Farsça Edebiyatı Bugüne Taşıyan Türklerdir!

Prof.Dr. Hicabi Kırlangıç şairliğinin yanı sıra Fars Dili ve Edebiyatı üzerine sürdüğü çalışmalarıyla bilinir. Akademik kimliğinin yanı sıra irfan dünyasının, kültür ocaklarının kapısını aşındırmayı ihmal etmeyen; yeri geldiğinde bu ortamlarda sorumluluk almaktan kaçınmayan duyarlı bir isim. Farsçadan dilimize yaptığı çeviriler, İran Edebiyatı ve özelde İran Şiiri üzerine yazdığı makaleler ile kültür dünyamızın ufkuna değerli katkılar sunan bir edebiyat adamı. Şairliğini ikinci planda görüyor oluşu bu çalışmalarının getirdiği yoğunluktan kaynaklanıyor dense de bunu ince bir tevazunun belirtisi olarak da sayabiliriz. Hicabi Kırlangıç halen bir dönem başkanlığını yürüttüğü Türkiye Yazarlar Birliği Genel Merkezinde Mesnevi Okumalarını düzenliyor. On yıldır süren bu güzel etkinliği son beş yıldır kendisi üstlenmiş bulunuyor. Bu denli uzun süren bir okumanın halkası olmak herkese nasip olmasa gerek.

Taşradan Süzülen Şiir

Hicabi Kırlangıç 27 Mart Çarşamba akşamı Bursa Kültür AŞ’nin konuğu olarak İbrahim Paşa Kültür Merkezindeydi. Şair/Yazar Cevat Akkanat’ın hazırladığı ve sunduğu programda hem kendisine dair hem de İran/Fars Edebiyatına dair hatıralarını/düşüncelerini paylaştı. Anadolu’nun en güzel şehirlerinden biri olan Amasya’da doğan, üniversite yıllarına kadar bu şehrin dingin ortamında yetişen şairin üzerinde her haliyle Amasya’nın izleri görünür. Özellikle ilk dönem şiirleri -şairin de belirttiği üzere- Amasya’nın kenar mahallelerinde geçirdiği çocukluğu ile bağlantılıdır. Hicabi Kırlangıç çocukluk döneminden itibaren kitap okuma sevdasına tutulanlardandır. Kitaba ulaşmanın oldukça zor olduğu, yoksulluğun ve karmaşanın dizboyu sürdüğü o günlerde eline geçen her kitabı sorgulamadan okuyan coşkun bir çocuktur. Elektrik olmayan mahallede her türlü sıkıntıyı yaşayan şair için yaşadıkları ve bulunduğu ilin coğrafyası ruh dünyasını besleyen birer kaynak haline dönüşmüştür. Şairin henüz ilkokul 2. Sınıfta bir şiir defteri vardır ve ne bulsa okuyan biri haline dönüşmüştür. Liseli yıllarına varmadan ilk şiirini Mavera dergisinde yayınlamıştır. O yıllarda yaşanan olaylar özellikle de Afganistan’da olanlar şairi derinden etkilemiştir. “Her gün Afganistan üzerine beş şiir yazardım ve biriktirdiğim şiirleri kitap haline getirme sevdasına kapıldım” diyen şair daha sonra kitaptan vazgeçerek şiirlerini dergilerde yayınlamaya devam etmiştir. Mavera’da şiir tahlilleri yapan Cahit Zarifoğlu, şairin hayat hikâyesinde yer tutan önemli isimlerden biridir.

Yüksek İslam Enstitüsünden mezun bir ağabeyinin eline tutuşturduğu Sezai Karakoç’un şiirlerinden oluşan kitap şiirini ve kimliğini belirleyen dönüm noktalarından olmuştur. Lise yıllarında Mavera Dergisinin yanı sıra Aylık Dergiye de şiirler göndermeye başlar ve geçen zamanla bu dergiyle kurduğu ünsiyet giderek artar. Kendi deyimiyle Ankara’ya gitmesinin, üniversiteyi Ankara’da okumayı tercih etmesinin yegâne sebebi bu ünsiyettir. Çünkü daha o yıllarda her ay dergi toplantılarına katılmak için Ankara’ya gidip gelmeye başlamıştır. Bu durumu şair şöyle dile getirir; “Kendimi Aylık Dergi çevresinde buldum ve bir daha da ayrılamadım”. Şair derginin mutfağında bulunmakla yayıncılık alanında da tecrübe edinmiştir. Yayıncılığın sıkıntılarını ve heyecanlarını derinden yaşamıştır. Üniversiteye gelirken Fars Dilini bilinçli olarak seçtim diyen şaire göre Ankara ile kurduğu bu bağ hayat hikâyesinin güzergâhını da belirlemiştir.

Şairin şiirlerinde görülen hüzün kendi iç dünyasından daha çok o günlerin atmosferiyle ilgilidir. Dünyada çok büyük hüzünler yaşanıyordu ve benim içimde oluşan duygular bunlardan uzak kalamazdı diyen şair gündemin tercümanı olmayı, şiirlerinin belli bir düşünce dünyasının sözcülüğünü yapmasını bilinçli olarak tercih etmiştir. Olan bitenin arka planında neler olduğu merakıyla her şeyi sorgulayan biridir o yıllarda. Kitapları okurduk ama çözümleyecek veya kitabın doğruluğunu sorgulayacak durumda değildik diyen şair için şiir kendisini ifade etmenin yollarından biridir. Şimdilerde şiire yeterince vakit ayıramadığını, şiirin başlı başına bir ilgi istediğini, ikinci bir işe şiirin tahammülü olmadığını belirten Kırlangıç’ın bir sitemi de “akademisyenden şair olmaz” diyen edebiyat dünyasınadır.

Bunu tebessüm ederek söylese de akademisyenliğin şiirin önüne geçmesinin sıkıntılarını yaşadığını belirtmek ister gibidir şair. Ankara, şairin eski şiirlerinde bir semboldür. Ankaralılaşmak, Ankaralılık gibi terimler daha çok siyasi endişelerle dile getirilmiş sembollerdir. Herşeye rağmen Ankara’nın bir Bursa olma potansiyeli olduğunu vurgulayan şaire göre bunun yolu Hacı Bayramı Veli’den, Taceddin Degahından ve Ankara’yı bu siyasi sembollerden sıyıracak olan derinlerdeki tarihinden geçmektedir. Ünlü bir cahiliye dönemi Arap şairi olan İmrul Kays’ın mezarının Ankara’da bilinmeyen bir yerde olduğunu da şairden duyuyoruz. Şair için tasavvufi dünyanın da belirli bir yeri vardır. Kendisini tasavvufa ne yakın ne de yakın hissettiğini belirtse de özellikle ilk dönem mutasavvıfların hayat hikâyelerini ve kendilerini yetiştirmelerini önemli gördüğünü belirtmekten geri durmaz. Onun için tasavvufun kurumsal yönünden daha çok şahsi yönü daha değerlidir.

Farsça Edebiyat ve Fars Dilinin Tarihi İyi Anlaşılmalıdır

Yanlış bilinen pek çok şey gibi Farsça’ya dair de yanlış bilinenler bulunuyor. Hicabi Kırlangıç’ı dinlerken bunu daha net görebiliyorsunuz. Hicabi Hoca’nın anlatımına göre Farsça Abbasi Döneminden itibaren en etkili dillerden biridir. Öyle ki Abbasi Devleti mali defterlerini dahi bir dönem Farsça tutmuştur. Arapça bir medeniyet dilidir, ortak bir dildir. Tüm diller üzerinde Arapça’nın yoğun etkisi dikkatlerden kaçmaz. Gazali dahi Farsça’nın ilim sahasında da etkili olması için gayret göstermiştir. Aynı şekilde İbni Sina da küçük bir risalesini Farsça yazarak bu konuya destek vermiştir. Çünkü o dönemin anlayışıyla ilim dili Arapça’dır. Aynı şekilde Türkler için de Farsça yalnızca Farsların dili değil, ortak bir dildir.

Mevlana Farsçayı çok iyi kullanmış ve yazmıştır. Fakat oğlu Sultan Veled geçen zamanın ve içinde bulunduğu kültürün etkisiyle Türkçe’yi babasına oranla daha fazla kullanmıştır. Arap coğrafyasında yaşayan Fuzuli hem Farsça hem Türkçe yazmıştır. Yazdıklarını hem Türkmen beyleri okumuş hem İran’lı alimler hem de Araplar... Türkler dil konusunda mutaassıp ve kompleksli davranmamışlardır. Nef’i’nin bir dönem Fars dilinde zirve olduğunu vurgulaması bir hakikattir. Osmanlı coğrafyası belirli bir dönemden itibaren Farsçanın en etkili kullanıldığı merkezlerden biri haline gelmiştir. Nitekim Hoca’ya göre Türkçe bilmekle Farsça bilmek arasında sıkı bir bağ vardır. Farsça’nın yarıdan çoğu Arapçadır ve yine aynı şekilde Türkçe’nin de hem Farsçadan hem de Arapça’dan aldığı binlerce kelimesi vardır. Bu sebepledir ki Hicabi Kırlangıç’a göre Fars Edebiyatı veya Türk Edebiyatı adlandırmaları yanlıştır. Bunun yerine Farsça Edebiyat, Türkçe Edebiyat denilmesi daha uygun olacaktır. Çünkü Fars olmamasına rağmen Farsça dilinde zirve eserler vücuda getiren pek çok isim vardır. Nef’i de bunlardan yalnızca biridir. Diğer bir hakikat ise Farsçanın Safevilerden itibaren Osmanlı Türklerinin sahasına girdiği ve o yıllardan itibaren Farsçayı Türklerin taşıdığı gerçeğidir. Tanzimattan itibaren ise Türkçe Farsça üzerine açık bir üstünlük kurarak öncekinin aksine Farsçayı etkileyen bir dil haline dönüşmüştür. İlk Farsça gazete İstanbul’da basılmıştır ve pek çok Farsça şairi İstanbul’u mekan tutmuştur.

Cumhuriyet yıllarında Nazım Hikmet’in İran’da en çok okunan yazarlar arasında olduğunu bilmek bu etkinin bugünlere kadar sürdüğünü işaret eder. Günümüzde de İran’da Türkçe yazan İran’lı yazar ve şairler bulunmaktadır. Bir dönem Türkçe’yi yasaklamasına rağmen İran’da bu etkinin kırılmaması dillerin birbirine geçtiğinin işaretlerinden biridir. İran’da tarihten gelen bu dil ve Farsça edebiyat kesintisiz şekilde bugüne ulaşmışken bizde bu, kesintiye ulaşmıştır. Günümüz İran’ında hem geleneksel edebiyat ekolleri hem de modern edebiyat ekolleri bulunuyorken ülkemizde daha çok zorlama isimlerle yeni ekoller çıkmış olması bu kesintinin neticesidir. Yasağın ve sansürün yoğun olduğu bir diğer alan ise İran Sinemasıdır. Bu kısıtlamalar İran sinemasını yaratıcılığa ve farklı bir dil oluşturmaya itmiştir. İran Sinemasını günümüzde özgün kılan da aslında bu kısıtlamalardır. Bir dönem alfabesini Latin harflerine dönüştürmeyi bile tartışmış bir İran’dan bahsediyoruz. Bizdekinin aksine bu konu tartışılmış ve İran halkında kabul görmemiştir.

Şiire Büyük Bir Misyon Yüklemek Doğru Değil

Şaire göre şiire çok büyük bir misyon yüklemek doğru değildir. Nihayetinde şiir bir duygunun tercümesidir. Bunun sembolleştirilmesidir. Sadece bu döneme bakarak şiire hüviyet biçiyoruz. Oysa geçmiş zamanlarda şiir sadece beylere sultanlara sunulan ve onları eğlendirmeye yönelik bir eylemdi.

Bugün ise bambaşka bir hal alarak gündemin sesi olmayı veya şairin kendi dünyasının yansıması olarak dönüşmüştür. Diller siyasi destek olmadan serpilip yaygınlaşamazlar. Herkes dilini kullanmalı, kendi diliyle yazıp çizmelidir. Bu bir zenginliktir ve bundan korkmak bundan komplekse kapılmak yersizdir.

Arapça, Farsça, Türkçe her yönüyle birbirini besleyen ortak medeniyetin ortak biri dili olarak değerlendirilmelidir. Farsça şiirin musikisi, kafiyesi ve ses zenginliği öne çıkıyorken Türkçe ve Arapça’da daha çok anlam ve duyguların ifadesine dair şiirin gücü ön plana çıkmaktadır.

Hicabi Kırlangıç konuşması boyunca farklı örneklerle konuşmasını beslemeyi ihmal etmedi. Salondan gelen sorulara da içtenlikle cevap verdi. İran’a ve Fars Diline dair zihnimizdeki önyargıları yıkan faydalı bir program oldu. “Düşte Yürüyen Derviş” isimli bir şiir kitabı bulunan şairin bunun dışında yayınlanmış pek çok bilimsel yayını ve makalesi bulunmaktadır. Halen Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Fars Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanlığını sürdürmektedir.

Konular