CÂMÎ’NİN ‘LEYLÂ’SI VE NİZÂMÎ’NİN ‘LEYLÂ’SI*

Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 171-180 171

Dr. Mehdî ‘Alâî-i Huseynî**
Çev. Kadir TURGUT***
Öz: Leylâ ve Mecnûn hikayesi, bütün gerçek âşıkların sembolik ifadesidir.
Bütün bu hikâyelerde, -bazı rivayet farklılıklarına rağmen- dünyevi
aşktan murad alamamak ve aşk derdiyle ölmek ortaktır. Bu eski efsanevi
öyküyü Nizâmî Farsça manzum yazmış ve ondan sonra Nizâmî’yi taklid
ederek çok sayıda yazar ve şair manzum ve mensur olarak aktarmışlardır.
Bunların en meşhuru Nizâmî’den üç yüz yıl sonra yazılan Abdurrahman
Câmî’nin eseridir.
Bu makalede, Leylâ ve Mecnûn öyküsündeki kişilikler tanıtılmış, daha
sonra bu iki değerli şairin –Nizâmî ve Câmî- bu öykü ve öyküdeki kişilikler
hakkındaki farklı bakış açıları incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Leylâ, Mecnûn, aşk, Câmî, Nizâmî.
JAMI’S LAYLA and NIZAMI’s LAYLA
Abstract: The story of Layla and Majnun is the symbolic story of all
true lovers. All of these stories, despite their differences, narrate the suffering
from worldly love and dying because of love. This old legendary story
was written firstly by Nizami in Persian and then carried out to the verse
and prose simulating of Nizami by many persons. The most famous work
of these is Abdurrahman Jami’s work that was written three hundred years
later after Nizami wrote it.
This article introduced different personalities in story of Layla and Majnun
and focused on two precious poets’ (Nizami and Jami) perspectives to
story of Layla and Majnun and its personalities.
Keywords: Layla, Majnun, love, Jami, Nizami.
*Makalenin aslı «نظامی »لیلی« و جامی »لیلی« başlığıyla yayınlanmıştır. Mehdî ‘Alâî-i Huseynî, “Leylî-i Câmî ve
Leylî-i Nizâmî” Zebân u Edebiyyât, Mutale’ât-i Edebiyyât-i Tatbîkî, sayı 1, Bahar 1387, s. 35-46.
** Yrd. Doç. Dr., Peyâmnûr Üniversitesi (Meşhed, İran)
*** Dr., İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Fars Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı
(turgutkadir@yahoo.com).
172 CÂMÎ’NİN ‘LEYLÂ’SI VE NİZÂMÎ’NİN ‘LEYLÂ’SI
Leylâ ve Mecnun öyküsünü ilk olarak XII. yüzyılın değerli şairi Nizâmî’nin,
584/1188-89 yılında Farsça manzum yazdığını ve XII. yüzyıldan XVIII. yüzyıla
kadar Nizâmî’yi taklit ederek yaklaşık kırkbeş şair ve yazarın Leylâ ve Mecnûn
öyküsü yazdığını biliyoruz. Bunlardan en meşhurları arasında Emir Husrev Dihlevî,
Abdurrahman Câmî, Kâtibî-i Şîrâzî ve Mektebî-i Şîrâzî sayılabilir.
Câmî, Leylî vu Mecnûn adlı eserini Nizâmî’den yaklaşık 300 yıl sonra, yani
889/1484-85 yılında yazmıştır. Leylâ ve Mecnûn öyküsünü yazarken Nizâmî 54,
Câmî ise 72 yaşındaydı. Bu eserlerin ikisi de şairlerin ustalık ve olgunluk dönemlerinin
ürünü sayılır.
Nizâmî ve Câmî’nin Leylî vu Mecnûn adlı eserlerinde iki baş kahraman âşık
vardır: Leylâ ve Mecnûn. Bütün öykü de feleğin bu iki aşığa çektirdiklerini anlatır.
Ancak Nizâmî ve Câmî’nin eserlerinde, öykülerin ayrıntılarında açık farklar
bulunmaktadır. Bu çalışmada bu iki eserin incelenmesiyle Nizâmî’nin eserindeki
‘Leylâ’ ile Câmî’nin eserindeki ‘Leylâ’nın kişilik ve özellikleri ele alınacaktır.
Konuya girmeden önce Leylâ’nın kim olduğuna bakmamız gerekmektedir.
Leylâ’nın yaşamının da sevgilisi Mecnûn’unki gibi efsanelerle karışık olduğunu
biliyoruz. Ebu Amr Şeybânî ve Ebu Ubeyde’nin aktardığına göre Leylâ, Mehdî
b. Sa’d b. Mehdî b. Rebî’a b. el-Harîş b. Ka’b b. Rebî’a b. ‘Âmir b. Sa’sa’nın
kızı olup künyesi Ümmü Mâlik’tir. Buna göre Leylâ ve Mecnûn’un ikisi de bir
kabiledendir. (Mahcûb, 1342). Bazıları Leylâ’nın, Mecnûn’un amcakızı olduğunu
bildirmişler, bazıları ise bunu tamamen reddederek bu rivayetin Emevi Halifeleri
dönemindeki efsanecilerin hayalinin ürünü olduğunu iddia etmişlerdir. Ancak özgün
Leylâ ve Mecnûn öyküsü Arapça rivayetlerde oldukça sade ve olağanüstülüklerden
uzaktır. Nizâmî de kendi Leylâ ve Mecnun öyküsünü yazarken çoğunlukla
Arapça kaynaklara başvurmuş, öyküyü mümkün olduğunca Arapça anlatılardan
almıştır. Ancak “Çeviriyle yetinmemiş, öyküyü kendi zevkine göre yeniden örmüş,
Fars dilinde başka bir kumaş ortaya çıkarmıştır.” (Hikmet, 1320: 185)
Câmî ise asıl kaynak ve tarihi rivayetlere Nizâmî’den daha fazla yönelmiş;
ayrıca “diğer mesnevi yazanlardan farklı olarak Mecnûn’un aşkını ‘ilâhî aşk’
olarak yorumlayarak Leylâ’da madde ve mecazı aramıştır” (A.e., s. 209). Câmî,
Nizâmî’nin beş mesnevisinden çoğunun “her ne kadar görünüşte efsane ise de ger-
çekte, hakikatlerin keşfi ve marifetlerin beyanı için bahaneden ibaret” olduğuna
inanmaktadır. (Câmî, 1377: 409). Sonuç olarak Câmî, öyküyü tasavvufi yorumla
yazmıştır. Bu bakış açısı da öykünün özgün halini anlamaya yardım etmektedir.
Aslında bu yorum, öyküyü beğenilir hale getirmenin en güzel yollarından biridir.
Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 171-180 173
DR. MEHDÎ ALÂ-İ HUSEYNÎ / ÇEV. KADİR TURGUT
Leylâ ve Mecnûn öyküsünün Farsça yazan eski şair ve yazarlar tarafından iyi
tanındığı da bahse değerdir. Eldeki bilgilere göre ilk İranlı kadın şair Rûdekî’nin
çağdaşı Râbi’a binti Ka’b-i Kazdârî, ilk olarak bu iki sevgilinin adına Fars şiirinde
yer vermiştir:
Mecnûn’un gözleri bulutlu muydu ki Leylâ’nın toprak renkli yüzüne kapıldı
Aşağıdaki beyit de Rûdekî’ye nisbet edilir:
Gönlüm Selmâ’nın işvesi yüzünden perişan; Mecnûn’un zihninin Leylâ’nın
saçı yüzünden olduğu gibi
Bu öykü, bütün gerçek âşıkların durumunu sembolik dille anlatan efsanevi
bir maceradır. (Hanleri, 1343). Farklı rivayetlerinde her ne kadar bazı farklılıklar
olsa da asıl konu ve öz, benzer ya da birdir; o da dünyevi aşktan murat alamamak
ve aşk derdiyle ölmektir.
Bildiğimiz gibi Nizâmî’nin Leylî vu Mecnûn’unda öykünün kahramanlarının
aşkı, iki okul çocuğunun birbirine masum ilgileriyle başlamaktadır. Aynı okulda
okuyan ve henüz ergin olamamış Leylâ ve Mecnûn’un birbirlerine olan ilgisi cinsi
isteklerden uzaktır. İkisi de kabilenin hocasının mektebinde okul arkadaşıdırlar.
Bu okul arkadaşlığı onları gönül arkadaşlığına götürür ve bundan bir ailenin
yahut mahallenin çocukları arasında hep var olan masum sevgi ortaya çıkar.
Fakat, Arapça kaynaklara daha sadık olan Câmî, bu iki sevgilinin tanışıp âşık olu-
şunun çocukluk ve ilk gençlik çağında fakat okulda değil, çobanlık yaparken ve kabilenin
toplanması sırasında olduğunu anlatmaktadır. Câmî, Kays yahut Mecnûn’un,
Leylâ’ya tutulmadan önce aşk yeteneği olduğuna inanmaktadır. Nihayet Mecnûn,
Leylâ’yı tanır, yıldırım gibi bir aşkla aniden gönlünü verir ve kendini ateşe atar.
Öte yandan Leylâ’nın siması ve fiziki görünüşü Nizâmî ve Câmî tarafından
hemen hemen aynı şekilde tarif edilmiştir. Nizâmî’ye göre:
Hiçbir kusuru olmayan güzel bir kız, akıl gibi iyi namlı
Bir kırpışıyla dünyayı öldüren ceylan gözleriyle
Her gönül ona meyilli, saçları gece gibi kara, adı da Leylâ
Câmî’ye göre ise:
Naz elbisesi içinde servi, alaca keklik gibi seker
Yüzü anlatılır gibi değil, allık sürünmeden de al al
Kaşları keman, amber gibi yakıcı, misk gibi kirpikleri gönle işleyen ok
Şeker dolu küçücük ağzı, çiçeklikteki bal arısı gibi
Saçının her bir teli kement olup bir gönlü bağlamış
174 CÂMÎ’NİN ‘LEYLÂ’SI VE NİZÂMÎ’NİN ‘LEYLÂ’SI
Her ne kadar bazı özgün Arap rivayetlerinde Leyla, kısa boylu, iri ağızlı, pörtlek
gözlü, çok zayıf, siyaha çalan esmer renkli gibi özelliklerle çirkin olarak anlatılsa
da burada önemli olan âşık ya da maşukun görünüşü değil, aşkın gücüdür
ve incelenmeğe değer olan da budur. Madem bu aşk istemli değildir, insanın gücü
ve isteğinin üzerinde bir gizil gücü vardır ve buna erişmek için insanın elinden
gelen bir şey yoktur, o zaman bu nasıl bir aşktır? Ve takdir denilen bu görünmez
el, neden ve ne için bu muhabbet denilen ipi örmüştür? Nihayet “bu aşk da bir tür
aşktır, hatta bütün diğer aşklardan daha da güçlü, kaçınılmaz bir aşktır.”
Bu aşk ve tutkunluk zorunludur, gönüllü değil. Aşkın, aklı baştan alan insan
iradesinin dışında olan büyülü gücü, iki sevgilinin yazgısını bir birine düğümlemiştir.
Bu nedenle Leyla da Mecnun da bu aşk ve sevdada hiçbir sorumlulukları
olmadığını bize kabul ettirmek istemekte, tekrar tekrar kem talihlerinden, bahtsızlıklarından
şikâyet etmekte, böylelikle dişleriyle tırnaklarıyla kurtuluş yolu
bulmaya çabalamaktadırlar. Fakat bu çaba hiçbir fayda etmemekte, bu boşa uğ-
raşı arasında o kadar yorulur ve çaresiz kalırlar ki bazen her ikisinin de kaderin
elinde birer oyuncak olduklarını unutup ümitsizlikten birbirlerini talihlerinin sorumlusu
sayarlar (Sitâre, 1366: 53).
Nizâmî’nin mesnevisinde seven ve sevilen en başından beri aşklarını başkalarına
sezdirmemeye çalışırlar; ancak sevgi dayanılacak bir durum değildir. Ayrıca
Mecnun da Nizâmî’ye göre hiç rahat duramaz, sabırsızca çarşıyı, mahalleyi dolaşıp
ağlar inler, aşk şiirleri ve şarkıları okur; oysa Leyla gizlice üzülüp gözyaşı
dökmekten başka bir şey yapamaz. Bununla beraber belki bir dost Mecnun’dan
bir haber getirir diye sürekli gözü yoldadır. Bir süre sonra Leyla’nın kapısından
geçen herkes Mecnun’dan bir beyit okuyarak onun mesajını Leyla’ya ulaştırır.
Leyla’nın da “şiirde yetkinliği” vardır ve “hep özgün beyitler yazmakta”, böylece
bir başka beyitle Mecnun’a cevap vermektedir. Bu beyti de bir kâğıda yazıp
yoldan geçenlere atmakta, yoldan geçen biri bu kâğıt parçasını alıp Mecnun’a
ulaştırmaktadır. Mecnun da o anda bir başka özgün şiir yazıp Leyla’ya göndermektedir.
Şaşılacak olan, Leyla’nın bu sırrı gizli tutmak istemesidir; gölgeden
başka perdecisi, perdeden başka dert arkadaşı yoktur:
Gölgeden başka perdecisi, perdeden başka perdecisi yoktu
Câmî’nin eserindeyse tam aksine, Leyla’nın eli ayağı başından beri ırz, namus
ve onuruyla bağlıdır. Daha Mecnun’la ilk görüştükleri gece ve hasretle ağlayarak
şöyle demektedir:
Aşk gezintisi kadın işi değil, kadın kendine sahip değil ki
Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 171-180 175
DR. MEHDÎ ALÂ-İ HUSEYNÎ / ÇEV. KADİR TURGUT
Aşk ortaya çıktığında erkek için marifet, kadına ayıp olur
Hatta Câmî’nin eserinde sevgisinin şiddeti ve bu acı sırrı gizlemek çabası
Leyla’yı çılgınlaştırmaktadır. Bu gizli aşkın zorunlu sonucu olan delilik de Mecnun’un
aşkını ilahi aşk olarak yorumlayan bu tasavvufi anlatımda göklerin bile
kaldıramadığı ilahi emanetle ilgilidir. “İlahi aşka kapılan ermiş derviş, sırra vakıf
olarak ermişlik sırrını açıktan çarşı pazarda konuşmamalıdır; zira halkın sınırlı
aklı bunun anlamını anlamaz. Bu yüzden aşkın hakikati bazen zorunlu inziva ve
yalnızlık getirmektedir. Bunun için Câmî’nin, Kays’ın deliliğini, toplumsal bir
durum olan ayrılığın değil, aşkının sonucu ve bunu gizleyişini de gerçek aşka
manevi taahhüdünün gereği olarak sayması şaşılacak bir şey değildir.” (Sitârî,
1366: 78).
Öte yandan Nizâmî’ye göre Kays’ın babası Seyyîd ‘Âmirî, aşk sırrı aşikâr
olduktan sonra Leyla’yı istemeye gider, Kays’ın deliliğini bahane göstererek bu
işe rıza gösterilmez:
Senin oğlun sokarlarda serseri, kendini düşünecek halde değil
Büsbütün deli görünüyor, bize deli yaraşmaz
Câmî’nin eserinde ise aksine Kays ile Leyla arasındaki en büyük ayrılık nedeni
iki kabile arasındaki düşmanlıktır. Burada ahlaki gerekçe toplumsal gerek-
çeye dönüşmektedir. Muhakkak ki Câmî, anlatımında tasavvufi anlamları ifade
etmiştir, aslı ilahi olan aşkın hakikatine dikkat çekmiştir; bu nedenle öykü onun
dilinden sosyal bir anlatım şeklinde anlaşılamaz. Bununla birlikte şüphesiz Mecnun’un
babası gerçeklere bakmaktadır ve yalnızca toplumsal değerler düzeniyle
bağlıdır; duygu ve mana dünyasını da bu değerler düzeniyle değerlendirmektedir.
Câmî’nin eserindeki bu ayrıntı, sevenle sevilenin toplumsal nedenlerle zorunlu
ayrılığının sebebi, yani iki kabile arasındaki eski düşmanlık, şüphesiz Câmî’nin
tasavvufi anlatımına daha uygun olup şaire toplumsal durumu anlatmak için fırsat
vermektedir.
Ancak ta başından bu aşkın sonucunun ölüm ve yokluktan başka bir şey olmadığı
bellidir. Hatta öykünün tasavvufi yorumu olan Câmî’nin eserinde Leyla
ve Mecnun ta başında bu aşkta ölümden başka kısmetlerinin olmadığını bilmektedirler.
Leyla’nın dediği gibi:
Mecnun’dan ötürü yüreğimde taşıdığım ateşen, ondan ötürü olan yaralarımın
Onun yüreğinde yüzde biri varsa eğer, biraz kavuşma ümidim var demektir
Yoksa bunca çok büyük bir bela bu, ölümüm mübarek olsun
176 CÂMÎ’NİN ‘LEYLÂ’SI VE NİZÂMÎ’NİN ‘LEYLÂ’SI
Belki de bu yüzden Leyla ve Mecnun aşkı “mazur aşk” sayılmıştır. “Mazur
aşk, saf insan aşkını ifade eden bir deyim olup sonraları “Kim âşık olur da iffetini
koruyarak ölürse şehit olur” hadisine (Recâyî, 1349: 581) dayandırılmıştır. Yani
kim aşkın cazibesine kapılır, fakat bu aşkta gizliliği ve namuslu olmayı seçerse
ölünce şehit olur demektir. Bu durumda böyle bir aşk görünüşte tasavvufçuların
hakiki aşk dedikleri aşkın benzeridir. Ancak bu benzerlik görünüştedir; bu ikisinin
gerçekte oldukça büyük farkları vardır. Birisi toprağa bağlanmış ve kavuşmayı
ölümün kucağında aramakta, diğeri yeryüzünden arşa kanatlanmaktadır. Sonuç
olarak “mazur aşk” özellikle de önünde bir engel yokken aşkı gizlemek yüzünden
muradına erememekte, ölümden daha güvenli sığınak bulamamaktadır. Şu konu
da önemlidir, Leyla ile Mecnun’un aşkı, görünüşte tasavvufi bakıştan uzak olan
anlatımlarda bile mistik bir renk almakta, Eflatun’un “Bilmiyorum nedir aşk?
Ama bir tür delilik, övülemez yerilemez bir ilahi güç olduğunu biliyorum.” şeklinde
anlattığı aşk kavramına yaklaşmaktadır (Masiniyon, 1362: 192).
Bu yüzden bazıları, mistik düşünür ve sanatçı Nizâmî-i Gencevî’nin Leyla
ve Mecnun’un aşk maceralarını, öykünün sonunda tasavvufi bakış açısıyla ela
aldığını, bu iki aşığa mistik bir gözle bakarak iki sevgiliyi gönlü yanık dervişler
şeklinde gördüğünü, manevi kavuşmalarıyla divane Mecnun’un ermiş olup “manevi
nur”u Leyla’nın elinden alıp sakinleştiğini iddia etmektedirler.
Diğer yandan, Leyla ile Mecnun’un aşkının yoksunluk ve talisizliklerle dolu
olduğunu biliyoruz. Aslında onlar, asla nesiflerinin arzularına teslim olmayan
temiz kalpli iki sevgilidirler; ne zaman arzularının yoldan çıkarması ihtimali
belirse sırt sırta verirler. Aşklarıyla yanarlar; yaşam bağlarının kopmasının asıl
sebebi olan bu eritici yanışı da severler. Ancak burada ilginç olan şu ki günaha
bulaşmaktan kaçınan ve aşkını temiz tutmak isteyen bu âşıklar, Leyla’nın evliliğinden
sonra bile hırsız gibi gizlice oturup dertleşmeyi günah saymamaktadırlar.
Nizâmî’nin anlatımında olduğu gibi Leyla, İbni Selâm ile evliliğinden sonra
“eşinden uzak ve sevgilisiyle meşgul” olarak sevgilisinden bir haber gelmesini
bekler, ona yaraşır cevap vermeyi düşünür halde gözleri yoldadır.
Bu ayrılık, talihsizlik, mektuplaşma ve dertleşme, öyküyü ilahi aşk ve ger-
çekte manevi olgunluğu arzulamak olarak yorumlayan Câmî’nin anlatımında elbette
farklı bir şekildedir. Leyla’nın zorunlu evliliği, kendi dünyasının havasını
yansıtan olayların kalan kısmı Câmî’nin mesnevisinde de yer almaktadır. Ancak
Leyla’nın bu eserde çizilen portresi biraz farklıdır. “Nizâmî, Arap kaynaklarının
anlatımının aksine öykünün kişilikleri arasında Leyla’ya öncelik vermiştir; zira
Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 171-180 177
DR. MEHDÎ ALÂ-İ HUSEYNÎ / ÇEV. KADİR TURGUT
Arap efsaneleri yalnızca Mecnun’un etrafında dönmekte, yalnızca Mecnun’un
aşkından bahsedilmektedir. Diğer mesnevilerde de Leyla’nın rolü, Mecnun’un
rolüne ve Nizâmî’nin Leyla’sına göre zayıftır (Tâhir Muharremof, Der Timsâl-i
Edebiyyât-i Dîrîn-i İrân, s. 44). Bir başka deyişle “Nizâmî’nin anlatımında baştan
sona Leyla’nın kişiliği Mecnun’a göre daha vakarlı ve mücadeleci olarak yansıtılmıştır.
Leyla’nın derdi, kendi deyimiyle Mecnun’unkinden kat kat fazladır;
ancak asla yaşamında kendini kaybetmemekte, ümitsiz olmamaktadır. En zor ve
sıkıntılı anlarda bile Leyla hayalinde geleceğe bir yol bulmaktadır. Sürekli Mecnun’u
teselli etmeye, hayata döndürüp, yaşama isteği uyandırmaya çabalamaktadır.
Ancak bütün bu üstünlüklere rağmen Leyla, kendini feodal toplumun kapalı
geleneklerinin ağır boyunduruğu altında bulur. İster istemez bütün kadınların
boynuna binen bu haksızlıklara tahammül etmektedir. Leyla’nın samimi aşkı ile
feodal toplumun gelenek ve kuralları arasında yatışmaz bir kavga vardır (Mubariz
Alizâde, Der Târih-i Edebiyyât-i Azerbaycan, s. 85).
Câmî de Nizâmî gibi, kadının hafif ve zevk peşinde değil, masum bir âşık olsa
bile karşı karşıya olduğu bu zor durumu dosdoğru anlatmıştır. Bir yandan baba
korkusu, anne gözetimi ve rakiplerden çekinme, diğer yanda sevgilinin sevgisi,
gönlün isteği, canın arzusu. Kızcağız bu ikisi arasında orta yol bulmaya çalış-
maktadır. Nihayet bunun sonu, ana babasının dediğini yapmak, yani onların seçip
beğendiği bir adamla evlenmek, fakat bu sırada kocasının isteğine razı olmayıp
gizlice sevgilisiyle görüşmeyi seçmektir.
Her halükarda bu ayrılık ve talihsizliğin sonu ölümden başka bir şey değildir.
Arap kaynaklarının tümü Leyla’nın ölümünün Mecnun’dan önce olduğunu yazmaktadırlar.
Nizâmî de bu anlatımlardan alıntıyla Mecnun’u Leyla’nın ölümüne
tanık yapmakta ve Leyla’nın ölüm döşeğinde “annesine sırrını açtığını” ve ona
“ben şehidim, benim kefenimi kana bula” diye vasiyet ettiğini kaydetmektedir.
Leyla’yı yani masum aşığı ve aşk için öleni şehit ile aynı değerde kabul etmek
üzerinde durulması gereken bir husustur. Zira daha önce geçen aşk hakkındaki hadise
göre Leyla ile Mecnun gibi sırlarını ifşa eden âşıklar değil, aşkını gizleyerek
aşk derdiyle ölen âşık şehittir. Şüphesiz Leyla’nın durumu, her ne kadar Mecnun’a
olan aşkı bütün belirtileriyle günden aydın ortada olsa da, Mecnun gibi ortalığa
dökmeyip aşk sırrını görünüşte yabancılardan gizlediği, bu nedenle Nizâmî’nin
deyimiyle gönlünde sakladığı sırrı yalnızca ölüm döşeğinde annesine açmakta
oluşuyla mazurdur. Hatta “Leyla’ya ‘ikinizden hanginizin aşkının daha çok’ diye
sorulduğu, Leyla’nın ‘Benim sevgim onun bana olan sevgisinden daha çok, zira
onun aşkı meşhur, benimki gizli’ dediği” anlatılmaktadır (Müderris, 1325: 5/216).
178 CÂMÎ’NİN ‘LEYLÂ’SI VE NİZÂMÎ’NİN ‘LEYLÂ’SI
Mecnun da Leyla’nın öldüğünü öğrenince mezarının başına gider ve Allah’tan
kendisini yaşamak sıkıntısından kurtarmasını diler. Allah bu samimi kulunun isteğini
kabul eder ve Mecnun, Leyla’nın mezarına kapanmış haldeyken “ey dost”
diyerek can verir. Anlatımlara göre, Mecnun, Leyla’nın mezarının yanı başına
gömülür. Nizâmî’nin deyişiyle “bütün yakınları, seçkinler, masumlar” toplanmış,
Leyla’nın mezarını açarak Leyla’nın yanına gömmüşlerdir:
Nazlı nazlı kıyamete dek uyurlar, artık önlerinden kınanma engeli kalktı
Bu dünyada bir sözdeydiler, öte dünyada da bir mezardalar
Türbelerinin üzerine halkın ziyaretgâhı olan bir mezar yapılır. Şu halde bu
ölüm, faydalı, hayırlı ve bereketli bir ölümdür, zira masum âşıklar, bu dünyada
dertli insanların sıkıntılarını giderir, hastalara şifa verirler. Leyla ve Mecnun’un
bir yere gömülüşü de anlamlıdır. Ziya “bu iki aşığın maddi dünyadaki ayrılıklarını
dile getiren öykülerini anlatanlar ödül olarak ruh dünyasında kavuşma dilemişlerdi
(Hikmet, 1320: 122).
Fakat Câmî’nin anlatımında Mecnun Leyla’dan önce ölmektedir. Câmî’nin
anlattığına göre Mecnun’un aşk hadisesini duyan bir bedevi onu aramaya çıkar
ve bulur, bir süre beraberce vakit geçirip şiirlerini ezberler. Bir başka sefer Mecnun’u
görmek için kırlara çıktığında Mecnun’un, vahşi hayvanlar arasında bir
ceylanın boynuna Leyla’ya sarılır gibi sarıldığını ve ikisinin de bu şekilde can
verdiğini, çevrelerinde bütün hayvanların halka kurduğunu görür. Bedevi, Mecnun’un
kabilesi ‘Âmirîlere Mecnun’un ölümünü haber verir, onlar da Mecnun ile
ceylanı gömerler. Leyla da Mecnun’un ölümünün üzüntüsüyle hastalanır, Mecnun’un
ayakucuna gömülmeyi vasiyet eder. Öldükten sonra da bu şekilde Mecnun’un
mezarının yakınına gömülür:
Aşk derdiyle ölen o ikisinin mezarı dünya âşıklarının baş yeri oldu
Kerem yağmuru adansın onlara, mezarlarını yemyeşil etsin
Şu halde Câmî, insanın mayasında gizli “ezeli ve ebedi nur”la ve hakiki aşk
güneşiyle Mecnun’un ve Leyla’nın sembolü olan ceylanın mezarına bakmaktadır.
Leyla da halkın dileklerinin yöneldiği yer ve “kerem hazinesi” olmakta, isteğini
buraya ileten herkes muradına ermektedir. Sonunda Leyla, bu dert dolu dünyadan
masum olarak ayrılır. Bu masumiyet, onun şehit oluşunun nedenidir. Zira Hazîn-i
Lâhicî’nin deyimiyle:
Mecnun’un türbesi nihayetinde Leyla’ya ulaştırır
Aşkla ölenlerin mezarına dikkatsizce basma
Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 171-180 179
DR. MEHDÎ ALÂ-İ HUSEYNÎ / ÇEV. KADİR TURGUT
INFORMATIVE ABSTRACT
JAMI’S LAYLA AND NIZAMI’S LAYLA
Dr. Mehdî ‘Alâî-i Huseynî**
Çev. Kadir TURGUT***
As a most famous love story in the Eastern world, the story of Layla and
Majnun is a symbolic story of all true lovers. All of love stories, despite their
differences, narrate the suffering of worldly love and dying because of love. This
old legendary story was written firstly by Nizami in Persian and then carried out
to the verse and prose simulating of Nizami’s work by many persons. The most
famous one of these is Abdurrahman Jami’s work that was written three hundred
years later than Nizami.
Work of Nizami and Jami narrates love of two lovers that never had ‘a happy
end’. In Nizami’s work Layla and Majnun are children of the same dynasty and
know each other in the primary school. They become friends firstly then their
relationship carries them to love. After some ‘happy days’ their mystery gets appear
then the families try to prevent them to meet, because of that they don’t let
Layla to go to school. But nothing keeps their love hidden, so Majnun gets mad
because of his love. When Majnun’s parents ask Layla’s family to marriage her
they don’t agree alleging Majnun’s madness and force Layla to marry another
man. After the marriage, they also have a relation that Majnun sends a message
writing a poem, Layla also replies him in the same way. After their so suffering
love days Layla dies one day. When Majnun hears that he comes to Layla’s grave
and he dies there also.
In Jami’s work, Layla and Majnun know each other in countryside shepherding.
Their families are enemies of each other; so they don’t let them to marry. In
Jami’s story Majnun tells about his love everywhere, but Layla because of social
pressure and her ‘moral principles’ doesn’t say anything about her own love
and feelings. There is another difference in Jami’s work that Majnun dies before
** Assist. Prof. Dr., Peyâmnûr University (Meşhed, İran)
*** Dr., Istanbul University, Faculty of Letters, Chair of Persian Language and Literature
(turgutkadir@yahoo.com).
180 CÂMÎ’NİN ‘LEYLÂ’SI VE NİZÂMÎ’NİN ‘LEYLÂ’SI
Layla. When Layla hears the death of Majnun, she gets ill and dies after giving a
testament about being graved nearby Majnun’s grave.
We can see both of two stories narrate a mystic love. Majnun has nearly the
same portrait in two stories. But Jami’s Layla has more strong personality and
innocence. Because of hiding her love she reaches a better degree in love.
KAYNAKÇA
Câmî, Nûreddîn b. Abdurrahmân. 1313. Leylî vu Mecnûn. haz. Vâhid-i Destgirdî.
Tahran.
1972. Leylî vu Mecnûn. haz. A’lâhân Efsahzâd. Moskova.
1337. Mesnevî-i Heft Evreng. haz. Murtazâ Muderris-i Gîlânî. Tahran.
1337. Nefehâtü’l-üns min Hazerâti’l-kuds. haz. Mehdî Tevhidîpûr. Tahran.
Hikmet, Ali Asgar. 1320. Romeo ve Juliet-i Shakspeare, Mukâyese bâ Leylî vu
Mecnûn-i Nizâmî. Tahran.
Hikmet, Ali Asgar. 1320. Câmî. Tahran.
Recâyî, Ahmed Alî. 1349. Hulâsa-i Şerh-i Ta’arruf. Tahran.
Settârî, Celâl. 1366. Hâlât-i Işk-i Mecnûn. Tahran.
Alizâde, Mubâriz. 1360. Târîh-i Edebiyyât-i Azerbaycan. çev. H. M. Sadîk.
Tahran.
Alizâde, Mubâriz. 1360. Zindegî ve Endîşe-i Nizâmî. çev. H. M. Sadîk. Tahran.
Masiniyon, Luis. 1362. Mesâib-i Hallâc. çev. Ziyâuddîn Seccâdî. Tahran.
Mahcûb, Muhammed Ca’fer. 1342. “Leylî vu Mecnûn-i Nizâmî ve Mecnûn u
Leylî-i Emîr Husrev-i Dihlevî”, Mecelle-i Sohen. sayı 7.
Muderris, Mirzâ Muhammed Alî. 1325. Reyhânetü’l-edeb. Tahran.
Nâtel Hânlerî, Pervîz. 1363. “Dâstân-i Pedîd Âmeden-i Yek Dâstân”, Mecelle-i
Sohen. sayı 3.

Konular