Şeyh Galib Divanında Anka-Simurg Sembolü

International Journal of Language Academy
ISSN: 2342-0251
Volume 2/1 Spring 2014 p. 63/72
International Journal of Language Academy
Volume 2/1 Spring 2014 p. 63/72
SYMBOLS OF ANKA AND SIMURG IN SHEIKH
GALIB’S DIWAN
Abstract
There is a belief in Arabic and Persian mythologies about a mythical bird called Anka (Arabic) and Simurg
(Persian). These two birds generally known as Phoenix in West. After Islam these two imaginary bird’s
characteristics integrated, a common belief and some myths about them occured among Muslim nations. In
Turkish mythology double-headed eagle and two birds called Konrul and Tuğrul carries the equivalant
characteristics of Simurg and Anka. However with the influence of common Islamic culture a legendary bird
which fits the Arab and Persian mythologies called Zümrüdüanka was also born in Turkish folk narratives
and tales. Anka and Simurg are one of the most used and interesting mythological elements and symbols of
Ottoman Court Poetry. They were used as symbols in expression of Islamic mysticism, metaphysics and
cosmic ideas. In literature Anka and Simurg generally represent the maturity in mystical sense and
intimacy with God. Apart from these it is seen that Anka and Simurg used in expression of some elements
as beauty, dignity, modesty, disinterestedness, knowledge, talent, enlightenment, illumination and
regenaration via metaphors and analogies. Islamic mysticism is very convenient for symbolic expression.
With the effects of works in Arabic and Persion literatures Anka and Simurg were used for cover some terms
and meanings in mystic expression. Sheikh Galip is the leader among the poets who use this symbolic
expression style. In this paper Anka and Simurg symbols in Turkish classical literature was identified in the
example of Sheikh Galip’s Diwan.
Key Words: Sheikh Galib, Kaf, Anka, Phoenix, heba, heyula.
Özet
Arap mitolojisinde Anka, Fars mitolojisinde Simurg adı verilen efsanevi bir kuşun varlığına inanılmıştır.
İslamiyet’ten sonra bu iki mevhum kuşun özellikleri birleşmiş, Müslüman milletler arasında ortak bir inanç
ve bunlar etrafında bazı söylenceler meydana gelmiştir. Türk mitolojisinde Simurg ve Anka’nın özelliklerini
taşıyan ve bunların karşılığı olarak bilinen konrul ve tuğrul adlı kuş(lar) ile çift başlı kartal vardır. Ancak
ortak İslami kültürün etkisiyle, simurg u anka birleşmesinden doğan ve Türk halk hikâyeleri ve
masallarında geçen, Arap ve Fars mitolojilerindeki söylencelere uygun, Zümrüdüanka adıyla bir efsanevi
kuş da doğmuştur. Anka ve Simurg, Divan Şiirinde en çok kullanılan, en ilginç ve en işlek mitolojik
unsurlardan ve simgelerden biridir. Metafizik ve kozmik düşüncelerin ifadesinde sembol olarak
kullanılmışlardır. Edebiyatta Anka ve Simurg, çoğunlukla tasavvufi olarak, olgunluğu ve Allah’a yaklaşmayı
temsil eder. Bunların dışında güzellik, yücelik, kanaat, istiğna, bilgi, marifet, aydınlanma ve aydınlatma,
yenilenme, yaratılış ve kabiliyet vb. hususların ifadesinde de teşbih ya da mecaz yoluyla kullanıldığı
görülmektedir. Tasavvuf düşüncesi sembolik ifadeye çok müsaittir. Kuşların sembolik hikâyeleri üzerine,
Arap ve Fars edebiyatlarında yazılan eserlerin etkisiyle Anka ve Simurg, bilhassa tasavvuf düşüncesinin
ifadesinde bazı terimleri ve anlamları karşılamak üzere kullanılmıştır. Şeyh Galib de bu sembolik anlatım
tarzını en çok ve en güzel kullanan şairlerimizin başında bulunanlardandır. Bu çalışmada Şeyh Galib divanı
örnek alınarak, klasik edebiyatımızda Anka ve Simurg sembolü tespit edilmiştir.
Anahtar Sözcükler: Şeyh Galib, Kaf, Anka, heba, heyula.

1 Doç. Dr. Karamanoğlu Mehmetbey Üniv. e-posta: zguler@kmu.edu.tr
Zülfi GÜLER
International Journal of Language Academy
Volume 2/1 Spring 2014 p. 63/72
64
64
1. Giriş
Anka Arap mitolojisinde, Simurg da Fars mitolojisinde yer alan efsanevi kuşlardır.
İslamiyet’ten sonra bu iki mevhum kuşun özellikleri birleşmiş, Müslüman milletler
arasında ortak bir inanç ve bunlar etrafında bazı söylenceler meydana gelmiştir. Fars
efsanelerine göre Simurg’ta her kuştan bir renk ve bir özellik vardır; otuz kuşun özelliğine
sahip olduğu ya da otuz kuş büyüklüğünde olduğu için simurg; otuz çeşit rengi ile
rengârenk olduğu için de sireng adları verilmiştir. Renginin yeşil olduğuna inananlar da
vardır. Bu yüzden Türk halk kültüründe Zümrüdüanka adıyla anıldığını söyleyenlerin
yanında, bu ismin, simurg u anka söyleyişinden değişerek meydana geldiği düşüncesini
ileri sürenler de vardır. Simurg ile Anka’nın aynı kavramı ifade ederek birlikte
söylenmeleri sonucu, bu ismin meydana gelmiş olması görüşü daha uygun
görünmektedir. Zümrüdüanka ismi Divan Şiirinde kullanılmamış, masallarda ve halk
hikâyelerinde yer almıştır.
Türk mitolojisinde Simurg ve Anka’nın özelliklerini taşıyan ve bunların karşılığı olarak
bilinen konrul ve tuğrul denilen kuş(lar) vardır. Çift başlı kartal hakkındaki mitolojik
söylencelerde de Simurg ve Anka’nın bazı özellikleri görülür (Karakurt 2011).
Anka ve Simurg, Divan Şiirinde en çok kullanılan, en ilginç ve en işlek mitolojik
unsurlardan ve simgelerden biridir. Metafizik ve kozmik düşüncelerin ifadesinde, insanın
emellerinin ve hayallerinin anlatımında, dinî, ahlaki ve içtimaî değerlerin dile
getirilmesinde ve daha birçok şiirsel anlatılarda sembol olarak kullanılmışlardır.
Edebiyatta Anka ve Simurg, olgunluğun zirvesini, yücelikler âlemini, oralara insanın
yükselişini temsil eder.
Şeyh Galib, manzumelerinde tasavvuf düşüncesini işleyen bir şairdir. Tasavvuf
düşüncesi sembolik ifadeye çok müsaittir ve klasik edebiyatımızdaki birçok sembolik
ifade tasavvuf düşüncesinden doğmuştur. Şeyh Galib de bu sembolik anlatım tarzını en
çok ve en güzel kullanan şairlerimizin başında bulunanlardandır.
Şeyh Galib’in bu özelliğini ve bu bakımdan edebiyatımızdaki önemini ve yerini
gösterebilmek, ayrıca Anka ve Simurgun birer terim ve sembol olarak, klasik Türk
edebiyatında nasıl kullanıldığını belirtmek amacıyla bu yazıyı oluşturmağa çalıştık.
2. Bulgular
Fars mitolojisinde Simurg efsanesi çok eski olmakla beraber, Fars edebiyatına ve onun
etkisiyle Klasik Türk edebiyatına Şehnamedeki hikâyeleriyle girmiştir. Şehname’de
Simurg, Zal ve Rüstem destanlarında şöyle geçer: İran’ın meşhur pehlivanı Sam’ın bir
oğlu oldu. Ancak bu çocuğun saçları ve vücudunun tüyleri bembeyazdı. Sam, bu
Ehrimen yavrusu çocuğun ortadan kaldırılmasını emretti. İnsanlardan uzak, güneşe
yakın Elburz dağına götürüp çocuğu bıraktılar. Sîmurg gördü ve yuvasına götürdü; onu
besleyip korudu. Çocuk büyüyüp delikanlı olduktan sonra, onun yaşadığı etrafta
duyuldu; Sam da rüyasında gördü. Sam oğlunu aramak için o dağa gitti. Simurg, Sam’ın
çocuğunu almak için geldiğini görünce, durumu çocuğa anlattı ve onu babasıyla gitmeğe
ikna etti. Ona kanadından bir tüy verdi; sıkıntıda kaldığı zaman, o tüyden bir parça
koparıp ateşe atarak kendisini yardıma çağırabileceğini söyledi. Simurg çocuğu babasına
teslim etti. Simurg çocuğa Destan-ı Zend adını vermişti; Sam da oğluna Zâl-ı Zer adını
verdi. (Firdevsî 1994:286-300)
Şeyh Galib Divanında Anka-Simurg Sembolü
International Journal of Language Academy
Volume 2/1 Spring 2014 p. 63/72
65
Sîmurg, bir de Rüstem’in doğumu sırasında meydana çıkar. Zâl’ın eşi Rûdâbe, hamilelik
süresi dolup zamanı geçtiği halde doğuramamaktadır. Hem eşinin hem çocuğunun ölüm
tehlikesi olduğunu öğrenen Zâl, Sîmurg’u çağırmayı düşünür ve onun kendisine verdiği
kanat tüyünden bir parça kopararak ateşe atar. “Hemen hava kararır, o, yeryüzüne
hâkim olan kuş, döktüğü yağmur mercan, mercan değil hatta can rahatlığı olan bir bulut
gibi aşağıya” iner. Sîmurg, Zâl’ı teselli ettikten sonra, bilgili, becerikli bir kişi bulmasını
ve keskin bir hançer getirilmesini ister. Getirilen bilgili kişi, Sîmurg’un tarifleriyle,
sezaryen gibi bir ameliyat ile çocuğu anasının karnından alır. Sîmurg yaranın çabuk
iyileşmesi için ilaç tarif eder; kendi tüyünden de vererek yaraya sürülmesini söyler.
Böylece Zâl’ın oğlu Rüstem’in doğumunu Sîmurg yaptırmıştır. (Firdevsî 1994: 451-455)
“Sîmurg, Şehname’de sadece ilahî güçlerle donanmış bir yaratık olarak değil, aynı
zamanda bütün evrenin sırlarından haberdar olan, zorlukları aşabilen, geleceği gören
yeteneklere sahip bir yaratık olarak kabul edilir. Çok iri yapısı, son derece güçlü olması,
Elburz dağında yuvasının bulunması, bilge ve akıllı olması, aynı zamanda evrenin
gizliliklerini bilmesi, her hastalığa çare bulması ve her sorunu çözebilecek bilgilere sahip
olması Sîmurg’un özelliklerindendir.” (Yıldırım 2013:152)
Simurg, Arapların Anka dediği efsanevi kuşun Farsça karşılığıdır. İslam kültürü
içerisinde bu iki kuş birleştirilmiş, aynı özellikleri taşıyan ve aynı unsurların sembolü
olan tek mevhum varlık olarak kullanılmışlardır. Buna rağmen, Simurg’un Fars
efsanelerindeki mitolojik fonksiyonu da unutulmayıp Anka’dan farklı olarak
Şehname’deki mitolojik özellikleriyle, Zal ve Rüstem ile olan ilgileri bakımından, telmih ve
teşbih yoluyla, edebî metinlerde yer aldığı görülür. Böyle olmakla birlikte, bu anlamı ifade
eden beyitlerde bazen Simurg yerine Anka denildiğine de rastlanır.
Hidîv-i ma'delet-ârâ dilîr-i Rüstem-gîr
Ki bâz-ı himmeti sîmurgu saymaz elde şikâr Kaside 16-341
(O adalet donatan padişah, o himmetinin doğanının pençesinde Simurg’u bile av
saymayan Rüstem gibi cengâver yiğit) Sultan Selim.
Meğer bu kasr-ı rengârenk bir sîmurg-ı ma'nâdır
İki şeh-peridir gûyâ iki bâğ-ı Behişt-âsâ Terkib-bend 70-2

Hatice Sultanın yaptırdığı (iki yanında, Simurg’un iki büyük kanadı gibi görünen, cennet
gibi bahçeleri ile bu rengârenk köşk, meğer bir mana Simurg’udur.)
Arap mitolojisinde Anka, Fars mitolojisinde Simurg adı verilen efsanevi bir kuşun
özellikleri İslamiyet’ten sonraki dönemlerde, meydana getirilen ortak İslam sanat ve
edebiyatında birleşmiş, bilhassa tasavvuf düşüncesinin ifadesi için söylenen sembolik
eserlerde sembol olarak kullanılmıştır. Bu sembolik eserlerin başında Mantıku’t-tayr
gelir.
Feridüddin Attar’dan önce, kuşların tasavvufi yolculuklarını konu alan eserler, İbn Sina,
Gazalî ve Şehabeddin Suhreverdî tarafından da yazılmış olmakla beraber, Simurg’un
İslamî ve tasavvufi bir mahiyet kazanması Mantıku’t-tayr ile yaygınlaşmıştır.

1 Manzume numaraları (Okçu 1989)’a göre verilmiştir.
Zülfi GÜLER
International Journal of Language Academy
Volume 2/1 Spring 2014 p. 63/72
66
66
Feridüddin Attar, Mantıku’t-tayr’da (2001: 59) Sîmurg’u şöyle tarif ediyor: “Sîmurg’un
şaşılacak ilk işi şudur: bir gece yarısı Çin ülkesinde göründü. O ülkeye kanadından bir
tüy düştü; bütün şehirler birbirine değdi. Herkes o bir tüyden başka çeşit bir nakış, bir
resim elde etti. O nakışlardan birini gören, bir çeşit iş tuttu, bir çeşit işe girişti. O tüy,
şimdi Çin Nigâristan’ındadır. Bunun için “bilgiyi Çin’de bile olsa arayın, elde edin”
denmiştir. Kanadının tüyündeki nakış görünmeseydi âlemde bu kavga, bu gürültü
olmazdı. Bütün bu eserler, onun parlaklığından meydana geldi. Bütün bu ışıklar
kanadının bir tek tüyündeki nakıştan zuhur etti. Vasfının ne başı bellidir, ne dibi. Artık
bundan fazla söz söylemek doğru değil.” Sîmurg tüm olandır.
“Sîmurg‘un yüzü güneşe benzer. Ancak bir nikap ile örtülüdür. Yüzünü açarsa bütün
gölgeler silinir. Onun yüzüne bakılamaz, ancak gölgesine bakılabilir. Ancak onun
yansıması, gönül aynasında görülebilir. Sîmurg âleme gölgesini saldıkça bu kuşlar
meydana gelir. Âlemdeki kuşların suretleri hep onun gölgesidir. Sîmurg var olmasa,
apaçık meydanda olmasa hiç gölgesi olur muydu?” (Attar 2001: 88-89)
Attar’ın bu sözlerinde, everenin ve tüm eşyanın kendine mahsus bir varlığının olmadığı,
tek ve gerçek varlığın gölgeleri oldukları düşüncesinin sembolik bir dille anlatımı
görülmektedir. Simurg’un, dünyadaki bütün oluşumların sebebi ve kaynağı olduğu
anlatılmaktadır. Simurg, vahdet-i vücut düşüncesinin simgesi olmuştur.
Anka mitolojik bir kuşun adıdır. Gerçekte var olmayan ama olduğu tahayyül edilen bu
düşüncel varlığın adı, masallarda, destanlarda, tasavvufi eserlerde ve şiirde birçok
değişik kavramların ve anlamların sembolü olarak kullanılır. Hakkındaki efsanelere ve
hikâyelere göre bu kuş, yuvası da efsanevî Kaf Dağında olan, uzun boyunlu, rengârenk
kanatlı, insan yüzlü, iri cüsseli bir yaratıkmış. Kaf dağının zümrütten olduğu ve
dünyanın sınırını meydana getirdiği düşüncesi de onunla ilgili söylenceler de vardır. Bu
beyitte Galib, Mevlana’nın türbesini (Kubbe-i Hadrâ) zümrüt dağa (Kaf) benzetmiştir.
Sebz (yeşil) kelimesi tazelik, yenilenme, dirilme ifade eder.
Aşina ol Kâfdan kûh-ı zümürrüd remzine
Kubbe-i Hadrâ-yı Monlâdır eden devrânı sebz Gazel 108
(Mevlana’nın türbesi olan Kubbe-i Hadrâ’nın dünyayı taze ve yemyeşil etmesinin sırrını,
bu kubbenin zümrüt dağ olan Kaf’ın işaretlerini göstermesinden anla.)
Anka’nın tek yaşadığı, çok yüksekten uçtuğu, bir avlanıp yedikten sonra günlerce ve
aylarca yemek ihtiyacı duymadığı, hatta bir kemik parçasıyla uzun süre yetindiği inancı,
onun yücelik, kalenderlik ve kanaatkârlık ifadelerinde kullanılmasına yol açmıştır. Bu
yüzden, eski kültürümüzde bir fazilet olarak kabul edilen kanaatkârlık ve tasavvufun
temel icaplarından olan istiğna ifadesi için, Anka-meşrep ve Anka-tabiat tabirleri
kullanılmıştır. Anka, tekliğin, tek başına yaşayışın, başka bir şeye ve kimseye ihtiyaç
duymadan kendi kendine yetmenin, kanaatkârlığın sembolü olmuş efsanevi bir kuştur.
Onun makamı Kaf dağıdır. Bu yüzden Kaf, Kaf-ı kanaat, Kaf-ı istiğna, Kaf-ı uzlet
tamlamalarıyla kalabalıktan, halktan, maddi âlemden uzaklaşmanın ve böylece Allah’a
yaklaşma makamına ulaşmanın ifadesi için söylenen bir sembol olmuştur.
Bu beyitte şair kendini, gönlünü Anka’ya benzeterek diğer insanlardan ve şairlerden
üstün olduğunu ifade etmiştir. Himmet: kast, niyet, kalp ile olunan tasdik; ceht, gayret,
çaba, çalışma çabalama; yüksek irade, lütuf ve yardım, ermiş kişinin manevi ve ruhani
yardımı anlamlarına gelir. Ehl-i sûret: sofi olmayanları, zahitleri şekle, kılık kıyafete,
makam ve mevkie önem verenleri, dünya nimetlerine ve işlerine tutulmuş olanları ifade
Şeyh Galib Divanında Anka-Simurg Sembolü
International Journal of Language Academy
Volume 2/1 Spring 2014 p. 63/72
67
eder. Böyle kişilerden himmetin manası uzaktır; kanaat ve istiğna sahibinin, sofinin
gönlü de uzaktır.
Ma’nî-i himmetveş ehl-i sûrete olmuş ba’îd
Tahtgâh-ı Kâf-ı istiğnâda ‘ankâdır gönül G. 228
(Dünya nimetlerine bağlanmış insanlardan himmet kavramı gibi uzaklaşmış olan
gönlüm, istiğna Kaf’ının makamında Anka’dır.)
Galib, bu beyitlerinde gönlünü Anka’ya benzetmiştir, birincisinde, “Bambaşka bir Kaf’ın
Anka’sı olan gönlüm şarka ve garba ıraktır.” demiş. Şark zahirin, garp içselliğin (batın)
sembolüdür. Zahir gözle görülebilen, duyularla algılanabilen şeylerdir; batın da yine bu
maddi varlıklara ait olan mana ya da ruhtur. Demek ki şair, maddeye ait olan zahirden
de batından da uzaklaştığını ifade etmiştir; başka bir ifadeyle, gönlünün zahiri de batını
da kendinde toplayan, bu sıfatların sahibi olan Allah’a yöneldiğini söylüyor. Galib, gönül
aynasında garp ile şarkın birleşmesi söyleyişiyle vahdet halini ifade etmiştir.
İkinci beyitte ise “dert yuvasına bağdır gönlüm; dağ kuşuna yuvadır gönlüm.” denilmiş.
murg-ı dâğ sözüyle Anka, lâne-i murg-ı dâğ sözüyle de Kaf dağı kastedilmiştir. Şair
böylece gönlünü hem Anka’ya hem Kaf’a benzetmiştir.
Mürg-i ankâ-yı Kâf-ı dîgerdir
Şark u garba ırâğdır gönlüm G. 258
Lâle-i derde bâğdır gönlüm
Lâne-i murg-ı dâğdır gönlüm G. 257
Kanaat mülkünün şahı dediği Mevlevi dervişlerini, sama-zenleri methettiği bir
manzumenin şu mısralarında, onları Anka’ya ve Hüma’ya benzetiyor, hatta Anka Hüma
kelimelerini bir tek isim gibi birleşik kullanıyor şair. Kanaatkârlık, yücelik, uğurluluk ve
kutsallık bakımından Anka ile Hüma’nın benzerlikleri vardır.
Şeh-i mülk-i kanâ'at her biri ‘ankâ hümâyız der
Vücûdu pûte-i iksîre koyduk kîmyâyız der Müseddes 5-8
(Onlar, kanaat memleketinin padişahı olan bu Mevlevi dervişleri, sama-zenler, her biri biz
Anka, Hüma’yız derler; vücudumuzu iksir potasına koymuşuz kimyayız derler.)
Bu beyitte de şair, yaratılışının arşın zirvesinde, İlahî âlemde uçtuğunu söylemiş, şairlik
kabiliyetini hem Hüma’ya hem Anka’ya benzetmiştir.
Pervâzı evc-i füshat-i çarhın verâsıdır
Gâlib hümâ-yı tab’ıma ‘ankâ mıdır desem G. 236
(Galib, feleğin açıklık zirvesinin ötesinde uçan benim yaratılışımın Hüma’sına Anka
desem yakışmaz mı?)
Anka’nın yükseklik, yücelik anlamı övgü manzumelerinde ve na’tlarda da kullanılmıştır.
Şu na’t beytinde Galib, mihr ü meh verûz u şeb terkiplerini kullanarak, kendi yazdığı
na’tın beyitlerini Anka’ya benzetmiş; Peygamberin vasıflarını söylemenin yüce bir iş
Zülfi GÜLER
International Journal of Language Academy
Volume 2/1 Spring 2014 p. 63/72
68
68
olduğunu, bunun için güneş ve ayın yeterli yüksekliğe ve yüceliğe sahip olmadığını
söylemiştir.
Mihr ü mehdir bâl ü per ‘ankâ-yı beyt-i na’tına
Lîk evc-i aczden pervâz ederler rûz u şeb K. 1-44
(Güneş ve ay senin na’tının Anka’sına kol kanattır; ancak onlar da gündüz ve gece acz
zirvesinden uçarlar.)
Anka kuşunun bin yedi yüz yıl gibi uzun yaşadığı, öleceğini anladığı zaman kendini
yaktığı, ama küllerinde yeniden bir Anka doğduğu söylenir. Bu özellikle Anka, Batı’daki
Eski Mısır kökenli phoenix ve Hint mitolojisindeki garuda ile ortaklık kazanır. Böylece
Anka, yeniden doğmanın, yanarak yenilenmenin, değişimin, ölümlü varlığın ölümsüz
varlığa, maddî varlığın ruhsal varlığa dönüşümünün sembolü olur. Galib’in bu beytinde,
aşk ateşiyle pişme, kemale erme, maddî varlıktan kurtulup ruhsal varlığa dönüşme
düşüncesi vardır.
Öyle yaksın beni kim âteş-i reng-â-rengim
Murg-i ‘ankâ çıka hâkister-i hâşâkimden G. 271
(Bu rengârenk olan ateşim beni öyle bir yaksın ki küllerimden Anka kuşu çıka.)
Anka ya da Simurg insan-ı kâmili ve onun gönlünü ifade eden bir sembol olarak
kullanılır. Peygamber’imiz en üst derecede insan-ı kâmildir. Âdem’den başlayarak bütün
peygamberler de insan-ı kâmildirler. Galib, yazdığı na’tlarda bu hususlara işaret etmiştir.
Galib’in Mevlana ve Mevlevîlik methinde yazdığı manzumelerde, Mevlana’yı insan-ı kâmil
ve mürşid-i kâmil olarak vasıflandırdığı görülmektedir. İnsan-ı kâmil, ilahî tecellî
nedeniyle bütün gerçekleri görür, bilir. O Allah’ın gözü ile baktığı için gayb âlemleri de
dâhil bütün âlemleri görür. Bu görüş âyîne-i İskender, âyîne-i âlem-nümâ, âyîne-i câm-ı
Cem ve Anka telmih ve teşbihleri yapılarak ifade edilmiştir.
Şeyh Galib aşağıdaki beyitlerde gönlünü Anka’ya benzeterek, Miraç hadisesine işaretle,
Cebrail ile kıyaslamıştır. Lâ-mekân Kaf’ının Anka’sı sözü Tanrı’yı ifade edebileceği gibi,
gerçek ve maddi bir mekân olmayan Kaf’ın Anka’sı anlamı da verilebilir. Gönül kuşa
benzetildiğinde onun ruhsal yönü kastedilir. Bu bakımdan bu söyleyiş, insanın zaman,
mekân, şekil, suret kayıtlarından kurtulup salt ruh haline gelmesini ifade eder
denilebilir.
Bu iki beyitte Galib, Anka ve Simurg ile Cebrail arasında benzerlik ilgisi kurmuştur.
Dolayısıyla insan-ı kâmil ve mürşid-i kâmil ile Cebrail (ruhu’l-kuds) arasında da teşbih
ilgisi kurulmuş olur. Kemal: tamlık, noksansızlık demektir. Noksansız olan, kemal-i
mutlak Allah’tır. Böylece, tasavvufi manada kemale ermek, Allah’a ermek, Tanrısallaşmak
anlamı taşır. Böyle kıyaslamalar ve benzetmelerle söylenen ifadelerde, Anka ve Simurgun
yüceliğin, erişilmezliğin, ölümsüzlüğün, Allah’a yakınlığın, kemale ermişliğin, marifetin
simgesi olduğu görülmektedir.
Bâl-i ‘aczin ferş-i râh eyler talebde Cebre’îl
Murg-i dil ‘ankâ-yı kâf-ı lâ-mekân olsun da gör G. 93
(Gönül kuşu, lâ-mekân Kaf’ının Anka’sı olsun da gör; isteme, arama, Allah’a giden yolda
Cebrail ondan geride kalır, daha yükseğe çıkamaz.)
Şeyh Galib Divanında Anka-Simurg Sembolü
International Journal of Language Academy
Volume 2/1 Spring 2014 p. 63/72
69
Bu beyitte şair, Cebrail’i Simurg’a benzetmiş, Mevlana’yı ve Mevlana’nın izinden gidenleri
de hem Cebrail’e hem Simurg’a benzetmiştir. Bu beyitte görüldüğü gibi Kaf, Allah’a
yakınlık ve vahdet makamını ifade eder. İslam kültüründe, Anka ve Simurg anlatılarıyla
Cebrail betimlemeleri arasında benzerlikler görülür. Kaf, dünyanın ucu ya da zirvesi, arş
da göğün zirvesidir. Cebrail için zirve sidretü’l-münteha’dır. Anka ya da Simurg’un
yuvası, Kaf dağında bir ağaçtadır; Cebrail de göğün zirvesinde sidre-nişindir. Sidre bir
ağaç adıdır. Ayrıca Cebrail de Anka ve Simurg gibi kanatlı olarak tasvir edilir.
Sîmurg-ı Cebre’île döner kâf-ı ‘arşda
Monlâ-yı Rûm gibi anın kim sürâğı var G. 82
(Mevlana gibi rehberi olanlar arş Kaf’ında Cebrail Simurguna benzerler.)
Evrenin yaratılışını, oluşumunu ve mahiyetini anlatmak için filozoflar ve mutasavvıflar,
heba ya da heyula adını verdikleri, eşyanın suretlerini havi, hayalî ve düşüncel bir aslî
maddeden bahsetmişlerdir. Tanrı’nın evreni yaratmak için önce, evrende olmasını
tasarladığı eşyanın şekil ve suretlerini içinde barındıran bir toz ya da zerrecikler yığını
tasarladığını düşünmüşlerdir. “Heba ya da heyula, Allah’ın, içinde âlemin bedenini
(ecsâd-ı âlem) açtığı toz bulutundan ibarettir. Bu toz yığınına ve zerreciklere şekil
verilerek âlemin maddî ve cismanî varlığı ortaya çıkar.” (Uludağ 1991:49). Aristo
felsefesinde cismanî varlıkların şekilsiz olan bu aslî maddesine heyula, İslam felsefesinde
ve tasavvufta heba denilmiştir.
Tasavvufî düşüncede âlem ve tüm eşya, kendilerine mahsus hakiki varlıkları olmayan,
sadece hebadan suret bulmuş görüntülerden ibarettirler. “İbn Arabî âlemin maddi
varlığına heba, heyula, Anka gibi isimler verir. Çünkü ona göre bu âlemin tıpkı Anka gibi
ismi var cismi yok. Veya âlem Anka gibi bir bakıma var, bir bakıma yok. Hem var, hem
yok. Veya ne var ne de yok.” (Uludağ 1991:49) hükmündedir.
Ray Livingston (1998:131-133) heba’ yı şu sözlerle anlatır: “Hakikat âlemindeki
mevcudiyet. Bu dünyaya geldiklerinde varlık olma haline dönüşen, maddi cismi olmayan
fakat hakiki şekillere sahip olan şeyler. Yaratılmış ve yaratılmamış her şeyin manevî
âlemdeki hakikatleri. Nesnenin fikri, yani hakikatteki cisimsiz olan asıl şekli.” “Bu örnek
şekil’e, bağımlı olduğu akıldan ayrı ve maddeten mevcut bir madde olmadığı halde
maddeten mevcut bir madde gibi olduğu için esas (gerçek) mevcudiyet veya aslî (zarurî)
mevcudiyet de denilir.” (Livingston 1998:69). “Zahir kâinatın gerçekteki modeli olan
hakiki kâinattır.” (Livingston 1998:146)
Evrenin ve nesnelerin ilahî bir tasarımı ve modeli diyebileceğimiz, heba ve heyula da
Anka gibi ismi var cismi yok, işitildiği ve düşünüldüğü halde maddeten görünen bir
varlığı olmadığı için, bu felsefî kavramlar teşbih ve temsil yoluyla, Anka sözüyle de ifade
edilmiştir.
Bu tahmis bendinde bu felsefi düşüncelerden doğan bir söyleyiş vardır.
N'ola aşk içre desem mihr-i cihân-ârâyım
Jâleyim bir güneşin şevki ile ber-pâyım
Ayn-ı iksîr-i fenâyım haber-i ‘ankâyım
Hîçim ü hîç değilden de velî ednâyım
Zerre-i hâk-i der-i Hazret-i Mevlânâyım Tahmis-i Mutarraf 6-1
Zülfi GÜLER
International Journal of Language Academy
Volume 2/1 Spring 2014 p. 63/72
70
70
(Ben aşk içinde evreni aydınlatan, süsleyen güneşim; bir çiğ tanesiyim bir güneşin
arzusuyla ayaktayım; yokluk iksirinin kaynağıyım, Anka bilgisiyim; hiçim ve hiç
olmaktan daha aşağıdayım; ben Hz Mevlana’nın eşiğinin tozunun zerresiyim) diye çelişkili
sözlerle kendimi anlatırsan şaşmayın.)
Şu terci-bend mısralarında, şair kendisinin suret mi mana mı olduğunu bilmediğini; bir
sineğin yutabileceği kadar ufak ve değersiz bir zerre yahut Anka lokması kadar iri ve
değerli olup olmadığını, bilmediğini söylüyor. Bu söyleyişte, heba, heyula ve bunların
sembolü olan Anka ile onlardan şekil bularak, mevcudiyet kazanan varlık arasındaki
suret-mana ve zerre-bütün münasebetine işaret vardır.
Belâ bu kim dahi sûret miyim ma'nâ mıyım bilmem
Sezâvâr-ı meges yâ lokma-ı ‘ankâ mıyım bilmem Terci-bend 7-6
Bu beyitte şair, sevgilinin ağzını Anka’ya benzeterek, onun bir suret olmayıp mana
olduğunu ya da tüm manaların ifadesini kendinde toplayan bir Anka olduğunu ifade
etmiştir.
Dehân-ı yârdır hep güft u gûy-ı ehl-i dil Gâlib
‘Aceb ‘ankâ-yı ma‘nâ nâm u şân ister mi ister yâ G. 13
(Galib! Âşıkların sohbeti, konuştukları hep sevgilinin ağzıdır, böyle bir Anka hiç şan
şöhret istemez mi?)
6. Sonuç
Anka ve Simurg, Divan Şiirinde en çok kullanılan, en ilginç ve en işlek mitolojik
unsurlardan ve simgelerden biridir. Metafizik ve kozmik düşüncelerin ifadesinde, insanın
emellerinin ve hayallerinin anlatımında, dinî, ahlakî ve içtimaî değerlerin dile
getirilmesinde ve daha birçok şiirsel anlatılarda sembol olarak kullanılmışlardır.
Tasavvuf düşüncesi sembolik ifadeye çok müsaittir ve klasik edebiyatımızdaki birçok
sembolik ifade tasavvuf düşüncesinden doğmuştur. Şeyh Galib de bu sembolik anlatım
tarzını en çok ve en güzel kullanan şairlerimizin başında bulunanlardandır.
Simurg, Arapların Anka dediği efsanevi kuşun Farsça karşılığıdır. İslam kültürü
içerisinde bu iki kuş birleştirilmiş, aynı özellikleri taşıyan ve aynı unsurların sembolü
olan tek mevhum varlık olarak kullanılmışlardır.
Simurg’un yuvası Elburz dağında, Anka’nın yuvası Kaf dağında bulunur. Bu bakımdan
çoğu zaman Anka, Kaf ile birlikte anılır. Kaf tasavvufi sembol olarak Allah’a yakınlık
makamı anlamını kazanmıştır. Kaf dağının zümrüt dağı olduğuna inanılır. Bu bakımdan
yeşildir. Anka’nın da renginin yeşil olduğu düşünülür. Simurg’un hâkim renk yeşil olmak
üzere otuz renk olduğu inancı vardır. Yeşil renk canlılık, dirilik, tazelik, yenilenme ve
dirilme ifade eder.
Anka’nın tek yaşadığı, bir avlanıp yedikten sonra günlerce ve aylarca yemek ihtiyacı
duymadığı inancı, onun yücelik, kalenderlik ve kanaatkârlık ifadelerinde kullanılmasına
yol açmıştır. Bu yüzden, eski kültürümüzde bir fazilet olarak kabul edilen kanaatkârlık
ve tasavvufun temel icaplarından olan istiğna ifadesi için kullanılan bir semboldür. Anka,
Şeyh Galib Divanında Anka-Simurg Sembolü
International Journal of Language Academy
Volume 2/1 Spring 2014 p. 63/72
71
tekliğin, tek başına yaşayışın, başka bir şeye ve kimseye ihtiyaç duymadan kendi kendine
yetmenin, kanaatkârlığın sembolü olmuş efsanevi bir kuştur.
Anka, dünyanın sınırı ya da zirvesi ve Allah’a yakınlık makamı olan Kaf’da yaşadığı ve
yükseklerde uçtuğu için yüceliğin, ululuğun da sembolüdür. Bu bakımdan Cebrail ile
aralarında teşbih ilgisi kurulmuştur. Hatta Cebrail sidretü’l-münteha’dan öteye
geçemediği halde Anka, arşa kadar ve arşın da ötesine gidebilir. Ama bu Anka insan-ı
kâmilin gönlüdür.
Anka bu özellikleriyle sofinin ve insan-ı kâmilin kendisini ya da gönlünü simgeler. Galib,
kendini, gönlünü, şairlik kabiliyetini hatta şiirini Anka’ya benzeterek övünür.
Anka’nın yedi yüz yıl gibi uzun yaşadığı, öleceğini anladığı zaman kendini yaktığı, ama
küllerinde yeniden bir Anka doğduğu söylenir. Böyle söyleyişlerde Anka, yeniden
doğmanın, yanarak yenilenmenin, değişimin, ölümlü varlığın ölümsüz varlığa, maddî
varlığın ruhsal varlığa dönüşümünün sembolü olur.
Evrenin yaratılışını, oluşumunu ve mahiyetini anlatmak için filozoflar ve mutasavvıflar,
heba ya da heyula adını verdikleri, eşyanın suretlerini havi, hayalî ve düşüncel bir aslî
maddeden bahsetmişlerdir. Tanrı’nın evreni yaratmak için önce, evrende olmasını
tasarladığı eşyanın şekil ve suretlerini içinde barındıran bir toz ya da zerrecikler yığını
tasarladığını düşünmüşlerdir. Aristo felsefesinde cismanî varlıkların şekilsiz olan bu aslî
maddesine heyula, İslam felsefesinde ve tasavvufta heba denilmiştir.
İbn Arabî hem bu toz bulutunu hem evrenin maddi varlığını heba, heyula, Anka gibi
isimlerle ifade etmiştir.
Evrenin ve nesnelerin ilahî bir tasarımı ve modeli diyebileceğimiz, heba ve heyula da
Anka gibi ismi var cismi yok, işitildiği ve düşünüldüğü halde maddeten görünen bir
varlığı olmadığı için, bu felsefî kavramlar teşbih ve temsil yoluyla, Anka sözüyle de ifade
edilmiştir.
Yokluk fakat büyük anlamlılık ifadesiyle sevgilinin ağzı da Anka’ya benzer.
Zülfi GÜLER
International Journal of Language Academy
Volume 2/1 Spring 2014 p. 63/72
72
72
Kaynakça
Gürer, A. (1993). Şeyh Galib Divanı, İnceleme metin. (Yayımlanmamış Doktora Tezi).
A.Ü. Sos. Bil. Ens.
Firdevsî (1994). Şehnâme. (Çev. Necati Lugal). MEB Yayınları: İstanbul.
Feridüddin-i Attar (2001). Mantık al-Tayr. (çev. Abdülbaki Gölpınarlı). MEB Yayınları:
İstanbul.
Kalkışım, M. (1994). Şeyh Galib divanı. Akçağ Yayınları: Ankara.
Karakurt, D. (2011). Türk söylence sözlüğü, açıklamalı ansiklopedik mitoloji sözlüğü,
http://www.kayabay.com/web_creator/6.pdf adresinden elde edildi.
Livingston R. (1998). Geleneksel edebiyat teorisi. (çev. Necat Özdemiroğlu). İnsan
Yayınları: İstanbul.
Okçu, N. (1989). Şeyh Galib, hayatı, edebi kişiliği, eserleri, şiirlerinin umumi tahlili ve
divanının tenkitli metni. Kültür Bakanlığı Yayınları: Ankara.
Uludağ, S. (1991). Tasavvuf terimleri sözlüğü. Marifet Yayınları: İstanbul.
Yıldırım, N. (2006), Fars mitolojisi sözlüğü. Kabalcı Yayınevi: İstanbul.

Konular