandığı
belirtilirken, mektupta Lâmi'î'nin eseri 5 ayda bitirdiği özellikle ifade edilir.
Yine 5.000 beyit olduğu yazılan eserin, 6.000 beyit miktarınca olduğu da
mektupta zikredilmektedir. Dilinin Türkçe ve Şem ü Pervâne dilinde olduğunun
altı çizilir. (Ayan, 1998) 13

12 Yurt içi ve yurt dışında 17 yazma nüshasını tespit edebildiğimiz Vâmık u Azrâ
mesnevisinin, bu özellikleri taşıyan, yani sayfalarında tasvir/minyatür bulunan
nüshasına tesadüf edilmemiştir. Eserin bilinen yazmaları:
Afyon Gedik Ahmed Paşa Kütüphanesi No.17673. Ankara (Genel) Kütüphanesi
No.890. Atatürk Üniversitesi (Seyfeddin Özege), Agâh Sırrı Levend Yazmaları
No.487. Bayezid Umum Kütüphanesi No.5410. Paris Millî Kütüphanesi,
Blochet, No.AF.353, Supplement Turc No.1372. Bursa (Genel) Kütüphanesi
No.1448. Bursa (Haraçcıoğlu) Kütüphanesi No.1448. Bursa (Orhan) Kütüphanesi
No.967. Çelebi Abdullah (Süleymaniye) Kütüphanesi No.286. Viyana
Kütüphanesi Flügel, No.667. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Ty. No.1871,
Ty. No.9278. İzmir (Atatürk) Kütüphanesi No.625. İzmirli (Süleymaniye) Kü-
tüphanesi No.625. Kadızâde Mehmed Efendi (Süleymaniye) Kütüphanesi No.
418. Hollanda Leiden, Or. No.566.
13 Gönül Ayan; "Unsurî'nin bugün ele geçen mesnevisinin beyit sayısı 515 iken,
Lâmi'î Çelebi'nin Vâmık u Azrâ'sı 5981 beyittir." tespiti ile mesnevinin beyit
sayısını kesinleştirir.
230
Padişahı yücelten ve onu medheden ifadelerle birlikte, Sultan'ın
Rodos'u fethi münasip bir şekilde vurgulanır.14 Rodos kalesinin müstahkem,
sağlam ve zor alınır bir yapıda olduğunun altı çizilir. Rodos'un alınması
onun için çok önemli olaydır. Şair, Vâmık u Azrâ 'da da bunu dile getirir:
Çün riúÀba baãdı evvel dem ayaà
Engürüsüñ sìnesine urdı dÀà
Úıldı ikinci úadem ol çaròa gÀm
Fetó-i Rodos ile Efrencì tamÀm
Lâmi'î Çelebi, Rodos'un fethini kutlamak ve bağlılığını sunmak
amacı ile Şem ü Pervâne diliyle bir eserin kaleme alındığını, ancak zamanın
çabuk geçtiğini bildirip, özrünü beyân edip, eseri yüce makama takdim eder.
Südde-i Seniyye-i SüleymÀnìye ve ‘Atabe-i
äÀóib-úırÀnìye Úıããa-i VÀmıú u ‘AõrÀ İrsÀl
Olunduúda Yazılan ‘Arø-dÀşt-ı ‘Ubÿdiyyetdür:15
ÁsitÀne-i sa‘Àdet-ÀşiyÀna ‘ubÿdiyyet çehresin
sürüp, ve südde-i siyÀdet-nişÀna òidmet cebhesin
urup, devÀm-ı cihÀn-bÀnì du‘Àlarını tecdìd ve
úıvÀm-ı ãÀóib-úırÀnì åenÀların temhìd itdükden
ãoñra, ebnÀ’-i bende-i bì-miúdÀr ve inhÀ’-i õerre-i
òÀksÀr oldur ki; ol ‘atebe-i ‘aliyyeden (G.102):
"LÀ-zÀlet mül–eme’en li-şifÀ’i'l-ekÀsira ve
mülhemen li-cibÀhi'l-úayÀãira.".16 Bu faúìr ü óaúìr,
‘uzlet-i ittisÀm[l]a evÀyil-i muóarremü'l-óarÀm,
bir nüsòa-i nesò-irtisÀmla (H.90b) ki elfÀô-ı
merúÿmı süròle manôÿm ve ‘unvÀn-ı mersÿmı Úıããa-i
VÀmıú u ‘AõrÀ 'yla mevsÿmdur.

14 "Selim I. (Yavuz)'in Mısır'ı fethetmesi üzerine, ana vatandan bu yeni ve zengin
eyâlete giden yolların emniyetinin tam olarak temin edilmesi artık kati bir zaruret
halini almış bulunuyordu. Bu maksatla pâdişah yakın tarihi göz önüne alarak,
esaslı hazırlıklara girişilmesini istedi (Tuhfetü'l-Kibâr 10b) ise de, ömrünün vefa
etmemesi yüzünden, Rodos'un fethi oğlu Süleyman I. (Kanûnî)'a müyesser oldu.
4 ay 23 gün süren bir kuşatmadan sonra, kale, 1 Safer 929 (20 Kânûn I. 1522)
günü Türklere teslim edilmiştir." Besim Darkot: "Rodos", İslâm Ansiklopedisi,
Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, c.9, s.753-758.
15 Lâmi'î Çelebi: Münşe'ât-ı Lâmi'î, Bursa Yazma ve Eski Basma Eserler Kütüphanesi,
Genel Bölümü, No.1527/I, s.101-105 (G); Bursa Yazma ve Eski Basma
Eserler Kütüphanesi Haraçcıoğlu Bölümü, No.938, 90a-91a (H).
16 Kayserlerin (sultanların) karşı koymasından ilham alarak, iksirlerin şifâ olması
için, ağzı kapalı olmaya devam etti.
231
Óükm-i şerìf-i úader-tüvÀn u gerdÿn-meùÀ‘ ve
fermÀn-ı münìf-i úaøÀ-cereyÀn u vÀcibü'l-ittibÀ‘
vÀrid olup, maømÿn-ı meymÿn-ı fÀyiøü'n-nÿr ve
manùÿú-ı hümÀyÿn-ı mevfÿru's-sürÿrunda; ol óikÀyeti
feròunde-rivÀyetüñ şÿò u òoş-Àyende ‘ibÀretle ve
selìs ü meserret-efzÀyende isti‘ÀrÀt birle Türkì
naôm olunması buyurulmış. "Eùì ‘u'llÀhe ve eùì ‘urrasÿle
ve uli'l-emri minküm."17 muúteøÀsınca, cÀn u
dilden "sem‘an ve ùÀ‘aten" dinilüp, óasbe'l-maúdÿr,
bi'l-‘aczi ve'l-úuãÿr biş ay içinde altı biñ
miúdÀrı beyt, òizÀne-i (G.103) faøl-ı Óaúdan
‘inÀyet ve mekÀmin-i mevÀhib-i MennÀn-ı muùlaúdan
hidÀyet olup, imtiåÀlen li-emri'l-‘Àlì, dergÀh-ı
felek-iştibÀha ve bÀrgÀh-ı ‘Àlem-penÀha, envÀ‘-ı
şikestegì vü şerm ve eãnÀf-ı dil-bestegì vü Àzerm
birle irsÀl úılındı. Ve ol nüsòanuñ cÀ-be-cÀ
kenÀrında taãvìr yirleri úonulsun diyü işÀret
olunmış. Ol işÀret-i beşÀret-encÀmuñ mÿcibince bÀb-
ı sa‘Àdet-me’Àb-ı salùanata ‘arø olan KitÀbuñ
tesvìdinde taãvìr maóalleri beyÀøla faãl olundı. Ve
bundan esbaú ‘avn-i RabbÀnì ve 'inÀyet-i SulùÀnì
birle óıãn-ı óaãìn-i Rodos ki rÿy-ı zemìnde (óiãÀr-
ı gerdÿn gibi metn-i metìndür. Ve beyne'l-óuãÿni
ve'l-úılÀ‘ sÿr-ı üstüvÀrıyla rükn-i rekìndür)18.
Şeref-i fetó-i mübìn ile müşerref olduúda, i‘lÀn-ı
da‘avÀt-ı cenÀb-ı ôıll-ı İlÀhì ve i‘lÀm-ı òıdemÀt-ı
pÀdişÀhì úaãd olunup, Şem‘ ü PervÀne (H.91a)
zebÀnında bir dil-keş (G.104) efsÀne birle naòlbendlik
olunup, silk-i intiôÀmı mühr-i iòtitÀmla
tamÀm olmışdı. AmmÀ vaúÀyi‘-i rÿzigÀr ve mevÀni‘-i
leyl ü nehÀr vÀsıùasıyla şeref-i òÀk-bÿs-ı óÀúÀnìye
dest-res bulmayup úalmışdı. ÓÀliyÀ; "El-umÿru
merhÿnetün bi-evúÀtihÀ."19 vefúınca, òuddÀm-ı kirÀm-
ı sidre-úıyÀm-ı bÀrgÀh-ı a‘lÀya aóyÀnen teõkire-i
mezìd-i tasrìó ve tabãıra-i kemÀl-i tefrìó olsun
içün bile gönderildi.
"Va'llÀhi mÀ in medaótü Muóammeden bi-maúÀletì

17 Allah'a itâat edin, Elçiye ve sizden olan buyruk sahibine itâat edin. Nisâ: 4/59
(Kısmî iktibas).
18 Bu kısım G nüshasında eksiktir.
19 İşler, vakitler tarafından rehin alınmıştır.
232
[Ve]lÀkin medaótü maúaletì bi-Muóammedin."20
Hem-vÀre nÀm-ı şerìf gibi mestÀnî ve õikr-i
cemìl-i ãÀóib-úırÀnì, ‘unvÀn-ı beyÀn-ı tevÀrìò-i
selÀùìn-i cihÀn ve ser-defter-i menÀúıb-ı esÀùìn-i
devrÀn bÀd-ı ilÀ-yevmi't-tenÀd, "Hemìşe tÀbe beyÀø
nehÀr mìÀrend. MesÿdÀn-ı leyÀl ez-berÀ-yı øabù-ı
óisÀb, úadr ü beúÀ-yı tÿ bÀd-ı çendÀnì ki dermuóÀsebe
(G.105) ‘Àciz şevend ehl-i kitÀb."21 EddÀ‘iyü'l-faúìr,
LÀmi‘ìyü'l-óaúìr.
Bursa Yazma ve Eski Basma Eserler Kütüphanesi Genel Bölümü
No.1527'de kayıtlı olan Münşeât (Nisâbü'l-Belâga) nesih hatla yazılıp, 1b ve
2a yaprakları ser-levhalı ve cetvelleri tezhiplidir. Miklepli ve bez ciltli olan
bu eser, 96 yaprak ve 15 satırdan oluşmuştur. Nüshanın her sayfasına da
numara konulmuştur. 182X110; 118X54 mm ölçülerindeki Münşeât, heyet
kararı ile Şubat 1926'da Bursa Eminiye Dergâhı'ndan Bursa Yazma ve Eski
Basma Eserler Kütüphanesi Genel Bölüm'e nakledilmiştir.
Lâmi'î Çelebi tarafından Kanûnî Sultan Süleyman'a takdim edilen ve
günümüz harfleriyle sunulan mektubun, zamanımız Türkçe'siyle verilmesi
araştırmacılar için de faydalı olacaktır:
Yüce Hükümdar Süleyman'ın Makamına Vâmık u Azrâ Hikâyesi
Gönderildiğinde Yazılan ve Bağlılığın Hâtırası Olan Mektuptur:
Mutluluk yuvası İstanbul'a kulluk çehresini sürüp, efendilik tuğrası
eşiğine hizmet için alnı koyup, milletlerin yüce hükümdarına duâları
yenileyip, övgüleri yaydıktan sonra; sayısız kulluk ve zerrece önemsiz bu
yazıyı ulaştırmada maksat odur ki, o Osmanlı Sultanı'nın başkenti ki,
"Sultanların karşı koymasından ilham alarak iksirlerin şifa olması için ağzı
kapalı olmaya devam etti." Bu âciz ve fakir, Muharrem ayının başlarında
uzletin güzelliğinde, Kıssa-i Vâmık u Azrâ diye adlandırılan ve bu kırmızıyla
yazılmış manzumeyi istinsah etti.
Dünyanın sermâyesi, itibarın gücü olan yüce hükmü ve ulu fermanı
ele geçip, uyulması gereken emri erişti. Nur dolu mazmunu ve sevinci bol
sözlerinde; o şuh, uğurlu, zahmetsiz hikâyenin ibretlerle, akıcı isitarelerle
Türkçe nazm edilmesi buyurulmuş. "Allah'a itâat edin, Elçiye ve sizden olan

20 Allah'a yemin ederim ki, ben sözlerimle Hz. Muhammed'i medh ettiğimi iddia
etmiyorum, etmedim; bilakis Hz. Muhammed'i öğmekle sözlerimi güzelleş-
tirdim. 21 Daima gün, aydınlıkla başlar. Gece karanlığı ise, hesabını tutmak için gider.
Senin değerin ve devamın öyle olsun ki, kitap ehli onun hesabından âciz kalsın.
233
buyruk sahibine itâat edin." buyruğunca, can ve gönülden "Başüstüne!"
denilip, epeyce kusur ve acizlikle beş ay içinde altı bin civarında beyit;
Allah'ın yardımı ve ihsanı bol Tanrı'nın hidâyeti ile yüce emre uyarak, âlemin
sığınağı, feleğin dergâhına, gönül bağlılığı, sevgi, utangaçlık ve sıkıntılı
bir şekilde takdim edildi. Ve o eserin kenarlarında yer yer resim için
boşluklar bırakılmasına işaret edilmiştir. O kutlu hükümdarın emri gereği,
saltanatın saadet sığınağı olan Sultan'a sunulan Kitab'ın yazılmasında tasvir
yerleri uygun bir şekilde boş bırakıldı. Bundan önceki zamanda Allah'ın
yardımı, Sultan'ın inâyeti ile yeryüzünde dünyanın en sağlam kalesi,
dayanıklılık bakımından kaleler arasında en sağlam kale olan Rodos fetihle
şereflendiğinde, Allah'ın gölgesi olan Sultan'ın davetleri ve Padişah'ın
hizmetlerine sunulmak istenmiştir. Şem ü Pervâne dilinde gönül çekici bir
efsane ile düzgün tertibi sonuç mührüyle tamamlanmıştı. Fakat zamanın
gelişmeleri ve geceyle gündüzün engelleriyle Hakan'ın ayağının toprağına
yüz sürmek nasip olamamıştı. Dolayısıyla "İşler, vakitler tarafından rehin
alınmıştır." düşüncesiyle, yüce makama ferah olgunluğunun feneri ve açık
ifadenin tezkiresi olsun diye arasıra (bu tür mektuplar) gönderildi.
"Allah'a yemin ederim ki, ben sözlerimle Hz. Muhammed'i medh
ettiğimi iddia etmiyorum, etmedim; bilakis Hz. Muhammed'i öğmekle
sözlerimi güzelleştirdim." Her zaman mübarek nâmı gibi sarhoş edici, yüce
hükümdarın güzel zikri ile yeniden dirilme gününe kadar, devrin ileri
gelenlerinin baş defteri ve cihan sultanlarının tarihlerini açıklayan bir kitap
ki; "Gün, daima aydınlıkla başlar. Gece karanlığı ise, hesabını tutmak için
gider. Kitap ehli senin değerini ve devamını yapmaktan âciz kalsın." (İmza)
Duâcınız fakîr ve hakîr Lâmi'î (Çelebi).
Sadece bir mektubunu ele aldığımız Lâmi'î Çelebi'nin Münşeât 'ında
ayrıca; İbrahim Paşa, Seyyid Emir Ahmed Buhârî, Anadolu Kazaskeri Kadrî
Efendi, Rumeli Kazaskeri Muhyiddin Efendi, İskender Çelebi ve İshak
Çelebi'ye mektupları vardır. Bazı erkâna, Seyyid Emir Ahmed Buhârî
hakkında iftiralarda bulunan devrindeki bir nemmâm ve fitneciye de yazdığı
mektupları mevcuttur.
Sonuç
İlim ve sanat ehlini koruyan, gözeten ve onlara türlü hediyeler veren
hâmî devlet adamları, bu işi gerçekleştirirken o dünyanın parçası olmuş ve
kimi zaman da sanatçıyı yönlendirmiştir. Bazen çok ilgi duydukları bir eser
veya konu hakkında özel isteklerde bulunup, kendi zevk ve estetik
anlayışları içerisinde hassasiyetlerini bildirmişlerdir. Ele aldığımız Vâmık u
Azrâ mesnevisi örneğinde görüldüğü gibi işin ehli aranmış, bulunmuş ve
eserin telif/tercümesi ona tevdi edilmiştir. Eserin çevirisi belli süre içerisinde
234
(beş ay), belli özelliklere sahip (ehl-i sünnet hassasiyeti), belli beyit sayısı
(altıbin), belli yaklaşımlar, belli lisan (Türkçe) ve titizlikler içerisinde nazm
edilip sultana takdim edilmesi özel emirle istenmiştir. Ayrıca mesnevideki
konuların gelişimine göre uygun boşluklar bırakılması ve o yerlere nakkaş-
hanede resim yaptırılacağı ayrıca belirtilmiştir. Neticede şu gerçeğe ulaşılmıştır:
Sanat ve sanatkârı koruyan devlet mensupları, bunun bir heves ve
gösteriş vesilesi olmasından öte, kaliteyi yükseltme, sanatı geliştirme, bilgi
sahibi olma, zevk alma düşüncesiyle gerçekleştirilmesini sağlamışlardır.
Kaynakça
Âşık Çelebi. (2406). Meşâ‘irü'ş-Şu‘ara. İ.Ü. Ktp. Ty. No.2406.
Ayan, G. (1994). Lâmi‘î Çelebi'nin Hayatı, Edebî Kişiliği ve Eserleri. Selçuk
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 1(1), 43.
Ayan, Gönül. (1998). Lâmi'î Vâmık u Azrâ. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi.
Çağman, F. (der.) (1989). Saray Nakkaşhhanesinin Yeri Üzerine Düşünceler.
Sanat Tarihinde Doğudan Batıya. İstanbul: Sandoz Kültür Yayınları.
Çelebioğlu, Â. (1994). Kânunî Sultân Süleymân Devri Türk Edebiyatı.
İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı.
Gibb, E.J.W. (1997). Osmanlı Şiir Tarihi- A History of Ottoman Poetry IIIV.
Ankara: Akçağ Yayınları.
Hasan Çelebi (602). Tezkiretü'ş-Şu'arâ. İstanbul Ali Paşa Ktp. No.602.
İnalcık, H. (2003). Şair ve Patron. Ankara: Doğu Batı Yayınları.
Kara, M.- Atlansoy, K. (1997) Mehmed Şemseddin: Yâdigâr-ı Şemsî I-II.
Bursa: Uludağ Yayınları.
Kepecioğlu, K. (4521). Bursa Kütüğü. Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler
Kütüphanesi, Genel Bölümü, No. 4521.
Kurnaz, C. (2003). Osmanlı Şairlerinin Nevâyî Referansı. Türk Dili, 617,
509-513.
Lâmi'î Çelebi (1527). Münşeât-ı Lâmi'î. Bursa Yazma ve Eski Basma Eserler
Kütüphanesi, Genel Bölümü, No.1527.
Pala, İ. (1990). Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü I-II, Ankara: Akçağ
Yayınları.
Sehî. (834). Heşt Behişt. İ.Ü. Ktp. Ty. No.834.
Tanındı, Z. Nakkaşhane. DİA. Yayımlanmamış ansiklopedi maddesi.
Tezcan, Esma. (2004). Pargalı İbrahim Paşa Çevresindeki Edebi Yaşam.
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Bilkent Üniversitesi Ekonomi
ve Sosyal Bilimler Enstitüsü.
235
Uzunçarşılı, İ. H. (1988). Osmanlı Tarihi. Ankara: Türk Tarih Kurumu
Basımevi.

Konular