HACI HÂFIZ MEHMED BULAK ÂGÂH ve DÎVÂNI

Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 15, Sayı 2, 2006, s.425-440
425
Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Türkçe Eğitimi Bölümü
sakpinar@selcuk.edu.tr
ÖZET
Klasik Türk edebiyatının adını pek duyuramamış şâirlerinden biri olan Âgâh,
H. 1040/M. 1630-1631’de Semerkand’da doğmuştur. Asıl adı Mehmed Bulak’tır. Hacı
Hâfız olarak da bilinen Âgâh, pek çok şehri dolaştıktan sonra Âmid (Diyarbakır)’e
gelmiş (H. 1080/M. 1669) ve ömrünün sonuna kadar da burada kalmıştır. Âgâh,
Âmid’deki zengin bir edebiyat topluluğunun da başında bulunmuş ve burada bir çok
öğrenci yetiştirmiştir.
Türkçe ve Farsça iki dîvân sahibi olan Âgâh’ın şiirlerinde, Sebk-i Hindî ve
hikemî tarzın etkilerine rastlanılmaktadır. Şâirliği dışında hattat, müzehhip, mücellit,
hakkâk ve ressam olarak da tanınan Âgâh, H. 1141/ M. 1728’de Âmid’de vefat etmiştir.
Bu makale ile şâir Âgâh’ın Türkçe Dîvânı ve edebî kişiliği tanıtılmaya
çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Âgâh, Dîvân, Âmid, Sebk-i Hindî, Hikemî Tarz.
HACI HÂFIZ MEHMED BULAK ÂGÂH and HIS DIVAN
ABSTRACT
Âgâh who is one of the unknown poets of the classical turkish literature was born in H.
1040/M. 1630-1631 in Semerkand. His real name is Mehmed Bulak. After going many
cities Âgâh who was also known as Hacı Hafız comes to Âmid (Diyarbakır)
(H. 1080/M. 1669) and lives there till the end of his life. Âgâh also becomes the chief
of a rich literature community and educates many students.
Âgâh has two Divan in Turkish and Farsça and his poems the effects of
Sebk-i Hindî and hikemî style are seen. Âgâh who was also known as calligrapher
illuminatör, bookbinder, engraver and painter beside his poet died in H. 1141/M. 1728
in Âmid.
In this article it is tried to tell about poet Âgâh, his Turkish Divan and
literary personality.
Key Words: Âgâh, Divan, Âmid, Sebk-i Hindi, Hikemî Style
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 15, Sayı 2, 2006, s.425-440
426
Giriş
Âgâh (M.1630-1728), Osmanlı Devleti’nin siyâsî ve sosyal yönlerden duraklamaya
başladığı dönem (on yedinci yüzyılın ikinci çeyreği) ile gerileme döneminin (on
sekizinci yüzyıl) başlarında yaşamış bir şâirdir.
Semerkand doğumlu olan Âgâh, ömrünün büyük bir kısmını dönemin kültür
merkezlerinden biri olan Âmid’de ( Diyarbakır) geçirmiş; hatta burada Lebîb, Hâmî,
Vâlî, Emnî, Kemâlî gibi şâirlerden oluşan bir edebiyat topluluğunun da başında
bulunmuştur.
Hayatı
Âgâh’ın asıl adı Mehmed Bulak’tır.1
Hâfız olduğu için ve haccı îfâ eylediğinden Hacı
Hâfız Mehmed Bulak Âgâh olarak da tanınmıştır.
H. 1040 / M. 1630–31 tarihinde doğan (Tuman, 2001:50; Alî Emîrî, 1321:
22) Âgâh; Sâlim, Alî Emîrî, Nâil Tuman, İsmail Paşa ve Müstakîm-zâde’ye göre
Semerkand’da; Safâyî, Râmiz ve Mehmed Tevfik’e göre Buhara’da; Es’ad Mehmed
Efendi’ye göre de Semerkand veya Buhara’da doğmuştur. İsmail Beliğ, Âgâh’ı Özbek
olarak nitelendirir (1985: 19). Bu bilgilerden, şâirin hayatı hakkında en ayrıntılı bilgiye
ulaştığımız Alî Emîrî’nin tezkiresinde yer alan “H.1040 / M.1630 hududunda şehr-i
Semerkand’da tevellüd eyledi” (1321: 22) ifadesini kabul etmek daha doğru olacaktır.
Zîrâ, Âgâh:
Güşāde eyledi dil ġonçesin yine Āgāh
Meger nesīm-i Semeranddur hevā-yı sebū
G. 299/5∗
beytiyle Semerkandlı olduğunu açıkça söylemektedir.
Âgâh, ilk tahsilini Semerkand’da yapar. Burada hıfza çalıştıktan sonra
Buhara’ya giderek meşhur şâir Şevket Buhârî’den edebiyat eğitimi alır. Daha sonra
Isfahan, Tebriz, Bağdad, Şam, Kudüs, Mısır, Konya gibi şehirleri dolaşır. Bu kültür

1
Safâyî, Tezkire-i Safâyî, Süleymaniye Ktp. Es’ad Ef. Böl., Nu. 2549, s. 31; Sâlim Efendi,
Tezkîre-i Sâlim, Süleymaniye Ktp. Es’ad Efendi Böl., Nu. 3872 , İstanbul 1315, s. 139; Sadık
Erdem, Râmiz ve Âdâb-ı Zurafâ’sı, Ankara 1994, s. 14; Müstakîm-zâde Süleyman Sadeddin
Efendi, Mecelletü’n-Nisâb, Süleymaniye Ktp. Halet Ef. Böl., Nu. 628, s.112; Es’ad Mehmed
Efendi, Bağçe-i Safâ-endûz, İstanbul Üniversitesi Ktp., Nu. 2095, s. 22; Mehmet Tevfik, Kâfile-i
Şu’arâ, Alî Emîrî Ktp., Nu. 790, s. 55; Mehmet Nâil Tuman, Tuhfe-i Nâilî Divân Şairlerinin
Muhtasar Biyografileri, (hzl. Cemal Kurnaz-Mustafa Tatcı), C. I, Ankara 2001, s. 50; Bağdatlı
İsmail Paşa, Keşf-el-Zunun Zeyli, C. I, İstanbul 1972, s. 483; Alî Emîrî, Tezkîre-i Şu’arâ-yı
Âmid, C. I, İstanbul 1321, s. 22; Sadeddin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, C.I, 1940, s. 11; F.
Edhem Karatay, Topkapı Sarayı Müzesi Ktp. Türkçe Yazmalar Katalogu, İstanbul 1961, s.
180; İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Yazma Divanlar Katalogu, C.III, İstanbul 1965, s. 652;
Cemâl Kurnaz, Türkiye-Orta Asya Edebî İlişkileri, Ankara 1999, s. 166. ∗
Bu makalede Âgâh’ın Türkçe Dîvânı’ ndan verilecek şiir ve beyit numaraları şu çalışmadan
alınmıştır: Şerife Akpınar, Âgâh Dîvânı ve İncelenmesi, Konya 2006, 625s. (Selçuk Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi)
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 15, Sayı 2, 2006, s.425-440
427
merkezlerinde bulunan bilginler, yazarlar ve şâirler ile tanışma imkânı bulur.
Isfahan’da şâir Sâ’ib ile görüşür ve onun Dîvânı’nın bir nüshasını kopya eder.
Ayrıca kaynaklar Âgâh’ın Buhara’da iken, Molla Câmi soyundan olan
Buharalı Şeyh Saidâ’ya bağlanıp, Nakşîliği benimsediğini de belirtirler. 2 Buna karşılık
bazı kaynaklarda da Âgâh’ın Mevlevîliği (Tuman, 2001: 50) söz konusudur. Şâirin
hangi tarikata bağlı olduğu tam olarak bilinmemekle birlikte; şiirlerinde, bir dönem
Semerkand’da da bulunan ve Nakşibendiyye tarikatının silsilenâmesinde önemli bir yeri
olan büyük velî (Uludağ, 1992: 240) Bâyezîd (-i Bistâmî)’ın adı birkaç beyitte
zikredilir:
Kimi ki āhir ile Bāyezīddur dirsen
Baılsa çeşm-i aīatle Bū Leheb görinür
G. 53/3
‘Arında Bāyezīd ise orlar mı āline
Āgāh şehrī Āmidüñ efāli bellidür
G. 91/ 7
Ayrıca Dîvân’da, Mevlevîlikle ilgili kavramlara yer veren beyitler de vardır:
Bu ānāhda āır o Mevlevī dilber
Kebāb-ı āteş-i nāz itdi döne döne beni
G. 350/ 2
Mekke ve Medine’yi de ziyaret eden Mehmed Bulak, hacı olur. Daha sonra
H.1080 / M.1669 senesinde Âmid’e gelir. Bu dönemlerde Sâ’ib ve Şevket’in eserleri
çok beğenilmektedir. Dolayısıyla iki üstâdın öğrencisi olarak şehre gelen Âgâh, büyük
itibâr görür. Şâir, bu şehirde bulunmaktan memnundur ve Âmid’i ikinci vatan olarak
değerlendirir. Dîvânı’nda da zaman zaman bu düşüncesini sergiler:
Mükennā ismi Nev‘ī-zāde ile ol ‘aā kāruñ
Ki itdi ‘īd-ı valı Āmide uld-ı berīn peydā
G. 12/7
Şeh-nişīn-i sīne girüp itse tefāur yeridür
Āmidüñ gögsidür envā‘-ı şerefle bu maām
Kt. 1/16

2
Safâyî, age., s.31; Sadık Erdem, age., s. 14; Müstakîm-zâde Süleyman Sadeddin Efendi, age., s.
112; Es’ad Mehmed Efendi, age., s. 22; Mehmet Tevfik, age., s. 55; Alî Emîrî, age., s. 22;
Sadeddin Nüzhet Ergun, age., s. 11; Mustafa İsen, “Tezkireler Işığında Dîvân Edebiyatına
Bakışlar Divan Şairlerinin Tasavvuf ve Tarikat İlişkileri”, Ötelerden Bir Ses, Ankara 1997, s.
216; Cemâl Kurnaz, age., s. 166.
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 15, Sayı 2, 2006, s.425-440
428
“Semerkandî” sıfatıyla tanınan Âgâh, 60 yıl kadar Âmid’de yaşadığı için,
“Âmidî” olarak da bilinmektedir. Alî Emîrî, bu durumu; “biz bunların ikisini de
söyleyerek Âgâh-ı Semerkandî-i Âmidî yazıyoruz”(1321: 25) ifadesiyle açıklar.
Âmid çevresinde sevilip, sayılan bir kişi olan Âgâh, bu şehirdeki; Emnî,
Hâşim, Hâmî, Hamdî, Şûrî, Fâmî, Mucîb, Kemâlî, Lebîbi ve Vâlî gibi şâirlerin
oluşturduğu edebiyat toplantılarının başında bulunmuş, hatta hocalık etmiştir. Bu
toplantılara zaman zaman, üstâd Nâbî’nin de katıldığı söylenmektedir (Alî Emîrî, 1321:
23).
Müstakîm-zâde’nin belirttiğine göre Âgâh, şâirliği yanında hattat, müzehhip,
mücellit, hakkâk ve ressam olarak da tanınır. Hatta bu ilim ve sanat dallarında da birçok
öğrenci yetiştirmiştir. Mısır’da bulunduğu yıllarda meşhur hattat Cezayirli Hüseyin’den
icâzet alan Âgâh, hattatlıktaki başarısını “Câmi‘-i Kebîr (Ulu Câmi‘) çatısında dairevî
olarak celî hattıyla yazdığı, Âyet-i Kürsî ve Âyet-i Nûr”da (Alî Emîrî, 1321: 32) ortaya
koyar. Buna rağmen Âgâh, Tuhfe-i Hattâtîn’de hattatlar sırasında yer almamaktadır.
Sadece ismine, öğrencisi Seyyid Adem Efendi maddesinde rastlanılmaktadır.
Müstakîm-zâde, Tuhfe-i Hattâtîn’de “sülüs, nesih, ta‘lîk ve gayrisini Hâfız Bulak
Özbekî’den meşk edip, Âgâh Efendi’nin terbiyesi sayesinde bir Kasîde-i Bürde’yi 50
altına yazdığı güvenilir rivayetçilerin haberlerinden, doğruluk derecesine ulaşmıştır”
(1928:110) açıklamasıyla, hoca olarak Âgâh’dan kısaca söz etmektedir.
Osmanlı sadrazamlarından Râgıb Paşa da gençliğinde Âgâh’ın sohbetinden
faydalanmış; hayatı boyunca da bunu dile getirmiştir. Hatta Es’ad Mehmed Efendi
Paşa’nın vezirliğe atanma tarihinin, Âgâh ismine bağlı olarak düşürüldüğünü belirtir.
( V«— - ˆU½¬ = H.1176 )
Şâirin ailesi hakkında herhangi bir bilgiye rastlanmaz. Bazı kaynaklarda hiç
evlenmediği belirtilmektedir (Sâlim Efendi, 1315:140; Ergun, 1940:11). Âgâh’ın, bir
beyti de bu bilgiyi doğrular niteliktedir:
Baña ne yār gerekdür ne val ne hicrān
Bu i‘tibārlar Āgāh-ı zāra erzāni
G. 341/ 6
Hacı Hâfız Mehmed Bulak Âgâh’ın öğrencilerinin naklettiğine göre; o, orta
boylu, geniş cepheli, seyrek sakallı, parlak gözlü, nur yüzlü biridir. Ayrıca, hoş sohbet,
güler yüzlü, çalışkan bir âriftir (Alî Emîrî, 1321: 23). Onun kişiliği hakkındaki bilgilere
eserlerinden hareketle de ulaşmak mümkündür.
Âgâh, zaman zaman otobiyografisi hakkında yorumlarda bulunup; hoş sözlü
ve nüktedan bir kişiliği olduğundan söz ederken:
Mabūl-i ab‘-ı şū-ı bütān olma isteyen
Āgāh gibi oş-suan ü nüktedān olur
G. 80/5
kendini beğenmişlikten ve gurura kapılmaktan hoşnut olmadığını da dile getirir:
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 15, Sayı 2, 2006, s.425-440
429
Dil oldı mā’ilī Āgāhveş bir od-pesendüñ kim
Degül ben kendü de rāżı degül ab‘-ı ġurūrından
G. 288/5
İyi niyet sahibi oluşuyla övündüğü de olur:
Hezār şükr ki Āgāh bu asedgehde
Muībet-i digerān ile şād-mān degülem
G. 261/ 5
Âgâh, uzun bir ömür sürmüştür. Ancak yaşı ilerlemektedir ve hayattan
beklediklerini bulamamanın sıkıntısını zaman zaman beyitlerine yansıtır:
Āgāh şekve itme ki geçdi zamān-ı val
Elbette ‘ālem-i güerān gitmek üzeredür
G. 72/ 6
Şâirin vefât tarihi, kaynaklarda farklı kaydedilmiştir. Bağdadlı İsmail Paşa,
H.11303
; Râmiz ve Es’ad Mehmed Efendi H.11444
; Mehmed Tevfîk H.11275
; Safâyi
H.11206
tarihlerini verirken; Müstakîm-zâde, iki ayrı tarihten H.1143 ve H.11407
’dan
söz etmektedir.
Ancak, şâirin muasırı Âmidli Vâlî’nin Âgâh’ın vefâtı için düşürdüğü tarih ve
Alî Emîrî’nin beyanı dikkate alındığında, Âgâh’ın vefât tarihi için H.1141 / M.1728’i
kabul etmek en doğrusu olacaktır:
Tāri-i vefāt-ı Āgāh Efendī-i Semerkandī-i Āmidī Rametullāh
Göricek ālī mekānın bu fenā bezmüñde
üzn ü endūh ile dil eyler iken girye vü āh
Verdi bu mıra‘-ı tārī ile hātif aberin
Girdi dār-ı İrem’e ‘ārif-i bi’llāh Āgāh (Koncu, 1998:614)
ˆU½¬ ë*¼U -—U¡ 릗« —«œ Èœ dš½
H. 1141 / M. 1728

3
Bağdatlı İsmail Paşa, age., s. 483. 4
Sadık Erdem, age., s. 14; Es’ad Mehmed Efendi, age., s. 22. 5
Mehmed Tevfik, age., s. 55. 6
Safâyî, age., s.31. 7
Müstakîm-zâde Süleyman Sadeddin Efendi, age., s. 112.
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 15, Sayı 2, 2006, s.425-440
430
Eserleri
Âgâh hakkında bilgi veren kaynaklar, onun Türkçe ve Farsça olmak üzere iki dîvân
sahibi olduğunu belirtirler.8
Yapılan araştırmalar neticesinde de şâirin başka eserine
rastlanılmamıştır.
1. Farsça Dîvân:
Şâirin Farsça Dîvânına henüz ulaşılamamıştır.
2. Türkçe Dîvân:
Âgâh’ın Türkçe Dîvânı’nın, İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Yazma Divanlar
Katalogu’nda 8 nüshası kayıtlıdır. Araştırmalar neticesinde eserin 8 farklı nüshası daha
tespit edilerek; nüsha sayısı 16’ya çıkarıldı.
9
Bu 16 nüshanın 4 tanesi (H2, H3, Ü3, Z)
şiir mecmualarında yer almaktadır.
Nüshalar arasında, müellif hattıyla yazılmış olanına rastlanılmadı. Ayrıca,
Tuhfe-i Nâilî’de (2001:50) Âgâh Dîvânı nüshaları arasında gösterilen; “İstanbul
Üniversitesi Ktp., T. 3023” numaralı nüshanın, “Meşakku’l-Uşşâk” isimli bir başka eser
olduğu tespit edildi.
Elde edilen 16 nüsha incelenip; birbirlerinden farklı şiir ve beyitler bir araya
getirildiğinde, Âgâh’ın Türkçe Dîvânı’nda; 2 kasîde (na‘t), 2 musammat (1 tahmîs, 1
tesdîs), 373 gazel, 4 kıt’a (tarih), 1 müfred (tarih) ve 26 rubâî olduğu görülmektedir.
Rubâîlerden biri Farsça yazılmıştır.
Ayrıca, Dîvân’da 116. gazel olarak yer alan şiirin sadece D nüshasında; 16,
117, 118 ve 236. sırada yer alan 4 gazelinde sadece H2 nüshasında bulunması dikkat
çekicidir.10

8
Sâlim Efendi, age., s. 140; Alî Emîrî, age., s. 32; Bağdatlı İsmail Paşa, age., s. 483. 9
Dîvânın tespit edilen nüshaları şunlardır: (R), Süleymaniye Kütüphanesi, Reşid Ef., 741; (E),
Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Ef., 2599; (Ü1), İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, 2896; (Ü2),
İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, 2916; (Ü3), İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, 3021/5; (A2),
Millet Kütüphanesi, Alî Emîrî Ef., Manzum Eserler, 2; (A3), Millet Kütüphanesi, Alî Emîrî Ef.,
Manzum Eserler, 3; (A4), Millet Kütüphanesi, Alî Emîrî Ef., Manzum Eserler, 4; (T), Topkapı
Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Revan, 777; (H1), Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Hazine, 968;
(H2), Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Hazine, 1470; (H3), Topkapı Sarayı Müzesi
Kütüphanesi, Emanet Hazine, 1682; (M), Mevlana Müzesi Kütüphanesi, Abdülbaki Gölpınarlı
Kitaplığı, 63; (D), Türk Dil Kurumu Kütüphanesi, 403; (Z), Tavşanlı Zeytinoğlu İlçe
Kütüphanesi, 333/5; (Ö), Atatürk Üniversitesi, Seyfeddin Özege Kısmı, Agâh Sırrı Levent
Koleksiyonu, 138.
10 bk. Şerife Akpınar, age.
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 15, Sayı 2, 2006, s.425-440
431
2190 beyitten müteşekkil Âgâh Dîvânı:
Dil-i dīvāne olmaz bir nefes ālī temennādan
Ki mest-i cām-ı nāz u ‘işvedür bir māh-sīmādan
K. 1/ 1
beytiyle başlar.
Âgâh’ın Dîvânı’nda nazım türü na‘t olan 2 kasîde vardır. Kasîde nazım
şeklinin şâirler için bir geçim kaynağı olduğu düşünüldüğünde, onun her iki kasîdeyi de
na‘t olarak yazması dikkat çekicidir.
Âgâh, muasırı ve yakın dostu olan Vâlî-i Âmidî’nin bir gazelini tahmîs eder.
Ayrıca Âgâh, on yedinci yüzyıl şâirlerinden Vecdî’nin Dîvânı’ndan tefe‘ül yoluyla
seçtiği bir gazelin de matla‘ beytini, 5 bendden oluşan bir tesdîs haline getirir.
Dîvânı’ndaki 373 gazelle, “bir gazel şâiri” olarak nitelendirebileceğimiz
Âgâh, teâmüllere uyarak her harfte gazel söylemiştir. Gazellerden 281’i 5 beyittir. Bu
durum şâirin, Sebk-i Hindî te’sîrinde kalarak, az ve öz söyleme çabasının bir sonucu
olabilir. Yine Sebk-i Hindî şâirlerinde görülen (İpekten, 1997: 18) iki matla‘
kullanımına Âgâh Dîvânı’nında da rastlanılır:
Yārı itdi devr-i şūr-engīz-i aġyāruñ biri
Neş’esinden bāde’i ayırdı ġaddāruñ biri
Yār olur dirken o bed-ū oldı aġyāruñ biri
Biñ vefāsuz yārdan yegdür vefādāruñ biri
G. 367/ 1,2
Şâir, gazeliyât bölümüne bir münâcât ile başlar. Ayrıca gazel şeklinde
söylediği 6 na‘tını, yeni bir kâfiyeye geçişte ilk gazel __ »:G. 17, ®: G. 24, —: G. 38,
Ê: G. 268, ˆ: G. 300, È: G. 337__ olarak tercih etmesi, onun mütedeyyin kimliğini
ortaya koyması bakımından da önemlidir.
Konu bakımından dinî, tasavvufî izlerin yer aldığı gazellerde, aşk da söz
konusudur. Âgâh’ın gazellerinin en önemli özelliklerinden biri de hakîmâne
söyleyişlere sıkça yer vermesidir. Bu durum, onun hikemî tarza olan temâyülünün bir
göstergesidir.
Âgâh, Dîvânı’ndaki 4 kıt‘ayı da tarih düşürmek için yazmıştır. Bu tarihler;
Âmid’de Recep Paşa Kasrı’nın inşasına, ‘Alî Paşa’nın Ulu Camii’ni tamirine, mahfil
inşasına ve Tebrîz’in fethine düşürülmüştür. Dîvân’daki tek müfred de yine bir tarihtir
ve minare yapımına düşürülmüştür.
Biri Farsça olan 26 rubâîde Âgâh; rindâne, âşıkâne ve hakîmâne söyleyişlere
yer verir.
Şâir, şiirlerinde Arapça ve Farsça kâfiyeler kullanmakla birlikte rediflerde
genellikle Türkçe kelimeleri tercih eder. Bu, onun şiirlerindeki düşüncenin Türkçeye ait
olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Âgâh’ın, Dîvânı’nda arkaik Türkçe
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 15, Sayı 2, 2006, s.425-440
432
kelimeleri de – Depretmek, Tıpış, Kankı, Yigrek, Öksemek vb.- kullandığı
görülmektedir.
Âgâh’ın akıcı, canlı, söz sanatlarıyla zenginleştirilmiş bir anlatımın hâkim
olduğu şiirlerinde, üslûb da konulara uygunluk gösterir. Şâir, şiirlerinde kimi zaman
lirik, kimi zaman didaktik – özellikle hikmetli söyleyişlerde - üslûba yönelmiştir.
Edebî Kişiliği
Hacı Hafız Mehmed Bulak Âgâh’ın edebî kişiliğini ortaya koyan kaynaklar, onun
şâirliğinden övgüyle söz etmektedirler.
Alî Emîrî, söze “şu‘arâ-yı asrının güzidesi…”11 diyerek başlarken; Âgâh için
Sâlim, “şu‘arâ-yı asrımızdan bir kâmil-i hünerver-pîş ve Farisî ve Türkî’de sâhib-i dîvân
bir derviş-i dilriş…”12; Safâyî “ Fârisî ve Türkî nazmda mâhir gerçekden îcâd-ı mânâya
kâdir ‘asrında Memdûh ve müsellem şâirdir”13; Es’ad Mehmed Efendi “ …elsine-i
selâsede eş‘âr-ı âbdârı müsellem-i üdebâ bir şâ‘ir-i belâgât-dest-gâhdır….”14; Râmiz ise
“…Fârisî ve Türkî eş‘âr-ı dil-rübâları bî-nazîr ü tâb-nâk ‘ârif ü âgâh …”15 ifadelerini
kullanmışlardır.
Vasfi Mahir Kocatürk, Âgâh’ı “XVIII. Yüzyılın Diğer Divan Şâirleri” (1964:
553) başlığı altında, ikinci derecede mühim şâirler arasında zikretmektedir.
Sadeddin Nüzhet Ergun, ondan “Pürüzsüz ve oldukça vâzıh bir ifade ile
manzumeler yazabilen Âgâh’ı XVIII. yüzyılın meşhur şâirleri derecesinde olmasa bile
gene muvaffakiyetli bir şâir olarak gösterilebiliriz. Hususiyle onun âşıkâne gazellerinde
kendine has bir şahsiyette görmekteyiz.” (1940: 12) şeklinde söz eder.
Âgâh, şâirliği ve şiirleri konusundaki duygu ve düşüncelerini zaman zaman
beyitlerine aksettirir.
Şâirlik Âgâh’a ezelden verilmiştir. Herkes dünya gamıyla uğraşırken, o
şiirlerinin gamına düşer:
Dali o şimdi degül rūz-ı ezelden dādedür
Herkese dünyā ġamı Āgāha eş‘āruñ ġamı
G. 340/7
Bu düşünce başka beyitlerde de devam eder. Bezm-i ezelde Âgâh’a, söz
söyleme kabiliyeti ile ebedî zevk kalır:

11 Alî Emîrî, age., s. 22. 12 Sâlim Efendi, age., s. 140. 13 Safâyî, age., s.31. 14 Es’ad Mehmed Efendi, age., s. 22. 15 Sadık Erdem, age., s. 14.
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 15, Sayı 2, 2006, s.425-440
433
Cihānuñ cins-i āır-ˇāhı tasīm olıca Āgāh
Baña ab‘-ı suandān ile ‘ayş-ı cāvidān aldı
G. 355/5
Şâir, zaman zaman kabiliyetinin takdir edilmeyişinden şikayetçi olur.
Şikayetlerinin kaynağını, kıskançlık ehlinin kimliğinde bütünleştirir. Onlar iyiyi
kötüden ayırt etmeyi bilmezler:
Ne bilsün ehl-i ased luf-ı namuñı Āgāh
Temīzi ūret-i ādem-nümāda görmemişüz
G. 123/7
Halbuki Âgâh, ihsanlara lâyıktır:
Āgāh gibi tāze-zebān çākerüñ ola
Sen söyle müstea-ı ‘aālar degül midür
G. 105/5
Kimi zaman da Âgâh, dostlarının ilgisini görmekte ve bununla da gurur
duymaktadır:
Vara-ı şi‘rimüz abābuñ elinden düşmez
Fikr-i rengīnimüz Āgāh ınādan almaz
G. 161/6
Şiirini mu‘cize olarak vasıflandırıp; gökyüzündeki ayın hilâl haliyle kendisini
ödüllendirir (Şakku’l-kamer mucizesini de düşünmek gerekir):
‘Aceb mi mu‘cize dirlerse şi‘rüme Āgāh
Felekde māh-ı nev engüşt-i āferīnümdür
G. 89/5
Buna rağmen mütevazılığı da elden bırakmaz ve iki mısra‘ söylemekle şâir
olunamayacağını da bilir:
Olma mala‘ gibi Āgāh aın adr-ı güzīn
İki mıra‘la suandān olamazsın ço da
G. 335/6
Âgâh kendi şiiri için bunları dile getirirken; yaşadığı dönemde edebiyatta
yenilik arayışlarına gidilmektedir. Eski şâirlerin dîvânlarda zaman zaman “ bikr-i
mana”, “bikr-i fikr”, “bikr-i mazmun” sahibi olduklarını söylemeleri bu yenilik
anlayışının bir göstergesi olmalıdır (Mengi, 2000:22). Âgâh’ın şiirlerinde de bu yenilik
arayışının izlerine rastlanılmaktadır:
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 15, Sayı 2, 2006, s.425-440
434
Rengīn terānemüzle ınādan alur mıyuz
Mażmūn-ı bikri beste-nigār itmek isterüz
G. 159/3
İstemez meşşāa tasīn olsa da
Bikr-i mażmūn-ı abī‘at-zādemüz
G. 162/4
Yeni şeyler söyleme gayretine düşen şâirler, bu devirde Sebk-i Hindî ve
hikemî tarzın ifâde gücünden yararlanmaya başlarlar. Âgâh da pek çok muasırı gibi
şiirlerinde, Sebk-i Hindî ve hikemî tarzın özelliklerini uygulamaya çalışır.
Şâir, Sebk-i Hindî’nin büyük temsilcisi Nâ’ilî’ye yazdığı bir nazîre ile ondan
himmet beklediğini belirterek, aynı zamanda üstâdın yolunda olduğunu vurgular:
Nā’il-i esrār-ı ġayb olsa n’ola Āgāhveş
Ol ki rū-ı Nā’ilīden himmet ümmīdindedür
G. 63/5
Sebk-i Hindî ile şiire gelen yeniliklerin başında, sözden çok anlam güzelliğinin
ön plana çıkarılması vardır. Şiirde anlam derinliğinin ve giriftliğinin üstün tutulması,
hayâlî unsurlara başvurulmasına neden olmuş; bu da şiirin güç anlaşılmasına yol
açmıştır (Mengi, 1999: 181). Âgâh Dîvânı’nda da anlaşılması güç, alışılmışın dışında
ifâdeler ve anlamda derinlik dikkati çekmektedir:
O bādenüñ ki benem rind-i ‘āfiyet-sūzı
Leb-i abābı ider tevbe-i naū ile ba
G. 28/3
Yine yāruñ ayāli gelmede ġar-ı icāb Āgāh
Bu şeb bilmem kimüñ peymānesin leb-rīz-i nāz eyler
G. 44/5
Çeşmi nāz itmede Āgāh o adar māhir kim
Vāıf olmaz nigehi arz-ı edā böyle gerek
G. 219/5
Yeter arābī-i aġyāra bir ıbış Āgāh
O şū utmasa her dem ‘inān-ı āhumdan
G. 275/5
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 15, Sayı 2, 2006, s.425-440
435
Bir başka beyitte şâir, sevgilinin bedenini gözle görülmeyecek kadar nazik
bularak yine Sebk-i Hindî’nin etkisiyle hayâl gücünden faydalanmış ve mübalağalı bir
anlatım yolunu tercih etmiştir:
O deñlü āf ü nezāket-peīrdür bedenüñ
Ki dīdelerde görünmez çü būy-ı pīrehenüñ
G. 213/1
Şâirde, hayâl dünyasının ön plana geçmesi de şiire acı ve hüznü
yerleştirmiştir. Âgâh, aşk ülkesini, devası olmayan dert olarak nitelendirip, kavuşmayı
da ayrılığı da ateşle bütünleştirir:
Viāl āteş ü hicr āteş üzre āteşdür
Diyār-ı ‘aşda hep derd var devā ne arar
G. 81/5
Yeni arayışlar, birbirinden aykırı anlam ve mazmunların ortaya çıkmasına
sebep olurken; tezâdlı söyleyişlerin kullanılmasına da yol açmıştır. Âgâh da şiirlerinde,
Sebk-i Hindî’nin etkisiyle mübâlağadan sonra en fazla tezâd sanatına yer vermiştir:
Beni her şeb o gül-rusārdan mehcūrdur dirler
Ne devletdür kişi mazūn iken mesrūrdur dirler
G. 54/1
Nā-tüvān-ı çeşm-i mamūr-ı bütānuz şimdilük
Anuñ içün gāh pinhān geh ‘ayānuz şimdilük
G. 215/1
Sebk-i Hindî’nin etkisiyle, şiirlerde az sözle çok şey anlatma isteği, Âgâh’ı da
bu yola yönlendirir:
ūb-rūlarda nīk-ū olmaz
Olmaz ey şū kīne-cū olmaz
Çehre-i ehl-i ‘aş kāhīdür
Mestī-i ġamda reng-i rū olmaz
Ne bilür adr-i bādeyi zāhid
Āb-ı engūr ile vużū‘ olmaz
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 15, Sayı 2, 2006, s.425-440
436
āni‘ olmaz ayāl ile ‘āşı
Sāye-i gülde reng ü bū olmaz
Yār ile āl-i zārımuz Āgāh
Böyle alursa hīç nīgū olmaz
G. 166
Ayrıca, terkiplerle yapılan uzun söyleyişler de bu akımın tesîriyledir:
Her dāġ dilde bir ade-i pür-şarābdur
Mamūr-ı ‘ayş-ı bāde-i dūşīneden açar
G. 84/4
Âgâh, diğer Sebk-i Hindî şâirleri gibi yeni ifâdeler bulmaya, taze şiir ve
mucize sözler meydana getirmeye de çalışmıştır:
Delīl i‘cāz-ı nu-ı pāküñe Āgāh yetmez mi
Bir engüşt-i şehādet āme-i mu‘ciz-beyān elde
G. 323/5
atsañ kühen eş‘ārı da mecmū‘alar itsek
Āgāh gibi tāze-zebānına irişdük
G. 216/6
Sebk-i Hindî’nin yanı sıra, on yedinci yüzyılda süren yenilik arayışları,
hikemî ifadelerden yararlanma yolunu da seçer. İnsanların doğruluk, güzellik ve iyiliğe
yönelme ihtiyaçlarından doğan hakîmâne söyleyişler; özellikle bozulma ve
düzensizliklerin çoğaldığı, insanların nasihate daha çok gereksinim duyduğu
dönemlerde ortaya çıkmıştır.
Âgâh’ın bazı şiirlerinde de hikemî tarzın etkisinde kaldığı görülür. Şâirin bu
şiirlerinde, hem yaşadığı dönemin, hem karakterinin hem de zaman zaman aynı edebî
toplantıyı paylaştığı Nâbî’nin etkisi vardır. Ayrıca Nâbî’nin, Sâ’ib’i kendine örnek
aldığı (Mengi, 1991: 27) düşünülürse, Âgâh’ın da bir dönem talebeliğini yaptığı
Sâ’ib’den de etkilenmiş olabileceği söylenebilir.
Âgâh, toplumu uyarma amacıyla şiirlerinde söylediği hikmetli ifadelerinin
birinde; insanlara kimsenin ayıbını ayna gibi yüzüne vurmamasını, Mevlâna’dan
etkilenerek de ayıpları örtmede gece gibi olmasını öğütler:
Kimsenüñ ‘aybını urma yüzine āyīneveş
Yüri settār-ı ‘uyūb ol şeb-i deycūr gibi
G. 351/2
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 15, Sayı 2, 2006, s.425-440
437
Ayrıca, insanları, özellikle düşmanlarına karşı uyanık olmaya davet eden
Âgâh, karışıp görüşmekle düşmanın dost olmayacağını işaret eder:
Düşmen inanma dost olur itilā ile
Ālūde itme sīnede mihr ile kīneyi
G. 328/4
İnsanların rızk için kapıldıkları hırsa değinirken; nimet telaşına düşmemek
gerektiğini, sabırlı olunursa, iştahı verenin rızkı da vereceğini belirtir:
Ey dil telāş-ı ni‘met-i dīdār tā-be-key
Sen ābir ol ki rız virür iştihā viren
G. 282/2
Şâir, “Eğer yerin altında kalbe ferahlık veren bir makam istiyorsan, Âgâh
gibi fakirlik ve yokluk köşesini al” diyerek de zîr-i felekte dünya malına ihtiyaç
olmadığını, insanlara hatırlatmaktadır:
Zīr-i felekde ister iseñ dil-güşā maām
Āgāh gibi gūşe-i far u fenāsın al
G. 235/5
Hilmi Soykut hikmetli şiirlerden söz eden eserinde, Âgâh’ın hikmetli
beyitlerini de dikkate almış; “bir fenerin içine iki tane mum konmadığı gibi, bir gönülde
iki aşk barınamaz” (1968: 260) şeklinde açıkladığı Âgâh’ın şu mısralarına yer vermiştir:
Bir dilde iki sūz-ı maabbet olmaz
Bir fānūs içre iki şem‘ itmez cā
Rb. 1
Âgâh’ın, yüzyıla damgasını vuran edebiyat akımlarından Sebk-i Hindî ve
hikemî tarzın etkisinde kaldığını şiirlerinde görmekteyiz. Hatta, sadece etkilenmekle
kalmamış, muasırı olan ve kendinden sonra gelen pek çok şâir için de örnek teşkil
etmiştir. Bir çalışmada rastladığımız, “Vâlî’deki Sebk-i Hindî’nin kaynağı olarak Âgâh-
ı Âmidî’yi, hikemî tarzın kaynağı olarak da Nâbî ve Âgâh’ı göstermenin mümkün
olduğu düşünülebilir” (Koncu, 2000:127) ifadesi, Âgâh’ın bu iki akım içindeki yerini
göstermektedir.
Ayrıca Âgâh’ın Dîvânı’nda yer alan, bazı şâirlerin şiirlerinin tahmîsi, tesdîsi
ve nazîreleri de onun şiir anlayışını ve etkilendiği üstâdları ortaya koyması bakımından
önemlidir.
Âgâh, on yedinci yüzyıl şâirlerinden Vecdî’nin Dîvânı’ndan tefe‘ül yoluyla
bir gazel seçerek, matla‘ beytini tesdîs ederken; muasırı Vâlî’nin “ - a düşmişdür”
redifli gazelini de tahmîs etmiştir.
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 15, Sayı 2, 2006, s.425-440
438
Ayrıca klasik edebiyatta gelenek halini alan nazîreciliğe de, Âgâh
Dîvânı’nda sıkça rastlanılmıştır. Şiirlerinde hikemî tarzın etkileri görülen şâir, bu tarzın
en büyük üstâdı Nâbî’den etkilenmiş ve en fazla onun şiirlerine nazîre yazmıştır. Sebk-i
Hindî’nin temsilcilerinden; Nâ’ilî, Cevrî ve Fehîm-i Kadîm’in şiirlerine de nazîreler
söyleyen Âgâh, özellikle Diyarbakır çevresinde yetişmiş pek çok şâirin şiirini tanzîr
etmiştir. Bunlar arasında; Emnî-i Âmidî, Mehmed Emîrî-i Âmidî, Sabrî-i Kadîm
sayılabilir.
Mehmed Bulak Âgâh, sadece nazîre söyleyen değil, kendi şiirlerine de
nazîreler söylenen bir şâirdir. Bu, onun şiirlerinin beğenildiğini göstermesi bakımından
önemlidir. Hamdî, Râmiş, Emîrî-i Âmidî, ‘Azmî-i Âmidî, Mûcib Kemâlî-i Âmidî,
Hafîd, Hâmî, Hâsım, Lebîb gibi şâirler, Âgâh’ın şiirlerini tanzîr etmişlerdir. Daha
ziyâde Âgâh’ın, yakın arkadaşı Vâlî ile birbirlerine nazîreler söyledikleri görülür.
Sonuç
Netice olarak, İstanbul edebî muhitlerinde adını pek duyuramamış bir şâir olan Âgâh,
on yedinci yüzyıl ve on sekizinci yüzyıl edebiyatının özelliklerini -İstanbul dışına
taşıyarak- şiirlerine başarıyla uygulamış ve Âmid (Diyarbakır) çevresindeki edebiyat
topluluğunun, en önemli isimlerinden biri olmuştur.
Kaynaklar
Alî Emîrî (1321), Tezkire-i Şu’ar’a-yı Âmid, C.I, İstanbul: Matbaa-i Âmidî.
Bağdatlı İsmail Paşa (1972), Keşf-el-Zunun Zeyli, C. I, İstanbul : MEB.
Erdem, Sadık (1994), Râmiz ve Âdâb-ı Zurafâ’sı İnceleme-Tenkidli Metin- İndeks-
Sözlük, Ankara: AKM Yay.
Ergun, Sadeddin Nüzhet (1940), Türk Şairleri, C.I, İstanbul.
Es’ad Mehmed Efendi, Bağçe-i Safâ-Endûz, İstanbul Ü Ktp., Nu. 2095.
İpekten, Haluk (1997), Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz, İstanbul:
Dergâh Yay.
İsen, Mustafa (1997), “Tezkireler Işığında Dîvân Edebiyatına Bakışlar Divan Şairlerinin
Tasavvuf ve Tarikat İlişkileri”, Ötelerden Bir Ses, Ankara: Akçağ, , (s. 209-
220).
İsmail Beliğ (1985), Nuhbetü’l-Âsâr Li Zeyli Zübdeti’l-Eş’âr, (hzl. Abdülkerim
Abdülkadiroğlu), Ankara: Gazi Ü Yay.
İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Yazma Divanlar Katalogu (1965), C. III, İstanbul:
MEB.
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 15, Sayı 2, 2006, s.425-440
439
Karatay, F. Edhem (1961), Topkapı Sarayı Müzesi Ktp. Türkçe Yazmalar Katalogu,
İstanbul : Topkapı Sarayı Müzesi Yay.
Kocatürk,Vasfi Mahir (1964),Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara.
Koncu, Hanife (1998), Vâlî Dîvanı ( Marmara Ü Türkiyat Araştırmaları Ens.,
Basılmamış Doktora Tezi), C.II, İstanbul.
Koncu, Hanife (2000), “Klâsik Türk Edebiyatında Vâlî Mahlaslı Şairler ve Vâlî-i
Âmidî”, İlmî Araştırmalar,( S. 9:119-132), İstanbul.
Kurnaz, Cemal (1999), Türkiye-Orta Asya Edebî İlişkileri, Ankara.
Mehmet Tevfik, Kâfile-i Şu’arâ, Alî Emîrî Ktp., Nu. 790.
Mengi, Mine (1991), Divan Şiirinde Hikemî Tarzın Büyük Temsilcisi Nâbî, Ankara:
AKM Yay.
Mengi, Mine (1999), Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara: Akçağ.
Mengi, Mine (2000), “Divan Şiiri ve Bikr-i Mana”, Divan Şiiri Yazıları, Ankara:
Akçağ, (s. 22-29).
Müstakîm-zâde Süleyman Sadeddin Efendi, Mecelletü’n-Nisâb, Süleymaniye Ktp.
Halet Ef. Böl., Nu. 628.
Müstakîm-zâde Süleyman Sadeddin Efendi (1928), Tuhfe-i Hattâtîn, İstanbul: Devlet
Matbaası,
Safâyî, Tezkire-i Safâyî, Süleymaniye Ktp. Es’ad Ef. Böl., Nu. 2549.
Sâlim (1315), Tezkire-i Sâlim, Süleymaniye Ktp. Es’ad Efendi Böl., İstanbul: İkdam
Matbaa, Nu. 3872.
Soykut, İ. Hilmi (1968), Açıklamalarıyla XII. Asırdan XX. Asra Kadar Türk
Şiirinde Tasavvuf, Hikmet ve Felsefe Dolu Unutulmaz Mısralar,
İstanbul: Sönmez Neşriyat.
Tuman, Mehmed Nâil (2001), Tuhfe-i Nâilî Divân Şairleri Muhtasar Biyografileri,
(hzl. Cemal Kurnaz-Mustafa Tatcı), Ankara: Bizim Büro Yay.
Uludağ, Süleyman (1992), “Bâyezîd-i Bistâmî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi, C. 5, İstanbul ( s. 238-241).
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 15, Sayı 2, 2006, s.425-440
440

Konular