ARDÂVÎRÂF VE ARDÂVÎRÂFNÂME

1. ARDÂVÎRÂF

Mezdiyesnâ inanırları tarafından kutsal, üstün nitelikli, dürüst ve kötülüklerden sakınan bir kişilik olarak bilinen Ardâvîrâf, Zerdüşt geleneğinde büyük mûbedler arasında yer alır. Ardâvîrâf, Mezdiyesnâ din adamları ve mûbedler üst kurulu tarafından seçilerek özel bir görevlendirmeyle dinî konulara ilişkin birtakım bilgiler getirmesi ve dindaşlarına sunması amacıyla metafizik evrenin “cennet”, “cehennem” ve “a’râf” adlarıyla bilinen bölgelerine, bir başka ifadeyle “diriler dünyası”ndan “ölüler diyarı”na gönderilmiş bir kutsal, bir azizdir. Bu öteler yolculuğu, Zerdüşt bağlılarınca son derece kutsanan üç büyük tapınak arasında yer alan Âzerfernbağ Âteşkedesi’nden başlamış ve yine aynı yerde sona ermiştir.

Mûbedlerin ifadeleriyle; ömrü boyunca bir tek günah bile işlememiş olan Ardâvîrâf, bu seyahate gitmek üzere ok çekme kurasıyla belirlenmiş, yıkanıp temizlendikten sonra yeni elbiseler giymiş, birtakım yiyecekler yedikten sonra, temiz yataklar üzerinde dinlenmiş, vasiyetini yapmış, din önderlerinden alarak üç kadeh meng içip baj okuduktan sonra uykuya dalmış, yedi gün-yedi gece boyunca iki büyük meleğin beraberinde cennet, cehennem ve a’râfı gezmiş, iyilere yaptıklarının karşılıkları olarak verilen ödülleri, günahkarların da kötülüklerinin karşılığı çarptırıldıkları cezaları ayrıntılarıyla görmüş, son olarak da Ahura Mazda’nın huzuruna kabul edilerek kendisiyle görüşmüş, yedinci gün dünyaya geri dönerek gördüklerini ergin ve bilge bir katibe yazdırmıştır.

Büyük İskender’in (ö. MÖ. 323) İran’a saldırısının ardından, özellikle Zerdüşt dinî kaynakları ve din adamlarının hissedilir ölçüde azalmasıyla Zerdüşt inanışında baş gösteren zayıflama ve güç kaybını durdurmak, dinin asıl şeklini kaybolmaktan kurtarmak ve gerçek dinî inanışları güçlendirerek toplumdaki dinî kargaşaya son vermek amacıyla din adamlarının önderliklerinde yapılan bir dizi toplantılar sonucu Mezdiyesnâ inanırları, içlerinden birinin metafizik evrene giderek inançlarını güçlendirecek, dinî değerlerini yeniden canlandıracak birtakım mesajlar getirmesini istemişler, bunun üzerine belirtilen amaçla seçilen Ardâvîrâf, fizik ötesi alemlere giderek cennet, cehennem ve a’râfı gezdikten sonra gerçek din bilgileriyle dönmüş, bu bilgilerin Ardâvîrâf’ın anlatımıyla yazıya aktarılmasıyla da Ardâvîrâfnâme adlı eser ortaya çıkmıştır.

Ardâvîrâf, peygamber tahtına oturmuş bir halde etrafını çevreleyen muğlar ve savaşçılar ile meng içerek gizemli ve olağanüstü bir uykuya dalar. Seyahatinin yedinci gününde de dünyaya geri döner. Ardâvîrâf’ın yol arkadaşlarından biri, yüksek rütbeli bir melek, Tanrının, iyileri geceleri uykularındayken koruyan özel ulağı Surûş, bir diğer yoldaşı da, kutsal ateşin ruhu olan Tanrı Âzer’dir. Bu kılavuzlar Ardâvîrâf’ın gördüğü, acılar içerisinde kıvranan zavallı günahkarların dünyada iken yaptıkları hangi işler karşılığında bu cezalara çarptırıldıklarını kendisine tek tek açıklamaktadırlar. Orada cezalar, Ehrîmen ve yandaşları tarafından insafsızca, acıma duygusundan uzak bir şekilde uygulanmaktadır. Bu sahnelerde en korkunç işkenceler arasında sayılan kötü davranışlar apaçık ifadelerle vurgulanır. Mezdiyesnâ inanırlarının birçok günahla bağlantılı olarak adaleti yerine getirmek için sarf ettikleri çaba dikkat çeker. Örneğin: bir kadına tecavüz eden bir adamın bütün vücudunu kapsayan bir işkenceyle cezalandırılması mümkün iken ayakları bu cezalandırma dışında tutulabilir. Çünkü bu günahkarın, o kadının evine giderken ona ya da başka birine zarar verebilecek bir canavarı ayağıyla tekmeleyerek etkisiz kılmış olması ihtimali vardır. Dolayısıyla ayaklar, yaptıkları iyiliğin karşılığını ödül olarak görebilirler. Ya da başka bir günahkarın ayakları işkenceden muaf tutuluyorsa belki bir zaman ayaklarıyla iterek bir miktar yonca ya da otu bir sığıra doğru göndermiş olabilir.

1.1. Adı
Ardâvîrâfnâme adı, Pehlevî literatüründe çoğunlukla “Artâi Virâf Nâmek” şeklinde yazıldığı için Ardâvîrâfnâme konulu çalışmalarıyla bilinen M. A. Barthélemey ve E. W. West gibi İranologlar tarafından Zerdüşt geleneğine de uygun olarak “Ardâvîrâf” adı da; “Artâ Virâf”, “Ardâ Vîrâf”, “Ardâ Vîrâp”; başka birtakım araştırmacılar tarafından da “Ardâg Virâz”, “Artâg Virâj” şekillerinde yazılmaktadır. Bu ismi, “Ardâg Virâz”, “Artâg Virâj” diye okuyan A. Christensen’e göre; “Vîrâz” kelimesinin, eski Farsça’da “Vîraf” şekli de vardır.

“Ardâvîrâf” sözcüğünün; “Artây”, “Artâk”, “Ardâg” ve “Ardâ” şekillerinde okunan ilk parçası, Avestâ’daki “asha” kelimesiyle de eş anlamlı olarak “doğruluk”, “dürüstlük”, “kutsallık”, “temizlik” ve “ka-nun” karşılıklarını ifade eder. “Ardâ”, “Asha vahista/Ordîbehişt”, “Arta Xeştara/Erdeşîr”, “Ardapân/Erdevân” vb. bileşiklerde de bu anlamıyla kullanılır. “Ardâ/Artâ” sözcüğü, İngilizce ve Fransızca gibi batı dillerinde kutsalların isimlerinin bir nitelemesi olan “saint: aziz, evliya, ermiş, eren” kelimeleriyle eş anlamlı kabul edilebilir. Ferheng-i Reşîdî de; “Ardâ kelimesi, Erdeşîr (hük. 226-241) devrinde mûbedler mûbedi olan bir muğun adıdır” şeklinde ifade edilirken, buradaki “muğ” ile “Ardâvîrâf” kastedilir. Kelimenin ikinci parçası (vîrâf, vîrâp ya da vîrâj) ise Sanskritçe’de; “vîra”, Pehlevice’de; “vîr”, Latince’de; “vir” biçimleriyle “adam”, “erkek”, “akıl” ve “güç” anlamlarındadır. “Vîrâz” ve “vîrâb” şekilleri de olan “vîrâf”, Pâzend Dili ve Sanskritçe’de “vîrâz” ve “vîrâf” şekilleriyle geçer. “Ardâvîrâf” bileşiği ise; “kutsal adam”, “kutsal akıl sahibi” anlamlarını ifade eder.

Ardâvîrâf, Ardâvîrâfnâme’de de geçtiği gibi “Nišāpūr/Nîşâ-pûr”, “Veh Šābuhr/Veh Şâpûr” adlarının yanı sıra “Nîşâbûr”, “Nîşâbûriyân” isimleriyle de bilinir. Ardâvîrâf’ın bu isimlerle bilindiği Ardâvîrâfnâme’nin önsözündeki bilgilerden de anlaşılmaktadır. Buradan hareketle M. Haug ve E. W. West, Sâsânîler döneminde Avestâ yorumcularından birinin adının da “Nîşâpûr” olduğunu, Ardâvîrâf ile bu kişinin aynı kişilikler olmasının, uzak bir ihtimal dahi olmadığını iddia ederler. Gerçekte “Nishâpur”, “Nîkshâpur”, “Nîshâpuhar” adlarıyla da bilinen, aynı zamanda Avestâ tefsirlerinden birinin yazarı olan, başka birtakım kaynaklarda da kendisinden söz edilen, öte yandan Husrev Enûşîrvân’ın (hük. 531-579) danışmanları arasında da yer alan bilgin bir tarihî kişilik vardır. Ancak onun Ardâvîrâf ile aynı kişi olduğu konusunda kesin bir kanıt yoktur. Bazılarınca Ardâvîrâf, Nîşâpûr’un oğlu olarak kabul edilirken, bir kısım araştırmacılara göre de bu kutsal yolculuğu gerçekleştiren mûbedin adı; “Nîşâpûr”, lakabı da; “Ardâvîrâf”tır.

1.2. Kişiliği
Ardâvîrâf, Pehlevice rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla bilge mûbedlerden biri olarak sûfî ve kötülüklerden sakınan din adamları arasında yer alır. Farsça sözlüklerde onun bu özellikleri belirtilmiş, bazıları da onun peygamber olduğunu ifade etmişlerdir.

Ardâvîrâf’ın kişiliği konusunda yapılan araştırmalarda, henüz kesin ve net bilgilere ulaşılamamıştır. Daha önce de belirtildiği gibi West, Ardâvîrâfnâme’nin ilk bölümünde yer alan bilgilere dayanarak: Ardâvîrâf’ın, aynı zamanda Nîşabûr veya Nîşâbûriyân adıyla da anıldığını, Husrev Enûşîrvân (hük. 531-579) döneminde yaşamış Avestâ yorumcularından biriyle aynı adı taşıdığını belirtir. Bunların yanı sıra Zerdüşt inanışının önemli kaynaklarından Vendîdâd, Nîrengistân ve Nâmehâ-yi Menûçehr adlı eserlerde de kendisinden söz edilir.

Bu ipuçlarından hareketle Ardâvîrâf’ın, adı geçen “Nîşabûr” veya “Nîşâbûriyân” olması da mümkündür. Ancak Barthélemey, Ardâvîrâf’ın, Nîşâbûr ya da Nîşâbûriyân adıyla bilinen kişi olmadığını ifade eder. Diğer bazı araştırmacılar da, West’in yukarıda aktarılan görüşünü kabul ederek “Nîşabûr”u da, “Nîk Şâhpûr” şeklinde okurlar. Muhammed-i Muîn, Ardâvîrâfnâme’nin önsözündeki bilgiler kesin doğru kabul edildiğinde, West’e göre Ardâvîrâf’ın, Nîşâbûr’un oğlu olabileceğini, Barthélemey’e göre de; Ardâvîrâfnâme kahramanının adının “Nîşabûr”, lakabının ise “Ardâvîrâf” olabileceğini ifade etmektedir.

1.3. Yaşadığı çağ
Ardâvîrâfnâme’nin önsözünde de belirtildiği gibi; kişinin günah-lardan arı olup olmadığını ortaya çıkaran “ver” sınavını başarıyla vermiş olan II. Şâpûr (hük. 309-379) dönemi baş mûbedi Âzerbâd Mihrespendân’ın Ardâvîrâf ile aynı dönemde yaşamış olması ihtimalinden Ardâvîrâf’ın yaşadığı çağın, MS. IV. yüzyılın ikinci yarısı ve daha sonralar olduğu sonucu elde edilmektedir. Öte yandan eldeki kanıtlar, Ardâvîrâf’ın; 651 yılından, yani son Sâsânî hükümdarı III. Yezdicerd’in (hük. 632-651) ölümünden sonra hayatta olduğu yönünde herhangi bir tespiti imkansız kılmaktadır. Bu veriler değerlendirildiğinde, Ardâvîrâf’ın yaşadığı çağ olarak IV-VII./X-XIII. yüzyıllar gösterilir. Bu durum, Ardâvîrâfnâme’nin önsözündeki birtakım bilgilerden de anlaşılmaktadır:

“Daha sonra lanetli, bozguncu ve küstah Ehrimen, insanlar bu dinde şüpheye düşsünler, dinden uzaklaşsınlar diye Mısır’da ikamet eden lanetli Yunanlı İskender’i aldatarak yoldan çıkardı. İskender’i, beraberinde ağır zulümleri, yıkıcı savaşları ve şiddetli işkenceleriyle Îrânşehr’e gönderdi. O, İranlı hükümdarları ve değerli kişilikleri öldürdü. Sarayı ve hükümdarlık makamını yerle bir etti. Bütün bunlarla yetinmeyerek özel süslemeli sığır derileri üzerine altın suyuyla çok güzel bir biçimde yazılmış olup Pâbekân hükümetinin yönetim merkezi İstahr şehrinde, Dijnibişt adlı resmî devlet arşivinde özenle korunan Avestâ nüshasını ve Zend’i ele geçirdi.

Bu lanet olası, düzenbaz, kötü, yıkıcı, Mısır’da oturan Yunanlı İskender, onları getirtti ve yaktı. Îrânşehr bilgeleri ve reisleri arasına kin ve nefret tohumları saçtı. Onları anlaşmazlıklara düşürdü. Daha sonra da kendisi öldü ve cehenneme gitti. Onun ardından, Îrânşehr büyükleri arasında kavgalar ve savaşlar başladı. Artık onların; hükümdarları, kumandanları ve dinî konularda uyarıcıları yoktu. Yezdân konusunda şüphelere düşmeğe başladılar. Dünyada birbirinden çok farklı, çeşitli inanışlar, dinler, şüpheler, görüş ayrılıkları yayılmaya başladı.”

Yukarıdaki pasajdan da anlaşılacağı gibi, Ardâvîrâfnâme’nin ya da önsözünün yazarı, İskender ve onun ardından İran’da yönetime gelmiş hükümdarlar döneminde yaşanan, hatta bir sonraki hanedan olan Eşkânîler (MÖ. 250-MS. 226) dönemine de yansıyan siyasî ve yoğun dinî kargaşa çağını da göz önünde bulundurmuştur. Buradaki ifadelerin, Ardâvîrâf’ın yaşadığı çağla ilgili eldeki diğer kanıtlarla birlikte değerlendirilmesiyle, onun Sâsânî hanedanının yıkılışından önce, IV. yüzyıl sonlarından VII. yüzyılın ortalarına kadar süren zaman diliminin bir döneminde yaşamış olduğu sonucu çıkarılmaktadır. Öte yandan bu tespitten farklı olarak VII./XIII. yüzyıl şairlerinden Zerdüşt Behrâm Pejdû’nun, ilk İslâmî dönemlerde Zerâtuştnâme adlı eserini hazırlarken yararlandığı Ardâvîrâfname’nin Gucerât Dili ve Farsça nüshalarının önsözlerindeki bilgiler de Ardâvîrâf’ın, Sâsânî Devleti’nin kurucusu Erdeşîr-i Bâbekân (hük. 226-241) döneminde yaşamış olduğu kanısını ön plana çıkarmaktadır. Erdeşîr’in, Zerdüşt dinine çok önem vermiş olması göz önünde bulundurulursa, Ardâvîrâf’ın onun hükümdarlık döneminde yaşamış olması ihtimali uzak görülmemelidir. Bu açıdan bakıldığında en güçlü ihtimaller, Ardâvîrâf’ın, Zerdüşt inanışının güçlü destekçilerinden, Sâsânî Devleti’nin kurucusu, aynı zamanda büyük Sâsânî hükümdarlarından Erdeşir-i Bâbekân döneminde yaşamış olduğunu göstermektedir.

1.4. Cennet, A’râf ve Cehennem Yolculuğunun Sebebi
Ardâvîrâf’ın özel amaçlarla seçilip kutsallar diyarına gönderilmesinin gerekçesi olarak Ardâvîrâfnâme’nin giriş bölümünde (1. Bölüm) şu bilgilere yer verilir:…

Konular