İran’da İlk Anayasal Hareket “1906 Meşrutiyeti”

A.Ü.D.T.C.F.Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
İran tarihi boyunca istibdad sistemi ile yönetilmiş bir ülkedir. Bu nedenle 1906 Meşrutiyeti
bu ülkenin tarihi içerisinde üzerinde önemle durulması gereken bir olaydır. İran’ın meşrutiyet ihtilali
aşağı-yukarı bu topraklarda hüküm sürmüş olan 2500 yıllık mutlak bir monarşiyi, bir süre ortadan
kaldırarak demokrasiye doğru giden ilk ve son adım olmuştur. “1906 Meşrutiyeti” ile İran halkı yıllar
boyu alıştığı sisteme karşı çıkarak, hürriyetine kavuşmak amacıyla meşruti bir sistem isteğinde
bulunmuştur.
Bu yazıda da İran gibi gerçekten son derece zengin bir kültüre sahip bir ülkede, tarihleri
boyunca yalnızca1906 yılında tecrübe ettikleri meşrutiyet, özgürlük, demokrasi isteklerini
gerçekleştirmek üzere yaptıkları ihtilal ele alınacaktır. Bu konu ile ilgili olarak; İranlı tarihçi yazar
Kesrevi’nin “Tarih-i Meşruta-yı İran” , ihtilalcilerden Melik-ül Mütekellim’in oğlu Dr.Melik
Zade’nin “Tarih-i İnkılab-ı Meşrutiyet” , İngiliz P.Sykes’in “ History of Persia”, Ahmet
Ağaoğlu’nun “İran İnkılabı”, İngiliz tarihçi Edward G.Brown’un “Persian Revolution” adlı eserleri
bulunmaktadır. Ayrıca Türkiye’de İsa Seyf adlıbir İranlıtarafından yapılmış “İran’da Meşrutiyet” ve
J.Naibyanın “II. Meşrutiyet Döneminde Türk-İran Münasebetleri” başlıklı basılmamış doktora
tezleri de bulunmaktadır. Bunlardan farklı olarak bu makalede , ihtilalin başlangıç ve meşrutiyetin ilan
edildiği dönemde Tahran’da sefirlik yapmış Şemseddin Bey’in kaleme almış olduğu belgeye
dayanarak, olaylarıbir OsmanlıSefirinin gözünden açıklamaya çalışacağız.
Osmanlı Sefiri Şemseddin Bey, Tahran’da 1905-1906’da sıcak olaylar yaşanırken, bizzat
tüm gelişmelere tanık olduğu, hatta bu gelişmeler esnasında İran Şahı ile görüşmeler yaptığı, diğer
ülke sefirleri ile de konu hakkında görüşmelerde bulundukları görülmektedir. Bu bağlamda İran’da
yaşanmış bu meşrutiyet tecrübesinin gelişmelerini orada bulunan,Osmanlı Devleti’nin en yüksek
temsilcisi konumundaki diplomatının görüş açısından olayları irdeleyeceğiz. Ancak buna geçmeden
önce de olayları daha iyi açıklayabilmek için İran’daki ihtilal öncesi yönetim sistemine kısaca
değinmek gerekmektedir.
Evvela şunu ifade etmek gerekir. İran’da yönetim Şahlık idarisindedir. Şahlık idaresi de
ırsidir. Şahın ölümünden sonra, büyük oğlu saltanata geçer ve ülkeyi istediği gibi yönetir. İran Şahları
tıpkı Osmanlı Sultanları gibi, saltanatın millet tarafından değil, Tanrı tarafından kendilerine verildiğine
inanırlar. Bu nedenle her türlü yönetim erki Şahın kendisindedir. İran Şahının büyük oğlu da veliaht
olarak Tebriz eyaletinde otururdu. Örneğin; Bu döneme damgasını vuran Muzafereddin Şah
saltanatta bulunduğu sırada onun büyük oğlu olan Mehmet Ali Mirza, Tebriz eyaletinde oturmaktaydı.
İran’a 1906 senesi öncesinde baktığımızda şu tablo ile karşılaşıyoruz; Bilindiği gibi 1789
Fransız İhtilali ile birlikte Avrupa’da bir çok değişiklikler meydana gelmişti. Artık İmparatorluklar
yıkılarak, milli unsurlara dayalı devletler kuruluyordu. Hürriyet, özgürlük, adalet,eşitlik gibi kavramlar
Avrupa’yı kasıp kavuruyordu. Bu kavramlardan bir çok Avrupalı devletin etkilenmesinin yanında,
biraz geç de olsa Osmanlı devleti ve İran gibi daha doğuda olan devletlerde etkilenmişti. Tam da bu
dönemde yani 1906 öncesinde, takriben Nasıreddin Şah zamanından beri, İranlıların Avrupa ile
temaslarının arttığı, İran’da yeni fikirlerin yayılmaya başladığı, kısaca İran halkının Avrupalılaşma
yönünde hareket ettiği görülmektedir. Bu durum da yönetici tabakayı düşündürmektedir. İran
halkının batıya açılması nedeniyle, ülkede hüküm süren istibdad aleyhine bir isyan çıkmasından
korkmaktadırlar.
1
Avrupa’daki bu yeni düzenin etkilerinin yanında, aslında İran’daki ekonomik yapının da
kötüye gitmesi sonucu da ihtilali hazırlayan önemli bir etken olmuştur. Özellikle Nasıreddin Şah
zamanından beri İran ‘da ekonomik durum gitgide kötüleşmektedir. Saray mensupları zor ekonomik
duruma rağmen, çok yüksek maaşlar almakta, saray halkı şatafatlı bir hayat sürmekte,bu da zaten
kötü durumda olan hazinenin durumunu daha da fenalaştırmaktadır. Devlet artık öyle bir konuma
1
J.Naibyan,II.Meşrutiyet Döneminde Türk-İran Münasebetleri, (D.T.2444) Ankara 1979, s.28.gelmiştir ki, görevli memurların maaşlarını ödemek için dahi, yabancı devletlerden borç para almak
mecburiyetinde kalmıştır. Buna rağmen İran Şahları Avrupa’ya seyahate ve tatile çıkarak ülkenin
parasını savurmaktadırlar. Bu arada alınan borçlar karşılığında da yabancı devletlere imtiyazlar
veriyorlardı. Bu durum karşısında, halk buna karşı çıkarak, son derece tepki duyuyordu. İçinden
çıkılması güç görünen durum, halkıihtilale teşvik ediyordu.
2
İran’ın içinde bulunduğu bu karışık durum, ekonomik sıkıntılar, hükümetin borç para almak
için yabancılara vermiş olduğu imtiyazlar 1906 devriminin ana nedenlerindendir. Ayrıca idari
uygunsuzluk, suistimaller, zulüm ve artık İranlıların dış dünyaya açılmaları, Fransız İhtilali’nin yaptığı
etkiler, özellikle Osmanlı ve Kafkasya’daki fikir cereyanları;
3 Bütün bunların yanında Nasıreddin
Şahın para karşılığında 1890 yılında tütün işletmelerini İngilizlere vermesi işi çığırından çıkarmıştır.
4
Bütün bu gelişmelerin yanında İran’da dikkate değer bir aydınlanma söz konusu idi. Bir
doğu ülkesi olarak İran ilk olarak Kaçarlar Hanedanlığı zamanında Avrupa’ya öğrenci gönderilmeye
başlanmıştı. Bu öğrenciler Avrupa’yı görüp, inceleyerek yeni fikirlerle ülkelerine dönüyorlardı. Bunlar
halkı aydınlatmaya çalışıp, İran’da bir çok değişikliğin yapılmasını düşünüyorlardı. Böylece İran
halkının Avrupa hakkındaki bilgisi gittikçe artıyordu. İranlı entellektüeller halkı meşruti bir yönetim
sistemini kabul etmeye hazırlıyorlardı.
5
Şunu da unutmamak gerekir ki, hürriyet fikirlerinin gelişmesinde OsmanlıDevleti’nin rolünü
de göz ardı etmemek gerekir. Osmanlı’nın 1876’da Kanun-ı Esasiyi ilan etmesi, bu uğurda verilen
mücadeleler,Abdülhamit’in tutumu, onun önce meşrutiyete sadık kalması, ardından baltalaması gibi
gelişmeler İranlılar üzerinde çok büyük etki yapmıştır.1876’da Osmanlı Devletinde oluşturulan
meşruti yönetim her ne kadar istenilen başarıya ulaşılamadıysa da, İranlı aydınlar açısından oldukça
önemlidir.
6 Bu bağlamda bakıldığında özetle İran’a hürriyet fikrinin şu yollardan girdiği söylenebilir:
* Osmanlı da görülen Avrupalılaşma hareketleri ve bu durumun İstanbul’da bulunan İran
elçileri ile tüccarlarıtarafından takip edilmesi.
 İran’ın Avrupa’ya gönderdiği öğrenciler ve kendi üniversite düzeyindeki okullarına
getirdiği Avrupalıöğretmenlerin etkisi.
 Avrupalıların, İran ile dostane münasebette bulunmaları, burada görev yapan büyükelçi
ve konsolosların etkisi.
 Avrupa ile İran arasında yapılan telgraf hattı ve dolayısıyla İran halkının Avrupa ile
daima temasta bulunup, orada gelişin hürriyet olaylarından bilgiler elde etmesi ve bu
olaylarıdikkatle takip etmesidir.
7
 İranlı aydınlar tarafından ülke içinde ve dışında çıkan gazete ve dergilerin etkisi.
Halkın içinde bulunduğu durumu ve İran halkının aydınlanışınıtespit ettikten sonra
saraydaki gelişmeleri irdelediğimizde görüyoruz ki, Nasıreddin Şahın öldürülmesinden sonra oğlu
Muzafereddin Şah 1896 ‘da tahta çıkmıştı. Babası tahtta iken, Tebriz’de ikamet eden Muzafereddin
, tahta çıktıktan sonra kişilik olarak iyi bir insan olmasına karşın, İran halkına çok yararlı olamamıştır.
Zayıf bir iradeye sahipti. Muzafereddin Şahda, aynı babası gibi lüzumsuz yere dış seyahatler yapıyor,
sarayda son derece savurgan ve şaşalı bir yaşam sürdürüyordu. bu durumda da dışarıdan borç para
alınmak zorunda kalınıyordu. İran ekonomik bakımdan tamamen iflasın eşiğine gelmişti. Çok acil
olarak parasal tedbirlerin alınması gerekiyordu.
8
Muzafereddin Şah hakkında şöyle deniliyordu. “Kendi söylediklerinden habersizdir.
Zaman zaman düşüncelerini değiştirir. Mesela istibdadı savunur görünürken, başka bir yerde
2
İsa Seyf,İran’da Meşrutiyet 1906,(D.T.18),Ankara 1960, s.19.
3 Ahmet Ağaoğlu,İran İnkılabı, Ankara 1911, s.77.
4
İngilizler bu işin gerçekleşmesi için, Şah’a 1.500 İngiliz sterlini vermişlerdir. Edward Brown, The Persian
Revolution, Cambridge 1910, s.31; J.Naibyan,a.g.e.,s.32.
5
İsa Seyf, a.g.e,s.18.
6 1876 OsmanlıAnayasasıile 1906 İran Kanun-ı Esasisi’nin bir çok benzer noktası vardır. 1876 OsmanlıAnayasası,
1906 İran Anayasası’nı etkilemiştir. Melikzade,Tarih-i İnkılab-ı Meşrutiyet-i İran,Tahran 1328, s.124.
7
İsa Seyf, a.g.e. , s.18-19.
8
J.Naibyan, a.g.e, , s.28.meşrutiyetin getireceklerini,memleket ve halk yararına olacağından bahseder. Herhalde bu yüzden
olacak ki, halk isyan ettiğinde karşıbir mukavemet göstermeden meşrutiyeti hemen kabul etmişti.”
9
İran’daki bu mali darboğaz, Muzafereddin Şahın müsrifliği yanında, aslında Nasıreddin Şah
zamanından beri devam ediyordu. Bu Şah döneminde Avrupa usulü bir gümrük idaresi kurulmuştu.
Noz isimli bir Belçikalının başkanlığında bir heyet görevlendirilerek İran’a gelmişti. 1900 yılına
gelindiğinde ise,hazine tamamen boşalmıştı. Bu dönemde Muzafereddin Şah tedavi için Avrupa’ya
gidecekti. Tedavi masrafları için 1901’de Rusya’dan borç alındı. Bu paranın karşılığı olarak da
İran’ın kuzey kısmının gümrük işletmelerinin idaresi bu devlete bırakıldı.
10 Borç para ile Avrupa
seyahatine başlayan Şah Fransa, İngiltere, Rusya, OsmanlıDevleti gibi memleketleri gezdikten sonra
Tahran’a döndü. Borç alınan paralar harcanmıştı. Halk arasında ise,1903-1905 yılları arasında
hürriyet fikirleri iyice şiddetleniyordu. Ülke çok sıkı bir istibdad rejimi ile idare ediliyor ve adaletsiz
birçok uygulamalar yapılıyordu.
11
Hükümete karşı ilk isyan 1905 senesinde bu haksızlıklar sorumsuzca yapılan hareketler,
adaletsizlikler ve kötü yönetim neticesinde Tahran’da patlak verdi.
12 Bu isyan Tahran’dan başka
diğer kentlere de yayıldı. İsyanlarıbastırmaya hükümet muvaffak olamıyordu.
13
Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız bütün bu gelişmelerin yaşandığı dönemde Osmanlı
Sefiri olarak Tahran’da bulunan Şemseddin Bey, II.Abdülhamit’e sunduğu arizasında bu sıcak
gelişmelerden bahsediyor. Şemseddin Bey’de daha önceki tespitlerde belirlendiği gibi, bu dönemde
tahtta bulunan Muzafereddin Şahın zayıf bir durumda olduğu, bu esnada hasta olduğu için, bütün
devlet işlerini o zaman sadarette bulunan sadrazam Ayniddevle
14 eliyle idare edilmektedir.
15
Aslında bu Sadrazam hürriyet düşmanıdır. O nedenle İran’daki halk hareketini baltalamaya
çalışmaktadır. Bu amaçla İran’ın meşhur hatiplerinden Seyyit Cemalettin İsfahani, hürriyetçi olduğu
gerekçesiyle Sadrazam tarafından Kum şehrine sürülmüştür. Aydınlardan Ağa Seyit Müctehit’de
hapsedilmiştir.
16 Şemseddin Bey, Ayn-iddevle’nin tedbirsizliği neticesinde bu olayların arttığını ve
geliştiğini söylemektedir. Tahran’da hürriyetperverler toplanarak, Seyyit Mehmet’in serbest
bırakılmasını istemişler fakat Sadrazam bunu yapmamıştır. Ordu ile hürriyetçiler arasında çıkan
çarpışmalarda, bir öğrencinin ölümüne rağmen, hürriyetçiler Seyyit Mehmet’i hapisten çıkarmayı
başarmışlardır. Tahran sokaklarında olaylar dinmek bilmemektedir. Tahran hürriyetçileri yeniden
toplanarak Sadrazam aleyhine gösteriler yapmaktadırlar. Bu nümayişlere ve taşkınlıklara ordunun
müdahelesi sonucunda 15 hürriyetperver daha öldürülmüştür. Ancak halkın hareketi dinmek
bilmemektedir. Hürriyetçiler bu kez de cuma camisinde toplanarak Sadrazam Ayn-iddevle ‘nin azlini
istemektedirler. Bu olaylar esnasında hürriyetçiler aniden Kum şehrine gitmeye karar vermişlerdir.
Ancak hükümet buna engel olarak gitmesine izin vermişlerdir. Bu kalabalık güruhun Kum’a gidecek
olması,olayların seyrinin daha da artıp şiddetleneceğinden korkulmuştur. Böylece yalnızca ulema
Kum’a gitmiştir. Ulema Kum yolundan Şaha bir mektup göndererek isteklerini kabul etmesini
istediler. Aksi takdirde başlayacak olayların önünün alınamayacağını söylediler. Böylece İhtilalin ikinci
kısmıbaşlamıştı.
17
Ulema Kum’a gittiği zaman bütün esnaf dükkanlarını kapatarak, onlarla beraber yola çıktı.
Sadrazam Ayn-iddevle durumun vehameti içerisinde, çarşıların derhal açılması için emir verdi. Eğer
dükkanlar açılmaz ise, sahiplerinin hapse atılıp,mallarına el konulacağı bildirildi. Aynı durum
9 Melikzade, a.g.e.,s.147.
10 Rusya %3 faizle Fransa’dan aldığı borcu %5 faiz ile İran’a vermişti.
11
J.Naibyan,a.g.e. ,s.29.
12 Ahmet Ekrem, Bugünkü İran, 1942, s.44-45.
13 HakkıRafi Ayyıldız, İran, İstanbul 1937, s.15.
14 Muzafereddin Şah’ın damadı da olan Ayniddevle bu dönemde Sadrazamlık yapmış, daha sonralarıVali olarak
Azarbeycan’a gönderilmiştir. İsa Seyf, a.g.e. , s.6.
15 “İran İnkılabı hakkında vuku bulan istinadata ve tefasil-i ahvale dair eski Tahran Sefiri Şemseddin Beyin
arizası” , Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Yıldız Esas Evrakı,Karton No:14, Evrak No:1365, Zarf No:126, Kutu
No:10.(Bundan sonra ,BOA. ,YEE.,adı geçen numaralar:a.g.n.)
16
İsa Seyf, a.g.e. ,s.40.
17 BOA ,YEE, a.g.n.Tahran’da da yaşandı. Ancak Tahran’daki tüccarlar bu haberi aldıktan sonra, Tahran’daki İngiltere
Sefaretine iltica ettiler. Kısa bir süre içinde 12.000 kişi bu sefarethane ve onun önündeki boş araziye
sığındılar. İstekleri Ayn-iddevle’nin azli, Anayasanın ilan edilmesi ve Kum’a giden ulemanın geri
dönmesi idi.
18 Bu gelişmelerle ilgili olarak Şemseddin Bey ise, olayları şöyle aktarıyor:”Sadrazam
Ayn-iddevle’nin hatası yüzünden heyecana gelen ulema kum şehrinde toplanmıştır. tahran ahalisinden
bir grup insanda İngiltere Sefaretine iltica ederek, Meclis teşkili talebinde bulunmuşlardır. Bunun
üzerine fazla gücü olmayan ve belki de Avrupa’ya olan seyahatlerinden mütessir bulunan
Muzafereddin Şah, ulema ve avamın talebini kabul ederek meclisin teşkilini emretmiştir.”
19 Şah
çaresiz kalarak Ayn-idedevle’yi de azletmek zorunda kalmıştır. İhtilalcilerin isteği üzerine aydınlardın
Mirza Nasırullah Han-ıMüşiriddevle’yi de sadarete getirmiştir.
Ulemanın baskıları ve halkın da direnmesi neticesinde Muzafereddin Şah, daha fazla
dayanamayarak Kanun-ı Esasinin ilanına izin vermiştir. Muzafereddin Şah sonunda 5 Ağustos
1906’da Meşrutiyeti ilan ederek, Meclisin kurulmasına, Anayasanın yazılması için emir vermiştir.
Şahın bu fermanı
20
İngiliz Sefaretinin bahçesinde bekleyen halka okunduktan sonra, sefarete
sığınanlar dışarı çıkmışlardır. Kum şehrine gidenlerde böylece geri dönmüşler, meşrutiyetin ilanını
zaferle kutlamışlardır.
21 Fakat Tahran’daki karışık durum hala devam etmektedir. Her kafadan bir
ses çıkmakta, halk bu yaptıklarının başarı kazanmasından cesaretle, her gün bir talepte
bulunmaktadırlar. Meclis ve taraftarları eğer istekleri kabul edilmez ise, Tahran’da ve diğer taşra
şehirlerinde karışıklıklar çıkaracakları konusunda gözdağı vermektedirler. Gerçekten de bu muğlak
durumda hem Tahran, hem de diğer bir çok taşra şehrinde düzen kalmamıştır. Şemseddin Bey, bu
dönemde İran’ın karmakarışık bir durumda olduğunu belirterek şöyle diyor: “ Yeni oluşturulmaya
başlayan Meclis çok kötü bir durumdaydı. Eşraf da Meclis taraftarlarının yanında yer almıştı. Ben de
Osmanlı Devleti’nin o zaman Tahran’daki Büyükelçi sıfatıyla bulunan bir kişi olarak, Şahın nezdinde
teşebbüste bulundum. Eşrafın da ihtilalciler tarafında yer almasından dolayı onlara ceza verecek olan
Şaha etki ederek bundan onu vazgeçirdim. Hatta İran Meclisine konu ile ilgili olarak yazmış olduğum
bir mektup da “Habl-ıMetin” gazetesinde yayınlanmıştır. Tahran’da bulunduğum bu esnada İran Şahı
bütün kuvvetleri tedarik ederek halktan tepki topluyor ve bu karmakarışık durumun devamına
sebebiyet veriyordu”
22 diyerek Şahın olaylar karşısında soğukkanlı olmadığını, panik içerisinde
hareket ettiğini ifade etmektedir.
Büyükelçi Tahran’da görev yaptığı esnada, İran’ın çok nazik bir ortamda
bulunduğunu,böyle kritik bir dönemde pek çok yayarlı işler yaparak, görevine sadık kaldığını
belirtiyor. Görev süresi içerisinde Devlet-i Aliye’ye sadakatle hizmet ettiğini söylüyor. Şimdiye kadar
İran ile ikili anlaşmalarda dahi esaslı bir şey olmadığını belirtiyor. Bu nedenle daha öncelerden
meydana gelen “mezhep ihtilafları” ve “siyasi meseleler” dolayısıyla İran ile Devlet-i Aliye’nin daha
sıcak ilişkiler kurup, çözümleyici sonuçlar üretmesi gerektiğini söylüyor. Eğer Osmanlı Devleti burası
ile ilişkileri geliştirmez ise, İran’ın Rusya ve İngiltere’nin kucağına düşeceğine dikkat çekerek şöyle
diyor: “ Eğer İran, İngiltere ve Rusya’nın kucağına düşerse, Osmanlı Devleti bu devletlerle “hem
hudut” olacaktır. Bu da bana göre son derece mahzurludur. Bu nedenle orada memuriyet yaptığım
sürece, Osmanlı -İran ilişkilerinin gelişmesi, devletimizin hayrına olan işlerin görülmesi için
uğraşacağım. İranlıların Devlet-i Aliye’miz ile irtibatı mümkün olmasa bile , Osmanlıya karşı çok
yabancı olmaması için mesaimi sarf edeceğim. 13 senelik memuriyet hayatım boyunca ortamın izin
verdiği ölçüde, her türlü zahmet ve fedakarlıklardan çekinilmemiş, bunun neticesi de son iki seneye
gelinceye kadar yerli ve yabancıların dikkatini çekecek şekilde söz konusu olmuştur.”
23
Görüldüğü gibi Osmanlı Sefiri kendini de bir nebze övdükten sonra, İran’da faaliyet
gösteren Rusya ve İngiltere’ye dikkat çekmektedir. Gerçekten de 1906 İhtilali sırasında Rusya ve
18
İsa Seyf, a.g.e. ,s.40.
19 BOA ,YEE ,a.g.n.
20 Fermanın metni için bak: İsa seyf, a.g.e. ,s.42.
21 Dr.Razi,Tarih-i Muvfassal-i İran, Tahran,s.514.
22 BOA ,YEE ,a.g.n.
23 BOA , YEE, a.g.n.İngiltere, İran’dan kendileri için yeni imtiyazlar almakta, buradaki nüfuzlarını artırmaya
çalışmaktaydılar. Şemseddin Bey bu noktaya dikkat çektikten sonra gelişmeleri şöyle aktarıyor:
“Muzafereddin Şahın vefatından sonra yerine oğlu Mehmet Ali Şah başa geçti. Onun tahta çıkmasıyla
bir aralık hükümetin nüfuzunu kullanacağı ve ıslahat yapacağı ümit edilmişse de ne asker, ne de para
mevcut olmadığı; ayrıca yeni Şahın azimli ve basiretli biri olmadığı görülerek ümitler boşa çıkmıştı.
Ayaklanmalar, karışıklıklar içerisinde sonuçta Meclis, Kanun-ı Esasiyi yeni Şaha da kabul ve imza
ettirmiştir. Bundan böyle karışıklık çıkararak isteklerini kabul ettirme eğilimi Meclis ve taraftarlarıiçin
bir kural olarak görülmeye başlandı. Ulema ve halkın bir kısmı da bu karışık ve asayişsiz durumdan
hiç memnun değildi. Durumun bir an evvel düzelmesini istiyorlardı. Asayişin sağlanamayacağından da
son derece ümitsizdiler.” Ayrıca bunların topluca Osmanlı tabiiyetine geçmek veya Memalik-i
Şahaneye göçüp yerleşmek istedikleri ama buna izin verilmediğini söylüyor. Halkın son derece ümitsiz
bir durumda olduğu,can ve mallarını muhafaza istekleri oluyor ise de bu gibi hareketlerin sanki
yabancı bir müdahaleye izin vereceği düşüncesiyle durumu idare etmek zorunda kaldıklarını ifade
ediyor.
24
Rusya, İngiltere, Fransa ve diğer devletlerin İran’da meydana gelen değişikliklerle ilgili
takip ettikleri politikalar hakkında da şu tespitlerde bulunuyor: “Takriben iki sene önce Kerbela’da
bazı İranlılar tutuklanıp, cezalandırılmıştı. Bu durum İran’da son derece büyük bir infial ve heyecana
neden oldu. Geçen sene vuku bulan Rusya hadisesinden dolayı Meclis ve taraftarları, gazeteler ve
farklı yollarla bizim aleyhimizde ağızlarına geleni söylemişlerdi. Hatta sefareti tehdit bile etmişlerdi.
Kendilerini İngiltere ve Rusya Devletleri’nin kucağına tamamen atmışlardı. Böylece sekiz-on seneden
beri oluşturulmaya çalışılan ve neticede yavaş yavaş alınmaya başlayan iyi ilişkiler ve hasıl olan
faydalar kaybedildi. Rus ve İngiliz Devletleri İran’da neşr ve ilan ettikleri anlaşmalar gereğince;
İran’ın kuzey tarafı Rusya’nın, güney tarafı ise, İngiltere’nin nüfuzu altında bulunmasına karar
verilmişti. Her iki devlet de nüfuzları altında bulunan bölgelerin işgaline hazır idiler. Fransa Devleti ise,
adı geçen devletlerin her biriyle beraberce bulunduğundun İran hakkında belli başlı bir politika takip
etmeyerek, Rusya ve İngiltere’ye yardımcı olmakta idi. Avusturya ve özellikle de Almanya ise, Rusya
ve İngiltere’nin tek başına İran’ı benimsemelerine pek rıza göstermemektedirler. Öncelikle İran’ın
mali idaresini, sonra siyasi durumunu bir teftiş ve müşterek bir idareye oturtulmasını tercih
etmekteydiler. Diğer devletler ise, İran’da meydana gelen İnkılaba, menfaatlerinin az olması
münasebetiyle hoşlanarak bakmaktadırlar. Rusya ve İngiltere arasında menfaatler bakımından ve
amaçlarınıİran’da kurup, geliştirmek için güç birliğine hazır ve mecbur bulunmaktadırlar. Fakat diğer
devletlerden hiç biri İran için ciddi fedakarlık etmek azminde de değildir.” Büyükelçiye göre, İran
kendi gücüyle de hayatını kurtarmaya pek muktedir görülmemektedir. Bu nedenle de İran devletinin
siyasi hayatının tehlikeli bir durum aldığınıdüşünmektedir.
25
İran üzerindeki bu devletlerarası rekabet, İran’ın iç durumu gibi nedenlerden de dolayı,
Tahran Sefarethanesi’nin konumu bu dönemde çok nazik ve müşküldür. Son derece kritik olaylar
içinde bir hadise meydana geliyor ki,, bunun “hakikat-i hal” ‘ini Şemseddin Bey şöyle anlatıyor;
“Hükümet işlerine müdahale eden ve nüfuz kurmaya çalışan meclis ve taraftarlarını, Şah
daima bertaraf etmek için çalışıp, uğraşmıştır ama yeni Şahın bu gayretleri her defasında
daha büyük bir ziyana neden olmuştur. Eskiden olduğu gibi gücünü kullanabilmeyi ve eski
durumunu iade edebilecek olan harici kuvvetlere baş vurmaya da tereddüt de bulunmakta idi.
Bu esnada gazete sahibi de olan önceki Şahın “heyet-i muhafaza riyasetinde” bulunmuş iken
Şah tarafından haksız yere azledilmiş olan Emir Bahadır Cengi, yeni Şah tarafından da kendi
muhafazasına tayin eder. Bahadır Cenk, itibarını iade eden Şah için bir şeyler yapmak da
istemektedir. Şahın nüfuz ve haysiyetini iade etmek amacıyla kendisi gibi gazete sahibi
olanlardan rical ve ulema ile işbirliği yapar. Galip gelirler ise, yabancı orduları davet etmek
düşüncesi ve niyetiyle meclis ve taraftarlarına hücum etmeye karar verilir. Bunun üzerine
Bahadır Cenk, Şahın muhafazası için 2.000 kişi kadar asker kuvveti oluşturup, tahtı
muhafazaya ayırır. Ayrıca Tahran’da bulunan yüz kadar süvari piyade Kazak Alayını
24 BOA , YEE, a.g.n.
25 BOA ,YEE, a.g.n.mühimmatı ile beraber Tophane meydanında tutar. O gece meclisin onayıyla başvekalete
gelmiş ve Kanun-ı Esasiyi müdafaya gayret göstermiş olan Nasir-ül Mülk
26
tutuklanıp
katledilme ile tehdit edilmiştir. Fakat İngiltere sefaretinin acilen müdahelesi üzerine tahliye
edilmiş ve Nasir-ül Mülk ertesi gün İran’ı terk ederek Avrupa’ya kaçmıştır.”
27 Görüldüğü gibi
günden güne Şah ile Meclis taraftarları birbirlerini alt etmek için teşebbüsleri fazlalaşıyordu. Bu arada
da Meclis taraftarlığında bulunan bazı vüzera tutuklanıp, Tahran’dan ihraç edildiler. Bu sıkı
tedbirlerden haberdar olan Meclis ve taraftarları ise, silahlanmış olarak Meclisin “mehil-i inikadı”
olan, Baharistan imaretine aceleyle gidip müdafaaya geçtiler. Nereden çıktıkları bilinmeyen binlerce
kişi Tahran’a girip Şah taraftarlarının yanına karıştıkları sırada, Tahran halkının büyük bir bölümü
Meclisin yardımına yetişmekte idi. Şemseddin Bey bu durum karşısında “artık herkes çok bir netice
ve vahim olaylar meydana geleceğinden şüphe etmeye başladı” demektedir. Artık halk her an
her şeyi beklemektedir.
28
Oysa ki, İran için tehlikeli olan asıl durum Rusya ve İngiltere idi. Rusya ve İngiltere İran’ı
kendi aralarında bölmek düşüncesindeydiler. Özellikle de Rusya, İran’ın kuzey bölümünü ve
Azerbeycan’ı ilhak etmek istiyordu. Bu iki devlet anlaşarak kendi aralarında gizli olarak İran’ı ikiye
bölmüşlerdi. Yaptıkları bu anlaşma 1907’ye kadar gizli kaldı. 31 Ağustos 1907’de ise, resmen
açıkladılar. Bu anlaşmaya göre, İran iki nüfuz bölgesine ayrılmıştı.
1-İran’ın güney doğu kısmıİngiltere’ye tahsis edilecektir.
2-Kuzey kısmı ve Azerbeycan ise, Rusya’nın nüfuzu altına verilecekti. Orta kısımda ise,
yansız bir bölge bırakılmıştı.
İngilizler kendi bölgelerinde daha çok aşiretlere para dağıtarak duruma egemen olmaya
çalışıyordu.
29 Asıl amaçları ülkenin güney-batısında yeraltı zenginliğine sahip olan Abadan Ahvaz
bölgesini ele geçirmekti.
30
İngiltere ve Rusya’nın İran üzerindeki nüfuzu ve istekleri konusunda tespitleri şöyleydi:
“İran’ın siyasi hayatının en büyük tehlikesi Rusya ve İngiltere’nin müşterek işgalidir. Bu
müşterek işgalin birinci neticesi, İran’da can, mal emniyeti, ticari ve ekonomik hayatın
sekteye uğramasına neden olmuştur. Gözlerimizin önünde cereyan eden bu durum Şahın dahili
kuvvetleri ile bu derece heyecana gelmiş olan meclis ve taraftarlarını bertaraf etmeye
muktedir olmayacağı gerçeğidir. İki taraf arasında bir çatışma çıkacak olur ise, Şah ve
taraftarlarının yenilmesi ve bilahere yabancı bir devletin müdahelesi ile askeri bir işgal olur
ise, İran’da dehşetli bir karışıklık çıkabilir. İran’ın yabancı bir devlet tarafından işgali
Memalik-i Mahruse-i Şahaneden olan “Anadolu Kıta-ı Cesimesi” için mahzurlu bir durum
olacağına kanaat eylemiş olduğum için, İran’da böyle bir karışıklığın vuku bulmamasını arzu
etmek ve mümkünse bu yolda gayret sarf etmek Devlet-i Aliye için de faydalı ve önemlidir.”
31
İran’daki bu karışık ve karmaşık dönemde tahta çıkan yeni hükümdar M.Ali Şah’ın
hürriyet hareketlerine karşı tutumu çok olumlu değildi. Çünkü Rus bir öğretmenin yanında öğrenim
görmüş tamamen Rusların etki ve nüfuzu altında idi. Aslında bu sıralarda Rusya da, İran’da yeni bir
rejimin kurulmasını istemiyordu. M.Ali Şah Meclisi kapatmak ve Meşrutiyet rejimini kaldırmak
amacındaydı. Bunun için çeşitli çarelere başvuruyordu. Sonuçta iki grup arasında şiddetli çatışmalar
yaşanıyordu.
32
26 Yeni Şah M. Ali Meşrutiyet hareketini baltalamak için çok uğraşmıştır. Onun içinde meşrutiyet taraftarı olmayan
Atabek’i Sadrezemlığa atamıştır. Ancak Atabek 31 Ağustos 1907’ de Meclis’ten çıkarken Azerbeycan
hürriyetçilerinden fedai Abbas Ağa adlı bir kişi tarafından öldürülmüştür. Atabek öldürüldükten sonra, Şah çaresiz
olarak meclisin teklifini kabul ederek aydınlardan Nasir-ül Mülk’ü sadrazam seçmiştir. İsa Seyf, a.g.e. ,s.54.
27 BOA ,YEE , a.g.n.
28 BOA ,YEE ,a.g.n.
29
İngilizler benzer bir politikayıIrak bölgesi için de uyguluyorlardı. Selda Kılıç, “Osmanlı Devleti’nin Uzak
Eyaleti Irak’a Dair Bir Islahat Programı Önerisi”,(yayınlanmamış makale).
30
J.Naibyan,a.g.e. ,s.84.
31 BOA ,YEE ,a.g.n.
32
İsa Seyf, a.g.e. ,s.69.Tahran’daki bu karışık durumun vehametinden korkuya kapılan yabancı ülkelerin sefirleri
de toplanarak, sefarethanelerinin muhafazası ve sefaret maiyetinde iken o dönemde geriye çekilmiş
olan Kazakların yine sefirlere iadesi için Şah nezdinde teşebbüs de bulunmak üzere Avusturya ve
Fransa Sefirlerini görevlendirdiler. Osmanlı Sefiri Şemseddin Bey’de bu kötü ve karışık durum
karşısında, herhangi bir işgal eğer söz konusu olur ise, insaniyet namına tüm devlet sefirlerinin
müşterek olarak bazıteşebbüsler ve tesirlerde bulunup bulunmayacaklarını sorduğunda, Rus Sefiri ile
İngiliz Maslahatgüzarı devletlerinden özel bir talimat aldıklarından dolayı kimse ile müşterek hareket
edemeyeceklerini söylemeleri üzerine, Sefirler Heyeti (Heyet-i Süfera) bu konuda ortak bir hareket
de bulunmaktan kaçınmışlardır.
33
Sefirler Heyeti’nin aldığı karar gereğince ertesi günü Avusturya ve Fransa Sefirleri birlikte
Şahı görüp, sefarethanenin muhafazası ve Kazakların iadesi, tüm sefirler adına talep edilmiştir. Şah
tarafından da bu konuda muvafakat verildikten sonra belirtilen sebeplere binaen vahim neticeler
olmaması, en önemlisi kan dökülmemesi ve bu karışıklığın önünün alınmasıiçin elden gelen tüm gayret
ve imkanın kullanılmasını Osmanlı Sefiri kendi namına Şaha tavsiye etmiştir. Şemseddin Bey, böyle
bir uyarıyı kendi mevkiinde bulunan birisi için, saltanat-ı seniye’nin İran’daki nüfuzu ve azametine
uygun düştüğünü ifade etmektedir. Hatta Şaha ve iki muhalif gruba bu durum iyi etki yapmış, tarafsız
sefirler tarafından dahi takdir edilmiştir. Şemseddin Bey daha sonra Şaha İran’ın içinde bulunduğu
durum ile ilgili olarak şu görüş ve tavsiyelerde bulunmaktadır; “ İki grup arasındaki ihtilafın
çözümlenerek, Meclisde uzlaşılmasını tavsiye ettim. Benim bu yoldaki teşebbüsatım Şaha ne
kadar tesir edip etmediğini bilemem ancak eğer Şah meclis taraftarlarını bertaraf etmekte
kendisinde yeterli kuvvet görmüş olsa idi, hiç bir nasihate kulak vermeyerek icra-yı maksadını
gerçekleştireciğinden kimsenin şüphesi yoktur. Fakat benim bu tavrım ve davranışım devlet-i
aliye’ye muzır gördüğüm ve zararı olacağı bir olayı engellemeye çalışmam ayrıca Osmanlı
Devleti’nin şanı ve büyüklüğü hasebiyle İran’da meydana gelebilecek böyle karışık bir
durumu engelleme çabasında oldum. Ayrıca dahilde ve hariçde iyi tesir ederek sefaretimizin
ulvi vazifelerini ispat,mevkii ve konumunu ilan etmiş olması dahi hareketimin
mahiyetindendir.” diyerek İran’ın içinde bulunduğu karışık durumdan dolayı kaygılarını dile
getirmektedir. Eğer İran Avrupalı devletlerin etkisi ve nüfuzu altında kalır ise bundan OsmanlıDevleti
de zarar görür demektedir.
34
İran’daki bu iki grup arasındaki ilişkilerin, sefirler ve sefaret memurları ile ecnebi tebaya
karşı hiç bir kötü niyetin söz konusu olmadığı, bu nedenle yabancıların müsterih olmaları için Şahın
teminat verdiği görülüyor. Belki de bir taktik olarak Rusya Sefiri ile İngiltere Maslahatgüzarının Şahın
bu tavrı karşısında, iyi niyet ve durumu düzeltmek için, buhranı bertaraf etmek yolunda beyanat
vermiştir. Bu da yabancı misyon arasında memnuniyet yaratmıştır. Ruslar ve İngilizler de belki de
politika gereği olarak karışıklığın düzeltilmesi için, kendilerinin de gayret içinde olduklarını
belirtiyorlar. Diğer büyük devletlerin sefirleri de uygun birer cevap vermişlerdir. Şemseddin Bey,
“...eğer ben de bu esnada cevap vermekten kaçınmış olsaydım, öteden beri kabul edilen
konumuma uygun olmayan, mevkiisiz ve zararlı bir şekilde hareket etmiş olacaktım. Ben de
bunun için, İran’ın siyasa hayatını tehlikeye düşürebilecek hareketlerden ve bu karmakarışık
durumdan kurturulması ve keşmekeşlikten kaçınılmasını tavsiye ettim.”
35demektedir.
Ayrıca çekinmeden, cesaretle İran’ın bütün vaktini bu mücadeleler ve çekişmelere
ayırmamasını, eğer bu çekişmeler devam eder ise, yabancıların eline düşeceklerini ifade ediyor. Ufak
bir gözdağı vermekten de kaçınmayarak; “kendilerini korumaktan aciz olan İran’ın, maddeten
veya manen Devlet-i Aliye’ye zarar vermeye hiç bir zaman muktedir olamayacağını” belirtiyor.
Ardından yine tavsiyelerine devam ederek; “ İran deniz kuvvetlerini tam anlamıyla düzenlemez
ise, yabancılara karşı bir kat daha eğilimleri lüzumlu olacaktır. Düşmanca işlerden de
kaçınmak gerekir.”
36 demektedir. OsmanlıSefirinin çok önemli olan tespiti de İngiltere ve Rusya ile
33 BOA ,YEE ,a.g.n.
34 BOA ,YEE ,a.g.n.
35 BOA ,YEE ,a.g.n.
36 BOA ,YEE ,a.g.n.ilgilidir. Rusya ve İngiltere’nin İran’ı tamamen benimsemiş olduklarını, bu nedenle İran’a karşı
alınacak tüm tedbir ve davranışlarda bu iki devletin de hesaba katılması gerektiği üzerinde duruyor.
İngiltere ve Rusya’nın İran’ı pek çok yönden idare etmekte olduğunu , kendisinin de İran’da devam
eden memuriyet hayatı boyunca yaptığı her işte ve hareketlerinde bu ince siyasete dayanan bir durum
izlediğini açıklayarak önemli bir noktaya dikkat çekiyor

Konular