ABDÎ’NİN NİYÂZ-NÂME-İ SA’D Ü HÜMÂ MESNEVİSİ

Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or
TurkicVolume 7/2 Spring 2012, p.557-575 , ANKARA/TURKEY
ABDÎ’NİN NİYÂZ-NÂME-İ SA’D Ü HÜMÂ MESNEVİSİ
Hasan GÜLTEKİN*
ÖZET
Bu çalışmada XVI. asır Divan şairlerinden Abdî’nin Niyâz-nâme-i
Sa’d u Hümâ adlı mesnevisi incelenmiştir. Kısa bir mesnevi olan Niyâznâme-i
Sa’d u Hümâ iki kişi arasındaki aşk hikâyesini anlatmakla
birlikte, iki kahramanlı aşk hikâyesi konulu klasik mesnevilerden,
üçüncü bir âşık kahraman bulundurmasıyla farklılık göstermektedir.
Bu diğer âşık, hikâyede heyecan unsuru olarak yer almaktadır.
Olayların anlatımında herhangi bir giriftlik yoktur. Hikâyenin kurgusu,
masalsı özellikleri olan kişi ve mekânlarla kurulmadığı için gerçekçidir.
Konusu Şiraz’da geçmesine rağmen, tercüme bir mesnevi değildir. Şair,
bu eserini özgün bir eser olarak kurgulamış olup telif bir eser ortaya
koymuştur. Bu çalışmaya konu olan mesnevinin transkripsiyonlu metni
daha önce Adnan İnce tarafından yayımlanmıştı. Aşağıdaki yazı bu
transkripsiyonlu metin üzerinde yapılan bir tahlil denemesidir.
Anahtar Kelimeler:Mesnevi, transkripsiyonlu metin, metin
tahlili, yapısal inceleme.
ABDI’S MASNAVI: NIYAZ-NAME-I SA’D U HUMA
ABSTRACT
Abdi, who is one of the famous Divan poets in the XVIth centruy.
This article studies Niyaz-name-i Sa’d u Huma which is a true love story
with two heroes was written by Abdi. Difference in the classical
masnavis which is the hero is to have three. This other lover, the story
takes place as an element of excitement. There is no telling of the events
of any complexity. Fiction of the story is realistic at which there isn’t the
mythic properties of people and places. Subject of the story relates to
Shiraz but this masnavi is not translated works. The poet wrote his
masnavi as an original work. Masnavi which is the subject of our article
on with the transcribed text of this mesnevi had been published
previously by Phd. Adnan İnce. This study will include a structural
analysis and textual analysis on this transcribed text.
Keywords:Masnavi, transcribed text, textual analysis, structural
analysis.

* Yrd. Doç. Dr., Adnan Menderes Ü. Fen-Ed. Fak. Türk Dili ve Ed. Böl. El-mek: hgultekin@adu.edu.tr
558 Hasan GÜLTEKİN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2Spring 2012
Giriş
XVI. asır Divan şairlerinden Abdî‟nin yaşamı hakkında tezkirelerde ve diğer kaynaklarda
herhangi bir bilgi bulunmamaktadır (İnce 1987:155). Abdî‟nin Niyâz-nâme-i Sa’d ü Hümâ (y.
1545) adlı mesnevisinden başka Gül ü Nevrûz (Nüzhet-nâme) (y.1577) ve Cemşîd ü Hurşîd (y.
1558) mesnevileri ile bir Dîvân‟ı vardır.1 Bunlara ilave olarak Nizâmî‟nin Heft-Peyker (y. 1550)
adlı mesnevisini aynı adla Türkçe‟ye tercüme ettiği bir mesnevisinin daha olduğu ortaya çıkmıştır. 2
Şairin bu eseri kütüphane kaydında Lamiî‟ye ait göründüğünden son zamanlara kadar
bilinmemekteydi.
Bu çalışmanın konusunu oluşturan Abdî‟nin Niyâz-nâme-i Sa’d ü Hümâ adlı mesnevisi,
Nüzhet-nâme‟si ve Cemşîd ü Hurşîd‟i gibi İran edebiyatından yapılmış tercüme bir eser değildir.
Konusu Şiraz‟da geçiyor olsa bile şair bu eserini özgün eser olarak kurgulamış olup telif bir
mesnevi ortaya koymuştur3
:
Ya‟ni ki bu defteri ben yazdum
Müşk-i ezfer bile gül-âb ezdüm
Eserin adı kayıtlarda Niyâz-nâme-i Sa’d ü Hümâ olarak geçmektedir.4 Mesnevinin adı
eserin başında ise Niyâz-nâme-i Sa’d u Hümâ ez-güfte-i ‘Abdî-i bî-ser ü pâ be-cenâb-ı Sultân
Selîm-i felek-fersâ şeklinde yazılmış ve eserin 105. beytinde:
Virüben Sa‟d‟den Hümây‟a nemâ
Ol hikâyâtı eyledüm imlâ
1015. beytinde de:
Nâm-ı nâme Niyâz-nâme olup
Rakam olundı hoş-efsâne olup
olarak verilmiştir.
Abdî “Sebeb-i terkîm-i kitâb” bölümünde, Sultan II. Selim‟in hocasının5
kendisinden şah
(II. Selim) adına bir eser yazmasını istediğini söyler:
Şâh nâmına bir tırâz eyle
„Âleme tâze söz ü sâz eyle (100. beyit)

1 Ayrıntılı bilgi için bk. İnce 1986, 1987. Adnan İnce bu iki makalesinde Niyâz-nâme-i Sa’d ü Hümâ‟nın mevcut olan iki
nüshasından birisinin Manisa Genel Kütüphanesi Nr. 2713‟de, diğerinin ise Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Revan
Nr. 836‟da kayıtlı olduğunu bildirmiştir.
2 Ayrıntılı bilgi için bkz. Güzelova:2006
3 Vasfi Mahir Kocatürk bu mesnevi hakkında verdiği bilgilerde, konunun Acem edebiyatından alındığını; Abdî‟nin bu
eseriyle İran edebiyatı hikâyelerinden birini daha divan şiirine kazandırdığını söylemektedir. Fakat Fars edebiyatında
buna benzer hikâyesi olan bir mesnevi bulunmamaktadır. Yerli hikâyeler grubuna (Levend 1968:72) da dahil
edemeyeceğimiz bu mesnevi, Fars edebiyatından tercüme olmamasıyla ön plandadır. Fakat, işlediği aşk konusu ve işret
eğlenceleri Fars edebiyatı kaynaklıdır.
4 Bkz. Levend 1968:105; Ergun 1936:I:89; Kocatürk 1970: 362-363.
5
Sultan II. Selim‟in hocasının adı metinde açık olarak verilmemekle birlikte 95. beyitten Şemseddin Efendi olduğu
anlaşılmaktadır:
Şems-i dünyâ vü dîn ü devlet-bîn
Hâce-i şeh Selîm-i pür-temkîn
Abdî’nin Niyâz-Nâme-i Sa’d ü Hümâ Mesnevisi 559
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2Spring 2012
Ayrıca eserin Sultan II. Selim‟e sunulduğu, mesnevide bulunan Der-medh-i şeh-zâde-i
gerdûn-iktidâr Hazret-i Sultân Selîm-i nâmdâr başlığından da anlaşılmaktadır.6
Şair, eserini hicri
952 yılında bitirdiğini de
Sene-i hicret-i Resûl-i enâm
Hem tokuz yüz hem ellikiydi tamâm (h. 952/m.1545)
Vardı encâma bu sarây-ı sürûr
Vardı gâyâta bu kusûr-ı hubûr
beyitleriyle bildirmektedir (1025, 1026. beyitler7
).
Abdî, mesnevinin hâtime kısmında zor durumda olduğunu, eserini sunduğu Sultan II.
Selim‟den yardım beklediğini söylemektedir:
Var ümîdüm ki dest-gîr olasın
Devlet ü „izzet ile pîr olasın (1048. beyit)
Lâyık olur mı iy şeh-i „âlem
Zillet içre kulun kala niçe dem (1051. beyit)
Abdî, Niyâz-nâme-i Sa’d ü Hümâ‟daki medhiyelerden birini Sultan II. Selim‟e, birini
Sultan II. Selim‟in hocası Şemseddin Efendi‟ye ve birini de Sultan II. Selim devrinde kubbe veziri
olan Cafer Paşa‟ya yazmıştır.8
Çift kahramanlı aşk mesnevilerinde işlenen aşk hikâyelerine benzemesine rağmen hayalî ve
olağanüstü hiçbir olayın geçmediği, beşeri bir aşkın işlendiği Niyâz-nâme-i Sa’d ü Hümâ tamamen
gerçek bir hikâye görünümündedir. Eser 1075 beyit olup elde iki nüshası bulunmaktadır.9 Birisi
21x14, 16x18.5 cm, 34 yaprak, 17 satır, bozuk bir talikle yazılmış ve istinsah tarihi ve müstensihi
bulunmayan Manisa Genel Kütüphanesi nr: 2713‟te kayıtlı olan nüshadır. Diğeri ise 19x13.5,
14x8.5cm, 45 yaprak, 13 satır, nesihle yazılmış ve istinsah tarihi ve müstensihi bulunmayan
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Revan nr: 836‟da kayıtlı olan nüshadır ve bu nüshanın
varlığını önce A. Sırrı Levend haber vermiştir.10
Klasik bir mesnevide olduğu gibi Niyâz-nâme-i Sa’d ü Hümâ, giriş, konunun işlendiği asıl
bölüm ve hâtime olmak üzere üç bölümden meydana gelmiştir. Bu düzenleniş şekli sırasıyla: bir
tevhid manzumesi (1-35. beyitler), bir na‟t manzumesi (36-50), dört halife için bir manzume (51-

6
Şair, II.Selim‟in musikiye olan ilgisini bildiğinden “Sebeb-i terkîm-i kitâb” bölümünde eseri II. Selim için yazmaya
başladığını musiki terimleri kullanarak ortaya koymaktadır:
İdüp uşşâk ile nevâyı karîn
Bûselikde kılup hezâr enîn
Virüben Sa‟d ü Hümâ‟ya nemâ
Ol hikâyâtı eyledüm imlâ
7Niyâz-nâme-i Sa’d ü Hümâ‟yı tanıtan bir yazıyla eserin transkripsiyonlu metni daha önce Sayın Adnan İnce tarafından
yayımlanmıştı. Bkz. İnce 1987:162-201. Yazımızda gösterilen beyit numaraları Adnan İnce‟nin makalesinde verilen
transkripsiyonlu metindeki gibidir.
8
Sultan II. Selim‟in hocasına ve dönemin veziri olan Cafer Paşa‟ya mehdiye yazdığına göre, Abdî‟nin bu kişilerle
görüştüğü ve ünsiyetleri olduğu anlaşılmaktadır.
9 Eserin nüsha bilgileri, İnce 1968:190; 1987:159-160‟tan alınmıştır.
10 Bkz. Levend 1968:105.
560 Hasan GÜLTEKİN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2Spring 2012
58), Hz. Muhammed‟den şefaat için bir manzume (59-63), fahriyye ve sözün övgüsünü konu alan
bir manzume (64-76), sebeb-i terkîm-i kitâb ve Şehzade Selim‟in hocasının medhi (77-105),
Şehzade Selim‟in medhi (106-133) ve şehzadeye öğütler manzumesi (134-138) ve Cafer Paşa
medhiyyesi (139-155) adlı girişten sonra matla‟-ı dâstân başlığı ile hikâye başlar (156-995) ve
mesnevi, hâtime (995-1075) ile son bulur.
Eserin giriş kısmındaki manzumeler mesnevi nazım şekli ile yazılmıştır. Asıl hikâyenin
anlatıldığı kısmın içerisinde gazeller (483-489, 516-532, 588-592, 614-620, 733-739, 777-783) ve
nazmlar da bulunmaktadır. Altı adet gazel âşıkların birbirlerine yazdıkları mektupların (nâme-i
evvel: 456-482, nâme-i düvvum: 494-515, nâme-i süvvum: 566-587, nâme-i çihârum: 601-613,
nâme-i pencüm: 721-732, nâme-i şeşüm: 761-776) içerisinde olup üçü Sa‟d üçü de Hümâ
tarafından söylenmiştir. Her gazelden sonra ferd (490, 524, 593, 621, 740, 784, 932) başlıklı
musarra bir beyit yer almaktadır. Bunların dışında rubaî başlıklı olup rubaî vezinleri ile yazılmamış
manzumeler de (926-927, 929-930, 934-935, 937-938, 940-941) vardır. Olayın anlatılması
sırasında şair iki yerde konuyu bırakıp öğüt vermiştir. Birinci öğüt Der-bî-vefâyî-i zenân-ı zamân
başlığı ile Hümâ‟nın sözünde durmaması üzerine şair tarafından Sa‟d‟e hitaben kadınların
vefasızlığı üzerine söylenmiştir:
Şîve-i bîveye inanma sakın
Hergiz „ahdin sahîh sanma sakın
Yok durur sözlerinde mihr ü vefâ
Kârıdur şehverine cevr u cefâ
İkinci öğüt Hülâsa-i hitâb-ı ‘anber-nikâb be-tarîk-i mevâ’iz-i rengîn der-kitâb başlığı
altında Sa‟d‟e sabretmesini ve sonucunda da muradına ereceğini öğütleyen sözlerdir:
Gam çeken rûzgârdan niçe yıl
Sabr ile şâdiye döner bilgil
Tâ ki sabr ile olasın pür-kâr
Vire sana murâdunı Dâdâr
Tahkiye Özellikleri ve Muhteva
Genel olarak Klasik edebiyatımızdaki mesnevilerin, insan ve çevresinde olanları idealize
edilmiş kurgularla ve çoğunlukla vakaya dayalı olarak anlattığı bir gerçektir. Mesnevi geleneğinde,
içerik açısından aşk konulu olan mesneviler genellikle iki kişi arasındaki aşkı anlatır (Leyla vü
Mecnun, Süheyl ü Nevbahar). Bazen iki kişi arasındaki aşk hikâyesinin üçüncü kişisi ortaya çıkar
ve iki aşığın kavuşmasını engeller (Ferhad ü Şirin, Leylâ vü Mecnûn). Bu çalışmanın konusu olan
Niyâz-nâme-i Sa’d ü Hümâ da çift kahramanlı aşk mesnevisi grubuna giren bir eser olup, Hümâ
adındaki güzelin aynı anda iki aşığının bulunması bakımından diğerlerinden farklılık
göstermektedir. Vakanın fazla girift olmayışı, iki kişi arasındaki aşk hikâyesi anlatılırken, ikinci
dereceden kahramanların entrikalarla âşıklar arasına girmemeleriyle ilgilidir. Sa‟d ve Hümâ‟nın
dünyasında, sevdiklerinden başka kimse yoktur (Cemâlî‟nin Hümâ vü Hümâyûn‟undaki gibi). 11
Vaka, hikâyenin başrol kahramanı olan Hümâ etrafında dönmektedir. Mekan, hikâyenin başından
sonuna kadar hemen hemen aynıdır. Hümâ‟nın eğlence meclislerinin sonu yoktur (Tutmacı‟nın Gül

11 Bkz. Horata 1993:292.
Abdî’nin Niyâz-Nâme-i Sa’d ü Hümâ Mesnevisi 561
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2Spring 2012
ü Hüsrev‟inde Gül‟ün eğlence meclisinin haftalarca sürmesi gibi). Âşıkların kavuşması için engel
aşmalarına, denizlerden geçmelerine, devlerle savaşmalarına ve entrikacılarla uğraşmalarına uygun
bir kurgu bulunmamaktadır. Mekânın değişmemesi ve entrikacı kahramanların bulunmayışı
vakanın heyecan uyandırıcı tarafının eksik kalmasına sebep olmuştur. Aşk olayı, Hümâ‟nın
bulunduğu yerde başlayıp gelişmekte ve evlilikle bitmektedir. Vaka içerisindeki merak uyandırıcı
tek unsur Hümâ‟nın zaten bir aşığının olmasıdır. Öteki âşığı ile Sa‟d arasında Hümâ‟nın nasıl bir
seçim yapacağı konusunda okuyucu merak içerisinde beklemektedir. Öncelikle âşığına sadık
kalacağını Sa‟d‟e bir mektupla bildiren Hümâ, âşığının uygunsuz bir davranışı üzerine ondan
ayrıldığını ve Sa‟d‟le tekrar görüşmek istediğini yine başka bir mektupla bildirmektedir. İki aşk
arasında kalan Hümâ‟nın Sa‟d‟e, sadece eğlenmek amacıyla birlikte olduğunu tekrar tekrar
söylemesi bir iç çatışmanın varlığını ortaya koymaktadır. Vakanın tamamında sadece Hümâ‟nın ilk
âşığına olan sadakati konusundaki psikolojik durumu ortaya konmaya çalışılmış, budan başka da
hiçbir psikolojik tahlile yer verilmemiştir. Hümâ, Sa‟d‟e kendisine dokunmaması için söz
verdirmekte, fakat sarhoş olana kadar eğlenmekten de vaz geçememektedir. İlk âşığına sadık
kalacağını, Sa‟d‟in aşkına karşılık veremeyeceğini söylemektedir.
Hikâyedeki monotonluk, Hümâ ve Sa‟d‟ın durumlarını kendi ağızlarından anlattıkları
kısımlar, mektuplaşmalar ve âşıkların ağzından aralarda söylenen gazeller sayesinde kırılmaya
çalışılmış ve sadece iki yerde şair-anlatıcı tarafından araya girilerek konuya uygun şekilde
hikâyenin erkek kahramanına öğütler verilmiştir.
a) Vaka
Hikâyenin erkek kahramanı olan Sa‟d aslen Isfahanlıdır. Hikâye, Sa‟d‟ın tasviri ile başlar
ve onun Şiraz‟a gelişi ile devam eder. Şiraz‟ın ve bir mesire yeri olan Âb-ı Murgân‟ın güzellikleri
ve orada eğlenen erkek ve kadın güzeller anlatılır. Recep ayında Şiraz‟ın hoşça bir yer olduğu, ay
yüzlülerin gece ve gündüz orada eğlendiğinden bahsedilir.
Sa‟d burada dolaşırken eğlenenlerin arasında Hümâ‟yı görür ve ona âşık olur. Hümâ bütün
yönleriyle tasvir edildikten sonra iki âşığın tanışmaları ve bir zaman devam eden eğlenceleri
anlatılır. Sa‟d, Hümâ‟ya aşkını itiraf ettikten sonra, Hümâ birini sevdiğini ve onun Kirman‟da
olduğunu, bir gönülde iki sevdanın olamayacağını söylemesine rağmen Sa‟d Hümâ‟nın yanından
ayrılmaz ve Kirman‟daki sevgilisi gelinceye kadar Hüma‟yı birlikte vakit geçirmeye ikna eder.
Hümâ‟nın akrabası olan diğer âşığının adı Ferruh‟tur ve Kirman‟da bulunmaktadır. Ferruh, Şiraz‟a
gelince Sa‟d ile Hümâ ayrılırlar. Ferruh‟un Hümâ ile işret ve eğlenceleri günlerce sürer. Hümâ‟dan
ayrı kalan Sa‟d ise ona mektuplar yazarak durumunun çok kötü olduğunu ayrılığa dayanamadığını
anlatır, fakat Hümâ kendisinden ümit kesmesini belirten cevaplar verir.
Bu arada işretlerinden birinde Ferruh, Hümâ‟ya sahip olmak isteyince Hümâ ondan
uzaklaşır ve kardeşi Firuze‟ye durumunu anlatarak ne yapması gerektiği hakkında öğüt ister. Firuze
ona bir daha Ferruh‟u görmemesini söyler. Hümâ da bu sözü dinler ve Ferruh ile hiç görüşmez.
Bunun üzerine Hümâ‟dan umudunu kesen Ferruh, Kirman‟a geri dönmek zorunda kalır. Bu arada
Sa‟d ümitsizlik içinde İsfahan‟a dönmeyi düşünürken Hümâ‟ya bir mektup daha gönderir. Sa‟d‟ın
durumuna acıyan Hümâ tekrar bir araya gelebileceklerini bildiren bir cevap yazar. Bunun üzerine
tekrar bir araya gelirler ve evlenerek mutlu olurlar.
b) Mesnevinin Kahramanları
Hikâye iki kişi ve dolaylı olarak da üçüncü kişinin bulunduğu bir aşk macerasını anlatır. İki
erkek kahraman, kadın kahraman olan Hümâ‟nın âşığıdırlar. Hümâ‟nın Firûze adında sırdaşı olan
bir kız kardeşi vardır. Çift kahramanlı, aşk konulu mesneviler arasında sayabileceğimiz eserde
kahramanların anne ve babalarının kimler olduğu da belli değildir. Hikâyede yalnızca bu dört kişi
vardır. Sa‟d ve Hümâ hikâyedeki I. derecedeki kahramanlardır. Hümâ‟nın dert ortağı olan Firûze
562 Hasan GÜLTEKİN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2Spring 2012
yardımcı kahraman ve Hümâ‟nın öteki âşığı olan Ferruh da II. derece kahramandır. Hümâ‟nın öteki
âşığı olan Ferruh hikâyede az yer almakta fakat, hikâyenin tek heyecan unsuru olarak
bulunmaktadır. Mesire yerindeki ve eğlence meclislerindeki güzel yüzlüler ise III. derecedeki
dekoratif kişilerdir. Kahramanların fizikî özellikleri, divan şiirinin klişeleşmiş güzel tasvirlerinde
olduğu gibi tek tiptir. Tasvirlere bakınca erkek tasviri mi kadın tasviri mi yapıldığı pek anlaşılmaz.
Bu tarz tasvirler çoğu mesnevide de böyledir (Hamdi‟nin Yusuf u Züleyha‟sında Yusuf‟un
tasvirinde olduğu gibi).
Sa’d: İsfahanlı bir delikanlıdır. Soylu biri olduğu söylenir fakat kimin oğlu olduğu
belirtilmez. Zarif, iyi huylu, selvi boylu, sümbül gibi siyah saçlı ve nüktedan bir gençtir (158-163.
beyitler):
Var idi rûzgârda dil-şâd
Nev-cüvân ü zarîf ü hûb-nihâd
Meh-i anber o şûhek ü şengül
Serv-kad lâle-had saçı sünbül
Hümâ: Hikâyenin kadın kahramanı olup Şirazlıdır. Adı iki yerde Hümây (192. ve 298.
beyit), bir yerde Hümâyûn (224. ve 424. beyit) olarak geçmektedir. Ferruh adında akrabasından
olan bir âşığı daha vardır. Günlerini Âb-ı Murgân denilen mesire yerinde eğlence meclislerinde
geçirir. Yanındaki diğer dilberlerden güzelliği ile öne çıkmaktadır. Ay yüzlüdür, yanakları gül
rengindedir, dudağı yakut, dişleri mercan, gözleri şehla, gümüş tenli bir güzeldir. 194-212.
beyitlerde şairin bakış açısıyla şu şekilde tanıtılan Hümâ;
Lebi yâkût u dişleri mercân
Gözi şehlâ „izârı âb-ı revân
Ser-i mû didiler dehânına
Mûy-ı bârîk-ter miyânına
Zenâhı sîb-i bâğ-ı cennetdür
Gerdeni sîmden mürettebdür
Sanasın bir tezerv-i gül-gûn-pûş
Yâ ki bir gül-„izâr-ı zer-mengûş
238-240. ,243. ve 246. beyitlerde kendi ağzından da şu şekilde tanıtılmaktadır:
İsmim oldı Hümâ-yı ferruh-fâl
Resmüm ile zemâne mâl-â-mâl
Abdî’nin Niyâz-Nâme-i Sa’d ü Hümâ Mesnevisi 563
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2Spring 2012
Reng-i rûyumla pür zemîn ü zemân
Rûy u mûyumla toldı kevn ü mekân
Câygâhum durur benüm Şîrâz
Pîşem oldı hemîşe şîve vü nâz
Toldı âşıklarumla rûy-ı zemîn
İşleri rûz u şeb enîn ü hanîn
Serv-i nâzem velîk âzâdem
Kimse görmez beni perî-zâdem
Ferruh: Kirman‟da yaşayan Ferruh, Hümâ‟nın akrabasından bir delikanlı olup tasviri
yapılmamıştır. Hümâ‟ya âşıktır. Bu nedenle Şiraz‟a Hümâ‟nın yanına gelir, fakat aralarında geçen
kötü bir olaydan sonra ayrılırlar.
Firûze: Hümâ‟nın kız kardeşi ve dert ortağıdır. Hümâ‟nın en iyi dostudur. Firûze‟yi tasvir
eden beyitlere yer verilmemiş olup hakkında sadece derd ü elemi def’ iderdi açıklaması yapılmıştır.
c) Zaman ve Mekân
Mesnevideki vaka zamanı bahar mevsiminde başlayıp bahar mevsiminde bitmektedir.
Zamanda geri ya da ileri doğru dönüşler olmadığı için herhangi bir giriftlik de bulunmamaktadır.
Zaman kronolojik olarak bir zincir hâlinde devam etmektedir. Hikâyenin geçtiği zaman dilimi
olarak Recep (169, 170. beyitler) ayı ve gün olarak da si-şenbih zikredilmektedir. Zamanın ay
olarak belli olmasına rağmen hangi mevsimde bulunulduğu açık değildir. Fakat çimende işret
meclisleri düzenlendiğine göre mevsim bahar olmalıdır.
Receb ayında hoşçadur Şîrâz
Olınur her si-şenbe nâz u niyâz
Mâh-rûlar o mâhda şeb ü rûz
„İşret ü „îş ile olur pîrûz
Mekânlar tabii olmakla birlikte çok geniş değildir. Olay sadece Şiraz‟da ve daha dar bir
mekân olan Âb-ı Murgân denilen mesire yerinde ve kapalı mekânlar olan saraylarda geçmektedir.
Şiraz, hur ve gılmanların olduğu, cennete benzetilen çok güzel bir şehirdir. (164-166. beyitler).
Oradaki mesire yeri olan Âb-ı Murgân da (167,168. beyitler) güzelleri, güzellikleri, özellikle bağ
ve bahçeleriyle ünlü bir işretgâhtır ve olduğu gibi tasvir edilmiştir. Soyut ve subjektif imajlara
dayalı tasvirler bulunmamaktadır:
Bâğ-ı Firdevs kendüdür Şîrâz
Hûr u gılmân cümle „işret-sâz
564 Hasan GÜLTEKİN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2Spring 2012
Nâzenînân u şekkerîn-güftâr
Şîve vü nâz ile kılur reftâr
Her taraf sebzezâr tûtîveş
Her taraf bâg u râgdur dil-keş
Âb-ı Murgân‟ı şehr-i Şîrâz‟un
Menba‟ı oldı şîve vü nâzun
Dil-rübâlarla âb-ı âyine-fâm
Burc-ı âbîde mâh-ı sîm-endâm
Yukarıda verilen yer adlarından başka ülke adı olarak çoğu mesnevide de ortak olan ülke
adları geçmektedir. Masallara özgü efsanevi yer adı geçmeyen mesnevide Hıtâ, Hoten, Hind ve
Rûm gibi ülke adları da benzetme unsuru olarak kullanılmıştır.
Isfahânî olup ol gül-çehre
Seyr-i Şîrâz olur ana behre (163. beyit)
Sîm-sâ‟id durur o sîmîn-ten
Nâfı san nâfe-i Hıtâ vü Hoten (204. beyit)
Zülfine şâne vurdı ol ra‟nâ
Dehen-i şâne toldı müşk-i Hıtâ (790. beyit)
Isfahan ve Kirman şehirleri de yalnızca yer adları olarak zikredilmiş ayrıntı verilmemiştir.
Taraf-ı Isfahân‟a „azm itdün
Hayli fikr-i „acebe cezm itdün (722. beyit)
Sûy-ı Kirmân‟a eyleyüp reftâr
Hicr virmişdi cânına âzâr (425. beyit)
Gittiği demde Sa‟d‟den cânân
Geldi Ferruh hemân ez-Kirmân (436. beyit)
Abdî’nin Niyâz-Nâme-i Sa’d ü Hümâ Mesnevisi 565
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2Spring 2012
d) Mesnevideki Motifler
Hikâyenin canlılığını sürdürmek ve vakaya heyecan unsuru katmak amacıyla mesnevilerde
çoğu zaman masal motifleri12 kullanılır. Motif kavramı, Türkçe Sözlük‟te: “Kendi başlarına konuya
özellik kazandıran ögelerin her biri” şeklinde açıklanmıştır. Yukarıdaki tanımdan da anlaşılacağı
üzere hikâye etmenin bazı ögeleri vardır ve bunlar belirli bir düzen takip ederler. Bazen tek motif
üzerine kurulan hikâyeler bazen de birden fazla motif olmadan metinsellik özelliğine
kavuşamazlar. Bu mesnevide kullanılan ve aşk konulu mesnevilerin çoğunda bulunabilecek 4 tane
masal motifi tespit edilmiştir:
13
d1) Âşık olma motifi: Motif İndex‟te T 10‟da falling in love başlığı ile belirtilen âşık olma
motifi hikâyede erkek kahraman olan Sa‟d‟ın işretgâhta dolaşırken eğlenen güzeller arasında
gördüğü Hümâ‟ya âşık olmasında ortaya çıkmaktadır.
d2) Ayrılma Motifi: K. 475.2‟de bulunduğu yerden ayrılma ve memleketine gitmeye karar
verme motifi yer almaktadır. Hikâyede kullanılan motif K 475.2‟de bulunan motife benzemektedir.
Erkek kahraman sevgilisinden bir başka rakibi nedeniyle ayrılmak zorunda kalır ve bunun
sonucunda memleketine dönmeye karar verir.
d3) Mektuplaşma Motifi: İki âşık ayrılıkları sırasında birbirlerine durumlarını anlatan
mektuplar yazarlar veya haberleşirler. Bu motif, masallarda veya halk anlatılarında değişik
şekillerde sıklıkla kullanılmaktadır. Sevgililerin birbirlerine haber göndermeleri, büyülü nesneler
veya hayvanlar kullanılarak haber gönderilmesi vs. Motif İndex‟te J 2242 numaralı motif, bir
kişinin yazdığı mektubu kendi eliyle vermesi ile ilgilidir. Hikâyede kullanılan motif ise, T 41‟deki
communications of lovers başlığı ile verilen, sevgililerin mektuplaşmasıyla ilgili olanıdır.
d4) Düğün Motifi: T 100‟de marriage başlığı ile verilen motif hikâyedeki motiftir.
Hikâyenin sonunda iki âşık bir araya gelerek evlenirler ve mutlu olurlar. Hikâye burada bittiği için
T 200‟deki married life başlıklı motif işlenmemiştir. Hikâyenin devam ettirilmesi halinde bu
motifin kullanılacağı da tabii idi.
Birçok çift kahramanlı aşk mesnevisinde erkek kahraman sevgilisine kavuşmak için zorlu
sınavlardan geçer, devlerle savaşır, ateş kuyularına düşer, denizi geçerken gemisi batar ve günlerce
yüzerek kıyıya çıkar. Bu zorlukların üstesinden gelebilmek için kahramanların olağanüstü güçleri
veya büyülü objeleri vardır ve böyle durumlarda kahramanın mucizevî özellikleri motifi
işlemektedir. Bu mesnevideki aşk hikâyesinde ise, kahramanın olağanüstü güçleri veya büyülü
objeleri yoktur. Kahraman eğlence yerinde gördüğü güzele âşık olur. Yalnızca bir rakibi vardır, o
da olağanüstü güçleri olmayan bir insandır. İki âşık karşılaşmazlar, hatta diğer âşığın rakibinden
haberi bile yoktur.

12 “Latince 'motivus'tan gelen Almancası 'motiv', İngilizcesi 'motif' olan kelime güzel sanatlarda sıkça kullanılan bir
terimdir. Ancak güzel sanatlardaki motifle, nesir anlatılar dediğimiz masal, destan, efsane, fıkra, halk hikâyesinde
kullanılan motif aynı değildir. Bu türler, özellikle masallar, tek motif üzerine kurulabileceği gibi, birden çok motiften de
oluşabilir. Nesir anlatılarda geçen motif kavramı üzerinde duran ilk isimlerden biri, masallar üzerinde yaptığı çalışmalarla
dünyaca tanınmış isimlerden biri olan Norveçli bilim adamı Reider Th. Christiansen‟dir. Christiansen‟e göre motif,
“Canlılıklarıyla kendilerini kabul ettiren, tarifi güç bir psikolojik kanuna göre dinleyiciyi avuç içine alabilen ve ibtidâî
fikir silsilelerinden yeni terkiplere girmek için az veya çok parçalara ayrılabilen unsurlar”dır (Sakaoğlu 1980: 24).
Masallar konusunda dünya çapında bir uzman olan Max Luthi ise motifi; “Hikâye etmenin en küçük unsuru” olarak
tanımlar (Sakaoğlu 1980: 23).
Motif konusunda 6 ciltlik Motif Index of Folk Literature isimli ilk ve en kapsamlı çalışmayı yapan Stith Thompson ise
motifi, The Folktale adını taşıyan kitabında “gelenekte yaşama kabiliyetine sahip olan, masalın en küçük elementi” diye
tanımlar (Thompson 1946: 415).”
Bu kısım Türkan 2008:29-34'ten alınmıştır. Masal motifleri konusunda ayrıntılı bilgi için Dr. Kadriye Türkan tarafından
Hacettepe Üniversitesinde yapılmış olan doktora tezine bakılabilir.
13 Mesnevilerde kullanılan bazı motifler hakkında bilgi için bkz. Ünver 1986:456.
566 Hasan GÜLTEKİN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2Spring 2012
Yukarıda verilen bilgilere göre Niyâz-nâme-i Sa’d u Hümâ‟nın tahkiye unsurlarının masal
özelliği taşımadığı, vakanın realist bir hikâye olarak kurgulandığı görülmektedir. Genel olarak aşk
ve macera mesnevilerindeki tahkiye unsurlarının masal özelliği taşıdı göz önünde
bulundurulduğunda Niyâz-nâme-i Sa’d u Hümâ‟nın masal unsurları bulundurmayan bir yapısı
olduğu için çift kahramanlı aşk mesnevileri arasında farklı bir yerinin olduğuna hükmedilebilir.
Üslup ve Şekil Özellikleri
Hayalî yer, şahıs ve olağanüstülüklere yer verilmeyen hikâye gerçekçi bir olay kurgusuna
sahiptir. Hikâyenin gerçekçi kurgusundaki yer ve şahıs tasvirlerinin canlı olması, dikkatin
yoğunlaştırılarak tasvir edilen nesnenin okuyucuya daha net bir şekilde gösterilmesi amacıyladır.
Divan şairlerinin sıkça başvurduğu mekânın güzelliklerini ve güzelleri canlı bir şekilde tasvir etme
yöntemini şair de başarıyla kullanmıştır. Hikâye İran‟ın Şirâz kentinde ve Âb-ı Murgân denilen
mesire yerinde geçmektedir. Tasvirlerde seçilen kelimeler konuya uygun olarak eğlence ortamının
çekiciliğini ve bahar mevsiminin canlılığını göstermesi bakımından dikkate değerdir (îş, işret,
sebzevâr, bâg, râg, şîve, nâz,). Şirâz‟ın (164-166. beyitler) ve Âb-ı Murgân‟ın (167-171. beyitler)
tasvirinde kullanılan kelimeler mekânın cazibesine okuyucunun da kapılmasına neden olmaktadır.
Tasvirlerde kullanılan ses ve kelime tekrarları da üsluba canlılık kazandırmaktadır:
Bâğ-ı firdevs kendüdür Şîrâz
Hûr u gılmân cümle işret-sâz
Nâzeninân u şekkerîn-güftâr
Şîve vü nâz ile kılur reftâr
Her taraf sebzevâr tûtîveş
Her taraf bâğ u râgdur dil-keş
Âb-ı Murgân-ı şehr-i Şîrâz‟un
Menba‟ı oldı şîve vü nâzun
Receb ayında hoşçadur Şîrâz
Olınur her si-şenbe nâz u niyâz
Mâh-rûlar o mâhda şeb u rûz
İşret ü ıyş ile olur pîrûz
Merd ü zen ol tarafda her ne ki var
Iyş u nûş eyler idi leyl ü nehâr
Şahıs tasvirlerinde tercih edilen benzetme unsurları (serv-kad, lâle-had, nev-cüvân, dil-ber,
gül-çehre, tezerv-i gül-gûn-pûş, yâkût, mercân, sîb-i bâg-ı cennet, izarı âb-ı revân vs.) kişileri canlı
Abdî’nin Niyâz-Nâme-i Sa’d ü Hümâ Mesnevisi 567
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2Spring 2012
ve neşeli bir şekilde göstermek amacına uygun olarak seçilmiştir. Sa‟d‟ın tasviri (158-163.
beyitler):
Var idi rûzgârda dil-şâd
Nev-cüvân ü zarîf (-ü-) hûb-nihâd
Meh-i anber o şûhek ü şengül
Serv-kad lâle-had saçı sünbül
Asl u nesl ile ser-firâz idi
Bîşe-i ışka tîşe-bâz idi
Dil-ber-i hoş-nevâ vü nagme-zenân
Bikr-i fikr ile nükte-dân-ı cihân
Tâli‟inün saâdetine nişân
Nâmı Sa‟d oldugı delîl iy cân
Isfahânî olup ol gül-çehre
Seyr-i Şîrâz olur ana behre
Hümâ‟nın tasviri (200-212. beyitler):
Lebi yâkût u dişleri mercân
Gözi şehlâ „izârı âb-ı revân
Ser-i mû didiler dehânına
Mûy-ı bârîk-ter miyânına
Zenâhı sîb-i bâğ-ı cennetdür
Gerdeni sîmden mürettebdür
Sanasın bir tezerv-i gül-gûn-pûş
Yâ ki bir gül-„izâr-ı zer-mengûş
568 Hasan GÜLTEKİN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2Spring 2012
Şîrâz‟daki güzellerin tasviri (173-174, 176, 185-189 beyitler):
Her biri oldı mâh-ı zühre-cebîn
Zîver aña kılâde-i Pervîn
Ruhları mihr ü mâha şu‟le-fîrûz
Gicesi Kadr ü gündüzi nev-rûz
Her biri zevk iderdi yâriyle
Bülbül olurdı gül-„izâriyle
Her birisi tezerv-i gül-gûn-pûş
Kebk-i kûhî-misâl iderdi hurûş
Her biri oldı kûh-ı billûrîn
Her biridür sebîke-i sîmîn
Her biri mihr-i „âlem-efrûzî
Her biri nev-bahâr u nev-rûzî
Sâkhâyeş heme çü nokra-i hâm
Kefeleş her yekî misâl-i ruhâm
Hırmen-i gül durur tarâvetde
Kubbe-i sîmdür letâfetde
Metinlerin yüzeysel görünümünü oluşturan şeklî özelliklerin ve muhtevasıyla bağlantılı
olarak derinindeki anlamların veya verilen mesajların metnin art planında gizli olduğu fikrinin
ortaya çıkardığı yapısalcı metot, yapıyı oluşturan bütün unsurların birbiriyle ilişkilerini ortaya
koymayı hedeflemektedir.
Metindeki ses düzenlemeleri, söz düzenlemeleri, edebî sanatların kullanımı, söz ve ses
düzenlemeleri arasındaki bağıntıların tespitinin ele alınması gibi metne yaklaşım tercihi, üzerinde
çalışılan metnin türüne ve özelliğine göre değişmektedir. Yapısı gereği mesnevi türünde tahkiye
tekniğiyle kurgulanmış bir olay aktarılır. Tahkiyevi metinlerde genellikle metinsellik en önemli
özellik olup, inceleme açısından farklı yöntemlere uygun bir yapıdadır. Sözcükler, cümleler ve
beyitler arasında yapısal ve anlamsal açıdan bağıntılar mevcut olduğu için gönderimsel ögelerin
belirlenerek bağdaşıklığın (Öztekin 2005:82) olup olmadığı da belirlenebilir. Niyâz-nâme-i Sa’d u
Hümâ mesnevisinin üslup ve şekil özelliklerinin tespitinde ses örgüsünün ve söz düzenlemelerinin
belirlenmesi uygun olacaktır. Fakat farklı açılardan ve farklı yöntemlerle de incelenebileceği göz
Abdî’nin Niyâz-Nâme-i Sa’d ü Hümâ Mesnevisi 569
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2Spring 2012
ardı edilmemelidir. Yapısalcı yöntemle ilgili genel ve özel bilgiler kaynakçada verilen kaynaklarda
ayrıntılı olarak ele alındığından burada konuyu uzatmamak için ayrıntıya girmemek uygun
olacaktır.14
a) Ses Örgüsü
Şiirde müzikaliteyi sağlamak, şairin beğenilmek konusundaki tercihlerini de ortaya koymak
istemesiyle orantılıdır. Şiirde amaç bilgi vermek değil ahenkli bir bütün ortaya konularak
duyguların okuyucu ile paylaşılmasıdır. Okuyucuya duygularının yoğunluğunu duyurabilme
gayretindeki şairin isteği kulağa hoş gelen seslerin ve sözlerin oluşturacağı armoniyi vezin, kafiye
ve redif gibi araçlarla sağlamaktır. Aynı konuyu anlatan iki şairin şiirlerinde tercih ettikleri kelime,
vezin ve redif gibi müzikaliteyi sağlayan unsurları kullanabilme ve seçebilme kabiliyeti şairlerin
üslubunu ve başarısını ortaya koymaktadır. Şimdi mesnevinin ses örgüsünü oluşturan unsurlara
bakalım:
Kıssa-perdâz bu fesâne-i râz
Murg-ı efsâneye virür pervâz
İlk beyitte ünsüz harflerden r 6 kez, s 4 kez ve zise 3 kez kullanılmıştır. Bu üç sesten ikisi
birbirine yakın sesler olup süreklilikleri olduğu için ahengin ortaya çıkışını; r sesinin akıcı ve
sızıcılığı ise ahengin devamlılığını sağlamaktadır.
Suhan etvârına virüp reftâr
Bu hikâyât ile kılur güftâr
İkinci beyitte de r sesinin akıcılığı ilk beyitte başlayan ahengi devam ettirmektedir. İki
beyitte 10 kez kullanılan uzun â sesiyle yapılan asonansın oluşturduğu durağanlık da r, s ve z
sesleriyle giderilmiş hareketli ve akıcı ahenk ile dengelenmiştir.
Var idi rûzgârda dil-şâd
Nev-cevân ü zarîf ü hûb-nihâd
Meh-i „anber o şûhek ü şengül
Serv-kad lâle-had saçı sünbül
Üçüncü beyitteki uzun â ve û seslerinin oluşturduğu durağanlık burada mısra sonlarındaki d
sesi ile giderilmiştir. Tasvire canlılık katan bu sesin sedalılığı ritmik canlanmayı sağlamıştır.
Dördüncü beytin birinci mısraındaki e ve ş sesleri ile ikinci mısraında kullanılan d sesi ile s
sesi canlılığı devam ettirmekte ve sözlerin müzikalitesini sağlamaktadır.
“Mesnevilerde her beyitte değişen kafiye şiirin genel ritmini belirleyemez” (Macit 1996:85), fakat
şairin şiir yazmadaki başarısı, seçtiği kafiyeyi anlam ve ses örgüsünde ustaca yerleştirmesi sonucu
ritmik ilerlemeyi devam ettirebilmesine bağlıdır. Şair, genel ritmi göz önüne almasa bile,
beyitlerdeki ritmi en güzel şekilde duyurmayı başarabilmek için Farsça adlardan kafiye yapmıştır.
Asl u nesl ile ser-firâz idi
Bîşe-i „ışka tîşe-bâz idi

14 Yapısalcı yöntem hakkında ayrıntılı bilgi ve yapısalcı yöntemin metin üzerindeki uygulamaları için bkz. Dilçin 1991,
1992, 1995; Horata 1998a, 1998b; Öztekin 2005; Tökel 2007; Üst 2007.
570 Hasan GÜLTEKİN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2Spring 2012
Beşinci beyitte devam eden tasvir, canlılığını hâlâ muhafaza etmektedir. Beytin ilk
mısraında kullanılan sürekli ve sızıcı s sesi ikinci mısrasında kullanılan ş sesi ile birleşince alçalıp
yükselen bir ritmin ortaya çıktığı hissedilmektedir. Beşinci beyitte kullanılan idi çekimli fiilinin
ahengi bozduğu da gözden kaçmamaktadır. Fakat Farsça kelime ile yapılan kafiyenin
müzikalitesini çekimli fiilde bulunan imale devam ettirmektedir. XVI. asırdan sonra Divan şiirinde
imalenin bir ahenk unsuru olarak kullanıldığını düşünürsek burada da hikâyenin diğer beyitlerinin
çoğunda yapılmış olan imalenin ahenk sağlamak amacına hizmet ettiği söylenebilir.
Ses örgüsünde dikkat edilecek hususlardan biri de kafiyelerin hangi dilden seçildiği, hangi
kelime türüyle yapıldığı ve hangi tür kafiye kullanıldığıdır. Eserde, Türkçe kelimelerle yapılan
kafiye 7, Türkçe ek veya edatlarla yapılan kafiye 13; Farsça kelimelerle yapılan kafiye 156, bunun
130‟ı fiil veya fiil soylu kelimeyle 26‟sı isim veya isim soylu kelimeyle; Arapça kelimelerle
yapılan kafiye 24, bunun 3‟ü fiil veya fiil soylu kelimeyle, 21‟i isim veya isim soylu kelimeyledir.
Kafiye ve redifin beraber bulunduğu beyit sayısı 10, bunun 4‟ünü idi kelimesi ile kafiye yapılan
beyitler oluşturmaktadır.
Mesnevide çoğunlukla kullanılan kafiye türü tam kafiyedir. Çoğu zaman zengin kafiye de
(uzun ünlülerle yapılan kafiyeler: -ân, -ûn, -în gibi) kullanılmış olup tam ve zengin kafiye “gür ve
bol sesli” (Dilçin 1991:70) bir kafiyedir. Kafiyelerde daha çok sıfatlar tercih edilmiş olduğundan
hikâyede tavsifî ve tasvirî bir üslûbun tercih edildiğini göstermesi bakımından önemlidir.
Hikâye, aruzun bahr-i hafîf‟i olan Fe’ilâtün (Fâ’ilâtün) Mefâ’ilün Fe’ilün (Fa’lün)
kalıbıyla yazılmıştır. Görüleceği üzere kalıbın ilk ve son tef‟ilesi benzer olup sonuncu tef‟ilede
hece eksilmesi olabilmektedir. İlk tef‟ilede yükselip alçalan ses, ortada bulunan tef‟ile ile ritmin
yükselişine yardımcı olarak seslerin dalgalanmasını sağlamaktadır. Son tef‟iledeki hece düşmesi ise
ünlülerin oluşturduğu durgunluğu kırmaktadır.
Yukarıda verilen bilgilerden şairin ses düzenlemesi konusundaki tercihlerini ya da
üslubunu belirlemek mümkündür. Örnek olarak seçilen beyitlerde şairin söz örgüsündeki
müzikaliteyi sağlamak için asonans ve aliterasyonları etkin olarak kullandığı, ünlü ve ünsüzleri
belli bir düzen içinde ritmik ilerlemeyi göz önünde bulundurarak sıraladığı görülmektedir. Birinci
beyitte kullanılan ünsüz sayısı 27, ünlü sayısı 20‟dir. İkinci beyitte ünsüz sayısı yine 27, ünlü sayısı
20‟dir. Ünsüzlerin çok olduğu şiirlerin daha hareketli, canlı ve akıcı olduğu göz önüne alınırsa
şairin üslubunun da bu çerçevede değerlendirilmesi gerekir. Örnek olarak verilen beyitlerdeki ünlü
ve ünsüz sayılarının -ilk iki beyitte eşit- hemen hemen yakın sayıda olması şairin üslubunun
sağlamlığını ve akıcılığını göstermektedir. İlk beyitlerdeki uzun â seslerinin sağladığı asonans ve
ünsüzlerin sağladığı aliterasyon, iniş çıkışlara sebep olduğu için hüzünlü bir havadan ziyade neşeli
bir ortamın varlığını sezdirmektedir. Mesnevi biçiminde yazılan şiirlerde akıcılığın sağlanmasının
okuyucuyu sıkmamak bakımından şairin ilk tercihi olacağı da muhakkaktır.
Aynı anlama gelen kelimeler ve düzenli olmayan kelime tekrarları şiirin akıcılığına katkıda
bulunmaktadır. Seçilen kelimelerin aşk, sevgili, eğlence meclisi ve bahar mevsimini anımsatır
biçimde seçilmesi ve sıralanması, özellikle hikâyenin başlangıcındaki beyitlerde kullanılmış olması
mesnevinin muhtevası ile ses ve söz düzenlemeleri konusunda okuyucuya bilgi verir niteliktedir.
b) Söz Düzenlemeleri
Mesnevinin ilk yüz beyitinde, Türkçe 107 fiil veya fiil soylu kelime, 25 isim veya isim
soylu kelime; Farsça 238 isim veya isim soylu kelime; Arapça 12‟si sıfat olan 85 isim veya isim
soylu kelime kullanmıştır. Şairin Türkçe kelimelerin birçoğunu vezne uydurmada zorlandığı ve bu
kelimelerde med yapmak zorunda kaldığı ya da kafiye zorunluluğu nedeniyle kelimelerin kullanım
şeklini değiştirdiği görülmektedir. Arapça ve Farsça kelimelerin fazlalığı bu anlamda aruz veznini
kullanmada şaire kolaylık sağlamıştır. Şair zamirleri çok az kullanmıştır. Kullanılan isim soylu
Abdî’nin Niyâz-Nâme-i Sa’d ü Hümâ Mesnevisi 571
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2Spring 2012
kelimelerin büyük bir çoğunluğunu sıfatlar oluşturmaktadır. Soyut isimler de yok denilecek kadar
az sayıdadır ki bu da şairin kendi iç dünyasından ziyade dış dünyayı okuyucuya göstermek
istemesindendir. Dış dünyaya yönelen şair, olağanüstülüklere değil gerçeğe yaklaşmayı tercih
etmektedir.
Eser, Arapça ve Farsça kelimelerin bu kadar yoğun kullanılmasına rağmen anlaşılması zor
bir metne sahip değildir. Bunu da zincirleme tamlamaların çok az kullanılması sağlamıştır.
Mesnevide, Farsça 33 sıfat tamlaması (dil-ber-i hoş-nevâ, mâh-ı zühre-cebîn, mâh-ı sîm-endâm,
sâk-ı sîmîn, serv-i hoş-reftâr, ıyş-ı nihân, bülbül-i gûyâ, dür-i nâ-süfte), 32 isim tamlaması (bîşe-i
ışk, bâg-ı firdevs, kılâde-i pervîn, bâg-ı hüsn, hırmen-i gül, mâyil-i mey,), 71 vasıf tamlaması
(serv-kad, lâle-had, hoş-nevâ, zühre-cebîn, sim-endam, şu‟le-fîrûz, dil-nüvâz, gülgûn-pûş, dil-firîb)
ve çok az sayıda Türkçe tamlama veya eksiltili tamlama (lebi yâkût, dişleri mercân, Recep ayı, gözi
şehlâ, benüm hânum, sultânum) kullanılmış olup Arapça tamlama hiç kullanılmamıştır.
Tamlamaların çoğunluğu sıfat ve vasıf tamlaması olarak kurulmuştur. Sıfatlarla kurulan
tamlamaların çokluğu okuyucunun kahramanları ve mekânları hayal ederek göz önünde
canlandırmalarını sağlamaktadır. Şair çağrışımlar da yaratarak muhtevanın zenginleşmesini
amaçlamaktadır.
Mesnevideki cümlelerin çoğunluğu isim cümlesidir. Durağanlığı kırmak için şairin
öncelikli tercihinin devrik isim cümlesi olduğu anlaşılmaktadır. Divan şiirinin belirli aruz
kalıplarıyla yazılmasının etkisi de burada göz önünde bulundurulmalıdır. Cümlelerin vezin gereği
devrik olması zorunluluğu dışında, bir üslup yöntemi olarak da kullanılabileceği dikkate
alınmalıdır. İsim cümleleri genellikle kahramanların ve mekânın tasvirinde tercih edilmiş olup
olayların hikâye edildiği kısımlarda fiil cümleleri de kullanılmıştır.
Sıfatların kullanımındaki sıklık, mesnevinin tavsifî bir üslûpla kaleme alındığını
göstermektedir. Şairin hikâye kurgusunda içe dönük bir üsluptan ziyade dışa dönük ve canlı üslubu
tercih etmesi, sıfatları ve sıfat tamlamalarını çok kullanması, çevreyi ve kahramanları ön planda
tutma isteğiyle ilgilidir.
Şairin tercih ettiği edebî sanatların teşbih, teşhis ve istiare ekseninde yoğunlaştığı dikkati
çekmektedir. Özellikle kahramanların ve mekânların tasvirinde teşbihlere çokça yer verilmiştir.
Kullanılan benzetme unsurları, okuyucunun tasvir edilen mekânı gözünde canlandırmasını
kolaylaştırmakta, hatta farklı çağrışımlar oluşturmasıyla hikâyeye canlılık katmaktadır.
Söz düzenlemeleri bakımından oluşturulan tamlama ve tekrarların (173, 185-187, 462.
beyitler) yanında eserde dikkatin dağılmasını önlemek amacıyla mülemma beyitlerle Arapça ve
Farsça beyitlere de yer verilmiştir. Bunlardan 173 ve 185-187. beyitte her biri kelimesinin
tekrarından yararlanılmış, tasviri yapılan kişilerin çokluğu ortaya konulurken kişiler arasında
karşılaştırma yapma imkanı verilmiştir:
Her biri oldı mâh-ı zühre-cebîn
Zîver aña kılâde-i Pervîn (173. beyit)
Her birisi tezerv-i gülgûn-pûş
Kebk-i kûhî-misâl iderdi hurûş (185. beyit)
Her biri oldı kûh-ı billûrîn
Her biridür sebîke-i sîmîn (186. beyit)
572 Hasan GÜLTEKİN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2Spring 2012
Her biri mihr-i „âlem-efrûzî
Her biri nev-bahâr u nev-rûzî (187. beyit)
Gel benüm mihr-i âlem-efrûzum
Gel benüm nev-bahâr (u) nev-rûzum (462. beyit)
188, 293 ve 340. beyitler Farsça 1070-1071. ve 330, 441, 473, 1070, 1071. beyitler
mülemma, 1033. 1034. Beyitler ise Arapça‟dır.
Sâkhâyeş heme çü nokra-i hâm
Kefeleş her yekî misâl-i ruhâm (188. beyit)
Mest-i câm-ı şebâneyem iy cân
Nâ-murâdî çi-râ konem yek ân (293. beyit)
Heme hayvân be-cift-i hod dil-şâd
Geşt ez cift serv-i men âzâd (340. beyit)
Yâr-i to dîr-âyed ez Kirmân
Ol gelince bizümle sür devrân (330. beyit)
Biribiriyle olıcak dil-şâd
Geşt-pinhân „arûs ez-dâmâd (441. beyit)
Men gedâyem to şâh-ı hûr-nijâd
Bendeñi bend-i gamdan it âzâd (473. beyit)
Okunup Fâtihâ olundı du‟â
(beyit. 1070 (طیب هللا روحهم ابذا
ثم اوجز مخافت اال مالل
İrdi halhâl-i ihtitâma makâl (1071. beyit)
Abdî’nin Niyâz-Nâme-i Sa’d ü Hümâ Mesnevisi 573
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2Spring 2012
ارسل النمل من خلىص و داد
(beyit. 1033 (لسلیمانه نصف رجل جراد
قائال راک منتها جهذی
(beyit. 1034(و الهذایا یقذر من یهذی
Ayrıca 302 ve 363. beyitler Çağatay Türkçesi özelliği taşımaktadır:
Bu degüldür ki ber-murâd olgay
Gül-i nâ-çîdemi benüm dirgey
Yüzüñi görmek ile kâni‟ min
Olma tek görmegümge mâni‟ sin
Arapça, Farsça ve mülemma beyitlerin sayısını çoğaltmak mümkündür. Burada sadece
birkaçını örnek olarak verdik. Divan şiirinde mülemma beyitlere veya Farsça ve Arapça beyitlere
yer vermek çoğu şairde görülen bir özelliktir. Üslup açısından bakıldığında böyle tercihlerin esere
canlılık ve farklılık kattığı da ortadadır. Bu durumda, böyle tercihlerin tek tek şairlerin üslubunu
göstermesinden ziyade Divan şiirinin genel üslubunu yansıtmaktadır denilebilir. Çünkü çoğu şair
şiirlerinde Arapça, Farsça veya mülemma beyitlere yer vermiştir.
Sonuç
Bu istatistik bilgilerinden sonra şairin üslubu hakkında şunlar söylenebilir:
1. Şair, Farsça kelimeleri diğerlerine göre sıklıkla tercih etmiştir. Farsça vasıf terkiplerini
tercih etmesi yer ve şahıs tasvirlerini canlı bir şekilde yapmak istemesine bağlanabilir. Farsça
beyitleri ve kelimeleri de Farsçayı bildiğini göstermek bakımından tercih ettiği söylenebilirse de
şairin hikâyede bahsettiği yerlerin İran coğrafyasında olmasından dolayı Farsça kelimeleri daha çok
kullandığı kabul edilebilir.
2. Arapça tamlamalara yer vermemesi konunun akıcılığını engellememek ve ritm ile ahengi
bozmak istememesine bağlanabilir. Çünkü, konu gereği tasvirlere sıklıkla baş vurulmuştur.
3. Tasvirlerin canlılığını Farsça kelime ve tamlamalarla sağlarken ahengi ve ritmi de
dikkatle takip ettiği, vezinde yaptığı imalelerle akıcılığı sağladığı söylenebilir. İlk beyitlerdeki ses
örgüsünden yola çıkarak şairin tasvirlerle oluşturduğu canlı ve renkli üslubunu, akıcı ve renkli
ahengiyle güçlü ses düzenlemesini görmek mümkündür.
4.Şairin Arapça ve Farsçaya vakıf olduğu, Çağatay Türkçesi ile yazılan eserleri takip ettiği,
tercüme olmayan ve geleneksel mesnevi şekline uygun gerçeğe yakın kurgulanmış bir eser ortaya
koyduğu, masal unsurlarından olan olağanüstülükleri kullanmadan, yaşanmış olması mümkün bir
olayı mesnevi şekli ile yazdığı söylenebilir.
Bu tespitlere ilave olarak Adnan İnce, Niyâz-nâme-i Sa’d u Hümâ hakkında: “Konu
itibariyle tamamen beşerî aşkın işlendiği bu mesnevide hayalî ve olağanüstü olaylar hiç yer almaz.
Eser gerçekçidir. Vaka İran coğrafyasında Şiraz‟da geçmektedir. Çevre ve insan tasvirleri canlı ve
başarılıdır. Şahıs kadrosu oldukça dardır. Vakada ayrıntıya fazla inilmez. Teknik yönden bazı
kusurları olmakla birlikte genel olarak başarılı bir eserdir.” demektedir (İnce 1987:161).
574 Hasan GÜLTEKİN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2Spring 2012
Ayrıca, Sadettin Nüzhet Ergun: “.. âşıkâne bir maceradır ve ekseriyetle Sa‟d ile Hümâ‟nın
bu zemindeki muhaverelerinden ibarettir. Bazı gazel, rubai ve beyitleri de ihtiva eden mesnevi,
lisan itibariyle pürüzsüz olduğu gibi sanat bakımından da muvaffakiyetli bir hikâye olarak
gösterilebilir.” (Ergun 1944:189); Vasfi Mahir Kocatürk ise: “Eserde ruh ve şekil bakımından
derinlik, genişlik ve fevkaladelik yoktur. Dil ve üslup sade ve tabiicedir. Nazmda ve vakada kolay
ve hoş bir akış vardır. Şarkvari tasvirler devrine göre başarılıdır. Eser, umumiyetle hafif ve şirindir.
Göze çarpan bir hususiyeti eserin tamamıyla hayati oluşudur. Dine ve tasavvufa hiç yer vermediği
gibi şarka ait emsali hikâyelerde görülen merveylere de rastlanmamaktadır.” (Kocatürk 1970:362-
363) şeklinde, mesnevinin sanat değeri konusundaki görüşlerini belirtmişlerdir.
Eser hakkındaki yukarıda verilen yorumların ortak kanaati ise eserin dil ve üslup
bakımından başarılı olmasıdır. Şairin diğer eserlerinin incelenmesinin ve ortaya çıkacak sonuçların
karşılaştırmalı olarak genel bir değerlendirmeye tabi tutulmasının, şairin edebiyat tarihi içerisindeki
yerinin doğru tespit edilmesinde önemli katkılar sağlayacağı da açıktır.
KAYNAKÇA
AKSAN, Doğan (19995), Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, Ankara: Engin Yay.
BİLGEGİL, Kaya (1989), Edebiyat Bilgi ve Teorileri (Belâgat), İstanbul: Enderun Kitabevi.
BOLELLİ, Nusrettin (1993), Belâgat: Arap Edebiyatı Bilgi ve Teorileri, İstanbul: Marmara
Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Yay.
DİLÇİN Cem (1991), “Fuzulî‟nin Bir Gazelinin Şerhi ve Yapısal Yönden İncelenmesi”, Türkoloji
Dergisi, C. 9, S. 1, s. 43-98.
DİLÇİN, Cem (1992), “Fuzulî‟nin Şiirlerinde Söz Tekrarlarına Dayanan Bir Anlatım Özelliği”,
Türkoloji Dergisi, C. 10, S. 1, s. 77-114.
DİLÇİN, Cem (1995), “Fuzulî‟nin Şiirlerinde İkilemelerin Oluşturduğu Ses, Söz ve Anlam
Düzeni”, Journal of Turkish Studies (Türklük Bilgisi Araştırmaları), Abdülbaki
Gölpınarlı Armağanı, S. 19, s. 157-202.
ERGUN, S. Nüzhet (1936), Türk Şairleri, İstanbul: Bozkurt Basımevi.
GÜZELOVA, Hanzâde (2006), “Abdî‟nin Bilinmeyen Bir Mesnevîsi: Heft Peyker Tercümesi”,
Bilig, S. 38, s. 35-49.
HORATA, Osman (1990), Cemalî, Hümâ vü Hümâyûn (Gülşen-i Uşşâk), İnceleme-Tenkitli Metin,
Hacettepe Üniversitesi, SBE, Doktora Tezi.
HORATA, Osman (1993), “Cemalî‟nin Hümâ vü Hümâyun Mesnevisi”, Marmara Üniversitesi,
Türklük Araştırmaları Dergisi, Prof. Dr. Amil Çelebioğlu Armağanı, S. 7, s. 281-306.
HORATA, Osman (1998a), “Ses, Anlam Bütünlüğü ve Gazel-i Tecnîsler”, Doğu Akdeniz
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Dergisi, S. 1, s. 65-
76.
HORATA, Osman (1998b), “Necâtî Bey‟den Bâkî‟ye Döne Döne”, Bilig, S. 7, s. 44-66.
İNCE, Adnan (1986), “XVI. Yüzyıl Şairlerinden Abdî ve Eserleri, Türk Dili, S. 410, s. 186-192.
İNCE, Adnan (1987), “Abdî‟nin Niyâz-nâme-i Sa‟d u Hümâ‟sı”, Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal
Bilimler), C.1, S. 2, s.155-206.
Abdî’nin Niyâz-Nâme-i Sa’d ü Hümâ Mesnevisi 575
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 7/2Spring 2012
İNCE, Adnan, (1988), “Gül ü Nevrûz Mesnevîleri ve Sâbir'in Eserinden Seçme Beyitler”, Hasibe
Mazoğlu Armağanı II, TUBA, C. 22, S. 8, s. 103-131.
İNCE, Adnan (1989), “Cemşîd ü Hurşîd Mesnevîleri”, Fırat Üniversitesi Dergisi (Sosyal Bilimler),
C.3, S. 2, s. 109-139.
İNCE, Adnan (2000), Cem Sultan-Cemşîd ü Hurşîd, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay.
İNCE, Adnan (2008), “Abdî‟nin Gül ü Nevrûz Mesnevîsi” TÜBAR, S. 23, s. 51-130.
KOCATÜRK, V. Mahir (1970), Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara.
KORTANTAMER, Tunca (1993), Eski Türk Edebiyatı Makaleler, Ankara: Akçağ Yay.
KUTLAR, Fatma Sabiha (2005), Ûdî, Mâ-cerâ-yi Mâh, Ankara: Öncü Kitap.
LEVEND, A. Sırrı (1968), “Divan Edebiyatında Hikâye I”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı
Belleten 1967, s. 71-117.
MACİT, Muhsin (1996), Divân Şiirinde Ahenk Unsurları, Ankara: Akçağ Yay.
ÖZTEKİN, Özge (2005), “Anlamsal Düzeyde Bir Metinsellik Ölçütü Olarak Gönderimsel
Bağdaşıklık ve Nedîm‟in Bir Kasidesini Bu Yönden İnceleme Denemesi” International
Journal of Central Asian Studies, C. 10, S. 1, s. 81-109.
SARAÇ, M. Ali (2001), Klâsik Edebiyat Bilgisi Belâgat, İstanbul: Bilimevi Yay.
THOMPSON, Stith (1955-58), Motif Index of Folk Literature : a classification of narrative
elements in folktales, ballads, myths, fables, mediaeval romances, exempla, fabliaux, jest
books and local legends, Indiana : Indiana University Pr.
TÖKEL, Dursun Ali (2007), “Sevdâkâr Şah ve Gülenaz Sultan Hikâyesi:Yapısal Açıdan Bir
İnceleme”, Turkish Studies, International Periodical fort he Language, Literature and
History of Turkish or Turkic, Fall, S. 2/4, s.783-794.
TÜRKAN, Kadriye (2008), Türk Dünyası Masal Geleneğinde Şamanistik Unsurlar, Hacettepe
Üniversitesi, SBE, Doktora tezi.
ÜNVER, İsmail (1986), “ Mesnevi”, Türk Dili, Türk Şiiri Özel Sayısı II (Divan Şiiri), S. 415-417,
s. 430-563.
ÜST, Sibel (2007), “Fuzûlî‟nin “Usanmaz mı” Redifli Gazelinin Yapısalcılık Açısından
İncelemesi”, Turkish Studies/ Türkoloji Araştırmaları, Summer, S. 2/3, s. 556-572.

Konular