XVI. Yüzyıl Şuarâ Tezkireleri ile Necâtî’nin Şiirlerine Göre Anadolu Türk Edebî Dilinin Gelişiminde Deyim ve Atasözü Kullanımı

SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi
Sosyal Bilimler Dergisi
Aralık 2007, Sayı:16, ss.141-162.
ÖZET
XIII. yüzyılda bir yazı ve edebiyat dili olarak Orta Asya Türk yazı ve edebiyat
dilinden ayrılan Oğuzca, Azerbaycan ve Anadolu’da yeni bir yazı ve edebiyat dili olarak
gelişmiştir. Anadolu’da Türkçe’nin bir edebî dil olması XVI. yüzyıl tezkirecilerinin
değerlendirmelerine göre iki yüz yıllık bir süreç içinde gerçekleşmiştir. Anadolu’daki
edebî dilin oluşumunda etkili olan şairler Türkçe’nin imkânlarını kullanırlarken özellikle
şiir dilinde yoğun bir şekilde deyim ve atasözlerinden yararlanmışlardır. Şuarâ tezkiresi
yazarlarına göre Anadolu Türk şiirinin en büyük kurucu üstadı olarak kabul edilen Necâtî
şiirde deyim ve atasözü kullanımındaki ustalığıyla da dikkat çekmiş ve takdir kazanmıştır.
Anadolu şairleri deyim ve atasözlerini şiir dilinde kendi amaçlarına uygun bir şekilde yeni
düzenlemelerle kullanmışlardır.
Anahtar kelimeler: Anadolu Türk edebî dili, deyim, atasözü, Necâtî
Usage of Idiom and Proverb in the Literary Language of
Anatolian Turkish: 16th Century Poets’ Tazkires and
Necâtî’s Poems
ABSTRACT
I tough been released from Central Asia Turkish language in the XIII century,
Oguz Turkish developed as a writing and literary language in Azerbaijan and Anatolia.
The development process of Turkish towards being a literary language took about two
centuries in Anatolia. The poets significantly contributing to the development of literature
language used intensively idioms and proverbs in the poem language. Necâtî, the master
of the Anatolian Turkish poets, was well appreciated in the usage of idioms and proverbs.
Anatolian poets used idioms and proverbs for their own objectives with new arrangement
in their poets. This usage has been intensively sustained in Anatolian poem language.
Keywords: Anatolian Turkish literary language, idiom, proverb, Necâtî.
Giriş
Her sanat alanı kendisine has bir malzeme kullanır. Dolayısıyla
bu malzemenin özellikleri ve imkânları o sanat eserini etkiler. Resim
sanatında boya ve boyaların sürüldüğü tuval, mimaride yapımda


Yrd. Doç. Dr. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen – Edebiyat Fakültesi Türk Dili
ve Edebiyatı Bölümü.
142 XVI. Yüzyıl Şuara Tezkireleri ile Necati’nin Şiirlerinde…
kullanılan taş, beton, ağaç, demir vb., müzikte çeşitli müzik aletlerinden
çıkan seslerin malzeme olarak kullanılması gibi. Kullanılan malzeme
açısından bakıldığında edebiyatın en temel malzemesi dildir. Edebiyat
alanında eser veren sanatçı bir dili kullanarak eser verir. Fakat dil diğer
sanat alanlarının kullandığı malzemeden oldukça farklıdır. Diğer sanat
alanlarının malzemeleri cansız maddelerden oluştuğu halde dil bir
toplumun ortaklaşa yaşattıkları ve geliştirdikleri canlı bir malzemedir. O
toplumun bütün geçmiş kültürel mirasını da içinde taşır.1

Dil malzemesi temelde bir iletişim aracı olmakla birlikte çok
çeşitli alanlarda iletişim ve aktarma sağlamaktadır. Bu nedenle bilim dili,
konuşma dili, edebiyat dili gibi alanlar oluşmaktadır. Edebiyat dili alanı
diğer dil alanlarından kendine has farklı özellikler göstermektedir. Bilim
dili aktarmak istediğini açık seçik, herhangi bir yanlış anlamaya meydan
vermeyecek şekilde en kısa ve kestirmeden aktarmaya çalışır. Hatta
matematik ve mantık gibi bir işaretler sistemine dönüşme eğilimindedir.
Günlük dil ise ses ve anlamda bir düzenleme endişesi taşımadan bir şeyi
bildirmek, aktarmak amacıyla oluşturulur. Yalnız günlük dil, çoğu zaman
karşıdakini etkilemek amacını da taşıdığından, sanat dilinin en çok
yaslandığı dildir.
Edebiyat dili, bilinçli bir düzenlemeye dayalı bir dildir. “Edebî
dilde dilin kaynakları çok daha bilinçli ve sistematik bir biçimde
kullanılır.”2
Sanatçı eserini oluştururken dili kendi “şahsîliğini” ortaya
koyacak şekilde kullanır ve bunu bütün eserine yayar. “Şiir dili günlük
dilin kaynaklarını bir düzene sokar, onlara yoğunluk kazandırır, hattâ
bazen farkına varmamızı dikkat etmemizi sağlamaya çalışırken bunları
zorladığı bile olur. Yazar bu kaynakların çoğunu nesillerin sessiz ve
anonim çalışmalarıyla önceden hazırlanmış ve şekillenmiş olarak
bulacaktır.”
3
Edebî dilde, özellikle şiirde dil hem ses hem anlam yönünden
yazarın öznel bir düzenlemesine tabi tutulur. Bu düzenleme esnasında dil
elemanları kullanılarak anlam yoğunlaştırmalarına, çift anlamlılıklara,
müphemliği ve anlam yoğunluğunu sağlamak için kapalı söyleyişlere
başvurulur. Ayrıca dikkati çekmek için dilin edebiyat geleneği içinde,
zamanın akışı içinde oluşturulmuş ses tekrarları, kafiye, redif, durak,
vezin, mısra, birim vb. birçok teknik özelliklerden yararlanılır. Bütün
bunlar yapılırken “bir ruh hali, tavrı yansıtılır ve okuyucu etkilenmeye”
çalışılır. Bütün bunlar yapılırken şekille anlam arasında derin bağların
oluşturulmasına özel bir önem verilir.4


1
Rene Wellek - Austin Varren, Edebiyat Teorisi, Çeviren: Ömer Faruk Huyugüzel,
Akademi Kitabevi, İzmir, 1993, s. 9. 2
Rene Wellek - Austin Varren, a. g. e., s. 11. 3
Daha geniş bilgi için bkz. Rene Wellek - Austin Varren, a. g. e., s. 11. 4
Tunca Kortantamer, “Türk Şiirinde Ses Konusunda ve Ses Gelişiminin Devamlılığı
Üzerine Genel Bazı Düşünceler”, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Türk Dili ve
Edebiyatı Araştırmaları Dergisi I, İzmir, 1982, s. 62.
Mustafa AKSOY 143
Bir edebî dil olarak Anadolu’da gelişen Türkçe’ye gelince şöyle
bir gelişim sürecinden gelmiştir. VI-XI. yüzyıllar arasında yer alan Eski
Türkçe döneminde Oğuzca kendi varlığını ortaya koymuş, bir kısım lehçe
özellikleri şeklinde yazı diline girmiştir. XI-XIII. yüzyıllar arasında bir
“geçiş dönemi” yaşamış ve bu döneme özgün bazı eserler vermiştir.5
Yenisey, Orhon ve Uygur Türkçeleri ise VIII. yüzyılda oldukça gelişmiş
bir edebî dil seviyesine ulaşmış bulunuyorlardı.
6
Oğuz Türçesinin bir yazı
dili olarak ortaya çıktığı XIII. yüzyıla kadar Türk dünyasında tek bir yazı
dili hâkimiyetini sürdürmüştür. Köktürk, Uygur, Karahanlı yazı dilleri tek
bir kol halinde ilerleme göstermişlerdir. XIII. yüzyıldan itibaren yeni
dallanmalarla yeni yazı dillerinin oluşumu yaşanmıştır. Fakat Divanu
Lûgati’t-Türk’ün Oğuz Türkçesi ile ilgili verdiği bilgiler ışığında XI-XIII.
yüzyıllar arasında Oğuz Türkçesinin bir geçiş dönemi yaşadığı, Eski Türk
yazı dilinden ayrılarak bir yazı dili olma çabasını sürdürdüğü
belirtilmektedir. XI-XIII. yüzyıllar arası dönemde Oğuzca’da yerli ağız
özellikleriyle Eski Türk yazı dilinden gelme özellikler bir arada
bulunmaktadır. Bu yüzden Oğuz Türkçesine yakın bu eserlerde karışık
dilli bir yapı göze çarpmaktadır. Fakat bu dönemde hızlı bir ayrışma
yaşanmakta Oğuz Türkçesi bir yazı dili hüviyetine bürünmektedir.7

Bir yandan Eski Türk yazı dilinden koparak bir yazı dili olma
çabasını sürdüren Oğuz Türkçesi Anadolu Selçukluları döneminde bir de
Arapça ve Farsça’yla yarışmak ve mücadele etmek durumunda kalmıştır.
Selçuklular idaresinde Anadolu’ya gelen Oğuz-Türkmen toplulukları
beraberlerinde bir yazı dili de getirmişlerdir. Fakat Selçuklu idaresinde
Arapça ve Farsça ilim ve sanat dili olarak ön plana çıkmış, bir kısım Türk
yazarlar da bu dillerde eserler vermişlerdir. Fakat Eski Anadolu Türkçe’si
imlâsında Arapça, Farsça imlâ geleneği izleri yanı sıra Uygur imlâ
geleneği izlerinin görülmesi Azerbaycan-Anadolu coğrafyasına gelen
Oğuz-Türkmen boylarının bir yazı dilini de beraberinde getirdiklerini
kanıtlamaktadır. Fakat Anadolu Selçukluları dönemi Oğuz Türkçesinde
Karahanlı yazı dilinden gelen özellikler XIII. yüzyıl sonlarında iyice
azalmış Oğuz-Türkmen özellikleri iyice artmıştır. Anadolu’da bir yazı
dili hüviyetini bürünen Oğuz Türkçesi Arapça ve Farsça ile mücadelenin
yanı sıra “olga bolga dili” diye isimlendirdiği karışık dilli eserlerde
görülen Orta Asya yazı dilinin bir kısım özelliklerinden de kendini
arındırmaya çalışmış ve bu özellikleri XV. yüzyıla gelindiğinde
eritmiştir.8


5
Prof. Dr. Zeynep Korkmaz, “Eski Türkçedeki Oğuzca Belirtiler”, Türk Dili Üzerine
Araştırmalar, 1. Cilt, Ankara 2005, s. 216. 6
Zeynep Korkmaz, “Yazılı Devirlerdeki Gelişmelere Göre Eski Türkçenin Yaşı”, Türk
Dili Üzerine Araştırmalar, s. 217. 7
Daha geniş bilgi için bkz. Zeynep Korkmaz, “Kâşgarlı Mahmud ve Oğuz Türçesi”, Türk
Dili Üzerine Araştırmalar, s. 241-243. 8
Zeynep Korkmaz, “Selçuklular Çağı Türkçesinin Genel Yapısı”, Türk Dili Üzerine
Araştırmalar, s. 286.
144 XVI. Yüzyıl Şuara Tezkireleri ile Necati’nin Şiirlerinde…
XVI. yy. Şuarâ Tezkirelerine göre Türkçe’nin Anadolu’da
Edebî Dil Olarak Gelişimini Etkileyen Faktörler
Yenisey-Orhon, Uygur, Karahanlı Türkçeleri dönemlerinde
gelişen Türkçe edebî dilin gelişim süreci XIII-XIV. yüzyıllardan itibaren
Anadolu’da gelişmeye başlayan edebî dilde de devam eder. Bu gelişim
süreci yaklaşık iki yüzyıl gibi bir sürede gerçekleşmiş ve bu gelişim
sürecinden sonra XVI. yüzyıldan itibaren Anadolu’da Türkçe yazan
şairler kendilerine rakip olarak gördükleri İran şairlerini geçtiklerine
inanmışlardır.
Anadolu’da Türkçe’nin bir edebî dil olarak gelişim sürecini şuarâ
tezkirelerinde yer alan bir kısım kayıtlardan da izlemek mümkündür.
Anadolu’da XVI. yüzyıl başlarından itibaren yazılmaya başlanan şuarâ
tezkirelerinde şairlerin hayatından bahsedilirken onların şiirleri de
değerlendirilip yerine göre eleştirilir veya takdir edilirler. Şairlerin şiirleri
ve şiirdeki tarzları değerlendirilirken devrin şiir dili, şiir anlayışı ve şiirin
durumu ile ilgili bir kısım önemli bilgiler de verilir.
Çalışma esnasında şuarâ tezkirelerinden Anadolu sahasının ilk
tezkirelerinden olan ve Necâtî’nin şiir dilini ondaki Kastamonu’ya ait
yerel kelime kullanışlarına kadar iyi bilen, şiir dilinde özgünlüğe büyük
önem veren, edebî dilde dış etkilere dikkat eden ve şiir dili gelişimine
büyük dikkat gösteren Latîfî tezkiresinden yoğun olarak yararlanılmış,
yer yer Kınalızâde Hasan Çelebi tezkiresi de kullanılmıştır.
Şuarâ tezkiresi yazarlarına göre Anadolu’da Türkçe edebî dilinin
gelişimi XV. yüzyılda olmuştur. Bu gelişim çizgisinde en önemli üç şair
Şeyhî, Ahmet Paşa ve Necâtî’dir. Latîfî, Şeyhî’yi tanıtırken Anadolu
şairlerinin itibar durumlarını da özetler. Anadolu şiirinin ilk itibarlı şairi
Şeyhî’dir. “Ħavāś u Ǿavām nice şuhūr ü eyyām (17) anı istiǾmāl ü
istinsāħ itdiler. Tā Aĥmed Paşa žuhūr idince anuñ eşǾār-ı (18) dil-keşi
ile defter ü dįvān muharrer ü münaķķaş olup bir mertebe iştihār-ı nām ve
iǾtibār-ı mālā-kelām (19) buldı ki bir nice müddet ħalāyıķuñ raŧbu’llisānı
ve vird-i zebānı oldı. (20) Nizāmį-i Ķaramānį vücūd bulınca bir
nemaŧ ü nesaķ üzre bir müddet daħi anı oķıdılar(21) (107a) yazdılar.
Necātį ħurūc idince ammā anuñ Ǿuźūbet-i maķāli ve durūb-ı emśāli ki
ŧıbāǾ-ı enām (1) ve mizāc-ı ħās u Ǿāmma ħoş gelüp herkesüñ ĥasb-i
vāķiǾ olıcaķ ol andan ilā hāze’l-hįn (2) raġbet ü revācdan kesāda
düşmedi ve kālā-i kāsid gibi ħalķ anı koyup ġayra üşmedi. Dįvān-ı (3)
Ĥāfıž ve Cāmį gibi her ne ķadar ki oķunsa yine ter ü tāźedür. Zįrā
meźkūra gelince sābiķu’ź-źikr olanlar (4) şiǾri Fürs dįvānlarından
tetebbuǾ ile dirlerdi . Necātįye gelicek şiǾr meŝel-āmįz oldı (5) ve herkes
Mustafa AKSOY 145
ĥasb-i ĥāline müteǾallıķ anda darb-ı meŝel ebyāt buldı. Herkes murādını
bir beyt ile edā ider (6) oldı.” 9

Üstteki alıntıda belirtildiği gibi Latîfî’ye göre Anadolu’da
önceleri gerek seçkinler gerek halk arasında Şeyhî sevilip okunmaktadır.
Ahmet Paşa’nın ortaya çıkışıyla onun gönül alan şiirleri yazılıp yaygınlık
kazandı, ünlendi, söz götürmez bir şöhrete sahip oldu ve uzun süre halkın
dilinde dolaştılar. Karamanlı Nizâmî ortaya çıkanca bir süre onun şiirleri
de şöhret bulup yaygın okunurluğa sahip oldu. Necâtî ortaya çıkınca onun
söyleyişindeki tatlılık ve atasözü kullanımı önde gelen insanların
yaratılışına ve en seçkininden en sıradanına kadar herkesin mizaçlarına
çok hoş geldi, şiirleri kullanımda itibardan düşmeyip büyük revaç buldu,
halk Necâtî’nin şiirini bırakıp başkasına yönelmediler. Necâtî’nin şiirleri
Hâfız ve Câmî divanlarındaki şiirler gibi her zaman yeni ve tazedirler.
Önceki şairler Farsça divanlardan etraflıca araştırıp öğrenerek şiir
söyledikleri halde Necâtî herkesin durumuna uygun atasözü gibi
söyleyişler yakaladı, herkes istediğini bu bir beyitle ifade edebilir oldu.
Latîfî, Anadolu’da ilk dönem şairleri hakkında çeşitli bilgiler
verirken şiir dili ve şiirin durumu hakkında da ilginç bilgiler aktarır.
Bunlardan birine Hamdî-i Kadîm’den bahsedilirken rastlarız. Latîfî’nin
aktardığına göre Hamdî-i Kadîm, Sultan Mehmed Han Gazi (Mehmet
Çelebi) devrinden ‘Atâyî ile Ahmedî arasında gelmiştir ve onlarla ilişkisi
olmuştur. Latîfî bu şairden bahsederken devrin şiiri ve şiir dili
konusunda da bizi bilgilendirmiş olur, şöyle bir değerlendirmede bulunur:
“ol devr şuǾarāsınuñ şiǾrinde çendān leŧāfet ü renk yokdur ve Oġuzāne
ve kūhiyāne (12) elfāž u edāları çoķdur.”10
Latîfî, XV. yüzyıl başının en önemli şairi olarak kabul edilen
Şeyhî’nin şiirinden ve şiir dilinden bahsederken yine benzer bir
değerlendirmede bulunur. “Ammā nažm-i Ħusrevi zamān-ı sābıķda vārid
ü vāķiǾ olmaġın (7) esnā-yı terkįb-i nažmında ķavm-i ķadįmüñ Oġuzāne
ve ķūhiyāne bažı ādāt u Ǿibārātı (8) düşmişdür ki her biri elfāz-ı
ġarįbeden ve Ǿibārāt-ı vaĥşiyyeden Ǿaddolunur. Fesāĥatı (9) maĥalli-i
metrūk u mānde Türkį taǾbįrāt ve istiǾmāli ahālį-i ķurāda ve ķavābil-i
kūhiyānda olur. (10) Füśeĥādan baǾzı ol bir ķaç Ǿibārātı bāǾiŝ-i daħl ü
taǾn idinmişlerdür. Nažmında feśāĥat (11) ve elfāžında belāġat yoķdur
dimişler ammā bu dāyirede nažar nažar-ı inśāfdan bįrūndur ve nažar-ı
(12) pest ü dūndur. Zįrā erbāb-ı Ǿirfāndan maħfi degüldür ki o zamānda
źebān-ı Türkįde ol kadar (13) žerāfet ve ol Ǿaśr şuǾarāsınuñ taǾbįr ve
edālarında çendān feśāĥat yoķ idi.”11
Latîfî XIV. yüzyılın ilk yarısında Anadolu’daki şiir dilini güzel
ve çekici ifadeyi sağlama bakımından yetersiz bulmakta “Oğuzâne ve

9
Rıdvan Canım, Latîfî, Tezkiretü’ş-şu’arâ ve Tabsıratü’n-nüzemâ (İnceleme-Metin),
AYK Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı, Ankara, 2000, s. 341-342. 10 Canım, a. g. e., s. 232. 11. Canım, a. g. e., s. 339-340.
146 XVI. Yüzyıl Şuara Tezkireleri ile Necati’nin Şiirlerinde…
kûhiyâne elfâz ve edâ” ifadesiyle yazı dilinde daha oturmamış sözlü dilin
ifadelerinin yer almasını eleştirmektedir. Bu ifadeleri “dağlıya yakışacak
kaba, yabânî” ifadeler olarak görmektedir. Yine Latîfî, Şeyhî’nin kendi
devri içinde üstat şair olarak sayılmakla birlikte şiir dili ve tarzı
bakımından eleştirilmesini insafsızlık olarak görmekte bu zaafların devrin
şiir dilinin zaaflarından kaynaklandığını vurgulamaktadır. Latîfî’ye göre
XV. yüzyıl başlarında bile şiir dili hala “Oğuzâne ve kûhiyâne âdât ve
ibârât”ın zaaflarını taşımaktadır. Burada yer alan “terkedilmiş, kalmış
yerlerin Türkçe tabirleri” ifadesiyle yukarıda belirttiğimiz Orta Asya
Türkçesine ait ifadeler ve “köylerde yaşayanların ve dağlardaki
kabilelerin kullandığı dil” ifadesiyle şehirli Türkçesinde yer almayan kır
ahalisinin Türkçe ifadeleri belirtilmekte, bunların kullanımı edebî dilde
güzel ve etkili anlatım için noksanlık olarak görülmektedir. Fakat burada
tezkire yazarı bunu bir noksanlık gibi gösterse bile yukarıdaki ifade bize
aynı zamanda o dönemde halkın konuştuğu Türkçe’den kelime ve
ifadeler alınmak suretiyle edebî dilin geliştirilmeye çalışıldığını da
göstermektedir. Aslında belirtilen uygulama edebî dilin gelişimi
açısından olumlu bir uygulamadır. Edebî dili sağlıklı geliştirmenin
önemli yöntemlerinden birisi de halk dilinden konuşma diline ait
kelimeleri yazı diline kazındırmaktır. Latîfî’ye göre XV. yüzyıl başı
Anadolu Türk edebî dili hala incelikli, güzel ve açık/anlaşılır ifadeyi
sağlamak bakımından zaaflar taşımaktadır.
Yine Latîfî’nin verdiği bir kısım bilgilerden bu dönem
Anadolu’sunda yöneticilerin şairlere destek vererek edebiyatın ve
edebiyat dilinin gelişmesine katkıda bulunduklarını anlamaktayız. Latîfi
önceleri şairlere büyük destek, değer verildiğini belirtip kendi devrinde
şairlere gereken değer ve desteğin verilmemesinden yakınmaktadır. “…
ibtidā-i saltanat-ı āl-i ‘Osmāniyyeden her sāl sāliyānelerin alurlar idi ve
cevāyiz-i ‘atāyā-yı (9) sultānįden behre-mend olurlardı. Kimi meĥāmidin
idüp kimi fütūhātın nažm ķılurlardı. Merĥūm-ı (10) maġfūrun-leh śadr-ı
śadāretden gitdükden soñra zümre-i mezbūrenüñ teşrįfāt ü cevāyizi
külliyen (11) ķaŧǾ olındı ve erbāb-ı nažm u inşānuñ ķadr ü raġbetleri
refǾ olup encümen-i cemǾiyyetleri bozuldu….”12
Burada Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında şairlere her yıl
yıllık bir ücret ve bunun yanı sıra hükümdar tarafından karşılıksız
hediyeler verildiği şairlerin bunlardan yararlandığı belirtilmektedir.
Şairleri destekleyen İbrahim Paşa sadrazamlıktan ayrıldıktan sonra
şairlerle verilen bütün yardımların kesilmesinin ve şairlerin kıymetinin
bilinmeyip kendilerine değer verilmemesi sonucu düzenlerinin
bozulmasından bahsedilmektedir. Sağlam bir siyasi örgütlenmeye dayalı
ve ülkede bilim kültür faaliyetlerine kaynak ayıran devlet yapısı
olmaksızın edebî dilin gelişmesi mümkün değildir. Latîfî’nin yukarıdaki

12 Canım, a. g. e., s. 327.
Mustafa AKSOY 147
verdiği bilgiden XIV. ve XV. yüzyıllarda edebî dilin gelişimi için
yönetim desteğinin olduğunu anlamaktayız.
Yukarıda da belirtildiği gibi Türkler Anadolu’ya Orta Asya
Türkçesinin yazı diliyle gelmişler, sonra bu yazı dilinden ayrılıp koparak
yeni bir edebî dil geliştirmişlerdir. Fakat yine bir yandan da Orta Asya
edebî dilinin birikiminden yararlanmaya devam ettikleri yine şuarâ
tezkirelerindeki bir kısım kayıtlardan anlaşılmaktadır. XV. yüzyılda Orta
Asya Çağatay Türkçesinin en önemli şairi Ali Şîr Nevâyî’dir. Kınalızâde
Hasan Çelebi tezkiresinde Ahmed Paşa’ın şiiri üzerinde Nevâyî şiirinin
etkisi konusunda düşülen kayıt son derece ilgi çekicidir. “Fi’lvākiǾ
bundan aķdem şiǾr-i Türkį selāset ve nezāketden dūr ve dil-i nā-ķābilān
gibi melāĥat ve letāfetden mehcūr idi. Rāķımü’l-ĥurūfuñ ceddi olan Mįrį
Efendi’den vālid-i Firdevs-mekān rivāyet iderler idi ki Ahmed Paşa’nıñ
evāǿil-i ĥālde didügi eşǾār ve maķālde çun ĥālet ve melāĥat yoġıdı.
Śoñra Emįr ǾAli Şįr Nevāǿį otuz üç dāne ġazel göndermiş idi. Ahmed
Paşa aña iktidā itmekle üslūb-ı şiǾri ħūb ve ŧarz-ı güftārı merġūb
olmışıdı.”13
Burada Kınalızâde Hasan Çelebi, Türk şiir dilinin Ahmet Paşa’ya
kadar hatta onun ilk devirlerinde bile çekicilik ve çekici güzellikten
yoksun olduğu Ali Şîr Nevâyî’nin otuz üç gazel göndermesi sonucu
onların yol göstermesiyle Ahmet Paşa’nın güzel şiirler yazdığı
belirtilmektedir. Buradaki ifadeden XVI. yüzyıl tezkirecilerine göre XV.
yüzyıl oralarında bile Anadolu’daki şiir dilinin tam gelişmediği Orta
Asya edebî dilinden yararlandığı ortaya çıkmaktadır.
Latîfî’nin de tezkiresinde yer verdiği bazı şairlerde Nevâyî
etkisinden bahsettiği görülmektedir. Meselâ Sultan Bâyezid devri
şairlerinden olan Basîrî, Nevâyî yanında yetişmiş ve Anadolu’ya gelirken
yanında Nevâyî Divanı’nı getirmiştir. Anadolu’ya ilk Nevâyî Divanı’nı
bu şair getirmiştir.14 Cemîlî, Nevâyî tarzında şiir söylemiş, onun üç cilt
divanındaki bütün şiirlere nazire yazmış, fakat başarısız olmuştur.15 Yine
Latîfî’nin kaydına göre Kandî-i Bursevî Acem vilayetine gitmiş orada
Mevlânâ Câmî ve Nevâyî ile görüşmüştür.16 Bütün bu kayıtlar Anadolu
Türk edebî dilinin bir yandan kendi kulvarında gelişirken diğer yanda
ayrıldığı Orta Asya Türkçesi edebiyat dilinden yer yer yararlandığını
göstermektedir.
Edebiyat dili geliştirilirken dili geliştirmenin diğer
yöntemlerinden birisi de halk dilinden bir kısım kelimelerin itibarlı şair
ve yazarlar tarafından yazı/edebiyat diline kazandırılmasıdır. Anadolu
Türkçesi yazı/edebiyat dili geliştirilirken bu tarz yararlanmaların
yapıldığını yine şuarâ tezkiresi kayıtlarından öğrenmekteyiz. Anadolu

13 Kınalızāde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-şuara, II. Cilt, Hazırlayan: İbrahim Kutluk, Türk
Tarih Kurumu, Ankara, 1981, s. 134-135.
14 Canım, a. g. e., s. 189. 15 Canım, a. g. e., s. 217. 16 Canım, a. g. e., s. 450.
148 XVI. Yüzyıl Şuara Tezkireleri ile Necati’nin Şiirlerinde…
sahasının ikinci şuarâ tezkiresini yazan Latîfî Kastamonuludur. Tezkire
yazarları tarafından Anadolu sahası Türk şiirinin oluşumunda üstat kabul
edilen Necâtî’de Kastamonu’da yaşarken şairliğiyle ün kazanmıştır.
Latîfî, Necâtî’den bahsederken kendisi de Kastamonulu olduğu için onun
şiirlerinde Kastamonu’ya has bazı kelimeleri şiire kattığını belirtip şiire
katılan kelimeler ve onların dayandığı âdetler ve yerlerle ilgili bilgi
vermekte ve bu yerler ve âdetler hakkında bilgi sahibi olunmazsa bu
şiirlerin anlaşılamayacağını belirtmektedir. Meselâ;
Acır iseñ gel Necātį derdmendi acı kim
Ne leb-i dilber naśįb oldı ne ĥelvā-yı raķįb
Beytinde yer alan “helvâ” kelimesinin Kastamonu yöresinde “ölü
arkasından dağıtılan helva”dan alındığını yörede bu helvanın adına
“nasîb” dendiğini ve kelimenin bu anlamıyla ihâm sanatı yapıldığını
belirtir.
Gördüñ çü ķadd-i dilberi ey bāġbān-ı dehr
Var sen de bir bunuñ gibi serv-i revān aśar
Latîfî, Necātî’in bu beyitinde geçen “aśar” kelimesinin yörede “terbiye
etme, bakma, geliştirme” anlamlarında kullanıldığını belirtir. Bu beyitte
de yöredeki anlamıyla “fidan yetiştirir, hazırlar” anlamında kullanıldığını
belirtir.17 Tezkirede verilen bu bilgiler açıkça o dönemin en güçlü şairi
olan Necâtî’nin yöresel dilden edebî dile yeni kelimeler katmak suretiyle
bu dili geliştirmeye çalıştığını göstermektedir.
Bunların yanı sıra Anadolu Türkçesinin güçlü bir edebî dil haline
gelmesinde kullanılan en önemli yöntemlerden birisi de halk dilinde yer
alan deyim ve atasözlerinin edebî dilde kullanılmasıdır.
Deyim ve Atasözlerinin Anadolu Türk Edebî Dilinin Gelişim
Döneminde Kullanımları
Deyim ve atasözleri Türkçe bünyesinde dilin kuruluşundan
itibaren oluşturulmuş özlü anlatım kalıplarıdır. Bunlara sav, darbımesel
sonraları da atasözü denmiştir. Atasözleri konusunda önemli uzmanlardan
bir olan Adnan Ötüken’e göre atasözü bir hikmet taşıyan özlüsöz
mahiyetinde klişe/kalıp haline gelmiş bir sözdür. Eskiden geçmiş bir olay
veya oluşumun eş veya benzer anlamını içeren halk düşüncesini veya
felsefesini dile getirir ve mutlaka bir hüküm taşır. Eğer söz kesin bir
hüküm taşıyorsa bunlara atasözü, bunların dışında kalanlara deyim
denir.18
Türk atasözleri ve deyimleri sözlüğünü hazırlayan Ömer Asım
Aksoy atasözlerinin özelliklerini değerlendirirken bu özellikleri biçim ve
kavram özellikleri olarak ikiye ayırır. Biçim özellikleri olarak başta
atasözlerinin kalıplaşmış sözler olduğunu belirtir. “Her atasözü, belli bir

17 Canım, a. g. e., s. 519-520. 18 Türk Atasözü ve Deyimleri I, Hazırlayan: Milli Kütüphane Genel Müdürlüğü, Milli
Eğitim Basımevi, İstanbul, 1992, s. vı.
Mustafa AKSOY 149
kalıp içinde, belli sözcüklerle söylenmiş olan donmuş bir biçimdir.
Sözcükler değiştirilip yerlerine –aynı anlamda da olsa- başka sözcükler
konulamayacağı gibi sözdiziminin biçimi de bozulamaz. Böyle
değiştirmeler yapılsa ortaya çıkan söz, -anlam değişmese dahiatalarsözü
diye anılmaz”19 Diğer biçim özellikleri az sözle çok anlamı
ifade edecek şekilde kısa ve özlü olmalarıdır. Genellikle bir iki cümlelik
ifadelerdir. Atasözlerinde genelde geniş zaman ve emir kipi kullanılır,
diğer kiplerin kullanımı seyrektir.20 Kavram özelliği olarak da
atasözlerinin sosyal olayları ve tabiat olaylarını uzun bir gözleme dayalı
olarak aktarmaları dikkati çeker. Bu uzun gözleme dayalı olaylardan ders
verici düşündürücü yargılar oluşturulur. Atasözleri, ahlak dersi ve öğüt
verici, yol gösterici, toplumun gelenek ve töresini, inançlarını
bildiricidirler. 21
Deyimler ise yapı olarak genellikle hüküm unsuru bulunmayan
birkaç kelime veya bazen tam veya noksan cümleden oluşurlar. Çoğu
deyimlerin oluşumunda mecaz, teşbih, istiare, kinaye vb sanatlar
kullanılır. Bu şekilde bir obje veya olay tasvir ve ifade edilir. Deyimler
temel karakter olarak hal ifade ederler. Deyimlerde kullanılan çoğu
kelime ve ifadeler gerçek anlamlarından farklı olarak kullanılırlar.22
Deyim ve atasözleri günlük dilde konuşan tarafından anlatmak
istediğini etkili anlatmak ve inandırıcı olmak için bazı kişiler tarafından
zaman zaman, bazı kişiler tarafından da sıklıkla kullanılır. Pertev Naili
Boratav, atasözü derlemelerinden bahsederken toplum içinde bazı
kimselerin konuşurken atasözü kullanmayı adet haline getirdikleri ve
bunları konuşma esnasında sıklıkla kullandıklarını belirtir. “Umûmiyetle
okumamış ve az okumuş, halktan kimseler, bilhassa ihtiyar, tecrübeli,
görmüş geçirmiş, zeki kadınlar; aynı vasıfları taşıyan bazı ihtiyar
erkekler, sözlerinde tabii olarak sık sık darbımesel kullanırlar. Bunlarda
darbımesel adeta hükümlerini, iddialarını, inanışlarını ispat etmek için
dayanılan mehazlar (kaynaklar) rolünü oynarlar.”23
Anlatımında dilin imkânlarını kullanan edebî dilin konuşma
dilinde oluşmuş bu anlatım imkânlarını kendi amaçları doğrultusunda
kullanmaması düşünülemez. Türk şiirindeki ses gelişimini inceleyen
Kortantamer bu noktada Türkçe’nin imkânlarına dikkat çeker: Türk
şiirinin en önemli ses araçları, konuşulan Türkçe’nin oluşturduğu
yoğunlaşmış ses ve anlam birimleridir. Bu araçların seçilmesi ve
düzenlenmesi şiirin genel sesini belirler. Bu araçlar Türkçe’nin yapısı ve
geçmişine sıkı sıkıya bağlıdırlar. Zaten her dilin kendi yapısı ve kendi
geçmişi, ona, kendine özgü ses ve söz olanakları sağlar. Edebiyat

19 Ömer Asım Aksoy, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü 1 Atasözleri Sözlüğü, , Türk Dil
Kurumu, Ankara, 1984, s. 19.
20 Ömer Asım Aksoy, a. g. e., s. 20. 21 Aksoy, a. g. e., s. 21-22. 22 Türk Atasözü ve Deyimleri I, s. vıı. 23 Pertev Naili Boratav, Halk Edebiyatı Dersleri, Tarih Vakfı, İstanbul 2000, s. 66-67.
150 XVI. Yüzyıl Şuara Tezkireleri ile Necati’nin Şiirlerinde…
eserinin, şiirin malzemesi dil olduğuna göre, bir edebiyat diliyle ürün
veren her sanatçı, o dilin bu tür olanaklarından kendi yeteneği, bilgisi ve
dile hâkimiyeti ölçüsünde yararlanır.24 Türk şiir dilinin bütün tarihi akışı
içinde kullandığı “temel ses araçlarının en önemlileri, sundukları sayısız
düzenleme imkânları ile tekrarlar ve Türkçe’nin yıllar boyu oluşturduğu
kısa ve anlamca yoğun, kendine özgü vurgular, tonlar kazanmış söz ve
anlam birimleridir. Bu söz ve anlam birimleri arasında yakınma, acı,
istek özlem, sevgi, öfke, hoşgörü, şaşkınlık gibi insanı her zaman
kavrayan duygular taşıyan kelime ve kelime gurupları, konuşma dilinin
söyleyiş biçimleri, deyimler, atasözleri vb. bulunur.”25 Burada da
görüldüğü gibi deyim ve atasözleri edebî dilin kullandığı en önemli ses ve
anlam birimleri arasındadırlar.
Türkçe konuşma dilinde olduğu gibi edebiyat dilinde de
başlangıçtan beri deyim ve atasözlerinin kullanıldığını bilmekteyiz.
Orhon Türkçesi metinlerinde ve sözlü edebiyat geleneği içinde yer alan
destânî eserlerde, Oğuznâmelerde, deyim ve atasözlerinin yer yer
kullanıldığı görülür. Kaşgarlı Mahmud Divanu Lûgati’t-Türk’te 290
civarı atasözünü çeşitli kelimelerin kullanılışlarına örnek verirken
kaydetmiştir.26 Her ne kadar Kaşgarlı Mahmud eserinde çok sayıda
atasözü verse de eserde yer alan şiir parçalarında deyim ve atasözü
kullanımı çok yoğun bir kullanımda görülmemektedir. Az sayıda şiirde
deyim ve atasözü kullanımı görülür.27
Vasfi Mahir Kocatürk Türk nazmının en eski ve ilk örnekleri
olarak savları görür. Nazım önce bir mısra ile başlamıştır. Savdaki
kelimelerin başları birbirleriyle kafiyeli ve kullanılan kelimeler arasında
ses paralellikleri görülmektedir. Daha sonra bu mısraın yanına kafiyeli
ikinci ve diğer mısraların eklenmesiyle vezin doğmuş ve şiir bu şekilde
bir gelişme göstermiştir. Divanü Lügati’t-Türk’teki savların çoğu bazıları
tek bazıları daha fazla mısralardan oluşan nazım parçaları şeklindedir.
Kocatürk bunları örneklerle gösterir.28 Kocatürk’ün belirttiği gibi savların
manzum bir yapı gösterdikleri doğrudur. Fakat Türk şiirinin savlardan
doğduğu görüşü doğru bir görüş gibi görülmemektedir. Çünkü VIII.
yüzyıl sonu IX. yüzyıl başında ilk örnekleri görülen Uygur devri Türk
şiirinde ve Karahanlı dönemi şiirinde yer yer deyim ve atasözü kullanımı
görülmekle birlikte sık bir kullanım şeklinde değildir. Türk şiir tarihinin
akışı içinde deyim ve atasözü kullanımında bir artış olduğu

24 Tunca Kortantamer, “Türk Şiirinde Ses Konusunda ve Ses Gelişiminin Devamlılığı
Üzerine Genel Bazı Düşünceler”, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Türk Dili ve
Edebiyatı Araştırmaları Dergisi I, İzmir 1982, s. 105. 25 Kortantamer, a. g. m., s. 101. 26 Ferit Birtek, Divan-ı Lügat-it-Türk’ten Derlemeler I. Eski Türk Savları, Alaeddin Kral
Basımevi, Ankara, 1944. 27 Talat Tekin, XI. Yüzyıl Türk Şiiri, Türk Dil Kurumu, Ankara 1989, s. 144-145. 28 Vasfi Mahir Kocatürk, Büyük Türk Edebiyatı Tarihi, Edebiyat Yayınevi, Ankara, 1970,
s. 20-21.
Mustafa AKSOY 151
gözlenmektedir. Türk şiir dilinde deyim ve atasözü kullanımı Anadolu’da
oluşan edebiyat dilinde özellikle revaç bulmaya başlar Necâtî’de en iyi
dereceye ulaşır. Bundan sonra bir kısım Osmanlı şairlerinde yoğun bir
kullanım şeklinde devam eder.
Şuarâ tezkiresi yazarları şiir dilinde mesel kullanımı üzerinde
özellikle dururlar. Bu kullanımla Necâtî’nin Türk şiir dilini Fars
etkisinden kurtardığını ve halkın şiire büyük ilgi gösterdiğini övgülerle
anlatırlar. Latîfî Sâfî mahlasıyla şiir yazan Cezerî Kâsım Paşa’dan
bahsederken onun Anadolu’da şiirde ilk mesel kullanan kişi olduğunu
Necâtî Bey’de ise kemâlini bulduğunu belirtir. “Mezbūr-ı meźkūr
Cezrįnüñ … ve büyūt-ı ebyātı kemāl-i metānette muĥkem ü (8) metįn ü
maǾmūrdur. ŞuǾarā-yı Rūm’da meŝel-gūylıķ evvel andan śādır ü zāhir
olmış ve merĥūm (9) Necātį Beg’de kemalin bulmışdur.
Beñzetme mihr ü māhı felekde cemāline (13)
Tā ki kimesne işide yirüñ ķulaġı var”29
Yukarıdaki kayda göre Sâfî’nin şiiri sağlam, güçlü ve iyi
düzenlenmiş bir yapıya sahiptir. Anadolu’da şiirde mesel söylemek
onunla başlamış Necâtî ile olgunluğa erişmiştir. Burada başlamıştır
ifadesini bilinçli bir tercihle yaygın kullanım başlamıştır şeklinde
anlamak daha uygundur. Çünkü daha önce şiir yazan şairler de yer yer
konuşma dilinde yer alan deyim ve atasözlerini şiirlerinde
kullanmışlardır. Ayrıca Latîfî onun şiirinden örnek verirken içinde “Yerin
kulağı var.” (Ak. 2034)30 atasözünün geçtiği bir beyti örnek olarak
kullanmaktadır.
Latîfî, Anadolu’da edebî dilin gelişim döneminde en büyük şair
olarak Necâtî’yi kabul eder. O, çeşitli şairlerden bahsederken de yeri
geldikçe Necâtî ile onları kıyaslar. Necâtî şiir dilini kullanmada hep bir
ideal ölçü olarak kullanılır ve özellikle onun mesel kullanımındaki
ustalığına vurgu yapılır. Bunun bir örneğini yukarıda Şeyhî ile ilgili bahis
alıntısında görmüştük. Necâtî’den bahsedilen yerde onun şiiri, şiir dili
kullanımı ve Anadolu şiiri içindeki yerinden şu şekilde bahsedilir:
“Meydān-ı nažmuñ pehlevān-ı ħoş-gūyı ve eşǾār-ı ābdār-ı revān-baħş ile
şuǾarā-yı vilāyet-i Rūmuñ yüzi śuyıdur. Ŧarįķ-ı durūb-ı emŝālde
müteferrid ü muħteriǾ ve üslūb-ı şįve-i maķālde mūcid ü mübdiǾdur.

29 Canım, a. g. e., s. 349. 30 Bundan sonra deyim ve atasözü geçen yerlerde Ömer Asım Aksoy’un, Atasözleri ve
Deyimler Sözlüğü 1 Atasözleri Sözlüğü, 4. Baskı, Ankara 1984, Atasözleri ve Deyimler
Sözlüğü 2 Deyimler Sözlüğü, 3. Baskı, Ankara 1981, eserlerinde bulunan atasözü ve
deyimin sıra numarasını göstermek için (Ak. ……) şeklinde, Türk Atasözü ve Deyimleri
I, Hazırlayan: Milli Kütüphane Genel Müdürlüğü, İstanbul 1992, isimli eserde geçen
atasözleri ve deyimlerin sıra numaralarını göstermek için (Mk. ….) şeklinde gösterme
yapılacaktır. Eğer deyim veya atasözü Ömer Asım Aksoy’ın eserinde yer alıyorsa diğer
eserdeki sıra numarası gösterilmemiştir. Ayrıca bazı deyim ve atasözü açıklamaları Ömer
Asım Aksoy’un eserinden alınmıştır.
152 XVI. Yüzyıl Şuara Tezkireleri ile Necati’nin Şiirlerinde…
ŞiǾr-i selįs ü nefįsi elfāž u selāsetde hemvār u yek-dest ve ġayrılaruñ
eşǾārı aña nisbet baǾżı bülend ü baǾżı pestdür. ŞuǾarā-yı ķudemā-yı
Rūm buña gelince müdevvenāt-ı Fürsden maǾānį aħź idüp eşǾārı
tetebbuǾ ile dirlerdi ve įrād-ı maǾānįde ekābir-i Fürse iķtidā iderlerdi.
Bu geldi meydān-ı nāsda mütedāvil olan emŝāli rişte-i nažma çeküp bir
vechle durūb-ı emŝāli her bir meŝeli her beytde ĥasb-i ĥāl idüp ħalķ-ı
Ǿālem her biri meŝel-i manžūm oķur oldılar ve maĥallinde her ne meŝel
ki įrād itmek dileseler Necātįde mevzūn buldılar. Vaķtāki ħalāyıķ
şiǾrinde bu źevķi ve ĥažžı bulduķda ġayruñ eşǾārından el çeküp
müstaġnį oldılar ve bi’l-cümle bir ŧarz-ı maħśūś ŧarĥ itdi ki kendüye
eħaśś u müşābehet ü mümāseleti yoķdur. Egerçi muķallid ü pey-revleri
nihāyetde çoķdur. ŞiǾr-i meŝel-āmįzde evvel sözüñ rūĥın ol bulmış ve
maǾdā-yı ħalef sebįl-i suħahde ol pįşvāya pey-rev olmışdur.”31
Latîfî’ye göre o, hoşa giden söyleyişteki büyük gücüyle ve büyük
bir akıcılığa sahip canlı şiirleriyle Anadolu şairlerinin yüz akıdır. Atasözü
kullanma yönüyle benzersiz ve yaratıcı, söz söyleme tarzında özgün
yaratıcılık sahibidir. Onun şiirine gelinceye kadar Anadolu şairleri Fars
şairlerinden anlam alırlar, onları inceleyip araştırarak anlam ortaya
koymada Fars şairlerine uyarlardı. Necâtî şiir alanında ortaya çıktığında
halk arasında dolaşan atasözlerini birer beyit halinde söyledi. Bu şekilde
halk atasözlerini manzum olarak söyler oldular. Halk onun şiirine o kadar
ilgi gösterdiler ki adeta başkalarının şiirinden el çektiler. Bu başkalarını
ona benzemeye yönlendirdi. Mesel kullanmaya dayalı şiir tarzı çok
yaygınlaştı. Her ne kadar onun taklitçileri ve ona ayak uydurmaya
çalışanlar pek çok olsa da atasözü çağrışımlı şiirde sözün ruhunu
öncelikle o bulmuş daha sonra onun takipçileri bu yolda ona ayak
uydurmaya çalışmışlardır.
Yine XVI. yüzyılın ünlü tezkire yazarı Kınalızâde Hasan Çelebi
Necâtî’nin şiirde ve şiirde atasözü kullanmadaki üstünlüklerinden şöyle
bahseder: “Hakkā ki bir fehvāǿe’l-fazli’l-tekaddüm kemiyet-i eşǾār-ı
pür-nezāketi meydān-ı belāġat ve mizmār-ı fesāĥatda sabıķ ve ŧarz-ı ġazel
ve įrād-ı meŝelde şuǾarā ve ve büleġāǿ-i cihāndan fāǿik idügi nūr-ı
āftāb-ı meġārib ve meşārıķ gibi lāmiǾ ve şārıķdır. Ŧarz-ı ġazelde cihānıñ
vāhidi ve ŧavr-ı meŝelde zemānıñ ferįdi olduġına merhūm vālidiñ bu
kelāmı şāhiddir.
Ĥaşre dek her şāǾir ü kāmil dise şiǾr ü ġazel
Gelmeye kimse Necātį gibi māhir fi’l-meŝel”32

Kınalızâde Hasan Çelebi’ye göre şüphesiz önde gelen kişilerin
faziletli olması gerektiği düşüncesinden hareketle onun inceliklerle dolu

31 Canım, a. g. e., s. 349. 32 Kınalızāde Hasan Çelebi, Tezkiretü’ş-şuara, a. g. e., s. 971.
Mustafa AKSOY 153
şiirlerinin çoğu belāgat sahasının ve fesahat yarış alanının en önde
gelenleridir. Onun gazel tarzı şiir söyleme ve atasözü kullanmada dünya
şair ve güzel ifadede bulunanların en üstünü olduğu doğu ve batıyı
aydınlatın güneş ışıkları gibi aydınlık bir gerçektir. Gazel tarzında şiir
söylemede dünyanın biriciği ve atasözü kullanmada zamanın eşsiz ve
benzersizi olduğuna merhum babasının aşağıdaki sözü şahittir.
Kınalızâde Ali Çelebi’den nakledilen beyitte kıyamete kadar şair
ve olgunluk sahibi kişilerin şiir ve gazel yazsalar atasözü kullanma
alanında onun maharetine erişemeyecekleri belirtilmektedir.
Yukarıda şuarâ tezkiresi yazarlarının da vurguladığı Necâtî ile
ilgili değerlendirmeler bütün Anadolu Divan edebiyatı şairlerince ve şiir
muhitince her zaman kabul edilmiştir. Daha sonraki yüzyıllarda şiir
meraklısı kişilerin değer verdikleri şiirleri topladıkları “mecmu’â-ı
eş’âr”larda Necâtî’den mutlaka şiir yer almıştır. XVI., XVII. ve XVIII.
yüzyıllarda oluşturulmuş “mecmu’â-ı eş’âr”larda bazen Nesîmî ve
Ahmet Paşa’dan şiirler bulunsa bile çok sayıda mecmuanın şiirlerini
mutlaka aldığı en önemli şairlerden birisi Necâtî’dir.
Yukarıda belirtildiği gibi atasözleri halkın ortaklaşa oluşturduğu
tecrübeye dayalı yargıları içerirler, bu sebeple nasihat içeren eserlerde
kullanılmaya son derece uygundurlar. XVI. yüzyıl şairi Geyveli Güvâhî
Pend-nâme’sini atasözlerinden yararlanarak yazmış ve bu şekilde
öğütlerinde daha inandırıcı ve etkili olmaya çalışmıştır. Pend-nâme’de
320 tanesi günümüz kaynaklarında da bulunan yaklaşık 500 atasözünden
yararlanılmıştır.33
Bir toplumun edebiyat dili o toplumun günlük konuşma diline
yaslanır. Öncelikle günlük konuşma dilinin imkânlarını kullanır, bu
imkânları daha da geliştirmeye ve geliştirmeye çalışır. Fakat günlük
dilden aldığı imkânları özellikle şair şiir dilinde kendi özgün üslûbuna
göre hem şekil hem anlam yönünden bir düzenlemeye tabi tutar. Divan
şiirinin dili üzerinde durun Tunca Kortantamer bu dilin günün şehirli
Türkçesine dayandığını, başka dillerden alınan yabancı unsurların
süsleyici olduğunu belirtir. “Fuzûlî’nin dili tamamıyla, bütün klasik Türk
şiirinin ortak zemini olan Türkçe konuşma dilinin temel kalıplarına, halk
diline, şehirli diline ve Türkçe’nin binlerce yıllık birikimine dayanır.
Mısraların her birine Türkçe’nin kuralları, mantığı ve tatlı sesi, bilhassa
tatlı sesi hakimdir. Yabancı kaynaklı kelimeler ve terkipler birer bezeme
unsuru olmaktan öteye gidemezler.”34
Divan şiiri üzerine çalışan araştırmacı Walter G. Andrews’e göre
Anadolu’da 15. yüzyılın ikinci yarısın “Türkçe klasik İslam edebiyatı”

33 Güvâhî, Pend-nâme, Hazırlayan: Mehmet Hengirmen, Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Ankara, 1983, s. 27.
34 Tunca Kortantamer, Gül Kasidesi, Eski Türk Edebiyatı Makaleler, Akçağ Yayınevi,
Ankara, 1993, s. 428-429.
154 XVI. Yüzyıl Şuara Tezkireleri ile Necati’nin Şiirlerinde…
geleneği oturmuştur.35 Aynı araştırmacıya göre Anadolu’daki bu edebiyat
geleneğinin dili günlük konuşma Türkçe’sine dayanmaktadır, “günlük
konuşma Türkçe’sinin sözdizim kuralları ile divan şiiri dilinin kuralları
arasındaki kanıtlanabilir örtüşme,” görülebilmektedir.36
Divan şiiri, konuşma dilinin bütün sözdizimine ilişkin serbestlik
imkânlarını kullanmanın yanı sıra daha ileri bir serbestliğe dayanan
diziliş yapılarını da kullanabilir. Konuşma dilinde cümle unsurlarını
oluşturan kelime guruplarının diziliş yapıları değiştirilebilirken kelime
gurubu parçalanıp onun içine başka bir guruba veya öğeye ait kelime
sokulamaz. Bu yapıldığı taktirde anlam karışıklıklarına yol açabileceği
için konuşma dilinin kuralları buna izin vermez. Fakat edebî dilde bu
imkân vardır. Özellikle divan şiiri dilinde cümle öğelerini oluşturan farklı
kelime guruplarına ait kelimeler birbirlerinin içine girerek anlamda
müphemlik ve farklı cümle yapılarının oluşmasına imkân verirler.
Bununla müphemlik ve anlam zenginliği elde edilir. Divan şiiri içinde bu
tür uygulamaların pek çok örneğine rastlamak mümkündür.37
Andrews’e göre divan şiirinin söz dizimindeki günlük konuşma
Türkçesini de aşan bu serbestlik öncelikle o sözün şiirselliğine dikkati
çekerek hitap edileni şiirin atmosferi içine sokar, ikinci olarak şiir ve
şiirdeki anlam yoğunlaştırmaları için çok önemli olan müphemiyetin
oluşturulmasına büyük katkı sağlar, üçüncü olarak, “konuşma dilinin
deneyimine benzer şekilde, divan şiirinin söz dizimi, mesajın duygusal
içeriğine vurgu yaparak samimî bir diyalog havası yaratır.”38
Şiirde günlük konuşma diline yaslanan fakat onu günlük
konuşma dilinin sınırlayıcı kurallarının ötesinde bir imkân genişletmesine
uğratarak kullanan şiir dili bu serbest kullanma tarzını atasözü ve deyim
kullanımlarında da uygulamaktadır.
Zaten konuşma dilinden yararlanan her dil ondan aldığı imkânları
kendisine göre değiştirip genişleterek kullanır. Günlük konuşma dilinde
kullanılan deyim ve atasözlerinin kelimeleri değiştirilemez, kelime sırası
bozulamaz, içinden herhangi bir şey çıkarılamazken deyim ve atasözlerini
kendi amaçları doğrultusunda bir düzenlemeye sokarak kullanan başka
diller bu kuralları çiğneyebilirler. Meselâ günümüzde deyim ve
atasözlerinin basın ve reklam dilinde de kullanıldığını görmekteyiz, fakat
burada deyim ve atasözlerinin yapısına konuşma dilinde yapılamayacak
müdahaleler yapılmakta ve ilgi çekici bir ifade sağlanmaktadır.
16.10.2006 tarihli akşam gazetesi Fransa meclisinde sözde Ermeni
soykırımı konusunda bir yasa tartışıldı günlerde “Fransa Afrika’dan
Kara” manşetini kullanmıştır. Bu manşetle hem “Tencere dibin kara.

35 G. Walter Andrews, Şiirin Sesi Toplumun Şarkısı, Çeviren: Tansel Günay, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2000, s. 17. 36 Andrews, a.g.e., s. 34-36. 37 Andrews, a.g.e., s. 37-38. 38 Andrews, a.g.e., s. 40-41.
Mustafa AKSOY 155
Seninki benden kara.” “(Ak. 7163) deyimine atıf yapılarak Fransa’ya kara
Afrika’da yaptığı soykırımlar hatırlatılmıştır. Fakat burada deyimin
gazete diline göre farklı bir şekil verilerek kullanıldığını görüyoruz.
Günümüzde günlük basında bunun çok sayıda örneğini görebiliriz.
Edebiyat dilinde de şair deyim ve atasözlerini kendi amacı
doğrultusunda konuşma dilinde çok farklı onda yapılması uygun olmayan
değişik düzenlemelerle kullanabilir.
XV. yüzyıl divan şiirinde bazı atasözleri mesel oldukları
vurgulanarak kullanılmıştır. Bazı atasözleri hiçbir değişikliğe uğramadan
konuşma dilindeki kalıplarıyla kullanılmışlardır. Burada kullandıkları bu
yapıların “mesel”, “darb-ı mesel” olduğunu özellikle vurgulamalarındaki
temel amaç ifadelerine inandırıcılık kazandırmaktır. Çünkü atasözleri
toplum tarafından doğruluğu kabullenilmiş yargılardır. Şair hitap ettiği
toplum tarafından doğruluğu kabullenilmiş kayıp yargıları şiirine alarak
daha etkileyici ve inandırıcı bir anlam oluşturmaya çalışmaktadır.

Meŝeldürür bu ki göz görmese yüz utanmaz
Necātį’yā ne Ǿaceb nergis ola ger güstāħ
Necâtî (172-44/7)39
Göz görmez, yüz utanmaz. (Mk. 5290)
Bu meŝeldür dostum śaġ baş yaśduġ istemez
Bir zevāli var ķapuñ ħorşįd-i ħāver yaśdanur
Necâtî (238-150/6)
Sağ (sağlam) baş yastık istemez (Ak. 1735). Sağlam insan durup
dururken yatmak istemez. Yatmak istiyorsa, her halde hastadır.
Aşıdaki örnek beyitte ise “Mesel” kelimesi yerine “darb-ı mesel”
kullanılmıştır. Atasözü günümüz kullanımından biraz farklı yapıdadır, iki
kelimenin çıkarılmış olması eski yapıdan kaynaklanabileceği gibi, şairin
düzenleme yaparken çıkarmasından da kaynaklanabilir. Fakat eksik bile
söylense amaç gerçekleşmekte şair sevgilisinden cefâ çektirmek şeklinde
bile olsa sevginin devamı ve artması için ilgi istemekte, az lokmanın
karın doyurmasa bile sevgiye sebep olacağını ifade eden atasözüyle
maksadını etkili bir şekilde dile getirmektedir.
Sįneme seng-i cefā ur kim maĥabbet arturur
Dostum đarb-ı meŝeldür loķma şefķat arturur
Necâtî (274-208/1)
Lokma karın doyurmaz, şefkat arttırır. (Ak. 1554)

39 Necâtî’den alınan beyit örnekleri Ali Nihad Tarlan, Necâtî Bey Divanı, İstanbul 1963,
ten alınmış olup parantez içinde verilen rakamla birinci rakam sayfa, ikinci rakam şiir,
üçüncü rakam beyit numaralarıdır. Ahmed Paşa’dan alınan beyit örnekleri Ali Nihad
Tarlan, Ahmed Paşa Divanı, İstanbul 1966, ten alınmış olup parantez içinde verilen
rakamla birinci rakam sayfa, ikinci rakam şiir, üçüncü rakam beyit numaralarıdır. Örnek
beyitlerdeki deyim ve atasözleri italik verilmiştir.
156 XVI. Yüzyıl Şuara Tezkireleri ile Necati’nin Şiirlerinde…
Aşağıdaki beyitlerde meselin illerde olduğu, atalardan geldiği de
vurgulanarak meseller kullanılmıştır.
Çoķ fitne olur zülf-i siyeh-kāra uyınca
İllerde meŝeldür bu ki ılanı tüyince
Ey Yūsuf-ı gül-çihre meŝeldür atalardan
Kim düşman için ķuyu ķazan ķaza boyunca
Necâtî (435-475/1-2)
El için kuyu kazan, evvela kendi düşer, (Kazma kuyuyu kendin düşersin).
(Ak. 869), Az kaz, uz kaz boyunca kaz. (Ak. 389)

Şair şiirde atasözünü yapı değişikliğine uğratmadan
kullanabildiği gibi şiirdeki amaç doğrultusunda yapıya çeşitli
müdahaleler yaparak da kullanabilir. Aşağıdaki örnekler yapı değişimi
yapılmamış veya çok az yapılmış kullanımların örnekleridir. Aşağıdaki
beyitte şair atasözünü olduğu gibi almıştır. Fakat bu genel hükme karşı
tezatlı bir yapı oluşturarak ilgi çekici, hayret uyandırıcı bir duygu
uyandırmaya çalışmıştır. “Kendi düşen ağlamaz” dedikleri halde âşığın
sevgiliye düşen gözleri sürekli kan ağlamaktadır.
Kendü düşen aġlamaz dirler ben ol ĥayretdeyem
Kim saña düşeli ne içün aķıdur ħūn-āb göz
Ahmed Paşa (201-123/7)
Kendi düşen ağlamaz (Ak. 1396)
Ŧutalum zenbil ile gökden iner meh-pāreler
A begüm yerden mi çıķdı Ǿāşıķ-ı bįçāreler
Necâtî (230-139/1)
Zenbil ile gökten inmiş. (Mk. 10602)
Aġyār diken gibidür andan üzülürseñ
Ey ġonca dehen gül gibi baş üzre yirüñ var
Nergis gibi göz dikmiş idüm izi tozına
Bir kez dimedi sūħte ĥaķķ-ı nažaruñ var
Necâtî (192-75/3-4)
Baş üstünde yeri var. (Ak. 3071), Göz dikmek. (Ak. 4768), Göz hakkı.
(Ak. 4783)
Aşağıdaki örnekte dilde geniş zamanda kullanılan deyim, şair
kendine hitap ettiği için metin yapısına uygun olarak emir kipine
çevrilerek kullanılmıştır.
Göñlini nerm idegör ĥüsni bahārı geçmeden
Ey Necātį lāle gibi rızķuñu ŧaşdan çıķar
Necâtî (267-197/6)
Mustafa AKSOY 157
Rızkını taştan çıkarır (Mk. 8829)
Dil-dāra senden olur ise buǾd-i maşrıķayn
SaǾy it göñül ki Ǿāşıķa Baġdād ıraķ değil
Necâtî (349-335/2)
Aşıka Bağdat uzak (ırak) değil (gelmez). (Ak. 297)
Edebî dil zaman zaman günlük konuşma dilinde de görüldüğü
gibi dili kurallı yapılarını değiştirip devrik yapılar şeklinde kullanır.
Devrik yapılı kullanım deyim ve atasözü kullanımlarında da çok sık bir
şekilde görülür. Necâtî’nin şiirlerinde atasözlerinin kullanımını inceleyen
Prof. Dr. Mine Mengi bunu vezin zaruretine ve atasözlerinin zaman akışı
içinde değişimine bağlamaktadır.40 Mengi’nin de belirttiği gibi atasözleri
normal dil yapısı içinde kelime ve diziliş olarak değiştirilemeyen
yapılardır. Fakat burada Mengi’nin değerlendirmesi tam gerçeği
yansıtmamaktadır. Vezin zarureti için ve zamanın değiştirmesinden
kaynaklanan bazı değişiklikler olsa bile değişikliğin asıl sebebi şiirde yer
alan deyim ve atasözlerinin edebî dilin malzemesi haline gelmeleri ve
onları sanatçının amacı doğrultusunda istediği gibi düzenleme hakkına
sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Sanat dilinde amaç dikkati çekmek,
etkili bir anlatımla hitap edileni duygusal yönden etkilemektir. Sanat
dilinin günlük dil kullanımında kullanılamayan bir kısım dil imkânlarını
kullandığını, günlük dil kullanımında yapılamayan bir kısım
değişiklikleri yapabildiğini yukarıda belirtmiştik. Bu değişik kullanımlar
edebî dilin yapı özelliğinden kaynaklanmaktadır ve sanatçının konuşma
dilinde yapılamayan bir kısım değişimleri eserdeki amacı doğrultusunda
edebî dilde kullanma yetkisi ve hakkı vardır. Bazen bir atasözü kurallı
yapı içinde kullanılırken aynı atasözü devrik yapılarda da kullanılabilir.
Yukarıda verilen örnekte kurallı diziliş yapısında görülen atasözü
aşağıdaki örnekte devrik yapıyla karşımıza çıkmaktadır.
Nola benden ķapuña var ise yirden gökce farķ
Olmaz ey Mıśr-ı melāĥat Ǿāşıķa Baġdād ıraġ
Necâtî (307-264/5)
Beyitte âşıkla sevgili arasında mesafe ne kadar uzak görünürse
görünsün âşığa sevgili hiçbir zaman uzak gelmez. Sevgili her zaman
yakındır. Şair bu uzaklığın olmamasına vurgu yapmak ve dikkati
olmazlığa çekmek için mısrada atasözünün son kelimesinin yerini
değiştirerek ikinci mısraın başına almış, bu şekilde mısra sonuna gelen

40 Mine Mengi, “Necâti’nin Şiirlerinde Atasözlerinin Kullanımı”, Erdem Atatürk Kültür
Merkezi Dergisi, Cilt. 2, Sayı. 4, Ocak 1986, s. 53
158 XVI. Yüzyıl Şuara Tezkireleri ile Necati’nin Şiirlerinde…
“ırak” kelimesiyle birinci mısraın “fark” kelimeleri arasındaki ses
ahenginden de yararlanmıştır.
Âşıkla sevgili arasında temel ilişkilerden birisi de âşığın
sevgiliden gelen her şeyi severek kabul etmesidir. Aşağıda verilen
örnekte bu yaklaşımın yine atasözü kullanımıyla gayet başarılı verilişini
görmekteyiz.
Ol günde irse tįr-i ġam olma dilā melūl
Gökden ne yaġdı kim anı yir itmedi ķabūl
Necâtî (346-329/1)
(Ak. 1010) Gökten ne yağdı da (yağar ki) yer kabul etmedi (etmesin?)
Reh-i hıdmetde şol deñlü ŧurur kim
İner ayaķlarına ķara śular
Necâtî (47-10/12)
Ayaklarına kara su inmek. (Ak. 2818)
Yukarıdaki kaside beytinde hizmette nasıl sıkı bir şekilde
durduğunu etkili anlatmak için belirtilen deyimi kullanmıştır. Yüklemi
başa almak suretiyle de daha etkili bir ifadeye ulaşmaya çalışmıştır.

Egerçi aġır olur ŧaş ķopduġı yerde
Sitāre var ki Ǿaķįķi ider Yemen’de garįb
Necâtî (160-24/3)
Taş düştüğü yerde ağırdır. (Ak. 1877)

El götürüp isterdi ġamuñ dil idemez il
İtdügini kendüye kişi kendü eli ile
Necâtî (421-452/2)
Kişinin kendine ettiğini kimse (âlem bir yere gelse) edemez. (Ak. 1440)
Gök yüzini gözetme ġurūr-ı cemāl ile
Ķalmaz bilürsin ey yüzi ħorşįd yirde ah
Necâtî (478-537/4)
Ah yerde kalmaz. (Ak. 131), Mazlumun ahı, indirir şahı (yerde kalmaz).
(Ak. 1579)
Şām-ı zülfüñ Mıśr-ı ĥüsnüñden çevürdi ise yüzin
Aśma ol miskįni kim yañlış döner Baġdād’dan
Sür ķapuñdan tek beni bir görme her nā-cins ile
Biñ kez ölmek yig cihānda bir yaramaz addan
Ahmed Paşa (278-240/4,5)
Yanlış hesap Bağdat’tan döner. (Ak. 1992)

Sanatçı bazen şiirde kullandığı deyim veya atasözünün
kelimelerinin diziliş yapısını değiştirmenin yanı sıra deyim veya
Mustafa AKSOY 159
atasözünde geçen kelimeleri şiir dilinin başka kelimeleri ile de değiştirir.
Bununla şair birim içinde yer alan kelimeler arasında uyumluluk sağlama,
değiştirdiği kelimenin yerine koyduğu yeni kelimenin çağrışımlarından
yararlanma, dikkat ve ilgi çekmek gibi değişik amaçlar güdebilir.
Anadolu’da Türkçe edebî dilin geliştiği yıllarda şiirlerde bu tür örneklere
de sıklıkla rastlanır.
Cevr eyleme kim vaśl güni utanısarsın
Mįve gelicek serv-i dil-ārāmı ķınarlar
Necâtî (241-155/4)
Meyveli ağacı taşlarlar. (Ak. 1587)
Bu örnekte sevgiliden bahsedildiği için meyve veren ağaç
sevgilinin en yaygın benzetme aracı olan gönül alan servi yapılmış,
“taşlamak” kelimesi de âşığın sevgiliyi kırabileceği çağrışımını yaptırmak
için “kırar”a çevrilerek kullanılmıştır.
Beñzetdilerse çihre-i dildāra ey güneş
Şevķ ile germ olup külehüñ āsumāna at
Meyl it gözüm yaşına eyā serv-i ħoş-ħırām
Dirler ki eyle iylügi āb-ı revāna at
Necâtî (165-33/3-4)
Külahını (fesini) havaya atmak. (Ak. 6055), İyilik et denize at, balık
bilmezse Halik bilir. (Ak. 1281)
Büyük sevinci ifade eden “külâhını havaya atmak” deyimini
kullanırken şiir dilinde yaygın kullanılan ve sevildiği anlaşılan “âsumân”
kelimesi “hava” kelimesi yerine kullanılmış, takip eden beyitte yer alan
atasözündeki “deniz” kelimesi yerine de bu kelime ile ses uyumu taşıyan
“âb-ı revân” kelimesi kullanılmıştır. Burada bu değişimler hem ses
uyumunun sağlanmasına hizmet ederken, ayrıca beyitlere değişik bir hava
verilmekte ve farklı çağrışımlar elde edilmektedir.
Ħālüñ cefāyı ħūşe-i zülfüñden ögrenür
Üzüme göre ķararur ey bį-vefā üzüm
Necâtî (363-360/5)
Üzüm üzüme baka baka kararır. (Ak. 1950)
Beyitte sevgilinin yüzündeki ben âşığa cefâ etmeyi zülüf
salkımından öğrenmektedir. Bu iki unsur âşığın ilgisini çekip âşığın
sevgiyi tutulmasını sağlarlar. Tasavvufî yorumda da geçici dünyaya
bağlanma ve vahdetten uzaklaşmayı temsil ettiklerinden siyahtırlar ve
kötülüğün sembolüdürler. Kötülükler de daha çok birinin ayartması,
teşvikiyle yapılır. Bütün bu çağrışımları etkili ve inandırıcı bir şekilde
anlatmak için şair beyitteki atasözünü kullanmıştır. Bunla beyit içinde
siyahlık ve başkasından etkilenerek kötülüğe yönelmek konularında bir
uyumlu yapı oluşturmuştur. Beytin bütün kelimeleri ve kullanılan atasözü
bu yapıya hizmet edecek şekilde seçilmiştir.
160 XVI. Yüzyıl Şuara Tezkireleri ile Necati’nin Şiirlerinde…

Bazı beyitlerde atasözünün tam ters ifadesi kullanılarak yine bu
atasözü çağrıştırılmakta ve dikkat çekici bir anlatım sağlanmaya
çalışılmaktadır.
ǾÂşıķ olduġumu ŧuyaldan yüzüme baķmaz ĥabįb
Yöresine uġramaz ölümlü bįmāruñ ŧabįb
Necâtî (160-25/1)
İyi olacak hastanın hekim ayağına gelir. (Ak. 1285)
Necâtî’nin beytinde ölecek hastanın yöresine tabibin
uğramayacağı belirtilerek yaygın atasözünün tam tersi bir yapı
oluşturulmakta fakat bu yapı ister istemez yaygın atasözünü
çağrıştırmaktadır.
Ahmet Paşa ve Necâtî divanlarında deyim ve atasözü yapısına
çok yakın fakat bu özelliği kazanamamış çok sayıda örnek görülmektedir.
Bu tür sözlerin yoğun bir şekilde kullanımına dikkat çeken Mine Mengi
bu sözlerden “atasözlerini andıran bilgece sözler” olarak bahseder. Ona
göre bunların bir kısmı halkın bilip kullandığı sözler, bir kısmı şairin
kendisine ait olmalıdır.41 Mengi’nin bahsettiği sözler atasözü oluşum
yoluna girmiş, fakat olamamış olan sözler olmalıdır. ‘Alman Atasözleri”
üzerinde çalışan Fr. Seiler’ e göre atasözleri kolektif bir yaratmadır. Fakat
burada kolektif bir yaratma değil eleyicilik söz konusudur. “Bir
atasözünün ortaya çıkmasında halk, tıpkı bir sözcük veya deyimin
oluşmasında olduğu gibi yaratıcı değil, daha çok seçici bir işleve
sahiptir.”42 Bahsedilen sözler halk tarafında bir süre kullanılmış veya şair
tarafından oluşturulmuş olabilir. Fakat bunlar halk tarafından yaşaması
için seçilmedikleri için deyim veya atasözü olmamışlardır. Fakat
girdikleri eserlerde yaşamaya devam etmişlerdir.
Sür ķapuñdan tek beni bir görme her nā-cins ile
Biñ kez ölmek yig cihānda bir yaramaz addan
Ahmed Paşa (278-240/4,5)
Ġıdā-yı cān gerek ehl-i dil olana şeksüz
Güzelsiz olmazuz oluruz etsüz ekmeksüz
Necâtî (285-229
Bu söz halk arasında zaman zaman değişik kalıplarıyla hala
kullanılmaktadır.

41 Mine Mengi, “Necâti’nin Şiirlerinde Atasözlerinin Kullanımı”, s. 55. 42 Julius Krohn, Kaarle Krahn, Halk Bilimi Yöntemi, Çeviren: Günsel İçöz, Yayına Haz:
Fikret Türkmen, Türk Dil Kurumu, Ankara, 1996, s. 6.
Mustafa AKSOY 161
Çeke gördüm ķaŧara gelmedi ol sįm-beri
İşi mi uñar kişinüñ uñmaduķ olunca başı
Necâtî (526-606/3)
Miskįn saçuña öyküneli Ǿanber ey śanem
Yunmaz yidi deñizler ile yüzi ķarası
Necâtî (529-611/3)
Kûyuña varup rakîb ölmek dilermiş dostum
Ne doñuz kurbâ olur ne cennete girer eşek
Necâtî (343-327/4)
Yüzüñ görüp sevünenler saçuñ görüp aglamasun
Ki ŧañladan gülen ahşama dek güler derler
Necâtî (262-190/2)
Necâtî ser-hoş olur zâhid olumaz yârân
Meseldürür ki ere bir hüner yeter dirler.
Necâtî (262-190/6)
Sonuç
Orta Asya Türk edebî dilinden ayrılarak Anadolu’da gelişen Türk
edebî dili Türkçe’nin çeşitli imkânlarını kullanırken halkın dil bünyesinde
oluşturduğu deyim ve atasözü imkânlarını da bünyesine uyarlayarak
başarılı bir şekilde kullanmıştır. Bununla edebiyat eserlerinde anlam
derinliği, yoğunluk ve etkileyicilik sağlanırken, edebî dili halka
yaklaştırılmıştır. Böyle bir kullanım edebî dili güçlendirirken halkın edebî
dili daha kolay anlamasını ve edebiyat eserlerine rağbetini de arttırmıştır.
Edebiyatın daha geniş bir tabana yayılmasını sağlamıştır. Bunu şuarâ
tezkiresi yazarları Necâtî’nin mesel kullanımını överken açıkça dile
getirmektedirler. Günümüzde de edebî dilin güçlendirilmesi için halk
dilinde oluşmuş veya eskiden beri yaşadığı halde yazı ve edebiyat diline
girmemiş kelimeler sanatçılarımız tarafından edebî dile kazandırılmalı,
halkın edebiyat alanına ilgisini arttırmak, edebî dilin anlaşılırlığını
genişletmek için halk içinde yaşayan deyim ve atasözlerinin edebî dilde
kullanılmasına özen gösterilmelidir. Bu tür uygulamalar bir yandan
günümüz edebî dilini güçlendirirken bir yandan da bu alanda başarılı olan
yazarların kalıcı eserler vermelerini sağlayacaktır.
162 XVI. Yüzyıl Şuara Tezkireleri ile Necati’nin Şiirlerinde…

Konular