1) TÜRKİYE-İRAN İLİŞKİLERİNDE KİMLİK, GÜVENLİK, İŞBİRLİĞİ ve REKABET

1) TÜRKİYE-İRAN İLİŞKİLERİNDE KİMLİK, GÜVENLİK,
İŞBİRLİĞİ ve REKABET
S. Gülden Ayman
Bu makale İran'ın nükleer programıyla ilgili krizin sürdüğü ve Arap isyanlarının Ortadoğu'yu
sarstığı bir ortamda Türkiye-İran ilişkilerini değerlendirmeyi hedeflemektedir. İki ülke arasındaki
ilişkilerin temel dinamiklerinin hangi durumlarda değişme potansiyeli taşıdığını sorgulayan makale
bugüne değin iki ülke arasındaki gerginliklerin neden husumet karakteri kazanmadığı, rekabet ve
işbirliğinin hangi koşullarda derinleştiğini açıklamaya çalışmaktadır. Makalede rekabet ilişkisinin
tarafları arasındaki ortaklıklar üzerinde durulmakta, ortaklıkların hangi koşullarda iddia edilenin aksine
işbirliğini sınırlayıcı bir etki yarattığı tartışmaya açılmaktadır. Kimliği, etnik alt-kimlik, ulusal kimlik
ve dış politika kimliği olmak üzere üç ayrı düzlemde dikkate alan ve kimlikle güvenlik arasındaki yakın
ilişkiden yola çıkan çalışma dış politika kimliğine belli bir istikrar kazandıran temel faktörün kurumsal
aidiyetler olduğunu ileri sürmektedir. Türkiye-İran ilişkilerinde bugün yaşanan kırılmaların geçmişte
yaşanan sorunlardan ne farkının olduğu sorusuna verilen cevap ise bölgesel güç dağılımını yeniden
belirlemeye aday gelişmelerdir.
1) Rekabetin Husumetten Farkı
Türkiye-İran ilişkilerinin niteliği hakkında değerlendirmeler yaparken rekabet ile husumet
kavramlarının arasındaki farkın üzerinde düşünmek faydalı olabilir. Rekabet kavramı çoğunlukla birçok
farklı alanda tarafların birbirleriyle yarışmaları anlamında kullanılmaktadır. Örneğin, bir ailede
kardeşler arasında rekabet sıkça rastlanan bir durumdur. Bu onların arasında hiçbir çıkar birliği olmadığı
anlamında değildir. Aksine tüm aileyi ilgilendiren hayati konularda ve ciddi sorunlarla karşılaşıldığı
anlarda onlardan çoğunlukla işbirliği yapmaları ve birbirlerine destek olmaları beklenir. Keza bir spor
müsabakasında da taraflar birbirlerinin varlıklarını tehdit etmeye ya da yoketmeye gidecek bir mücadele
içinde değildirler, sadece kazanmak için yarışmaktadırlar ve rekabet onların performanslarını daha da
arttırmaları yönünde kamçılayıcı bir etkiye sahiptir. Ekonomi alanında ise zaman zaman rekabetin çok
yoğun olmasından yakınılır ancak bu alandaki rekabet gerek piyasaya sürülen malların kalitesinin
yükseltilmesi gerekse de fiyatının daha aşağı çekilmesi açısından değerlendirildiğinde tüketici açısından
olumsuz değil, olumlu sonuçlar doğurması beklenen türden bir ilişkiye işaret eder. Husumetin en ayırıcı
özelliği ise tarafların mantıklı düşünmesini engelleyen türden bir duyguyu ifade etmesidir. Dolayısıyla,
husumette öteki tarafın ne olumlu yanlarını algılamak ne de ortak çıkarların varlığını kabul etmek
mümkündür. Taraflar tüm enerjilerini birbirlerini alt etmeye vermektedirler.1
Uluslararası ilişkilerde husumet krizlere gebe, savaşa doğru tırmanma olasılığını içinde
barındıran, siyasi ve diplomatik alanda işbirliği imkanını büyük ölçüde ortadan kaldıran türden ilişkiler,
toplumlar arasında teması oldukça sınırlayan ekonomik ve ticari türden alışverişin önemli ölçüde önünü
kesen durumlar için kullanılmaktadır. Husumet insani ihtiyaçların en başta da kimlik ve güvenlik
ihtiyacının karşılanamaması durumunda ortaya çıkmakta ve birçok durumda egemenlikle ilgili ve
özellikle de toprak paylaşımıyla ilişkili sorunları içermektedir. Bugün Azerbaycan-Ermenistan, Filistin-
İsrail arasında husumete varan köklü sorunlar bulunmaktadır.2
Rekabet durumunda ise taraflar arasında anlaşmazlıklar hatta ciddi sorunlar yaşanabilmesine
rağmen işbirliği imkanlarının önüne set çekilmemektedir. Bununla birlikte devletler arasındaki işbirliği

 Doç.Dr., Marmara Üniversitesi.
1
"Difference Between Rival and Enemy", Difference Between Net; http://www.
differencebetween.net/miscellaneous/difference-between-rival-and-enemy.
2 Subrata Mukherjee, "Rivalry and Competition, Is There a Thin Line?", Boloji.Com, August 31, 2010;
http://www.boloji.com/index.cfm?md=Content&sd=Articles& ArticleID=7774.
düzeyinin aralarındaki rekabetin niteliği ve derecesi ile işbirliği yapılabilecek alanların ve işbirliğini
zorlayan dış koşulların varlığı kadar karar alıcıların vizyonuna da bağlı olduğu görülmektedir.
Ancak, rekabet ile husumet arasındaki ayırımı sabit bir durum olarak düşünmek de yanıltıcı
olabilir. Zira, bazı koşullarda rekabetin husumete dönüşmesi söz konusu olabileceği gibi husumetin
giderilip sadece rekabetin yaşandığı türden bir ilişkiye geçiş de mümkündür. Çok daha radikal bir
değişim ise her ikisinden de uzaklaşılarak ortak bir üst kimliğin inşası ve bunun gelişme ve sürekliliğinin
kurumsal bir çatı ile güvenceye alınması ve bu süreçte işbirliğini destekleyecek ve düzenleyecek
esaslarla normların yaratılması yani Avrupa örneğinde görüldüğü gibi rekabetin sadece yapıcı
unsurlarına imkan verilecek tarzda bir entegrasyona gidilmesidir. Kuşkusuz devletler arasındaki
ilişkilerin niteliğinin mutlaka rekabet, husumet ya da entegrasyon durumlarından birine karşılık gelmesi
diye bir durum söz konusu değildir. Husumete varan sorunlar yaşanmayan ilişkilerde rekabet de söz
konusu olmayabilir. Zira her şeyden önce iki devlet arasındaki ilişkinin rekabet olarak nitelendirilmesi
için her ikisinin de benzer hedefler benzer roller peşinde koşması gerekmektedir.
2) Türkiye-İran İlişkilerindeki Sorunların Husumete Dönüşmesini
Engelleyen/Zorlaştıran Faktörler
Türkiye-İran ilişkilerinin tarihini 1639'da imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması'ndan itibaren ele
aldığımızda, iki komşu arasındaki sorunların içerik ve yoğunluğunun zaman içinde değişmesine karşın,
bunun ne onlar arasında ortak çıkarların algılanmasını ne de iki devlet arasındaki işbirliği dinamiklerini
imkansız kılacak türden bir husumete yol açtığı görülmektedir. Bu durum Türkiye-İran ilişkilerinin iki
yapısal özelliğince desteklenmiştir. Bunlardan biri Türkiye ile İran'ın birbirleriyle başa çıkabilecek güçte
olmaları diğeri ise iki ülke arasındaki ilişkinin topraksal (territorial) sorunlardan muaf olmasıdır.
Sahip oldukları kaynaklar açısından bakıldığında iki ülkenin birbiriyle başa çıkabilecek güçte
oldukları görülmektedir. Geçmişte birbirlerinin varlığını kabul etmelerinin ve egemenlik alanlarının
paylaşımının gerisindeki en önemli unsur aralarındaki askeri denge olmuştur. Birbirlerini kalıcı olarak
alt etmeye muktedir olmadıkları bir ortamda Osmanlı Devleti ile Safevî Devleti arasındaki hakimiyet
mücadelesi egemenlik alanlarını paylaşımla sonuçlanmıştır. 1623-1639 Savaşını sona erdiren ve
halihazırda Türkiye-İran arasındaki sınırı belirleyen Kasr-ı Şirin Antlaşması bugüne değin korunmuş ve
daha sonraki tarihlerde ortaya çıkan sınır sorunlarını çözümlemek için temel teşkil etmiştir.
3 Bugün de
Türkiye ile İran'ın savaşma kapasitesini gösteren ve etkileyen unsurlar açısından birbirleriyle boy
ölçüşebilir güçte olduğu görülmektedir. Ayrıca iki ülke gerek sahip oldukları nüfus gerek insan
kaynakları açısından birbirine yaklaşan değerler sahibidir. Ekonomik ve diplomatik yönden bakıldığında
ise, farklı üstünlük alanlarına sahip bu iki komşu devlet arasında belli bir dengenin varlığından söz
edilebilir. İran Türkiye'nin yoksun olduğu petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip bir ülke iken Türkiye
İran'dan farklı olarak dünya pazarlarıyla ve küresel ekonomiyle bütünleşmiş bir ülke olarak karşımıza
çıkmaktadır (Bakınız. Ek: Tablo 1 ve 2).
Halen Türkiye ile İran arasındaki ilişkilerin husumete dönüşmesini zorlaştıran önemli bir özellik
topraksal sorunlardan muaf bir ilişki olmasıdır. Topraksal sorunlar sadece komşular arasında savaş
olasılığını arttırdığı için önemli değildir. Bu sorunlar aynı zamanda devletler arasında çözümü oldukça
zor meseleler olmaları itibarıyla işbirliğini engelleyen veya aksatan faktörler olarak da karşımıza
çıkmaktadırlar. Zira, egemenlikle ilgili sorunlar çözüme ulaştığı ya da en azından dondurulduğu takdirde
(Türk-Yunan ilişkileri ikinci noktada dikkat çekici bir örnektir) iktisadi ve ticari ilişkilerin ekonomik
ihtiyaçlar, fırsatlar ve koşullarca belirlenmesi olanağı doğmaktadır.
Türkiye-İran ilişkileri her ne kadar topraksal sorunlardan muaf bir ilişkiyse de geçmişte
yaşananlar iki devlet arasındaki güç dengesi bozulduğu dönemlerde ikili ilişkilere hakim olan genel
tablonun dışına taşacak davranışların ortaya çıkmasının da mümkün olduğunu ortaya koymaktadır.
Nitekim, Paris Barış Konferansı'na katılmak isteyen İran'ın ülkesinin sınırının kuzeyinde, Araş
ırmağından başlayarak, kuzeydoğuda Derbend'e kadar uzanan ve sınırı Tiflis, Kars ve Erzurum'un

3 Efdal As, "XVI. YY.'dan Cumhuriyetin İlk Yıllarına Kadar Türk-İran Sınır Sorunları ve Çözümü", Ankara
Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Cilt: 12, Sayı: 46, Güz 2010, s.219-253.
yakınından geçerek Erivan ve Elizabetpol'u da kapsayan bir bölge için Türkiye'den toprak talebinde
bulunması4
-her ne kadar bu talepler ciddiye alınmamışsa da- bunun bir göstergesi olarak düşünülebilir.
3) Tarihi, Kültürel ve Etnik Ortaklıklar Ne kadar Birleştirici?
Etnik-kültürel ortaklıklar ilk bakışta tarafların birbirlerini anlamasını ve ortak faydalar için
birlikte hareket etmelerini kolaylaştıran özellikler olarak düşünülebilir. Oysa ki en kanlı çatışmalar
Huntington'ın ileri sürdüğü gibi farklı medeniyetler arasında5
değil birbirleriyle birçok ortak yanı
bulunan gruplar ve uluslararasında yaşanmaktadır. Hutularla Tutsileri ayıran boy ve burun şeklinden
ibarettir. Üstelik birinin avcı diğerinin toplayıcı olması dolayısıyla aralarında kaynaklar açısından da bir
rekabet de söz konusu olmamıştır. Keza Sırplar ile Boşnaklar din dışında birçok ortak özelliğe sahipti
ve aralarında pek çok evlilik gerçekleşmiştir. Kıbrıslı Türklerle Rumlar arasında da bu düzeyde bir
kaynaşma olmasa bile kültürel ortaklıklar inkar edilemez. Etniler ve devletler arasındaki bu
benzerliklere rağmen yıkıcı çatışmaların varlığı bazı yazarları aslen Freud tarafından ortaya atılan
"küçük farklılıkların narsizmi"
6
kavramını açıklayıcı bir çerçeve olarak kullanmaya itmiştir. Bu
çalışmalarda benzerliklerin kimliğin sınırlarını belirsizleştirdiği ve bunun getirdiği tedirginlik ve
rahatsızlığın çatışmaları körüklediğini ileri sürülmüştür.7 Aslında bu ve benzer analizlerde gözden
kaçırılan büyük ya da küçük farklılıklar olarak nitelendirilmesine bakılmaksızın bizzat bu farklılıkların
abartılmasıyla yönetici otorite tarafından gerçekleştirilmek istenen siyasal amaçlardır. Ruanda
örneğinde farklılıkların büyümesine neden olan sömürgeci ülkelerin bu gruplar üzerinde uyguladığı
politikalardır.8 Eski Yugoslavya'da ise etnik gruplar demokratik talepleri zayıflatmanın bir yolu olarak
birbirine karşı kışkırtılmıştır.9 Kıbrıs örneğinde ise benzerliklerin unutulup Rumlar ve Türkler arasındaki
farklılıkların sivrilmesinde10 revizyonist Yunan milliyetçiliğinin adadaki yansımaları kadar İngiltere'nin
uyguladığı "böl ve yönet" politikalarının da önemli payı bulunmaktadır.
Geçmişte olduğu gibi bugün de Türkiye ile İran'ın işbirliğinin arka planı olarak genelde iki
ülkenin sahip oldukları ortaklıklar vurgulanmaktadır. İran Dışişleri Bakanı Ekber Salihi Türkiye ile
İran'ı bir ağacın dallarına benzeten şu sözleri bunun sayısız örneğinden sadece biridir:
"Ayrı düşündüğümüz noktaları en aza indirmeyi amaçlıyoruz. Bölgede, Türkiye ve İran, rakip ülkeler
olarak gösterilmeye çalışılıyor, ancak birbirbirimizi tamamlayan ülkeleriz. Her iki ülkede, bölgede barış
ve güvenliğin garantisidirler. Birçok kişi iki ülke arasında sorun oluşturmaya çalışıyor, siz bazı
kesimlerin tutumlarına önem göstermeyin. Dünyada, Türkiye ve İran gibi benzer ortak noktaları olan iki
ülke yoktur. Bir ağacın iki dalı gibiyiz. Size kötü bir şey olduğu zaman biz üzülürüz. Allah göstermesin,
ülkenizin bir sıkıntı yaşamasını istemeyiz".
11
Ancak iki ülke arasındaki işbirliğinin her dönemde ve idealize edildiği ölçüde gerçekleşmemiş
oluşu bizi, bu ortaklıkların destekleyici koşulların yokluğunda işbirliği için yeterli itki sağlayıp

4 Salahi Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika I, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1995, s.42.
5 Samuel Huntington, "The Clash of Civilizations?", Foreign Affairs, Vol: 72, No: 3, 1993, s.22-50.
6 Sigmund Freud, "The Taboo of Virginity", London: Hogarth Press, 11, (1917) 1953, s.191-208, s.199; Sigmund
Freud, "Group Psychology and the Analysis of the Ego", Standard Edition, London: Hogarth Press, 18, (1921)
1953, s.67-144, s.101; Sigmund Freud, "Civilization and its Discontents", Standard Edition, London: Hogarth
Press, 21, (1930) 1953, s.191-208, s.114.
7 Michael Ignatieff, The Warrior's Honor: Ethnic War and the Modern Conscience, New York: Henry Holt & Co,
1998; s.50, 56; Michael Ignatieff, "Nationalism and the Narcissism of Minor Differences" Ronald Beiner, ed,.
Theorizing Nationalism, State University of New York Press, 1999, içinde, s.99-102, s.91-92, 95-96.
8 Philip Gourevitch, We Wish to Inform You That Tomorrow We Will Be Killed With Our Families: Stories From
Rwanda, New York: Picador, 1998; Michael Mann, The Dark Side of Democracy: Explaining Ethnic Cleansing,
Cambridge: Cambridge University Press, 2005.
9 Valère Philip (Chip) Gagnon, "Ethnic Nationalism and International Conflict: The Case of Serbia", International
Security, Vol: 19, No: 3, Winter 1994-1995, s.130-166.
10 Vamik D. Volkan, "The Narcissism of Minor Differences in the Psychological
Gap Between Opposing Nations", Psychoanalytic Inquiry, No: 6, 1986 s.175-191; Dimostenis Yağcıoğlu, "The
Role of Cultural Differences and Similarities in the Cyprus Conflict', 1996;
/www.Stwing.Upenn.Edu/~Durduran/Hamambocu/Aut hors/Knk/Knk6_13_2001.Htm.
11
"Davutoğlu'ndan Maliki'ye Cevap", Star, 19 Ocak 2012.
sağlamadığını sorgularken, bundan bir adım daha öteye giderek ortaklıklar ile ikili ilişkilerde yaşanan
sorunlar arasında nasıl bir ilişki bulunduğunu çözümlemeye itmektedir.
Türkiye ile İran arasındaki rekabet ve işbirliği dinamikleri tarihi, kültürel ve etnik ortaklıklara
sahip bulunan iki ülkenin arasında yaşanması bakımından bize dikkat çekici bir örnek sunmaktadır.
Aslında X. yüzyılın başlarında Gazneliler'in İran'da hakimiyet kurmasından XX. yüzyılın başlarına
kadar bazı dönemler dışarıda bırakılırsa bu ülkede hakim olan unsurun Türk boyları olduğu
görülmektedir. 1040'taki Dandanakan Muharebesi'nden sonra Büyük Selçuklular kısa sürede İran'ın
büyük bir bölümünü ele geçirmişlerdir. Büyük Selçuklular'dan sonra İran Türk atabeylikleri ve yine bir
Türk devleti olan Harzemşahlar'ın hakimiyeti altına girmiştir. XIII. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren ise
İran'da Moğollar hüküm sürmeye başlamıştır. İlhanlı Devleti'nin XIV. yüzyılın ortalarında sona
ermesinden sonra Celayirli Devleti kurulmuş, yüzyılın sonlarında ise Timur İran'ı da ele geçirmiştir. Bu
hakimiyet XV. yüzyılın ortalarında Güneydoğu Anadolu'da yaşayan Karakoyunlu Türkleri tarafından
sona erdirilmiştir. Karakoyunlular'ın İran'daki hakimiyetlerini sona erdiren ise 1467'de Diyarbakır
bölgesinde yaşayan Akkoyunlu Türkmenleri olmuştur. Akkoyunlu Devleti'nin de yine Anadolu'dan
giden Türkmen aşiretleri tarafından sona erdirilmesinden sonra 1501'de İran'da Safevi Devleti
kurulmuştur.
Şii-Sünni ayırımı Osmanlı ile Safevi Devleti arasındaki hakimiyet mücadelesinin önemli bir
boyutu olarak ortaya çıkmıştır. Safevi Devleti'nin kuruluşundan Çaldıran'a kadar yaşanan tarih bizzat
mezhep ayrılığının önem kazanmasının gerisinde Mezopotamya üzerinde verilen kıyasıya mücadelenin
olduğunu ortaya koymaktadır. Safevi Devleti'nin adını aldığı Tarikat'in kurucusu olan Şeyh Safiyüddin
aslen ortodoks bir Sünni olup ve Safeviler onun torunu Sultan Hoca Ali döneminde Şiiliğe geçmiş,
kızının oğlu Şeyh Cüneyt zamanında ise Tarikat'in Şiilik özelliği açıkça ilan edilmiştir. Faruk Sümer,
Tarikat'in kendisinin Şiiliği benimsemesinin Şeyh Cüneyd'in Anadolu'ya gelişinden ve Anadolu
Türkmenlerinin inançlarından etkilenmesi sonrasında gerçekleştiğine işaret etmektedir. Şiiliğin
benimsenmesi sonrasında ise bu mezhep Anadolu topraklarındaki Türkmenler üzerinde önemli bir etki
aracı olarak kullanılmaya başlamıştır.12
a) İran'da Türk Kültürü
Şah İsmail'in XVI. yüzyılın başlarında Tebriz merkez olmak üzere Azerbaycan'da kurduğu
Safevi Tarikat Devleti'nin müritlerinin çoğunluğunu Anadolu kökenli Türkmenler oluşturmuş ve bu
dönemde İran'da, Türk kültürü egemen olmuştur. Sarayın resmi dilinin Türkçe olmasının yanı sıra resmi
yazışmalarda da Türkçenin kullanıldığı dikkat çekmektedir. Türk unsurlara gösterilen ilginin önemli bir
sonucu Anadolu'dan İran'a alt katmanlar arasında büyük göç dalgasının doğmasına neden olmasıdır.
Ancak, Şah İsmail'in Türkmen müritlerine güvenerek Osmanlı hakimiyeti altında bulunan Anadolu'yu
da yeni devletin sınırları içine almaya kalkışması Osmanlı Devleti'ni askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel
önlemler almaya itmiştir. Bu girişimlerin en dikkat çekicilerinden biri, Sultan II. Beyazıt zamanında
Anadolu'daki Şah İsmail sempatizanlarının İran ve Şah İsmail ile bağlarının koparılması amacıyla
Rumeli'ye sürülmesidir. Kanuni Sultan Süleyman döneminde ise sınıra Sünni Türk boyları
yerleştirilmiştir. Şah İsmail'in 1514'de Çaldıran'da Osmanlı ordusuna yenilmesi sonrasında Safevilerin
Anadolu ile ilişkileri engellenmiş, doğa-üstü, Tanrı benzeri bir varlık olarak tasavvur edilen Şah İsmail'e
Kızılbaş Türkmenlerin ilgisi azalmıştır. Ancak Çaldıran zaferi sonrasında Safeviler Osmanlı ordularınca
ele geçirilen toprakları yeniden zaptetmiş ve Azerbaycan Şiiliği benimsemek durumunda kalmıştır.13
Safevi Devletinin 1736'da sona ermesinden sonra İran'da başka bir Türk boyunun, Avşarların
hakimiyeti başlamıştır. Nadir Şah'ın ölümünden sonra Avşarların yerini alan Lur asıllı Zend hanedanının
1779'da içine düştüğü karışıklıktan faydalanan Kaçar Türkleri'nin reisi Ağa Muhammed Han ile ise

12 Faruk Sümer, Safevi Devleti'nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, Ankara, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, 1992, s.10.
13 Bu önlemler hakkında ayrıntılı bir çalışma için bakınız: Yusuf Küçükdağ, "Measures Taken by the Ottoman
State Against Shah İsmail's Attempts to Convert Anatolia to Shia", University of Gaziantep Journal of Social
Sciences, 2008, s.1-17.
Kaçar hakimiyeti kurulmuştur. Ancak İran Kaçar hanedanı yabancı devletlere karşı mücadelelerinde
başarılı olamamış, XIX. yüzyıldan itibaren İngiltere, Rusya ve Fransa'nın çekişme alanı hâline gelmiştir.
1921'de Kazak birlikleri komutanı Rıza Han'ın 1923'te Ahmed Şah'ın ülkeden kaçmasıyla
birlikte yönetimi ele geçirmesi ve Aralık 1925'te kendini şah ilân etmesi ile Pehlevî hanedanı dönemine
geçilmiş ve bundan sonra İran'da Türk kültürünün etkisi baskılanmıştır.
b) Ulusal Kimliklerin Ortaya Çıkışı
Çok etnili toplumlarda ulus devletlerin inşa sürecinde komşu devletlerle olan etnik-kültürel
ortaklıklar bir tedirginlik kaynağına dönüşmekte, bu tedirginlik toplumlar arasındaki ortaklıkların
unutulmasına ve hatta reddedilmesine, farklılıkların ise abartılı bir şekilde algılanmasına yönelik
politikaları da beraberinde getirebilmektedir.
Bu tedirginlik, sahip olduğu Türkçe konuşan nüfusun büyüklüğü nedeniyle İran için söz konusu
bir durumdur. Amerikan Savunma Bakanlığı 2007 tahminlerine göre İran'da yaşayan 70.5 milyon
nüfusun yüzde 51'i Fars yüzde 24'ü Azeri, yüzde 2'si Türkmendir.14 İran Dışişleri Bakanı Ali Akbar
Salehi'ye bakılırsa, İran halkının yüzde 40'ı Türkçe konuşmaktadır.15
Türkçe konuşan gruplar arasında İran Azerbaycanlıları16 gerek nüfus içindeki payları gerekse
de İran pazarına (özellikle Tahran ve Tebriz`de) hakimiyetleri açısından önemli bir potansiyel güce
sahiptirler. Türkiye'de Azeri olarak tanımlanan bu nüfus Azerbaycan Türkü ya da Güney Azerbaycanlı
olarak da adlandırılmaktadır. Azerilik, İranlılık üst kimliği içinde bir alt kimliği ifade ederken Türklük
İran sınırlarını aşan bir kimliğe vurgu yapmakta, Güney Azerbaycanlılık ise aslında Azerbaycan'ın bir
bütün olduğunu diğer yarısının da kuzeydeki Azerbaycan Cumhuriyeti olduğunu hatırlatmaktadır.
c) İranlı Kimliği ve Azerbaycan
İranlılık ve Azerbaycanlılığın ortaya çıkmasında iki unsurun önemli bir rol oynadığı
görülmektedir. Bunlardan biri Kaçar Hanedanlığı (1779-1925) döneminde gerçekleştirilen Meşrutiyet
Devrimi (1906-1911) ile o güne kadar aşiret mensubiyetine dayanan toplumsal kimliklerin tasfiye
edilmesi, diğeri ise devletin yabancılara karşı tanıdığı ayrıcalıklar karşısında duyulan tepkilerdir.
İran Azerbaycanı'nın en önemli özelliklerinden birisi anayasa, meşrutiyet ve meclis
kavramlarına sahip çıkması İran'da ilk basımevinin, gazetenin burada ortaya çıkması, ordu ve eğitim
sistemindeki modernleşme çabalarının burada başlamış olmasıdır. İran Azerbaycanı Kafkasya ile olan
sınır komşuluğu nedeniyle Rusya'daki siyasi gelişmelerden etkilenmiş buraya yansımasına neden olmuş,
sol ve sosyal demokrat görüşleri İran'a taşımıştır.
Meşrutiyet Devrimi Anayasasında Fars dili resmi dil olarak tanınsa da Encümen-i Eyaleti ve
Vilayeti kanunu ile başka dil ve kültürlere de hak tanınmasıyla beraber Türkçe eğitim yapan okullar
kurulmaya başlamış, eğitim çalışmaları hız kazanmıştır. Meşrutiyetin lağvından sonra da ise onu geri
getirmek için Tahran'daki mutlakıyetçi anlayışa karşı büyük mücadeleler verilmiştir. XIX. yy'ın ikinci
yarısından itibaren İran Azerbaycanı'nın Rusya ile Osmanlı Devleti arasında bir mücadele alanı olduğu
görülmektedir. Rusya, Tebriz'de yabancıların can güvenliğini ve halkın yaşadığı kıtlığı bahane ederek
buraya girmiştir. Osmanlı Devleti'nin öne sürdüğü gerekçe ise Kürtlerin sınır ihlalleridir. Osmanlı'nın
bu bölgeyi işgal etmesinin gerisinde üç hedefin ağırlık kazandığı görülmektedir. Bunlar: Rusya ve

14 U.S. Department of State, Background Notes, March 2008.
15 "Iranian Foreign Minister Ali Akbar Salehi: 40 percent of the Iranian People is Turk";
http://www.youtube.com/watch?v=KiiicAtcVDM.
16 Bağımsızlık yanlısı Azeriler kendi sayılarını 35 milyona çıkarırken, muhafazakar çevreler bu sayıyı 13 milyona
kadar düşürmektedir. Örneğin Dr. Mahmut Ali Çehregani'ye göre, İran, 77 milyon nüfusa sahiptir. Bunun 35
milyonu İran Azerbaycanın'da yaşayan Oğuz Türkleridir. Ayrıca, Hazar denizi sahillerinde, Türkmenistan
sınırlarında 2.5 (iki buçuk) milyon Türkmen, Horasan bölgesinde yaşayan bir buçuk milyon Oğuz Türkü, ve
Fars adlı eyalette yaşayan 2 milyon Kaşgay Türkü de vardır. Bakınız: Haluk Demirbağ, "İran'daki Türklerin
Önderi Dr. Çehreganlı ile Röportajımız", 20 Eylül 2011, Turkishnews.com; http://www.
turkishnews.com/tr/content/2011/09/20/irandaki-turklerin-onderi-dr-cehreganli-ile -roportajimiz/.
İngiltere'nin güneydoğu ve doğu Anadolu bölgelerini işgalini engellemek, Almanya ile işbirliği yaparak
İngiltere'nin Hindistan yolunu kesmek ve Kafkasya ve İran Azerbaycan'ı ile birleşmektir. Osmanlı
ordusu, Trablusgarp'da İtalya, Balkanlar ve Trakya'da ise Balkan devletleri ile savaşıyor olması
nedeniyle geri çekilmek durumunda kalmıştır. Siyasal hayata Meşrutiyet Devrimi ile giren ve iktidarda
olmamasına karşın Azerbaycan'ı kontrolü altına alan17 Şeyh Muhammed Hiyabani18 Osmanlı ordusunun
bölgeyi işgaline karşı çıkmıştır. Osmanlı 1918'de geri çekildiğinde Güney Azerbaycan'ı bağımsızlığa
kavuşturmaya çalışan Azadistan-Cenubi Azerbaycan Milli Hükümeti'ni kurmuş ancak bu devlet 3 ay
(Haziran-Eylül 1920) yaşayabilmiştir.19 Mutlakıyetçi anlayışın kırılmasında önemli bir rol üstlenen
Güney Azerbaycan Milli Demokratik Hareketi Kaçar Han'ın gücünü sorgulayarak tasfiyesini
kolaylaştırmıştır.20
Kaçar Hanedanlığı'nın son döneminde Batılılara tanınan ayrıcalıklara tepkiyi yansıtan Fars
milliyetçiliğinin teorik temellerini atanların birçoğunun Azerbaycanlı olduğu görülmektedir. Örneğin,
etnik kökenden bağımsız bir İranlı kimliğinin ön plana çıktığı yeni bir İran'ın yaratılmasının
bayraktarlığını yapan Mehmet Emin Resülzade Fars ve Türk farklılıklarının unutulmasını istemiştir.
Yine İran'ın feodalizmden kurtulması, merkeziyetçi bir devlete kavuşması için dil ve din farklılıklarının
yadsınması gerektiğine inanan Ahmet Kesrevi ise Azerbaycancıların Türk olmadıklarını, Azeri dilinin
İran kökenli olduğunu ve Azerilerin Selçukluların İran'a gelmesiyle Türkleşmeye başladıklarını ileri
sürmüştür. Afşar Türklerinden Mahmut Afşar da İran'da yaşayan farklı kabileler ve etnikler
bütünleşmediği takdirde İran'ın varlığına yönelik tehditlerin bitmeyeceğinden korkmuştur.21
İran'da Türklere yönelik ayrımcı politikalar 1925 yılında Pehlevi hanedanının başa gelmesinden
sonra giderek artmıştır. Seyit Cafer Pişeveri 11 yıl hapis yattıktan sonra 25 Ağustos 1945 tarihinde
Azerbaycan Demokrat Partisi'ni kuran Rıza Şah'ın diktatörlüğüne karşı Azerbaycanlıların
mücadelesinde önem kazanan bir diğer liderdir. İran içerisinde daha geniş hakların tanındığı bir
federasyon kurulmasını talep eden22 Pişeveri liderliğindeki Parti Sovyet yönetiminin desteği ve İran
Komünist Tudeh Partisi üyeleri ile birlikte 12 Aralık 1945 tarihinde Güney Azerbaycan Demokratik
Cumhuriyeti'ni ilan etmiştir. Sovyetler Birliği tarafından desteklenen Cumhuriyetin resmi dili de Türkçe
olmuştur. SSCB'nin İran ile yaptığı karlı bir petrol anlaşması sonrasında İran Azerbaycanı
topraklarından çekilmesinden sonra Tahran'ın İran Azerbaycanı'na karşı giriştiği savaşta 25 bin
Azerbaycanlı ölmüş, 2500 kişi mahkemelerde idama mahkum edilmiş, 8000 kişi ağır cezalara
çarptırılmıştır.23
Çok etnikli bir yapıya sahip İran`da toplumu aynı potada eritmeye yönelik "İran milliyetçiliği"
1979'da gerçekleşen İran İslam Devrimi ile son bulmuş, Azerbaycanlılar kollektif kültürel hakları
konusunda baskı görmesine karşın bireysel olarak devletin hemen her kademesinde, orduda, polis
teşkilatında hatta istihbaratta önemli görevler üstlenmişlerdir. Bugün de İran siyasal hayatında dini lider
Ayetullah Ali Hamaney ve 2009 yılında Cumhurbaşkanlığı'na aday olan reform yanlısı lider Ali Mir
Musavi gibi bir çok Azerbaycanlı önemli roller oynamaktadır.24

17 Arif Keskin, "İran Türkleri (Güney Azerbaycan)", TÜRKSAM, 5 Temmuz 1999; http: //
http://www.turksam.org/tr/a202.html.
18 Arif Keskin, "Azadistan Devleti ve Şah Muhammet Hiyabani", Güney Azerbaycan Dergisi, Nisan 2005, s.7-20.
19 Aygün Attar, "İran Türkleri", Fırat Üniversitesi, Orta Doğu Araştırmaları Dergisi, Cilt: II, Sayı: 1, Elazığ 2004,
s.39-61.
20 Emre Bayır, "Fars Milliyetçiliğinin Gelişimi ve Güney Azerbaycan Milli Direniş Hareketi", Avrasya Dosyası,
Cilt: 5, Sayı: 7, Eylül 1999, s.90-124.
21 Ibid, s.106-109.
22 Kasım 1945'te yapılan Halk Kongresi'nin sonuç bildirisinde şu hususların altı çizilmiştir: - Anayasaya bağlı
kalınarak Azerbaycan ulusunun içişlerini yürütmek amacıyla ulusal özerkliğin kazanılması, - Eyalet encümen
yetkilerinin genişletilerek onun Ulusal Meclise dönüştürülmesi, - İran'ın toprak bütünlüğü ve devlet
bağımsızlığını çiğnemeden Azerbaycan ulusal yönetiminin kurulması. Hakan Kaygusuz, "Seyit Cafer Pişeveri
ve Güney Azerbaycan Milli Hükümeti", Güney Azerbaycan Televizyonu, 22 Eylül 2009;
http://www.gunaz.tv/aze/14/articleCat/1 /articleID/732-SEYID-CAFER-PISEVERI-VE-GUNEYAZERBAYCAN-MILLI
-HUKUMETI-NIN-KURULUSU-HAKAN-AYGUSUZ.html/articlePg/6/test/true.
23 Ibid.
24 Ayetullah Ali Hamaney ve Mahmud Ahmedinejad'ın Türkçe konuşmaları için bakınız: "İran'da Türkçe";
www.youtube.com/watch?v=W-A-bxr7qzY.
İran İslam Devrimi'nin dikkat çekici yönlerinden biri de Güney Azerbaycan ve Tebriz'in
Devrimde gösterdiği büyük etkinlik olmuştur. Dış düşmanlar karşısında etnik kökenden bağımsız bir
İranlılık kimliğinde birleşmiş olan Azerbaycanlılar, Pehlevi hanedanının körüklediği Fars milliyetçiliği
karşısında da Müslüman üst kimliğine sarılmıştır.
Azerbaycanlıların oluşturduğu çarşı esnafının (bazari) Devrim'e katılımı ve desteği demokratik
ve milli taleplerinin yanısıra Şah'ın İran'ı dünya pazarlarıyla bütünleştirmek istemesine bunun kendi
ekonomik konumlarını zedeleyeceğine inanarak gösterdikleri tepkinin de bir sonucu olmuştur.25 Ne var
ki, Devrim sonrasında Azerbaycanlılar Farslarla ortak inanç ve kendilerine sunulan haklar nedeniyle
toplumsal olarak kaynaşmış ve bireysel olarak yönetici seçkinler sınıfı içinde yerlerini almışlarsa da
demokratik talepleri karşılanmamış bu da rejim ile halk arasında çatışmalara neden olmuştur.
26 Bu
çatışmaları dizginleyen ve İran milliyetçiliğine güç kazandıran ise İranlıları yine tek bir bayrak etrafında
toplayan İran-Irak Savaşı'dır (1980-1988).
Aslında, Türkiye ile İran arasındaki etnik-kültürel ortaklıklardan ve bunların yarattığı etkileşim
potansiyelinden bahsederken çerçeveyi daha kapsamlı yani Türkiye-İran-Azerbaycan ilişkilerini
birarada ele alacak şekilde çizmek gerekmektedir. Nitekim, İran Azerbaycanlılarının kültürel hak
taleplerini cesaretlendiren önemli bir gelişme Sovyetler Birliği'nin çözülmesi ve kuzeyde Azerbaycan`ın
bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkması olmuştur. 1989'dan sonra Azerbaycan Azerilerinin neredeyse
üç katı kadar büyüklükte bir nüfusu barındıran İran Azerbaycan'ında "Güney Azerbaycan Milli
Hareketi", "bağımsız ve birleşik Azerbaycan", "federal İran", "İran Türk devleti", "İran'ın iki dilli olması
(Türk-Fars)" ve kültürel hakların elde edilmesi gibi söylemlere güç kazandırmıştır. 1992 yılından
itibaren Türk televizyonlarının uydu ile izlenmesinin de İran Azerbaycanlılarının kimlikle ilgili
taleplerini güçlendirdiği görülmektedir. Etnik ortaklıkların getirdiği çekince ve korkular İran'ı,
Azerbaycan Cumhuriyeti'nin İran Türklerine bir çekim kaynağı olmasını engellemek ve bunun için onu
zayıf düşürmek gayesiyle Dağlık Karabağ konusunda önce Ermenistan'a destek vermeye daha sonra ise–
tarafsız bir politika izliyor- görüntüsü altında arabuluculuğa soyunmaya itmiştir. İran, Kafkasya'da
özellikle Ebu Feyz Elçi Bey döneminde Türkiye ile Azerbaycan arasında kurulan yakın temastan da
fevkalade rahatsızlık duymuştur.27
Yurt dışındaki Azerbaycan milliyetçilerinin bağımsızlıkçı söylemler benimserken İran
Azerbaycan'ında daha ziyade federalizm, kültürel haklar ve İran'ın demokratikleşmesi talepleri ön plana
çıkmıştır. Azerbaycanlıların bir taraftan sistemle bütünleşme, diğer taraftan sistemden kopma eğilimini
bir arada yaşadıkları görülmektedir. Kolektif anlamda kimlikleri dışlanan28 Azerbaycanlıları rejimden
uzaklaştıran ayrımcı uygulamalar olmuştur. 12 Mayıs 2006 günü İran devletinin resmi haber ajansı
İRNA'ya bağlı İran gazetesinin İran-i Cuma ekinde yayınlanan ve içinde bazı karikatürlerin de yer aldığı
"Hamam böceklerinin bizi böcekleştirmemeleri için ne yapmalıyız?" başlıklı yazı ve karikatür sert
tepkilere neden olmuş ve yazının yayınlanmasının ertesi günü öğrenciler Tebriz Üniversitesi'nde ve daha
sonraki günlerde Urumiye, Zengan, Erdebil ve Tahran üniversitelerinde protesto gösterileri düzenleyip
grev başlatarak gazete ve yayıncıların cezalandırılmasını istemişlerdir. Devletin sessizliği karşısında
alevlenen gösteriler, çatışmaları beraberinde getirmiş, 50'den fazla kişinin ölümü, yüzlerce yaralı ve
binlerce tutuklanma ile sonuçlanmıştır.29

25 Mansoor Moaddel, "Ideology as Episodic Discourse: The Case of the Iranian Revolution", American
Sociological Review, Vol: 57, No: 3, June 1992, s.353-379.
26 Arif Keskin, "İran'da Azerbaycan - Türk Milliyetçiliği ve Karikatür Krizi", TURKSAM, 29 Mayıs 2007;
www.turksam.org/tr/yazdir1298.html.
27 Bülent Aras, "İran'ın Değişen Güvenlik Dengesi Çerçevesinde Orta Asya ve Kafkasya Cumhuriyetleri ile
İlişkileri", Avrasya Dosyası, Cilt: 3, Sayı: 3, Ankara, 1996, s.171-172.
28 Azerbaycan Türkleri, İran Anayasası'nın 15. ve 19. maddeleri ihlal edilerek Farsça okumak zorunda
bırakılmakta, tarih ve kültürlerini öğrenmeleri bilinçli olarak engellenmektedir.
29 Karikatürlerin birinde bir çocuk hamamböceğinden Farsça bir şeyler sormakta, fakat hamamböceği çocuğun
konuşmalarından hiçbir şey anlamaması karşısında Türkçe "Ne?" diye sormaktadır. Yazıda ise, böcekler
(Türkler) Acemlerin dışkısından beslenen ve nüfusunun artmasının engellenmesi, soylarının yok edilmesi
gereken, 'dil'den anlamadıkları için müzakere masasına bile oturtulamayacak denli aşağılık parazit yaratıklar
olarak tasfir edilmiştir. "Güney Azerbaycan'ın Mayıs-Haziran Milli Ayaklanması", Güney Azerbaycan
Öğrencileri (Türkiye'deki) Federasyonu Bülteni; baycankulder.org/icerik/guney/bulten2.pdf.
1990-91 Tebriz Üniversitesi'nin Edebiyat Fakültesi'nde İran tarihinde Türkçenin ilk kez bir ders
olarak öğretilmesini sağlayan ve bir yıl sonrasında da Tahran'ın Terbiyet Müderris Üniversitesi'nde
Türkçenin ders olarak öğretilmesine neden olan Dr. Mahmud Ali Çehreganlı 1995-1996 İran İslami Şura
Meclisi seçimlerine Tebriz'den katılıp milletvekili olma hakkını kazansa da Meclis'e girememiştir.
Çehreganlı bir yılı hapishanede 5 yılı da ev hapsinde geçirdikten sonra yaşadığı ağır sağlık sorunları
karşısında "Uluslararası Af Örgütü" ve "İnsan Hakları İzleme Örgütü" gibi kurum ve kuruluşların
baskıları sonucunda tedavi için Avrupa ülkelerine gitmiş, daha sonra yaşadığı Azerbaycan Cumhuriyeti
ve Türkiye'den ise İran'ın yaptığı baskılar nedeniyle Amerika'ya gönderilmek üzere sınır dışı
edilmiştir.30
1997'de sivil toplum ve demokrasi söylemi ile iktidara gelen ve Azerbaycanlıların desteğini
kazanan Muhammet Hatemi İran'ın demokratikleşmesiyle kültürel hakların elde edilebileceği umudunu
doğurmuş ancak Hatemi ve reformcuların başarısızlığı sonucunda Azerbaycanlılar rejimden uzaklaşma
sürecine girmiştir. Ahmedinejad'ın iktidara gelmesiyle ise bir taraftan İran'da demokratik süreç durma
noktasına gelirken yaşanan ekonomik durgunluk İran Azerbaycan'ını olumsuz etkilemiş ancak diğer
taraftan İran-ABD gerginliği milliyetçiliği kamçılamıştır.
İki ülke arasındaki tarihi, etnik, kültürel ortaklıkların bir diğer yönünü de sahip oldukları Kürt
nüfus oluşturmaktadır. Ancak bu iki ülke arasında çoğunlukla güven ve işbirliğinin bir kaynağı değil
mücadelenin bir aracı olmuştur. İran'ın Kürt ayrılıkçı terörünü uzun süre Türkiye'ye karşı bir silah olarak
kullandığı görülmektedir. İran'ın Türkiye'ye bu kozu kullanması farklı zamanlarda farklı amaçlara
hizmet etmiştir. Bu, Devrim sonrası İran'dan kaçan ve sayıları milyonlara ulaşan Şah yanlılarının
Türkiye'ye gelmesi karşısında Türkiye'ye ödetilen bir bedeldir. İran-Irak Savaşı'nın başlamasının
ardından ise Türkiye'nin Kerkük-Yumurtalık boru hattını açık tutması Türkiye'ye yönelik örtülü
saldırıların gerekçesini oluşturmuş, 1982'den itibaren İran'a gelen PKK'lılar Irak-İran-Türkiye sınırı
boyunca yerleştirilmişlerdir. İran PKK'ya Türkiye aleyhine casusluk yaptırırken kendi Kürtlerini baskı
altında tutmuş ancak Türkiye ile arasında bir krizin patlamasını önlemek amacıyla sınırlarında PKK
eylemlerine izin vermemiştir. Azerbaycan'ın bağımsızlığını ilan etmesi sonrasında PKK'nın Van'ın
kuzeyi, Ağrı ve Kars sınırı boyunca hareketlerinin İran tarafından desteklenmesinin gerisinde ise
Türkiye'nin Azerbaycan ile bağlantısını kesme amacı vardır.31
İran'ın PKK'yı Türkiye'ye karşı nasıl kullanabildiğini açıklarken iki husus üzerinde durmakta
yarar vardır. Bunlardan bir tanesi iki ülkeyi birbirinden ayıran rejim kriteridir ki bunun da iki yönü
ağırlık kazanmaktadır. Birincisi İran İslam Cumhuriyeti'nde etnik kimlikleri örten baskın bir üst kimliğin
varlığı diğeri ise gerektiğinde en sert tedbir ve uygulamaları devreye sokabilecek otoriter yönetimdir.
İran'ın en temel etnik sorununu Kürt meselesinin değil, "Türk meselesinin" oluşturmasıdır. İran İslam
Devrimi esnasında (1978-80) Türkiye'nin Tahran Büyükelçisi olan Turgut Tülümen hatıralarında İran
milliyetçilerinin Türkiye'ye karşı izledikleri politikanın temelinde iki ana hedef bulunduğunun altını
çizerek şunları söylemektedir:
"Birincisi Azeri nüfusu geri planda tutmak ve mümkünse İran kültürü içinde eritmek; ikincisi de bir yakan
topu andıran Kürd sorununu Türkiye'nin kucağına atabilmektir. İhtilali birlikte yaptıkları Azerileri
yıpratmanın yolunu "dış mihraklarla işbirlikçi ve devrim aleyhtarı" diye suçlamakta bulmuşlardır."
32
Son yıllarda Tahran tarafından uygulanan yerleşim politikaları çerçevesinde İran içerisinde
yaşayan Kürt grupların İran Azerbaycanı'nın batısı olan Türkiye sınır bölgelerine ve İran'da ağırlıklı
olarak Azerbaycanlıların yaşadıkları yerleşim merkezlerine maddi destekler sağlanarak
konuşlandırılması ve Urumiye gölünün kurumasına kayıtsız kalınması da İran'ın tehdit algılamasında
Türkiye'nin nasıl bir konuma sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
d) Ortaklıklar ve Etkileşim Potansiyeli

30 Haluk Demirbağ, "İran'daki Türklerin Önderi Dr. Çehreganlı ile Röportajımız", op.cit.
31 Ali Nihat Özcan, "İran'ın Türkiye Algılaması ve Politik Araç Olarak Terör", Stratejik Analiz, Cilt: 1, Sayı: 2,
Haziran 2000, s.49-55.
32 Turgut Tülümen, İran Devrimi Hatıraları, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 1998, s.149.
Türkiye ile İran'ın sahip olduğu tarihi, kültürel ve etnik ortaklıkların önemli bir yönü iki devlet
arasında siyasi alanda birbirini yakından etkilenme potansiyeli yaratmasıdır. Nitekim, Türkiye'de 29
Ekim tarihinde cumhuriyet ilanını takiben Ocak-Nisan 1924 arasındaki dönemde İran'da da mevcut
Kaçar hanedanından kurtularak cumhuriyet ilan edilmesi tartışılmaya başlanmıştır. Ancak, Türkiye'nin
de aktif/moral desteğini alan bu süreçte Rıza Han ve destekçilerinin başlattığı bu hareket başarılı
olamamıştır. Bunda Rıza Han'ın bir diktatöre dönüşmesinden duyulan kaygı kadar Türkiye'de 3 Mart
1924'te Hilafet'in kaldırılması sonrasında din adamlarının cumhuriyet fikrine karşı yükselen itirazları
etkili olmuştur.33
Ortaklıkların çoğalttığı etkileşim potansiyelinin doğurduğu sorunlara verilecek bir çarpıcı örnek
ise 1979 İran İslam Devrimi'nin Türkiye'ye ihracından duyulan endişedir. Devrim sonrasında
Türkiye'nin, İran'daki yeni rejimi kısa bir süre içinde tanıması ve onunla ilişkileri geliştirme gayreti içine
girmesi iki ülke ilişkilerinde gerilimi azaltan bir faktör olmuşsa da Türkiye rejim ihracı söyleminden
endişe etmiş, İran ise rejim muhaliflerinin Türkiye tarafından destek gördüğünü iddia etmiştir.34
Türkiye-İran arasındaki gerginlikler 90'larda da devam etmiştir. 1997'de iki ülke arasındaki
gerilimin en uç noktaya vardığı ve İran'ın adeta Türkiye'deki siyasi kutuplaşmanın bir parçası haline
geldiği görülmektedir. İranlı bürokratların Kudüs gecesine katılmaları Türkiye'de 28 Şubat sürecinin en
önemli tetikleyicilerinden birisi olmuştur. Bu süreç zarfında Erbakan kabinesi Temmuz ayında düşmüş,
iki taraf elçilerini çekmiş ancak ilişkilerin hiçbir zaman askeri boyutta bir sertleşmeye gitmesine izin
verilmemiştir. İlişkilerde yumuşama, Türkiye'de Mesut Yılmaz'ın, İran'da da Hatemi'nin iktidara
gelmesiyle mümkün olmuştur. 35
e) Kimlik, Güvenlik ve İşbirliği
Türkiye- İran ilişkilerinin gidişatını belirlemede her iki ulusun hangi özelliklerinin dış dünyaya
bakışta önem kazandığı ve bu özellikler üzerinden hangi ülkelerle müttefik hangileriyle de hasım olma
potansiyelini taşıdıkları önemli bir faktördür. Bu özellikler söz konusu ulusun etnik bağları, tarihi ve
kültürel geçmişiyle ilgili objektif değerlendirmelerin ötesinde; siyasal seçkinlerin kimlikle ilgili
varsayım, yargı, bakış açısı ve tercihleriyle de belirlenmektedir.36 Ayrıca, dış politika kimliği birbirine
rakip siyasal anlayışların arasındaki mücadele sonucu ortaya çıktığından belirli bir zaman diliminde
süreklilik kazanmış gibi gözükse de değişmez değildir. Değişiklik sınırlı bir anlayış farklılığından ibaret
olabilecekken dostların ve düşmanların temelden yeniden tanımlandığı bir süreci de ifade edebilir.37
İslam Devrimi sonrasında İran ikincisine örnek oluştururken 2000'li yıllarda Türkiye'nin kimliğinin
yeniden tanımlanma sürecine girdiği görülmektedir. Ancak bu değişiklik henüz tamamlanmamış,
istikrar kazanmamış olup geri dönüşsüz de değildir.
Türkiye ve İran'ın dış politika kimliklerini "seçilmiş travmalar" ve "seçilmiş zaferler"
38
kavramları üzerinden tartışmak mümkün gözükmektedir. İran'ın dış politika kimliğinde işgal travması
önemli bir yere sahiptir. İslam Devrimi sonrasında bu travmanın etkisi Batı dünyasına özellikle de
ABD'ye yönelik derin kuşku ve güvensizlik olarak karşımıza çıkmaktadır. İran'ın seçimlerle başa gelen
Muhammed Musaddık'ı 1951'de İran petrollerini millileştirmek istedi diye devirerek Şah'ı iktidara

33 Gökhan Çetinsaya, "Milli Mücadele'den Cumhuriyet'e Türk-İran İlişkileri 1919-1925", Atatürk Araştırma
Merkezi Dergisi, Cilt: XVI, Sayı: 48, Kasım 2000, s.769-797, s.78-79.
34 Devrim sonrası İran dış politikası Cumhurbaşkanlarının kişiliğiyle birlikte Humeyni dönemi (1979-1989),
Rafsancani dönemi (1989-1997) ve Hatemi dönemi (1997-2005) ve Ahmedinejad (2005-) dönemi olarak
değerlendirmeye tabi tutulabilir. Bkz: Gökhan Çetinsaya, "Rafsancani'den Hatemi'ye İran Dış Politikasına
Bakışlar", Mustafa Türkeş ve İlhan Uzgel, der., Türkiye'nin Komşuları, Ankara: İmge Yayınevi, 2002, s.293-
329.
35 Ibid.
36 William Bloom, Personal Identity, National Identity and International Relations, Cambridge: Cambridge
University Press, 1990, s.79.
37 Michael Ignatieff, "Identity Parades", Prospect, April 1998, s.18.
38 Vamik D. Volkan "Transgenerational Transmissions and Chosen Traumas: An Aspect of Large-group
Identity", Group Analysis, No: 34, 2001, s.79-97; Vamik D. Volkan, "Large- Group Identity: Border Psychology
and Related Societal Processes", Keynote Address at the German Psychoanalytic Association annual meeting,
May 10, 2002, in Leipzig, Germany.
getiren Batılı ülkelere ve onların desteğiyle gelişecek bir demokrasiye hiçbir inancı bulunmamaktadır.
Batının sattığı silahlarla donanmış Irak'ın Devrim sonrasında İran'ın zayıflığından istifade ederek bu
ülkeye saldırması ve kullandığı kimyasal biyolojik silahlar karşısında Batı'nın sessizliği İran'ın
hafızasında önemli bir yer tutmaktadır. Obama göreve başladıktan hemen sonra Ahmedinejad,
"değişim" vadeden yeni yönetimin, 1953 yılında Başbakan Musaddık'ın düşürülmesi başta olmak üzere
İran'a karşı "karanlık geçmişi ve suçları" için özür dilemesi gerektiğini ileri sürmüştür. Başkan Obama
Kahire'deki İslam dünyası'na dönük konuşmasında İran hükümetinin devrilmesinde ABD'nin rolünü
kabul etmiştir.39 İran'ın en etkili seçilmiş zaferini ise (1979) İran İslam Devrimi oluşturmaktadır. ABD'yi
rejiminin istikrarını baltalamakla suçlayan İran, bağımsızlığını Devrim'le restore etmiştir. İran, İslami
rejimini yıkacak yabancı girişimlere karşı bir teminatın yanı sıra uluslararası aktörlerce tanınma ve
toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi arayışındadır. Rejimin ABD tarafından halen tanınmıyor olması
travmanın yatışmasını engellerken bir taraftan da onun yarattığı kenetleyici etkinin muhafaza edilmesine
imkan sağlamaktadır.
Türkiye İran'dan farklı olarak Kurtuluş Savaşı'nın ardından Mustafa Kemal Atatürk'ün
liderliğinde geçmişin acılarına odaklanmaktan kurtulmuş,
40 işgal korkusuna set çekmiş, hem Batının
karşısında durabilmiş hem de onunla müttefik olmuştur. Türkiye'nin dış politika kimliğinin ön plana
çıkan öğeleri laik ve demokratik bir ülke olmasıyla Batı müttefiki olmasıdır ki bu öğeler birbirleriyle de
çok yönlü bir ilişki içerisinde olmuştur. 1996'da Necmettin Erbakan'ın Başbakan olması ile Türkiye'nin
Müslüman kimliği de dış politikasını etkilemeye başlamış ve İran ile ilişkiler bu perspektif içinde
geliştirilmiştir. İlk resmi ziyaretini İran'a yapan Erbakan Başbakan Çiller döneminde tasarlanan İran ile
doğalgaz ve elektrik konularında anlaşmalar imzalamış,
41 İran'ı D-8 hareketine dahil etmiştir. Yine 1996
yılında Rafsancani'nin Türkiye ziyaretinde ticaret, gümrük tarifeleri, turizm, taşımacılık gibi konularda
anlaşma imzalanmış olmakla beraber iki ülke arasında en önemli adım Türkiye-İsrail arasındaki
anlaşmayı dengelemek için imzalanan askeri anlaşma olmuştur.42
Türkiye'nin enerji konusunda İran'a bağımlılığını tesis eden anlaşma43 üzerinde ayrıca durmak
gerekmektedir. Zira ekonomik bağımlılığın devletler arasındaki çatışmaları dizginlediği hatta ortadan
kaldırdığı söylense bile aslında birçok örnek olayda bu bağımlılığın daha sonra istismar edilmesinden
duyulan korkunun ilişkilerin bu aşamaya gelmesini engellediği görülmektedir. Aslında taraflar
arasındaki bağımlılığın oranı birçok ilişkide eşit değildir. Taraflardan birinin ticari anlamda diğerine
daha fazla bağlandığı durumlarda, ilişkilerin bozulması taraflara eşit maliyet yüklememektedir.
Ekonomik anlamda daha fazla bağımlı olan tarafın ödeyeceği ekonomik maliyetin büyüklüğü onu
siyasal anlamda da bağlayabilmektedir. Diğer bir deyişle, ticaret düşmanlığa set çekici bir etki
yaratıyorsa bu aslında ekonomik yönden daha bağımlı ülke için söz konusudur.44 Bağımlılık oranının

39
"Ahmadinejad Wants U.S. to Apologize for Its Long-Ago Role in Iran Coup", CNS News, International Editor,
5 June 2009; online at www.cnsnews.com/Public/ checker.aspx?rsrcid=.
40 Vamik D. Volkan and Norman Itzkowitz, Immortal Atatürk: A Psychobiography, Chicago University Press,
1985.
41Türkiye'nin İran ile ticari ilişkileri 14 Mart 1937 tarihli Ticaret ve Seyrisefain Müsbedenamesi ve 13 Ekim 1956
tarihli Ticaret Anlaşması, ekonomik ilişkileri 9 Mart 1982 tarihli Ekonomik ve Teknik İşbirliği Anlaşması
çerçevesinde yürütülmektedir. Ekonomik ve Teknik İşbirliği Anlaşmasının öngördüğü Karma Ekonomik
Komisyon (KEK) Toplantıları düzenli olarak sırasıyla Ankara ve Tahran'da yapılmaktadır. KEK protokollerinde
yer verilen "Çifte Vergilendirmenin Önlenmesi ve Yatırımların Karşılıklı Korunması Anlaşması" 1996 yılında
imzalanmıştır. Türkiye ile İran arasında enerji irtibatını sağlayacak Doğu-Beyazıt-Bazargan hattı
tamamlanmıştır. Botaş ile NIGC (İran Ulusal Gaz Şirketi) arasında öncelikle Türkmenistan bilahare İran doğal
gazının alımı anlaşması da 1996 yılında imzalanmıştır.
42 Çetinsaya, "Türk-İran İlişkileri", op.cit.
43 İran İslam Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında doğal gaz satımına ilişkin anlaşmaya göre; doğalgaz
taşıma faaliyetleri için belirlenen tarih 1998 yılının başlangıcı ve yıllık taşınacak gaz miktarı da 2 milyar m³
olarak belirlenmiştir. Anlaşma ışığında, doğalgaz taşınması faaliyetlerinin 30 Temmuz 2001 tarihi itibariyle
başlanmasına karar verilmiş ve daha önceden 22 yıl olarak belirlenen anlaşma süresinin 25 yıla çıkarılması ve
2007 yılına kadar antlaşma kapsamındaki 2 milyar m³ olan miktarın 7 milyar m³ kadar yükselebileceği
öngörülmüştür.
44 David A. Baldwin, "Interdependence and Power: A Conceptual Analysis", International Organization, No: 34,
1980, s.471-506; Joseph M. Grieco, Cooperation Among Nations: Europe, America and Non-Tariff Barriers to
istenmeyen bir düzeye ulaşması siyasal anlaşmazlıkların ortaya çıktığı ya da büyüdüğü bir ortamda bu
durumda olan bir devleti ondan kurtulma yollarını aramaya itmektedir.45 Türkiye-İran örneğinde kimlik
algılarındaki yakınlık bunun aşılmasını mümkün kılan güçlü bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.
f) Rekabetin Ortaya Çıkışı
Türkiye-İran ilişkilerinin rekabet olarak nitelendirilmesi için her ikisinin de benzer hedefler
benzer roller peşinde koşması gerekmektedir. Türkiye Soğuk Savaş yılları boyunca Orta Doğu'da
liderliğe soyunmamış ve bölgeye olan ilgisinin daha ziyade kendisine yönelik askeri-güvenlik risk ve
tehditleriyle başa çıkmakla sınırlı kalmıştır. Türkiye'nin Orta Doğu bölgesine liderlik etmesi kendisi
açısından ciddi riskler ve sorunlar getirebilecek ve "hiç gereksiz yerde" bölge ülkeleriyle ilişkilerini
zorlaştıracak bir şey olarak değerlendirildiğinden Türk modeli ile ilgili beklentiler, Türkiye'nin bölgeyi
yönlendirmek için aktif politika izlemeden ve tutum almadan isteyenlerin etkilenebileceği bir örnek
olarak sunulması ile sınırlı kalmıştır.46 İran İslam Devrimini bir model olarak gösterip onu yaymaya
çalıştığında da Türkiye'nin temel sıkıntısı bu ülke ile nasıl rekabet edeceği değil, İran'dan kaynaklanan
bu çabaların Türkiye'ye yansımalarıyla ilgili olmuştur.
Aslında, Türk ve İran modellerinin olası rekabetinin tartışılmaya başlanması SSCB'nin
yıkılması ve yeni cumhuriyetlerin ortaya çıkmasıyladır. İran modelinden farklı olarak Türk modelini
Batının modelinden bağımsız düşünmek, Türk dış politika kimliğini de Türkiye'nin Batı ile kurduğu
ilişkilerini kurumsal çerçevesinden apayrı ele almak mümkün değildir. Türk modeli her ne kadar
Türkiye'nin siyasi tarihinin özgül tecrübelerinin sonucu olarak ortaya çıksa da Batılı normların,
kurumların ve Batı'da gelişen demokrasi rejiminin Türkiye'ye uyarlanmış halidir. Soğuk Savaş sonrası
bağımsızlığını kazanan Orta Asya Cumhuriyetleri'yle ilgili olarak rejim tartışmaları yapılırken Batı
Dünyası gözünde Türk modelini dikkat çekici yapan da zaten bu özellik olmuştur. Bu devletlerin İran
modelini kendilerine uygun görmemesi, zaman içinde ABD ve diğer Batı ülkeleriyle doğrudan
kurdukları ilişkiler nedeniyle Türkiye'nin model olmasının öneminin ortadan kalkması sonucunda bu
görüşler anlamlarını yitirmiştir.
4) Türkiye-İran İlişkilerinde 2000'li Yıllar
2000'li yıllara gelindiğinde ise, Irak'ın ABD tarafından işgalinin bu iki komşu ülke arasında
bugüne değin hiç olmadığı ölçüde askeri güvenlik ve istihbarat alanlarında işbirliğinin başlamasına
neden olurken ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin Türkiye'nin kimliğini yeniden
tanımlama çabaları içinde geliştirdiği bölgesel vizyonu Türkiye-İran ilişkilerinin ekonomik ve ticari
alanlarda da gelişmesini kamçılamıştır.
a) Irak'ın İşgali
Türkiye'nin sadece İran'la değil aynı zamanda da Suriye ile yakınlaşmasının gerisindeki önemli
bir faktör ABD'nin Irak işgalidir. Birliğini ve toprak bütünlüğünü zedeleyebilecek gelişmeler başta
olmak üzere hayati çıkarlarının zarar görebileceği endişesi Türkiye'yi ABD'yi dengeleme arayışına
itmiştir. Ancak bu dengeleme çabaları açık ve güçlü karşıt ittifaklar kurarak değil "yumuşak dengeleme"
olarak ifade edilen gayretler şeklinde kendisini göstermiştir. Yumuşak dengeleme kendilerinden oldukça
büyük bir güce karşı durmak için bir araya gelen devletlerin resmi ittifakların dışında zımni bir uzlaşıyla

Trade, Ithaca, NY: Cornell University Press, 1990; Robert O Keohane & Joseph S. Nye, Power and
Interdependence: World Politics in Transition, Boston: Little, Brown, 1977.
45 Robert Gilpin, War and Change in World Politics, New York: Cambridge University Press, 1981; Peter
Liberman, Does Conquest Pay? The Exploitation of Occupied Industrial Societies, Princeton: Princeton
University Press, 1996; Kenneth N. Waltz, "The Myth of National Interdependence", Charles P. Kindleberger,
der., The International Cooperation, Cambridge, MA: MIT Press, 1970, s.205-222.
46 S. Gülden Ayman, "Türk Dış Politika Seçkinlerinin Ortadoğu Algılamaları ve Irak Savaşı", Akademik Orta
Doğu, Cilt: 1, Sayı: 1, 2006, s.1-20.
hareket etmelerini ifade etmek için kullanılmaktadır.47 Yumuşak dengeleme geleneksel dengelemeden
farklı olarak güçler dengesini değiştirmeyi değil güçlü devletin tek taraflı eylemlerini ekonomik,
diplomatik ve kurumsal çabalarla engellemeyi, zorlaştırmayı hedeflemektedir. Türkiye'nin ABD'yi
savaştan vazgeçirme çabası, operasyonu geciktirmesi ve tezkereyi onaylamaması bir diğer deyişle Irak
harekâtını zorlaştıran davranışları48 kadar İran ve Suriye ile yakınlaşması da yumuşak dengeleme
çabaları olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çabaların temel amacı ABD'nin Türkiye'nin çıkarlarını
zedeleyebilecek olası davranışları karşısında daha güçlü bir direnç oluşturabilmek ve gerektiğinde
kullanılabilecek pazarlık kozlarını çoğaltmaktır.49
2003 yılında TBMM'de 1 Mart tezkeresinin onaylanmaması İran tarafından olumlu
karşılanmıştır. Aynı yıl Türkiye'de gerçekleşen terör olayları, İran tarafından kınanmış, Başbakan
Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Gül 2004 yılı içinde ayrı ayrı İran'ı ziyaret etmişlerdir.
İran Afganistan'dan sonra Irak'ın da işgaliyle kendisini ABD askerleri ve üsleriyle çepeçevre
kuşatılmış bulurken Türkiye ABD ile Iraklı Kürt gruplar arasında gelişen ilişkiler karşısında adeta
terkedildiğini hissetmiştir. Irak'ın geleceğinin belirsizliğinin de arttırdığı kaygılar Türkiye'nin Orta Doğu
bölgesine ve bu bölgedeki komşularına olan ilgisini arttırırken hem PKK sorunu hem de Irak'ta bir Kürt
Devletinin kurulma olasılığı Türkiye ile İran arasında işbirliğini gündeme getirmiştir. İran ise bağımsız
bir Kürt devletinin kurulması olasılığından her şeyden önce böyle bir gelişmenin gerçekleşmesi
durumunda ABD ve İsrail'in bu devletle kuracağı ilişkiler sonucunda hem Irak'taki etkinliğinin hem de
bizzat kendi varlığının tehdit edilebileceğinden kaygı duymuştur. Zira, İran için bir numaralı tehdit
Kürtler değil, ABD'dir. Ancak, İran açısından hâlihazırda Iraklı Kürtlerin bağımsızlık taleplerine karşı
çıkmak ABD'nin Irak'taki planlarına karşı çıkmakla eşit değerlendirildiğinden, İran Irak konusunda
Türkiye'ye ortak bir perspektif sunabilmiştir. Türkiye ile İran arasındaki istihbarat paylaşımı ve askeri
işbirliğinin Türkiye açısından en somut getirisi İran'daki PKK teröristlerinin artan sayılarda yakalanarak
Türkiye'ye verilmesi olmuştur. İran içinse bu politika bir yandan onun Türkiye'ye ne denli dost olduğunu
kanıtlamasına yararken diğer taraftan da Türkiye'yi, beklediği desteği veremeyen ABD ile olan
müttefiklik ilişkisini sorgulamaya itmeyi hedeflemiştir.50 İran Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri
Ali Laricani, 2006 yılında Ankara'daki temaslarının ardından düzenlediği basın toplantısında, Amerikalı
yetkililerin Musul ve Kerkük'te PKK ile görüştüğünü iddia etmiştir.51
b) AKP Faktörü
AKP'nin 2002'de başa gelmesiyle birlikte Türkiye'nin dünyadaki yeri ve dış politikada
oynayacağı rollerin yeniden tanımlanmaya başlandığı bir sürece girilmiştir. Türkiye'nin benzersiz bir
coğrafi alanda çok bölgesel kimlikli bir şekilde yer aldığının altı çizilmektedir.52 Yapılan analizin
geçmiştekilerden farklılığı Türkiye'nin önemini coğrafi-stratejik konumuyla açıklamaktan ziyade –ki bu
yönüyle Stratejik Derinlik kitabı klasik jeo-stratejik yaklaşımlarla örtüşen özelliklere sahiptir- bu coğrafi
avantajları tamamlar şekilde Türkiye'nin tarihi geçmişine ve kültürel potansiyeline vurgu yapmasından
kaynaklanmaktadır. Osmanlı'nın mirasçısı olan Türkiye'nin komşu bölgelere ve halklara karşı duyduğu
sorumluluklar bu yaklaşımın dikkat çekici unsurları arasındadır. Bu çerçevede Türkiye'nin bölgesel
düzenlere yapacağı katkılarla küresel düzenin yeniden inşası arasında yakın bir ilişki kurulduğu dikkat
çekmektedir. Davutoğlu'nun perspektifinden bakıldığında bugün adil ve kapsayıcı bir küresel düzen
ihtiyacı bölgesel düzenlerin nasıl reforme edileceği ve yeniden yapılandırılacağı sorusundan ayrı ele

47 Stephen G. Brooks and William C. Wohlforth, "Hard Times for Soft Balancing", International Security, Vol:
30, No: 1, Summer 2005, s.72–108.
48 Robert A. Pape, "Soft Balancing: How States Pursue Security in a Unipolar World", International Security, Vol:
30, No: 1, 2005, s.7-45.
49 S. Gülden Ayman, "Bir Güvenlik Sorunsalı Olarak Türk-Amerikan İlişkilerinde Irak Çıkmazı", S. Gülden
Ayman, der., Irak Çıkmazı: Türkiye Açısından Temel Parametreler, İstanbul: Bigart, 2008, s.51-85.
50 Fikret Bila, "İran'ın PKK Politikası", Milliyet, 10 Mayıs 2006.
51
"Laricani: ABD PKK ile Görüşüyor", Milliyet, 9 Mayıs 2006.
52 Ahmet Davutoğlu, "Turkey's New Foreign Policy Vision", Insight Turkey, Vol: 10, No: 1, 2008, s.78.
alınamaz.53 Türkiye'den küresel düzenin yeniden oluşturulması sürecinde beklenen ahlaki ve moral
kaygıları ön planda tutarak kendisinin diğer güçlerden farklılığını ortaya koymasıdır.54
Bölgesel düzenlerin nasıl kurulacağını ve bir dizi bölgesel sorunun nasıl halledileceğini
değerlendirirken Türk dış politikasına dört temel prensibin yön vereceğini ileri sürmüştür. Bunlardan
ilki güvenliğin sağlanmasıdır. Bu bağlamda Türkiye'nin komşu bölgelerle yeniden ilgilenmesinin gereği
üzerinde durulurken Türkiye'nin yakın çevresiyle ilişkilere ortak güvenlik perspektifinden yaklaşılması
da önemle vurgulanmaktadır. İkinci prensip bölgesel problemlerin çözülmesi için tüm diplomatik
araçların kullanılmasıdır. Ekonomik alanda karşılıklı bağımlılıkların yaratılmasının barışın en önemli
ayağı olarak benimsenmesi üçüncü bir prensip olarak karşımıza çıkmaktadır. Komşularla sıfır sorun
politikası çerçevesinde varolan anlaşmazlıklar en aza indirilmeye çalışılırken işbirliği de en üst
düzeylere taşınmaya çalışılmıştır. Dördüncü olarak ise, çok kültürlü ve farklı din ve mezheplerin bir
arada yaşayacağı türden bir ortamın tesis edilmesinin sadece yerine getirilmesi arzu edilen bir prensip
değil aynı zamanda barışın inşasının da olmazsa olmaz bir koşulu olarak değerlendirilmesidir.55
Osmanlı'ya gerileme dönemi penceresinden yaklaşan bir dış politika bakış açısının aksine Osmanlı
İmparatorluğu'nun farklı milletleri kucaklamadaki eşsiz kapasitesine vurgu yapılmaktadır.56 Türkiye'nin
bölgesel düzenlere katkı arzusu ve bu yöndeki çabaları tüm komşu ülkeleri kapsamaktadır, ancak bunlar
içinde tarihi, kültürel ve dini faktörler nedeniyle Orta Doğu bölgesine duygusal çağrışımları da olan özel
bir anlam yüklendiği görülmektedir. Bu yaklaşımda dikkat çeken unsur, Türkiye ile komşu Müslüman
ülkelerin bugün de aynı kaderi ve geleceği paylaştığına dair inançtır. Amaç bölgenin "tarihi
entegrasyonunu" yeniden üretme arzusunu yansıtmaktadır. Bölge ülkelerinin olası tedirginliğini bertaraf
etmek için ise Türkiye'nin emperyal amaçlar ya da bazılarının iddia ettiği gibi yeni-Osmanlıcı politikalar
gütmediği aksine milli devletlerin egemenliğine saygılı olduğunu ve onlar üzerinde yeniden egemenlik
kurma gibi bir niyet beslemediği vurgulanmıştır.57
AKP hükümeti Türkiye'nin eksen değiştirdiği iddialarına karşılık Türkiye'nin Batı'ya olan
yönelimini terk etmediğini ve Orta Doğulu Müslüman ülkelerle geliştirilmek istenen ilişkilerin bugüne
değin Batı ile kurulan ilişkilere alternatif olarak görülmediğini savunmuştur. Başbakan Erdoğan'ın
sözleriyle ifade etmek gerekirse "Türkiye'nin Batıya bakan bir yüzü olduğu kadar Doğu'ya bakan bir
yüzü de vardır."
58
Türkiye'nin dış politika konusundaki çıkarlarını ve önceliklerini giderek daha bağımsız bir
şekilde belirlemek arzusunda olduğu dikkat çekmektedir. Nitekim Başbakan Erdoğan'ın vurgusu da
"Türkiye'nin dış politikasını başkalarının direktifiyle değil kendi başına belirlediği" üzerinedir.59
Aynı
bağlamda bir görüş sergileyen Dışişleri Bakanı Davutoğlu ise "Türkiye'nin Trans-Atlantik İttifakı'nda
pasif bir izleyici değil, dinamik bir güç olduğunu" ifade etmiştir. Davutoğlu'na göre Türkiye kendi

53
"New FM Davutoğlu to Build Order-Instituting Role for Turkey", Today`s Zaman, May 04, 2009.
54 Address by H.E. Ahmet Davutoğlu, Minister of Foreign Affairs of the Republic of Turkey, at the Opening of
the Conference of Ambassadors, January 3, 2011; http://www.mfa.gov.tr/disisleri-bakani-sayin-hmetdavutoglu_nun-3_-buyukelciler-konferansi_nun-acilisinda-yaptigi-konusma_-03-ocak-2011.tr.mfa.
55 Yonca Poyraz Doğan, "Arab Academics: Turks' Return to Middle East Anticipated Development", Today's
Zaman, June 20, 2010.
56 Ahmet Davutoğlu, "Turkish Vision of Regional and Global Order: Theoretical Background and Practical
Implications", Political Reflection, Vol: 1, No: 2, s.36-51, s.40-46.
57
"Yeni Osmanlıcılık Fikri İddialarını Yalanladı", CNN; http://www.cnnturk.com/
2010/turkiye/12/28/yeni.osmanlicilik.fikri.iddiasini.yalanladi/601014.0/index.html
58 Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'na göre "Girilen ilişkilerin hiçbirisini diğerine alternatif görmemek ve
göstermemek gerektiği gibi, bir tarafa ölçüsüz ağırlık vererek dengeyi bozmamak da büyük önem taşımaktadır.
Ahmet Davutoğlu, "Türkiye Merkez Ülke Olmalı", Radikal, 26 Şubat 2004. Aynı bağlamda Başbakan Tayyip
Erdoğan "Ne ABD ile ilişkilerimiz AB'ye, ne komşu ülkelerle ilişkilerimiz ABD'ye bir alternatiftir" derken
"Suudi Arabistan ile ilişkilerimizin AB ile olan ilişkilerimiz kadar önemli" olduğunu ileri sürmüştür. "Erdoğan:
AB ne ise, Saudi Arabistan da o", Radikal, 19, Ocak 2010.
59
"Turkey's PM in Syria defends 'Independent'", Foreign Policy, December 23, 20 09;
//www.worldbulletin.net/index.php?aType=haberArchive&ArticleID=51712.
pozisyonunu kendi belirleyecek güçte bir ülkedir. Ancak bu gerçekleştirildikten sonra Türkiye
müttefikleriyle bir arada ortak bir pozisyon geliştirmeye çalışmak durumundadır.60
c) Benzeşme ve Rekabet
Türk dış politikasında Ortadoğu bölgesinin ağırlığının artmasıyla birlikte Türkiye'nin İran'a
benzer bazı özellikler kazanmaya başladığı da görülmektedir ki bu noktada iki ülkenin arasında bir
rekabetin başladığını ileri sürmek de yanlış olmayacaktır. Türkiye Filistin sorununu bölgeye yönelik
yaklaşımının merkezine yerleştirmiş, Gazze'ye yönelik saldırıları kınamış ve İsrail'e sert eleştiriler
yöneltmiştir. Başbakan Erdoğan’ın Davos'ta toplanan Dünya Ekonomik Forumu'nda İsrail'i barbarlıkla
suçlaması ve Perez'e "siz öldürmeyi iyi bilirsiniz" demesi Müslüman kamuoylarının dikkatinin Türkiye
üzerinde toplanmasına neden olmuştur. Hamas'ın 2007 seçimlerinden galip gelmesi sonrası İsrail'in
Gazze'de uygulamakta olduğu ambargoyu delme gayretleri çerçevesinde yardım taşıyan Türkiye kökenli
Mavi Marmara gemisine İsrail askerlerince yapılan saldırılar ise Türkiye-İsrail ilişkilerini temelinden
sarsmıştır. Türk hükümeti ayrıca İsrail'in nükleer silahlarının varlığını sorgulayan ve İran'da hiçbir
nükleer silah bulunmadığının adeta garantisini veren açıklamalarıyla başta İsrail'in politikalarına destek
olan ABD olmak üzere Batılı müttefiklerinden ayrılmıştır.61 Erdoğan'a göre, "insanlık ve uluslararası
kamuoyu er geç hukukun gücü ile güçlünün düzeni arasında bir tercih yapmak zorunda kalacaktır."
62
Ancak, Türkiye'nin Filistin konusundaki hassasiyeti her ne kadar İran'ın takdirini kazanmış ve
iki ülke arasında bir başka işbirliği alanı ortaya çıkarmışsa da63 Türkiye'nin Hamas ile Filistin Kurtuluş
Örgütü arasında arabuluculuk yapması64 İran'ın bu örgüt üzerindeki etkisinin sınırlanabileceğini ortaya
koymuştur.
Irak ise benzeşmenin iki komşu ülkeyi rekabete götürdüğü çok daha önemli bir alandır. Gerçi
İran da Irak'taki istikrarsızlık, şiddet ve kaostan şikayetçidir. Ancak bu ortam İran'ın çıkarlarını
zedeleyecek bir hal almadığı ölçüde İran'ın Irak siyasi listelerini finanse etmesine, onlara medya desteği
ve arabuluculuk sağlamasına imkân da vermiştir. İran'ın Irak'taki politikası bir ucuyla Iraklı Şii gruplara
destek vermeye diğer ucuyla ise İran'ın Irak Kürtleriyle geçmişten gelen bağlarından yararlanmaya
dayanmaktadır. İran'ın İİYK liderleri (Irak İslami Yüksek Konseyi) ve Irak Güvenlik Güçlerine katılan
"Bedir Tugayları" ile yakın ilişkileri bulunmaktadır. Keza İran 2006-2010 yılları arasında parlamentoda
toplamda 30 sandalye kazanan ve tahminen 60,000 kişilik "Mehdi Ordusu" (Ceyş-i Mehdi) oluşturan
Sadr grubuyla da yakınlık kurmuştur.65 Saddam rejimi süresince İran'da sürgünde yaşamış ya da İran
rejiminden maddi destek görmüş olan Iraklı Kürt liderler bugün Irak siyasal hayatında önemli roller
oynamaktadırlar. Saddam sonrası dönemde İran ile Kürt liderler arasındaki mevcut ilişkiler daha da
güçlenmiştir. İran, bölgede konsolosluk açan ilk ülke olmuştur. 2005 yılında, İran Kuzey Irak'ta yolların
yapımı ve İranlı hacılar için ana giriş noktası olan Necef yakınlarına yeni bir havalimanı inşa edilmesi
için 1 milyar dolarlık kredi zinciri açmıştır. İran, Afganistan'da uyguladığına benzer bir şekilde66 Irak

60 Elizabeth Gehrman, "The Way Forward Turkey's Minister of Foreign Affairs Elaborates on Future Policy",
Harvard University, September 29, 2010; http:// www.hks.harvard.edu/news-events/news/articles/Davutoğluforum.
61
"US Backs Israel in Probe into Mavi Marmara Assault", Hurriyet Daily News, January 25, 2011;
www.hurriyetdailynews.com/n.php?n=israeli-probe-of...us...-
62
"Erdoğan Calls for Just Stance on Iran over Nuclear Program", Today's Zaman, January 14, 2010;
www.todayszaman.com/.../news-198480-100-erdogan-calls-for-just-stance-on-iran-over-nuclearprogram.html-
63 Bu konuda son bir örnek İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi'nin İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri
Ekmeleddin İhsanoğlu'na bir mesaj göndererek, İsrail Parlamentosunun (Knesset) Kudüs'ü İsrail'in başkenti
olarak ilan edildiği bir tasarıyı onaylama girişiminin kınandığı İKÖ bildirisini desteklediklerini belirterek
"İsrail'in Kudüs'le ilgili son girişiminin incelenmesi için Kudüs Komitesi'nin olağanüstü toplanmasını" talep
etmesidir. "İran, Kudüs Komitesi'nin Olağanüstü Toplanmasını Talep Etti", Anadolu Haber Ajansı, 8 Ocak 2012.
64
"Türkiye, Hamas - El Fetih Görüşmelerinde Büyük Rol Oynadı", TV24, 23 Mart 2012;
http://t24.com.tr/haber/turkiye-hamas--el-fetih-gorusmelerinde-buyuk-rol-oynadi/200053.
65 Kenneth Katzman, "Iran-Iraq Relations", Congressional Research Service (CRS) Reports, August 13, 2010.
66 S. Gülden Ayman, "Afghanistan as a Bridge", Islamabad Policy Research Institute (IPRI) Journal, Summer
2010, Vol: X, No: 2, s.1-15.
ekonomisinde ticaretini genişletme ve ekonomik bağımlılık oluşturma arayışındadır.67 İran'ın ekonomik
girişimleri, İran ve Irak arasındaki diplomatik ve askeri anlaşmalarla güçlendirilmiştir. İki ülke, İran'dan
elektrik satın aldıkları Basra civarında bir serbest ticaret bölgesi oluşturmuşlardır. İran, Irak'a elektrik
şebekesi için sağlamış olduğu yardımın yanı sıra doğu illerindeki vatandaşların, mutfak tüpü, ısıtma yağı
ve araç yakıtı gibi temel yaşam ihtiyaçlarını da temin etmektedir.68
Ancak, İran'ın Irak üzerindeki etkisi sınırsız da değildir. Nitekim, Tahran ABD-Irak Güvenlik
Anlaşmasını engelleme çabalarında başarısız olmuştur. Üstelik Irak halkının Irak'ta artan İran etkisinden
memnun olduklarını söylemek de pek mümkün gözükmemektedir. İran yanlısı gruplar 31 Ocak 2009
tarihindeki vilayet seçimlerinde ve yine 7 Mart 2010 tarihindeki genel seçimlerde iyi sonuçlar elde
edememişlerdir. Ancak seçimlerin galibi olan eski Irak Başbakanı İyad Allavi'nin bloku hükümet
kuramamış ve Maliki ve güçlü Şii lider Mukteda el Sadr liderliğindeki oluşum arasındaki ittifak
Tahran'ın aracılığı sayesinde gerçekleşmiştir.69
Irak'ta artan Tahran etkisi karşısında Türkiye'nin tutumu, devletlerin tehdit karşısında farklı güç
karşısında farklı davranışlar sergilediğini doğrular niteliktedir. Kuşkusuz Türkiye'nin İran'ın özellikle
de Irak'ta artan siyasi ve ekonomik gücü karşısında vehime kapılmamasının önemli bir nedeni de onunla
rekabet edecek güç potansiyeline sahip olmasıdır.
İran Türkiye'ye Irak toplumunun farklı kesimleriyle ortak işbirliği geliştirme yolunda çok
boyutlu girişimlerde bulunmak için ilham vermiştir. 2006 başından itibaren giderek netlik kazanmaya
başlayan Türkiye'nin yeni Irak politikası Türkmenleri ve Sünni Arapları Irak siyasi sürecine dâhil etme
çabalarının yanı sıra, Irak'taki tüm dini ve etnik gruplarla diyalog arayışındadır. Türkiye, Musul'da,
Erbil'de ve en önemlisi de Basra'da konsolosluklar açmış, Irak hükümetiyle ortaklaşa olarak bir üst
düzey stratejik işbirliği konseyi kurmuş, ayrıca Bağdat'la enerji işbirliği ve su paylaşımı konusundaki
anlaşmaların yanı sıra bir askeri işbirliği anlaşması imzalamıştır. İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2010
yılında, 2008 yılındaki rakamların hemen hemen iki katına, yaklaşık 6 milyar dolara erişmiştir. Türk
şirketleri, Irak'ın kuzeyinde ve İran etkisinin hemen hemen tartışmasız olduğu Şii çoğunluklu güney
bölgesinde otel, emlak, endüstri ve enerji alanlarındaki yatırımlarıyla dikkat çekmişlerdir.70
Kürt sorununun tayin ettiği Irak'la ilişkiler konusuna ekonomik ve ticari yönü ağırlıklı bir
perspektiften yaklaşılırken giderek Irak'ta farklı etnik ve mezhepsel gruplarla ilişkiler kurulması
yönündeki adımlar da atılmıştır.
Bu adımlar arasında Türkiye'nin Kürt liderler ve Kürt Bölgesel Yönetimi ile geliştirdiği ilişkiler
önemli bir yer tutmaktadır. Türkiye-Irak sınırının güvenliği ve PKK'nın saldırılarının önlenmesi
konusunda Iraklı Kürt yetkililerle ortak bir anlayışa varmaya çalışılırken Türkiye'nin Bölgesel Kürt
Yönetimi'yle olan ticari ilişkileri ve bölgeye yapılan yatırımları dikkat çekici bir boyut kazanmıştır.71
Türkiye ve İran Irak için farklı siyasi ve ekonomik modeller önermektedirler. İran'ın Batı
karşısında yer alması, Türkiye'nin iki ülke ilişkilerini tüm alanlara yayma isteğini sınırlarken, İran da
Türkiye'yi ABD ile bağlarından dolayı tümüyle güvenilir bir ortak olarak algılamamaktadır. İki ülkenin
farklılıkları Irak'ın parlamento seçimleri sırasında gözle görülür durum almıştır. Tahran, Maliki
yönetimindeki bir Şii bloğa destek sağlarken Türkiye, dini ya da etnik kimlikten ziyade "Irak kimliğinin"
altını çizmesinden dolayı çok az bir farkla seçimi kazanan laik Irakiyye müttefiki Allavi'yi
desteklemiştir.72

67 Kenneth Katzman, "Iraq: Post-Saddam Governance and Security", Steven J. Costel, der., Surging out of Iraq,
New York: Nova Science Publishers, 2008, s.172.
68 Sam Dagher, "Ahmadinejad's Iraq Visit Bolsters Iran's Influence", The Christian Science Monitor, March 3,
2008; www.csmonitor.com/World/Middle.../2008/.../p 01s04-wome.html.
69 Martin Chulov, "Iran Backs Maliki for Second Term as Iraqi PM", The Guardian, October 18, 2010;
http://www.guardian.co.uk/world/2010/oct/18/iran-iraq-maliki-ahmadinejad-sadr.
70
"Turkey to Deepen Trade Ties with Iraq", Hurriyet Daily News, 6 Haziran 2010;
www.hurriyetdailynews.com/n.php?n=turkey-to...trade...iraq...-
71 Richard Weitz, "Turkey's Influence in Iraq Surges", Turkey Analyst, Central Asia-Caucasus Institute & Silk
Road Studies Joint Center, Vol: 4, No: 2, January 24, 2011;
www.silkroadstudies.org/new/inside/turkey/2011/110124B.html.
72 Furkan Torlak, "Allawi's Regional Tour and Turkey", World Bulletin, 29 Mayıs 2010;
http://www.worldbulletin.net/index.php?aType=haber&ArticleID=59210.
d) ABD Faktörü
Görünen o ki, başlangıçta İran'ın Irak'taki Şii Arap ve Kürtler üzerindeki çok boyutlu etkisi ile
mukayese edildiğinde Irak'a sınırlı bir perspektiften -PKK'ya olan desteğin kesilmesi ve Türkmen
varlığının ve haklarının korunması açısından- bakan Türkiye'nin Kürt Bölgesel Yönetimini tanıması ve
Irak'ın kuzeyinde çok önemli bir ekonomik ve ticari ortak haline gelmekle kalmayıp Irak'ın hemen her
bölgesinde etkinliğini arttırma gayreti içine girmesi iki ülkeyi rakip haline getirmiştir.73 Ancak bu
rekabet ilişkisini ABD-İran husumetinin genel çerçevesinden soyutlamak kolay değildir. Her ne kadar
PKK meselesi Türkiye ile İran'ı birbirine yaklaştırmış ve her iki ülke de Irak'ın toprak bütünlüğünden
yana bir tutum sergiliyor gözükse de, Türkiye ile İran'ın Irak'a yaklaşımları birbirinden bariz farklar
göstermektedir. Bugün Türkiye ve İran'ın Irak'a bakışı yalnızca bu iki devlet ile Irak arasındaki ilişkilerin
meselesi değildir, büyük ölçüde, ülkedeki ve bölgedeki Amerikan varlığının gölgesinde
şekillenmektedir. Askerlerini çekmesi sonrasında Irak'ta otorite boşluğu doğmasından endişelenen
ABD, bölgeyi yakın denetim altında tutmaya devam etmek için Türkiye'ye ihtiyaç duymaktadır. Irak'ta
başarılı olan Predator'ların Türkiye'ye konuşlandırılmak istenmesinin gerisindeki neden de, Irak
gelecekte hava sahasını ABD'ye kapatacak olsa bile, Predator'ların misyonlarını Türk hava sahasından
sürdürülebilme kapasitesine sahip olmasıdır. Bunun karşılığında Türkiye'nin ABD'den istediği ise
ABD'nin PKK'ya karşı mücadeleye daha fazla destek vermesi, PKK terör örgütüyle mücadele amacıyla
kurulmuş bulunan Türkiye-Irak-ABD Üçlü Mekanizması kapsamındaki çalışmaların ilerletilmesidir.74
Türkiye için en önemli şey Bağdat'ta, Kürtlerin bağımsızlık hayallerini engelleyecek güçlü ve
istikrarlı bir hükümetin bulunması ve PKK'ya karşı verilen mücadelede ABD'den alınacak destek iken
İran'ın asıl meselesi ABD kuşatmasını nasıl engelleyeceğidir. ABD ile Türkiye arasındaki anlayış
farklılarına rağmen bu iki ülke halihazırda müttefikken Tahran için ABD varoluşsal bir tehlikedir. İranlı
uzmanlar kendi varlığına doğrudan bir tehdit algılaması durumunda kendisini feda edeceği adımları
atmakta tereddüt etmeyeceğini ileri sürmektedir.75 Bu durumun bir sonucu Türkiye'nin İran'ı hiçbir
platformda dışlamamaya büyük bir özen göstermesine rağmen İran'ın Türkiye'ye yönelik çekimser bakış
açısını koruması olmuştur.
Türkiye ile İran her ne kadar Irak'ın federe bir devlet olarak uluslararası sahnede yerini almasını
kabul etmişlerse de Irak'ın geleceğine yönelik hedef ve beklentilerinde birbirlerinden önemli ölçüde
ayrılmaktadırlar. Irak'ın işler bir demokrasiye kavuşması ve çok daha önemlisi ABD ile yakın ilişkiler
içinde olan bir ülke olması olasılığı zaten kendisini ABD'nin İran Körfezi, Irak, Türkiye, Orta Asya ve
Afganistan'daki askerleri ve üsleri ile hemen her taraftan kuşatılmış gören İran'ın kaygılarını daha da
arttırmaktadır. Kendisini, varlığına yönelik tehditleri caydırma çabasında olan "statükocu bir ülke"
76
olarak tanımlayan İran aslında 11 Eylül saldırısını kınamış ve Afganistan bağlamında ABD'ye istihbarat
da sağlayarak bu ülke ile ilişkisindeki husumeti kimliğinin yani rejiminin tanınması yoluyla kırmak için
teşebbüste de bulunmuş ancak bunu başaramamıştır.
İran'ın ABD ile hasmane ilişkisi düzelme yoluna girmeden ne Irak ne de Afganistan
politikalarının sadece kendisiyle bu ülkeler arasındaki ilişkiler bağlamında değerlendirilmesine imkan
bulunmaktadır.
e) İki Yükselen Güç

73 Sean Kane, "The Coming Turkish-Iranian Competition in Iraq", United Institute of Peace, June 2011;
http://www.usip.org/files/resources/Turkish_Iranian_Com petition.pdf.
74 Semih İdiz, "Türkiye ile ABD Arasında Askeri İşbirliği Artıyor", Euractiv, October, 3, 2012;
http://www.euractiv.com.tr/yazici-sayfasi/analyze/semih-idiz-turkiye-ile-abd-arasinda-askeri-isbirligi-artiyor-
021507.
75 İranlı bir akademisyen-diplomatın ifadesiyle düşecek bir uçakta beklemektense onurlu bir atlayış yeğdir.
Türkiye-İran yuvarlak Masa Toplantısı, TASAM-IPIS; Istanbul, 9 Şubat 2012.
76 Mohsen M. Milani, "Iran's Transformation from Revolutionary to Status Quo Power in the Persian Gulf",
Woodrow Wilson International Center for Scholars in Washington, DC., October, 16-17 2004;
www.wilsoncenter.org/events/docs/Moh senMilaniFinal.pdf-
Türkiye ile İran'ın ilişkileri her iki ülkenin kendi güçlerine yönelik algılamaları ve bunun
sonucunda geleceğe dair güç tasavvurlarından etkilenmektedir. Siyasi-diplomatik açıdan izole edilmiş
ve her ne kadar ekonomik olarak kendine yeterliliği ile övünse de ciddi sorunlar yaşayan bir ülke olarak
karşımıza çıkan İran aynı zamanda Afganistan ve Irak'ın geleceğini doğrudan etkileme gücüne
kavuşmuş ve nükleer bir güç olma yolunda da ilerleyen bir ülkedir.
İran ABD ile çekişme halinde ve ABD'nin işgal ettiği Afganistan ve Irak'taki güç boşluklarından
yararlanarak yükselmekte iken Türkiye ABD ile müttefikliğini koruyarak ve gerek ABD gerekse bölge
ülkeleriyle olan ilişkisini yeniden tanımlayarak etkisini arttırma gayreti içerisindedir. İki ülkenin
perspektifleri arasındaki farklılığı özde Batı ile birlikte-Batı'ya karşı iki tutum arasındaki ayrılık olarak
ifade etmek mümkündür. Zira iki ülke arasındaki temel ayrılık, onların kapitalizme, liberal demokrasiye,
ABD'ye ve onun liderliğinde kurulacak bir yeni dünya düzenine karşı yaklaşımlarındaki tezatlıkla
kendisini açıkça ortaya koymaktadır. Küba'ya yaptığı ziyarette, Havana Üniversitesi'nde düzenlenen
konferansta gençlere seslenen Ahmedinejad, kapitalist sistemin birçok yerde çökmekte olduğunu
vurgulayarak şunları söylemiştir:
"Adalete dayalı, tüm insanlara saygı gösterilen yeni bir düzen, yeni bir bakış açısının getirilmesi
gereklidir...Uyanık, tetikte olmalıyız. Yeni dünya düzenini biz hazırlamazsak, kölelikten yana olanların ve
kapitalistlerin mirasçıları, bize yeni sistemi dayatacak."
77
İran'ın nükleer programı her ne kadar bu ülkenin artan enerji ihtiyacı ile açıklanmaya çalışılsa
da sivil nükleer kapasite ile nükleer silah yapımı arasındaki aşılabilir mesafe hesaba katılırsa NPT'ye
(Non-Proliferation Treaty - Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması) ve üzerindeki tüm
ambargo ve baskılara karşın nükleer bir kapasiteyi askeri yönden geliştirmesi (özellikle de ikinci vuruş
kapasitesine ulaşması) durumunda kendisine yönelik dış müdahale baskısını hafifletecektir. Bu aynı
zamanda ABD'ye (İsrail olarak da okunabilir) karşı bölgede etkinliğini arttırmakta olan İran'ın
engellenmeden yükselmesini sağlayacak bir araç olarak da önem kazanacaktır.
f) Türkiye'nin Nükleer Kriz Karşısındaki Tutumu
Türkiye İran'ın nükleer çalışmaları karşısında vahamete kapılmamıştır. Bunun nedenleri şöyle
açıklanabilir. Türkiye NATO ittifakının bir üyesidir dolayısıyla böyle olası bir gelişme karşısında tehdit
algılasa da bu tehdidi tek başına karşılama durumunda değildir. Türkiye İran'dan kendisine yönelik bir
tehdit algılar, böyle bir gelişme karşısında kendini yalnız hisseder ve İran'ın ancak benzer bir askeri güç
unsuru ile dengelenebileceğini düşünürse güvenliğinin tehdit altında olduğunu göstererek NPT'den
çekilip nükleer silahlanmaya gidebilir ki bu olasılığın gerçekleşmesi en azından şimdilik pek mümkün
gözükmemektedir. Nükleer krizin Türkiye'yi sıkıntıya düşüren yönü ABD-İran çekişmesinin kızışması
Türkiye'nin bu iki ülke ile kurduğu ilişkileri biri için diğerini feda etmeden belli bir dengede götürmesini
zorlaştırmasıdır. Türkiye İran'a uygulanan ekonomik ambargonun bu ülke ile kurduğu ekonomik ve
ticari ilişkileri tehlikeye atmasından endişe etmiş ve nükleer krizin askeri bir müdahaleye dönüşme
olasılığından kaygı duymuştur.
Türkiye nükleer konuda diplomatik çarelerin tükenmediğini ve bu konuda ısrarlı olunup askeri
seçeneklerin düşünülmemesi gerektiğini savunmuştur. Aslında Türkiye öteden beri izole edilmiş,
dışlanmış bir İran'ın barışa ve güvenliğe katkıda bulunmayacağını savunmaktadır. Üstelik, Irak'ta
geliştirildiği iddia edilen kitle imha silahlarının bulunmaması Türkiye'yi içinde yer aldığı uluslararası
toplumu etkilediğinden belki de çok daha fazla oranda etkilemiştir. İran nükleer krizi karşısında
olabildiğince tarafsız kalarak kendisini çatışma ortamına sokmamaya ve bu arada da Orta Doğu'da barış
ve güvenliğin sağlanması yolunda uluslararası toplumla birlikte hareket etmeye çalışan Ankara İran'ın
barışçıl amaçlı nükleer programını geliştirme hakkını kuvvetle desteklemiştir.78 Dönemin Dışişleri
Bakanı Abdullah Gül'ün "Türkiye'nin topraklarından bir komşusuna herhangi bir silahlı müdahaleye
müsaade etmeyeceği" şeklindeki sözleri Türkiye'nin ABD ile İran arasındaki gerilimi yumuşatmaya

77
"Ahmedinejad: Adalete Dayalı Yeni bir Dünya Düzeni Kurulmalı", Zaman, 12 Ocak 2012.
78 Konu ile ilgili daha kapsamlı bir değerlendirme için bkz:, S. Gülden Ayman, "İran Nükleer Krizi ve Türkiye",
Avrasya Dosyası, Türkiye-Orta Doğu, Cilt: 12, Sayı: 2, 2006, s.25-60.
çalışırken bir taraftan da ABD'den gelen veya gelecek her türlü talebi daha baştan caydırmak istediğini
göstermiştir.79
Türkiye'nin BM Güvenlik Konseyi'nde geçici üye statüsü kazanması sonrasında en dikkat çekici
çıkışlardan biri de İran'a yaptırımlar konusunda çekimser oy kullanan üç ülkeden biri olması teşkil
etmiştir. Türkiye'nin nükleer konunun bizzat içeriğiyle ilgili olarak önemli bir ülke haline gelmesi ise
Türkiye ve Brezilya'nın 17 Mayıs 2010'da İran'ı nükleer takasa ikna ederek Tahran protokolünü
imzalaması ve o protokolde İran uranyumunun depolanacağı ülke olarak Türkiye'nin gösterilmesiyle
söz konusu olmuştur. ABD yönetimi konuyla ilişkili olarak kendi içinde çelişkili bir tutum izlemiş,
protokol sonrasında ise İran'ın biriktirdiği LEU miktarının 1200 kilogram olarak hesaplandığını ancak
gelinen aşamada bu miktarın 2200 kiloya yükselmiş olabileceğini ileri sürerek itiraz etmiş ve İran'a
yaptırım kararı almıştır.
5) Değişen Parametreler
Türkiye ile İran'ın bölgeyle ilgili beklenti ve siyasetlerinin Amerikan askerlerinin Afganistan ve
Irak'tan çekileceğinin açıklanması ve Arap ülkelerinde başlayan halk hareketleriyle birlikte farklı bir
boyut kazandığı dikkat çekmektedir.
a) Orta Doğu'daki Halk Ayaklanmaları ve Türk Dış Politikası
Her ne kadar Türkiye'nin hiçbir ülkeye model olmak gibi bir arzusu bulunmadığı söylense de
Türk hükümeti "Arap Baharı"ndan önce de kendi insanları için uygun gördüğü demokrasi, adalet, refah
ve özgürlük taleplerinin aynısını "kardeş ülkeler" için de istediğini sık sık dile getirmiştir. 2003
Mayıs'ında dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün Tahran'da toplanan İslam Konferansı Örgütü'nde
yaptığı konuşma, Müslüman dünyanın eşitliğe, demokrasiye, iyi yönetişime, saydamlığa, hesap
verebilirliğe ve kadın-erkek eşitliğine olan ihtiyacının vurgulandığı çarpıcı örneklerden biri olmuştur.80
Tunus'ta ve bunu takiben Mısır, Libya, Bahreyn ve Yemen'de protestolar yükselirken Türk hükümetinin
tüm İslam dünyasına yaptığı demokrasi çağrısı güç kazanmıştır.
AKP hükümetinin Orta Doğu politikası her ne kadar demokrasi ve özgürlük vurgusunu
taşımaktaysa da bölgesel işbirliği ve entegrasyon vizyonunun mevcut koşulların gereği otoriter
yönetimlerle kurulan iyi ilişkiler üstünde yükseldiği de bir gerçektir. Nitekim, Başbakan Erdoğan
2009'da gerçekleştirilen tartışmalı seçimlerden sonra İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad'ı ilk
kutlayanlardan biri olmuştur. Ancak Orta Doğu'da yaşanan gelişmeler Türkiye'nin bölgede demokrasi
ve reform taleplerine destekle otoriter rejimlerle işbirliği arasında kurduğu hassas dengeyi bozmuş ve
AKP hükümetini söylemde ve davranışta daha uyumlu olmaya zorlamaya başlamıştır. Cumhurbaşkanı
Gül'ün rejim karşıtı protestoların yükseldiği bir ortamda Tahran'a yaptığı ilk ziyarette "Liderler ve
ülkelerin yöneticileri uluslarının taleplerini gözardı ettiğinde halk kendi taleplerini kendi
gerçekleştirmek için harekete geçiyor" sözleri bu yöndeki baskının tezahürü olmuştur.81
Gelişmeler Ankara'yı kendi sahip olduğu özellikleri Orta Doğulu halklar için de arzu ettiğini
söylenmesinden öte tavır almaya ve somut taleplerde bulunmaya da itmiştir. Libya krizine nasıl karşılık
verileceği hususu temel motivasyonları itibarıyla Türkiye'de Avrupalı müttefiklerinden ne denli farklı
olduğu yolunda bir algılamayı tetiklerken "dış politikada çıkarlarını ve önceliklerini bağımsız bir
şekilde belirleyebileceği" yolundaki iddiasının sorgulanmasına da neden olmuştur. Bu çalkantılı
dönemde Türkiye'nin üzerinde en fazla hassasiyetle eğildiği konulardan biri ABD ile olan ilişkisini sıkı
tutmak olmuştur. Ekonomisindeki dikkat çekici sıçramalar nedeniyle de özgüveni artan Türkiye ABD

79
"Komşumuza Bizden Saldırı İzni Vermeyiz", Milliyet, 10 Şubat 2006.
80
"Presidency of The Republic of Turkey: Speeches Made During Gül's Term As the Deputy Prime Minister and
Minister of Foreign Affairs"; www.tccb.gov.tr/ sayfa/ konusma_ aciklama_mesajlar/kitap/79.pdf.
81
"Protests Put Gül in Tight Spot During Iran Visit", Today`s Zaman, February 16, 2011;
http://us.zaman.com.tr/us-tr/newsDetail_getNewsById.action?newsId=460 18.
ile daha eşitçi ilişkiler kurabileceğine inanmaya başlamış ve Irak işgali sonrasında benimsediği ABD'yi
yumuşak dengeleme çabasından giderek uzaklaşmıştır.
b) Hangi Model?
İran'ın bölgedeki gelişmelerle ilgili ilk tepkisi ise, bunun İran İslam Devriminden kaynaklanan
bir uyanış olduğunu ileri sürmek şeklindedir. İran İslam Cumhuriyeti Milli Güvenlik Konseyi Genel
Sekreteri Said Celili AB Dış Siyaset ile Güvenlik Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton'a Mayıs 2011
yolladığı mektupta Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki gelişmelerin nedenleri hakkında bir değerlendirme
sunmuş ve bu sorunların çözümü konusunda İran'ın AB ve uluslararası toplumla işbirliği arzusunu dile
getirmiştir.82 İlki 2011 Eylül ayında ikincisiyse Ocak 2012'de Tahran'da düzenlenen "Uluslararası İslami
Uyanış Konferansı," İran'ın Ortadoğu'daki gelişmeler üzerinde etkisini arttırmaya yönelik dikkat çekici
diplomatik çabalarından birini teşkil etmiştir.83 Halen İran bölgedeki gelişmelerin İran Devrimi'nin
yarattığı İslami uyanışın bir sonucu olduğu konusundaki görüşünde ısrar ederken uluslararası toplumun
İran üzerindeki baskılarının da bu nedenden kaynaklandığını ileri sürmektedir.84
Ne var ki bu konuda yapılan kamuoyu araştırmaları İran'ın Orta Doğu toplumlarını etkileme
potansiyelini sorgular mahiyettedir. Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) tarafından
üçüncüsü yapılan "Ortadoğu'da Türkiye Algısı 2011" araştırması Türkiye'nin bölge ortalamasında yüzde
78 ile en fazla sempati duyulan ülke olduğunu ve bölge halklarının Türkiye'yi model gördüğünü ortaya
koymuştur. Arap dünyasında yaşanan ve demokratikleşme talebi içeren dramatik gelişmelere rağmen
bölgenin en önemli sorununun ekonomi olduğuna işaret eden araştırma, ekonomiyi ülkelerinin en büyük
sorunu görenlerin başını ise yüzde 60 ile İranlıların çektiğini göstermektedir.85
Türk hükümetinin özellikle de Başbakan Erdoğan'ın laiklik konusunda verdiği mesajlar Türkiye
ile İran modelleri arasındaki farkı tartışmaya açmış, Türkiye İran'ın önde gelen din ve siyaset
adamlarından Ayetullah Haşimi Şahrudi tarafından bölgede "liberal İslam"ı teşvik ederek bölgesel
gelişmeleri kendi lehine kullanmakla suçlanmıştır.86

Her ne kadar kendi kendine yeterliliğiyle takdir toplayacağını düşünülse de ciddi ekonomik
sorunlarla uğraşan ve kendi içinde muhalefete yönelik hoşgörüsüz ve baskıcı tutumuyla dikkat çeken
İran, bu sürecin başta Azerbaycan olmak üzere kendi toprakları üzerindeki olası etkilerinden de
tedirgindir. Dünyanın en büyük üçüncü tuz gölü olan Urumiye Gölünün kurumasına Tahran'ın
kayıtsızlığı karşısında "doğal felaket gibi gösterilmeye çalışılan bu olayın arkasında İran rejiminin
Türklere karşı düşmanlığının yattığını" ileri sürerek ayaklanan ve polisle çatışan Azerbaycanlılar rejim
karşıtı eylem potansiyelinin işaretlerini vermiştir.87
c) Suriye Çıkmazı

82
"Iran's EU Package Favors Global Peace", Presstv, May 12, 2011; http://edition. presstv.ir/detail/179559.html.
83 Ali Esger Mirza Agazade, "Birinci Uluslararası Gençlik ve İslami Uyanış Konferansının Tahran'da
Düzenlenmesi", İran Türkçe Radyo, IRIB World Service, 29 Ocak 2012; http://turkish.irib.ir/guncelyazilar/siyasi-yorumlar/item/255451-birin
ci-uluslar-aras%C4%B1-genclik-ve-islami-uyan%C4%B1skonferans%C4%B1n
%C4%B1n-tahranda-d%C3%BCzenlenmesi.
84
"Laricani: Bölgedeki İslami Uyanışın Kaynağı, İran İslam İnkılâbıdır", İran Türkçe Radyo, IRIB World Service,
22 Şubat 2012; http://turkish.irib.ir/haberler/iran /item/256518-laricani-b%C3%B6lgedeki-islamiuyan%C4%B1s%C4%B1n-kayna
% C4%9F%C4%B1-iran-islam-ink%C4%B1l%C3%A2b%C4% B1d%
C4%B1r.
85 Mensur Akgün, Sabiha Senyücel Gündoğar, "Ortadoğu'da Türkiye Algısı 2011", TESEV, 15 Aralık 2011;
www.tesev.org.tr/UD_OBJS/PDF/.../OD_Turkiye_Al gisi _2011.pdf.
86 Erdoğan, "Laiklik, din karşıtlığı değildir. Müslümanlar iktidarda olduğunda, Hıristiyanlar, Yahudiler ve
ateistlere de eşit yurttaşlar olarak saygı gösterilmelidir" demiş ve "Laiklikten korkunuz olmasın" ifadelerini
kullanmıştır. "Sizler Mısır'da Fatihlersiniz", Sabah, 15 Eylül 2011.
87
"Güney Azerbaycan Türkleri Ayaklandı", Nebeonline; http://www.nebeonline. com/haber/guney-azerbaycanturkleri-ayaklandi-11243.htm.
Tunus ve Mısır'dan sonra demokrasi, ülke idaresine katılma, özgürlük, insan hakları, adalet ve
fırsat eşitliği talep eden halk kitlelerinin Suriye'de de sokaklara dökülmeye başlamalarıyla Türkiye ile
İran arasındaki ilişkiler daha çetrefil bir görünüm almıştır. Bunun temel nedeni Türkiye'nin Suriye
muhalefetine ev sahipliği yapması, İran'ın ise ABD karşısında kurduğu cephenin en önemli ortağı olan
Suriye'de yönetim değişikliği adına yapılacakları kendi çıkarlarına ciddi bir tehdit olarak görmesidir.
Başlangıçta NATO'nun Libya'ya müdahalesine açıkça karşı çıkan Türkiye daha sonra karşısında
olamadığı gelişmelerin içinde yer alarak çıkarlarını koruma düşüncesiyle yaklaşımını değiştirmiş, Esad
yönetiminin demokratik reformları bir an önce yapması konusunda ikna etmekte zorlandığını görünce
muhalif güçlerle ilişkiye geçmiştir. Bu süreçte Türkiye'nin Suriye muhalefetiyle ilişkisi İran tarafından
tepkiyle karşılanırken, İran'ın Türkiye üzerinden Suriye yönetimine askeri yardım yolladığına dair
haberler ilişkilerde rahatsızlık yaratmıştır. Dini lider Ayetullah Ali Hamaney'in askeri danışmanı
Tümgeneral Yahya Rahim Safevi, Fars ajansına verdiği demeçte Katar yönetiminin Suriye'ye karşı
Türkiye'ye para yardımı yaptığını iddia etmiştir.88 Türkiye hava sahasından geçen iki İran kargo uçağı
ise Suriye'ye silah taşıdığı iddiasıyla indirilmiş89 ve bu uçaklardan birinde askeri malzeme bulunduğu
BM Güvenlik Konseyi İran Yaptırımları Komitesi'ne bildirilmiş, Ocak 2012'de ise Suriye'ye askerî
malzeme taşıyan dört TIR'a el konulmuştur.90
Başbakan Erdoğan Ahmedinejad'a, "Sizden aldıkları cesaretle Esad yönetimi şımarıyor"
uyarısında bulunurken91 İran yetkilileri Türkiye ile İran arasında ortak diplomasi zemininin ancak
Türkiye Suriye gerçeklerini kabul ettiğinde sağlanacağını ileri sürmüştür.92 Türkiye ile İran Suriye'nin
geleceğine yönelik beklenti ve öngörülerinde de birbirlerinden ayrılmaktadırlar. Örneğin Eski Dışişleri
Bakanı Velayeti, Fars haber ajansında yer alan açıklamasında, Suriye yönetimini düşürmeye yönelik
girişimlerin bir sonuç vermeyeceğini ifade ederek; İran, Hizbullah ve Suriye cephesinin, Siyonist
yönetime karşı mücadelesinin devam edeceğini söylerken93Türk hükümeti Esad sonrasına hazırlanmaya
başlamıştır. Suriye'den ayrılan Hamas'ın temsilcilik açabileceği ülkeler arasında Türkiye'nin yer alması94
ise Türkiye ile İran'ın bu süreçte ortak faydalarda buluşmasının zorluğuna işaret eden gelişmelerden biri
olmuştur.
Bu ortamda Türkiye-İran ilişkilerinde adeta tutkal vazifesi gören ayrılıkçı teröre karşı birlikte
hareket etme kararlığına da giderek gölge düşmeye de başlamıştır. Türkiye'nin PKK saldırılarının
yoğunlaşmasına karşılık Kandil'de başlattığı operasyon sırasında Türk jetlerinin hava sahasını
kullanmasına rağmen İran'ın Kandil Dağı'nın İran kısmında bulunan Murat Karayılan'ın Türkiye teslim
edilmesine yardım etmediği iddiası tartışmalara neden olmuştur.95
Türkiye- İran ilişkilerinde Suriye nedeniyle yaşanan ve şimdilik üstü örtülen gerginlikler
Türkiye-Irak ilişkilerini de etkilemiştir. Türkiye Suriye'deki güvenlik sorunları nedeniyle Ortadoğu'ya
mal taşıyan TIR'ları, Habur üzerinden Musul ve Zaho'dan batıya Ürdün'e yönlendirmek istemiş ancak
Bağdat yönetimi, "Irak'ın Suriye'ye alternatif olarak kullanılmasının, Suriye halkını olumsuz yönde
etkileyeceğini" ileri sürerek Ürdün'den Türkiye'ye giden kamyonların topraklarından geçmesi talebini
reddetmiştir.96

88
"Suriye İçin Türkiye'ye Para Veriyorlar", Radikal, 1 Şubat 2012.
89
"İran Uçağı Zorla Diyarbakır'a İndirildi", Radikal, 16 Mart 2011.
90
"Suriye'ye Askerî Malzeme Taşıyan Dört TIR'a El Konuldu", Zaman, 11 Ocak 2012. İran'ın Ankara
Büyükelçiliği, bazı basın yayın organlarında çıkan, İran'dan Suriye'ye silah taşındığına dair haberleri
yalanlamıştır. "İran, İran'dan Suriye'ye Silah Taşındığına İlişkin Haberleri Yalanladı", Zaman, 12 Ocak 2012.
91
"Kolay Kolay Adam Harcamayız", CNNTurk.com, 16 Eylül 2011; www.cnnturk.
com/2011/yazarlar/09/16/kolay.kolay.../index.html.
92
"İran: Türkiye, Suriye Gerçeklerini Kabul Ederse Ortak Diplomasi Zemini Sağlanır", Zaman, 4 Ocak 2012.
93
"İran'ın İddiası : Suriye'de Esed Rejimi Düşmeyecek", Zaman, 23 Şubat 2012.
94 "Hamas Türkiye'ye mi Geliyor?", Haberturk, 29 Ocak, 2012.
95 Yeni Şafak gazetesinin İran'ın Karayılan'ı 2 gün tutup serbest bıraktığı iddiasından sonra Sözcü gazetesi İran'ın
Karayılan'a karşılık "Siz de ABD'nin Suriye'ye karşı baskısını azaltın" dediğini Türkiye'nin ise "Zaten Öcalan
başımızı ağrıtıyor. Bir Öcalan daha istemiyoruz" cevabını verdiğini ileri sürmüştür. Abdülkadir Selvi,
"Yakalanan Karayılan Urumiye'ye Götürülmüş", Yeni Şafak, 11 Ekim 2011, "Sözcü'den İnanılmaz Karayılan
İddiası", Milliyet, 13 Ekim 2011.
96
"Bağdat'tan B Planı için Geçiş Yok", HaberTürk, 26 Aralık 2011.
d) Azerbaycan-İsrail Yakınlaşması
İran'ın, Suriye üzerindeki uluslararası baskılardan ve özellikle de Türkiye'nin tutumundan
duyduğu rahatsızlığı ve çembere alınma hissini daha da arttıran İsrail ile Azerbaycan'ın arasındaki
yakınlaşma olmuştur. Azerbaycan'ın İsrail'den insansız hava uçakları ve uçaksavar füze sistemleri almak
üzere yaptığı 1.6 milyar dolarlık anlaşma İran'ı fevkalade rahatsız etmiştir. ABD'li istihbarat yetkilileri
ve diplomatların Azerbaycan'ın İsrail'e hava üssü verdiğini belirten açıklamaları,
97 İran'ın 2012 yılı
Şubat ayında, Mossad ajanlarının Azerbaycan topraklarında faaliyetlerde bulunduğunu öne sürerek,
Bakü'ye nota vermesi, Mart başında da Azerbaycan'da terör suçlamasıyla tutuklanan kişilerin Bakü
yönetimince İran Devrim Muhafızları ile ilişkilendirilmesi iki ülke arasındaki gerilimi üst seviyelere
tırmandırmıştır.98
Her ne kadar Azerbaycan yetkilileri "şimdiye kadar hiçbir şekilde eyleme karşı
kullandırmadığını vurgulayarak, Azerbaycan'ın kendi topraklarından İran'a karşı hiçbir eyleme izin
vermeyeceğini" söyleseler de İran ile Azerbaycan arasındaki güven bunalımı sona ermemiştir.99
e) Karşı Karşıya Gelmemeye Gösterilen Özen
Türkiye ile İran doğrudan karşı karşıya gelmemek için büyük bir özen göstermekte, sorunların
dış mihraklarca kasıtlı olarak abartıldığını ileri sürmekte ve çıkarlarına dokunmadığı ölçüde dostluk ve
işbirliği görüntüsünü güçlendirecek adımlar atmayı sürdürmektedirler.
100 Örneğin, bu ve benzeri
iddiaları yalanlarcasına 16 Nisan'da Kapıköy (Razi) sınır kapısının açılışında İranlı muadili ile bir araya
gelen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, "Dünyaya ilan ediyoruz ki Türkiye ve İran ebediyete kadar
dost kalacak!" diye vurgulamıştır. Suriye'de Özgür Suriye Ordusu tarafından gözaltına alınan 11 İranlı
da Türkiye'nin arabuluculuğu ile serbest bırakılmıştır.101 Ayrıca her iki ülkenin de karşılıklı ticari ve
ekonomik ilişkilerindeki mevcut büyümeyi ve hedeflerini102 vurgulayarak103 bir bakıma gerektiğinde
siyasi ve diplomatik alandaki işbirliği yapmalarının zeminini dolaylı olarak sağlam tutmaya çalıştıkları
da dikkat çekmektedir.
Görünen o ki, halihazırda her iki ülkenin de birbirleriyle olan ilişkileri bozmamaya ihtiyacı
vardır. İran açısından bu dostluk kendisine hasım gördüğü taraflarla Türkiye'nin ilişkisini sınırlamakta
ve Batı ile nükleer müzakerelerin yeniden başlaması konusunda Türkiye'den faydalanma imkanı
vermektedir. Nitekim 2012 yılı başında İran'ın, Kum kenti yakınlarında bulunan Fordo tesislerinde
uranyum zenginleştirme işlemlerine başladığının ortaya çıkmasıyla Batı-Tahran nükleer krizi yeniden
alevlenirken, Ankara tansiyonun düşmesi ve Güvenlik Konseyi üyeleri ve Almanya ile (5+1) İran
arasındaki müzakerelerin başlaması için yeniden devreye girmiştir.104 Türkiye açısından ise bir dönem

97 Foreign Policy dergisinde çıkan bir makalede Washington yönetiminin, İsrail'in Azerbaycan'ın İran sınırına
yakın hava üslerini kullanma izni aldığını düşündüğü ileri sürülmüştür. Mark Perry, "Israel's Secret Staging
Ground", Foreign Policy, March 28, 2012; http://www.foreignpolicy.com/articles/2012/03/28/israel_s_sec
ret_staging_ground.
98
"Azerbaycan'dan İsrail'e Üs Desteği", Hurriyet Planet, 29 Mart 2012; http://
www.hurriyet.com.tr/planet/20231811.asp.
99
"Azerbaycan'dan Üs Açıklaması", Türk Haber Ajansı, 2 Nisan 2012; http://turk haberajansitha.blogspot.com/2012/04/azerbaycandan-us-acklamas.html.
100
"Davutoğlu'ndan Maliki'ye Cevap", Star, 19 Ocak 2012.
101 Özgür Suriye Ordusu tarafından yapılan açıklamada yakalanan İranlıların göstericilere ateş açan keskin
nişancılar ve İran Devrim Muhafızlarına bağlı askerler olduğu ileri sürülürken İran, yapılan açıklamaları
reddederek gözaltına alınan 11 İranlının Suriye'ye dini mekanları ziyaret için giden vatandaşlar olduğu ifade
etmiştir. "11 İranlı, Türkiye'nin Girişimi ile Serbest", Zaman, 6 Şubat 2012.
102 İran haber ajansı İrna, iki ülke arasındaki ticaret haminin 2011'in ilk 11 ayında, bir önceki yılın aynı dönemine
göre yüzde 55 oranında artış göstererek 15 milyar dolara dayandığını duyurmuştur. "İran ile Türkiye Arasındaki
Ticaret Hacmi 15 Milyar Dolara Dayandı", Zaman, 4 Ocak 2012.
103 Davutoğlu Türkiye ve İran arasındaki dış ticaret hacmi potansiyelinin, yıllık ticaret hacminin 30 milyar dolara
çıkarılabileceğini bildirmiştir. "Davutoğlu: Türkiye ve İran İlişkileri Özeldir", Zaman, 5 Ocak 2012.
104
"Ankara, Batı-İran Nükleer Müzakereleri İçin Devrede", Zaman, 10 Ocak 2012.
Arap dünyasına açılan kapı işlevi gören Suriye ile diplomatik ilişkilerin donduğu ve Irak yönetiminin
de Suriye'nin yanında yer aldığı bir dönemde İran'la gerginliğin büyümesi riskler içermektedir.
f) Yol Ayrımı
Aslında, Türkiye ile İran arasındaki yol ayrımının başlangıçtaki işaretlerini, bölgede İran'ın
Hindistan ve Pakistan'dan başlayan, İran ve Irak'ta genişleyerek, güneyde Yemen'e kadar Batı'da da
Suriye ve Lübnan'la Akdeniz'e kadar uzanan bir "Şii Hilali" gerçekleştirmesinden endişe duyan Sünni
Arap yönetimlerinin dile getirdiği Türkiye ile ittifak kurulabilecekleri yolundaki görüşler
oluşturmuştur.105 Zaman içersinde Türkiye, stratejik diyalog mekanizması kurarak Körfez ülkeleriyle
ilişkilerini geliştirmiştir. Her ne kadar bu yakınlaşmanın İran'a karşı olmadığı sık sık vurgulansa da
İran'ın yer almadığı bu platformda onu doğrudan ilgilendiren meselelerin masaya yatırılması (örneğin
Filistin, Irak, Suriye, Mısır ve Lübnan'daki gelişmeler ve İran nükleer krizi ile Tahran'ın stratejik
Hürmüz Boğazı'nı kapatma tehdidi)
106 kuşkusuz İran'ı memnun eden gelişmeler değildir.
Batı'nın ve çok daha önemlisi ABD'nin bir müttefiki olan Türkiye ile İran'ın farklı kampların
üyesi olduklarını gösteren daha çarpıcı bir gelişme ise NATO füze savunma sistemin önemli
unsurlarından biri olan radar sistemlerinin 14 Eylül 2011'de Malatya-Kürecik'e kurulması olmuştur. Her
ne kadar bu radarın yerleştirilmesinin hiçbir ülke ile doğrudan bir ilişkisi olmadığını ileri süren Dışişleri
Bakanı Ahmet Davutoğlu İran'ın rahatsızlığını gidermek için NATO Füze Kalkanı Projesinde tehdit
listesinden İran'ın çıkarılması için gayret göstermiş ve Kürecik'teki radardan elde edilecek istihbaratın
İsrail'e aktarılmayacağı hususunda Tahran'a güvence vermişse de107 bu konuda ne Batı'dan destek
görmüş108 ne de İran'ı ikna edebilmiştir. İslami Devrim Muhafızları Hava-Uzay Komutanı Emir Ali
Hacızade bir tehdit durumu söz konusu olduğu takdirde ilk hedeflerinin "Türkiye'deki füze radarı"
olacağını daha sonra diğer hedeflere yöneleceklerini109 ifade etmiş ancak İran Dışişleri Bakanlığı'ndan
yapılan açıklamada bu ifadelerin İran'ın resmi politikasını yansıtmadığı ileri sürülmüştür.110 Mossad'a
yakınlığıyla bilinen Debka isimli internet sitesi ABD'nin, füze savunma sisteminden gelecek istihbaratı,
İsrail'le paylaşma sözü verdiği ileri sürerken111 bir başka ilginç iddia Başkan Obama'nın bütün enerjisini
İsrail'i olası bir saldırıdan uzak tutmaya harcadığı bir süreçte bu radarın da İsrail'i ikna yolunda bir hamle
olduğu yolundadır.112

105 Suudi Arabistan Kralı Abdullah'ın Türkiye ziyareti "Türkiye İran'ın bölgede yükselen gücünü Suudilerle mi
kırmaya yöneldi?" sorusunun sorulmasına neden olduğu görülmektedir. Bkz: Tariq Alhomayed, "Will Turkey
Get Closer", Asharq Alawsat, 8 August 2006; http://www.asharqalawsat.com/english/news.asp?section
=2&id=5917; Radwan al Sayyid, "Turkey and the Arabs... the Equilibrium of a New Middle East", Asharq
Alawsat, 14 Ağustos 2006; http://www.asharqalawsat. com/english/news.asp?section=2&id=5998.
106
"Türkiye-Körfez İşbirliği Derinleşiyor", Zaman, 29 Ocak 2012.
107 Kendisine Avrupa'nın diğer ülkeleri için ne dersiniz sorusunu yöneltince Dışişleri Bakanı Davutoğlu, "Bu
konuda karar verecek olan biz değiliz, fakat biz kendimiz için bir tehdit görmüyoruz" demiştir. "Davutoğlu: Füze
Kalkanı ne Rusya'ya ne de İran'a Yönelik", Zaman, 28 Ocak 2012.
108 Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin, NATO zirvesinin yapıldığı Portekiz'in başkenti Lizbon'da
NATO'nun kamuya açıklanan belgelerinde hiçbir ismin yer almadığını, bununla birlikte bugünün füze tehdidinin
İran'dan geldiğini vurgulayarak ''NATO'nun kamuya açıklanan belgelerinde hiçbir isim yer almıyor ama biz
kediye kedi deriz, bugünün füze tehdidi İran'dır'' sözlerine Başbakan Erdoğan da "biz de kediye kedi deriz, ancak
İran gibi bir tehdit belirlemedik yanıtını verirken ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Hillary bu kalkan
Rusya'ya yönelik değildir açıkçası bu İran'la ilgidir" yorumunda bulunmuştur. "Sarkozy Bugünün Tehdidi
İran'dır", Turkishny.com, November 20, 2010; http://www.turkishny.com/other-news/4-other-news/40664-
sarkozy-bugunun-fuze-tehdidi-irandir; Fehim Taştekin, "Radar Bir Savaşın Habercisi", Radikal, 29 Aralık 2011.
109
"İlk Hedefimiz Türkiye'deki Füze Radarı, Sonra Diğerleri", Mehr News Agency, 26 Kasım 2011;
http://www.mehrnews.com/en/newsdetail.aspx?NewsID=14701 72.
110
"Turkey Requests Explanation from Tahran", USA Sabah, 15 Aralık 2011; http://
www.usasabah.com/EnglishNews/2011/12/15/turkey-requests-explanation-from-iran.
111
"US Promises Israel Warning of Iranian Missiles from Its Turkey-Based Radar Station", DEBKA-Net-Weekly,
No: 527, February 3, 2012.
112 CNN-Türk`ten Ahu Özyürt'un iddiası için, bakınız: "Yoksa Kürecik İran'ı mı Koruyor?", News.com.tr, 7 Mart
2012; http://1news.com.tr/guneykafkasya/iran/ 20120307011932221.html.
g) Türkiye'nin İran'a Olan Bağımlılığını Azaltma Yolundaki Girişimler
Bu sessiz cepheleşme Türkiye'yi, İran'a olan enerji bağımlılığının giderek arttığı, İran'ın,
Türkiye'ye ihraç edilen doğalgaz miktarını artırmaya hazır olduğunu bildirdiği,
113 fiyat düşürme
taleplerinin geri çevrildiği114 ve 1 Temmuz'dan itibaren AB'nin, İran'dan ham petrol ithalatını durdurma
kararı alması üzerine İran'ın kendisine ambargo koyacak Batılı ülkeleri hasım olarak nitelendirip
gönderdiği gazı kendi inisiyatifiyle baştan kestiği115 bir ortamda birtakım önlemler almaya itmiştir.
Bunlar arasında en dikkat çekicileri doğalgazla elektrik üretiminin sınırlandırılmasına yönelik
adımlar116 ile enerji maliyetlerini azaltmak için doğalgaz aldıkları ülke sayısında çeşitliliğe gidileceğinin
açıklanmasıdır.117 Türkiye'nin en büyük rafinerisi Tüpraş'a yakın sektör kaynakları, İran petrolüne
bağımlılığını azaltabilmek için rafineri yetkililerinin Suudi Arabistan yetkilileriyle görüşmeye
hazırlandıklarını belirtmektedir.118 Bu karar hakkında çıkan bazı yorumlarda sebep olarak AB
yaptırımlarının gösterilmesi ise Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Yıldız'ın "AB'de alınan kararların
hukuken Türkiye açısından bir bağlayıcılığı bulunmadığı yönündeki açıklamalarıyla çelişmektedir.119
h) Nükleer Kapasite
İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, İran'ın atom bombasına sahip olması durumunda
Ortadoğu'da nükleer silahlanma yarışının başlayacağını ve Türkiye'nin de bunu isteyebileceğini120
söylediği bir dönemde AK Parti Ankara Milletvekili Haluk Özdalga'nın nükleer silahın Türkiye için bir
seçenek olduğunu ileri sürmesi her ne kadar bu görüşü AKP hükümetine mal etmek mümkün değilse
bile oldukça dikkat çekicidir. Özdalga'ya göre,
"İran'ın nükleer silaha sahip olmasıyla beraber, ABD büyük ihtimalle, Türkiye dâhil bölgedeki bir dizi
ülkeyi kendi nükleer koruma şemsiyesi altına almayı teklif edecektir. Türkiye'nin böyle bir öneriyi kabul
etmesi, ancak kendi nükleer silah yeteneği hakkını saklı tutması koşuluyla uygun olabilir. Aksi takdirde
Türkiye, bölgede ABD'nin stratejik rehini durumuna düşebilir. Türkiye'nin risklerini azaltacak ve nükleer
silah ihtiyacını önemli ölçüde ortadan kaldıracak bir gelişme, AB üyeliğidir."
Bunun gerçekleşmemesi durumunda Özdalga "daralmış ve riskleri artmış bir stratejik alana
mahkûm kalmamak için, Türkiye'nin de nükleer silah üretmesinin bir ihtiyaç olacağını" ileri
sürmektedir. Özdalga'ya göre, "bölgede nükleer silahların yayılması durumunda, Türkiye'nin nükleer

113 Mehr Haber Ajansı, İran Milli Doğal Gaz Şirketi Sözcüsü Mecid Bucarzade'ye dayandırdığı haberinde,
Türkiye'ye daha fazla doğalgaz ihraç edilebileceğini duyurmuştur. "İran, halihazırda Türkiye'ye günde 30 milyon
metre küp doğalgaz ihraç ediyor'" diyen Bucarzade, doğalgaz ihracatını artırmaya hazır olduklarını söylemiştir.
"İran, Türkiye'ye İhraç Edilen Doğalgaz Miktarını Artırmaya Hazır Olduğunu Bildirdi", Zaman, 10 Şubat 2012.
114 Türkiye'nin artan doğal gaz ihtiyacı karşısında İran'dan aldığı doğal gaz fiyatında indirim talep etmesi üzerine
İran Petrol Bakanı Rüstem Kasımi, ''İran, Türkiye'ye ihraç ettiği doğal gazda yasal izin olmadan indirim
yapamayacağını belirterek bu talebin Uluslararası Tahkim'de görüşüleceğini" açıklamıştır. "Türkiye'nin
Doğalgaz İndirimTalebi Uluslararası Tahkim'de Görüşülecek", Zaman, 4 Şubat 2012.
115
"İran Vanayı Kapattı", Anadolu Ajansı, 19 Şubat 2012; www.aa.com.tr/tr/manset /15757-irandan-petrol-resti-
116 Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız halen elektrik üretiminde doğalgaz payının yüzde 50'ler
seviyesinde olduğuna işaret ederek, "Bundan sonra yapılacak yatırımlarda doğalgazdan elektrik üretimiyle ilgili
sınırlamalar getirileceğini ve bunların peyderpey açıklanacağını söylemiştir. "Doğalgazla Elektrik Üretimine
Sınırlama Geliyor", Enerjidergi, 5 Şubat 2012; http://www.enerjidergicom/.../ flasflas-dogalgazla-elektrikuretimine-sinirla...
117 Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız Halen Rusya, İran, Azerbaycan, Nijerya ve Cezayir'den
doğalgaz satın alındığını belirterek, iki yeni ülke ile daha doğalgaz anlaşması yapılacağını açıklamıştır. "İki
Ülkeden Daha Doğalgaz Alınacak", Zaman, 20 Şubat 2012.
118
"Türkiye İran'a Bağımlılığını Azaltacak", Zaman, 21 Ocak 2012.
119 Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, "Türkiye için BM kararının hukuken bağlayıcı olduğunu
söylemeliyim. Onun haricinde biz bir AB üyesi ülke değiliz. O yüzden AB'de alınan kararların hukuken Türkiye
açısından bir bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Türkiye aynı şekilde ABD içinde alınan kararlar için de aynı
cümleleri söyleyebilir" demiştir. "Bakan Yıldız: AB'nin Kararları Bizi Bağlamaz", Yeni Şafak, 24 Şubat 2012.
120
"Barak: İran Nükleer Silaha Sahip Olursa Türkiye de Bunu İsteyebilir", Zaman, 18 Şubat 2012.
silahlardan arındırılmış bir Ortadoğu için katkı yapma imkânı, kendisi de aynı yeteneğe sahip olduğu
takdirde artacaktır." Bunun için de "Türkiye'nin şu sıralarda iyi tasarlanmış ve kapsamlı bir nükleer
teknoloji programına başlaması gerekmektedir."
121
Türkiye'de İran'ın nükleer bir silaha sahip olmasıyla ilgili tartışmalarda çoğunlukla bunun bir
tehdit olduğu vurgulanmakta ancak bu tehdidin nasıl gerçekleşeceği konusunda herhangi bir senaryo
üretilememektedir. Bunu yaratan nükleer silahların bir askeri tehdit olarak gösterilmesidir. Oysa nükleer
silahlar kullanımlarının zorluğu hatta imkansızlığı nedeniyle saldırıda değil savunmada etkili silahlardır.
Nükleer bir askeri kapasiteye sahip bir devletin asıl rahatsızlık yaratan unsuru, bu silaha sahip
olmayanlar açısından söz konusu ülkeyi savaş olasılığıyla caydırmanın devre dışı bırakılmasıdır.
Nitekim İsrail'in Gazze ile ilgili politikasında nükleer kapasitesi adeta bir kalkan vazifesi görmektedir.
Görünen o ki, İran'ın bölgede artan nüfuzunun ABD tarafından önünün kesilmesini engeller
düşüncesiyle nükleer silahlara yönelmesi durumunda Türkiye'nin ne yapmak isteyeceğini belirleyecek
olan da, sadece bu ülkeden kaynaklanabilecek olası bir askeri tehdidi nasıl karşılayacağı değil, bölgeye
yönelik iddiaları ve bu iddialar çerçevesinde ne oranda bağımsız hareket etmek istediği olacaktır.
Sonuç
Türkiye ile İran ilişkisi aralarında pek çok ortaklık bulunan iki ülkenin ilişkisidir. Ancak bu
ortaklıklardan gerçek anlamda bir itici güç olarak faydalanılması için öncelikle karşılıklı olarak
korkuların bertaraf edilmesi gerekmektedir. Türkiye-İran örneğinde ortaklıkların korku yaratmasının
nedeni birbirlerini etkileme potansiyelleridir. Türkiye geçmişte İran'ın rejim ihracı girişimlerinden
rahatsızlık duymuştur. Bugün ise, İran halkının ve bunun içerisinde de Türkçe konuşan nüfusun Orta
Doğu'daki halk hareketlerinden ve demokrasi yolunda örnek gösterilen Türkiye'den etkilenmemesi
mümkün değildir. Bu gelişmeler Türkiye ile İran arasındaki rejim farklılığının yarattığı ayrılığı
keskinleştirmektedir.
Türkiye ile İran arasındaki ilişkiler 2000'li yıllarda büyük bir ivme kaydetmiştir ancak kurumsal
bir içerik kazanamamıştır. ABD-İran husumeti sürdüğü, Türkiye'nin de ABD'nin müttefiki olmaya
devam ettiği bir ortamda bunun olmasına da imkan bulunmamaktadır.
Aslında ABD'nin Irak'tan çekileceğini açıklaması ve Arap ülkelerindeki ayaklanmalarla
Türkiye-İran ilişkilerinde yepyeni bir safhaya da geçilmiştir. Birbirleriyle başa çıkabilecek güç
unsurlarına sahip olmaları Irak'ta onları rakip haline getirmiştir. Ortadoğu'da yaşanan dönüşüm sancıları
karşısında bu rekabet artarken Suriye krizi ile Türkiye ile İran kendilerini rekabetin husumete
kayabileceği hassas bir zeminde bulmuşlardır. Bu Türkiye'yi İran'a olan doğal gaz bağımlılığını
azaltmaya iterken orta ve uzun vadede Türkiye'nin nükleer silahlara yaklaşımının değişebileceğinin
işaretlerini de ortaya çıkarmıştır.

121
"Nükleer Silah Türkiye İçin Bir Seçenek", Zaman, 22 Ocak 2012.
EK:
Tablo 1: Türkiye-İran Karşılaştırmalı Veriler
Türkiye İran
Nüfus
78,785,548 77,891,220
Yaşam Beklentisi
72.500 yıl 70.060 yıl
İnsani Gelişim Endeksi
0.798 0.777
Kişi Başına GSMH
$12,300 US $10,600 US
Okuryazarlık Oranı
87.4% 77%
Yolsuzluk Algısı Endeksi
4.6 2.3
Kadınların Parlamentodaki Oranı
9.1% 2.8%
İşsizlik Oranı
12.000% 14.600%
Dış Borç
$290,700,000,000 $ $14,340,000,000 US
Askeri Bütçenin GSMH'ya Oranı
5.300% 2.500%
Yüzölçümü
783,562 km kare 1,648,195 km kare
Kıyı Şeridi
7,200 km 2,440 km
Kaynak: 2012 World Military Strength Ranking, Global Fire Power:
http://www.globalfirepower.com.
Tablo 2: Türkiye-İran Karşılaştırmalı Askeri Veriler
Türkiye İran
Ateşgücü Sıralamasındaki
Yerleri
6 12
Toplam Nüfus 78,785,548 77,891,220
Askere Alınabilecek İnsan 35,005,326 39,556,497
Her Yıl Askere Alınma Yaşına Gelenler 1,370,407 1,392,483
Silah Altındaki Personel 612,900 545,000
Aktif Yedekler 429,000 650,000
Askeri Uçak Toplamı 1,940 1,030
Kara Silahları Toplamı 69,774 12,393
Deniz Kuvvetlerindeki Gemi Sayısı Toplamı 265 261
Çekili Top 1,838 1,575
Ticari Deniz Gücü 645 74
Belli Başlı Liman ve Terminalleri 8 3
Destroyer Sayısı 0 3
Fırkateyn Sayısı 19 5
Denizaltı Sayısı 16 19
Sahil Güvenlik 108 198
Mayın Avlama Gemisi 20 7
Amfibik Çıkarma Gemisi 55 26
Savunma Bütçesi Harcamaları $25,000,000,000 $9,174,000,000
Merkez Bankası Döviz Rezervleri $78,000,000,000 $75,060,000,000
Satın Alma Gücüne Göre Milli Gelir $960,500,000,000 $818,700,000,000
Petrol Üretimi 52,980 varil 4,172,000 varil
Petrol Tüketimi 579,500 varil 1,809,000 varil
Kanıtlanmış Petrol Rezervi 262,200,000 varil 137,600,000,000 varil
Toplam İşgücü 24,730,000 25,700,000
Karayolu Ağı 352,046 km 172,927 km
Demiryolu Ağı 8,691 km 8,442 km
Deniz Rotalarının Uzunluğu 1,200 km 850 km
Sahil Şeridi Uzunluğu 7,200 km 2,440 km
Kullanılabilir Büyük Çaplı Havaalanları 99 319
Yüzölçümü 783,562 km 1,648,195 km
Kaynak: 2012 World Military Strength Ranking, Global Fire Power, http://www.globalfirepower.com.
Not: Bir varil: 159 litre.

Konular