SA’DÎ-Yİ ŞÎRÂZÎ’NİN İDARECİLERE BAKIŞI VE MEDHİYEYE GETİRDİĞİ YENİ BOYUT

Sa’dî-yi Şîrâzî, İran edebiyatı tarihinin en büyük şairlerinden biri ve bir ahlak öğretmeni olarak tanınmıştır. VII/ XIII. yüzyılda yaşamış olan bu büyük şahsiyet, Moğol istilası döne­minde İslam coğrafyasının büyük bir bölümünün içerisinde bulunduğu sıkıntıları, kederleri, halkın yaşamakta olduğu çok zor şartları bizzat müşa­hede etmişti. [1]

Böyle sıkıntılarla dolu bir dönemde dün­yaya gelen Sa’dî, Bağdat Nizamiye medreselerin­de öğrenimini tamamladı. Ancak diğer arkadaş­ları gibi icazet alır almaz hemen memleketine dönmedi. O, asıl ders kitabının, dünyada sürekli cereyan halinde bulunan, canlı olarak yalanan ha­diseler olduğunu, kendisi bu kitabı henüz okuma imkanı bulamadığı için alması gereken daha nice dersler bulunduğunu, dolayısıyla da eğitim dö­nemini tamamlamamış olduğunu düşünüyordu, Bu yüzden asıl öğrenimine başlamak amacıyla büyük bir işe girişti. Hayatında Kimsenin cesaret edemeyeceği bir dönemi, anarşinin, kargaşanın hüküm sürdüğü bölgelerde ömrünün önemli bir bölümünü içerisine alacak, sınırları oldukça ge­niş bir seyahat devresini başlattı. Gezmeye ve görmeğe olan şiddetli arzusu, onu çok uzak böl­gelere, rengi dili, ırkı, dini sosyal yaşantısı birbi­rinden tamamen farklı insanlar arasına çekti gö­türdü. Eserlerinden ve kendisi hakkında yazı­lanlardan anlaşıldığına göre, emniyet ve ulaşım probleminin yoğun olarak yaşandığı o klasik çağda başta Iran olmak üzere Irak, Hicaz, Suriye, Lübnan, Anadolu, Orta Asya ve daha başka böl­geleri gezip gördü. Siyah, san, beyaz… her ırtkan; hristiyan, yahudi, müslüman, mecusi… her dinden insanlarla görüştü, konuştu, kısa ya da uzun süre­li birliktelikler yaşadı. Kendi ifadesiyle dünya dershanesinde hayat dersini ve tecrübe eğitimini aldı. [2]

Sa’dî, böylelikle tecrübe alanındaki eğiti­mini de tamamlamış oluyordu. Uzun yıllar sü­ren bu seyahatlerinde gördüklerini, duydukları­nı, bizzat yaşadıklarını bir araya topladı ve ken­disinden sonra gelecek olanlara çok değerli, İb­ret, öğüt ve hayat tecrübesi dolu veciz eserler bıraktı. Kalp gözlerini açarak gezmiş olan Sa’di, bu yüzden olayları değişik bir açıdan izleme im­kanı bulmuştu. Her zerrenin hakikati gösteren bir ayna, her yaprağın marifet kitabının bir say­fası olduğunu gözlemledi. Yine aynı gözle biz­zat içerisinde yaşadığı toplumu, o toplumu oluş­turan bireyleri, yönetenleri ve yönetilenleri dik­kat ve ibret dolu bakışlarla inceledi. Çıkardığı sonuçlan, çok değerli tecrübeleriyle harmanla­yarak kendisinden sonra gelecek olanlara, kura­caklarını umduğu barış ve huzur toplumlarının oluşmasında belki faydalı olur amacıyla arma­ğan etti. [3]

“Bütün bu bahçeleri gezip de, dostlara bir hediye götürmezsem yazık olur“. [4]

Sa’dî, halka öğüt veren ve kötülüklerin et­kisinden kurtulamayıp da kendisi söyledikleri­nin tersini yapan nasihatçiler gibi değildi. Kendi­si yaşamadıkça başkalarına vereceği nasihatlerin bir faydası olamayacağına inanırdı. Her kesimden insanlarla görüşüp konuşan Sa’dî, farklı tabakalar, yapılar ve mizaçlardaki insan psikolojilerine vakıf olduğu için her sınıfın anlayacağı dille konuşurdu. [5]

Sa’dî’nin oluşmasını şiddetle arzuladığı ve bütün çabasını bu yolda sarf ettiği mutluluk dolu dünya düzeni, diğer bir ifadeyle “Medîne-i Fâzılâ”sı, adalet ve hak temelleri üzerine yüksel­mektedir. Bu yüzden eserlerinde hep bu dünyanın hayallerini kurar, bu dünyayı uzun uzun tasvir eder. Onun sevdiği ve övdüğü idareciler, yüce ya­ratıcının dergahına, gösteriş karıştırmadan sami­miyetle yüz süren, gündüzünü halka himmetler­le, gecelerini de Rabbına yönelip ona karşı gö­revlerini yerine getirmeye çalışarak geçiren bü­yük şahsiyetlerdir. Çünkü o, yaratıcıyı tanıma­yan, onun çizdiği sınırları gözetmeyen sultanla­rın iyi birer idareci olamayacakları ve saltanat­larının da uzun sürmeyeceği inancım taşımakta­dır. Bu bağlamda külliyâtının hemen her bölü­müne serpiştirdiği veciz cümleleriyle, özellikle Bostan adlı ünlü eserinin ilk bölümünü padişah­lara ayırmasıyla bu konunun son derece Önemli olduğunu vurgulamaktadır. [6]

Yaşadığı dönemde hüküm süren emirler ve sultanları, yumuşak bir tarz ve tatlı bir dil ile daha önce yaşamış olan kralların, idarecilerin hayatlarından Örnekler de vererek adaletli ve insaflı olmaya, insan haklarına Önem vermeğe çağırıyor, sözlerinden birilerinin rahatsı/ olabileceğini, belki de sonunda cezalandırılacağım bile hiç önemsemeden muhatabına İkazlarını ve eleştirilerini açık ve sade bir dille yöneltiyordu?. [7]

“Sen yüce yaratıcının emrinden çıkma ki,

halk da senin emirlerini dinlesin” [8]

“Yoksulların durumunu gözet. Onların

gönlünü al. Hep kendi rahatına takılıp kalma.

Sadece kendi rahatını düşünürsen, senin

ülkende hiç kimse rahat ve huzur yüzü göremez “[9]

“Sakın adaletten ve doğruluktan ayrılma. Yoksa halkın seni dinlemez“! [10]

“Yönettiği halka adaletle ve insafla mua­mele eden padişahtan daha mutlu kim olabilir?[11]

Sa’dî, devletin devamım, ilerlemesini, yö­neticilerin halk ile her konuda sıkı ilişkiler içe­risinde olmalarına, idareleri altında bulunan in­sanlar arasında hiç bir fark gözetmeksizin onlara adalet insaf ve şefkat ölçülerini esas alarak mua­melede bulunmalarına, yapacakları her icraatta halkın faydasını gözetmelerine bağlamaktadır. Halkı yönetecek makamlara, nefislerinin ve kötü arzularının esiri olan kişilerin değil, her nerede bulunursa bulunsun, her an yaratıcının gözetimi altında bulunduğunun bilincinde olan iyi ahlaklı şahsiyetleri getirmek gerektiğini vurgulamak­tadır:

“Halkın basına yönetici olarak Allah’tan korkanları tayin et. Çünkü senin ülkeni ona­rıp geliştirecek olanlar, Allah korkusu taşı­yan kişilerdir” [12]

“Sultan, bir ağaç gibidir. Halk ise o ağacın kökleridir. Ey oğul, ağaç köklerinden, güç alır.” [13]

“Ülkesinde yaşayan insanları inciten sul­tan asayiş ve Huzuru ancak rüyasında görebilir” [14]

“Gönlünün rahat ve huzur ile dolmasını istiyorsan, dertlileri çaresizlikten kurtar“[15]

“Allah, seni yöneticilik sıfatıyla onur­landırdı ve sana özel bir makam verdi. Sen adalet ve doğrulukla öyle davran ki, bir gün padişahlık elinden gittiğinde de aynı saygıyı görebilesin, aynı değerini yine de koruyabilesin.[16]

Daha sonraki dönemlerde gittikçe yükse­len bir ivme kazanan medhiye türünü, îran’lı şa­irlerin önemli bir bölümü, özel münasebetler dolayısıyla şiirlerini padişahlar, emirler ve ile­ri gelen şahsiyetlerin Övgüsünde yoğun bir şekil­de kullanmaya başladılar. Resmi günlerde, bay­ramlarda, milli ve dini törenlerde ve zafer kutla­malarında övgü dolu kasidelerini, memduhları-nın hu/urunda okuma geleneğini oluşturdular. [17]

Şairler, memduhlarınm büyüklüğünü, gü­cünü ve kendisinde bulunsun ya da bulunmasın çeşitli özelliklerini abartarak, istiareler ve çeşit­li sanatlarla da süsleyerek dile getiriyor ve bu­nunla hem övdükleri şahsiyetler için yeni dost­lar kazandırmayı hem de aynı zamanda düşman­larının gözünü korkutmayı amaçlıyorlardı. Şair­lerin bu tutumu, sonuçta hakkında medhiyelcr dizilen sultanların ve emirlerin etrafta ün sal­masında, konumlarının güçlenip hakimiyetleri­nin yayılmasında da önemsenecek ölçüde etkili oluyordu. Bu yüzden daha sonraki dönemlerde iktidarı elde tutan idareciler ve biraz daha genişleyen çerçeve içerisinde çeşitli makam ve mevki sahipleri, şairlere büyük önem verdiler. Övgü dolu şiirleri karşılığında bol miktarda he­diyelerle onları kendilerine yaklaştırıp bir kıs­mını da saraylarına çekerek saray şairleri sınıfı­nın oluşmasına ortam hazırlamış oldular. Bu uygulamalardan hoşlanan şairler de, çok rahat bir ortam olan saraylara girebilmek ve daha yüce makamlara ulaşabilmek maksadıyla memduhla-rını daha üst perdelerden teranelerle Övme yarı­şına girerek bu yolda bütün şairlik kabiliyetleri­ni kullanmaya başladılar. Bütün bu gelişmelerin sonucunda, şairler arasında ciddî rekabetler ya­şanmaya başlandı. Şairler, memduhlarınm cö­mertlik, şecaat, yiğitlik, büyüklük, ilim, takva v.b. çeşitli açılardan çoğu zaman belki de hiç taşımadıklan özelliklerini mübalağalı bir tarzda dile getirmeyi kendileri İçin en büyük görev ola­rak kabul eltiler.[18]

Medhiyeci şairlerin en çok beğendikleri ve öve öve bir türlü bitiremedikleri en üstün sıfat, kendilerini de çok yakından ilgilendiren, memduhlarınm cömertliği ve şecaati idi. Çünkü memduhlarınm onları da düşünebilmesi için çok cömert olmaları gerekiyordu. Medhiye konusu­nun asıl işlendiği şiir türü, kasîdedir. Ancak diğer bazı şiir türleri de bu konunun işlenme­sinde yer yer kullanılmıştır. [19]

Kaleme almış olduğu eserlerinden ve ken­disiyle ilgili olarak yazılmış olan kaynaklardan edinilen bilgilere göre onun, kesinlikle hiç bir zaman, menfaat sağlama, yüksek makam ve mev­kiler elde etme amacıyla kimseyi övmemiş oldu­ğu ifade edilebilir, îran edebiyatının en büyük sö?. ustaları arasında yer alan şairin, medhiye ko­nusunda kendisinden öncekilerde görülmeyen bu yeni tarzı, gerçekten önemli ve dikkat çekici bir noktadır. Kasidelerinin hemen hemen büyük bir bölümünde diğer şairlerin yaptığı gibi memdu-hunu bin türlü abartmalarla, yalanlarla, akla hayale gelmeyen ifadelerle, onda olmayan sıfat­larla yere göğe sığdıramayıp insanüstü makamla­ra yüceltmek yerine; ona aydın, ileri görüşlü bir öğretmen gibi ahlak ve fazilet dersleri vermeye çalışmıştır. [20]

Bu yüzden medhiye yazan şairler arasında Sa’dî’yi diğerlerinden ayrı bir yere koymak gere­kir. O, muasırı olan memduhu Ebubekir Sa’d b. Zengî’yi överken, Hülagu Han’ın bazı üstünlüklerini anlaurken ya da diğer şahsiyetlerden bah­sederken hiç bir zaman yalanlar, abartılar ve ola­ğanüstü sıfatlarla övgü dizmemiş, tam tersine yeri geldiğinde onları bazen yumuşak bir dille, bazen de korkutarak uyarılarda bulunmuş, önce, taşıdıkları iyi sıfatlan Överek başladığı şiirle­rinde nasihatin faydalı olacağına inandığı bir ortam hazır olur olmaz hemen uyarılarına ve Öğütlerine başlamıştır.

“Bu devran çok döndü, dönmeye de devam edecek. Akıllı kişiler, dünyaya gönül bağlamazlar.

Şahnamelerde Rüstem’den, Isfendiyar’dan bahsederler ki, mülkün başında bulunan ida­reciler bu dünyanın nice sultanlardan sonra bize yadigar kaldığını anlasınlar.

Onlar hep gittiler de bizim gibi yüzsüzler hiç ibret almadı.

Er geç bu nazenin beden de toz toprak olup gidecek.

İnsanoğlundan geriye iyi bir ad kalması, altın yaldızlı saraylar bırakıp gitmesinden daha hayırlıdır’. [21]

Kasideleri, diğer şairlerin alışılagelmiş kasideleri ndeki övgülerin tamamen dışında, nasi-hatçİ, korkutucu bir gönül adamının, başka bir düşünce ve ruh atmosferinin havasını andırır. Memduhlarmdan birisi için yazmış olduğu kasi­desinde şu ifadelerde bulunur:

“Bu fani sarayda padişahlar nobetleserek/ sırayla saltanat sürerler. Şimdi senin sıran-dtr, ey melik adalet ile hükmet.

Bu mülkün başında nice ulu sultanlar vardı! Ömürleri tükenince çekip gittiler.

Sen adam ol ve neye gücün yetiyorsa bera­berinde götür. Bak. başkaları götüremediler. Hasretle bırakıp gittiler!

Senin mülkünü ve memleketini koruyan iki şey vardır. Bunları sana açıklayayım: Biri, zorba insanları kahrederek ezip geçmen, diğe­ri de, çaresizlerin kapısından lütuf ve ihsan ile girmendİr.

Savaşçılar, ülkeleri kılıçla mücadele ede­rek aldılar. Sen karayı da, denizi de adaletin, himmetin ve ileri görüşlülüğün ile fethettin. Senin halkını incitmeye yeltenen idareci­ler, mülkünün düşmanıdır. Onların öldürül­mesini emret.

Doğuyu ve batıyı fethetmeye uğraşma. Sa-, vaşma. Bir gönül elde et. Bir paslanmış gön­lün pasını sil.

Ben her telden lafazanlık yapan uzun dil­liler gibi seni ‘ey misk yağdıran bulut’, ‘ey mücevher fışkırtan deniz’ diye övemem.

Takdir edillen ömür ne artar ve ne de eksi­lir. O halde kıyamete kadar payidar ol dem nin ne anlamı var?! [22]

Dikkat edildiğinde görülecektir ki, şair, kanaat dairesinden bir adım bile dışarıya çıkma-mamakta, şahsiyetini ve kendisine olan saygısını hiç bir şekilde zedelemeden sultanlara ve emirle­re yaklaşmaktadır. Ancak bu yaklaşma dilencilik ve lafazanlık yaparak dünyevi menfaat sağlamak amacıyla değil, sadece onlara öğüt vermek, yöne­timleri altında bulunan ve evrendeki en değerli, en yüce varlık olan insanların haklarını gözetme­leri, onları incitmemeleri konusunda birtakım hatırlatmalarda bulunmak maksadıyladır. [23]

Bu büyük söz ustasının kasidelerinde yer alan medhiyelerini, diğer şairlerin mcdhiyelerin-den ayıran bazı özellikleri şöyle sıralayabiliriz:

l- Medhiyelerinde orta yolu izlemesi: Sa’dî’nİn Arapça ve Farsça olarak kaleme almış olduğu kasidelerinin tamamı, bin beyitten biraz fazladır. Bunların yarıya yakını, düşünce, vaaz, öğüt, yüce yaratıcıya övgü ve tabiat tasvirleri gibi konulardan oluşmakladır. Buna karşın diğer şairlerin binlerce beyitten oluşan kasidelerinin hemen hemen Önemli bir bölümü, sultanları, emirleri mevki ve makam sahibi şahsiyetleri, çoğu zaman kendilerinde olmayan sıfatlarla Övmek için kaleme alınmış medhiyeler ile doludur.

2- Sa’dî, daha önce ifade ettiğimi/ gibi, ka­sidelerinde birilerini överken asla zillete düşme­miş, memduhunda aslında hiç bulunmayan bir üs­tünlüğü ona yamamak onu çeşitli mübalağalar ile yüceltmek için kendini alçalimamış ve şahsi­yetini değersiz menfaatler karşılığında ayaklar altına sermem iştir.

3- övdüğü kimselerin faziletlerini, iyi huylarını, olumlu yönlerini beğenerek öne çıkar­mış, bu iyi davranışları teşvik amacıyla da başka­larına tavsiye etmiştir. Memduhunda bulunma­sını istediği iyi bir hasleti de ibret alınıp hayata geçirilmesi için yaşanmış örneklerle birlikte sunmuştur. Diğer medhiyeci şairlerin büyük bir bölümü ise, memduhlarının hiç bir hatasını gör­mezler, onları günahsız, hatasız şahsiyetler ola­rak kabullenir ve çok mübalağalı İfadelerle öve­rek göklere çıkarırlardı. — r v- s-^-r-rt^

4- Sa’dî’yi diğer şairlerden ayıran önemli özelliklerden biri de , onun sultanlara, emirlere ve idarecilere yaptığı nasihatlerin bazen korku­tucu bir yapıya bürünmesi, sultanları halka ada­letli davranmaya çağırırken, cesaretli ve korku­suz bir yaklaşımla ahiret azabıyla korkutan şi­irler söylemiş olmasıdır. [24]

“Ömrün iki meyvesi vardır: iyi bir ad bırakmak ve ahir ette seni kurtaracak sevabı kazanmak. Bunları bîr tarafa bırakırsan, ge­riye kalan her şey fanidir.

Ahiret sarayını güzel iğler yaparak onar. Yoksa bu geçici saraylara güvenilmez.

Padişahlar, bu fani dünyada geçicidirler. . Sonsuza kadar baki kalacak olan sadece Allahtır. [25]

Memduhlarından birini Överken yine nasihat dolu cümlelerini ard arda sıralayan şair, ma­kam, mevki ve dünya saraylarının geçici olduğu­nu, iktidar sahiplerinin bunlara aldanıp da mağ­rur olmalarının çok yanlış bir davranış olacağını, asıl devletin ileride kendilerini beklediğini ifade eder:

“Geçmiş padişahlardan, bu feleğin verdiği sözde durduğunu söylediklerini hiç işitme­dim .

Bu elindeki devlete ve uzun Ömrüne gü­venme, önünde sonu olmayan ebedi bir devlet var.

Ebedi devlet sarayı, ahiret nimetleridir. Temel atacağın zaman sağlam zemin bul.

Geçici olan şeylere anla gönül bağlama. Çünkü Dicle, halifeden sonra da Bağdat’tan akıp gitmeğe devam edecektir.

Etinden geliyorsa, hurma ağacı gibi cö­mert ol. Eğer bir şeyler yapamıyorsun servi gibi azad ol.

İhtiyaç ellerini, hiç bir şeye muhtaç ol­mayanın dergahına kaldır. Çünkü senin ih­tiyaçlarını ondan başka giderecek kimse yoktur. [26]

——————————————————————————–

[1] Ekrem, Seyyid Muhammcd, “Cihânbî-nî-yi Sa’dî”, İkbâliyyât, 3/1 Lahor 1366 hş./1988, s. 60-61

[2] A.g.e., s. 61; Tabâlabâî, Muhît, “Hâne-yi Sa’dî, T.rağma, 46/6 Tahran 1352 hş., s. 331.

[3] Şîrâzî, Sa’dî. Bostan (nşr. ö. Huseyn Yûsufi), Tahran 1372 hş. (Mukaddime), s. 20-21; “Cihânbînî -yi Sa’dî”, s. 61.

[4] Şîrâzî, Sa’dî, Külliyât-ı Sa’dt (nşr. Mu­hammed Ali Furûğî), Tahran 1369 hş. (Bostan), s. 205.

[5] “Cihânbînî-yi Sa’dî”, s. 52.

[6] “Cihânbînî-yi Sa’dî”, s. 55; Bostan (Mukaddime), s. 20.

[7] “Cihânbînî-yi Sa’dî”, s. 56. 8- Külliyât (Bostan), s. 210.

[8] Külliyât (Bostan), s. 210.

[9] Külliyât (Bostan), s. 211.

[10] Külliyât (Bostan), s. 212.

[11] Külliyât (Bostan), s. 212.

[12] Külliyât (Bostan), s. 212.

[13] Külliyât (Bostan), s. 211.

[14] Külliyât (Bostan), s. 211.

[15] Külliyât (Bostan), s. 253.

[16] Külliyât (Kasâîd), s. 730.

[17] Fesâî, Mansûr Restigâr, Envâ-i Şi’r-i Fârsî, Şîrâz 1373 hş., s. 180; Deşlî, Ali, Kalem-rov-İ Sa’dî, Tahran 1339 hş., s. 314.

[18] Envâ-i Şi’r-i Fârsı, s, 18İ; “Cihânbî-nî-yi Sa’dî”, s. 57; Karîb, Abdulazîm. “Cİhân-bînî-yi Sa’dî ve Cihânbînî-yİ Hftflz”, Ar­mağan, 40/10, Tahran 1350 hş. s, 677.

[19] Envâ-i Şi’r-i Fârsî, s, 185; Kalem-rav-İ Sa’dî, s. 316; Şefi’î, Mahmûd, “Heme Gû-yend Velî Gofte-yi Sa’dî Dîgerest.”, A rma-ğan, 47/3, Tahran 1357 hş. s. 167.

[20] Kalemrov-i Sa’dî, s. 324; “Hâne-i Sa’dî”, Yağma, 26/6, Tahran 1352 hş, s. 331.

[21] Külliyât (Kasâid), s. 745.

[22] Külliyât (Kasâid), s. 745-746.

[23] Kalemrov-İ Sa’dî, s. 317,

[24] A.g.e., s. 324-329.

[25] Külliyât (Kasâid), s. 741

[26] Külliyât (Kasâid), s. 710.

Konular