D E V L E T L E YAZIŞMAK: TÜRKİYE V E İRAN SOSYAL TARİHÇİLİĞİNDE DİLEKÇELER

Özet
Eldeki çalışma erken Cumhuriyet ve erken Pehlevi dönemlerini kapsayan
1923-1941 yılları arasında halkın farklı kesimlerinden devlet mercilerine
gönderilen dilekçeleri konu almaktadır. Genel anlamda dilekçelerin sosyal
tarih yazımındaki yerine işaret edildikten sonra makalede Türkiye ve
İran'da dilekçe yazım kültürü ve her iki devletin dilekçeleri nasıl
kurumsal düzenlemelere tabi tuttuğu ele alınmaktadır. Bunun ardından
makale şekil ve üslup açısından iki ülke dilekçelerini karşılaştırmakta ve
ardından dilekçe örnekleri üzerinden bir değerlendirme yapmaktadır.
Anahtar kelimeler: dilekçe, madun, Türkiye, İran, sosyal tarih.
CORRESPONDING WITH T H E STATE: PETITIONS
IN T U R K I SH AND IRANIAN SOCIAL HISTORY
Abstract
This study deals with petitions sent from various segments of Turkish and
Iranian societies to respective official organs during the years between
1923 and 1941 which covers the early Republican period in Turkey and
early Pahlavi era in Iran. After discussing in general the importance of
petitions in social history the article investigates petitioning culture in
Turkey and Iran as well as the two states' attempts as institutionalizing
petition writing. Following this, it compares and contrast Turkish and
Iranian petition writing in terms of form and style and presents a
discussion of a set of petitions.
Keywords: petition, subaltern, Turkey, Iran, social history.
Giriş
Sosyal tarih gerek Türkiye gerekse İran tarih yazımında siyasi ve iktisadi
tarihe nispetle üzerinde daha az durulmuş bir alandır. Kuşkusuz bu durum için
birden çok neden öne sürülebilir. Öncelikle, her iki ülkede de daha geriye
gitmeksizin, 20. yüzyılın başlarından itibaren büyük çaplı siyasi ve buna bağlı
* Leiden Üniversitesi (Hollanda), Türkiye Çalışmaları Bölümü Doktora Öğrencisi,
afacanserhan@yahoo.com
2
iktisadi değişimler yaşanmıştır. Her iki ülkede de 1900'ların başlarında
meşrutiyetin ilan edilmesi ve sonrasında Birinci Dünya Savaşı'nın doğrudan
yahut dolaylı etkileri ve nihayetinde 1920'lerde bu ülkelerin siyasal yapılarında
meydana gelen dönüşüm tarihsel çalışmalardaki ilginin büyük kısmını üzerine
çekmiştir. Diğer yandan yine 20. Yüzyılın kalan kısmında gerek Türkiye'deki
darbeler ve siyasi çalkantılar gerekse İran'da yaşanan benzer gelişmelerin yanı
sıra özellikle İran Devrimi araştırmacıları sebep sonuç ilişkisi kurma arayışıyla
siyasi ve iktisadi tarihe yöneltmiştir. Ayrıca yaşanan siyasi değişimlerin neden
ya da sonuçlarını teşkil etmeleri açısından milliyetçilik, solculuk, İslamcılık vs.
gibi fikir akımları da özellikle son senelerde çokça araştırılan konular ola
gelmiştir. Ne var ki hem Türkiye'de hem de İran'da farklı ideolojilerin kökleri
ve takip ettikleri seyri konu alan çalışmaların kapsamı büyük ölçüde söz konusu
toplumların okuryazar şahsiyet ve gruplarıyla yani seçkinlerin tarihiyle sınırlı
kalmıştır.
Sosyal tarihin görece daha az ilgi görmesinin sıkça dillendirilen diğer bir
nedeni de kısaca kaynaksızlık diyebileceğimiz sorundur. Buna göre, siyasi,
iktisadi yahut zihniyet tarihlerinin aksine "sessiz yığınları" ele alan tarih
çalışmaları tanımı gereği yazılı bir kaynak bırakmayan bu kitleleri kendi
deneyimleri üzerinden incelemeyi neredeyse imkansız kılan kaynak kıtlığıyla
karşı karşıya kalır. Bazı araştırmacıların sosyal tarihteki bu kaynak sorununun
var olan siyasi belgelerin "mizacının aksine" okunmasıyla aşılabileceği
yolundaki öneriler de kuşkuyla karşılanmıştır. 1 Zira böyle yapılsa dahi tersten
de olsa hakim söylem bir şekilde kabul edilmiş ve yeniden üretilmiş olacaktır. 2
Son olarak da sosyal tarihin daha doğrusu içerisinde madunların özne olarak var
olduğu bir sosyal tarihçiliğin gelişmemesinde yapısalcı ve klasik Marksist
yaklaşımın da payı vardır. 1970'lerin sonlarına kadar sosyal tarihçiler arasında
bir hayli yaygın olan bu yaklaşım insanları tarihsel süreçlerde yer alan
öznelerden çok iktisadi yapıların nesneleri olarak görmüştür. 3
Eldeki makale, toplumun hemen her kesiminden insanların değişik neden
ve amaçlarla mahalli yahut merkezi otoritelere yazdıkları dilekçelerin önemli
1 Vinay Bahl, 'Situating and Rethinking Subaltern Studies for Writing Working Class History',
Arif Dirlik, Vinay Bal and Peter Gran ed., History after the Three Worlds, Rowman&Littlefield
Publishers, Lanham, 2000, s. 88.
2 Boğaç Ergene, 'Maduniyet Okulu, Post-Kolonyal Eleştiri ve Tarihte Bilgi-Özne Sorunu:
Osmanlı Tarihçiliği için Yeni Dersler mi?', Toplum ve Bilim, 1999-2000 (Kış), no. 83., s. 32-46.
Burada 34-35
3 Andreas Würgler, "Voices from among the "Silent Masses": Humble Petitions and Social
Conflicts in Early Modern Central Europe," International Review of Social History 46,
Supplement 9 Petitions in Social History (2001), Lex Heerma Van Voss, (haz.), 11-34, burada s.
11.
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
3
sosyal tarih kaynakları olduğunu öne sürmektedir. Bu amaçla, makalede
Türkiye'de erken Cumhuriyet İran'da ise erken Pehlevi dönemlerine ait bazı
dilekçeler karşılaştırmalı olarak ele alınacaktır. Dolayısıyla dönemsel olarak
makale Türkiye'de cumhuriyetin ilan edildiği 1923 yılı ila Rıza Şah'ın oğlu
lehine tahttan çekildiği 1941 yılı arasını kapsamaktadır. Dilekçeler siyasi,
iktisadi, edebi ve yerel tarih gibi konularda da önemli bilgiler içermelerine
rağmen bu makalede dilekçelerin sosyal tarih açısından sundukları kaynak
özeliklerine işaret edilecektir. Türkiye ve İran örnekleri gerek yapısal gerekse de
içerik açısından karşılaştırılarak benzerlikler ve farklılıklar vurgulanacaktır.
Konuya geçmeden önce birkaç teknik meseleye değinmek yararlı
olacaktır. Farsça isimler şayet Türkçede kullanılıyorsa Türkçe yazılışları esas
alınacaktır. Makalede kullanılan Farsça belgeler içerdikleri Farsçaya has
ifadelerden dolayı birebir tercüme edilmek yerine Türk okura anlamlı gelecek
şekilde aktarılacaktır. Türkiye örneğindeki dilekçeler konusunda Yiğit Akın'ın
iki makalesinden yararlanılacaktır. 4 İran örneğindeki dilekçeler yazarın İran'da
iki arşivden edindiği dilekçelerdir. Dipnotlarda kullanılan İİCMK İran İslam
Cumhuriyeti Merkezi Kütüphanesi'nin, İŞMKMBM de İslami Şura Meclisi
Kütüphane Müze ve Arşiv Merkezi'nin kısaltılmasıdır.
Dilekçeler ve Dilekçe Yazma Kültürü
Tarih boyunca o ya da bu şekilde toplumsal ve siyasi yapılar içerisinde
yaşaya gelen insanlar en erken dönemlerden itibaren istek ve şikayetlerini dile
getirmişlerdir. Bu tür dilekçelerin önemli bir bölümü sözlü olmakla beraber
yazılı dilekçe arzı da sıkça başvurulan bir iletişim yolu olmuştur. Kişilerin
kişilerden, kişilerin kurumlardan, kurumların kurumlardan ve nihayet
kurumların kişilerden belirli talep ve şikayetlerinin olması toplumsal yaşamın
kaçınılmaz sonuçlarındandır. Gerek Batı'da gerekse de Doğu'da dilekçe yazımı
kökleri çok eskiye dayanan bir uygulamadır. Dilekçe rikâ', ruk'a, mahzar,
kâğıt, şikâyet, arîza vs. gibi farklı dönemlerde değişik isimlendirmelere tabi
tutulan ya da aralarında nüanslar bulunan türleri ifade etmek üzere kullanılan
genel bir kavramdır. Bundan dolayı her türe ayrı ayrı kavram kullanmak yerine
biz bu makalede aynı anlamı kastetmek üzere dilekçe ve arzuhal sözcükleriyle
yetineceğiz. Muhammed Fuad Rehber-i Kitabet-i Osmaniye yahut Mükemmel
Münşeat isimli eserinde arzuhalle ilgili "bir hak veya memuriyet talebini yahut
dava ve şikayeti mutazammın (içerecek şekilde) olarak resmi bir makama
4 Yiğit Akın, "Fazilet Değil Vazife İstiyoruz: Erken Cumhuriyet Dönemi Sosyal Tarihçiliğinde
Dilekçeler", Toplum ve Bilim, 99, Kış 2003/2004, s. 98-128; "Reconsidering State, Party and
Society in Early Republican Turkey: Politics of Petitioning", International Journal of Middle
Eastern Studies, 39 (2007), 435-457.
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
4
takdim olunan varakadan ibarettir. Arzuhaller alelumum küçükten büyüğe
yazılmakla beraber büyük bir zattan küçük bir makama arzuhal verilmesi de
nadir değildir" diye yazar.5 Farsça "ariza" ise Sohen isimli hacimli lügatte
"kişinin şikayetini ihtiva eden mektup, kişinin önemli yahut kendisinden
mertebe olarak daha yüksek bir şahsiyete yazdığı mektup" diye tanımlanmıştır.
Her iki tanım da bir birine yakın olmasına rağmen arada bazı farklılıklar
da vardır. Muhammed Fuad'ın tanımı koyduğu memuriyet talebi kaydından
ötürü dilekçenin içeriği konusunda nispeten kısıtlayıcıdır. Sohen'in yaptığı
tanım ise dilekçe trafiğinin yalnızca aşağıdan yukarıya doğru işleyen bir süreç
olduğunu ima ettiği için muhatapları açısından dardır. Ne var ki iki tanım
birlikte düşünüldüğünde dilekçeden ne anlaşılması gerektiği konusunda yeterli
fikir elde edilmektedir. Biz burada dilekçeyi "bir iyiliğin temini yahut var olan
adaletsizliğin ortadan kaldırılması için mevcut bir otoriteye yöneltilen ricalar"
şeklinde tanımlıyoruz. 6 Buna göre mevcut otoritenin kişi yahut kurum olması
fark etmediği gibi ricanın da yukarıdan aşağı yahut aşağıdan yukarı olması
durumu değiştirmese de çoğunlukla dilekçeler aşağıdakilerin yukarıdakilere
ricalarını iletmek üzere kullanılmıştır. 7 Dilekçeler tarih boyunca kadim
Mısır'daki inşaat işçilerinden, 17. yüzyıl İngilteresi'ndeki Katolik karşıtı
kadınlara, yine 17. yüzyılda eşkıyalıktan şikayetçi olan İtalyan köylülerinden
19. yüzyıl Brezilyası'nda sahiplerine karşı haklarını arayan kölelere kadar çok
farklı coğrafya ve dönemlerde kendi kendilerine amaçlarına ulaşması mümkün
olmayan birey ve kitlelerin yardım almak amacıyla üst makamlardan istekte
bulundukları araçlar olarak kullanılmıştır. Aynı şekilde gerek Osmanlı
İmparatorluğu'nda gerekse de İran'da dilekçe yazımı halkın sıkça başvurduğu
yerleşik bir kültürdü. Toplumun madun kesimleri içinde bulundukları şartların
ayrımında olarak iktidar sahipleriyle doğrudan çatışmaya girmek yerine üst
makamlara zulme karşı halkı korumalarının gerekliliğini hatırlatan dilekçeler
yazmayı kendi çıkarları açısından daha isabetli bulmuşlardır.
Tarih boyunca en otoriter rejim ve kişiler dahi genelde halka dilekçe
yazma kapısını açık tutmuştur. Mevcut otoritelerin bu eğiliminin birden çok
nedeni vardır. Her şeyden önce, konumları itibariyle en azından teoride zalime
5 Muhammad Fuad, Rehber-i Kitabet-i Osmaniye yahut Mükemmel Münşeat, Keteun Bederasyan
Matbaası, Istanbul, 1328 (1910/1911), s. 451.
6 Lex Heerma Van Voss, "Introduction", International Review of Social History 46, Supplement 9
Petitions in Social History (2001, 1-10, burada s. 1.
7 Nitekim Andreas Wügler Kutsal Roma İmparatoru 2. Rudolfun 1601 yılında Osmanlı
İmparatorluğuna karşı girişilecek bir sefer için Frankfurt şehir idaresinden yetenekli tüfekçiler
talebinde bulunduğu dilekçeyi zikrederek yukarıdan aşağıya yöneltilen dilekçelere güzel bir örnek
vermektedir. Bkzn: Andreas Würgler, "Voices" s. 16.
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
5
karşı mazlumun yanında olmak durumunda bulunan otoriteler dilekçeleri
dikkate alarak bir nebze de olsa halka adalet mekanizmasının işlediğini
hissettirmeyi amaçlamış olmalıdırlar. Osmanlı ve İran özelinde bu mekanizma
adalet dairesinin olmazsa olmaz bir parçasını oluşturmaktaydı. Nitekim Halil
İnalcık'a göre Ortadoğu devlet ve hükümet sisteminin dayandığı adalet prensibi
halkın şikayetlerini doğrudan hükümdara sunabilmesi ve onun emriyle
haksızlıkların giderilmesini de kapsar.8 İkinci olarak, dilekçelerin muhatabı
olmanın bizatihi kendisi iktidar sahipleri için kayda değer bir meşruiyet zemini
olarak görülmüştür. Zira halkın bir otoriteyi şikayet yahut isteklerini iletmek
üzere muhatap alması zımnen o otoritenin meşruiyetini kabul etmek ve onun
karar verici konumda olduğunu teslim etmek anlamını taşıyordu. Nitekim
aşağıda Türkiye ve İran özelinde görüleceği üzere gerek erken Cumhuriyet
gerekse erken Pehlevi dönem seçkinleri bu meşruiyet aracını kullanmakta gayet
heveskar davranmışlardır. Son olarak ise dilekçe yazma kanalının açık tutulması
bir yönüyle de emniyet sibobu işlevi görmüş ve bu dilekçeler sayesinde halk
kanundışı yollara tevessül etmeden dertlerini dile getirme imkanı bulduğu gibi
iktidar seçkinleri de bu yolla halkın kanaat ve şikayetlerinin en azından bir
kısmından haberdar olmuştur.
Türkiye ve İran'da dilekçe kültürünün ve buna bağlı kurumsal
düzenlemelerin nasıl geliştiğine geçmeden önce tarihi kaynak olarak
dilekçelerde görülen bazı sorunlara işaret etmek yerinde olacaktır. Biz bu
sorunları yapısal ve içeriğe dair olmak üzere ikiye ayıracağız. Yapısal sorunlar
içerisinde üç tanesi göze çarpmaktadır. İlk olarak, herhangi bir araştırmacı
nihayetinde belirli sayıda ve muhtemelen birkaç bölgeden dilekçeye ulaşmış
olacağı için eldeki malzemeden çalıştığı dönemin geneline dair çıkarsama
yapmak pek isabetli sonuçlar doğurmayacaktır. İkincisi, bu satırların yazarının
İran örneğinden incelediği dilekçelerde geçen bazı şikayetlere bakılırsa
dilekçeleri ilgili bakanlık yahut mercilere iletmekle görevli olan ara birimler
(İran'da dilekçe komisyonu) gelen her dilekçeyi doğrudan iletmemekte ve seçici
davranmaktaydı. Şayet bunlar önemsiz görülüp atılmamışsa yine de bize
ulaşmışlardır. Son olarak ise resmi belgeleri kuşkuyla karşılayan ve bunlardan
çıkacak madun anlatısına mesafeli yaklaşan araştırmacılar aynı hassasiyeti
dilekçeler gibi madunların durumunu o ya da bu şekilde daha yakından ifade
eden kaynaklarda da sergilemeli ve diğer kaynakların yardımıyla eleştirel
8 Halil İnalcık, "Şikayet Hakkı: Arz-i Hal ve Arz-i Mahzarlar", Osmanlı Araştırmaları, 7-8
(1988), 33-54, burada s. 33. İnalcık makalenin devamında Osmanlı devletinde Sultan'a yakın
kişiler aleyhinde bile şikayetlerin söz konusu olduğu ve bu yakınlık derecesine bakılmaksızın
şikayetin gereğinin yapıldığından bahisle bu noktanın Max Weber'in Osmanlı rejimini nitelediği
'Sultanizm' yahut diğer bir ifadeyle 'keyfi patrimonial sistem" iddialarını çürüttüğünü öne
sürmektedir. s. 38
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
6
şekilde ele alınmalıdır. Nitekim dilekçelerde anlatılan hikayelerin samimi mi
yoksa güvenilmez mi olduğunu anlamak neredeyse imkansızdır. 9
İçeriğe dair sorunlar büyük ölçüde dilekçelerde toplumun madun
kesimlerinin otonom birer özne olarak var olup olmadığına yahut diğer bir
ifadeyle dilekçelerin 'benlik-belgesi' (ego-document) olarak görülüp
görülmeyeceğiyle ilgilidir. 1 0 Esasen Andreas Würgler'e göre özgün olup
olmamalarından bağımsız olarak yani orijinal haliyle elimize ulaşmış olsalar
bile dilekçeler iki nedenden ötürü 'benlik-belgesi' olarak görülemezler. İlk
olarak bu dilekçeler bir amaca ulaşmak için kaleme alınmış ve bunun için de bir
takım resmi kuralları takip ederek düzenlenmişlerdir. İkinci olarak ise
dilekçelerin içeriği çoğunlukla bir katip tarafından şifahi düzeyden yazılı ve
resmi düzeye aktarılmıştır. Birinci madde dilekçelerin hemen hepsinde görülen
ve dilekçelerin fonksiyonunu daha da karmaşık hale getiren bir olgudur.
Aşağıda İran örneğinde görüleceği üzere profesyonel katiplerce değil de düşük
düzeyde okur yazar madunlarca kaleme alınan dilekçelerde de bu sorun baş
göstermektedir. Şöyle ki, madun kişi ve gruplar yerel ve merkezi otoritelerle
doğrudan bir çatışma içerisine girmekten özenle kaçınmış ve mevcut sistemi
mümkün olduğunca kendileri için "asgari dezavantajlı" düzeye çekme
gayretinde olmuşlardır. Bu nedenle dilekçelerde kullanılan dil arzu edilen
hedefe ulaşmayı sağlayacak şekilde yoğun biçimde riayetkar ve var olan yapıyı
rahatsız etmeyecek bir dil olmuştur. Kaldı ki yazılma mantıklarının yanı sıra
resmi kurallar itibariyle de dilekçelerin üzerinde dilekçe sahibinin şahsını belirli
derecede tanımlayan bilgiler bulunmaktaydı, yani dilekçelerde kullanılacak
uygunsuz bir dilin cezasız kalması muhtemel değildi. Çok uç durumlarda tabir
yerindeyse ancak bıçak kemiğe dayandığında madunlar üsluplarını sertleştirmiş
değilse normal şartlarda gereksinim duydukları şeyi temin edecek dili özenle
seçmişlerdir. Bu kuşkusuz anlaşılmayacak bir durum değildir ve zaten güçleri
sınırlı olan madunların böyle davranmasında şaşılacak bir nokta da yoktur.
Fakat dikkat edilmesi gereken nokta bu 'riayetkar' üslubun dolaylı olarak ortaya
çıkardığı sonuçtur. İnsanlar resmi dili kullanıp kurulu düzenle etkileşim
içerisine girdikleri noktada onların bu "aşağıdan" katılımı mevcut düzenin
tahkim edilmesine katkıda bulunmuş olur. Hatta resmi kategori ve dağarcığı
mevcut rejime direnmek amacıyla kullandıklarında bile sonuç itibariyle resmi
Y. Akın, "Reconsidering", s. 443
10'Benlik-belgesi' (ego document), kısaca kendisini üreten kişi hakkında izahat yahut başka yerde
bulunmayacak bilgiler içeren belge ya da kaynak diye tanımlanmıştır. Bknz: Mary
Fulbrook&Ulinka Rublack, "In Relations: The 'Social Self and Ego-Documents", German
History, s. 28, n. 3, s. 263-272.
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
7
dili somut düzeyde kabullenmiş olurlar.11 Diğer bir deyişle aslında madunların
sahip olduğu dünya görüşü ve kullandığı dil kendine ait olmayıp düşmanının ya
da çıkarlarını tehdit edenlerden aldığı için 'negatif bir bilinçtir. 1 2
Würgler'in dikkat çektiği ikinci madde yani dilekçelerin bizzat arzuhalci
yahut şikayetçi tarafından değil de bir katip tarafından kaleme alınmış olması da
önemli bir konudur. Özellikle de Osmanlı arşivlerinde dilekçeler orijinal
halinde değil onlardan alınmış kısa notlar yahut özetler şeklinde bulunmaktadır.
Çoğunlukla madunların şikayetlerinin katipler tarafından kağıda dökülmesiyle
meydana gelen dilekçelerin mevzubahis madunların sesi olduğunu iddia etmek
ne dereceye kadar mümkündür? Bu şekilde kaleme alınan ya da aslı tümden
kaybolup yalnızca hakkında kısa notlar alınmış dilekçeler her şeye rağmen
elbette insanların yaşamlarına ve istek ve şikayetlerine dair fikir verir. Ne var ki
elimizde bu şikayetlerin aslı değil süzgeçten geçmiş hali bulunmaktadır.
Türkiye/Osmanlı İmparatorluğu ve İran'da Dilekçe Yazma Kültürü
Gerek Türkiye/Osmanlı gerekse de İran tarih yazımında dilekçelerin
yeterli ilgiliyi görmediğine yukarıda işaret etmiştik. Bunun bir sonucu olarak
dilekçe kültürü ve bu kültürün kurumsallaşması örneğin Avrupa tarihçiliğinde
olduğunun aksine yeterince üzerinde durulmamış konulardır. 1 3 Osmanlı dönemi
dilekçe yazımı konusunda Halil İnalcık'ın ve Mehmet İpşirli'nin birer makalesi
bulunmaktadır. 1 4 Ayrıca Michael Ursinus on sekizinci yüzyıl Rumeli'sine ait bir
şikayet defterini ele alan çalışmasında arzuhallerin Osmanlı hukuki yapısındaki
1 1 Francine Hirsch, Empire of Nations: Ethnographic Knowledge and the Making of the Soviet
Union, Cornell University Press, Ithaca, 2005, s. 15
1 2 Ranajit Guha bu 'negatif bilinçliliği' şöyle anlatır: 'isyancı düşmanın alametlerini (insignia)
kendine mal ederek kendi maduniyetinin emarelerini ortadan kaldırmayı umar. Dolayısıyla (ve)
kaçınılmaz olarak isyan sürecinde köylü negatif olarak inşa edilmiş bir tasarıma dahil olur...
Şüphesiz ki bu tasarım bir iktidar perspektifi sunmaktadır ama bu tasarımın öğeleri tam da
kendisine karşı isyan edilen otorite yapısından alınmıştır. Dolayısıyla isyancı 'ödünç alınmış' bir
dille konuşur - başka dil bilmediği için düşmanının dilini kullanır'. Aktaran: Boğaç A. Ergene,
'Maduniyet Okulu", s. 34.
1 3 Avrupa tarihçiliği gerek üzerin yapılan çalışmalar gerekse de dilekçelerin kullanılmasıyla ele
alınmış eserler konusunda hayli zengin bir literatüre sahiptir. Burada İngilizce kaleme alınmış
birkaç kitap ve makale örneği vermekle yetineceğiz: Natalie Zemon Davis, Fictions in the
Archives: Pardon Tales and their Tellers in Sixteenth Century France, CA, Stanford, 1987;
Charles Tilly, Popular Contention in Great Britain 1758-1834, MA, Cambridge 1995;Lex
Heerma van Voss, "Petitions in Social History", International Review of Social History, cilt 46,
supplement 9; David Zaret, "Petitions and the "Invention" of Public Opinion in the English
Revolution", American Journal of Sociology 101, 6 (1996): 1497-1555
1 4 Halil İnalcık, "Şikayet Hakkı";Mehmet İpşirli, "Arzuhal", Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, 3 (1991); 447-448.
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
8
yerine kısaca işaret etmiştir. 1 5 Bunlara ilaveten M . Erdem Kabadayı da doktora
çalışmasında Osmanlı dilekçe kültürünü ve dilekçelerin Osmanlı sosyal
tarihçiliği açısından önemini tartışmıştır. 1 6 Cumhuriyet Türkiye'sinde dilekçe
yazımına dair Yiğit Akın'ın bahsi geçen iki makalesi dışında bir kaynağa
ulaşmak mümkün olmamıştır.
Kacar İranı'nda dilekçe yazımı konusunda kaleme alınmış en ayrıntılı
çalışma Irene Schneider'in on dokuzuncu yüzyılın sonlarına ait dilekçeleri ve bu
dilekçeler ışığında dönemin tarihini incelediği kitabıdır. 1 7 Schneider
çalışmasında 1882 yılında kurulan Mağduriyetleri İnceleme Meclisine'ne 1883
ila 1886 yılları arasında ulaşan dilekçeleri incelemektedir. Schneider'in de işaret
ettiği üzere esasen bu dilekçelerin bir kısmı daha önce Feridun Ademiyet ve
Huma Natık'ın ortak bir çalışmasında ele alınmışsa da burada dilekçelerin
içeriğine dair kısa bilgiler verilmesiyle yetinilmiştir. 1 8 Aynı dönemi konu alan
diğer bir çalışmaysa Mansoureh Ettehadieh Nezam-Mafi'nin bahsi geçen
Mağduriyetleri İnceleme Meclisini ele alan makalesidir.19 Pehlevi dönemine ait
dilekçeler üzerineyse elimizde birkaç makaleden fazlası bulunmamaktadır. A l i
Tatari tarihi belge olarak dilekçeleri incelediği kısa makalesinde bu dilekçelerin
geleneksel belgelerin hangi gruplarında değerlendirilebileceği ve bunlara ne tür
belgeler olarak yaklaşılabileceği konusunu ele almaktadır. 2 0 Tatari'nin makalesi
özellikle İran Meclis Kütüphanesi'nde mevcut dilekçelere dair verdiği ayrıntılı
bilgiler açısından hayli kayda değerdir. Siavash Shohani ise dilekçelerin spesifik
1 5 Michael Ursinus, Grievance Administration (Şikayet) in an Ottoman Province: The Kaymakam
ofRumelia's 'Record of Complaints' of1781-1783, New York, RoutledgeCurzon, 2004.
1 6 M. Erdem Kabadayı, Working for the State in a Factory in Istanbul: The Role of Factory
Workers' Ethno-Religious and Gender Characteristics in State-Subject Interaction in the Late
Ottoman Empire, Münih Üniversitesi, Munich 2008, s. 65-101, (Yayınlanmamış doktora tezi).
Kabadayı burada genel anlamda dilekçelerden bahsettikten sonra bir devlet fabrikası olan Feshane
işçileri tarafından fabrika idaresine yazılan dilekçeleri kullanarak işçilere ve çalışma koşullarına
dair önemli bilgiler vermekte bu yönüyle de dilekçelerin sosyal tarihçilikte nasıl
kullanılabileceğinin güzel bir örneğini sunmaktadır. Kabadayı'ya yayınlanmamış doktora tezini
istifademe sunduğu için müteşekkirim.
1 7 Irene Schneider, The Petitioning System in Iran: State, Society and Power Relations in the Late
19th Century, Harrassowitz Verlag, Wiesbaden, 2006.
1 8 Feridun Ademiyet ve Homa Natek, Efkar-e İctimai ve Siyasi ve İktisadi der Asar-e Monteşir
neşodeh-e Doran-e Kacar, Nima Verlag, Essen, (t.y)
1 9 Mansoureh Ettehadieh Nezam-Mafi, "The Council for tthe Investigation of Grievances: A Case
Study of Nineteenth Century Iranian Social History", International Societyfor Iranian Studies, c.
22, n. 1 (1989), s. 51-61.
2 0 Ali Tatari, "Berresi-ye Caygah-e Arizeh der Pejuheşha-ye Esnadi, Faslnameh-e Payam-e
Baharestan", n. 4 (1388/2009), dönem 2, 465-476. İran Meclis Kütüphanesinde araştırma
yaptığım dönemde müdürü bulunduğu dilekçe kısmından yararlanmam konusunda benden
yardımlarını esirgemeyen Ali Tatari'ye şükranlarımı sunmak isterim.
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
9
bir bölümü olan "iane" (yardım talebi) için yazılmış dilekçeleri konu alan
makalesinde dilekçe yazımının teknik ve sosyal boyutuna dair aydınlatıcı
bilgiler vermektedir.21 Shohani'nin değindiği çok önemli diğer bir konu da
meclisin dilekçelere nasıl karşılık verdiği yani dilekçe trafiğinin nasıl iki taraflı
işleyen bir süreç olduğu hususudur.
Gerek Osmanlı İmparatorluğunda gerekse de İran'da on dokuzuncu
yüzyılda dilekçelere dair bir takım kurumsal düzenlemelere gidilmiştir.
Hükümdarın halk içerisine karıştığı ve dilekçeleri dinlediği rik'a adı verilen
uygulamadan başka dilekçe akışını daha resmi hale getiren düzenlemeler
yapılmıştır. Osmanlı Devletinde dilek ve şikayetler Mühimme Defterleri'ne
kaydolunurdu. On yedinci yüzyıldan itibaren bu defterler Ecnebi defterleri,
Şikayat defterleri, Name Defterleri, Ahkam Defterleri ve Nişan Defterleri olarak
ayrıştırılmıştır. 2 2 Bu yeni düzenlemeden bir yüzyıl sonra da amacı şikayetleri
merkezi bürokrasiye dahil olmadan vilayet bazında ele almak olan Vilayet
Ahkam Defterleri oluşturulmaya başlanmıştı. 18. Yüzyılın sonlarından İkinci
Meşrutiyete kadarki dönemde ise Cuma Selamlığı halkın talep ve şikayetlerini
Sultan'a doğrudan iletme imkanı bulduğu vesilelerdi. Bu türden sunulan
dilekçelere rika ve bunlar hakkında tutulan özet ve bunlara verilen cevapları
içeren kayıtlara da Maruzat-ı Rikabiye denilirdi. Doğal olarak zamanla artan
dilekçe trafiğini düzenlemek cevaplamak ve takip etmek üzere Maruzat-ı
Rikabiye İdaresi adı altında ayrı bir kurum kurulmuştu. 2 3 İkinci Meşrutiyetle
birlikte tekrar yürürlüğe konulan Kanun-i Esasi'nin "Osmanlı Tebaasının
Umumi Hakları" başlıklı bölümünde kişilerin yahut grupların kendilerine yahut
genel duruma dair arzuhal verme hakkı olduğu gibi Meclis'e dahi dilekçe verme
ve memurların eylemlerinden şikayetçi olma hakkına sahip bulundukları
belirtiliyordu.
İran'da hükümdara dilekçe sunmak İslam öncesine dayanan bir gelenekti
ve adaleti tesisin bir parçası olarak görülürdü. Şah'ın tebaası herhangi bir
konudan müşteki olduklarında Şah'tan denge ve adaleti sağlamakla yükümlü bir
İslam hükümdarı gibi hareket etmesini beklerlerdi.24 Anlaşıldığı kadarıyla
2 1 Siavash Shohani "Gozari ber Arayez-e Eanat", Payeme Baharestan, numara 3 (1388/2009),
s.315-329.
2
3 H. İnalcık, "Şikayet Hakkı" s. 36.
2 3 Y. Akın, "Fazilet Değil", s.
2 4 Venessa Martin, The Qajar Pac: Bargaining, Protest and the State in Nineteenth Century
Persia, I. B Tauris, London 2005., s. 12. Martin'in İslam'a yaptığı vurgu isabetli olmakla beraber
esasen hükümdarın adaletle muamele etme gerekliliğinin İslam öncesi dönemlerden itibaren
hükümdara nasihat olmak üzere kaleme alınan eserlerde vurgulandığını gözden ırak tutmamak
gerekir. Belki de Nizamül Mük'ün meşhur Siyasetname'sindeki 'saltanat dinsiz devam edebilir
fakat adaletsiz etmez' yolundaki ihtarını ait olduğu İran'daki İslam öncesi adalet anlayışına ve bu
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
10
dilekçe yazımı konusunda en canlı adımlar Nasıruddin Şah (s.1848-1896)
zamanında atılmıştır. Elbette bunda Şah'ın kişiliği kadar saltanat döneminin
İran'da anayasacılık, meşrutiyet, parlamento vs. gibi konularda etraflı
tartışmalara sahne oluşunun da etkisi vardı. 1860 tarihli bir kararname
Nasiruddin Şah'ın Pazar günlerini şikayetçi ve arzuhalcileri dinlemeye
ayırdığını bildiriyor ve söz konusu günde talep ve şikayetlerin gereğinin yerine
getirilmesi konusunda varlığı gerekli olanlar hariç hiçbir bakanın Şah'la
görüşemeyeceği bugünün yalnızca tebaaya ayrıldığı ilan ediliyordu. 2 5 1864
yılında Şah'ın bir kararnamesi büyük şehirlerin merkezine Adalet Sandıkları
(Sandukaha-yi Adalet) konulacağı ve halkın serbestçe dilekçelerini bu
sandıklara bırakabileceği belirtiliyordu. Şah'ın yahut itimat ettiği kişilerin
huzurunda mühürlenmiş bu sandık aynı itinayla açılacaktı. 2 6 Ne var ki
anlaşıldığı kadarıyla özellikle eyaletlerde bu uygulama mahalli idarecilerin
kaygılarına takılmış ve halkın sandıklara rahatça dilekçe bırakması engellendiği
gibi arzuhalcilerin falakaya yatırıldığı bile olmuştur. 2 7 1874 yılında resmi gazete
Şah'ın tebaasına adalet temin etmeyi uhdesinde bir vazife addettiğini bundan
dolayı da Adalet Sandık'ı uygulamasını yeniden başlattığını ilan eden yeni bir
kararname yayınlamıştır. Bu yeni uygulamaya göre Şah'ın Tahran'daki
saraylarından birinin önüne sandık konulacak ve halkın içine serbestçe
dilekçelerini bıraktığı bu sandık Cuma ve Pazartesi günleri Şah'ın mutemet bir
adamı tarafından boşaltılıp içindekiler okunmaksızın çuvala konularak
mühürlenecek ve Şah'ın huzurunda mühür açılacaktı. Muhtemelen on yıl önceki
denemede yaşanan keyfiliğin önüne geçmek için bu defa sandıklar yalnızca
Tahran'da ve Şah'ın sarayının önüne konulmuş ayrıca onlara nezaret etmekle
sorumlu olan muhafızların şayet halkın dilekçe atmasına engel olurlar yahut
onlardan rüşvet talep ederlerse ölüm cezasına çarptırılacağı da açıkça
belirtilmişti. 2 8 Diğer yandan sandıklara yalan yanlış dilekçe ve şikayet
bırakanlar da ölüm cezasından nasibini alacaktı. Anlaşılan mahalli idarecilerden
gelen şikayetler ve ulaşan dilekçelerin en azından bir kısmının amaca uygun
görülmemesinden ötürü temelsiz iddialar içeren yahut para vs. gibi yardım
isteğinde bulunan dilekçelerin sahiplerinin de cezalandırılacağı bildirilmişti. 2 9
anlayıştaki devamlılığa işaret olarak okuyabilir. Nader Sohrabi bu adalet anlayışını İslam öncesi
dönemden İslam literatürüne uzanacak şekilde kısa fakat ehil şekilde ele almıştır. Nader Sohrabi,
Constitutionalism, Revolution and State: The Young Turk Revolution of1908 and the Iranian
Constitutional Revolution of1908 with Comparisons to the Russian Revolution of1905, Chicago
Üniversitesi, Chicago, 1996, s. 98-110, (Yayınlanmamış doktora tezi).
2 5 N. Sohrabi, Constitutionalism, s. 120.
2 6 I. Schneider, The Petitioning System, s. 35.
2 7 I. Schneider, The Petitioning System, s. 35.
2 8 N. Sohrabi, Constitutionalism, s. 121.
2 9 I. Schneider, The Petitioning System, s. 36.
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
11
Bu sandık denemelerini takiben nihayet 1882 yılında Mağduriyetleri Araştırma
Meclisi (Meclis-i Tahkik-i Mezalim) adı altında bir yapı oluşturulmuştur. 3 0
Dilekçeler küçük kasabalardan yahut köylerden eyalet merkezlerine oradan da
Tahran'a gönderilir burada özetleri çıkarılarak Şah'a takdim edilir o da özetleri
okur ve kenarlarına not ve emirlerini yazardı. Maalesef bu dilekçelerden elde
çok sayıda bulunmasına rağmen hepsi orijinal dilekçelerin özetidir ve bu
yukarıda da zikrettiğimiz üzere bu kurul üzerine yapılan çalışmalar söz konusu
özetlere istinat eder.
Eldeki çalışmasının amacı açısından dilekçe yazımı konusunda en önemli
dönüm noktası İran'da 1906 yılında Anayasanın ilan edilmesi ve İlk Meclis'in
göreve başlaması olmuştur. Bu tarihten itibaren dilekçe trafiği hem öncesiyle
kıyaslanmayacak derecede yoğunlaşmış hem de araştırmacılara birinci elden
dilekçelerin orijinalini okuma imkanı hasıl olmuştur. Esasen Meclis'e bu kadar
sayıda dilekçenin gelmesi ilk anda düşünüldüğü kadar doğal bir durum değildir.
Nihayetinde Meclis bir yürütme değil yasama organıydı ve halihazırda
dilekçelerin doğrudan muhatabı olabilecek bakanlıklar mevcuttu. Dolayısıyla
neden halkın açılışının hemen ardından tabir yerindeyse meclisi dilekçe
bombardımanına tuttuğunun ve bunun kültürel ve zihni arka planının kısaca
üzerinde durmak gerekir. Kaldı ki bu durumun garabeti yalnızca bugünden
geriye bakınca anlaşılmakla kalmamış mevzubahis meclisteki bazı vekiller halkı
meclisin kıymetli vaktini bu tür şeylerle israf etmemeleri ve dilekçelerini ilgili
bakanlıklara göndermeleri konusunda bilgilendirme gereği duymuştu. 3 1
Kuşkusuz Osmanlı'da olduğu gibi İran'da da meşrutiyetin ve meclisin ne
anlama geldiğini bilen okuryazar bir kitle mevcuttu. Avrupa'daki gelişmelerden
de haberdar olan bu kitlenin halkla ne kadar yakından irtibatı olduğu sorusunun
bir yana bıraksak bile halkın öncelikleriyle onlarınki arasında belirleyici farklar
olduğunu söylemek çok yanlış olmaz. Örneğin İran Anayasal Devriminin
(1905-1911) başlarında meşrutiyetçilerin büyük kesiminin talebi bir
Adalethane' tesisinden ibaretti.32 Sonuçta kurulan Meclis'i de bir adalethane
olarak görüp adalet taleplerini oraya iletmelerinde esasen anlaşılmayacak bir şey
yoktur.
Dolayısıyla halkın dilekçelerini doğrudan Meclis'e göndermesini halkın
Meclis'in yasama organı oluşunu idrak edemeyişine bağlamak biraz aceleci bir
Mansoureh Ettehadieh Nezam-Mafi, "The Council", s. 52.
3 1 I. Schneider, The Petitioning, s. 32.
3 2 Nader Sohrabi, "Revolution and State Culture: The Circle of Justice and Constitutionalism in
1323/1906 Iran", State Culture and State-Formation After the Cultural Turn, George Steinmetz
(haz.), Cornell University Press, Ithaca, 1999., s. 258.
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
12
tespit olacaktır. 3 3 Meclis açılmazdan önceki beklentileri bir yana bıraksak bile
unutmamak gerekir ki özellikle İlk Meclis (1906-1908) Kacar şehzadeleri, ayan,
ulema, büyük toprak sahipleri, tüccar ve esnaf olmak üzere altı sınıf vekilden
oluşmaktaydı. Yani bir anlamda halkın o ya da bu şekilde Meclis'te kendilerini
temsil eden ve dertleriyle ilgilenecek birilerinin olduğunu düşünmek için
yeterince nedeni vardı. Dolayısıyla da kişisel ilişkilerin geçerli olabileceği bir
süreç sonu belli olmayan pek de tanıdık gelmeyen bürokratik süreçten daha
makbul görülmüş olmalıdır. Artarak süren dilekçe sayısı karşısında Meclis ve
meclisin resmi yayın organının halkı dilekçelerini ilgili bakanlıklara iletme
konusundaki teşvik girişimlerinin de pek bir netice doğurmadığı
anlaşılmaktadır. Söz konusu ilanın ne kadar kişi tarafından duyulmuş ya da
okunmuş olabileceği bir yana halk aslında bu konuda "tecahül" yapmakta yani
duymazlıktan gelmektedir. Tecahül yahut "mış gibi" yapmak madun birey ve
kitlelerin kendilerinden daha güçlü olduğunu bildikleri yapılar karşısında sıkça
başvurduğu silahlardandır. 3 4 Halk ile ilgili birimler arasında bir nevi sekreterya
haline gelen Meclis 3 5 durumu kabullenmiş ve bir müddet sonra dilekçeleri
gerekli yerlere yönlendirmek ve arzuhalcileri süreçle ilgili bilgilendirmek üzere
Dilekçe Komisyonu (Komisyon-ı Arayiz) kurulmuştur. Buradan itibaren Türkiye
ile İran'da dilekçe yazımını karşılaştıracağımız bölümlerde İran örneğinde
kullanılan dilekçeler işte bu komisyona gelen dilekçelerdir.
Erken Cumhuriyet ve Erken Pehlevi Dönemlerinde Dilekçeler
Gerek Erken Cumhuriyet Türkiye'sinde Cumhuriyet Halk Fırkasına
(CHF sonradan CHP) gerekse de erken Pehlevi İranı'nda Meclis'e gelen
dilekçeler iş talebinden, maddi yardım ricasına, fabrika müdürü yahut mahalli
idareciler hakkında şikayetlerden gündemdeki belirli konularda merkezin
kararını etkileme çabasına kadar farklı içeriklere sahiptir. Erken Cumhuriyet
yıllarına ait dilekçelerin karakteristik özellikleri olarak sunduğu maddeler büyük
ölçüde aynı dönem İran dilekçeleri için de geçerlidir. Münşeat kaynaklarında
dilekçelerin genel hatlarıyla şu dört bölümden oluşması gerektiği belirtilir:
kişinin kendisini takdim ettiği giriş bölümü (tarif-i nefs), meramın ifade edildiği
ve bahsi geçen mevzuda hak sahibi olunduğunu belirten bölüm (teybin-i
istihkak), talep yahut şikayetin net ve açık yazıldığı bölüm (netice-i matlab) ve
muhatabın makam ve mevkiine uygun bir üslupla dilekçenin bitirildiği bölüm
3 3 S. Shohani, "Gozari", s. 323.
3 4 C. James Scott, Weapons of the Weak: Everyday Forms of Peasant Resistance, Yale University
Press, New Haven, 1985. s. xvi. Devlet karşısında çıkarlarını koruma ve devleti 'idare etme'
stratejilerine dair Necmi Erdoğan'ın yazısı fevkalade ufuk açıcıdır. Necmi Erdoğan, "Devleti
'İdare Etmek': Maduniyet ve Düzenbazlık", Toplum ve Bilim, 83 (2000), s. 8-31.
3 5 S. Shohani, "Gozari", s. 316.
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
13
(hatime).36 Hem Türkiye hem de İran'da dilekçelerin şekli açıdan bu yapıya
uygun yazıldığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Ne var ki yine yapısal açıdan Türkiye ile İran arasında önemli farklar da
vardır. Türkiye'nin aksine İran örneğinde kolektif dilekçelere sıklıkla rastlamak
mümkündür. 3 7 Örneğin bir fabrikanın işçilerinin topluca şikayette bulunduğu ve
dilekçede "biz üç yüz" işçi vs. gibi ifadelerin kullanıldığı dilekçeler İran
örneğinde çokça görülebilir. Hatta bazı örneklerde kolektif dilekçenin sahipleri
dilekçe üzerine teker teker mühürlerini basmış böylece zaman zaman dilekçenin
yekûnunu aşan bir mühür kısmı oluşmuştur. Diğer bir yapısal farklılık da
Türkiye örneğinde dilekçelerin bazısı el yazısıyla kaleme alınıp bazısı
arzuhalcilere daktilo yazdırılmışken İran örneğinde bu satırların yazarının
incelediği dilekçelerin hemen hemen tamamı şikeste hattıyla yazılmıştır. İki
örnek arasında belki de en çarpıcı farklılık İran örneğinde özellikle yardım
taleplerinin sonuna iliştirilen istişhatname Terdir. Meclis'e ulaşan dilekçelerin
ve bu yoğunlukta bunların içerisinde cevap verilmeyenlerin sayısının artması
arzuhalcileri istekleri ve içinde bulundukları ihtiyaç durumu konusunda
yetkilileri ikna etmek için farklı yollara tevessül etmeye itmiştir. İşte dilekçenin
sonuna örneğin bir şehrin önde gelen alimi yahut tüccarı tarafından yazılan ve
arzuhalcinin ihtiyaç içeriside bulunduğunu teyit eden belgeye istişhatname
(kanıt mektubu) denilirdi. 3 8 İstişhatnamenin ayrı mektup şeklinde yazılması
zorunlu olmayıp yerine göre muteber bir kişinin dilekçe üzerine vurduğu mühür
yahut sona iliştirdiği 'yazılanlar doğrudur' gibisinden bir ifade de yeterli olurdu.
Hatta örneğin kişinin ellerinin ya da kollarının olmadığı bundan dolayı da
çalışamadığı için yardıma muhtaç olduğunu belirttiği durumlarda kanıt olmak
üzere dilekçeyle beraber bir fotoğraf gönderdiği de vakidir. 3 9
3 6 Muhammad Fuad, Rehber-i Kitabet, 452.
3 7 Yiğit Akın incelediği dilekçeler içerisinde çok sınırlı sayıda kolektif dilekçe bulunduğunu
belirtir. "Fazilet", s. 106. Osmanlı dönemindeyse "mahzar" denilen kolektif dilekçeye ya da "çok
imzalı arzuhale" farklı dönemlerde rastlamak mümkündür. Sözlük anlamı olarak "hazır bulunulan
yer, huzur" anlamına gelen 'mahzar' fıkıh literatüründe "taraflar ve şahitlerinin hakim huzurunda
dava ile ilgili olarak sundukları bilgi ve delillerin, ikrar, yemin veya inkarın kaydedildiği belge ve
defter" anlamında kullanılmıştır. Osmanlı bürokrasisinde kolektif dilekçeyi ifade etmek üzere
kullanılan ve bireysel dilekçelerden farklı bazı özellikleri olan 'mahzar'ın ilk örnekleri 16. yüzyıl
ortalarında görülür. Bkz. Mehmet İpşirli, "Mahzar", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
27 (2003); 398-401.
3 ! i S. Shohani, "Gozari", s. 318.
3 9 S. Shohani,"Gozari" s. 321. İran dilekçelerinin burada kaydetmeye değer bir özelliği de hepsi
olmasa da bazı dilekçelerin özellikle Meşrutiyet Devrimini takip eden yıllarda mecliste sesli
okunmasıdır. Hatta bu makalede incelenen dönemin hemen öncesine 1923 yılına ait ayakkabı
esnafından gönderilen bir dilekçenin daha girişinde 'muhterem vekillerden rica ederiz bu arzuhali
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
14
Diğer yandan içerik ve üslup açısından da dilekçeler arasında önemli
benzerlikler vardır. Hem Türkiye hem de İran'da söz konusu döneme ait
dilekçeler doğrudan ve yalnızca meramı birkaç cümleyle anlatan metinler
olmanın çok ötesinde özellikleri sahiptir. Bu dilekçelerde arzuhalcinin şahsına,
yaşadığı koşullara, bölgesine vs. dair çok canlı bilgiler bulmak mümkündür.
Örneğin, erken Cumhuriyet dilekçelerinde arzuhalciler sözlerini dinlenir kılmak
için Milli Mücadele yahut inkılapların uygulanmasındaki rollerinden bahsettiği
gibi 4 0 erken Pehlevi dönemi dilekçelerinde de Anayasal Devrim döneminde
çekilen sıkıntılara yahut sergilenen kahramanlıklara vurgu yapmak başvurulan
bir stratejiydi. Ayrıca her iki örneğe ait dilekçelerde de kullanılan dil gayet
riayetkar ve otoriteleri rahatsız etmeyecek tondadır. Ne var ki nadiren de olsa
arzuhalciler bekledikleri sonucun elde edilememesi durumunda gayrimeşru
yollara başvuracaklarını ima ederek hatta zaman zaman açıktan ilan ederek tabir
yerindeyse aba altından sopa göstermekte tereddüt etmemişlerdir. 4 1 Önemli
diğer bir nokta da arzuhalcilerin örneğin Atatürk'e yahut Rıza Şah'a hitaben
yazdıkları dilekçelerde 'bizim merhametli ve esirgeyen babamız' ya da
'kendisinin yüce merhametinin gölgesi altında yaşadığımız kudretli şahlar şahı
Rıza Şah Pehlevi hazretleri' gibi ifadelerle oluşturdukları hiyerarşik ilişkidir.
Madunların elinde en etkili kullanabilecekleri araç maduniyet durumlarından
retorik düzeyde bir silah olarak yararlanmaktır. Dolayısıyla baştaki liderlere
karşı takdim edilen abartılı hürmet ve teslimiyet ifadelerinin amacı aslında
ortada var olan tek taraflı bir güçlü-güçsüz yahut muhtaç-varlıklı ilişkisini
hatırlatmaktan ibarettir. Bu tür ifadelerle başlayan dilekçelerin birkaç satır sonra
'siz de bize yardım etmezseniz kimsesiz kalırız' türlü ifadelere varması tam da
bu amacı gözler önün sermektedir. Bir anlamda burada 'el öpmekle dudak
aşınmaz' stratejisi kullanılmaktadır.
Andreas Würgler dilekçeler ve dua etme arasındaki ortak cana yakın
üslubu dilekçelerin dini boyutunun göstergesi olarak yorumlar.42 Aslına
bakılırsa özellikle Osmanlı ve Kacar dönemleri dilekçelerinde bu duayla
benzeşen üslup çok daha baskındır. Cumhuriyet Türkiye'si ile Pehlevi İran'ı
arasında bir karşılaştırma yapmak gerekirse ikincisinde bu üslubun daha
belirgin olduğunu söylemek yanlış olmaz. Arzuhalcilerin Meclis'e, Meclis
başkanına yahut doğrudan Şah'a hitaben yazdıkları dilekçelerde uzun dua
mecliste okuyunuz' diye yazılıdır. Bknz: İŞMKMBM: Ayakkabı esnafının şikayeti, 8/3/1923,
k25-j12-p14
4 0 Y. Akın, "Fazilet", s. 123
4 1 Y. Akın, "Fazilet", s. 121
4 2 A. Würgler "Voices", s. 15.
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
15
cümleleri kullanıp isteklerinin yerine getirilmesi durumunda daha da fazla duacı
olacaklarını belirtmeleri sıkça görülen bir durumdur.
Arzuhalciler ve Muhatapları: Dilekçelerde Devlet-Toplum İlişkisi
Gerek Mustafa Kemal dönemi Türkiye'si gerekse Rıza Şah dönemi İran'ı
genelde yukarıdan aşağıya bir modernleşme ya da modernleştirme süreci olarak
ele alınır. Bu anlatıma göre bu iki 'buyurgan' lider halkın rıza ve şikayetlerine
aldırmaksızın kafalarında belirledikleri bir reform planını uygulamışlardır. Bu
anlatıda haklılık payı olmakla beraber 'tek adam' söylemleri üzerinden anlatılan
bir tarihtense daha fazla öznenin katıldığı canlı bir tarihi anlatı daha ufuk açıcı
olacaktır. Dilekçeler geleneksel tarih anlatısında kendilerine pek yer verilmeyen
madunların özne olarak var oldukları ender zeminlerdendir. Hem Türkiye hem
de İran dilekçelerinin maddi yardım ricası, iş talebi, iş ve gündelik yaşama dair
şikayetler, mahalli yahut merkezi idarecilerin karar ve eylemlerinden yakınma
vb. konuları içerdiğine daha önce işaret etmiştik. Esasen yerel düzeyde
halledilebilecek birçok konunun ara birimlerin hepsini aşarak doğrudan merkezi
otoritelere iletilmesi "yerel bürokrasiyi aşmaya onu by-pass etmeye yönelik bir
stratejiydi".43 Elbette bu her durumda dilekçelerin ilk aşamada derhal merkeze
gönderilmiş olduğu anlamına gelmez. Bilakis birçok örnekten anlaşıldığı
kadarıyla arzuhalciler dertlerini ilk önce örneğin fabrika idaresi, belediye,
valilik, savcılık vb. mercilere iletmiş ancak buralardan istedikleri sonucu elde
edemeyince yahut kayıtsızlıkla karşılaşınca meclis ya da parti merkezi gibi
organlara yönelmişlerdir. Aslında bu durumun tarihçiler açısından faydalı bir
sonucu olmuştur. Örneğin İran'ın uzak bölgelerinden Tahran'a dilekçe
gönderen kişiler muhtemelen muhataplar tarafından iyi bilinmeyebileceği
düşüncesiyle zaman zaman yaşadıkları bölgeye ve bahsi geçen konunun
ayrıntılarına dair canlı bilgiler verirler. Hatta yerel otoritelere şikayetlerini
iletmelerine rağmen kendilerine kulak verilmediği için yaşadıkları yerin güç
dengeleriyle ilgili tespitlerini aktardıkları da olmuştur. Bu bilgiler bir tarihçi
açısından en azından dilekçenin direkt ilgili olduğu konular kadar kayda değer
veriler sunmaktadır. Takip eden bölümde belirli konularda yazılan dilekçe
örnekleri üzerinden dilekçelerin genel anlamda tarih yazımı özellikle de sosyal
tarih yazımı açısından ne denli önemli kaynaklar olduğu tartışılacaktır.
Arzuhalciler ve Arzuları: Bir Grup Dilekçenin Değerlendirilmesi
Maddi yardım ve iş talebinde bulunan dilekçeler amaca ulaşabilmek için
genelde gayet dramatik bir dil kullanır ya da gerçekten dramatik olan bir
durumun vehametini olabildiğince abartırlar. Fakat bunu genelde riayetkar bir
4 3 Yiğit Akın, "Fazilet", s. 115
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
16
dille yapan arzuhalciler zaman zaman ifadelerini sertleştirmekten ve içinde
bulundukları durumdan ötürü muhatap mercii sorumlu tutmaktan da geri
durmazlar. Aşağıda İran örneğinden sunacağımız üç dilekçe numunesi bu
konuda önemli fikirler vermektedir. Dilekçelerin ilk ikisi 1939 Kasımı ve
Ocak'ına aittir ve kibrit fabrikası işçilerinden Meclis'e gönderilmiştir. 4 4 İşçiler
şöyle demektedirler:
"Milli Şura Meclisi 'ne
Biz fakirler Mümtaz Kibrit Fabrikasında çalışmaktayken sizler bir süre
önce bu fabrikayı kapattınız. Peki çoluk çocuk sahibi olan ve bu
fabrikadan gelen maaş dışında bir geliri de olmayan bizler şimdi ne
yapacağız? Memlekette öyle fazla iş de yok naçar biz de gözümüzü o
fabrikaya diktik. Ne var ki devlet o fabrikayı da bize çok görüp kapattı.
Yegane Allaha yemin ederiz ki bir an evvel bize bir çıkar yol
göstermelisiniz ki çoluk çocuğumuz telef olmasın. Alemlerin Rabbi,
Haşmetli Rıza Şah Pehlevi Hazretlerini biz fakirlerin imdadına göndersin,
amin YaRabbe'l-aleminP
Anlaşıldığı kadarıyla işçiler Meclis'e yazdıkları bu dilekçeden bir sonuç
alamamışlar ve iki ay sonra bu defa Meclis başkanına hitaben aşağıdaki
dilekçeyi kaleme almışlardır:
"Milli Şura Meclisi'nin Muhterem Reisi,
Arzuhale cüret olunur efendim,
Biz fakirler Mümtaz Kibrit Fabrikasında çalışmaktayken üç ay önce
fabrika kapatıldı. Bizlerin o fabrikadan aldığımız maaştan başka geliri
bulunmadığı gibi elimizden o fabrikada gördüğümüz işten başkası da
gelmemektedir. Bu üç ay içerisinde .... bin türlü musibetle şimdiye dek
maişetimizi temin ettik. Şimdi iki elimiz boş öylece şaşıp kaldık. Çoluk
çocuğumuzun telef olması Allah'tan reva mıdır? Peki bizim çıkar yolumuz
nedir? Ne zamana kadar böyle işsiz ve ne yapacağımızı bilmez vaziyette
kalacağız? Süt emme çağında bir bebek kendi hastalığından öldüğünde
derhal memurlar gelir bu ölmüş çocuk hakkında incelemede bulunur,
raporlar tutar. Halihazırda bizim çoluk çocuğumuz açlıktan ölüyor da
hiçbir memurun bunlar ne oldu da öldü diye sormaya geldiği yok. Vicdan
ve şerefimiz üzerine yemin ederiz biz fakirlere yardım etmelisiniz. Kış
geldi, devletin yapması gereken fabrikayı kapatıp bizi öylece ortada
bırakmak değil bize yardım etmektir. Siz bu yetimlerin feryat figan
etmelerine nasıl razı olursunuz? [...] Yegane Allaha yemin olsun bizi
4 4 İŞMKMBM, 1939 Kasım, Mümtaz Kibrit Fabrikası işçilerinden meclise dilekçe, 4. Dönem,
k25- j12-p2; 1939 Ocak, k25- j12-p2.
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
17
daha fazla işsiz ve ortada bırakırsanız kendimize kıyarız. Ümit ederiz bu
dilekçeyi dikkate alır biz bir çare ve yol gösterirsiniz."
Üçüncü dilekçeyse 1939 Şubatına ait olup İsmail Hoşbatın tarafından
Meclis başkanına gönderilmiştir:
"Zatıalilerinin dikkatlerini aşağıdaki açıklamaya çekmeğe cüret olunur:
Bendeniz İsmail Hoşbatın [...] yaklaşık otuz sekiz yıl önce Rusya
üzerinden Meşhet'e gitmekte olduğum esnada iki ayağım ile sağ kolum
trenin altında kaldı ki sonuçta üçünü de kestiler. O vakitler kendimce
hayli variyetim olduğu için o günden bu güne kendi geçimimi sağladım ve
evin tüm mobilyalarını sattım. Şimdi beş aile ferdimle birlikte ne
yapacağını bilmez vaziyette kaldık. Elimizde yarım günlük geçimimize
yetecek kadar bile bir şey yok. Nihayet çaresizlikten bin türlü zahmetle
Tahran'a ulaşmayı başardım. Yüce makamınızın eşiğine gelip sığınmış
bulunmaktayım. Sırf kendimizi şerefimizle geçindirebilmek için
bendenizin ailesine bir miktar gelir muayyen ve mukarrer buyurun ki
çaresizlikten yok olup gitmesinler."45
Görüldüğü üzere ilk iki dilekçenin sahipleri hafif ve riayetkardan
başlayan ve suçlayıcı ve blöfçüye varan bir yol izlemişlerdir. İlk dilekçede
sıkıntılı durumlarından ve çoluk çocuklarının perişanlığından bahseden
arzuhalciler ikincisinde doğal bir hastalıktan ölen çocuğa gösterilen itina ile
açlıktan ölen çocuklara karşı sergilenen kayıtsızlığa işaret ederek aslında devleti
çifte standart takınmakla suçlamaktadırlar. Üstüne üstlük arzuhalciler gerekli
yardımın gelmemesi durumunda çocuklarının telef olacağını söylemekle
kalmamış kendilerine de zarar vereceklerini açıktan belirterek aslında devletin
vatandaşlarının canını koruma sorumluluğuna vurgu yapmış oluyorlardı. Diğer
bir ifadeyle kibrit fabrikası işçileri sahip oldukları en güçlü silah olan bedenleri
üzerine devletin tasarruf hakkını teslim ve devleti tam da bu hakkı üzerinden
vurma stratejisi gütmüş görünmektedirler. Özellikle Rıza Şah gibi İran'ı kaostan
emniyete çıkardığını vurgulayan bir anlayış açısından bu nokta hayli önemli
olmalıdır. Ayrıca arzuhalci işçiler birinci dilekçelerinde memlekette iş
imkanının azlığına işaret ederken nedendir bilinmez ikinci dilekçede ellerinden
kibrit fabrikasında gördüklerinin dışında iş gelmeyeceğini belirtme gereği
duymuşlardır. Belki de iki dilekçe arasındaki zamanda işçilere farklı bir
sektörde iş önerilmiş fakat onlar farklı nedenlerden ötürü eski işlerini geri
almakta ısrar etmeyi yeğlemişlerdir. Elbette bu değerlendirme bir
spekülasyondan ibarettir.
4 5 S. Shohani, "Gozari, s. 321.
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
18
Son dilekçeyi ise Türkiye örneğinden bir dilekçeyle birlikte
değerlendirmek isabetli olacaktır. İmalat-ı Harbiye emeklisi Şevket'in 1934
yılında Cumhuriyet Halk Partisine gönderdiği dilekçede şöyle yazmaktadır: "İki
buçuk yıldır İstanbul'da beş nüfus ile son derece müzayakadan (darlık)
bunaldım. 19 yaşında mahdum köleniz, 16 ve 8 yaşlarında kerime cariyeniz
iktidar-ı malimiz olmadığından nimet-i maariften mahrum kaldılar. Şefkat ve
merhametinize muhtacız." 4 6
Bu iki dilekçe riayetkar ve teslimiyetçi üsluba güzel bir örnektir. Hem
İsmail hem de Şevket sıkıntı durumuna düşer düşmez dilekçeye sarılmamış
aradan hayli zaman geçtikten sonra başka çare kalmayınca durumlarını arz
etmeye karar vermişlerdir. Riayetkar üsluplarının yanı sıra her iki dilekçede de
ortak olan nokta aile bireylerine ve yardıma muhtaç çocuklarına yapılan
göndermedir. Anlaşıldığı kadarıyla İsmail Hoşbatın'a birileri fotoğraf çekmesi
ve dilekçe yazması konusunda yardımcı olmuştur. Zaten yeterince dramatik bir
hikayeye sahip olan İsmail bir de bunu fotoğrafla belgeleyince bu onu
maksadına ulaştırmaya kafi görülmüş olmalıdır. Burada dikkate değer diğer bir
nokta da İsmail'in 'şeref kavramını kullanışıdır. Durumunun vehametini
anlattıktan sonra İsmail sırf şerefli bir geçim için yardım istediğini belirterek
böylece aile fertlerinin de hayatta kalacağını belirmiştir. Bu dilekçenin
muhatapları açısından daha dikkat çeken ve vaziyetin ciddiyetini gösteren bir
husus olarak değerlendirilmiş olmalıdır.
Arzuhalciler zaman zaman bazı vergilerin kaldırılması ve mahalli
idarecilerin keyfi uygulamalarına son verilmesi talebinde bulunmuşlardır.
Örneğin 1927 senesi Kirmanı'na ait Kirman Esnaf ve İşçiler Birliği tarafından
gönderilmiş bir dilekçe bunun ilginç bir örneğini sunar. Birliğin antetli kağıdına
el yazsıyla yazılmış olan dilekçenin sağ üst köşesinde 'Müslümanlar tek eldir'
yazılmış hemen altına da küçük bir el sıkışma resmi konmuştur. Kirmanlıların
dilekçesi birçok açıdan dikkat çekicidir. Dilekçelerine: "Mukaddes Milli Şura
Meclisi, Allah onun temellerini güçlendirsin: Nasıl yapsak da içinde
bulunduğumuz bedbahtlıkları arz etsek bilemiyoruz. Zira Meşrutiyetin
başlangıcından beri ne kadar zahmet ve darbe varsa hem bu biçare işçileri buldu
ve her türlü yük onların omzuna yüklendi" cümleleriyle başlayan arzuhalciler
devamla Kirman maliye idaresi eski muavininin kendilerine yüklediği haksız
vergiden şikayet ederek muavinin emniyet ve ordu güçlerini kullanarak bu
vergiyi tahsil ettiğini ilave etmişlerdir. Meşrutiyet dönemi sıkıntılarına
gönderme yapıp bir anlamda değişen bir şey olmadığı imasında bulunan
arzuhalciler devamla konunun ilgili bakanlığa intikal ettiğini fakat oradan da net
4 6 Y. Akın, "Fazilet", s. 111.
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
19
bir cevap gelmemesine rağmen söz konusu keyfi uygulamanın sürdüğünü
belirterek diğer bir retorik araca daha başvurmaktadırlar: "bakanlıktan net bir
cevap gelmemesine rağmen muavin ordu ve emniyet güçlerini kullanarak
tutukladıkları bazı muhterem şahısları götürdüler ve ya maliye idaresinde göz
altında tuttular ya da emniyet ve orduya gönderdiler. O zavallılar da naçar ne
istenirse verdiler. Gerçekten istibdat dönemi geri dönmüş gibi duruyor".
Elbette burada istibdada yapılan gönderme önemlidir. Aslında dilekçede
vurgulanmak istenen nokta devletin merkezi idaresinin müstebit olduğundan
çok merkezin mahalli idareler üzerinde yeterince otorite sahibi olmadığı
dolayısıyla keyfiliği önleyemediğidir. Son olarak, bu dilekçede meşrutiyet,
istibdat ve keyfiliğe yapılan vurgu kadar dikkati çeken bir husus da mahalli
idarenin merkeze şikayet ediliş şeklidir. Anlaşıldığı kadarıyla mevzubahis
muavin artık görevde olmamasına rağmen onun keyfi olarak icat ettiği vergi
yerinde durmaktadır. Yani arzuhalciler muavin görevdeyken onun hakkında
şikayette bulunmayıp o görevden ayrıldıktan sonra bunu yapmışlardır. Bunda
arzuhalcilerin muavinin sahip olduğu anlaşılan ordu ve emniyet güçlerinden
çekinmiş olduklarını düşünmek makuldür.
Ancak zaman zaman arzuhalciler fiilen görevde olan bir mahalli idareci
hakkında da merkeze şikayette bulunmakta bir sakınca görmemişlerdir. 1930
Haziran'ında bir grup Isfahanlı işçi tarafından Rıza Şah Pehlevi'ye gönderilen
dilekçe bunun manidar bir örneğidir. 4 7 Şah'a dilekçe göndermenin daha doğrusu
bu dilekçenin Şah'a ulaşmasının pek de kolay bir süreç olmayacağının farkında
olan arzuhalciler Şah ile aralarındaki aracıları da hoşnut edecek şu tazim
ifadeleriyle dilekçelerine başlarlar: "İslam'ın koruyucusu, kuvveti kaderinde
gelen Sultan Pehlevi Hazretlerinin, ruhumuz ona feda olsun, hizmetkarlarının
mübarek cenaplarına!" Arzuhalciler bunu takiben kendilerinin Rıza Şah'a duacı
olduğunu, Isfahan'da çalışmakta olduklarını belirterek şikayetçi oldukları
konuya geçiyorlardı: "Fabrika müdürü biz kalfaları bağlayan fakat bütünüyle
fabrika idaresinin menfaatine bizimse zararımıza olan bir sözleşme düzenledi.
Birkaç kalfaya sözleşmeyi imzalamasını emrettilerse de bunlar imzalamaya
yanaşmamaları üzerine işten çıkarıldılar. Geri kalanlar da bu durumdan ötürü
işten el çektiler."
Maalesef söz konusu sözleşmenin metnine sahip olmadığımız gibi
hakkında burada anlatılan dışında bilgimiz de yok. Fakat sözleşmenin fabrika
idaresiyle çalışanlar arasında gerilim konusu olmasının yanı sıra dikkate değer
diğer bir nokta kalfalar işten el çektikten sonra fabrikanın müdürü İranlı meşhur
4 7 İİCMK Arşivi, İşçilerin Isfahan Vatan Tekstil Fabrikası müdüründen şikayetleri: Katalog No:
310000344, Arşivdeki yeri: 23F-2A
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
20
tacir Mohammed Hoseyn Kazerani'nin oğlu Mirza Cafer'in güvenlik güçleri
reisi aracılığıyla işçileri sindirmeye çalıştığının anlatıldığı bölümdür:
"Bunun üzerine müdürün emriyle polis şefi bu işten el çekenlerden
altısını tutukladı ve hapsetti. Öyle ki, sanki bu kişiler hunhar kişilermiş
gibi kimsenin onların yanına gitmesine izin dahi verilmiyor. Bir buçuk
aydır bu kişiler hapistedirler. Eyalet idaresinin yüksek makamlarına ve
müddeiumumi vb. mercilere şikayette bulunmuşsak da kimse feryadımıza
kulak asmadı. "
Buraya kadar anlatılanlar madunların şikayetlerine ilgili makamlar
tarafından sergilenen sıradan bir vurdumduymazlık örneği olarak
yorumlanabilirdi. Ancak işçilere göre şehirdeki güç dengeleri feryatlarının
dikkate alınmayışının arkasındaki temel nedendir: "Fabrika müdürü Isfahan'ın
en varlıklı şahsiyeti olduğu için onun servet musluklarından akanlar gereken
yerlere sirayet etmektedir. Müdür kendi işleri ilerlesin diye ve çalışanlara doğru
dürüst ücret vermediği için elli kişiyi ekmeğinden etti." Arzuhalcilerin imalı
yolla ifade ettiği şey müdürün gerekli yerlere rüşvet verdiğidir. Özetle madunlar
zulüm altında, yetkili merciler yolsuzluk içerisinde tüm bunları suiistimal eden
müdür de kendi derdindedir. Artık tahmin edileceği üzere arzuhalciler
dilekçelerinin devamında adaleti tesis edecek yegane merci olarak gördükleri
Şah'ı iknaya çalışmaktadırlar:
"Biz ki bir avuç zavallı işçiyiz arzumuz güç bela yüz dinar kazanmak ve
çoluk çocuğumuzla geçinip gitmekteyken şayet Pehlevi Hazretlerinin,
ruhumuz ona feda olsun, sonsuza kadar sürecek devletleri döneminde bile
hep işkence ve hapse duçar olacaksak, ne yapmak gerek! Ey İslam 'ın adil
koruyucusu olan Şah! Ey reayasının hamisi! Ey biçarelerin ve zayıfların
feryatlarına yetişen hükümdar! Ey mübarek makam, ey zatıalileri; İmam-ı
Zaman48, Allah onun gelişini hızlandırsın, hakkı içün biz zavallı ve
çaresizlerin feryadına kulak verin! Bilmiyoruz ki polis şefi Mohammed
Hoseyn Kazerani 'nin oğlunun itaati altında oluşunun ve o her ne derse
derhal yerine getirmesinin hikmeti nedir! Biz zavallılar kimsesiz kaldık.
İmdat! Haşmetli cevap ve merhametlerinizi bekliyoruz!"
Bu son kısım üzerine birkaç değerlendirme yapmak yerinde olacaktır.
Şah'a bir nevi hilafet vasıflarının atfedildiği bu bölümde hayli dini bir tonla ve
İran Şii kültürünün en önemli dini öğelerinden olan On İkinci İmam hatırına
taleplerinin ciddiye alınması istenmektedir. Ayrıca yine hükümdarın adaleti
tesis etme yükümlülüğü çok usta bir dille ona hatırlatılmaktadır. Ayrıca birkaç
satır önce polis şefinin ve diğer resmi mercilerin rüşvet aldığını ima yoluyla
söyleyen arzuhalciler son satırlarda bu keskin iddiayı yenilemek yerine zavallı
4 8 On ikinci Kayıp İmam!
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
21
durumlarını daha da gözler önüne serercesine neler olup bittiğini
anlayamadıklarını söylemeyi yeğlemişlerdir. Gerek Türkiye'de gerekse de
İran'da yerel yöneticileri merkeze şikayet eden arzuhalciler belirli
yolsuzluklardan yakınsalar bile bunu şikayet ettikleri kişinin şahsıyla sınırlı
tutmuş ve bir durumdan yola çıkarak rejimin siyasi ya da ideolojik yanlarına
dair genelleme yapmaktan çoğu zaman kaçınmışlardır. 4 9 Görüldüğü üzere
Isfahanlı işçiler Isfahan'daki resmi mercilerin rüşvet almakta olduğunu ima
etseler dahi bunu devletin genel yapısına bağlamamışlar ve bilakis Şah'ın bu
durumdan hoşnut olmayacağını bildiklerini hissettirmişlerdir. Benzer şekilde
1934 yılında CHP genel sekreterine yazılan bir dilekçede dilekçe sahibi Çorum
valisi ve arkadaşlarının yaptığı yolsuzlukları ihbar ettikten sonra şunları
ekliyordu: "Duyduğuma göre Ankara Halkevi'nde verdiğiniz bir derste
inkılabın eskiyi, kötüyü ve zararlıyı kökünden sökerek yerine yeniyi, yararlıyı
ve iyiyi getirmek olduğunu söylemişsiniz. Bu lafınıza istinaden Çorum'da da
rejimin söylem ve eyleminin uyum içerisine olacağına inanıyorum." 5 0
Sonuç
Sunulan örneklerde de görüldüğü üzere dilekçeler genelde arzuhalcilerin
meramlarını sade ve standart sözcükler yerine ağdalı ve muhatabı etkilemeye
yönelik ifadelerle anlattıkları kaynaklardır. Dilekçeler ait oldukları döneme dair
yerli ve yabancı resmi kaynaklar, hatıralar, matbuat vb. gibi belgelerle birlikte
değerlendirildiğinde çok daha kayda değer bilgiler sunacaktır. Her halükarda
dilekçeler başka kaynaklarda bulunulması zor bilgiler içerir. Örneğin, gerek
Türkiye'de gerekse de İran'da 1920'ler ve 1930'lar boyunca yürütülen
reformların halk tarafından nasıl algılandığı yahut ne dereceye kadar
benimsenip ne kadarıyla yabancı kabul edildiğine dair dilekçelerden önemli
veriler elde edilebilir. Ayrıca aynı dönem boyunca örneğin devlet işçi
ilişkilerinin seyrine dair dilekçeler çok canlı bilgiler sağlayabilirler. Tam
manasıyla demokratik olmayan her rejimde olduğu gibi Mustafa Kemal de Rıza
Şah Pehlevi de insanların sistem hakkında ne düşündüğünü bilmekle onlara
siyasi düşüncelerini serbestçe dillendirebilecekleri imkanlarını sağlamanın olası
riskleri arasında gidip gelmişlerdir. Erken cumhuriyet Türkiye'sinde siyasi parti
kapatmalarına ve önce gelen popüler ve siyasi şahsiyetler aleyhine yapılan
takibata rağmen dilekçe akışına müdahale edilmemesi bu ikilemi yumuşak
yoldan çözme kaygısından kaynaklansa gerektir. Aynı şey darbeyle ele geçirdiği
iktidarı benzer şekilde kaybetme korkusunu sonuna kadar yaşayan Rıza Şah için
de geçerlidir. Dolayısıyla dilekçeler devlet-toplum ilişkisinin hayli canlı şekilde
Y. Akın, "Reconsidering", s. 448.
1 Y. Akın, "Fazilet", s. 119.
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
22
cereyan ettiği bir zemindir. Bu zeminde ilişkiler daha az formel ve kurallar daha
esnektir. Yine bu zeminde arzuhalci madunların birer özne olarak kendilerini
nasıl var edip kurguladıklarını görmek mümkündür. Diğer yandan dilekçeleri
yalnızca devlet-toplum ikilemi etrafında düşünmek yanlış olacaktır. Zira
dilekçelerde toplumsal gerginlikler, kişisel husumetler ve çıkar ilişkileri gibi
konuları takip etmek de mümkündür. Dilekçeler üzerinde yazılan kitap ve
makalelerin azlığının yanı sıra bu dilekçeleri kullanarak yapılmış hemen hemen
hiçbir tarihi çalışma yoktur. Dikkatli incelendiğinde dilekçeler başta sosyal tarih
gelmek, üzere iktisadi, edebiyat ve siyasi tarih konularında da çok önemli bilgi
kaynakları olabilirler. Sonuç olarak hem Türkiye hem de İran'da daha fazla
dilekçenin gün yüzüne çıkıp araştırmacıların dikkatine sunulması ve
dilekçelerin tarihsel, dilbilimsel ve benzer boyutlarıyla farklı yönlerden
incelenmesiyle hem erken Cumhuriyet dönemi hem de erken Pehlevi dönemi
madunlarının özne olarak yer aldıkları süreçler şeklinde okunabilecektir.
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
23
K A Y N A K L A R
Birincil Kaynaklar
Makalede kullanılan birincil kaynaklar yazarın Tahran'daki İran İslam
Cumhuriyeti Merkezi Kütüphanesi ve İslami Şura Meclisi Kütüphane Müze ve
Arşiv Merkezi'deki araştırmalarında elde ettiği belgelerden oluşmaktadır.
İkincil kaynaklar
ADEMİYET, Feridrun & NATIK, Homa, Efkar-e İçtimai ve Siyasi ve İktisadi
der Asar-e Monteşir neşodeh-e Doran-e Kaçar, Nima Verlag, Essen, (t.y)
AKIN, Yiğit, "Fazilet Değil Vazife İstiyoruz: Erken Cumhuriyet Dönemi
Sosyal Tarihçiliğinde Dilekçeler", Toplum ve Bilim, 99, Kış 2003/2004, s.
98-128.
— "Reconsidering State, Party and Society in Early Republican Turkey: Politics
of Petitioning", International Journal of Middle Eastern Studies, 39
(2007), 435-457.
BAHL, Vinay, 'Situating and Rethinking Subaltern Studies for Writing
Working Class History', Arif Dirlik, Vinay Bal and Peter Gran ed.,
History after the Three Worlds, Rowman&Littlefield Publishers,
Lanham, 2000, s. 88.
DAVIS, Natalie Zemon, Fictions in the Archives: Pardon Tales and their
Tellers in Sixteenth Century France, CA, Stanford, 1987.
ERDOĞAN, Necmi Erdoğan, "Devleti 'İdare Etmek': Maduniyet ve
Düzenbazlık", Toplum ve Bilim, 83 (2000), s. 8-31.
ERGENE, Boğaç, 'Maduniyet Okulu, Post-Kolonyal Eleştiri ve Tarihte Bilgi-
Özne Sorunu: Osmanlı Tarihçiliği için Yeni Dersler mi?', Toplum ve
Bilim, 1999-2000 (Kış), no. 83., s. 32-46.
FUAD, Muhammad, Rehber-i Kitabet-i Osmaniye yahut Mükemmel Münşeat,
Keteun Bederusyan Matbaası, İstanbul, 1328 (1910/1911).
FULBROOK, Mary & RUBLACK, Ulinka, "In Relations: The 'Social Self and
Ego-Documents", German History, s. 28, n. 3, s. 263-272.
HIRSCH, Francine, Empire of Nations: Ethnographic Knowledge and the
Making of the Soviet Union, Cornell University Press, Ithaca, 2005.
İNALCIK, Halil, "Şikayet Hakkı: Arz-i Hal ve Arz-i Mahzarlar", Osmanlı
Araştırmaları, 7-8 (1988), 33-54.
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
24
İPŞİRLİ, Mehmet, "Arzuhal", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 3
(1991); 447-448.
KABADAYI, M . Erdem, Working for the State in a Factory in Istanbul: The
Role of Factory Workers' Ethno-Religious and Gender Characteristics in
State-Subject Interaction in the Late Ottoman Empire, Münih
Üniversitesi, Munich 2008, (Yayınlanmamış doktora tezi).
MARTİN, Venessa, The Qajar Pac: Bargaining, Protest and the State in
Nineteenth Century Persia, I . B Tauris, London 2005.
NEZAM-MAFİ, Mansoureh Ettehadieh, "The Council for the Investigation of
Grievances: A Case Study of Nineteenth Century Iranian Social History",
International Society for Iranian Studies, c. 22, n. 1 (1989), s. 51-61.
SCHNEIDER, Irene, The Petitioning System in Iran: State, Society and Power
Relations in the Late 19th Century, Harrassowitz Verlag, Wiesbaden,
2006.
SCOTT, C. James, Weapons of the Weak: Everyday Forms of Peasant
Resistance, Yale University Press, New Haven, 1985.
SHOHANİ, Siavash, "Gozari ber Arayez-e Eanat", Payeme Baharestan, numara
3 (1388/2009), s.315-329.
SOHRABİ, Nader, Constitutionalism, Revolution and State: The Young Turk
Revolution of 1908 and the Iranian Constitutional Revolution of 1908
with Comparisons to the Russian Revolution of 1905, Chicago
Üniversitesi, Chicago, 1996, (Yayınlanmamış doktora tezi).
--- "Revolution and State Culture: The Circle of Justice and Constitutionalism
in 1323/1906 Iran", State Culture and State-Formation After the Cultural
Turn, George Steinmetz (haz.), Cornell University Press, Ithaca, 1999,
253-288.
TATARİ, Ali, "Berresi-ye Caygah-e Arizeh der Pejuheşha-ye Esnadi,
Faslnameh-e Payam-e Baharestan", n. 4 (1388/2009), dönem 2, 465-476.
TILLY, Charles, Popular Contention in Great Britain 1758-1834, MA,
Cambridge 1995.
URSINUS, Michael, Grievance Administration (Şikayet) in an Ottoman
Province: The Kaymakam of Rumelia's 'Record of Complaints' of 1781¬
1783, New York, RoutledgeCurzon, 2004.
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
25
V A N VOSS, Lex Heerma, "Introduction", International Review of Social
History 46, Supplement 9 Petitions in Social History (2001), 1-10.
WURGLER, Andreas, "Voices from among the "Silent Masses": Humble
Petitions and Social Conflicts in Early Modern Central Europe,"
International Review of Social History 46, Supplement 9 Petitions in
Social History (2001), Lex Heerma Van Voss, (haz.), 11-34.
ZARET, David, "Petitions and the "Invention" of Public Opinion in the English
Revolution", American Journal of Sociology 101, 6 (1996): 1497-1555.
Turkiyat Mecmuasi, C. 21/Bahar, 2011
26
İsmail Hoşbatın'ın dilekçesine 'istişhatname' olarak eklediği fotoğraf. Kaynak:
Siavash Shohani, Gozari ber Arayez-e Eanat, Payeme Baharestan, numara 3
(1388/2009), s.321.
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
27
Isfahanlı işçilerin fabrika müdür ve mahalli idareciler hakkında 1930
Haziran'ında Rıza Şah'a yazdıkları dilekçe. İİCMK, İşçilerin Isfahan Vatan
Tekstil Fabrikası müdüründen şikayetleri: Katalog No: 310000344, Arşivdeki
yeri: 23F-2A
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
28
İranlı ayakkabı işçilerinin yabancı malların ülkeye ithalatının yasaklanması
ricasıyla 1923 Mart'ında meclise gönderdikleri dilekçe. İŞMKMBM, 4. Dönem,
k25-j12-p14.
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011
29
İran'da sel mağduru bir köy ahalisinin mağduriyetlerinin giderilmesi ricasıyla
1932 yılı Ağustos ayında Meclis'e gönderdiği ve üzerinde 187 mühür bulunan
bir kolektif dilekçe örneği. İŞMKMBM, 8. Dönem, k196-j15-p51-118
Türkiyat Mecmuası, C. 21/Bahar, 2011

Konular