İRAN’IN NÜKLEER SÖYLEM SİYASETİNİ ANLAMAK: ELEŞTİREL BİR DEĞERLENDİRME

İRAN’IN NÜKLEER SÖYLEM SİYASETİNİ ANLAMAK:
ELEŞTİREL BİR DEĞERLENDİRME
Murat YEŞİLTAŞ∗
Özet
Bu makale, İran İslam Cumhuriyeti’nin nükleer politikasının inşa edilmiş İran devlet kimliğinin
söylemsel bağlamı içine nasıl yerleştirildiğini açıklamaya çalışır. Makale geleneksel dış potika
anlayışlarının İran’ın nükleer potikasının toplumsal bağlamda anlamaya imkan vermediğini ileri
sürer. Dış potlikayı ve ulusal çıkarı verili alan geleneksel yakalaşımların aksine, bu makale İran
nükleer politikasının farklı tarihsel dönemlerde farklı söylemler tarafından toplumsal olarak
üretildiğini ve yeniden üretildiğini ileri sürer. Bağımsızlık, egemenlik, adalet, eşitlik, direniş ve
İslam temelli söylemler İran devlet kimliğine anlamını verir ve İran’ın hem iç hem de dış
ilişkilerindeki resmi söylemini meşrulaştırır. Makale üç kısımdan oluşmaktadır. Birinci
kısımda“dış politikayı” nükleer politikayı dikkate alarak İranlı “ben” ve “öteki”nin söylemsel
kurulumu bağlamında analiz edilir. İkinci kısımda ise nükleer söylem siyaseti İranlı siyaset
yapıcıların söylemlerine odaklanarak ele alınır. Son kısımda ise makale temel bulgularını analiz
eder.
Anahtar Kelimeler: İran, Nükleer Politika, Söylem, Adalet
UNDERSTANDING IRAN’S DISCOURSE OF NUCLEAR POLITICS: A CRITICAL
ASSESSMENT
Abstract
This article attempts to explain how nuclear policy of Islamic Republic of Iran is located within a
discursive context in which the Iranian state identity is constructed. It argues that traditional
foreign policy perspectives do not allow understanding Iranian nuclear policy within the context
of societal level. Contrary the traditional understanding of foreign policy and national interest as
given, the article claims that Iranian nuclear policy is socially produced and reproduced by
different discourses in different historical periods. The discourse of independence, sovereignty,
justices, equality, resistance and Islam give meaning to the Iranian state identity and legitimize
Iranian official discourses both in the domestic and international affairs. The paper is divided
into three sections. In the first section, the article examines the “foreign policy” in the context of
discursive foundation of Iranian “self” and “other” by taking into consideration nuclear policy.
In the second section, the politics of nuclear discourse is analyzed by focusing on the discourses
of Iranian policy makers. In the last section, the article analyses the main findings.
Keywords: Iran, Nuclear Policy, Discourse, Justic

Yrd. Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü ve Ortadoğu Araştırmaları
Merkezi.
Akademik ORTA DOĞU, Cilt 8, Sayı 2, 2014

If a nation wants to protect its rights against bullies, then it must also pay
a price. One cannot sit in a corner and expect development and progress.
. . . In accessing nuclear energy, Iranians cannot plead and beg.
—Ayatollah Ali Khamenei, June 4, 2007
Giriş
Son yıllarda İran’ın nükleer politikasına ilişkin gelişmeler uluslararası
siyasetin gündeminde yer alan en önemli konuların başında gelmektedir. Ne
var ki, İran nükleer politikasının kimler için hangi bakımdan “önemli” olduğu
henüz tam olarak açıklığa kavuşturulmamıştır. Birçok uluslararası aktör İran’ın
nükleer programını “nükleer silah arayışında olduğu” gerekçesiyle bölgesel ve
küresel ölçekte bir güvenlik sorunu olarak ele alırken,1 İranlılar için bir “sorun”
olmaktan öte nükleer enerjiye ulaşmak için yürütülen “milli” bir projedir.
Ancak bu “millilik” başlı başına İran nükleer politikasını İran devlet kimliğinin
yeniden kurulduğu söylemsel bir alana dönüştürmüştür. Diğer bir ifade ile
uluslararası politikanın gündeminde “yüksek siyaset” konusu ve önemli ölçüde
uranyum zenginleştirme işlemine indirgenmek suretiyle teknik bir mesele
olarak gündeme gelen İran’ın nükleer faaliyetleri gerçekte İran İslam
Devrimi’nin İran dış politika kimliğine nüfuz etmiş kurucu söylemlerinin2
yeniden üretimini sağlayan en önemli pratik alanlardan biri olarak iş
görmektedir. Bunun da ötesinde, nükleer politikada hakim olan ifade biçimleri
İran’da dolaşımda olan“siyasal öznekliklerin” (reformcular, muhafazakarlar,
radikaller, liberellar, solcular gibi) toplumsal ve siyasal olarak birbirlerine ve
Ötekine karşı yeniden konumlanmalarına kaynaklık eden söylemsel bir alan
içinde yeniden üretilmektedir. Bu şekliyle ele alındığında şöyle bir soru
formüle etmek mümkündür: İranlı yönetici ve bürokratik seçkinlerin,“nükleer
politikalarının barışçıl olduğu” iddiası hangi söylemsel ifadelerle
meşrulaştırılmaktadır? Söz konusu söylemsel ifadelerbaşka hangi tür söylemsel
alanlarla irtibat kurarak İran nükleer politikasını/programını mümkün hale
getirmektedir?
1
Adam Torock, “Iran’s Nuclear Programme and the West”, Third Wordl Quarterly, Vol 27, Issue
4, 2006, ss. 645-664; Shahram Chubin and Robert S. Litwak, “Debating Iran’s Nuclear
Aspirations”, The Washington Quarterly, Vol 26, Issu 4, 2003, ss. 99-114. 2
Nasır Kashef Asl, “İran İslam Cumhuriyeti Dış Politikasının Oluşumunu Etkileyen Etmenler:
Bir İranlı Görüşü”, Türel Yılmaz ve Mehmet Şahin (der), Ortadoğu Siyasetinde İran, Barış
Kitap, 2011, ss.141-162.
42

Bu sorulara ilk bakışta açık bir cevap vermek oldukça zordur. Ancak
İran nükleer politikasını İran İslam Devrimi’ni mümkün kılan ve farklı tarihsel
anlarda devrimin yeniden üretimine kaynaklık eden söylemlere eklemlenerek
inşa edilen bir konu olarak ele alındığında anlamak mümkün hale gelir.3 İran
İslam Devrimi’nin 1979’dan bu yana ülkenin dış politikasında hegemonik dil
olarak dolaşımda olan“bağımsızlık” (esteglal), “adalet”, “anti-emperyalizm”,
“kendi-kendine yetmek”4 (khod kafeye) “bağlantısızlık” ve “Batı’ya meydan
okuma” (direniş) gibi kurucu söylemler nükleer politika-müzakere pratikleri
aracılığıyla yeniden üretilmektedir. Daha açık bir ifadeyle İran’ın nükleer
politikası, İslam devriminin temel söylemlerini yeniden üreten bir alan olarak
ortaya çıkar. Bu nedenle, nükleer politikada özellikle yönetici seçkinlerin diline
nüfuz etmiş bütün ifade biçimleri, sadece dış politika pratiklerini belirlemekle
kalmaz aynı zamanda İran devlet kimliğinde ve İran milliyetçiliğinde
kökleşmiş olan“İranlılık” olgusunu mümkün hale getiren söylemsel bir strateji
olarak düşünülmelidir. İran ulusçluğundan da beslenen bu “İranlılık” olgusu,
tarihsel olarak “bölünme” ve “dış müdahale korkusundan”beslenen İran’ın
“toprak bütünlüğünü” koruma endişesiyle birlikte “İran-merkezli” bir dünya
tasavvurundan kaynaklanır.5 İran-merkezlilik “İranlılık” olgusunun kurucu
olduğu İran jeopolitik kimliğini ve temsillerini de doğrudan
şekillendirmektedir. Dolayısıyla devrim sonrası bütün söylemler, Sadece
İran’ın nükleer politikasını anlamlı hale getirmekle kalmaz aynı zamanda
nükleer politika üzerinden hem içerdeki iktidar ilişkilerini yeniden tanzim eder,
hem de dış politika pratiklerininin dışarıyla kurduğu dile doğrudan sirayet eder.
İran’ın nükleer politikasını ele alan birçok çalışmaya bakıldığında ise,
bu çalışmalar nükleer programın “askeri niyetini” verili bir şekilde ele alma
eğilimindedir. Bu realist ya da liberal-rasyonalist açıklamaların birçoğu ya
tehdit merkezli ya da ekonomi merkezli bir açıklama modeli geliştirirler.
İran’ın bölgesel siyaset içinde ya güvenlik ya da güç arayışında olan bir
motivasyonla hareket ettiğiniileri süren realist açıklamalar İran’ın “nükleer
3
İran dış politikası ile İran devlet kimliğinin ana unsurlarını bir arada ele alan bir çalışma için
bkz., Suzanne Maloney, “Identity and Change in Iran’s Foreign Policy”, Shibley Telhami,
Michael N. Barnett (edit) Identity and Foreign Policy in the Middle East içinde, Cornel
University, 2002, ss. 88-117. 4
“Kendi kendine yeter olmak”, İran İslam devriminin en önemli sloganlarından biridir ve devrim
öncesi Batı’ya karşı olan ekonomik ve siyasi bağımlılığı azaltmayı hedeflemiştir. Devrim
sonrasında gerek sol gerekse sağ siyasetçilerin hepsi için geçerli bir politika haline gelmiştir.
Dolayısıyla devrim sonrasında ekonomide devletin rolü daha fazla artmaya başlamıştır. Daha
detayı bir analiz için bkz., Anoushiravan Etheshami, After Khomeini: The Iranian Second
Republic, London: Routledge, 1995. 5
Anoushiravan Ehteshami, “The Foreign Policy of Iran”, Raymond Hinnebusch and
Anoushiravan Ehteshami (der), The Foreign Policies of Middle East States, Lynne Riennet
Publisher, 2002, ss. 284-285.
43

silah elde etme arayışını” bir caydırıcılık unsuru olarak kullanmak için
sürdürdürdüğünü iddia ederler.6 Bu açıklamalara göre, zaten nükleer silahları
sahip devletlerden oluşan bir coğrafyada bulunan İran hem tarihsel olarak hem
de günümüzde kendisine düşman rejimler tarafından çevrelene gelmiştir.
Dolayısıyla, ulusal güvenliğini ve toprak bütünlüğünü korumak zorunda olan
İran, çareyi nükleer silah geliştirmekte bulmuştur. Bu açıklamaların hepsi de
İran’ın nükleer programını barışçıl değil askeri amaçlı olduğunu ileri sürerler.7
Bu bağlamda yapılan çalışmalarının başka bir eğilimi ise İran nükleer
meselesindeki sorunun kaynağını İran-ABD ilişkisinin doğasının bir özelliği
olduğunu ileri sürerler.8 Yani devrim sonrası iki ülke arasındaki “düşmanlık”
ilişkisi ve ABD’nin İran aleyhine siyaset izlemesi İran’ı daha fazla güvenlik
arayışına itmektedir. Liberal-rasyonlist ulusal çıkar perspektifinden sorunu ele
alanlar ise İran’ın nükleer politikasınınarkasındaki temel motivasyonun askeri
değil ekonomik olduğunu ileri sürerler.9 Dolayısıyla her iki yaklaşım da İran’ın
nükleer politikasının rasyonel ulusal-çıkar ekseninde şekillendiğini ileri surer.
İran’ın nükleer politikasının askeri, güvenlik ve ekonomik bağlamını
kabul etmekle birlikte, bu makale nükleer politikanın İran’ın devlet
kimliğininin yeniden inşa edilmesinde kurucu bir rolü olduğunu kabul ettiği
için “anlamlı” olduğunu ileri sürmektedir. Bu nedenle İran nükleer programını
İran’ın ulusal güvenliğini sağlamak, bölgedeki güç dengesini korumak ve
tehditlere karşı caydırıcılık sağlamak ya da İran’ın ekonomik etkinliğini
arttıtmak şeklinde okumak yerine, aynı zamanda “İranlılık”olgusuyla
eklemlenen bir kimlik meselesi olarak tartışılması gerektiğini iddia etmektedir.
Daha açık bir ifadeyle, İran nükleer politikasında hem seküler ve milliyetçi
rasyonalite hem de dini rasyonalite İranlılık olgusunu nükleer pratikler
aracılığıyla hakim söylem olarak yeniden inşa etmektedir.10Ancak bu şekilde
ele alındığında, nükleer programın İran dış politikası için“nasıl anlamlı” hale
geldiği ve bunun ulusal çıkar açısından önceliğininin söz konusu anlamlı
bütünlük içinde nasıl meşrulaştırıldığı anlaşılabilir. Böylece, dış politikada
devlet-merkezci rasyonel aktöre odaklanan açıklama girişimlerinin İran’ın
nükleer politikası söz konusu olunca neden tek geçerli modeli
oluşturmadıklarının anlaşılabileceği gibi, özellikle nükleer mesele etrafından
6
Kenneth N. Waltz, “Why Iran Should Get the Bomb”, Foreign Affairs, July/August 2012. 7 Shahram Chubin, Iran’s Nuclear Ambitions, Washington D.C.: Carnegie Endowment for
International Peace, 2006.
8
Saideh Lotfian, “Nükleer Politika ve Uluslararası İlişkiler”, Homa Katouzian ve Hüseyin Şahidi
(der) 21. Yüzyılda İran, Çev. Pınar Güven, Ankara: Sitare Yayınları, 2011, s. 212. 9
Moshirzadeh, “Discursive Foundation of İran’s Nulear Policy”, Security Dialogue, Vol 38, no 4,
December 2007. ss. 524-526. 10Nabi Sonboli, “10 Way to Understand Iran’s Nuclear Decision-Making”, Al-Monitor, March
31, 2013.
44

inşa edilen dış politika pratiklerine kaynaklık eden söylemsel bütünlüklerin
anlaşılması da mümkün hale gelebilir. Ayrıca bu yaklaşım, neden İran nükleer
programında yürütülen siyaset biçimlerinin farklı tarihsel anlardaİran dış
politikasını şekillendiren reformistler, muhafazakarlar ve radikal siyasal
söylemler için süreklilik unsurları barındırdığını da anlamamıza yardımcı olur.
Makalenin birkaç ana noktası bulunmaktadır. Makale ilk olarak,
yönetici seçkinlerin ve dış politika karar vericilerin “ulus” ve “kendileri”
hakkında söyledikleri “hikayeler” ve “anlatılara” bakmanın İran’ın nükleer
politikasını anlamamız için gerekli olduğunu ileri sürer. Bu ihtiyacı
karşılayacak varsayımım ise şudur: Toplumun her kesimini ortak biçimde
kabul edilibilir bir söylemsel bütünlüğe, gevşek de olsa bağlayan bir anlatı
olmadıkça, nükleer politika konusundaki toplumsal ve siyasi uyum (her ne
kadar parçalı görüşler olsa da) ile nükleer enerjiye sahip olma
konusundaki“ısrarın”sürdürülmesi mümkün değildir. İkinci olarak makale,
İran’ın dış dünya ile ilişkilerinde önemini koruyan nükleer meselenin “İran
hikayesini” kurmada işlevsel bir siyaset alanı olduğunu ileri sürer. Şüphesiz, bu
iki kümenin verili herhangi bir tarihsel anda kendilerini gösterme biçimleri
çeşitlidir. Dolayısıyla, İran’ın son on yılın tartışmalı nükleer siyasetinin “ulusal
kimlik” meselelerine karmaşık olarak bağlanmış bu iki kümeyi anlamadan
anlaşılması oldukça zordur. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, İran
nükleer politikasının güvence altına almak için, ulusal ideoloji, devlet
idaresindeki politikalara ve populist aktivizme ilham vermektedir. Bu anlamda
İran’ın küresel siyasetteki direnişçi görüntüsünden duyulan memnuniyet, İran
kimliğinin önemli unsurlarını içerdeki iktidar ilişkilerinin yeniden
biçimlendirilmesinde ve bu söylemin toplumda kök salmasında meydan
okuyucu tartışmalardan uzaklaştırmaktadır. En önemlisi de bu durum, İran
devletine en önemli görevi vermektedir: İran’ın “bağımsızlığını” ve
“egemenliği” Batılı güçlere karşı savunmak.
Sonuç olarak, nükleer program etrafında kök salan “İranlılık”
kimliğinin yeniden üretimi İran’ın devrimci enternasyonalist söylemine eşlik
eden İran’ın “kutsal savunmasını” mümkün hale getiren İslami kimliğin
doğrulanmasını ve yeniden üretilmesini sağlamaktadır. Bu bakımdan, nükleer
programın siyasiliğinin kutsallık ile kurduğu irtibat İran’ın nükleer politikasını
onaylayacak bir mekanizma haline gelmiştir. Dolayısıyla bu söylemsel
kuruculuk vasfı, İran nükleer politikasını içerdeki iktidar ilişkilerini hem
belirleyen hem de geniş toplumsal tabanlarda sorgulanabilir olmaktan çıkaran
bir alana dönüştürmektedir. Nükleer politikanın İranlılık kimliğinin yeniden
üretildiği bir alana dönüşmesi, bu politikanın içerdeki muhataplarını da var
olan politikalara karşı alternatif üretmeleri gerektiği noktasında bir
45
“suskunluğa” itmektedir.
11 Dolayısıyla, İran nükleer politikalarını da içerdeki
“güç blokları” açısından sorgulanabilir olmaktan çıkarmaktadır. Bu özünde
“çözüme kavuşturulmuş kendi kendini anlama”, İran nükleer politikasını
çerçeveleyen ulus devlet anlatısının, İslami kimliğin, bölgesel güç rol
modelinin ve en önemlisi Batı’ya meydan okumayıda nükleer müzakerelerde
temel referans noktaları olarak sabitler. Bu durum, nihayetinde nükleer
politikayı standart bir dış politika meselesi olmaktan da çıkarır.
Ulusal kimlik ya da “İranlılık” meselesi sadece büyük bir topluluğu
tanımlamaktan ibaret değildir. Aynı zamanda, İranlı öznenin yaşantısı üzerinde
de ısrarcı ve belirleyici olur. Bu şekliyle ele alınırsa, nükleer politikaya
zerkedilmiş “İranlılık” söylemi o konunun muhatabı olan bütün kesimlerin
haklarını (dünyanın diğer tüm uluslararına tanındığı gibi nükleer enerjiye sahip
olma), özgürlüklerini (nükleer enerjiye sahip olma hakkından vaz geçmenin
onları başka güçlere bağımlı hale getireceği) ve yükümlülüklerini (bütün
siyasal aktörlerin ve toplumun nükleer politikalarını belirleyecek ilkeler
bütünü) oluşturur. Dolayısıyla, “ulusallık” meselesi sadece bir ulusal kimlik ve
ulusal haklar meselesi olarak değil, aynı zamanda İran egemenliğinin hukukisiyasi
çerçevesi içindeki “vatandaşlığın” (makbul vatandaş olmanın) devamlı
bir hatırlatıcısı olarak nükleer politikanın merkezi sıçrama tahtası haline gelir.
Bu nedenle “İranlılık” kimliğinin ulusal güvenlik/egemenlik ve toprak
bütünlüğü meselelerine bağlanması nükleer politikanın söylemsel tutarlılığına
imkan tanıyan bir unsur olarak da düşünülebilir.
Aşağıdaki bölümlerde, hem takip ettiği nükleer programın hem de bu
programı dolayısıyla bölgesel ve küresel ölçekte “öteki” aktörlerle
yüzleşmelerinin İran’ın nükleer politikasında üç dizi söylemsel inşaya tekabül
ettiği incelenmektedir. Bunlardan birincisi, nükleer politikadaki söylemlerin
bağımsızlık ve egemenlik ekseninde kök salmış bir “meydan okumaya”
dönüşmüş olmasıdır. Bu meydan okuma basit bir “bölgesel güç olma” rol
konsepti ile açıklanamaz. Bunun zaten var olan “İranlılık” kimliğini onaylayan
ve yeniden üreten bir söylem olduğununun kabul edilmesi gerekir. İkincisi,
nükleer politika dolayımında yerleşik hale gelen “İran-Batı ikiliğinin”
“Ilımlılar-Reformistler” ve “Radikaller-Muhafazakarlar” arasında bir
cepheleşmeye dönüşmüş olmasıdır. Bu, nükleer politikanın içerdeki iktidar
blokları arasında kimin “milli” olduğunu işaretleyen bir ayraç haline geldiğini
hatırlatır. Üçüncüsü ise, İran’ın uluslararası siyasette kendini
konumlandırmasına ilişkin (İran-merkezli dünya tasavvuru) söylemsel bir
dönüşümün belirleyici bir alanı haline dönüşmüş olmasıdır. Her üçü de, nükleer
11 Ariane Tabatabai, “The Audience War: The Challenges of Iran's Nuclear Rhetoric”, RUSI
Analysis, 29 Mar 2012; Suskunluk ve dış politika analizi konsunda bir analiz için ayrıca bkz. Ali
Balcı “The Kurdish movement’s EU policy in Turkey: An analysis of a dissident ethnic bloc’s
foreign policy”, Ethnicities, 2014 (Yayınlanacak);
46

politikayı İran’ın “tarihsel geçmişini” (büyük ve köklü bir medeniyet olarak
Ortadoğu’nun en “doğal) devleti (İran-zamin) olması) yeniden okuyan bir
alana dönüştürür. Takip eden bölümde öncelikle İran nükleer politikasını
yukarıda bahsedilen bir bağlamda ele almak için kuramsal bir çerçeve
sunulmaktadır. Daha sonrasında ise nükleer politikada hakim olan üç büyük
anlatı ayrı ayrı incelenecektir.
Söylem Olarak Dış Politika ve İran Nükleer Meselesi
Tarihsel olarak İran ulusal kimliğinin (İranlılık) dilsel, topraksal, etnik
ve dini pek çok yinelenmesi mevcuttur. Başka bir deyişle, İran siyaseti belirli
tarihi anlarda sadece tartışmalı olmamış, aynı zamanda bu tartışma ulusal
kimlik açısından ağır seçimlere ve radikal kaymalara da yol açmıştır.12 Bir
zamanlar dil İran’ı tanımlayan başlıca niteliklerden biriyken, bir başka noktada
din, “İranlılık”ın başlıca işareti haline gelmiştir.13Ayrıca İslam Devrimi
sonrasında milliyetçiliğin revizyonist yorumu İran ulusal çıkarlarıyla İslam’ı
birbirine bağlayan yeni bir “jeopolitik söylemin” de devreye girmesine neden
olmuştur. Özellikle devrim sonrası dış politikada “ana akım” söylemlerden biri
haline gelen “Ümmül-Kura” kuramı, ulusal çıkar ile İslami maslahatın çeliştiği
durumlarda nasıl bir çözüm getirileceğini göstermesi bakımından çarpıcı bir
misal oluşturur. Burada Ortadoğu’nun ve İslam dünyasının “merkezi” bir ülkesi
olarak İran’ın ulusal çıkarlarının İslam Dünyası’nın “yaşam ve bakasına”
bağlanması söz konusudur. Bu durum büyük ölçüde, İslam toplumunun Batıya
karşı ve ona ragmen, kurtuluşunun İran ulusal çıkarlarının garanti altına
alınmasıyla mümkün olacağını ileri süren bir dış politika söylemini dolaşıma
sokmuştur.14 İran’ın yönetici elitlerinin diline yer etmiş bu birlikteliğin kaynağı
tartışmasız bir biçimde Anayasa’nın çeşitli maddelerine dayanmaktadır.
Nitekim Anayasa’ya göre İran’daki dini rejim, “dünyadaki bütün
Müslümanların haklarının savunucusu olduğunu, anayasanın bir kuralı haline
getirmiştir.15Bu durum ister istemez, İran nükleer politikası aracılığıyla İran
ulusal kimliğinin yeniden üretimini ayrılmaz bir biçimde birbirine
bağlamaktadır. Özellikle nükleer politikada P5+1 grubu ülkeleriyle yapılan
müzakere süreçlerinde bu söylemin “direniş” ve “bağımsızlık” söylemlerine
eklemlenen bir pradigma olduğu, hatta bunlara kaynaklık ettiği söylenebilir.
12Ünal Gündoğan, İran ve Ortadoğu, Ankara: Adres Yayınları, 2010. 13Farihed Farhi, “Çağdaş İran’da Tartışmalı Siyaset Ortasında Ulusal Kimliğin Ustalıkla
İşlenmesi”, Türel Yılmaz ve Mehmet Şahin (der) Ortadoğu Siyasetinde İran içinde, Ankara,
2011, s. 45. 14 Muhammed Cevat Erdeşir Laricani, Ulusal Stratejiye İlişkin Bazı Konular, Tahran: Kitap
Yayım ve Çeviri Merkezi, 1990, Laricani’den aktaran Kashef Asl, “İran İslam Cumhuriyeti Dış
Politikasının Oluşumunu Etkileyen Etmenler: Bir İranlı Görüşü”, s. 145.
15Mehmet Şahin, “İran Dış Politikasının Dini Retoriği”, Türel Yılmaz ve Mehmet Şahin (der),
Ortadoğu Siyasetinde İran, Ankara: Barış Platin Yayınları,2011, s. 164.
47

Dış politika ile İranlılık arasındaki sıkı söylemsel bağ nükleer politikayı bu
söylemsel ilişkiler üzerinden de yeniden düşünmeyi gerekli kıldığı gibi,
standart ve geleneksel dış politika yakalaşımını yeniden ele almayı da bir
zorunluluk olarak ortaya çıkarır.
Söz konusu tartışmayı dış politikaya ilişkin ortaya çıkan
yaklaşımlardaki değişim üzerinden anlamak mümkündür. Yirminci Yüzyıl
boyunca modernitenin ve ulus devletin sorgulanmaya başlamasıyla birlikte dış
politikanın ne olduğuna dair geleneksel kabuller ciddi bir meydan okumayla
karşılaştı. Rasyonel aktör modeli temelinde belli bir karar vericiye ve
uygulayıcıya verili bir yapı içinde atfedelin “edilgen” devlet pratikleri16,
özellikle Uluslararası İlişkiler’de 1980’lerde yaşanan eleştirel ve post-modern
kritiklerle yerinden edildi.17 Söz konusu dönüşün dış politika çalışmalarına en
büyük katkısı neden sorusu yerine nasıl sorusu etrafında dış politika
davranışlarını problematize ediyor olmalarıydı. Neden sorusundan nasılmümkün
oldu sorusuna doğru hareket, bir aktör olarak devletin ya da karar
alıcıların görünen pratikleri yerine, onların toplumsal bir alandaki kendi
mümkünlük koşullarının varoluşlarını sorgulamaktadır. Bu durum, sadece
neden sorusu etrafında kurulan dar bir problematiğe odaklanmaktan ziyade
nasıl-mümkün oldu sorusunun içinde de neden sorusunu sormaya olanak
sağlamaktadır. Bu perspektiften hareketle İran nükleer meselesinde iki birbirine
bağlanmış nasıl-mümkün oldu sorusunu sormak olanıklıdır. İlki, İran nükleer
politikasını tanımlamak için kullanılan ifade biçimleri,“İranlılık” söylemi
dolayımında nasıl belirli özne ve öznellikleri kurarak nükleer politika
pratiklerini mümkü kılmaktadır? İkincisi ise, bu söylem etrafında şekillenen
nükleer politika pratikleri İran devlet kimliğini yeniden nasıl üreterek belirli
söylemlerin diğerleri üzerinde hegemonya kurmasına olanak sağlamaktadır?
16Roxanne Lynn Doty, “Foreign Policy as Social Construction: A Post-Positivist Analysis of
U.S. Counterinsurgency Policy in the Philippines”, International Studies Quarterly, Vol 37, No 3
(September, 1993), s. 298.
17Eleştirel kuramın geleneksel Uluslararası İlişkiler kuramları karşısındaki ayırt edici
özelliklerini Keyman oldukça faydalı bir biçimde ortaya koyar . Buna göre eleştirel Uluslararası
İlişkiler kuramları epistemolojik , ontolojik ve normatif düzeyde geleneksel kuramlardan büyük
ölçüde farklılaşırlar . Epistemolojik açıdan , eleştirel kuram dikkatimizi epistemolojinin siyasi
doğasını tasdik edecek bir biçimde bilgi ile iktidar arasındaki ilişkiye çeker. Ontolojik açıdan ise,
daha açıklayıcı bir kurama ihtiyaç olduğundan hareketle , geleneksel kuramların bütünsellik ve
tarihsellik gibi ontolojik olarak verili kategorilerine karşı ç ıkarlar. Normatif düzeyde eleştirel
kuram dikkatimizi kimlik ve farklılık arasındaki ilişkiye kaydırarak , dâhil etme/dışlama pratiğini
uluslararası ilişkiler kuramını işleten merkezi bir mekanizma olarak ele alır . Bu anlamda eleştirel
dönüş, uluslararası ilişkiler kuramını modernitenin ulus -devletçi felsefesi içine yerleştirmek
suretiyle insanın özgürleşmesi için eleştirel kimlik ve ben anlayışını ön plana çıkarır . Daha geniş
bir tartışma için bkz ., Fuat Keyman, Küreselleşme, Devlet, Kimlik/Farklılık: Uluslararası
İlişkiler Kuramını Yeniden Düşünmek, (çev.) Simten Coşar, İstanbul: Alfa Yayınları, 2000, s. 7.
48

Geleneksel yaklaşımların neden sorusu etrafında sorunsallaştırdıkları
dış politika davranışlarının aksine, post-positivist ve post-yapısalcı dış politika
anlayışı18, nasıl-mümkün oldu sorusu etrafında dış politikada belirli anlamların
nasıl üretildiklerini ve bunların toplumsal olana eklemlenme biçimlerini
sorgulayarak onların mümkünlük koşullarını anlamaya çalışırlar.19 Bu şekliyle
ele alındığında, post-yapısalcı dış politika anlayışı geleneksel aktör-merkezli
dış politika çalışmalarını, a) özneyi toplumsal bir düzen içinde düşünmedikleri,
b) “objektif gerçekliği” verili aldıkları ve c) öznenin kendisinin kusurlu
olabileceğini kabul etmedikleri için eleştirebilir bulurlar.20 Bu durum, sosyal
düzenin inşasına, gerçekliğin orada bir yerde keşfedilmeyi bekleyen bir olgu
olmadığına ve en önemliside gerçekliğin öznenin zihninde inşa edilen bir olgu
olmadığına dikkatimizi çekmesi bakımından son derece önemlidir. Bu eleştiri
ayrıca, dikkatimizi verili olan, önceden tanımlanmış ve ortak aklın kabul ettiği
ifade biçimlerinin ötesinde düşünme imkanı tanıması bakımından da oldukça
önemlidir.
Bu dönüş bize, geleneksel dış politika çalışmalarına yönelik eleştirel
bir pozisyon almak için de önemli bir fırsatlar sunar. Bunlardan ilki, geniş
düzlemde modernite sorunu ile ilgilenen ve dış politika söylem ve pratiklerinin
modernite söylemine içkin biçimsel şekilciliğine yönelik eleştirinin alternatif
düşünme biçimlerini ortaya çıkmasına zemin hazırlamış olmasıdır. Söz konusu
eleştiri, modern ulus-devletin kuruculuğuna da kaynaklık eden“egemenlik” ve
“sınır” pratiklerinde kökleşmiş ben ve öteki tahayyüllerinin dış politika söz
konusu olunca kurucu bir pratik olarak anlaşılması gerektiğini yeniden
düşünmemize imkan tanır. Dolayısıyla dış politika, toplumsal ve kültürel
pratiklerden ayrı bir şey olarak düşünülemeyeceği gibi, geleneksel olarak içi (iç
politika) ayrı dışı (dış politika) ayrı kurgulayan ya da dışarıyı içerinin yeniden
üretimi olarak değil de “öteki” devletle ya da devletlerle ilişkilerin kurulduğu
“egemen” bir alan olarak gören devlet-merkezci ayrımı ortadan kaldırır.
Böylece dış politika, sadece dışarıya yönelik bir pratik olmaktan çıkarak
bizatihi modern ulus-devlet paradigmasının yeniden üretimine kaynaklık eden
bir alana dönüşür.21
18Henrik Larsen, Foreign Policy and Discourse Analysis: France, Britain and Europe, London:
Routledge, 1997
19Roxanne Lynn Doty, “Foreign Policy as Social Construction: A Post-Positivist Analysis of
U.S. Counterinsurgency Policy in the Philippines”, International Studies Quarterly, Vol 37, No 3
(September, 1993), s. 298; Lane Hansen, Security as Practice: Discourse Analysis and the
Bosnian War, London: Routledge, 2006. 20Lene Hansen, “Discourse Analysis, post-structuralism, and foreign policy”, Steve Smith,
Amelia Hedfield and Tim Dunne, Foreign Policy: Theories, Actors, Cases, Oxford University
Press, 2012, ss. 94-106. 21David Campell, Writing Security: United State Foreign Policy and the Politics of Identity,
University of Minnesota Press, 1992.
49

Bu eleştirel pozisyonlardan ikincisi ise, dünya siyasetinin devletmerkezli
okuma biçimini yerinden etmek ve modern devletler sistemini kuran
ve dağınık halde olan birçok pratiği yeniden keşfetmeye olanak sağlamış
olmasıdır. Bu pratiklerden ilki, dış politikanın devletler arasındaki yasal ve
hukuksal sınırların oluşmasına kaynaklık etmesi anlamında değil, aynı
zamanda tarihsel ve toplumsal “kendini anlama biçimlerinden” ayrılamıyor
oluşudur.22 Dış politikanın, kurucu anlamda “sınır-üretici politik performans”
olarak tanımlanması onu, “tarihsel olarak kurulan sosyal bir alanda meydana
gelen ve global ölçekte eylem alanlarını ayıran sosyal olarak kabullenilmiş
sınırları inşa eden ve yeniden onaylayan” bir pratiğe dönüştürür.23 Bu durumda
dış politika, sadece devletlerin verili bir sistem içinde etkileşiminden oluşan bir
alan olarak değil aynı zamanda “politik öznelliklerin” kuruculuğuna ve onların
eylemlerinin meşruluğuna ve en önemlisi de içerdeki iktidar ilişkilerinin
yeniden tahkim edilmesine kaynaklık eden kurucu bir alana dönüşür. Söz
konusu sorunsallaştırma ise dış politikanın kaçınılmaz olarak iktidar
ilişkilerinin belirli bir tarihsel anda belirli bir biçimde işleyen çatışmacı bir
süreç olduğunu ifade eder.
Dış politikayı verili bir tarihsel anda oluşmuş bir çıktı olarak anlamak
yerine onun devlet kimliğinin kuruculuğunu üstlenen bir “politik eylem”24
olarak anlaşılması ister istemez “söylem siyasetini” de dış politikaya
anlayışımıza dahil etmeye gerekli kılar. Bunu merkeze alan çalışmalar bu
kuramsal sorguyu Michel Foucault ve Edward Said’den hareketle yeniden
formüle ederler. Genel olarak söylem, “nesnel bilgiye yapılan bağımsız, masum
katkılar değildir; aksine, toplumdaki belirli gurupların menfaatlerine hizmet
ederek ve belirli bakış ve yorumların kollanıp meşrulaştırılmasını
kolaylaştırarak, [Foucault’un] “iktidar/bilgi” olarak adlandırdığı şeyde
kökleşir”.25 Dış politikada söylemler dil ve dilsel eylemlerden farklı olarak güç
ilişkileriyle oluşan bir bütün olarak anlaşılmalıdır. Bu nedenle dış politikada
söylem analizi, söylem ve pratiklerden konuşmanın modern devletin temel
yapısal özelliklerinden, kurumsal biçimsel mimarisinden ve devlet aygıtlarının
inşa sürecinden, bu süreçte kurucu rol oynayan sosyo-politik iktidar
ilişkilerinden bağımsız olamayacağını ileri sürer. Dolayısıyla söylemler,
22Jim George, Discourse of Global Politics: A Critical (Re)Introduction to International
Relations, Lynne Rienner Publishers, 1994. 23Ali Balcı, “Diskors ve Pratik Olarak Dış Politika”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 4, Sayı 15 (Güz
2007), s. 69.
24Richars K. Ashley, “Foreign Policy as Political Performance”, International Studies
Association Notes(1991) 13, 51-54. 25Leslie W. Hepple, “Metaphor, Geopolitical Discourse and the Military in South America”,
Travor J Barnes and James S. Duncan (edit), Writing Worlds: Dicourse, Text&Metaphor in the
Represantation of Landscape içinde, London: Routledge, 1992, s. 132.
50

devletin kimliğini, belirli ölçüde eylemlerinin rasyonelliğini, tanımladığı
gerçekliği, çıkar ve dış dünyayla etkileşimini kuran ve yeniden üreten bir
iktidar tekniğidir.
David Campbell’ın ifadesiyle söylemler, belirli pratikleri mümkün hale
getirirken diğerlerinin neden düşünülemez olduklarını meşrulaştırma işine
yarar ve devlet kimliğini tanımlamanın dış politikanın ayrılmaz bir parçası
haline gelebileceğini gösterir.26 Bu bakış açısı, özellikle Uluslararası
İlişkiler’de ana akım devlet-merkezci kuramsal varsayımların aksine, dış
politika davranışı konusunda verili bir sistem içinde bütün devletlerin aynı
şekilde ve biçimde davrandıkları yönündeki iddiayı sorunsallaştırır. Böylece,
verili bir yapının devletlerin davranışlarını belirlediği yönündeki temel
varsayımı yeniden düşünmek mümkün hale gelir. Bu yaklaşım, belirli bir
yapının içindeki pozisyonları gereği devletlerin belirli davranışları
sergilediklerine odaklanmak yerine, kendileri hakkında düşünme biçimlerine
(benin) ve “öz kimliğin” dolayımında inşa edilen temsillere odaklanarak dış
politikayı anlamaya çalışırlar.27
Bu tartışmayı benzer bir şekilde ortaya koyan Said ise “temsil edilen
gerçek” hakkındaki bilginin üretim sürecinde “söylem”in oynadığı rolü
inceleyerek “epistemoloji siyasetini” gündeme getirir.28 Said, epistemolojilerin
bize bir gerçeklik temsili sundukları sürece, hiçbir zaman siyasetsiz/siyasetten
ayrık düşünülemeyeceğini ileri sürer. Bu nedenle Said açısından “oryantalist
söylem” belirli bir zamana ait olmayan bir özselcilikle bir Şark imgesi üretir ve
bu söylem gerek sorunsal gerekse tematik düzeylerdeki işleyişi sadece
Öteki’nin imgesinin değil, aynı zamanda bizatihi modern benliğin tarihe giriş
açısından ayrıcalıklı bir nokta olarak kurulmasının ön koşulunu oluşturur.29 Bu
ele alma biçimi, özellikle dış politikanın “modern benliği” temsil eden ve ulusdevlet
kimliğini yeniden kuran bir pratik olarak anlaşılmasında söylemin bir
sıçrama tahtası olarak okunması gerektiğini ileri sürer. Böylesi bir yaklaşım,
dış politikanın sadece kimliğin üretiminde değil aynı zamanda bu kimlik
tahayyülüne başka söylem biçimlerinin de meydan okumasını önemli ölçüde
engellediği savunur. Dolayısıyla dış politika artık hem benliği inşa eden hem de
ötekinin bu kimliği yerinden etmesini engelleyen bir alan olarak
düşünülmelidir.
Sonuç olarak “devlet kimliği” ekseninde inşa edilen dış politika belli
bir anda hayata geçirilen pratikleri şekillendirirken bu eylemlerin bizatihi
26Campbell, Writing Security: United States Foreign Policy and the Politics of Identity, 1992. 27Hanse, Security as Practice: Discourse Analysis and the Bosnian War, s. 6. 28Klous Dodds and James D. Sidaway, “Locating Critical Geopolitics”, Environment and
Planning D: Society and Space, 12, 1994, ss. 515-524. 29Edward Said, Şarkiyatçılık: Batı’nın Şark Anlayışları. (çev) Berna Ülner, İstanbul: Metis
Yayınları, 2004.
51

kendisi dış politika söylemini oluşturur, yeniden kurar ve sağlamlaştırarak
devlet kimliğinin sürekliliğini sağlar.30 Bir örnek vermek gerekirse, İslam
Devrimi’nden sonra dış politika konularından biri olan nükleer politika, bir
taraftan İran’ın “entaryonalist devrimci” söyleminin sınırları içinde
şekillenirken bir taraftan da devlet kimliğinin şekillenmesine, yeniden
üretilmesine ve güçlenmesine katkıda bulunmuştur. İki binler sonrasında da
İran’ın en önemli “ulusal güvenlik meselesi” haline getirilerek kamusal
tartışmaların ve dolayısıyla da politik seçkinlerin belirleyici olması gereken
müdahale alanının dışına çıkarılarak “devlet elitinin” nüfuzuna terk edilmiş ve
konu böylelikle sıradan/normal bir siyasetin dışına çıkarılarak devletin
varlığına içkin bir “beka” meselesine dönüşmüştür.31 Dolayısıyla, nükleer
politika ya da “Batı” ile müzakarelerinin İran için “milli güvenlik” meselesi
haline getirilmesi, farklı tarihsel dönemlerde kurulmuş “İranlılık” kimliğinin ve
devrimin enternasyonel söylemiyle mümkün hale gelmiş nükleer
politikanın“milli” bir meseleye dönüştürülmesi İran nükleer politikalarını (dış
politika eylemlerini) belirlemiştir.32
Yukarıda ifade edildiği gibi, dış politikada söylemin dil ve dilsel
performansdan ayrı olarak güç ilişkilerinin bir parçası ve onu kuran bir alan
olduğu hatırlanırsa, İran nükleer politikasını yönetici ve devlet elitleri açısından
ifade etmenin (konuşmanın ve yazmanın) basit bir metinsel ya da “konuşma
eylemi” olmadığı da anlaşılır. Bu bağlamda, yönetici seçkinler belirli bir andaki
belirli bir durumu tanımlamak için kullandıkları ifadelerin o duruma ilişkin
toplumsal anlayışın ve dolayısıyla devlet kimliğinin yeniden üretimine
kaynaklık ettiği söylenebilir. Nükleer politikanın kendisini ve İran devlet
kimliğini yeniden kuran bir alana dönüşen dış politika, hangi söylemsel alanla
irtibat kurarsa kursun zaten ulus-devletin varlığını borçlu olduğu bu alanların
yeniden üretiminden ve ulus-devletin “söylemsel bütünlüğünü” devam
ettirmekten başka bir işe yaramaz. Sonuç olarak, İran nükleer politikası
görünürde kendileri için çözülmüş bir kesinliğe (yani nükleer enerjiye ulaşma
gayesine) yönelik her türlü meydan okumaya karşılık gelen bir direnç noktası
oluşturma ve dolayısıyla İran devletinin varlığının devamı işine yarar.
Dolayısıyla nükleer politikayı savunmak için belirginleşen ifade biçimleri ne
olursa olsun, zaten İran İslam Devrimi’nin kuruculuğunu yapan söylem
alanlarıyla irtibat kurarak ve ona karşı sürekli biçimde tehdit oluşturduğu
biçiminde sunularak ilerler.
30Campbell, Writing Security: United State Foreign Policy and the Politics of Identity. 31Böylesi bir durumun başka bir örnek üzerinden incelenmesi için bkz ., Kaliber, Alper,
“Türkiye’de Güvenlikleştirilmiş Bir Alan Olarak Dış Politikayı Yeniden Düşünmek : Kıbrıs
Örneği”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 2, Sayı 7 (Güz 2005), s. 31-60. 32Murat Yeşiltaş, “İran 2010: İç ve Dış Siyaset”, Kemal İnat ve Muhittin Ataman, Ortadoğu
Yıllığı 2010, İstanbul: Açılım Yayınları, 2011.
52

Burada söylem ve tehdit siyasetine odaklanmanın önemi, içindeki ifade
biçimlerinin mutlaka diğer ifade biçimleri ile birlikte ele alınması gerektiğini
ileri sürüyor olmasından kaynaklanır. Diğer bir ifadeyle, İran dış politikasında
söylem, “gerçekliğin dilsel inşası”nı devreye soktuğu ölçüde nükleer politikayı
anlamlı kılan söylemlerin(bağımsızlık, adalet, direniş gibi) başka söylemsel
alanlarla (İslam Devriminin ilkeleri ve “İranlılık”) bağını göstermek için
kullanılmasına izin vermesinden dolayı önemlidir. Bu, söylemin merkezde
biryerde üretildiğini ve konumlandığını ileri sürmek yerine, dağınık ve seyrek
bir şekilde çeşitli ağlar üzerinden işlediğini ileri sürer. Böylece tehdidin
kurulmasında söylem, söz gelimi bir açıklamalar sistemi içinde yer alan
bireysel ifadeler, kavramlar, kategoriler, metaforlar, modeller ve benzetmeler
her zaman bu “söylemsel bütünlük” içinde neyin anlamlı olduğunun (tehdidin)
sınırlarını belirler ve onun dışında düşünülmesini engeller. Böylece tehdit
söylemi,“siyasi özneyi” sürekli bir biçimde üreten ve yeniden kuran bir
(söylemsel) alan oluştururken eş zamanlı olarak bu alan içinde özneyi öteki
özneye karşı sürekli bir biçimde konumlandırır.33 Söylem açısından önemli
olan, bu tehdidin dış politika pratiğinde, dolayısıyla da “devlet kimliğinin
yeniden üretiminde” nasıl anlamlı hale geldiğinin anlaşılmasıdır.
Burada Campbell’e geri dönmek gerekir. Campbell, “tehdit” objektif
bir gerçekliği yansıtmak yerine toplumsal olarak inşa edildiğini söyler. Diğer
bir deyişle, tehdit söylemi, ulus-devletin varlığını garanti altına alan ve onun
bekasından ayrı bir şey olarak düşünülemez. Dış politikada bu durumda
modern devleti şekillendiren tehdit söyleminin ayrılmaz bir parçasıdır. Kısacası
dış politika aracılığıyla tehdidin sürekli tekrar edilmesi devletin varlığına ve dış
politikasına bir tehdit değil bizatihi onun varlığının ve devamının kurucu
unsurlarından biri ve oluş koşuludur.34 Bu, devlet adamlarının ya da politik
seçkinlerin bağımsız (ya da bir merkezden) bir şekilde konuşmaları ve
yazmaları anlamına gelmez, aksine onların belirli dış politika pratiklerini temsil
etme ikmanı tanıyan ve tarihsel ve toplumsal olarak oluşturulmuş belirli bir
“söylemsel alan” içinde hareket ettikleri anlamına gelir. Dolayısıyla İran
nükleer politikası, hangi söylemsel bütünlükler etrafında inşa ediliyor ve
kuruluyor olurlarsa olsunlar, belirli tehdit söylemlerini sürdürmesi ve toplumu
temsil edilen tehditleri berteraf etmesi için mobilize etmesi nedeniyle verili
“İranlılık” kimliğini yeniden kuran ve şekillendiren bir alan olarak ele
alınmalıdır. Böylece toplum sadece nükleer politikaya destek veren ve onu
“milli” bir mesele olarak anlayan bir özne olmaktan ziyade “İranlılık”
dolayımında kurulan söylemler aracılığıyla dışsal bir iktidara yeniden
33Roxanne Lynn Doty, “Foreign Policy as Social Construction: A Post-Positivist Analysis of
U.S. Counter insurgency Policy in the Philippines”, s. 303. 34Campbell, Writing Security: United States Foreign Policy and the Politics of Identity, s. 12
53

bağlanmış öznelere dönüşürler. Bu nedenle, aslında nükleer politikaya
verdikleri destek “İranlılık” kimliği etrafında oluşan “iktidar kurucu
söylemlerin” işlerlik kazanmasında bir meşruiyet temeli sağlar. Tıpkı “söylem
siyasetinde” olduğu gibi, nükleer politika artık İran ve İranlılık için neyin
normal neyin anormal, neyin meşru neyin gayri-meşru ve en önemlisi de neyin
milli neyin gayri-milli olduğunu işaretleyen bir pratik olmaya başlar.
İran Nükleer Politikasında Söylem Siyaseti
İran nükleer politikasının “İranlılık söylemsel alanı” içinde
üretilmesinin birkaç biçimi vardır. Özellikle Cumhurbaşkanları Rafsancani ve
Hatemi döneminde yenilenmeye başlayan İran nükleer programı, her iki
dönemde dedevrimci entarnasyonlist söyleme eklemlenen “sert” temsilden
mümkün olduğu kadar kaçınan bir dış politika anlayışı çerçevesinde
şekillenmiştir.35 Ne var ki 2005’te başlayan Mahmut Ahmedenicad döneminde
“Batı’ya” karşı “direniş” ekseninde şekillenen “sert” bir söylem etrafında
nükleer politika yenilenmeye başladı ve bu tutum büyük ölçüde 2013 yılına
kadar devam etti. Nükleer programda Ahmedinecad döneminde öne çıkan en
belirgin söylemlerden biri ise “Batı’ya” karşı direnişin “mesiyanik” bir hal
almasıydı. Diğer bir ifadeyle, nükleer politikanın meşrulaştırılma biçimlerine
ve bunun etrafında yeniden dillendirilen İranlılık kimliği, büyük ölçüde ana
akım siyasi söyleminde ötesinde Şiiliğin radikal bir yorumuna dayanıyordu.36
Hasan Ruhani’nin 2013 Haziran’ında Cumhurbaşkanı seçilmesiyle dış politika
söyleminde “sert” bir tutum benimsemek yerine “itidalli dış politika”37 çağrısı
yapan İran, nükleer politikasındada Batı ile müzakerelerde bir “yumuşama”
dönemine girdi.38 Ancak yine de Ruhani döneminde Batı ile yeni bir “sayfa
açma” teşebüsünde kritik bir alan olan nükleer politika benzer şekilde İranlılık
kimliğinin yeniden üretildiği bir referans notkası olmaya devam etti. En
35 R. K. Ramazani, “The Shifting Premise of Iran’s Foreign Policy: Towards a Democratic
Peace?” Middle East Journal, Vol. 52, No. 2 (Spring, 1998), ss. 177-187; R.K. Ramazani,
“Ideology and Pragmatism in Iran’s Foreign Policy” Ramazani, The Middle East Journal,
Volume 58, Number 4, October 2004, ss. 1-11(11), R. K. Ramazani, “Iran’s Foreign Policy: Both
North and South”, Middle East Journal, Vol. 46, No. 3 (Summer, 1992), ss. 393-412 36Ali Ansari, “Iran under Ahmadinejad: populism and its malcontents”, International Affairs,
Volume 84, Issue 4, July 2008, ss. 683–700 37 Hassan Ruhani, “Why Iran seeks constructive engagement”, Washington Post, September 20,
2013; Bayram Sinkaya, “Ahmedinecad’dan Ruhani’ye İran Dış Politikasında Değişim: İtidalli
Dış Politika”, Ortadoğu Analiz, Cilt 6, Sayı 61, Mart-Nisan 2014, ss. 30-31. 38Abdullah Yeğin, “Devrimin 35. Yılında İran’ın Dış Politilası”, SETA Perspektif, Sayı 32, Şubat
2014.
54

önemliside nükleer politika “devrimci inancı” (dış politika dahil) mobilize etme
konusunda oldukça işlevsel bir alan haline dönüştü.39
Ruhani her ne kadar hem Şiiliğin hem de bunun İran politikasına
yansıyan biçimlerinin radikal bir savunusunu ortaya koymuyor olsa da
kendisinin İran’ın “nükleer silah arayışında olmadığını” açıkladığı tüm ifade
biçimlerinde özelikle İran dış politikasının kurucu unsurlarından biri olarak kök
salmış İslam referansını devreye soktuğu söylenebilir. Ruhani’ye göre
“Nükleer Silahların Yayılmasının Engellemesi” anlaşması olmasa dahi
İranlılarının inançları, dini ve en önemlisi de Şii fıkhının temel ilkeleri kitle
imha silahlarına sahip olmayı yasaklamaktadır.40 Bu düşüncenin sıklıkla
Ruhani lider Ali Hamaney tarafından da dile getirildiği hatırlanırsa, İran
nükleer politikasının meşruiyetinin sağlayan İslam dininin ya da Şii fikhının
kurucu bir söylem olarak belirleyici olduğunu söylebilir.41 Diğer bir ifadeyle,
Batı tarafından nükleer silah elde etme iddiası karşısında yönetici seçkinler,
bunun dinen yasak ilan edildiğini ileri süren “dini söylemi” karşı argüman
olarak kullanarak nükleer politkalarında benimsemiş oldukları
tutumlarınıtoplumsal düzlemde meşrulaştırmaktadır.42 Dolayısıyla,
“uluslararası normlar” olmasa bile Şii siyaset felsefesi etrafında düğümlenen
İranlılık olgusu nükleer silah elde etme arayışına girmemek için yeterli bir
sebep olarak sunulmaktadır.43 Kuşkusuz “İranlılık” anlatısının, devlet ve dış
politika kimliğini nükleer politika aracılığıyla yeniden üretimi bununla da
sınırlı değildir. İran nükleer politikasının “İranlılık” söylemi içinde yeniden
üretimine meşruiyet sağlayan bir kaç notka vardır. Bunlardan ilki “bağımsızlık”
söylemidir.
Bağımsızlık Söylemi ve Nükleer Politika
Gerek tarihsel tecrübeleri gerekse de İran milliyetçiliğin tarihsel
oluşumu dikkate alındığında44 bağımsızlık ve egemenlik söyleminin İran dış
39Shahram Chubin, “The Politics of Iran's Nuclear Program”, The Iranian Primer,
http://iranprimer.usip.org/resource/politics-irans-nuclear-program 40“Iran’s ethical principles forever deter nation from producing WMDs: Rouhani”, Tahran
Times, 1 March 2014. 41Murat Yeşiltaş, “İran 2012”, Kemal İnat, Muhittin Ataman, Bilal Yıldırım (edit), Ortadoğu
Yıllığı 2012 içinde, Açılım Yayınları, 2013. 42Stephan M. Walt, “Using Religion to Restrain Iranian Nuclear Programme”, Foreign Policy,
February 24, 2012.
43 Michael Eisenstadt and Mehdi Khalaji,“Nuclear Fatwa Religion and Politics in Iran’s
Proliferation Strategy”, The Washinton Institute for Near East Policy, Policy Focus 115,
September 2011.
44Suzanne Maloney, “Identity and Change in Iran’s Foreign Policy”, Shibley Telhami, Michael
N. Barnett (edit) Identity and Foreign Policy in the Middle East içinde, Cornel University, 2002,
ss. 88-117.
55

politikasında uzun yıllardır hakim söylem olduğu söylenebilir.45 Bu söylem
aynı zamanda İran’ın bölgesel ve uluslararası politikada dış politikasını
şekillendiren “rol kimliğinin” de kurucu unsurlarından biridir.
46 1979 İslam
Devirimi’nden sonra İran dış politikasında bağımszılık söyleminin daha radikal
bir yorumu söz konusudur ve bu durum büyük ölçüde dış politika
angajmanlarının belirlenmesinde ilk sıraya yerleşen merkezi bir söylem olarak
dolaşıma girmiştir. Kuşkusuz bağımsızlık söyleminin çeşitli tarihsel anlarda
farklı biçimleriyle karşılaşmak mümkündür. Nükleer politika söz konusu
olunca bağımsızlık söyleminin ılımlı ve radikal yorumları vardır. Ancak
nükleer politikanın Batı ile bir sorun haline dönüşmeye başladığı dönemden
sonra bağımsızlık İran’ın hem nükleer teknolojiye ulaşmasında hem de Batı ile
yürütülen müzakarelerde yönetici elitlerin en sık kullandıkları ifade
biçimlerinden biridir.
Bağımsızlık söylemini İranlılık olgusuna bağlayan temel nokta bunun
sadece standart bir uluslararası hukuk (devletlerinegemenliği ve eşitliği) ilkesi
olarak kullanılan bir argüman olarak şekillenmemiş olmasıdır. Bağımsızlık
söyleminin biri Şiiliğin tarihsel hikayesini yeniden kurmada dini, diğeri de
İranlılık (İran milliyetçiliği) olgusunu yeniden üreten seküler bir bağlamı söz
konusudur. Bu şekliyle ele alındığında İranlı yönetici şeçkinlerin Batı ile
yürütülen nükleer müzakerelerde bağımsızlık söylemini İran’ın “kararlı
tutumunu” iç kamuoyu düzleminde meşrulaştırmasını kolaylaştıran tarihsel bir
anlatı ile birlikte dolaşıma sokulmaktadır.
Yönetici seçkinlerin nükleer politikaya ilişkin yapmış oldukları birçok
konuşmada belirgin bir şekilde gözlemlenebilen ve İranlılık olgusunun tarihsel
olarak kurucu unsurlarından biri olarak görülmesi gereken “şeref”(sherafat)
İran’ın bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve kalkınma özgürlüğüne doğrudan
atıf yapar.47 Diğer bir ifade ile İranlı yönetici seçkinler, nükleer müzakerelerde
öncelikli olan bağımsızlık söylemini iç kamuoyuna aktarmaları sırasında İran
milletinin “haysiyetini ve şerefini” koruduklarını iler sürerler. Bu hem Şiiliğin
hem de İran milliyetçiliğinin dış politikaya ve özellikle de nükleer politikaya
teşmil edilmiş bir biçimidir. Daha açık bir ifadeyle nükleer teknolojiye
ulaşmayı bir “milli onur” meselesi olarak kurgulayan İranlı yönetici seçkinlerin
ifade biçimlerini şekillendiren İranlılık ve Şiilik bir alt metin olarak sürekli
devrededir.48 Burada ayrıca İran merkezli jeopolitik bir temsilin bağımsızlık
45R. K. Ramazani, “Iran’s Foreign Policy: Independence, Freedom and the Islamic Refpublic”,
Anoushiravan Ehteshami and Mahjoob Zweiri (edit)Iran’s Foreign Policy: From Khatami to
Ahmadinejad, Ithaca Press, 2011, s. 1. 46Moshirzadeh, “Discursive Foundation of Iran’s Nuclear Policy”, s. 529. 47 Bahman Baktiari, “Seeking International Legitimacy: Understanding the Dynamics of Nuclear
Nationalism in Iran”, Nuclear Politics in Iran, s. 21. 48Murat Yeşiltaş, “İran 2010”, Kemal İnat ve Muhittin Ataman, Ortadoğu Yıllığı 2010, Açılım
56

söylemiyle eklemlenmiş hali söz konusudur. Söz konusu söylem İran’ı dış
aktörlerin müdahalesinden korumayı bir dış politika önceliği haline getirirken,
yönetici seçkinlere de normatif bir sorumluluk yükleyerek onların İran halkının
askeri, ekonomik, siyasi ve kültürel tüm haklarını diğer devletlere karşı
korudukları hissini uyandırır. Dolayısıyla toplum, İranlı yönetici seçkinlerin
ifadelerine baktıklarında nükleer teknolojiye ulaşmak için yürütülen çabanın
aynı zamanda İran milletinin “şerefini” ve “onurunu” korumak için yapıldığını
düşünürler. Kuşkusuz İran toplumunun nükleer soruna müdahahil olmaları
henüz yeni bir olgudur. Ancak yine de bağımsızlık söyleminin içe dönük olan
yanı dışa dönük olan yanından daha kuvvetlidir.
Bağımsızlık söylemi aynı zamanda İran dış politikasında
kurumsallaşmış bir ilkedir. Söz konusu söyleminin kurumsallaşmış ve İran dış
politikasını uzun yıllar şekillendirmiş biçimini “devrimci dış politika
paradigmasına” kaynaklık eden İmam Humeyni’nin “Na Sharq, Na Gharb,
Faqat Jumhuri-ye İslami” (Ne Doğu, Ne Batı, Sadece İran İslam Cuhuriyeti)
ilkesinde görmek mümkündür.49 İmam Humeyni’nin İran devletini ve milletini
Batı’ya karşı bağımlı kıldığı gerekçesiyle devrimden hemen sonra nükleer
çalışmaları askıya alması bu söylemin bağlamını anlamak açısından çarpıcı bir
misal teşkil eder.50 Ne var ki, İran toplumunun tarihsel tecrübeleri (devrim,
savaş, dış müdahale vb.) bu söylemin devrimden sonra daha pragmatist bir
seyir izlemesine neden olmuş ve bu durumda büyük ölçüde nükleer politikayı
belirleyici hale gelmiştir. Burada önemli olan, nükleer programı çerçeveleyen
bağımsızlık söyleminin nükleer politika pratikleri aracılığıyla İranlılık
olgusunu nasıl yeniden ürettiğinin anlaşılmasıdır.51
Tarihsel tecrübe bakımından nükleer teknolojiye ulaşılması
gerektiğinin anlaşılmasını sağlayan en önemli gelişme İran-Irak Savaşı’dır.
İran-Irak Savaş’ı sırasında İran’ın toprak bütünlüğünü ve ulusal güvenliğini
koruyabilmesi için askeri gücünü arttırması gerektiğinin yönetici seçkinler
tarafından anlaşılması “bağımsızlık” söyleminin daha pragmatist bir hal
almasına da neden olmuştur. Bu nedenle, yönetici seçkinler nükleer silaha
sahip olmak anlamında olmasa bile nükleer teknolojiye ulaşmanın İran’ı diğer
bölgesel aktörler karşısında daha güçlü kılacağını düşündükleri için İran’ın
Yayınları, 2011.
49Haleh Vaziri, “Iran's Nuclear Quest: Motivations and Consequences” Vaziri’den aktaran
Mustafa Kibaroğlu, “Good for the Shah, Banned for the Mullahs: The West and Iran's Quest for
Nuclear Power”, Middle East Journal, Vol. 60, No. 2 (Spring, 2006), pp. 207-232; Gündoğan,
İran ve Ortadoğu, s. 184. 50Mustafa Kibaroğlu, “İran’ın Nükleer Programı ve Türkiye”, Bilge Strateji, Cilt 5, Sayı 9, Güz
2013, s. 3.
51 Farhi, “Atomic Energy Is Our Assured Right”: Nuclear Policy and the Shaping of Iranian
Public Opinion”, s. 4.
57

toprak bütünlüğünün de ayrılmaz bir parçası olması gerektiğini
düşünmüşlerdir. Yani nükleer teknolojiye ulaşma siyaseti doğrudan İran’ın
bağımsızlık söyleminin merkezinde olan toprak bütünlüğünün ayrılmaz bir
biçimi olarak devreye sokulur ve farklı tarihsel anlarda yeniden üretilir. İranIrak
Savaş’ından sonra her ne kadar İran’ın nükleer teknolojiye ulaşmasına
yönelik çok detaylı ve kapsamlı bir program devreye sokulmamış olsa da artık
nükleer teknolojiye ulaşma ile İran’ın egemenliğini ve toprak bütünlüğünün
garanti altına alınması arasında doğrudan bir bağlantı kuran yeni bir
bağımsızlık söylemi dolaşıma girmiştir. Bu yeni bağımsızlık söylemi İranlılığın
dış politikada ana çerçevesini belirlediği gibi nükleer politikada da İran için
normatif bir ilke olarak bu dönemden sonra daha fazla belirleyici hale
gelmiştir. Sonuç olarak, bağımsızlık İran devleti ve milleti için önemlidir çünkü
tarihsel tecrübeleri onlara hem dış müdahalalerde kendilerini korumaları için
güçlü olmayı hem de “kendi kendine yeter” bir ulus olmayı öğütlemektedir.
Bağımsızlık söyleminin nükleer politikadaki kuruculuğu ayrıca önemli
ölçüde anayasanın çeşitli maddelerinden kaynaklanır. İran Anayasası’nın
birçok maddesinde (madde 2, madde 3 gibi) baskının her türlüsü reddedilirken,
herhangi bir yabancı müdahelesi de sert bir şekilde dışlanmaktadır. Bu durum
ister istemez bilim, teknoloji, sanayi, tarım gibi bütün alanları devletin
kontrolüne bırakmayı gerekli kılar. Ayrıca Anayasanın 153. Maddesi her hangi
bir şekilde doğal kaynakların, ekonominin, ordunun veya kültürün
yabancılarını kontrolünü sağlayacak her türlü anlaşmayı da yasaklar.
Anayasaya bu bağlamda genel olarak bakıldığında şu sonuç çıkar: Eğer
bağımlılık zayıflıktan kaynaklanıyor ve onu yeniden üretiyorsa bağımsız olmak
güçlü olmayı gerektirir. Bu nedenle, bağımsız bir ülke güçlü olmak zorundadır.
Bu şekliyle ele alındığında, İran’ın güçlü bir devlet olması nükleer enerjiye
sahip olmayı gerekli kılan rasyonel ulusal-çıkar perspektifini gerekli kılar.
Burada bağımsızlık söylemine eklemlenen nükleer enerjiye ulaşma siyaseti
karşısında Batılı ülkelerin her türlü engelleme çabası İran’ın bağımsızca
davranmasını engellediği için de İran’ı ve halkını sömürgeliştirmenin bir
parçası olarak anlaşılmaktadır. Buradaki “düşmanlık” nükleer programın askeri
amaçlı olup olmadığı değil, İran’ın bağımsız davranıp davranamayacağı,
dolayısıyla “sömürülüp sömürülmeyeceği” ile ilgili “hayati” bir mesele olarak
kurgulanmış olmasıyla doğrudan ilgilidir. Daha da önemlisi, nükleer enerji
siyasetinden vazgeçmek başta ABD olmak üzere İran’ı sistem dışına itmek
isteyen “Batılı güçlere” karşı verilmiş bir “taviz” olarak görülmektedir.
Dolayısıyla bir küresel güvenlik sorunu olarak tanımlanan nükleer programın
İranlı yönetici seçkinler tarafından “milli” bir mesele olarak kodlanması hem
58
nükleer porgramın “İranlılık” dolayımındaki meşruiyetini sağlar hem de İran’ın
nükleer siyasetteki pratiklerine İran merkezli söylemi yeniden dahil eder.52
Hem tarihsel tecrübeleri hem de Batı ile mevcut nükleer anlaşmazlıklar
dikkate alındığında bağımsızlık söylemini nükleer politikasının ayrılmaz bir
parçası olarak kurgulayan İranlı yönetici seçkinlerin diline nüfuz etmiş üç
temel büyük anlatı vardır. Bunlardan ilki, İran’ın “şanlı geçmişine”
göndermede bulunarak devreye sokulan ve İran’ın bağımsızlığını korumasını
bu şanlı geçmişin doğal bir parçası olarak kurgulayan “medeniyet” söylemdir.
Birçok yönetici şeçkinin İran’ın nükleer politikasında verilecek her tavizin söz
konusu geçmişe yapılan bir “ihanet” şeklinde sunması en sık rastlanan ifade
biçimlerinden biridir. Burada nükleer teknolojiye ulaşmanın - diğer tüm
uluslara tanınan bir hak olması bakımından - bu bağımsızlık söylemi içinde
yeniden üretilmesi ve bunun zedelenmesininin İran’ın özgürlüğünün ve
onurunun yok edilmesi şeklinde anlayan bir “süper bağımsızlık” söylemi söz
konusudur. Dış politikada daha ılımlı ve pragmatik bir söylem benimseyen
reformist eski cumhurbaşkanlarından Hatemi böylesi bir bağımsızlıkçı söylemi
Şiiliğin tarihselliği üzerinden üretir. 2004 yılında yaptığı bir konuşmada
Hatemi, Hz. Hüseyin’in İranlılara “onurumuzu ve özgürlüğümüzü korumayı
öğrettitiği”ni hatırlatarak nükleer teknolojiye ulaşmanının en doğal ve yasal
hakları olduğunu ifade eder.53 Hatemi için İran’ın nükleer teknolojiye
ulaşmasının engellenmeye çalışılması öncelilkle bu dini süreklilik unsurlarının
İranlılığı mümkün kılan bağlamının zarar görmesi anlamına gelir.
İran nükleer politikasında bağımsızlık söylemine eklemlenen başka bir
tarihsel anlatı daha söz konusudur. Bu söylem İran’ın nükleer politikasında
vereceği her türlü tavizi tarihsel analojilerle ya gayri meşrulaştırmakta ya da
söz konusu anlojilerle bağımsızlık ilkesini daha dapekiştirmektedir. Burada
tarih adeta İran’ın neden nükleer teknolojide bağımsız olması gerektiğini
sürekli bir biçimde toplumsal düzlemde yeniden üretme ve toplumun geçmişte
yaşananlardan ders alması gerektiğini hatırlatma işine yarar.1828 yılında Rusya
ile imzalanan Türkmençay Anlaşması ve 1950’deki İran pertollerinin
milleştirilmesi bu tarihsel anlatının nükleer politikaya eklemlenmesinde en
belirgin örneklerden biridir. 1828’de imzalanan Türkmençay Anlaşması54
sonucu İran Orta Asya’daki topraklarının önemli bir kısmını kaybetmiş ve
Rusya’nın İran’ın toprak egemenliği konusunda tavizler almasına neden
olmuştur. Bu durum kuşkusuz İranlıların tarihi açısında bir “aşağılanma”
konusu olarak yorumlanmaktadır. İranlı yönetici seçkinler açısından nükleer
müzakerelerde verilecek tavizlerin “bilimsel bir Türkmençay” olarak sunulması
52Yeşiltaş, “İran 2012”,
53 Islamic Republic News Agency (IRNA), September 20, 2004. 54İran’ın yenilgisiyle sonuçlanan 1826-1828 Rus-İran Savaşı’ndan sonra imzalanmış olan
antlaşma.
59

bu bakımdan çarpıcı bir misal temsil eder. Diğer bir ifadeyle, nükleer
teknolojiye ulaşma hakkının Batılılar tarafından sınırlandırma teşebbüsü tıpkı
Ruslara verdikleri taviz kadar aşağılayıcı bir durumdur.55 Bu benzetmenin
sıklıkla Ahmedinecad’ın cumhurbaşkanlığı döneminde yapıldığı dikkate değer
bir durumdur.56 Tıpkı petrolün millileştirilmesinin İran devlet milliyetçiliğinin
20.Yüzyıldaki en büyük başarısı olarak sunulması gibi bütün baskılara ragmen
istenilen seviyede nükleer enerjiye ulaşılması da aynı milliyetçilik söylemine
dahil edilmektedir.57 Ahmedinecad döneminde uranyum zengileştirme
seviyesinin tedrici bir şekilde arttıran İran’ın bu politikası sıklılla 1950’lerdeki
millileştirme anlatısının günümüzdeki formu olarak anlatılır. AB ve ABD’nin
baskısı tıpkı İngiltere’nin İran petrollerinin millileştirmesine gösterdiği dirençle
aynı hat üzerinde ele alınır.58 Dolayısıyla tarihsel analojilerle yeniden meşruluk
kazandırılan mükleer politikada İran pterollerinin millileştirilme başarısı
önemli bir tarihsel anlatı olarak bağımsızlık söyleminin ayrılmaz bir parçası
olarak devreye sokulur.
Bağımsızlık söyleminde hakim olan ikinci önemli anlatı ise, İranlılık
kimliğinin ve ulusçuluğunun kurucu unsurlarından biri olan dış güçlerin İran’ın
toprak bütünlüğünü birçok defa yok etmesinin nükleer politikayı konuşurken
sürekli bir biçimde hatırlatılıyor olmasıdır. Diğer bir ifade ile tarihsel olarak dış
müdahaleler nasıl İran’ın bağımsızlığını yok ettiyse benzer şekilde nükleer
teknolojiye ulaşmayı engellemeye çalışan Batılı güçler de İran’ın
bağımsızlığını yok etmeyi amaçlamaktadır. Bu nedenle nükleer politikada
İran’ın yürüttüğü mücadele başlı başına hegemonik ülkelerin emperyalist
politikalarına bir “direniş” biçiminde sunulur. Burada nükleer teknojiden
vazgeçmek “gerçek” bağımsızlığa ve otononomiye ulaşmanın önünde bir engel
olarak tasvir edilir.59 Bu nedenle nükleer teknolojiye ulaşmak İran’ın bağımsız
bir ülke olduğunu göstermek, dolayısıyla da devrimci dış politika idealizminin
gerçekleşmesi anlamına gelir. Yönetici elitlerin konuşmalarında sıklıkla
nükleer teknolojiye ulaşmaya engel olan Batılı güçler doğrudan İran’ın
bağımsızca davranmasını kısıtlayan aktörlerdir. Burada nükleer teknolojiye
ulaşmak için gerekli bilgi teknolojisinin ve alt yapısının “ne kadar veya hangi
boyutta olması gerektiğinin” dış güçlerin (ötekinin) isteğine bağlı kılınmasının,
55 Iranian Students’ News Agency (IRNA), November 20, 2006 56Moshirzadeh, “Discursive Foundation of Iran’s Nuclear Policy”, 532. Bu benzetme birçok
siyasi tarafından sıklıkla vurgulanmaktadır.
57Kibaroğlu, “İran’ın Nükleer Güç Olma İddiası ve Batı’nın Tutumu: Şah’a Destek, Mollara
Yasak”, ss. 211-212. 58 Baktiari, “Seeking International Legitimacy: Understanding the Dynamics of Nuclear
Nationalism in Iran”, s. 25.
59Moshirzadeh, “Discursve Foundation of Iran’s Nuclear Policy”, s. 530.
60

İran milletini kontrol altına almanın bir aracı olarak temsil edilmesi söz
konusudur.
Örneğin, nükleer silahların İran’ın savunma dokrininde yeri olmadığını
söylerken bile eski cumhurbaşkanı Hatemi bu siyaseti bağımsızlık ve
egemenlik söylemi ekseninde ulusun bekasına bağlamaktadır: “Bazı ülkelerin
düşmanca tavırları yüzünden nükleer enerjiyi ekonomik gelişme
programımızdan çıkarırsak, ulusumuz bizi affetmeyecektir.”60 Yine dönemin
Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Seyed
Hossein Mousavian bu konudaki açıklaması da bağımsızlık söyleminin içe
dönük yapısını anlamak için çarpıcı bir misaldir: “Biz hem ABD hem de İran
kamuoyunun tamamıyla zıt yönlerdeki baskıları altındayız. Çok olası
olmamakla beraber, eğer ABD baskısı altında uranyum zenginleştirmeyi
sonlandırırsak, büyük ihtimalle, aşırılar bizim yerimize geçecektir.”61 Özellikle
Ahmedenicad döneminde nükleer enerjiye ulaşma şeklinde formule edilen
politika İran’ın “Batılı güçlere karşı” bağımsızlığını mümkün kılacak en temel
alanlardan biri olarak ortaya çıkmıştır. Bu durum, nükleer enerjiye ulaşma
konusunda “bağımsızlık” söylemini, yani “Batı’ya rağmen ve Batı’ya karşı”
olmayı İranlılık kimliğinin yeniden inşa edilmesinde ve nükleer politikanın İran
milliyetiçiliğinin bir parçası olmasında daha fazla işlevsel hale getirmiştir.62
Hasan Ruhani’nin nükleer program konusundaki siyaseti de aynı bağımsızlık
söylemsel alanı içinde inşa edilmektedir. 2013 yılında P5+1 ile yapılan geçici
nükleer anlaşma Ruhani tarafından “İran milletinin haklarına ve saygınlığına”
yakışacak bir biçimde sunulurken, İran’ın bağımsız olan tavrına zarar
vermediği ifade edilmektedir.63 Benzer şekilde aynı geçici anlaşmada söz
konusu olan “uranyum zenginleştirme” işleminin İran’ın doğal hakkı
olduğunun sıklıkla tekrar edilerek bundan vazgeçilmeyeceğinin ifade edilmesi
“bağımsızlık” söyleminin önemine dikkat çekmesi açısından yeterlidir.64
Nükleer politikaya şeklini veren bağımsızlık söyleminin içinde yer alan
üçüncü büyük anlatı ise İran’ın “kendine-yeter” bir devlet olması etrafında inşa
edilmektedir. Burada bağımsızlık söyleminin teknoloji ve ilerleme unsurlarıyla
eklemlenmiş daha “pozitif” bir inşası söz konusudur. Bu bağlamda nükleer
teknolojiye sahip olmak hem İran’ı “başkalarına muhtaç olmayan” bir ülke
haline getirecek hem de bağımsızca davranmasını mümkün kılacaktır. Bu
60 Hatemi’den aktaran Lotfian, “Nükleer Politika ve Uluslararası İlişkiler”, s. 219 61Mousavian’dan aktaran Kibaroğlu,“İran’ın Nükleer Güç Olma İddiası ve Batı’nın Tutumu:
Şah’a Destek, Mollara Yasak” s. 216.
62 Ariane Tabatabai, “The Audience War: The Challenges of Iran's Nuclear Rhetoric”, RUSI
Analysis, 29 March 2012. 63 “Rouhani: Iran is getting nuclear deal benefit”, Al Jazeere, 06 February 2014.
64M. Mahtab Alam Rizvi, “Iran under Rouhani: From Confrontation to Reconciliation”, Issue
Brief, Institute and Defense Studies and Analysis, February 26, 2014
61

durumun İranlılık olgusu için önemiaynı zamanda bir bağımsızlık söylemsel
alanı içinde kurulan nükleer teknolojiye ulaşmanın “haysiyet” ve “milli” bir
meselenin parçası olarak sunulmasından kaynaklanmaktadır. Diğer bir ifadeyle,
nükleer teknolojiye bağımsız bir şekilde, yani Batı’ya bağımlı olmadan
ulaşmak bağımsızlık ilkesini kullanışlı bir argüman olarak meşrulaştırma işine
yaradığı gibi aynı zamanda ulusal bir misyonun zafere ulaşması anlamına
gelecektir. Herhangi bir ayrım yapmaksızın bunun dini lider Hamaney de dahil
olmak üzere bütün yönetici seçkinlerin ifade biçimlerine yön veren temel
söylem olduğunu belirtmek mümkündür. Çünkü nükleer teknoloji İran’ı hem
devlet hem de toplum olarak daha modern, daha fazla kendine yeter ve daha
refahlı hale getirecektir. Dolayısıyla nükleer teknoloji ile mümkün olacak
ilerleme hem tüm İran halkı ve yönetici seçkinler için “ahlaki bir misyon”un
temel çerçevesini hem de bu yönde hangi “davranışın” ya da politika tercihinin
milli hangisinin ise gayri-milli olduğunu belirleyecektir.
Dini lider Hamaney 2006 yılında yağtığı bir konuşmada, İran’ın
bilimsel ilerlemenin daha başında oluduğunu ancak buna ulaşmak için
çabaların sürdürüleceğini ifade ederken teknolojiye ulaşmak için Batı’nın
“taklit edilmemesi” gerektiğini dile getirmiş olması bu açıdan çarpıcı bir örnek
teşkil eder. Dolayısıyla “kendi-kendine yeter” bir millet olmak için öncelikli
olan,“öz kaynakların” kimsenin yardımı olmadan geliştirilmesidir. Bu durum
bütün kesimler için bir “ulusal ahlak” ve “misyon” meselesi olarak
anlaşılmalıdır.65 Bu söylemin Ahmedinecad’ın nükleer politika anlayışında ve
pratiklerinde radikal bir “direniş” söylemi ekseninde inşa edildiğini ileri
sürmek mümkündür.66 Daha çok içe dönük bir bağımsızlık söylemini devreye
sokan Ahmadinecad, nükleer teknolojiden taviz vermenin İran’ın “emperyalist
güçlere teslimi” anlamına geleceğini sıklıkla tekrarlamıştır. Dolayısıyla
Ahmedenicad’a göre böylesi bir taviz, İran’ı yabancı kaynaklara bağımlı
kılacaktır. Bu prespektif nükler politikada müzakerinin yönteminin nasıl olması
gerektiği konusunda Ahmedinecad ile aynı perspektifte olmasa da dönemin
nükleer başmüzakericisi Ali Laricani tarafından da aynı şekilde ifade
edilmektedir. Laricani’ye göre, diğer ülkelerin nükleer yakıtın İran’a
gönderilmesini durdurma ihtimali her zaman olacaktır, bu nedenle “ulusal
bağımsızlık ve ulusal onuru” için İran’ın kendi nükleer yakıtını kendisi
üretmelidir.67 Dolayısıyla nükleer politikada bağımsızlık söylemi bir tarafta
teknolojiye ulaşma hakkı olarak çevrelemek suretiyle uluslararası hukuk
65 Bahman Baktiari, “Seeking International Legitimacy: Understanding the Dynamics of Nuclear
Nationalism in Iran”, Nuclear Politics in Iran, s. 25. 66Maaike Warnaar, Iranian Foreign Policy During Ahmadinejad: Ideology and Actions, ss. 140-
141.
67Baktiari, “Seeking International Legitimacy: Understanding the Dynamics of Nuclear
Nationalism in Iran”, s. 26.
62

ekseninde meşrulaştırılırken aynı zamanda bu teknolojiye ulaşmanın kendisi
İranlılık olgusunun merkezinde olan onur, şeref ve millilik meselesini de
nükleer politika üzerinde yeniden kurmaktadır. Ruhani döneminde yapılan
geçici anlaşmadan sonra İran iç siyasetinde söz konusu anlaşmanın İran’ın
bağımsızlığına halel getirmeyeceğinin sürekli tekrar edilmesi bu bağlam içinde
düşünebilir.
Adalet, Eşitlik ve Direniş Söylemi
İran nükleer politikasında bağımsızlık anlatısı dışında kurucu olan bir
başka söylem de adalet, eşitliktir ve direniş söylemidir. Adalet söylemi sadece
İran dış politikasının temel prensiplerini belirleyen bir olgu olarak değil aynı
zamanda Şii siyaset felsefesinin de temel unsuru olarak önemlidir. Nükleer
programın ve siyasetin kuruculuğunu da üstelenen bu üç anlatı hem uluslararası
hem de iç siyaset düzleminde İran devlet kimliğini ve devrimci ideali nükleer
pratikler üzerinden yeniden üretir. Adalet ve eşitlik söylemi aynı zamanda İran
dış politikasına nüfuz etmiş farklı dış politika perspektiflerinide bir arada tutan
bir işlevselliğe sahiptir. Gerek radikal muhafazakarlar ve reformistler gerekse
de İslami evrenselciler, solcu ve liberal uluslararasıcılar adalet ve eşitliği kendi
dış politika perspektiflerinin kurucu söylemlerinden biri olarak kullanırlar.68
Tıpkı diğer kurucu söylemlerde olduğu gibi adalet ve eşitlik söylemide İran
İslam Cumhuriyeti Anayasası’nda kökleşmiş bir kurumsal zemine sahiptir.
Anayası’nın 154. Maddesi İran’ı “adaleti” ve “hakikati” bütün dünya insanları
için isteyen bir ülke şeklinde konumlandırmaktadır. Ancak adalet söylemi tek
başına nükleer politikada İran’ın neden haklı olduğunu açıklamaz. Bu söyleme
eşlik eden “eşitlik“ söylemi de oldukça önemlidir. Hem adalet hem de eşitlik
aynı zaman küresel sistemdeki güç dağılımının ortaya çıkardığı hiyerarşik
söylemler ve yapılara da bir “direnme” noktası oluşturur ve nükleer programın
sürdürülmesinde mevcut uluslararası sistemin çifte standartını gayri meşru
kılmayı hedefleyen söylemsel bir alan oluşturur.
Bir çeşit Üçüncü Dünya söylemi etrafında inşa edilen bu eşitlik ve
adalet anlatısı söz konusu nükleer teknolojiye ulaşma hakkı olunca uluslararası
toplum ve normların bütün devletler ve toplumlar için eşit ve adil bir şekilde
uygulanmasını talep eder. Diğer bir ifadeyle, eşitlik ve adalet söylemi hem
İran’ın nükleer politikasına uluslararası alanda destek bulmada hem de içeride
bunu meşrulaştırmada temel referens noktaları olarak ortaya çıkar. Böylelikle
nükleer politikası aracılığıyla İran bir taraftan küresel sistemin hegemonik ve
hiyerarşik yapısına karşı çıkarken aynı zamanda nükleer pratiklerini İranlılık ve
Şiilik olgusunu bu söylemlerin kaynağı haline getirerek yeniden üretir.
Kuşkusuz bu adalet ve eşitilik söyleminin farklı biçimleri ve temsilleri söz
68Moshirzadeh, “Discursive Foundatio of Iran’s Nuclear Policy”, s. 533.
63

konusudur. Ancak özellikle “ABD düşmanlığı” ekseninde toplumsal olarak da
inşa edilen eşitsizlik, adaletsizlik ve çifte standart gibi “düşmanı” yeniden
tasvir edici unsurlar, İran’ın nükleer teknolojiye ulaşma hakkını daha anlamlı
ve meşru kılar. Eğer İran İslam Cumhuriyeti’ne, bir tarafta Şiilik diğer tarafta
da anayasa bütün milletlerin eşit bir biçimde haklarını ve hukuklarını koruma
hakkı veriyorsa İran’ın nükleer politikası da ancak bu amaç için devam
etmelidir. Bu durum başlı başına İran’ın neden nükleer enerjiye sahip olması
gerektiğini açıklar. Burada küresel sistemdeki hiyerarşik yapının kaynaklık
ettiği adalet ve eşitlik sorununun kaynağına ABD’nin yerleştirilmesi söz
konusudur ve İranlı yönetici seçkinler açısından nükleer programdan taviz
vermek bu eşitsiz yapının yeniden üretilmesi dışında başka bir işe yaramaz. Bu
nedenle, bu teknolojiden vazgeçmek bütün mazlum milletlerin aynı hakkı eşit
bir şekilde kullanabilme potansiyelini de ortadan kaldıracaktır. Böylece İran’ın
nükleer politikası sadece İran ulusal çıkarlarını ve bağımsızlığını yeniden
üreten bir alan olarak değil aynı zamanda eşitlik ve adalet arayışında olan bütün
ulusların ve devletlerin direnme siyasetine dönüşür. Dolayısıyla nükleer
program adalet ve eşitlik söylemi üzerinden kurulduğu sürece nükleer enerjiye
sahip olmanın kendisi de adalet arayışının bir yansıması olarak devam
edecektir.69
Bir tarafta adalet ve eşitlik arayışı olarak İran’ın mücadelesi diğer
tarafta da bu söylemlerin bağımsızlık politikasına eklemlenmesi uluslararası
normların da İran dış politikasındaki konumu oldukça tartışmalı hale
getirmektedir. Bu durum özellikle Ahmedinecad döneminde daha sert bir
direniş söylemiyle birlikte inşa edilmiştir. Buna göre, herşeyden önce mevcut
uluslararası düzen “adilce bir düzen” değildir.70 Dolayısıyla nükleer teknolojiye
ulaşma konusunda geliştirilen hukuk normaları da adil değildir ve uyulması
mevcut düzenin kabullenilmesi anlamına gelir. Burada önemli olan, İran
merkezli İslam ideolojisine eklemlenmiş direniş söyleminin uluslararası
ilişkilerde adaleti ve eşitliği sağlayacak olmasıdır.71
İslam devriminin kurucu söylemlerinden birini oluşturan Batı’ya karşı
direniş72 bu anlamda nükleer politika bahis konusu olunca öne çıkan en önemli
unsurlardan biridir ve İran’ın devrimci devlet kimliği performansının nükleer
politika üzerinden sürekli ve kalıcı hale getirir. Diğer bir ifade ile devrimci
69Moshirzadeh, “Discursive Foundatio of Iran’s Nuclear Policy”, 534. 70Mehmet Özkan, “Turkey-Brazil Involvement in Iranian Nuclear Issue: What Is the Big Deal?”,
Strategic Analysis, 35: 1, 2011. ss. 26-30 71Kashef, “İran İslam Cumhuriyeti Dış Politikasının Oluşumunu Etkileyen Etmenler: Bir İranlı
Görüşü”, s. 153.
72Batıya karşı direniş söylemi bağlamında İran dış politikasında hakim olan ideolojinin
pragmatizm ile eklemlenmiş hali üzerine bir tartışma için bkz., Jerrold D. Green, “Ideology and
Pragmatism in Iran’s Foreign Policy”, Journal of South Asian and Middle Eastern Studies, 17 No
1, 1993.
64

“direniş” anlayışının şekillendirdiği direniş söylemi, İran devlet kimliğinin
nükleer politikaya doğrudan dahil edilmiş unsurlardan biridir. Bu “direniş
doktrininin” (muqawame) temelini İslam devriminin “Batı’ya ragmen ve Batı
karşısında” devrime ahlaki bağlılığın da kurucu unsurlarından biri olarak
hizmet eder. Burada adeta “rejimin düşmanlarıyla” mücadele etmenin
uluslararası ilişkilerde ve nükleer politikada sıfır-toplamlı bir oyun olduğu
anlayışı hakimdir. Diğer bir ifadeyle, nükleer politikada Batılı aktörlere
verilecek her türlü taviz İslam devrimine ahlaki bağlılığın sorgulanması
anlamına gelecektir. Bu şekliyle ele alındığında direniş söylemi bağımsızlık,
adalet ve eşitlik söyleminin ayrılmaz bir parçası olarak iş görür.
Özellikle Ahmedinicad döneminde nükleer müzakerelerin bu direniş
söylemi eksenine oturtulduğunu görmek mümkündür. Muhafazakarların dış
politika söyleminde özellikle Batı ile işbirliği çerçevesinde müzakerelerin
yürütülmesi gerektiğini söyleyen Ilımlılara karşı sert tutumları da bu direniş
söylemini içerde daha fazla kullanışlı hale getirdiği gibi Ilımlıların nükleer
politikada alternatif söylem üretme imkanlarını da ortadan kaldırmaktadır.
Dolayısıyla “yumuşama” isteği söz konusu direniş söylemi içinde sürekli bir
biçimde eritilme riskiyle karşı karşıyadır. Böylece direniş söylemi ekseninde
inşa edilen nükleer politika ve pratikleri Ilımlıları paradigma içi öteki
konumuna yerleştirmektedir. Bu durum özellikle Ahmedinecad döneminde
İran’ın uranyum zengileştirme hakkının tanınmasını bütün müzakerelerin
sürdürülebilir hale getirilmesinin ön şartı olarak sunmalarına neden olmuştur.73
Bu söylemsel alan içindeki direniş anlatısı oldukça belirgindir. Mücadele,
sömürgeci ve adalet hissinden yoksun güçlerle bunun karşısında adaleti ve antiemparyalizmi
savunarak direnç oluşturan güçlerle ilgilidir. Dolayısıyla, popüler
siyasi süreç anti-emperyalizm için ne kadar çok ivme kazanırsa, ulusallık
meselesini de o kadar çok içine almaktadır. Daha da önemlisi, çeşitli söylemsel
manevralarla uzatılan söz konusu temsil nükleer politikayı İran ulusu ya da İran
halkının (mellat-i İran) bağımsız karakterine doğrudan bağlamaktadır.
Bu durum sadece nükleer sorunun tarafı olan aktörlerin “emperyalist”
temsillerinden oluşmaz. İran aynı zamanda sorunun tarafları olan Uluslararası
Atom Enerji Kurumu ve Birleşmiş Milletler’in çözüm önerileri ve siyasi
pozisyonlarını da söz konusu aktörlerin İran’ı “konrol etme” çabalarının aracı
olarak tasvir etmektedir. Bu şekliyle ele alındığında, sorunun çözüm
mekanizması olan BM ve UAEK’da aynı zamanda İran’ın nükleer enerjiye
ulaşma egemenliğine ve ülke bağımsızlığına saygı göstermeyen aktörler haline
dönüştürülmektedir.74 Dolayısıyla, nükleer enerji siyasetinde sorunun
73Murat Yeşiltaş, “İran 2009”, Kemal İnat ve Muhittin Ataman, Ortadoğu Yıllığı 2009, Küre
Yayınları, 2010.
74 Farhi, “Atomic Energy Is Our Assured Right”: Nuclear Policy and the Shaping of Iranian
Public Opinion”, s. 6.
65

düğümlendiği uranyum zenginleştirme konusunda verilecek her taviz İran’ın
bağımsızlık söyleminin altını oyan bir unsura dönüşür. Tıpkı bağımsızlık
söyleminde olduğu gibi eşitlik ve adaletin sağlanması içinde nükleer
teknolojiye ulaşılması bir zorunluluktur. Bağımsızlık için mücadele topkeyün
olması gerekiyorsa eşitlik ve adatelin sağlanması için topyeküm bir mücadele
gereklidir.
Dini Söylem ve Nükleer Politika
İran nükleer enerjiye ulaşmasının bağımsızlık, adalet ve eşitlik
ekseninde diğer tüm uluslara tanındığı gibi bir hak olarak kuran söylem dışında
bütün bunların belki de kuruculuğunu yapan dini kaynaklı referanslar da İran
nükleer programının meşruiyetini sağlayan başka bir anlatı olarak karşımıza
çıkar. Bu söylem, sıklıkla İran’ın barışçıl amaçlı nükleer enerji politikası
izlediğini meşrulaştırmak için kullanılır. İran İslam Devrimi’nin temel
ilkelerine de kaynaklık eden bu söylem, özellikle “nükleer silah elde etme
arayışındaki İran’a” yönelik küresel temsilleri çürütmek için kullanılır. Diğer
bir ifade ile Şii İslamı etrafında düğümlenen Şii siyaset felsefesi ve bunun dış
politikada oluşturduğu söylemsel alan genellikle hem karşı bir İran temsilinin
inşasına kaynaklık eder hem de İranlılar için nükleer programın içerdeki
meşruiyetini sağlar. Burada nükleer politikanın Şii İslamı’ndan kaynaklanan
“moralist” bir bakış açısıyla taçlandırılması söz konusudur. Söz konusu nükleer
politikanın meşrulaştırılmasına kaynaklık eden seküler rasyonalite olarak değil
dini rasyonalite şeklinde temayüz eder. Dini rasyonalite İran nükleer
politikasının modern ve hatta seküler uluslararası hukuk ve normlara uygun
olup olmadığını tartışmak yerine nükleer politikanın barışçıl olduğunu dini
argümanlar üzerinden düzenler.
Nükleer silah elde etme niyetinde olmadıklarını her seferinde ilan eden
dini lider Hamaney bu söylemin taşıyıcı isimlerinden biridir. Ağustos 2003’te
Ayetullah Hamaney, “Düşmanın propangandası ve velvelesinin aksine, nükleer
silahlar peşinde değiliz. Ve KİS’lere temelden ve ahlaki olarak karşıyız; aynı
şekilde kimyasal ve biyolojik silahları da yasak olarak düşünmekteyiz, hatta
empoze edilmiş savaşta bile.”75 Benzer bir açıklamayı daha geniş bir şekilde
Hamaney 2006 yılında İslam’ın vaz ettiği ilkelere (ahkam) aykırı olduğunu
duyurmuştur. Dönemin ılımlı cumhurbaşkanı Hatemi, “Nükleer silahlara (İran)
İslam Cumhuriyeti’nin askeri ve savunma politiklarında yer yoktur, çünkü bu
rejim bu silahları (İran’ın) İslami ve etik ilkeleri yüzünden kullanamaz”
beyanıyla, bu silahların kullanımı ahlak üzerinden karşı çıkmaktadır.76 Yine o
75Hamaney’den aktaran Lotfian, 2012, s. 222.
76Ibid.,. 223.
66

dönemin dışişleri bakanı olan Kemal Harrazi, KİS’lerin kullanımının İslam’da
haram ya da kesinlikle yasak olduğunu vurgulamıştır.
Bu söylemin nükleer müzakerelere dahil edilen ve İran’ın resmi
görüşünü yansıtan bir söyleme dönüşmesi ise Ağustos 2005’de Tahran
yönetiminin UAEK’ya gönderdiği bir mektupla mümkün olmuştur. Söz konusu
tarihten sonra nükleer politikaya dinin verdiği biçim daha belirgin olmaya
başlamıştır. Söz konusu mektupta, 2003 yılında Hamaney tarafından verilen
fetvaya atıfla, İran’ın İslam dininin KİS’leri yasaklamasından dolayı her hangi
bir şekilde bu silahları hiçbir zaman geliştirmeyeceği belirtilmiştir.77 Hamaney
benzer bir şekilde başka bir konuşmasında, nükleer silahların İslam hukuku
tarafından yasaklandığını ve haram kılındığını belirtmiştir.78
İslam ümmetinin koruyuculuğu vasfı etrafında İran İslam
Cumhuriyeti’ne anayasa ile tevdi edilen misyon etrafından temsil edilen İran
dış politikası nükleer programını da bu söylemsel alan içinde yeniden
meşrulaştırır. Burada İran’ın kendi ulusal-çıkarlarının evrensel İslam’ın ayakta
kalmasına ve Müslümanların hayatlarının korunması amacına hizmet eden bir
reel politik anlayışı içinde eritilmesi söz konusudur. Bu bağlamda İslam
ümmetinin ayakta kalması ile İran’ın güçlü olması arasında doğrudan bir
bağlantı vardır.“Allah’ın ve tarihin bu mücadelede onların (İran’ın) yanında
olduğunu inanmak” ise bu politikanın meşruiyetini özellikle İranlılar için
düğümleyeciği bir alan olarak ortaya çıkarmakta, böylece İran’ı nükleer
teknolojiye ulaşarak güçlü olmayı mümkün kılacak öncelikli aktör (primary
agent) haline dönüştürmektedir.79 Bu amaç için sahip olununan ya da olunacak
olan nükleer teknoloji ise sadece reel politik gerekçelerle İran ulusalgüvenliğini
sağlamakla kalmayacak aynı zamanda tüm Müslümanların
özellikle tarihin bu anında Amerikan merkezli hegemonik düzene
direnmelerinde ve İslam’ın öngörmüş olduğu “adil ve eşit” dünya düzenini
tahkim etmede onlara da aktarılacak bir güç unsuru olarak kullanılacaktır.80
Dolayısıyla Şiilik ekseninde tarihselleştirilen İslam felsefesinin kurucu olduğu
İran dış politikası apokaliptik (vahiysel) bir anlatı etrafında inşa edilerek
nükleer politikayı daha anlamlı hale getirmektedir.81
77Metnin tamamına bakmak için http://www.fas.org/nuke/guide/iran/nuke/mehr080905.html.
78 Ayatollah Ali Khamenei, “Message to the Tehran International Nuclear Disarmament
Conference: ‘Nuclear Energy for All, Nuclear Weapons for None,’” April 17, 2010,
http://www.iranembassy.org.za/nuclear.html. 79Michael Eisenstadt, “Iran’s Nuclear Decisionmaking”, s. 6. 80 Joel Brinkley, “Iranian Leader Refuses to End Nuclear Effort”, The New York Times,
September 18, 2005; Sam F. Ghattas, “Iran Pledges To Share Nuclear Info With Islamic
Countries”, http://www.rense.com/general67/iranpledgestoshare.htm (ulaşım tarihi, 09.03.2014) 81Mehdi Khalaji, “Shiite Jurisprudence, Political Expediency, and Nuclear Weapons”, Micheaş
Eisenstadt and Mehdi Khalji, “Nuclear Fatwa: Religion and Politics in Iran’s Proleferation
Strategy, Policy Focus 115, The Washington Institute of Near East Policy, September 2011, ss.
67

Sonuç
Bu makalede İran nükleer politikasında hakim olan söylem siyasetinin
eleştirel bir analizi yapıldı. Önceki kısımlarda da belirtildiği gibi dış politika
söylemler basit dilsel ifade biçimleri olmak yerine, neyin mümkün ve meşru
olduğunu belirleyen, devletin kimliğinin kurulumuna ve yeniden üretimine
kaynaklık eden ve en önemlisi de dış politika eylemine anlamını kazandırarak
devlet kimliğini istikrarlı hale getiren bazen sistematik bazen de düzensiz bir
ilişkiler ağıdır. İran nükleer politikasının söylem analizi öncelikli olarak
yönetici seçkinlerin diline farklı dönemlerde nüfuz etmiş ifade biçimlerinin
başka hangi ifade biçimleriyle bağlanarak anlamlı hale geldiğini tespit etmekle
başlar. İranlı yönetici seçkinlerin nükleer politikayı tarihin farklı anlarında
farklı biçimlerde de olsa İranlılık olgusuna bağlayarak hem nükleer
politikalarını meşru ve anlamlı kıldıklarıhem de İranlılık olgusu üzerinde İran
devlet kimliğini yeniden üreterek istikrarlı bir hale getirmektedirler.
Dolayısıyla hem seküler hem dini bir fenomen olarak İranlılık İran’ın nükleer
politikasını anlamamız için bir sıçrama tahtası olarak kullanılabilir. Burada
İranlı yönetici seçkinlerin nükleer politikalarını savunurken kurdukları anlatılar
oldukça çeşitlidir (Tablo 1).Ancak bütün bu çeşitliliğe ragmen nükleer
politikada kurulan dil İran devlet kimliğinin sürekliliğini sağladığı gibi ona her
zaman bir meşruiyet sağlar.
Tablo 1
Batı İran
Zalim Mazlum
Tehdit eden Tehdit edilen kurban
Propaganda yapan Propagandanın kurbanı
Suçlayan Yalnış bir şekilde suçlanan
Kitler İmha Silahlarını (KİS)
kullanan
KİS’lerin kurbanı
Değişmez Değişen
Güvenilmez Geçmişten ders alan
Hakim olmaya çalışan Bağımsız olmaya çalışan
Gayri Ahlaki Ahlaki
Müzakere için zemin
oluşturmayan
Her zaman müzakareye hazır
olan
Bilimi kendi tekeline almaya Bilimi paylaşan
13-16.
68

çalışan
KİS’leri kullanan KİS’lere karşı
Çifte standart uygulayan Uluslararası hukuku takip
eden
KİS’ler için nükleer teknoloki Barışçıl amaçlı nükleer enerji
Bilime sansür uygulayan Bağımsız ve özgür bilimsel
araştırmayı destekleyen
Diğer devletleri tehdit eden Barışçıl amaçlı niyeti olan
Başarısız Başarılı
Sonuçsuz ve etkisiz tehdit Tehdide ragmen ilerleyen
Tablo1: İran Nükleer Politikasındaki Batı ve İran Temsilleri
Nükleer politikada İran’ın uluslararası baskılara ragmen bu politikasını
tedrici de olsa ısrarlı bir şekilde sürdürmesinin altında yatan en önemli
nedenlerden biri de bu yüzden nükleer politika aracılığıyla yönetici seçkinlerin
İran milliyetçiliği başta olmak üzere hem seküler hem de dini rasyonaliteyi
farklı tarihsel dönemlerde sürekli dolaşıma sokmuş olmalarıdır. Batı zalim,
değişmez ve gayri ahlakî bir şekilde temsil edilirken, İran mazlum, değişimci,
ahlaki olarak temsil edilmektedir. Nükleer politikada hem İran devlet kimliğini
içerde ve dışarda yeniden üretme hem de politikanın kendisine meşruiyet
zemini olarak iş gören bu temsiller aynı zamanda bağımsızlık, adalet, eşitlik,
direniş ve dini anlatılarla birlikte İranlı yönetici elitler açısından toplumun her
kesimini ortak biçimde kabul edilibilir bir söylemsel bütünlüğe, gevşek de olsa
bağlayan büyük bir anlatı oluşturmuştur. Ayrıca bu söylemlerin her biri İran’ın
dış dünya ile ilişkilerinde önemini koruyan nükleer meselenin “İran
hikayesinin” biçimlenmesinde ve İran devlet kimliğinin yeniden
kurgulanmasında ve yeniden anlatılmasında da bir hareket noktasıdır ve
olmaya devam edecektir.
Bu söylemlerin verili herhangi bir tarihsel anda kendilerini gösterme
biçimleri çeşitli olmasına rağmen İran nükleer politikası hem seküler hem de
dini rasyonalite aracılığıyla İran devlet kimliğini sürekli bir şekilde dinamik
kılma işine yaramaktadır. İran’ın son on yılın tartışmalı nükleer siyasetinin
“ulusal kimlik” meselelerine karmaşık olarak bağlanmış bu söylemsel
bütünlüğü anlamadan anlaşılması oldukça zordur. Nükleer politika aracılığıyla
İran’ın küresel siyasetteki bağımsızlık, adalet ve eşitlik söylemlerinin direnişçi
görüntüsünden duyulan memnuniyet, İran devlet kimliğiyle İran nükleer
politikası arasındaki bağı önemli öçüde daha fazla birbirine bağlamaktadır.
69
Kaynakça:
“Iran’s ethical principles forever deter nation from producing WMDs: Rouhani”, (2014) Tahran
Times, 1 March.
“Rouhani: Iran is getting nuclear deal benefit”, Al Jazeere, 06 February 2014,
Ansari, Ali (2008) “Iran under Ahmadinejad: populism and its malcontents”, International
Affairs, Volume 84, Issue 4, July, ss. 683–700.
Ashley, Richars K., (1991) “Foreign Policy as Political Performance”, International Studies
Association Notes (1991) 13, 51-54.
Asl, Nasır Kashef. (2011) “İran İslam Cumhuriyeti Dış Politikasının Oluşumunu Etkileyen
Etmenler: Bir İranlı Görüşü”, Türel Yılmaz ve Mehmet Şahin (der), Ortadoğu Siyasetinde İran,
Barış Kitap, ss.141-162.
Baktiari, Bahman. (2010)“Seeking International Legitimacy: Understanding the Dynamics of
Nuclear Nationalism in Iran”, Nuclear Politics in Iran.
Balcı, Ali (2014)“The Kurdish movement’s EU policy in Turkey: An analysis of a dissident
ethnic bloc’s foreign policy”, Ethnicities, (Yayınlacak).
Balcı, Ali, (2007) “Diskors ve Pratik Olarak Dış Politika”, Uluslararası İlişkiler,Cilt 4, Sayı 15,
Güz.
Balcı, Ali. “Diskors ve Pratik Olarak Dış Politika”, Uluslararası İlişkiler,
Brinkley, Joel, (2005) “Iranian Leader Refuses to End Nuclear Effort”, The New York Times,
September 18, 2005; Sam F. Ghattas, “Iran Pledges To Share Nuclear Info With Islamic
Countries”, http://www.rense.com/general67/iranpledgestoshare.htm (ulaşım tarihi, 09.03.2014)
Campell,David (1998)Writing Security: United States Foreign Policy and Politics of
Identity,University of Minnesota Press.
Chubin, Shahram. “The Politics of Iran's Nuclear Program”, The Iranian Primer,
http://iranprimer.usip.org/resource/politics-irans-nuclear-program
Chubin, Shahram. (2006)Iran’s Nuclear Ambitions,Washington D.C.: Carnegie Endowment for
International Peace.
Doty, Roxanne Lynn (1993) “Foreign Policy as Social Construction: A Post-Positivist Analysis
of U.S. Counterinsurgency Policy in the Philippines”, International Studies Quarterly, Vol 37,
No 3 (September).
Doty, Roxanne Lynn. (1993) “Foreign Policy as Social Construction: A Post-Positivist Analysis
of U.S. Counterinsurgency Policy in the Philippines”, International Studies Quarterly, Vol 37,
No 3 (September)
Ehteshami, Anoushiravan.(2002) “The Foreign Policy of Iran”, Raymond Hinnebusch and
Anoushiravan Ehteshami (der), The Foreign Policies of Middle East States, Lynne Riennet
Publisher, ss. 284-285.
Eisenstadt, Michael and Khalaji, Mehdi. (2011) “Nuclear Fatwa Religion and Politics in Iran’s
Proliferation Strategy”, The Washinton Institute for Near East Policy, Policy Focus 115,
September.
Eisenstadt, Michael, “Iran’s Nuclear Decisionmaking”.
Etheshami, Anoushiravan. (1995)After Khomeini: The Iranian Second Republic, London:
Routledge.
Farhi, Farihed (2011) “Çağdaş İran’da Tartışmalı Siyaset Ortasında Ulusal Kimliğin Ustalıkla
İşlenmesi”, Türel Yılmaz ve Mehmet Şahin (der) Ortadoğu Siyasetinde İran içinde, Ankara.
Farhi. Farideh,(2010)“Atomic Energy Is Our Assured Right”: Nuclear Policy and the Shaping
of Iranian Public Opinion”, Nuclear Policy in Iran, Institute for National Strategic Studies
(INSS), Washington DC, United States
George,Jim. (1994)Discourse of Global Politics: A Critical (Re)Introduction to International
Relations, Lynne Rienner Publishers.
Gündoğan, Ünal. (2010)İran ve Ortadoğu, Ankara: Adres Yayınları.
70
Hansen Lene, (2012) “Discourse Analysis, post-structuralism, and foreign policy”, Steve Smith,
Amelia Hedfield and Tim Dunne, Foreign Policy: Theories, Actors, Casesiçinde, Oxford
University Press, ss. 94-106.
Hansen, Lane (2006) Security as Practice: Discourse Analysis and the Bosnian War, London:
Routledge.
Hepple, Leslie W., (1992) “Metaphor, Geopolitical Discourse and the Military in South
America”, Travor J Barnes and James S. Duncan (edit), Writing Worlds: Dicourse,
Text&Metaphor in the Represantation of Landscape içinde, London: Routledge.
Kaliber, Alper, “Türkiye’de Güvenlikleş tirilmiş Bir Alan Olarak Dış Politikayı Yeniden
Düşünmek: Kıbrıs Örneği”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 2, Sayı 7 (Güz 2005), s. 31-60.
Keyman, Fuat, (2000) Küreselleşme, Devlet, Kimlik/Farklılık: Uluslararası İlişkiler Kuramını
Yeniden Düşünmek, (çev.) Simten Coşar, İstanbul: Alfa Yayınları, 2000.
Khalaji, Mehdi, (2011) “Shiite Jurisprudence, Political Expediency, and Nuclear Weapons”,
Micheal Eisenstadt and Mehdi Khalji, “Nuclear Fatwa: Religion and Politics in Iran’s
Proleferation Strategy, Policy Focus 115, The Washington Institute of Near East Policy,
September 2011, ss. 13-16.
Kibaroğlu, Mustafa. (2006) “Good for the Shah, Banned for the Mullahs: The West and Iran's
Quest for Nuclear Power”, Middle East Journal, Vol. 60, No. 2 (Spring), ss. 207-232.
Kibaroğlu, Mustafa. (2013), “İran’ın Nükleer Programı ve Türkiye”, Bilge Strateji, Cilt 5, Sayı
9, Güz 2013.
Laricani, Muhammed Cevat Erdeşir (1990)Ulusal Stratejiye İlişkin Bazı Konular, Tahran:
Kitap Yayım ve Çeviri Merkezi.
Larsen, Henrik (1997)Foreign Policy and Discourse Analysis: France, Britain and Europe,
London: Routledge.
Lotfian, Saideh. (2011) “Nükleer Politika ve Uluslararası İlişkiler”, Homa Katouzian ve Hüseyin
Şahidi (der) 21. Yüzyılda İran, Çev. Pınar Güven, Ankara: Sitare Yayınları.
Maloney, Suzanne (2002), “Identity and Change in Iran’s Foreign Policy”, Shibley Telhami,
Michael N. Barnett (edit) Identity and Foreign Policy in the Middle East içinde, Cornel
University, ss. 88-117.
Moshirzadeh, Homeira. (2006) “Discursive Foundation of İran’s Nulear Policy”, Security
Dialogue, Vol 38, no 4, December 2007. ss. 521-543.
Ozkan, Mehmet (2011) “Turkey-Brazil Involvement in Iranian Nuclear Issue: What Is the Big
Deal?”,Strategic Analysis, 35: 1, 26 — 30
Ramazani R. K. (1998) “The Shifting Premise of Iran’s Foreign Policy: Towards a Democratic
Peace?” Middle East Journal, Vol. 52, No. 2 (Spring), ss. 177-187.
Ramazani, R. K. (1992) “Iran’s Foreign Policy: Both North and South”, Middle East Journal,
Vol. 46, No. 3 (Summer), ss. 393-412
Ramazani,R. K., (2011) “Iran’s Foreign Policy: Independence, Freedom and the Islamic
Refpublic”, Anoushiravan Ehteshami and Mahjoob Zweiri (edit) Iran’s Foreign Policy: From
Khatami to Ahmadinejadiçinde, Ithaca Press, 2011, ss. 1-17.
Ramazani,R.K. (2004)“Ideology and Pragmatism in Iran’s Foreign Policy”, The Middle East
Journal, Volume 58, Number 4, October, ss. 1-11 (11).
Rizvi, M. Mahtab Alam (2014), “Iran under Rouhani: From Confrontation to Reconciliation”,
Issue Brief, Instıtute and Defense Studies and Analysis, February 26, 2014.
Ruhani, Hassan. (2013) “Why Iran seeks constructive engagement”, Washington Post,
September 20.
Said, Edward, Şarkiyatçılık: Batı’nın Şark Anlayışları.
Sinkaya, Bayram. (2014), “Ahmedinecad’dan Ruhani’ye İran Dış Politikasında Değişim: İtidalli
Dış Politika”, Ortadoğu Analiz, Cilt 6, Sayı 61, Mart-Nisan 2014, ss. 30-31.
Sonboli, Nabi. (2013) “10 Way to Understand Iran’s Nuclear Decision-Making”, Al-Monitor,
March 31.
71
Şahin, Mehmet (2011), “İran Dış Politikasının Dini Retoriği”, Türel Yılmaz ve Mehmet Şahin
(der), Ortadoğu Siyasetinde İraniçinde.
Tabatabai, Ariane. (2012) “The Audience War: The Challenges of Iran's Nuclear Rhetoric”,
RUSI Analysis, 29 March.
Walt, Stephan M. (2012) “Using Religion to Restrain Iranian Nuclear Programme”, Foreign
Policy, February 24.
Waltz, Kenneth N. (2012) “Why Iran Should Get the Bomb”, Foreign Affairs, July/August.
Warnaar, Maaike. (),Iranian Foreign Policy During Ahmadinejad: Ideology and Actions,
Yeğin, Abdullah, (2014) “Devrimin 35. Yılında İran’ın Dış Politilası”, SETA Perspektif, Sayı
32, Şubat.
Yeşiltaş, Murat, (2011) “İran 2010: İç ve Dış Siyaset”, Kemal İnat ve Muhittin Ataman,
Ortadoğu Yıllığı 2010, İstanbul: Açılım Yayınları.
Yeşiltaş, Murat. (2010) “İran 2009”, Kemal İnat ve Muhittin Ataman, Ortadoğu Yıllığı 2009,
Küre Yayınları.
Yeşiltaş, Murat. (2012), “İran 2012”, Ortadoğu Yıllığı 2012.
72

Konular