BEKTAŞÎLİK - HURUFÎLİK ve Fadl Allah'ın öldürülmesine düşürülen üç tarih

Bektaşîlerin XVI . yüz yıldan itibaren hurufîlik inançlarını benimsedikleri
malûmdur. Fadl All.'îh-ı Hurüfi'nin Câzvidan-nama si bile,
1048 hicrîde (1648), Darwîş Murtadâ adlı bir bektaşî tarafından Türk-
çeye çevrilmiştir. Durr-i yatım adını verdiği bu tercümenin yer yer
ilâve ve tashihlerden kendi el yazısı olduğu anlaşılan nüshası tarafı-
mızdan Konya Mevlânâ Müzesi Kütüphanesine vakfedilen yazmalar
arasındadır. Darwiş Murtada, 1049 hicrîde (1639) Câzvidân-nâma yi
istinsah etmiştir ki, bu nüsha İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinin Farsça
yazmaları arasında, 869 numarada kayıtlıdır.
Şimdiye dek gördüğümüz Câwidân nüshalarının en eskisi Süleymaniye
Kütüphanesine mülhak Fatih Kütüphanesi kitapları arasında, 3728
numaradadır. Kimin tarafından ve hangi tarihte yazıldığı mukayyet
olmamakla beraber, XV . yüzyılın nihayet son yarısında istinsah edildiği
kâğıdından ve imlâsından anlaşılan bu nüsha, sırtı meşin, mukavva ve
mıklepli bir ciltle teclit edilmiş olup, 13X12,5 cm. ebadındadır. Yazı
kısmı, sayfaların 10X14,5 kısmını kaplar. Her sayfada 21 satır vardır.
Okunaklı bir tâlikle yazılmıştır. Temellük edenlerden biri, ilk yaprağa,
tâlik yazı ile, "Türkîye tercümesi vardır, meşhur ve mütedâveldir. Mü-
tercimi, Bektaşî Darwiş Murtadâ'dır. Ancak tercümesi tamamiyle aslına
mutabık değildir. Nüssâh tağyir ve taksir etmiş olmak ihtimali vardır" yazısını
yazarak, mütercimin Câzvidân'm bazı yerlerinde tasarrufu oldu-
ğunu, bazı yerleri de kısalttığını bildirmiştir. Durr-i yatım, anlaşılıyor
ki, bu kaydın düşüldüğü tarihte ve yazıya göre XV . yüzyılın sonlarında,
yahut XVI . yüzyılda meşhurmuş. Fakat sonradan bu tercüme, pek nâdir
bir hâle gelmiştir. Biz, bizdeki yazmadan başka ancak bir nüshasını
daha gördük ki, o da yine Konya'da, Mevlânâ Müzesi yazmaları arasındadır.

Cazvidân-nama'nin, Fadl Allâh-i Hurüfî'nin ölümünden (796 hicrî
16 ABDÜLBAKİ GÖLPINARLÎ 2]
=1394 ) sonra şöhret bulduğunu, halifelerinden Sayyid îshâq'm Xwâb-nama'sinden
öğreniyoruz. (Ali Emiri, Farsça, m 1042, Darvviş Almaş b.
Husayn tarafından 1212'de istinsah edilmiş nüsha, 43a). Cazvidân-namanin,
altı kere tekrarlanan ibtidâ kelimesiyle başladığım ve Şâhrux (ölü-
mü 850=1449), 830 Rebiülâhirin 23. cuma günü (1427), Ahmad-i Lür
adlı bir hurûfî'nin suikastından sonra Fadl Allah'ın oğ!u emir Nur
Allah ile tutulup uzun müddst hapjste kalan, sorgulara çekilen ve bü-
tün bunları da Fadl-Allâh'm halifelerinden Hasan adlı birisine uzunca
mektupla anlatan Emîr Giyât al-Din Muhammad b. Husayn b. Muhammad
al-Astarâbâdi'nin İstiwa-nama si bildiriyor (İstanbul, Millet Kütüphanesi,
Ali Emiri, Farsça, nr. 269. 1212' de Isa b. Kemâladdın Hâca
tarafından Ergeri'de istinsah edilmiş nüsha, 29b. de zikri geçen ve 836
=1433't e yazılmış olan bu mektubun metni, tarafımızdan yayınlanmış-
tır ; Şarkiyat Mecmuası, sayı I, 1956; sayfa 37-57). Emîr Giyât al-Din
Muhammad'in, Fadl Allah'ın en güzide halifesi olan "Xalifat Allah"
"Waşiy y Allah" diye anılan :Aliy y al-Ac
lâ'nın kızkardeşinin oğlu oldu-
ğunu ve Istiva-nama den başka Taröb-nama adlı bir risalesi bulunduğunu,
Fadl Allah'ın halifeleri hakkında iyice bilgi veren ve Millet
Kütüphanesinin Ali Emiri bölümünün Farsça yazmaları arasında bulunan
1043 numarada kayıtlı Şalât-nama-i Işkurt Dede adlı risaleden öğreniyoruz.
(50a, Fadl Allah'ın halifelerindin Sayyid ishâq'm da bir Turâbnâma'si
vardır). Ali Emiri'nin ayni bölümiiıd; 185 numarada kayıtlı olan
ve 1037 Şaban'nınm sonunda (1688), Kemal adiı birisi tarafından istinsah
edilen mecmuada, Rahmat Allah adlı bir hurûfı şairinin bir şiiri de,
j^ji !j>. .ui; jljjfc»
matlaı ile başlamakta (217a) ve "Cazuidân-nöma'nin altı kere tekrarlanan
ihtida sözü ile başladığını bildirmektedir (ileride bahsedeceğimiz
gibi bu mecmuada, Fadl Allah'ın bir de ölüm tarihi vardır).
Câutidân-nâmavim altı kere tekrarlanan İbtidâ sözüyle başlayan
nüshası, Millet Kütüphanesinin Ali Emiri bölümünde, Farsça yazmaların
920 numarasında kayıtlıdır. Miklepli meşin bir ciltle ciltlenmiş olan bu
nüsha 10X1 7 cm. ebadmdadır. Yazı kısmı, sayfaların, 13,5X 7 kısmını
kaplar. Her sayfanın kenarı iki suıh cedvelle çevrilmiştir. Yazı güzel
bir tâliktir, Her sayfada 21 satır vardır. Kitap 437 varaktır. Yazan,
423 b ' de adının cAlı b. Muhammad Husaynı olduğunu söylemekte,
"Birâder-i azîz İsa Allah dama tawfîquhu'nm "Kürsi-i Hûda " Bakû-
ye'den geldiğini, mahdumzâdesinin Câzvidân-nâma, Mshâbbât-nama, ve
[3 BEKTAŞÎLİK-HURÛFÎLİK 17
Ar.ş-nama yi yazdığı kalem ile bunu yazdığını bildirmektedir. 437a ' da
ise, kitabın 992 yılı Ramazan'ın 17. günü (1584), ,rUil JJ
"^İ J I tarafından yazıldığı kaydedilmekte ve Vechî'nin:
•¿IjjL • tfloi jj * r j f
¿bil JjU » s jr .
beytiyle başlayan ve
c-U - s f jzj f jl / S ¿S I k—H.M3 }
jU.ilc Jjf } <_>l
beytiyle biten dokuz beyitlik bir şiiriyle sona ermektedir. 438a ' da
Vechî'nin:
Sûretâ gerçi gedâ-yı Fazl-ı Hakkız Vechî liyk
Ma'nide kevn ü mekân mülküne sultân olmuşuz.
maktalı bir Türkçe gazeli ve Farsça bir beyti vardır. Sanıyoruz ki,
bu nüsha cAli b. Muhammad Husaynı tarafından Fadl'ın Nuşrat adlı
hanımının kızı olan ve Xvângar lekabıyla anılan Hatun Bîbî'nin oğlu
İsa'nın (Kitâb al-Mıiâdiyya li Mir Şarıf: Ali Emiri, Farsça, 1027, 61h
'deki şecere) nüshasından yazılmış ve o nüshadan da 992 hicrîde Vechî
tarafından istinsah edilmiştir. İlk ketebede kitaba değer verme bakımından
aynen alınmıştır. Maamafih 'Alı b. Muhammad Husaynı'nin Vechî
tehallus ettiği de düşünülebilir. Hiç şüphe yok ki, bu nüsha, aslı Ccizuidân
nüshasıdır. İlk hurûfî metinleri gibi bunun da Gürgân lehçesiyle
yazıldığını söyleyelim.
Câzuidân-nâma nin bu nüshadan başka bir nüshası daha var. 1049
Rebî'ülevvelinin ilk günlerinde (1639), Câzuidan mütercimi Darwîş Murtadâ
tarafından yazıldığını bildirdiğimiz bu nüsha, evvelce de söyledi-
ğimiz gibi, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Farsça yazmaları arasındadır.
Arkası meşin kaplı bez ve mukavva ciltlidir. 21,5 X 14 cm. ebadındadır.
Birçok sayfalarında 24, bazı sayfalarında 23 satır vardır. Yazı
kısmı, sayfaların 15 X 18,5 kısmını kaplar. l b - 6 b yapraklarında fihrist
vardır. ¿ ^ s V5?. ol> l ¿- r jl 0*J
diye başlar (7 b) ve
Ali ^ S ¿¿ f ji y J Jjl j s jU jJb^T
.aJb
diye biter (251-). Bu nüsha, Ali Emiri kitapları arasında, 1000 numa-
18 ABDÜLBAKİ GÖLPINARLI 4 |
rada kayıtlı bulunan ve Darwiş
cAliyy-i Surhâni' tarafından 845 zilhiccesinin
öşr-i evvelinde yazılan (1442) nüshanın aynıdır. Gürgân lehçesiyle
yazılmış olan ilk nüshaya nâdir rastlandığı halde, bildiğimiz Farşça
ile yazılan bu nüsha oldukça fazladır. İçindeki bahisler bakımından
öbüründen pek de farklı olmayan bu nüshada acaba Fadl Allâh-i Hurüfi
tarafından mı yazıldı, yahut yazdırıldı, yoksa Gürgân lehçesini herkes
bilmediği için halifelerinden biri tarafından ve oldukça geniş bir tasarrufla
bilinen Farsçaya mı çevrildi ? Bu hususta kesin bir söz söyleye -
meyiz ; ancak Ali Emiri nüshasının Fadi'ın ölümünden 49 yıl sonra
istinsah edildiğine bakılırsa bu ikinci Câuidan nüshası da ilki kadar
eskidir.
• *
Hâce İshak Efendi (ölm. 1310 hicri 1892 3m.) Fadl Allah'ın ölümüadeıı
sonra halifesi
cAliyy al-Ac
lâ'nın Anadolu'ya gelip Hacı Bektaş tekkesinde
oturduğunu, Bektaşîlere Hurufîliği telkin ettiğini söyler (Kaşif
al-asrâr ve röfic
al-asrâr, İstanbul, 1291). "Üss-i zafari me'haz aldığına
göre 1241 den (1826) sonra yazıldığı anlaşılan müellifi meçhul izah alasrâr
da da ayni bilgi verilmektedir (İstanbul Üniversite Kütüphanesi,
Türkçe yazmalar, 4382). Ancak bu rivayeti daha geriye götüren ve
kat'îleştiren bir vesikaya rastlanamamıştır. Halbuki Emir Xalifat Allah'ın,,
yani
cAliyy al-Ac Iâ'nın "perverdesi" olduğunu îşkurt Dede'nin Şâ'ainama'sinden
öğrendiğimiz Mir Fâdli'nin bir risâlesinde şu kaydı gö -
rüyoruz : "Sâhib-i beyân hazretlerinin ınerkad-i şerifleri Tebriz'den öte
Astarâbâd yanında Alınca derler bir kasaba, anda baki olup zır-i zemindedir.
cAliyy al-Ac
lâ hazretleri dahi anda defn olunup andan gayr ı
dahi bir mezar vardır. Hazretin örtüsü siyah ve
cAliyy al-Ac
la'nm ye -
şildir ve ol bir mezarın kırmızıdır" (Ali Emiri, Farsça, 1039. 1120 = ;
1708 de Ergeri'de İshak oğlu Ali tarafından istinsah edilmiş; 92b ayni
kütüphanenin aynı bölümünde, gene Fâdili'ye ait olup 1148 1735; Erger'li
Memi halife oğlu Darwiş Bâyazid tarafından istinsah edilen risâlenin son
yaprağında da ayni kaydi görüyoruz).
cAliyy al-Ac
lâ'nın Fadi'ın öldü-
rülmesinden sonra Hacı Bektaş tekkesine gelmesi, orada bir müddet
kalması, bektaşîlere hurufîliği telkin ettikten sonra Almca'ya dönmesi,
akla pek te mülâyim gelmemektedir. Hele
cAliyy al-Ac
iâ'nm 822 hicride
(1419) Alınca'da öldüğü düşünülürse (¡stizıâ-nâma, ilk yaprak), bu işin
Fadi'ın ölümünden sonra 15—16 yıla'sığması,' büsbütün olmayacak bir
şeydir.
846 hicrîden ('1442) önce, yani Fadi'ın ölümünden 50 yıl bile geç -
meden İstiuâ-r,ama'yi y^zan Emîr Giydt ad-Din, halifeler arasında
Nesîmî'yi, "Ami r Sayyid c ımad ad-Dia Nasimi" diye anar (37a ).
cAliy y
[5 BEKTAŞÎLİK-HURÛFİLİK 19
al-Ac
lâ'ya, "Sayyİd-i sac
ıd-i şahid Ami r Sayyid c îmâd al-Din Nasimi"nin,
benlik dâvasını güden şiirlerini sorduğunu, (herhalde Fadl'dan) sonra ondan
feyz aldığı halde nasıl olupta böyle sözler söyleyebildiğini sorunca
da cAliyy al-Ac
lâ'nın, benim menzillerim Kur arı da birçok yerde anılmakta,
dâvaya ne hacet yollu bir cevap verdiğini söyler. Bu soru-cevaptan
sonra aradan 30 yıl geçtiğini bildirir ve Kur an'da, esmâ-yı hüsnâdan
ne kadar " c Ali" ismi geçti ise, hepsini sıralar (96a -97b ). Bu soru en
aşağı 819 hicîde (1413) ve Nesîmî'nin öldürülmesinden sonradır. Nesîmî'nin
halifesi olup, Rah-i Xodâ tarihinde (811 h./1408-9m.) Başaratnâma
yi yazan Refi'î'den, Nesîmî'nin bu yıldan hayli önce öldürüldü-
düğünü anlıyoruz. Başka kaynaklar da bize Nesîmî'nin Anadolu'da gezip
dolaştığını, hattâ Ankara'ya geldiğini, Hacı Bayram'la konuşmak istediğini,
fakat görüşemediğini bildiriyor (Abdülbaki Gölpınarlı, Nesîmî,
islâm Ansiklopedisi, cüz 92, Millî Eğitim Bakanlığı Yayın., İstanbul,
Millî Eğitim Basımevi, 1962, s. 206 v.d.).
Ayrıca Konya'da Mevlânâ Müzesi yazmaları arasında, 2467 numarada
kayıtlı bir mecmua var. Bu mecmuada 358 beyitlik ve mesnevi tarzında
yazılmış, hurufîliğe ait bir risale mevcut. Mecmuanın 37 b -59 b - yapraklarında
bulunan bu mesnevi:
Ibtidâdır ibtidâdır ibtidâ
Ibtidâdan zâhir oldu intihâ
İbtidâ geldi kelâm-ı lâ yenâm
Fî vu dâd u lâm-ı Hak'tan ves'selâm
diye başlıyor ve âdeta Câwidân-nâma yı telhis ediyor ve
Gel Nesîmî sözlerini gûş kıl
Zinde ol âb-ı hayâtı nûş kıl
Sözlerinden ger tevârih istesen
Görüben tarihini kanı disen
Bil sekiz yüz yıl u altmış yıl idi
Bir tamâm olmağlığa tahvil idi
Sâat u vakt-i Zühâlde Müşterî
Alup indirdi elinden defteri
beyitleri ile bitiyor (58b - 59b . Bu mecmuanın, 46 b ' de, Mısır'da Qaşr al- cAyn
Bektaşî tekkesine vakfedildiği mukayyettir. 1080 h. /1669 m.' de tertiplenmiştir).
Apaçık anlıyoruz ki, tmâdeddîn Nesîmî'nin ölümünden en
aşağı elli yıl sonra hurufî inançlarını şiirler ile tespit edip yayan bir
başka Nesîmî var. Bu şâir mahlasını her hâlde Nesîmî'nin şöhreti yü-
zünden almıştır.
Bizce hurufîliği Anadolu'da yayan, Aliyy al- cAc
lâ değil Nesîmî
ve Nesîmî'nin halifeleridir. Her hâlde bu ikinci Nesîmî'nin de bu hu-
2 0 ABDÜLBAKİ GÖLPINARLI
4|
susta rolü olmuştur. Şalat-nâma-i Işkurt Dede de Refi'î'nin Preveze'de
medfun olduğu kayıtlı bulunduğuna göre, onun ve arkadaşlarının vası-
tasiyle Rumeli'ye ve Bektaşîlikle beraber yayılmış, orada Anadolu'dan
daha fazla kökleşmiştir. Bu yayılışın dinî, siyasî ve iktisadî âmillerini
bu küçük makalede inceleyemiyeceğiz.
Şimdi Fadl'ın ölüm tarihlerini de kaydedip sözümüzü bitirelim:
Fadl Allah-i Hurüfi'nin öldürülmesine ait elimizde üç tane tarih vardır.
Bunlardan biri Şalât-nâma-i Işkurt Dede'nin baş tarafındadır. Bu
tarihten Fadl Allah'ın adının Kaşf al-zunünda yazıldığı gibi Calâladdin
Fadl Allah değil Şihâbaddin Fadl Allah olduğunu da anlıyoruz. Tarihi
tanzim eden adını, mahlasını bildirmiyor.
jjî »
•A ^¿a a | T j A
"V •
¿ a ,
r ) ; j Jic
J L ı^-U-j Jui. J
a, ¿11«
JJ
j*." ¿LO^—f -*»
i
{_r— i •>y
yj}
-
1! JJ-^ crtî-" s—^
İkinci tarih, kitapçı Raif Yelkenci'deki XVI . asra ait bir mecmuadadır.
Bu şiirde ölümüne sebep olan Mirânşah ve Timur da anılmaktadır.
Aynı zamanda Fadl'ın 6 zilkade 796 perşembe günü ikindiden sonra
yani örfen cuma girdikten sonra öldürüldüğü de anlaşılıyor. Faik Reşit
Unat'ın Hicrî tarihleri mîlâdî tarihe çevirme kılavuzu (T. T. K. Basımevi,
Ankara, 1959)'nda 796 zilkâdesinin birinci günü 1394 ağustosunun 28.
cuma günü gösterilmekte ve bu aydan önceki ay 29 gün sayılmaktadır
(s. 55). Yakın zamana kadar müslümanlıkta ay, şer'an rü'yetle sâbit olduğundan
anlaşılıyor ki, o yıl, zilkâde hilâli cuma günü değil, cumartesi
günü görülmüştür. Fadl da zilkâde'nin 6. perşembe günü ikindiden sonra,
yani cuma gecesi öldürülmüştür (3 eylül 1394). Bu şiirin son beyti meş-
f
7 BEKTAŞÎLİK-HURÛFİLİK 21
hurdu; hattâ Ahmet Rifat Mirat al-maqaşid fi daf al-mafâsid'de
Fadl Allah'tan bahsederken bu ölüm tarihini alır. Fakat tekmilini ancak
bu mecmuada gördük.
j L» ^ a.: 5::» j } ¿^
a :
; c
b1»?- tij j jl j 3 j j"
¿tu j ^ n (liJ ı *
-bj jaI ^ j ^
-tik! jT "1 ^
d l C O j iî a
jlk-î abj 1 İJW i <5Ûİ
Lkii ;l ¿TL , - çi;
-s1*» s Jli jl
J-i» VJİ» jj " Js
Bu tarihte de, tarih sahibinin adına açıkça yahut telmih yolu rastlayamıyoruz.
Üçüncü tarih rahmetli Fahri Bilge'deki eski bir Nesîmî
divanının ilk yaprağında idi. İki beyti bozuk olan bu tarihi vaktile
gormuş, kaydetmiştik. Fahri Bilgenin ölümünden sonra kitaplarının
ne olduğunu bilemiyoruz; yalnız, kötü rivayetler duyuyoruz. Ali Emiri
kitap arının Farsça bölümünde Fadl Allah'ın divanını' Ali mahlaslı birinin,
(çok kuvvetli bir ihtimal ile Aliyy al-'A'lâ'nın) Şerifin, Kelîmî ve Rahmetuilah
adlı ıkı şairin şiirlerini muhtevi olan ve 186 numarada mukayyet
mecmuada bu tarihin doğrusunu bulamasaydık tevsik imkânını elde
edemıyecektık. Mecmuanın 194» yaprağında kayıtlı bulunan ve 'Aliyy
, a y a y ahu t
§ erif
' e ait sandığımız bu tarihi de yazıyoruz :
t** tUU ¿DL coL^ j 1U
y ^ jr j _>-» oLijL
oU-is" jLzAf j jL:_ ; ^ <5GÎ
yj -ca-j LfSJ*- j! j t jj
•jl Jjl JLÜU J(__j" 'La-U»
Jİ ) ci—4. ji jU.4,T Jİİ İ£J jl
2 2 ABDÜLBAKİ GÖLPINARLI 4|
«i—jj* J^-k > ts" ¿K
}> i 3 A > ^ J. ¿j*
^ f j c-«-?5' j Jj' jl La.1 j^»-
Jj»- JJs» i ji ıj~c
C f- r-'* i' C—'jl 3
jl j a.) ^ ^ ur- O ^ 1
«_,! ji c j i jJJ. U
Yazımıza son verirken, Fadl Allah'ın Alınca'da 796 zilkâdesinin
altıncı günü, elli altı yaşında iken Mirânşâh'ın emriyle öldürüldüğü
hakkında tarihlerdeki kayıtların ileride ele alacağımız ve inceleceğimiz
kendisiyle çağdaş hurûfîlerin halifelerinin risâlelerinde verilen bilgilere
noktası noktasına uyduğunu; bu bakımdan her üç tarihin de zamanında
tanzim edilmiş olduğunu bildirelim.

Konular