GAZNELİLER TARİHİNE DAİR İKİ KAYNAK: TARİH-İ BEYHAKİ VE TARİH-İ YEMİNİ1

Mayıs 2011 Cilt:19 No:2 Kastamonu Eğitim Dergisi 653-670
May 2011 Vol:19 No:2 Kastamonu Education Journal
Emekli Öğretim Üyesi,Kastamonu
Özet
977-1200 Yılları arasında egemen olan Gazneliler hakkında, Tabakat-i Nasırî, Reşidînin
Camiü’t-Tevârih-i, İbn Esir’in Kamilü’t –Tevârih-i ve Hândmir’in Habîbü’s –Siyer’i gibi genel
tarih kitaplarının tümünde bilgi verilmiştir. Ama Gazneliler dönemi özel tarihi, iki kitapta
ilki Tarih-i Beyhakî, diğeri Tarih-i Yemînî ile sınırlıdır. Arapça olan Tarih-i Yemînî Farsçaya
çevrilmiş olduğundan, bu çalışmada Tercüme-i Tarih-i Yemînî’ye itibar olunacaktır.
TWO RESOURCES REGARDİNG THE HİSTORY OF
GHAZNEVİDS: TARİH-İ BEYHAKİ (A HİSTORY BOOK BY
BEYHAKİ) AND TARİH-İ YEMİNİ (A HİSTORY BOOK BY
YEMİNİ)
Abstract
Information regarding the Ghaznevids, reigning between 977 to 1200 AD, was given in
such general history boks as Tabakat-i Nasırî, Camiü’t-Tevârih-i by Reşidi, Kamilü’t –Tevârih-i
by İbn Esir and Habîbü’s –Siyer by Handmir. However, special history related to the period of
Ghaznevids is limited to two books; Tarih-i Beyhakî and Tarih-i Yemînî. Since Tarih-i Yemînî,
originally written in Arabic, was translated into Persian, tje translated version of the book will
be credited.
A. TARİH-İ BEYHAKÎ
Bu başlık altında sekiz ayrı bölümde incelenecek konuda kullanılacak nüsha 1945’de
Tahran’da Bank-ı Milli Matbaası’nda basılmıştır.
I.Elimizdeki Tarih
Bu tarih otuz ciltte yazılmış büyük bir tarihin bir bölümü, deyim yerindeyse ise ka-
1. Tarafımdan yapılan araştırma, Fars dilinde kaleme alınmış olup, 1992 yılında Erzurum’da (Atatürk
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları No:151,Edebiyat Kesimleri Yayınları No:105, Doğu Dilleri
ve Edebiyatları Bölümü No:27) “Tevarihi ki hass-i silsileha-yi ma’ruf nüvişte şude” “GAZNEVİYAN”
adı altında yayınlanmıştır. Daha sonra İran İslam Cumhuriyeti Büyükelçiliği Kültür Müsteşarlığı’nın talebi
üzerine Türkçeye çevrilerek aynı kuruluşun “Aşinâ” adlı dergisi (Yıl:VII, Sayı:21-22, Yaz-Sonbahar
2005) n de yayınlanmıştır
654 Saime İnal SAVİ ...
Mayıs 2011 Cilt:19 No:2 Kastamonu Eğitim Dergisi
lıntılarından ibarettir. Beyhak-î, Gazneliler hânedanı tarihini Tarih-i Âl-i Nasır adıyla
birkaç ciltte kaleme almış ama o nefis Farsça eserden sadece Tarih-i Beyhakî olarak bilinen
ve gerçekte Sultan Mes’ûd dönemi tarihi olan birkaç cilt kalmıştır.(Abdullah Râzi
Tarih-i Kâmil-i İran, Tahran, 1341, 289)
Tarih-i Beyhakî, başından beri müsteşriklerin dikkatini çekmiş olup Hindistan, İran
ve Avrupa’da bulunan pek çok yazma nüshasından söz edilmiştir. 1862 yılında İngiliz
müsteşrik Morley kitabın ilk baskı nüshasını hazırlamıştır. Ama Morley (Tarih-i
Beyhakî, neşr. Morley, Kalküta, 1842) baskıya ulaştıramadan vefat ettiğinden Capitane
Nassalis işi üstlenmiş ve kitap ilk kez basılmıştır.
Fakat bu baskı böyle bir kitaba yaraşır bir özen görmemiş olup günümüz bilimsel ve
araştırmacı zevkinin gereği olan haşiye ve fihristten yoksundu.
1887 yılında Muhammed Edip Peşaverî (Tarih-i Beyhakî, neşr: Muhammed Edip
Nişâbûrî, Tahran, 1306/1889-90) Tarih-i Beyhakî’yi taş baskı olarak yayınladı. Ama
İranlı bilim adamları ve müsteşrikler bu yeni baskının Hindistan baskısı kadar tekmil
olmadığını gördü ve bu da kitaptan gerçek yarar sağlanamamasına sebep oldu. Burada
söylenmesi gereken, Muhammed Edib Peşaverî’nin metnin incelenmesi, şerh ve ha-
şiyeler husussunda gösterdiği çaba ve kitabın kendi değerine yeni bir değer katmış olmasıdır.
Peşaverî kitabın şerhi, haşiyeleri ve o dönem ıstılahları için Beyhakî dönemi lügatlerine
müracaat etmiş ve edindiği bilgilerden kitabın tarihi noktalarını aydınlatmada yararlanılmıştır.
Tarih-i Beyhakî’nin günümüzde iki baskısı yayınlanmıştır. Bunlardan biri Sa’id
Nefisî’nin (Der Peyrâmûn-i Tarih-i Beyhakî, neşr: Sa’îd Nefisî, Tahran, 1319) 1907’de
yayınladığı nüshadır. Nefisî kaybolmuş bölümlerden bazı kısımları diğer diğer kitaplardan
çıkararak Der Peyrâmûn-i Tarih-i Beyhakî adlı bir kitapta toplamıştır. Önce iki ciltte
indekssiz olarak yayımlanan bu esere daha sonra haşiyeleri içeren üçüncü bir cilt ilave
edildi. Bu üçüncü cilt 969. sahifede başlayıp 1595. sahifede son buluyor. Bu haşiyeler
Beyhakî metninin 79. sahifesi hakkındadır. Gerçekte her biri tek başına bir kitap olmaya
değer haşiyeler merhûm Nefisî’nin bilgi toplamadaki dikkat ve kapasitesinin ve
araştırma ve yazmadaki sabrının açık bir göstergesidir.
İkinci nüsha Dr. Kâsım Ganî ve Alî Ekber Feyyâz tarafından birlikte hazırlanmıştır.
(Tarih-i Beyhakî, neşr: Dr. Kâsım Ganî-Dr. Alî Ekber Feyyâz, Tahran, 1324) Başlangıç-
ta kast olunan kitabın tamamının yayınlanması değildi. Konu şöyle gelişti: İran Kültür
Bakanlığı’nın övgüye değer bir çalışması var. Önemi hâiz Farsça metinlerin, öğrenciler
tarafından daha kolay anlaşılması, onlardan şevk ve istekle yararlanılması ve de eski
metin derslerinin önem kazanması için bu metinleri özetleyerek daha kolay ve çekici bir
üslûpla yayınlıyorlar. Merhûm Nefisî’nin hazırladığı nüshanın baskıda olduğu günlerde,
Kültür Bakanlığı, Tarih-i Beyhakî’nin Bakanlığın amacı doğrultusunda hazırlanması
işini Dr. Ganî ve Dr. Feyyâz’a tevdi etti. İşe başladığından Hindistan ve Peşaver nüsha-
Gazneliler Tarihine Dair İki Kaynak: Tarih-i Beyhaki ve Tarih-i Yemini... 655
May 2011 Vol:19 No:2 Kastamonu Education Journal
larından haberdar olmaları düşüncelerinin değişmesine neden oldu. Bu çok değerli kitabın,
kendisine yaraşan ve gereken ehemmiyeti görmediğini fark ettiler. Nüshalar bilimsellikten
uzak ve indekslerden yoksundu. Bilimsel sorumluluk ve emanet hissi kitabın
ve Farsça kütüphanenin hakkının verilmesini gerektiriyordu. Kitabın önce incelenmesi,
sonra şerh, haşiyeler ve indekslerle zenginleştirilmesi görüşünde birleştirildi. Böylece
muteber bir nüsha her özete kaynak olabilecekti. Dr. Feyyâz’ın deyimiyle: “ Birkaç
aylık basit bir iş, birkaç yıllık zahmete dönüştü.” (Tarih-i Beyhakî, neşr: Ganî-Feyyâz,
“Mukaddime”, Y.) Kitabın tashih ve tanzimi işinde yıllar yılı birlikte çalıştılar. Çabaları
layık ve kâmil bir baskıyı okuyucunun eline ulaştırmak içindi.
İki üstat fevkalâde bir inayet ve teveccüh ile İran ve Hindistan’daki yazma nüshaları
karşılaştırdılar. Haşiyelerde Peşaverî’nin çalışmalarından yararlanıldı. Kararlılıkları ve
esirgemedikleri çabaları, güçleri ile birleşince başarı kaçınılmaz oldu. Nüshaya ayrıntılı
bir özel isimler indeksi eklendi. Bu, kitaptan bilgilenmeye ve yararlanmayı kolaylaştırdı.
Avrupalı müsteşriklerin de teveccühüne mazhar olan nüsha revaç buldu.
Son bir nüsha Dr. Yahya Haşab ve Sâdık Neş’et tarafından 1956’da Arapçaya çevrilmiş
olandır. (Tarih-i Beyhakî, neşr: Yahyâ Haşab-Sâdık Neş’et, Kâhire, 1376/1956)Bu
nüshanın indeksleri aşağıdaki gibidir.
1- Şahıs adları indeksi,
2- Yer ve kabile adları indeksi,
3- Metinde geçen kitap adları indeksi,
4- Konular ve haşiyeler indeksi ile notlar ve içindekiler.
II. Kitabın Yazarı:
Tarih-i Beyhaki’nin yazarı Ebû’l Fazl Muhammed b. Hüseyin Beyhakî’dir. Ebû’l
Fazl Beyhakî, 995 yılında Horasân’ın güney doğusunda bulunan Beyhak’ın Harisâbâd
kasabasında dünyaya geldi. Yaşamının ilk yıllarında Nişabûr’da Kur’ân, hadis ve Arap
edebiyatı öğrendi ve orada fâzıl kişilerle birlikte oldu.
Beyhak Tarihi yazan İbn Funduk, Ebû’l-Fazl Beyhâki’den 93 yıl sonra telif etti-
ği kitabında Ebû’l-Fazl için şöyle der: “Sayısız hadîsler işitti, sırasında onları yorumladı.
Ayrıca Arapça şiirleri vardı.Yirmi yedi yaşında, Mahmûd ve Mes’ûd’un sarayında
Resâil Divânı reisi olan Hâce Ebû Nasr Mişkân’ın öğrencisi oldu. Hocası Ebû Nasr’ın
ölümünden sonra daha yüksek bir dereceye ulaşmasını yaşının küçük olması engelledi.
Aynı makamda ve Ebû Sehl Zuzeni ile birlikte çalıştı. Sultanın ve vezir Amdü’s
Samed’in hizmetinde tam bir teveccüh ve de inayet ile yaşıyordu. (Ebû’l-Hasan Ali
b. Zeyd Beyhakî İbn Funduk, Tarih-i Beyhakî, neşr: Ahmed Behmenyâr, Mukaddime;
Mîrzâ Muhammed b. Abdülvahhâb Kazvînî, Tahran, 1307,175)
İzzüddevle Sultan Abdürreşîd zamanında nimet kâfiri Tuğrul başkaldırdı. Sultanın
aleyhine ayaklanıp onu öldürdü. Yakınları ve taraftarlarını zindana attı. Ama uzun sürmedi.
Kırk gün sonra Sultan Ferruhzâd, Tuğrul’u öldürdü ve bütün mahkûmları serbest
656 Saime İnal SAVİ ...
Mayıs 2011 Cilt:19 No:2 Kastamonu Eğitim Dergisi
bıraktı. Beyhakî bırakılanlardan biriydi. Serbest kalınca inzivaya çekildi. Kalan ömrünü
evinde okumak ve yazmakla geçirdi.
Beyhakî’nin tarih kitabından ayrı kitapları da vardı. Bunlar, Zinetûl-Küttab
ve Makamât-ı Ebû Nasr Mişân’dır. Dr. Ali Ekber Feyyâz, Tarih-i Beyhakî’nin
Mukaddime’sinde: “Tahran’da Hac Hüseyin Aga Melik Kütüphanesi’nde bulunan bir
yazma mecmuada Beyhakî’ye ait yazılı bazı lügatlerin şerhini içeren birkaç varak vardır.
Şayet Zinetû’l-Küttab’dandır” demektedir. (Tarih-i Beyhakî, neşr: Ganî-Feyyâz,
“Mukaddime”, Z.)
III. Tarih Yazarı Beyhakî
Beyhakî, siyasetçi, tarihçi ve edip idi. Dönemin tecrübeli büyüklerinden Ebû Nasr
Mişkân ve önce Mahmûd, sonra da Mes’ûd’un veziri olan Ebû’l-Hasan Meymendî ile
çalışıyordu. Mes’ûd döneminin en büyük danışmanlarından olup, saltanat işlerinin yü-
rütülmesinde kendisi ile istişarade bulunurdu. Bütün bu saltanat siyasetine yakın bağ-
lılığı, görüş bildirerek, yazarak ve aracılık ederek işlerin sonuçlanmasına katkısı, onu
siyasetmedâr, deneyimli bir kâtip ve güvenilir bir mektup ustası olarak kemal derecesine
hazırlamış oldu.
Aynı bağlılık nedeniyle, ülkenin resmî belgeleri ve saraya ait vesika ve mektupların
elinin altında olması ve hocasına olan yakınlığı dolayısıyla ondan işittikleri, onun
ve tarihinin hizmetinde olmasını sağlamıştır. Beyhakî bunlardan yararlanmıştır. Müsteşrik
Kazimirski’nin deyişiyle: “Bu vesikalar İslamî siyasî mektupların en önemlilerinden
sayılır.”
Beyhakî bu belgeler ve onların değerleri ile ilgili olarak: “Hilafet huzuruna, Türkistan
ve etraftaki meliklere gönderilen mektupları ben yazıyordum; yani ben Ebû’lFazl’ın
hattıyla gidiyordu. Tüm nüshalara sahiptim. Kasten yok ettiler. Bu birkaç kez
tekrarlandı. Yazık ki artık o cennet bahçeleri yerinde değil. Kalsa idi bu tarih onlarla nadir
olurdu. Ama Allah’ın ihsanından ümitsiz değilim. Onlar bana tekrar ulaşacak, her
şey yazılmış olacak ve bu büyük sadaretin durumu insanlarca bilinecektir” demektedir.
Tarihini yazarken, çoğu tarihçiler gibi gerçek olayların uzağında değildi. Yazdıklarını
işiterek ve başkalarından dinleyerek değil, o olayların içinde olduğu için biliyordu.
Ne tarihî hadiselerin uzağındaydı, ne de o hâdiselerin içindeki kişilere ve olayların kahramanlarına
yabancıydı. Hattâ onlardan, o dönemin trajedisine rolü olanlardan biriydi.
Bütün bunlar onun tarihi kuru bir şekilde ve olayları soyut bir durumda nakletmesine
mâni oldu. Tarihî hâdiseler, onların nedenleri ve sonuçları, onlarda rolü olan kişiler ve
ortaya çıkanlarla ilgili görüşleri olduğu gibi yazdı. Başka bir deyişle, tam bir incelemeyle
ve olayların canlı gerçek yüzünü hem maddî hem de manevî yönüyle, döneminin tüm
özellikleriyle gözler önüne serdi.
Vezir, dîvân başkanı ve diğer büyüklerin davranışlarını özgürce eleştiriyor, tenkit
konusu yapıyordu. Bu büyüklerin raiyet üzerindeki baskılarının etkisinden ve bu gibi
Gazneliler Tarihine Dair İki Kaynak: Tarih-i Beyhaki ve Tarih-i Yemini... 657
May 2011 Vol:19 No:2 Kastamonu Education Journal
tutumlar karşısında halkın yükselen sesinden gafil değildi. İslâm Ansiklopedisi’ndeki
Beyhâki maddesinin yazarı olan Rus müsteşrik Barthold, onun tarihinden yararlanmış
olan ilk kişidir. O, bu tarihin bir devletin ya da bir ülkenin tarihi değil, gerçekliği apaçık
ortada olduğundan ispatı icap etmeyen bir bilinen olarak, belki bir siyasetmedârın birlikte
olduğu sultanların yaşamları ve cereyan eden iç ve dış olaylar hakkındaki sözleri
olduğuna inanır ve şöyle der: “Sultan Mes’ûd zamanında Gazneli sarayının gücünü Sebüktigin
ve Mahmûdun kurduğu devletin hükümdarlarının gidişatını sergileyen İslâmî
orta çağ dönemlerinin tek ve eşsiz bir görüntüsüsdür. (Barthold, “Beyhakî”, İslâm Ansiklopedisi,
İstanbul, 1940-86, II, 582-4)
Bu konuda Beyhakî’de şöyle yazar: “Öteki tarihlerde böylesine tul ve arz yoktur,
yani böylesine enine boyuna yazılmamış işin kolayına kaçılıp az şey verilmiştir. Ben giriştiğim
bu işte tarihin hakkını tam olarak vermek istiyorum. Her köşeye ve her noktanın
etrafında dönülmeli, hiçbir şey örtülü kalmamalıdır. Eğer bu kitap çok uzar ve okuyucu
onu okumaktan usanırsa beni ısrarcı ve ayak direten biri olarak saymamalarını dilerim.
Hiçbir şey yoktur ki okumaya değmesin ve hiçbir hikâye yoktur ki sonu bir nükteden
yoksun olsun.” (Tarih-i Beyhakî, neşr: Ganî-Feyyâz, 11) Onun bu kitabı yazmaktaki
kastı, bir padişahın bir şehri falan gün fethetmesi ya da savaşan taraflar arasındaki harp
ya da sulhtan bir vecize, bir parlaklık değildi. Tarihçi Beyhakî ve Tarih-i Beyhakî’yi ayrıcalıklı
kılan da bu özelliğidir.
IV. Beyhakî’nin Üslûbu
Tarih-i Beyhakî, tarih kitaplarının ve Farsça edebiyatın seçkin yapıtlarından biridir.
Kitabın önemi sadece Gazneli döneminin en önemli siyasî olaylarından bir kısmını içermesinden
kaynaklanmaz. Buna ilâveten o, yazımındaki üslûp açısından da Farsça teressül
tarzının en iyi örneklerindendir. (Zebîhullah Safâ, Tarih-i Edebiyat Der İran, Tahran,
1339, I, 891)
Dr. Feyyâz diyor ki: “Tarih yazmak için sadece malzemeye sahip olmak yeterli de-
ğildir. Bu malzemeden yararlanabilecek sanat da gerekir. Yani öyle bir inşâ ki kaybolmuş
bir maziyi, geleceğin gözleri önünde şekillendirip hissettirebilsin. Beyhakî’nin hü-
neri buradadır. Eskiden yazılmış çok az kitap, dilinin eskiliğine rağmen, okuyucuları
için bu kadar cazip olabilir ve okurun dile âşinâ olması şartıyla, hırsla iştiyakla ve yorulmadan
okunabilir. Beyhaki’nin sanatı, Farsça doğal belâgatın zirvesinde olup, gü-
zelliği sadelikte arayan, dilin doğası ile temastan doğan sıcak, canlı, sade ve doğa gibi
heybete sahip eskilerin inşâ sanatının en iyi örneklerindendir. Kitapta, çeşitli inşâ örnekleri
ve belâgat açısından Fars dilinin liyâkat senedi sayılabilecek kıtalar vardır.”
(Tarih-i Beyhakî, neşr: Ganî-Feyyâz, Mukaddime, V.) Müsteşrik Kazimirski, Menuçihrî
Divânı’nın Mukaddime’sinde Beyhakî’nin üslûbu karşısında duyduğu şaşkınlık ve övgüyü
izhar eder.(Divân-ı Menûçehr-i Demegân, neşr: Kazimirski, Paris, 1886)
Üslûp bilimciler Farsça nesri genellikle devrelere taksim ederler. Birinci dönem
Samanîler Gazneliler zamanı nesri, ikinci dönemse Selçuklular ve Harezmşahlar zama-
658 Saime İnal SAVİ ...
Mayıs 2011 Cilt:19 No:2 Kastamonu Eğitim Dergisi
nı nesridir. Fakat Gazneliler döneminde yazılmış olan Tarih-i Beyhakî’nin üslûbunu birinci
dönem üslûbu sayamadılar. Aynı şekilde ikinci dönem üslûbu da. Zira kitap birinci
dönem üslûp özelliklerine olduğu kadar ikinci dönem özelliklerine de sahiptir. Bu durumda
üslûplar arası olur, yani kendine has bir kimliği vardır. Üslûp bilimciler mecburen
bu kitabın üslûbu aradadır demektedirler.
Beyhakî, tarihi olduğu kadar yazmış, kimseye kötü bir söz söylememiş, kaba bir
kelime kullanmamıştır. Çok yumuşak ve yavaş konuşur. Eskiden tarih yazarları hep
saray çalışanı olurdu. Bu nedenle tarihi, velinimetlerinin istediği gibi yazarlardı. Ama
Beyhakî öyle değildir.Tarihi, adalet isteyen ve gerçeği arayan görüşle yazmıştır. Cüziyatı
külliyata ulaştırır; külliyatı cüziyata uygular. Sebepler dünyasından gerçek dünyaya
yolculuk eder.
İsteme daima Allah’ı istemedir. Dünya ahiretin tarlasıdır. Ömür de insan mirasını
deneme fırsatıdır. O halde tarih insanın ustasıdır. Bu anlamda Beyhakî bu tarihi ona layık
olan insanlık ustalığıyla kaleme aldı. Beyhakî’nin tarih yazımındaki şivesi bugü-
nün şivesine yakındır. Söylediği her şeyin çok dakik ve araştırma ürünü olmasına gayret
eder. Tarihi, gün, ay ve yıl olarak zikreder ve eğer olayın belgesi varsa aslını vermeye
çaba gösterir. Bu nedenle kitabın müstesna ve umde olduğu söylenebilir. Yalnız bazen
bilimsel ve de edebî gidişin dışına çıkıp konuyla alakalı kıssalar anlatır. Yani zaman zaman
hikâyeler, halîfeler ve daha öncekilerden haberler nakleder ki anlattıklarının tümü
cazip ve dikkat çekicidir ve onun ahlakını yansıtır. Mesela ahu yavrusunun Sebük Tiginden
kaçması olayı (Tarih-i Bayhakî, neşr: Ganî-Feyyâz, 203.), Ebû Delf’i öldüren
Afşin kıssası (Tarih-i Bayhakî, neşr: Ganî-Feyyâz, 172.) ve diğerleri gibi. Beyhakî, kitabında
kıssalardaki hakikatlere alaka duyduğu için yazdığını açıkça söylüyor.
Edebi değeri çok fazla olan kasideler Ebû’l-Fazl’ın gerçeği arayan ruhu ve iyilikseverliği
yansıtır. Rûdekî (Tarih-i Bayhakî, neşr: Ganî-Feyyâz, 61,239,599.), Dakîkî
(Tarih-i Bayhakî, neşr: Ganî-Feyyâz, 386.), Ebû Tayyib Masa’abî’den (Tarih-i Bayhakî,
neşr: Ganî-Feyyâz, 377.) kıtalar ve aynı şekilde ünlü şair Ebû Hanife İskafi’den (Tarih-i
Bayhakî, neşr: Ganî-Feyyâz, 275,381-2) üç kaside naklolunmuştur. Beyhakî saray yazarı
idi. Nesri çok sade değildi. Az da olsa süslü olmaya yönelikti, ama fennî sayılmaz.
Deyim yerinde ise mürsel ve fennî arasındadır.
Merhûm Melikü’ş-Şuarâ Bahar, nesrin üslubu hakkında şöyle der: “Beyhakî’nin
üslûbu aynen Nasr Mişkân’ın üslûbunun taklididir. O derece ki Ebu’û Nasr ve öğrencisinin
münşeatı arasında hiçbir fark mevcut değildir.” (Melikü’ş Şuarâ Bahar, Sebkşinâsi,
Tahran, 1337,II,67. Bu üslûbun özellikleri için Melikü’ş-Şuarâ’nın adı geçen eserinin ilgili
sahifelerine bakılabilir.)
V. Beyhakî ve Emaneti
Emanet, tarih yazılarının en önemli ayrıcalıklarından biridir. Hiç şüphe yok ki önce
de söylendiği gibi tarih yazarı Beyhakî, bu emanetten nasibi olanların en büyüklerinden
biridir. Beyhakî tarih yazarı olmasının yanı sıra tümünde emanet sıfatının bulunduğu,
Gazneliler Tarihine Dair İki Kaynak: Tarih-i Beyhaki ve Tarih-i Yemini... 659
May 2011 Vol:19 No:2 Kastamonu Education Journal
başka yönlere de sahip bir insandır.Beyhakî’nin emaneti, yazar, kâtip, ülke büyüklerinin
çalışma arkadaşı, danışman, sultanın nedimi başka bir deyimle saltanat kurumunda temsilci
olmasından ileri gelmez. Saltanatı koruma ve kollaması emanetten daha azdır. Milletin
bir ferdi, daha doğrusu halkın temsilcisi olarak da onlarla değildir. Beyhakî’nin hedefi
hakikat, adalet ve umumun hayrına araştırmadır.
Görüyoruz ki sultana ve iki veziri Meymendi ve Abdüssamed’e ve aynı şekilde Ebû
Nasr Mişkân’a yakınlığı haktan ve doğruluktan başka bir şey değildir. Bu tanıklık, onun
garaz ve beklentiden, naklettiklerini etkileyecek ya da görüş eğriliğine neden olacak
özel temayüllerden uzak bir tarihçi olduğunu kanıtlar. Ebû Sehl Zuzenî onu istifaya zorladığında,
sultanın Beyhakî’yi himâye etmesine rağmen sultanı eleştirmek ve tenkit etmekten
ne çekindi ne de korktu. Hakikat, tarih, ülke ve millet hesabına nifak ve dalkavukluk
olacak ne tama ne de beklenti içinde asla ve katiyetle olmadı. Adıyla ve vicdanı
ile ticaret yapmadı.
O doğrulk ve selâmet yolundan uzaklaşmanın saltanatı ve milleti tehlikeye atacağı-
na inanıyordu. Özellikle de millet üzerinde zulüm ve sitem vaki olunca. Bu kabîl adîlane
hareketlerinden biri Emir Mes’ûd’un halka verdiği hil’at, hediye ve bahşişleri geri almak
için çıkardığı fermanı eleştirmesi, bir diğeri Amul ahalisinden, makul haddin çok
üstünde vergi ve haraç tahsil etmesidir. Bu hususta Beyhakî şöyle der: “Onca günah ve
vebal Bû’l-Hasan Irakî ve diğerlerine geri döndü. Ama Emir de böyle konularda yavaş
davranıyordu. Benim için kalemimden böyle bir sözün sadır olması çok zor, ama tarihte
tarafgirlik yoktur. Bizimle Amul’da olanlar bu bölümleri okurlarsa dava açar, adalet
isterler. Ben ne yazdımsa gelenek üzere yazdım.” (Tarih-i Beyhakî, neşr: Ganî-Feyyâz,
462.)
Emir daima şarap ve eğlence ile meşguldü. Cuma günü Cemaziye’l-Evvel’e iki gün
akla askerle Ab Sükûn denizi kenarına gitti. Orada çadırlar ve gölgelikler kurup şarap
içtiler ve balık avladılar. (…)” ve şöyle devam eder: “Pazartesi günü Cemaziye’l-
Âhir’in ikisinde ordugâha geri geldi. Amul halkının çoğu kaçmış ve ormanlarda
gizlenmişlerdi(…)”(Tarih-i Bayhakî, neşr: Ganî-Feyyâz, 463.) Beyhakî aynı şekilde
Horasân Divânı sahibi Sûrî, sultana yöresine has hediyeler sunduğunda olanları Ebu
Mansûr Mustavfî’den naklen şu şekilde anlatır: “Ebu Mansûr Mustavfî’den işittim.
Dedi ki: ‘Emir hediyelerin gizlice değerlendirilmesini buyurdu. Dört kez bin dirhem
geldi. Emir bana dedi ki: ‘Bu Sûrî iyi bir köle. Eğer benim böyle iki üç kölem daha olsaydı
çok yararlı ve verimli olurdu. ‘Öyledir’, dedim. ‘Cüret edip: Onları ne kadar incittiğini
Horasân halkına sormalı!’ diyemedim. Şerefli ve şerefsiz böyle hediyeler geldi.
Bu işin âkıbetinin nasıl olacağı yarın belli olur.” (Tarih-i Beyhakî, neşr: Ganî-Feyyâz,
412.)
Beyhakî diyor ki: “Ebû Mansûr, Sûrî korkusuz ve zâlim bir adamdı, dedi ve sonra
Sûri ile ilgili eleştirilerine devam etti.”
Önemli olan Beyhakî’nin olayı beyan, gerçeği izhar ve sultan ve Sûrî hakkında hü-
660 Saime İnal SAVİ ...
Mayıs 2011 Cilt:19 No:2 Kastamonu Eğitim Dergisi
küm verme ile yetinmesidir. Emanet hissi, onun sultanı ve günah işleyenleri yaptıkları-
nın âkıbeti hususunda uyarlanmasını zorunlu kılıyordu.
Beyhakî aynı bilinen lutfu ile Yahya Bermekî ve Harun Raşid hikâyelerini anlatır.
Biz burada 414. sahifeye işaretle iktifa ediyoruz. Sonunda Beyhakî edebî serzenişi
ile bu birbirine benzeyen iki destanı harmanlayıp sonuç çıkarır ve : “Her ne kadar sözü
uzatıyorsa da böyle hikâyeleri bunlardan sonuç çıkarılsın ve bilinsin diye anlatıyorum.”
(Tarih-i Beyhakî, neşr: Ganî-Feyyâz, 421.) der. Beyhakî sultanı nefsinin arzusuna meyilli
olması nedeniyle çok eleştirirdi. Bu kabîlden Merv Savaşı hâdisesi hakkında şöyle
yazar: “Garip bir ittifakla sanki Tuğrul yakalanmamalıydı. Sultan biraz esrar almıştı ve
uykusuzdu. Yatsı namazından sonra filin üzerinde uykuya daldı. Fil sürücüleri fili hızlı
sürmeye cesaret edemediler. Ağır ağır sürüyorlardı. Sultan sefer vaktine kadar uyuyunca
fırsat zayi olmuştu. Eğer uyuyamamış olsaydı seher vakti Tuğrul yakalanmış olurdu.
(Tarih-i Beyhakî, neşr: Ganî-Feyyâz, 604.)
Beyhakî’nin eleştirel bakışı, yaşamın tüm köşeleri ve sahneleri, genellikle de sultan
ve ülke büyüklerinin gidişatı ve şahsî tutumları üzerinde çok keskindi. İç siyaset ve siyasetin
tüm dallarında, ahlak, özel ve genel davranışlar, savaş, çalışmaların tahlil ve tecziyesi
ve yenme ve yenilmenin sebepleri bütün bunlar ve bunlardan gayrisi Beyhakî’nin
adalet terazisinde tam bir emanet duyarlılığı ile tartılmıştır.
Aynı şekilde söylenmesi gerekir ki Beyhakî, kötülükler ve ayıpları açıklama hususunda
hiç kusurlu olmadı. Hatta onun emaneti işlerin iki tarafını da gösteriyor, hayır
ve iyilik yanlarını birlikte ele alıyordu. Meselâ Sûri’nin yaptığından hoşnut değildi.
Fakat diğer taraftan: “Sitemkâra insanlık iyi bir sadakadır” (Tarih-i Beyhakî, neşr:
Ganî-Feyyâz, 413.) diye yazıyordu. Devamında ise şöyle yazar: “Bütün bunlar var, ama
kanaatimce bunlar, zayıflara yapılan sitemler değildir. Şair ne güzel söylemiş, şiir: Hasta
ziyareti için, komşusunun kısmetinden nar çalan ve bundan güzel bir son uman kimse
gibi.” (Tarih-i Beyhakî, neşr: Ganî-Feyyâz, 413.)
Görüşünü hüküm tarzında açıklayan Beyhakî şöyle der: “Komşusunun ekmeğini
çalıp komşuya vermek şerîata uygun değildir ve mükâfatı yoktur.” (Tarih-i Beyhakî,
neşr: Ganî-Feyyâz, 413.) Öğüt ve nasihat olarak ise şöyle der: “Bilmiyorum bu yeni yetmeler
bu dünyada ne görüyorlar. Bir avuç dünya malını toplamak için kan döküp, çeki-
şiyorlar. Sonra onu kolayca terk ediyor ve hasretle gidiyorlar.” (Tarih-i Beyhakî, neşr:
Ganî-Feyyâz, 413.)
IV. Beyhakî’nin Kaynakları:
Kitabın kaynaklarına başvurmadan önce Beyhakî’nin bizzat olayların canlı kaynağı
ve gözüyle gören şâhidi olduğunu söylemeliyiz. Ayrıca olayların geçtiği bölgede yaşayan
kişinin kendisi kaynak sayılır.
Beyhakî geçmişe ait haberleri iki kısımda ele alır: “Geçmişe dair haberler iki kısımdır;
ya birinden işitirsin ya da bir kitapta okursun. Elbette söyleyenin güvenilir ve doğ-
Gazneliler Tarihine Dair İki Kaynak: Tarih-i Beyhaki ve Tarih-i Yemini... 661
May 2011 Vol:19 No:2 Kastamonu Education Journal
ru olması ve de söylenileni aklın kabul etmesi gerekir.” (Tarih-i Beyhakî, neşr: Ganî-
Feyyâz, 386.)
Beyhakî bazen kendisine güvenilir yollarla ulaşan rivayetleri râvilerinin adıyla zikreder.
Mesela Abdurrahman Muhammed Kaval (Tarih-i Beyhakî, neşr: Ganî-Feyyâz,
76), Ebû Mansûr Mustavfi (Tarih-i Beyhakî, neşr: Ganî-Feyyâz, 526.) ve Hasanü’t
Tebanî (Tarih-i Bayhakî, neşr: Ganî-Feyyâz, 689.) bunlardan bazılarıdır. Ayrıca işaret
ettiği kitapları müellifinin adıyla sözgelimi Üstad Mahmûd Varrak’ın Tarih’inde olduğu
gibi adıyla verir. Ama Varrak’ın oğullarının karşı çıkması üzerine mecburen eserden yararlanmayı
durdurur. Mesela, Müsâmere-i Hârezm (Tarih-i Beyhakî, neşr: Ganî-Feyyâz,
668.) olarak bilinen Kitabü’l Müsâmeret (Tarih-i Beyhakî, neşr: Ganî-Feyyâz, 668.) ve
Hâce Abdulgaffâr’ın nakillerini ihtivâ eden Makamât-i Hâce Gaffâr’ı (Tarih-i Beyhakî,
neşr: Ganî-Feyyâz, 111.) örnek verebiliriz.
Beyhakî tarihini tavsif ederken şöyle yazar: “Söylediklerimin böylesine haberlerle
dolu olması o dönemde güvenilir oluşum ve kâtiplerden hiç birinin bunlardan haberli
olmaması nedeniyledir. Hocam Bû Nasr yazıyor, ben temize çekiyordum. Etraftaki
padişahların, halîfe ve Türkistan hânlarının mektuplarını ben yazıyordum. Bu, Bû Nasr
hayatta olduğu sürece Dîvân’da mühim olan her şey için geçerli idi. Bunu ne laf olsun
diye söylüyorum, ne de büyüklük olsun diye yapıyorum. Bunu tarih adına yapıyorum.
(Tarih-i Beyhakî, neşr: Ganî-Feyyâz, 555.)
VII. Kitabın Tarihi
Beyhakî Tarih’ini 1018 yılında yazmaya başlamıştır. O, zikrolunan yılda tarihî olayları
kaydetmek üzere üstat Mahmûd Varrâk’ın yanına gitmiştir. Beyhakî, Mahmûd
Varrâk ile ilgili olarak eserinin Zikrü’s-Seyl başlığını taşıyan bölümünde şu bilgileri verir:
“Bu konular hakkında Mahmûd Varrâk çok iyi açıklamalarda bulunmuştur. 350/961
yılında yazdığı tarihinde olayları birkaç bin yıl öncesinden 409/1018 yılında kadar getirmiştir.
(Tarih-i Beyhakî, neşr: Ganî-Feyyâz, 261.)
1032 yılı olayları VII. cildin sonunda başlar. 1032 Yılından Kalanlar başlığı ile baş-
layan VII. ciltte söz konusu yıldaki diğer olayları ele alır. Beyhakî şöyle der: “Bu yılın
tarihini bundan önce VII. ciltte anlatmıştım.” (Tarih-i Beyhakî, neşr: Ganî-Feyyâz, 387.)
IX. Ciltte her ne kadar Hârezm’den de söz etse de Sultan Mahmûd’un Hindistan’a gidişi
konusundan önce der ki: “Bu cilt sona erdi. Padişah’ın Hindistan’a gidişine kadar
yazıp X. ciltte baştan başlamak üzere bekledim.” (Tarih-i Beyhakî, neşr: Ganî-Feyyâz,
664.) Anlaşılıyor ki 1059 yılında, tarihi Ebû’l-Muzaffer İbrahim b. Nâsırü’d-Dinullah
dönemine kadar getirmiş. Dünyanın Anlamı faslında ise şöyle der: “1059 yılı Safer ayı-
nın 19’u ulaştırdığım yerde büyük Sultan Ebû’l-Muzaffer İbrahim b. Nâsırü’d-Dinullah
bu büyük iklim ülkesini vücuduyla süslemişti.” (Tarih-i Beyhakî, neşr: Ganî-Feyyâz,
378.) Beyhakî tarihini İbrahim döneminde bitirmeyi ümit ederek şöyle diyordu: “Ben
Ebû’l Fazl bu insanı aşağılayan yalan dünyada bu hânedanın kitabına devam edebilecek
kadar kalayım ve padişahın mübarek dönemini yazayım ve ele aldığım bu şahane
662 Saime İnal SAVİ ...
Mayıs 2011 Cilt:19 No:2 Kastamonu Eğitim Dergisi
ipek kumaşı onun adına sırmalandırayım.” (Tarih-i Beyhakî, neşr: Ganî-Feyyâz, 387.)
Bir başka yerde ise şöyle yazar: “Eğer kitabın okuyucularından biri Ebû’l Fazl’ın sözü
ne kadar uzun derse cevabım: “Ben elli yılın, binlerce varak üzerine düşecek ve içinde
her tabakadan pek çok büyük ve önemli insanların isimlerinin bulunacağı bir tarih
yazıyorum. Eğer haksa kendi hemşerilerimin bölümünü bırakayım ve böylesine büyük
bir hanedanı daha aşikâr kılayım. Benimle yükselmeleri gerekir. (Tarih-i Beyhakî, neşr:
Ganî-Feyyâz, 199.)
VIII. Tarih-i Beyhakî’nin Kahramanları
Hatırlatmak gerekmez ki elimizdeki tarihin kahramanı önce emir, sonra sultan olan
Mes’ûd’dur. Beyhakî tarihi olayların tespitine ilâveten zamanının tarihî şahsiyetlerinin
ve özellikle de hikâyesinin büyük kahramanı Mes’ûd’un şahsiyetinin ruhsal tahlilinden
gafil değildi.
Mes’ûd’un kalbinde Mahmûd taraftarları ve Sultan Muhammed’e duyduğu kin, saltanat
kurumunun ikiye bölünmesine neden oldu. Mahmûd yanlıları, Muhammed taraftarı
idi ve Mahmud’un vasiyetine iltizam ediyorlardı. Ama Mes’ûd’un taraftarları onlara
galip geldiler. Mes’ûd, saltanat tahtına oturdu, dizgini eline aldı. Sebebi Sultan Mahmûd
olan bu kin en yüksek noktaya ulaştı. Öyle bir hale geldi ki o dönemin güneşi gurubun
eteğine düştü.
Hikâye şöyle gelişti: Sultan Mahmûd’un yaşıt iki oğlu vardı, Mes’ûd ve Muhammed.
Baba oğlu Mes’ûd’u seviyordu ve onu kendine veliaht olarak seçmişti. Onu bütün
emirlerin tertibinden daha yüksek bir düzenle hazırladı. Bu nedenle Mes’ûd babası tarafından
seçildiğine ve ona kardeşinden daha yakın olduğuna inandı. Yarının sultanı oldu-
ğu ve bu geniş ülkenin kendi nasibi olacağından emindi.
Savaş ve dövüş alanında kadir ve layık olduğunda babası tarafından çoğu savaşlara
gönderildi. Cesaret ve fevkalâde kudret gösterdi. Saltanat topraklarının genişlemesi için
çok büyük gayret sarf ediyordu. Kendisinin saltanatın ikinci adamı ve Mahmûd’un halefi
olduğunu kanıtladı. Mahmûd giderek ihtiyarlık yolunda ilerlerken Mes’ûd’un yıldızı
parlıyordu.
Her gün artan başarısı ve büyüklüğü karşısında kötü düşünceli ve Mes’ûd’u çekemeyen
kimseler onu babası nezdinde kötülediler. Mes’ûd’un öfkesi gecikmedi ve nihayet
Mes’ûd’u, kendi veliahtlığından azletti ve bu unvanı diğer oğlu Muhammed’e verdi.
Baba ömrünün sonunda Mes’ûd’dan nefret eder oldu, ondan şüpheye düştü. Mes’ûd
bununla ilgili olarak diyor ki: “Babamız hayatta iken bizi veliaht tayin etmişti ama son
günlerde mizacı değişti ve o sahip olduğu büyüklüğü ve düşünce asaletinde bir gevşeme
hâsıl oldu. Bizden gerçek bağımsızlığı esirgedi. İnsanlığın yaradılışı böyle. Bilhassa
sultanların birini kendi yerlerine layık görmeleri zor oluyor.” (Tarih-i Beyhakî, neşr:
Ganî-Feyyâz, 80.) Mes’ûd yanlıları sultanı azletme kararı aldılar ve Mes’ûd’u saltanat
makamına getirmek istediler. Ama emir Mes’ûd bunu kabul etmedi. Onlardan sabretme-
Gazneliler Tarihine Dair İki Kaynak: Tarih-i Beyhaki ve Tarih-i Yemini... 663
May 2011 Vol:19 No:2 Kastamonu Education Journal
lerini, ölümün bu konuyu sona erdirmesini istedi. Gönlünün üzüntüsü daha da artan Sultan
Mahmûd, Mes’ûd aleyhindeki kararlı adımı daha önce attı. Sultan Mes’ûd’un adaylığını
alıp Muhammed’e vermek istedi ve de verdi.
Bu, Mesud’un kin ve intikam ateşini tahrik etti. Babası ölüp de eline fırsat geçince,
Mahmûd taraftarlarının tümü aleyhine ayaklandı. Eski hesabı yeniye bağladı ve bahtı
onu alt üst etti. Öyle ki onlardan intikam almak onun en önemli işi oldu ve bunu ülke
düzeninden daha üstün saydı.
Hasanek’in öldürülmesiyle ilgili olarak Beyhakî şöyle der: “Padişahın ona garezi
vardı. Zira o, Mahmûd zamanında eğer sen padişah olursan beni öldür demişti. Mes’ûd
bunu göz önünde bulundurdu ve Karmatî oluşunu öne sürerek onu öldürdü.” (Tarih-i
Beyhakî, neşr: Ganî-Feyyâz, 180.) Ama Mes’ûd’un gönlünde, bu nefret ve düşmanlık
tohumunu onun kalbine eken babası Mahmûd’a karşı bir kini yoktu. Ona veliahtlıktan
azlini bildiren mektup verildiğinde: “Eğer ömrünün sonunda böyle bir cefayı vacip
görmüşse ve garezi varsa buna bin yararla bakmak gerekir ki zamanında bizi kolladı
(…) Hiçbir anne Mahmûd gibisini dünyaya getirmez” dedi. (Tarih-i Beyhakî, neşr:
Ganî-Feyyâz, 28.)
Mes’ûd saltanata ulaştığında Ebû Sehl Zuzenî’yi kendisine müşavir vezir olarak atadı.
Ebû Sehl’in ilk icraâtı Mahmûd yanlılarının tümünü yok etmek ve onların kökünü
kesmek oldu. Öyle ki tavrı makul olan haddi aştı. Saltanat kurumunun tümü bu belaya
duçar oldu. Hatta sultanın ailesi bu siyasetten uzak değildi. Mes’ûd’un siyasetini aşağı-
daki altı konu çok iyi özetlemektedir;
1- Sultan Muhammed’in hapsedilmesi,
2- Alî Karîb ve kardeşinin tutuklanması,
3- Altuntaş’ın hapsedilmesi,
4- Hasanek’in öldürülmesi,
5- Sultanın amcasının hapsedilmesi ve
6- Sultan Muhammed’in inam ve hil’atlerinin geri alınması.
Sultan bu ahmakça siyasetin vahim neticeleri karşısında çaresiz kalıp kendini Ebû
Sehl Zuzenî’nin şerrinden kurtarmak için onu Kuhtiz kalesine hapsetti ve tüm malları-
na el koydu.
Mes’ûd gösteriş meraklısı ve kendini beğenmiş bir insandı. Hiçbir akıllıca meşvereti
ve akla uygun nasihatı kabul etmezdi.Vezir Abdussamed görüş sahibi, agâh ve deneyimli
bir insan olmasına rağmen, Mes’ûd’un serkeşliği ve gururu öyle bir noktaya ulaştı
ki fitne ve karışıklığa sebep oldu. Ülkenin kenarında köşesinde emirler ve aşiret reisleri
arasında ihtilaf yarattı, bazı yerlerde karışıklık ve kargaşaya neden oldu.
Emirler, saltanata mensup aileler ve Mahmûd yanlısı oldukları için azledilenler,
Mes’ûd’a karşı ayaklandılar ve Selçuklu ordusunun ön saflarında yer aldılar. Bu karı-
664 Saime İnal SAVİ ...
Mayıs 2011 Cilt:19 No:2 Kastamonu Eğitim Dergisi
şık ve rahatsız edici durum karşısında çaresiz kalan Mes’ûd paralı Türkmen askerlerinden
yardım aldı. Fakat çok geçmeden askerler eski adet ve alışkanlıklarına geri dönerek
yağma, talan ve kargaşaya başladılar. Mes’ûd başlarını ezemedi. Onların işi o dereceye
vardı ki ülke büyük bir tehlikenin tehdidi altına girdi. Düşman birleşti. Büyüklerinden
üçünün, Tuğrul, Davud ve Beygur’un komutanlığında büyük bir güç oluşturdular.
Sultan Mes’ûd’un bu vahim ve tehlikeli durum karşısındaki siyaseti hakîmâne de-
ğildi. Ülkedeki söz sahipleri de ondan hoşnut değillerdi. Sultanı kendisine layık bir tutum
için ikna hususunda çok çaba sarf ettiler ama beyhude idi. Mes’ûd başta Türkmenleri
Serahs’da yenmişti. Ama savaşın sonunda yenildi. Bedbahtâne bu sırada Ebû
Nasr Mişkân da vefat etti. Sultan, Ebû Seyh Zuzenî’yi Kuhtiz kalesinden çıkardı. Ama
Dandanakan’da büyük bir yenilgiye uğradı. Selçuklular ilerlerken Gazneliler geriledi.
Yeise düşen sultan Hindistan’a kaçmayı düşündü. Bunun nedeni zafer arzusunu tamamen
yitirmiş olması ve Gaznelilerin hazinelerini Selçukluların eline düşmekten kurtarmak
istemesi idi. Hindistan yoluna adımını attı. Vezirinin isteği hilafına korku ve tedirginlik
içinde olan Gaznelilerin payitahtına bıraktı, şehri kargaşa içinde terk etti. Vezir
mektubunda şöyle yazıyordu:
“Eğer Hüdavend, düşman Belh kapısında savaşıyor diye gidiyorsa gitmesin. Onlarda
şehre girecek cüret yok. Halkımız öyle yiğit ki onları şehirden çıkarır ve savaşır. Eğer
Hüdavend, ferman buyurursa kulları giderler ve muhaliflerini o bölgeden uzaklaştırırlar.
Hüdavend’in Hindistan’a gitmesine ne gerek var? Bu kış Gazne’de kalsınlar. Elhamdü-
lillah hiç acizlik yok. Kesinlikle bilsin ki eğer Hüdavend Hindistan’a gider ve haremini
ve hazineleri oraya götürürse bu haberler yayılır; dost düşman herkesin kulağına gider
ve bu büyük devlet saygınlığını yitirir. Böylece herkesin ona tamahı artar.
Ayrıca Hindulara da güvenilmez. Bunca harem ve hazineyi onların toprağına götürmekle
pekiyi bir iş yapmış olmayız. Hinduların ve diğer kölelerin doğruluğuna nasıl gü-
venilir? Hazineleri sahrada onlara gösterme gereğini neden duyuyor? Hüdavend bu derece
istibdat etti ve akıbeini gördü. Bu istibdat geçti ve eğer Hüdavend giderse kulları-
nın kalbi kırılır. Ben bu nasihatı Hüdavend’in nimet hakkını ödemek ve boynumdan dü-
şürmek için yapıyorum. Hüküm Hüdavend’indir.” (Tarih-i Beyhakî, neşr: Ganî-Feyyâz,
661-2.)
Bu istibdadın zararı Mes’ûd’a oldu; köleler onu yakaladılar ve Marikle kalesine attı-
lar. Hazinelerin tamamına el koydular. Çok geçmeden Gazneliler saltanatının geniş toprakları
süratle alındı. Onlar için güneş batarken Selçuklular Devleti’nin güneşi günbegün
biraz daha parladı.
B.TERCÜME-İ TARİH-İ YEMİNİ
Konu bu başlık altında yedi ayrı bölümde incelenecektir.
I.Kitabın Önemi
Tarih-i Yemînî, Samanilerin sonlarından Sultan Mahmûd zamanına kadar geçen olay-
Gazneliler Tarihine Dair İki Kaynak: Tarih-i Beyhaki ve Tarih-i Yemini... 665
May 2011 Vol:19 No:2 Kastamonu Education Journal
ları içerir. Eserde Samanîlerden başka, Sistân emirleri, Âl-i Ziyar, Simcurîler, Hâniler,
Âl-i Ferigun, Gurîler, Gürcistan padişahları, Deylemîler, Harezmşâhlar ve Afganlılar
gibi diğer hânedanları da zikrettiği için önemli ve takdire şayan kaynaklardan biridir.
Kitabın cazip destanlar, etkili öğütler, yeni ibareler ve fasih beyitleriyle edebî bir
yanı da vardır. Çeşitli mezhebî ve içtimaî meselelere dair işaretlerle IV./X. ve V./XI.
yüzyıl insanının düşünce tarzından ve o dönemin içtimaî örf ve adetlerinden söz eder.
Daha sonra kaleme alınan birçok tarih kitabında Tarih-i Yemînî’den pasajlar nakledilmiş,
kitabın tercümesi de daha sonraki tarih kitaplarında hayli etkili olmuştur. Öyle
ki Ravzatu’s-Safâ ve Habîbü’s-Siyer gibi bazı Farsça tarihlerde aynı ibareler göze çarpar.
Gazneli Mahmûd saltanatı olaylarını açıklayan kitap, her ne kadar Gazneli Mes’ûd
saltanatı dönemi olaylarını açıklayan Tarih-i Beyhakî ile bazı konularda benzerlik gösterse
ve Beyhak’î gibi Sultan Mahmûd ve Sultan Mes’ûd’u övse de, deyim yerinde ise
derbâri, yani saraya mensup kitaplardan sayılabilir. Bununla birlikte Yeminî, tarihî ger-
çekleri beyanda kelimeleri artırmadan kaçınmamış, sözün dizginini tamamen övgü ve
dalkavukluğun eline vermemiştir.
Kitaptaki Farsça şiirler, Firdevsî’nin Şeh-nâme’sinden, Esedî’nin (Tercüme-i Tarih-i
Yemînî, trc: Ebû’ş-Şeref Nâsih b. Zafer Cûrfadekânî, neşr: Dr. Cafer Şuâr, Tahran,
1345,20.) Gerşaspnâme’sinden ve Ali b. Muhammed Ebî’l- Gays’ın (Tercüme-i Tarih-i
Yemînî, 440) şiirlerinden alınmıştır. Bu tarihte dikkat çeken kitabın yazım üslûbudur.
Yazar ibareler, Arapça şiirler, ayetler ve hadîslerin anlam ve açıklamalarını sahifelerin
haşiyesinde vermiştir. Güçlükler kitabın dipnotlarında imkân nispetinde halledilmeye
çalışılmış, ayrıca istifadeyi tamamlamak üzere kitabın sonuna zor kelime ve deyimleri
karşılıkları ile içeren bir sözlük eklenmiştir.
II. Kitabın Nüshaları
Elimizde Tercüme-i Tarih-i Yemînî’nin aslî, güvenilir tezhipli nüshaları olup bunların
nitelikleri aşağıdaki gibidir.
1- Esad Efendi Kütüphanesi, nr.2225.197 varaktır. Muhammed b. Abdurrahman erRâzî
tarafından 636/1238’de istinsah olunmuştur. Nüshada Yemînî hâtimesi ve sonu bulunmamaktadır.
2- Şehid Ali Paşa Kütüphanesi, nr. 1854.214 varaktır. Muhammed b. El-Mühezzib
tarafından 638/1240’da istinsah olunmuştur.
3- Britanya Müzesi nüshası, 636 varağı mevcut olup aslı 686 varaktır. Sa’îd b.
Osmân el-Buhârî tarafından 664/1266 yılının Recep/Nisan ayında istinsah olunmuştur.
4- Ayasofya Kütüphanesi, nr. 3147.279 varaktır. Kutluca (?) b. Abdullah Kâtib tarafından
696/1296’da Erzincan’da istinsah olunmuştur. Bu nüsha yazım doğruluğu ve
asalet bakımından pek önemi haîz değildir.
5- Lûgat-nâme-i Dehhuda Müessesesi Kütüphanesi, nr. 541. Mir Abdül’l-Mecid
Hüseynî Isfahâni tarafından 1265/1848’de istinsah olunmuştur.
666 Saime İnal SAVİ ...
Mayıs 2011 Cilt:19 No:2 Kastamonu Eğitim Dergisi
6- Üniversite Merkez Kütüphanesi(İran), nr. 121. el-Kâzi tarafından 745/1344’de istinsah
olunmuştur.
7- Tebriz Eğitim Devlet Kütüphanesi, nr. 183. Kâtib Bedî’b. Mustafa b. Abdu’l –
Muhammed Musevî Isfahâni tarafından 1282/1865’de istinsah olunmuştur.
8- Fethalî Şâh Kaçar’ın oğlu Bahaü’d-Devle Behmen Mîrzâ tarafından Habîbü’dDîn
Muhammed Gulpaygâni’nin tashihi ile Tahran’da 1928 yılında taşbaskı olarak yayınlanan
nüsha.
9- Ali Kavim’in gayretiyle 1955’de kurşunlu surbî baskı olarak gerekli haşiyelerle
Tahran’da yayınlanan nüsha. Mersiyenin Arapça metni ve Yemini hatimesi yoktur.
10- Dr.Çağlar Şuâr tarafından 1966’da Tahran’da basılan nüsha. Bu nüsha Yemînî
Hatimesi, Temînî sonunun tercümesi, Utbî’nin Nasr b. Nâsırü’d-Dîn hakkındaki mersiyesinin
tercümesi, talikât, tâvzihât ve istidrâkat, kitabın yazım üslûbu ve anlamları ile
birlikte lügatini ihtiva etmektedir. Musahhihin kapsamlı mukaddimesi dışında aşağıdaki
sekiz indekse sahiptir:
1- Şahıs adları indeksi,
2- Kavimler, hanedanlar, fırkalar ve mezhep adları indeksi,
3- Coğrafi adlar indeksi,
4- Kitap adları indeksi,
5- Farsça şiirler indeksi,
6- Arapça şiirler indeksi,
7- Hadisler ve Arapça darbımeseller indeksi ve
8- Bibliyografya.
III. Kitabın Yazarı
Fasih Arapça ile yazılmış olması nedeniyle Arap edebiyatı metinleri arasında sayı-
lan Utbî tarihi’nin yazarı Ebû Nasr Muhammed el-Cebbar Utbî 1035/1625’de vefat etmiştir.
Rey halkından olup XI./XVII. asrın başlarında yaşamış İranlı kâtiplerin ileri gelenlerindendi.
Şiir de yazardı. Tarih-i Utbî’den başka Letaifü’l Küttâb da eserleri arasındadır.
Gençlik yıllarının başında Rey’den ayrılarak Horasân’a dayısı Ebû Nasr Utbî’nin
yanına gitmiş ve onun ölümünden sonra uzun bir süre sonra Horasân’da Ebû Ali
Simcûr ve Nâsıruddîn Sebüktigin’in yanında kalmış, bu arada bir süre Şemsü’l-Meâliyi
Kabûs’un naipliğini üstlenmiştir. Bir müddet de Nisabur’da Sultan Mahmud’un
Horasân Sipehsâlârı olan emir Nasr b. Nasıruddîn Sebüktigin’in yanında kalmıştır. Tarihinde
Sebüktigin ve Sultan Mahmûd saltanatını 1021 tarihine kadar getirmiştir. Bu kitap
Sultan Mahmûd’un Yeminü’d-Devle olan lakabı nedeniyle Tarih-i Yemînî olarak bilinir.
IV. Kitabın Tercüme ve Şerhleri
Utbî, dediğimiz gibi edebiyatın ileri gelenlerinden sayıldığı ve kitabın Arapça yazı-
mının fennî ve zor olması sebebiyle yorum ve açıklamayı gerektirir. Bu nedenle kitaba
sayısız şerhler yazılmıştır.
Gazneliler Tarihine Dair İki Kaynak: Tarih-i Beyhaki ve Tarih-i Yemini... 667
May 2011 Vol:19 No:2 Kastamonu Education Journal
Şârihler: (Tercüme-i Tarih-i Yemînî,23.)
1- Mecdüddîn Kirmanî,
2- Hüseyin Harezmî’nin oğlu Sadrü’l Efazıl Kâsım,
3- Mahfuz’un oğlu Tâcüddin Ebû Abdullah,
4- Hamidüddin Ebû Abdullah Mahmûd b. Ömer Necati Nişaburî ,
Besâtinü’l Fuzelâ ve Reyâhinü’l –Ukala fi Şerh-i Tarihü’l-Utbî (Şerh-i Necati olarak
bilinir).
5- Şeyh Ahmet Mu’in b. Ali b. Adedî Dımışkî Fethu’l-Vehbî (Şerh-i Menînî olarak
bilinir).
Tercümeler:
1- Ebû,ş-Şeref Nasıh b. Zafer Curfadekânî, Tercüme-i Tarih-i Yemînî (Farsçaya)
Rieu, Farsça Yazma Kitaplar Fihristin’de, Ebû’ş –Şeref Nasıh b. Zafer Curfedekânî’nin
tercümesinden ayrıntılı bir şekilde söz eder ve bu tercümenin 1790-1795 yılları arasında
yapıldığını, Britanya Müzesi’nde eski güzel bir yazma nüshasının bulunduğunu, nüshanın
istinsah tarihinin 1266/1849 olduğunu yazar. Bu Farsça tercüme iki ayrı dile Türk-
çe ve İngilizceye çevrilmiştir. Türkçe çevirisini Derviş Hasan, İngilizce çevirisini James
Reynolds yapmıştır.Nöldeke, Farsça çeviriyi Arapça aslı ile karşılaştırmış ve bu konudaki
görüşlerini Sitzungeberichte (Sitzungeberichte der Kaiserlichen Akademie, Vienna,
c. XXIII, 15-102) dergisinde yayınlamıştır. Araştırma, Farsça çevirisinin yazışmalar,
belgeler ve kasideler dışında Arapça aslına bağlı olmadığı, bunun dışındaki konularda
her türlü kayıttan bağımsız ve özgür olunduğu ve mütercimin, ibarelerin Arapça asıllarına
bağlı kalmamasının yanı sıra bazı ibareleri çıkarma ve bazılarını katma hususunda
da tahvil ve tebdil hakkını kendisine vermiş olduğunu açıklıyor.
2- Hac Mirza Ali Sikatü’l-İslam Tebrizî, Risâle Bessü’ş-Şekva (Tarih-i Utbî’den
Farsça bir bölüm)
3-James Reynolds (James Reynolds, London,1858), İngiliz müsteşrik (Curfadekânî
çevirisinden İngilizceye),
4- Derviş Hasan (Sultan Murad b. Selim.), (Curfadekâ çevirisinden Türkçeye).
Tarih-i Yemînî’nin Arapça metni 1848 yılında Delhi’de Isperenger tarafından, ayrı-
ca 1873 yılında Bulak’da (Mısır), 1883 yılında Lahor’da basılmıştır.
V.Kitabın Mütercimi
Tarih-i Yeminî’nîn Farsça çevirisi Selçuklu döneminin ünlü katiplerinden Ebû’ş-
Şeref Nasıh b. Zafer b. Sa’d Münşî Curfadekânî(Gulpaygani) tarafından yapılmıştır.
Kendisi nazım ve nesirde her iki dilde, Farsça ve Arapçada mahir ve usta idi. Azarbaycan
Atabeklerinin ülkesinde yaşıyordu ve Abdu’l-Cebbar Utbî’nin telifi olan Tarih-i
Yemînî’yi bu topraklarda Azarbaycan Atabeklerinden birinin teşvikiyle Arapçadan Fars-
çaya çevirdi.
668 Saime İnal SAVİ ...
Mayıs 2011 Cilt:19 No:2 Kastamonu Eğitim Dergisi
Kitabın mütercimi Ebu’ş-Şeref Nasıh b. Zafer’in hayatı hakkında, elimizdeki kaynakların
hiç birinde söylediklerimizden başka ve de Yeminî tercümesi ve hatimesindeki
kısa işaretler dışında bir bilgiye rastlamadık.
Curfadekânî, Yemînî tercümesinin mukaddimesinde şiirlerinin bulunduğu iki mecmuadan
bahseder. Bunlardan biri Ravzatu’l-Hazan diğeri Şu’letü’l-Kabis’dir. Hatimede
de Tuhfetü’l- Afak fi Mehâsin Ehlü’l-Irak adlı kitabından söz eder. (Tarih-i Bayhakî,
neşr: Ganî-Feyyâz,11.)
Curfadekânî’nin Arap edebiyatına yatkınlığı vardı. Zamanın geçerli ilmi olan Kur’ân
tefsirine büyük ilgi duyuyordu.
Curfadekâni zamanının çoğu âlimleri ve insanları gibi Sünnî mezhep idi. Çoğu mutaassıp
olup Rafizîler ve Alevîlere muhalifti.
VI. Kitabın Ekleri
Kitabın ekleri aşağıdaki gibidir: (Tarih-i Beyhakî, neşr:Ganî-Feyyâz, 417-90)
1- Hateme-i Yemînî: Nasıh b. Zafer Curfadekânî tarafından kaleme alınmıştır. Hatime,
kendi zamanının olayları ve hâdiselerini nakleder ve tarih açısından çok değerlidir.
Curfadekânî bu hatimede sade yazıma özen göstermiş ve fasih ibareler kullanmıştır. Bu
açıdan Tercüme-i Tarih-i Yemînî’den çok farklıdır.
2- Tercüme-î âhir-i Yemînî,
3- Tercüme-i mersiye-i Utbî.
VII. Kitabın İçeriği Hakkında
Bir saltanatın vücut bulması ya da bir ülkenin ortaya çıkması ne sebepsiz ve ansızın
bir gün ya da bir gece içinde, ne de öncesizdir. Nasıl ki bir tohumu ekiyoruz, büyüyüp
ağaç oluyor, zamanın akışı içinde ve uygun bir zeminde dal budak salıp meyve veriyor.
Utbî neden Yemînü’d-Devle’ye özel olan tarihinde bunca hânedana yer verdi, onlardan
söz etti diye kendime sordum. Cevabım tek değildi:
İlki, Gazneli saltanatının kurulduğu yeri belirgin kılmak, yani Yemînü’d-Devle Sultan
Mahmûd’un, o dönemin kahramanının rolünü ifa ettiği sahneyi göstermek.
İkincisi, Gazneli saltanatını siyasî durum, yani bölgedeki ihtilal, zaaf ve huzursuzluk
içindeki hânedanlar. Bunlar tek tek genç aslanın pençesine düşecek ve Gazneli devleti
vücut bulacaktır.
Üçüncüsü, Gazneli devletinin ortaya çıkışı o zamanın en büyük ve en beklenmedik
olayı idi. Yok olmaya yüz tutmuş, eski ve küçük hânedanların çoğu bu saltanat içinde
sindirildiler.
Kitabın asıl konusu Gaznelilerin işbaşına geçişi, özellikle de Sultan Yemînü’d-
Gazneliler Tarihine Dair İki Kaynak: Tarih-i Beyhaki ve Tarih-i Yemini... 669
May 2011 Vol:19 No:2 Kastamonu Education Journal
Devle Mahmûd ve savaşlarıdır. Utbî, işin hakkını verme adına saltanatın etrafında bulunan
Samanîler, Sistân emirleri, Al-i Ziyâr, Simcurîler, Âl-i Ferigun, Gurîler, Gürcistan
padişahları, Deylemîler, Harezmşahlar ve Afganlılardan ve aralarında olup bitenlerden
söz etmek zorundaydı. Aslında bu, Gaznelilerin ve saltanatlarının zuhuru hakkında
yapılması gereken şeydi.
Bu nedenle “Emir Nasırüddin Sebüktigin ve Eyleminin Çıkış Noktası”(Tarih-i
Beyhakî, neşr: Ganî-Feyyâz, 19) kitabın ilk başlıklarından biridir. Yani Samanî topra-
ğına, Gazneli ağacının dikilmesi ile başlıyor, Gazneli hânedanının başı olan Nâsıruddîn
tanıtılıyor ve onun saltanat liyâkati ve padişahlığı anlatılıyor. Beyhakî der ki: “Emir
Nâsıruddin Sebüktigin ilahî feyze özgü saltanat görkemi ile süslenmiş Türk asıllı bir
köle idi. Gayret gününde aslan gibi serapa şiddet, bağış zamanında bulut gibi hep kerem
ve lütuf, adalet sırasında rüzgâr gibi güçlü ve zayıf demeden üzerlerine sıçrayan, şerefli
ve şerefsiz herkesin üstünde parlayan, himmette deniz gibi ihsanda azalmayı düşünmeyen,
öfkede sel gibi iniş çıkıştan korkmayan, düşüncesi olayların karanlığında yıldız
gibi yol gösteren, kılıcı düşmanların mafsallarının bağını ecel gibi çözen, soyluluk
ve korkusuzluk eseri yüzünde belirgin, bereket ve mutluluk delili hareketinde âşikar.”
(Tarih-i Beyhakî, neşr: Ganî-Feyyâz, 19.) Aynı şekilde bir sultanda olması lazım gelen
sıfat ve özelliklerin tümü Sebüktigin’e nispet edilmiş ve bu ilk kurucunun kitapta fasıldan
fasıla, sahifeden sahifeye günbegün artan büyüklüğü en yüksek noktaya ulaştırılmıştır.
Bu tarihî dönem ikinci şahsiyeti, zaman tertibine göre ikinci ama etkinlik açısından
ilk şahsiyeti sayılan Gazneli Mahmûd’dur. Utbî bu kahramanı bize ilk kez Kasdar
fethinde tanıtır ve der ki: “Sultan Yemînü’d- Devle o savaşta öyle işaretler gösterdi
ki zihinler ve zanlar onun özünü idrakten âciz kalır.”(…) (Tarih-i Beyhakî, neşr:
Ganî-Feyyâz, 28)
Mahmûd’un Nâsıruddîn’in veliahdı olan kardeşi İsmail sorununun halli ve saltanat
tahtına oturması gecikmez. Hilafet tarafından kabulü ise gönlündeki İslâm mızrağını harekete
geçirme arzusunu kamçılar.
Sultan Mahmûd şahlığı döneminde on yedi kez Hindistan’ın muhtelif bölgelerine
asker çıkarır. O ülkenin sayısız şehirlerini ve kalelerini viran eder. İslâm tarihçileri Sultan
Mahmûd’un Hindistan’a ordu sevk etmekten kastının küfrü ve putperestliği ortadan
kaldırmak ve İslâm dinini o topraklarda yaymak olduğunu naklederler. Bir kısmı
da onun her yıl Hindistan’a ordu çıkartmaya, puthâneleri yıkmaya nezrettiğini yazarlar.
Sultan Mahmûd, Sünnî, Hanefî, mutaassıp ve küfrü ortadan kaldırma çabası içindedir.
Bunda şüphe yok ama dindarlık ve taassup, onun Hindistan’a asker sevk etmesinin tek
âmili değildir. Hırsı, mala meyli, gümüşe ve altına sahip olma arzusu da etkili âmiller
arasında sayılmalıdır.
Acaba Utbî bizi bu konuda ne kadar aydınlatıyor? Tarihçimiz, Peygamberimizin duyurdukları:
“Her fetret döneminde, dinin yayılması ve İslâm milletinin güçlenmesi için
670 Saime İnal SAVİ ...
Mayıs 2011 Cilt:19 No:2 Kastamonu Eğitim Dergisi
Allah’ın gönderdiği biri olmuştur” sözüne inanan öteki tarihçilerimizle aynı akidededir.
Sultan Mahmûd, ona göre Allah’ın gönderdiği ve görevi Allah’ın dinini yaymak olan
kimsedir.
Bu akidesinde haklıdır. Zira tevhid kelimesi Hindistan topraklarına ilk kez gider. Minarelerinden
yükselen nida ülke semalarında çınlar. Sultan Mahmûd zafer bayraklarıyla
ulaşır ve İslâm esasının temeli o ülkede Gazneliler eliyle atılmış olur. Bu temel o kadar
kavi ve o kadar sağlamdır ki tüm Hindistan Müslümanları hatta tüm dünya Müslümanları
İslâm’ın o ülkede bugüne kadar kalmasını bu mübarek harekete borçludur. İslâm,
Gazneli Mahmûd, Nadir Şah Afşar, Salahaddîn Eyyubî, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni
Sultan Süleyman gibi sultanlara sahip olduğu için, düşmanların tecavüz eli İslâm’a uzanamamıştır.
Burada şöyle bir soru sorulabilir. Neden batıya gitmedi? Neden Şam’ı, Hicaz’ı fethetmedi?
Bu soruların cevabı Müslümanların oralarda bilfiil bulunmasıdır. Sultan
Mahmûd’un gönlü hiçbir zaman istikrara razı değildi. Allah yolunda, hareketten başka
hiçbir şey ona huzur vermiyordu. Onun sayılamayacak derecede çok ganimet ele geçirdiği
doğrudur. Ama bu ganimetlerin hepsini Allah yolunda harcamıştır. Söylenmesi gereken
Sultan Mahmûd’un Hindulara büyük bir nimet bağışladığı, onlardan aldığından
daha fazlasını verdiğidir. Putperestlikten, cehaletin karanlığından kurtulma ve Allah yolunda
ibadet onlardan alınan dünya nimetlerinin çok fevkindedir.
Sultan Mahmûd yoksullardan hiçbir şey almadı. Din bahanesi ile miskinlerin kanını
emen Hindistan Karunlarının mallarına el koydu. Utbî şöyle der: “Sultan o puthâneleri
ateşe verip, harap etmelerini emretti.” (Tarih-i Beyhakî, neşr: Ganî-Feyyâz, 381) Elbette
ateşe vermek, harap etmek irticaî ve menfî bir tutumdur. Ama Utbî der ki: “Sultan
Yemînü’d-Devle’nin Hint diyarında ulaştığı yerlere İslâm’a daveti daha önce erişmemişti.
Mescitlerin inşası, Kur’ân-ı Mecîd’in okunması ve ezan sesi onunla zahir oldu.”
(Tarih-i Beyhakî, neşr: Ganî-Feyyâz, 331)
Her hâdise bir faili gerektirir. Evet, fail Mahmûd idi. Ama bu büyük hareketin sebepleri
nelerdi? Gazneli devleti tesadüfen kurulmuş değildi. Utbî şöyle yazar: “O günlerde
Maveraünnehir’den yirmi bine yakın Müslüman gelmişti. Sultan’ın hareket edeceği
günü kılıçlarını çekmiş, tekbirler getirerek bekliyorlardı (…) Onların bu şiddetli arzusu
Sultan’ın azmini harekete geçiriyor ve niyetini teşvik ediyordu.” (Tarih-i Beyhakî, neşr:
Ganî-Feyyâz, 377)Acaba Sultan Mahmûd’un cennetin kapısını onların ve onun gibilerin
yüzüne kapaması mümkün müdür?
İslam’ın yayılması için ordu sevk etmesi hususunda gösterdiği son derece gayret ve
çaba ve de sonuçlandırdığı çok önemli savaş planlarından sonra Gazne’ye giden sultan
bir mescit yaptırdı. Artık ona hizmet veren kılıcını huzur ve dinlenme kınını koyma zamanı
gelmişti. Batıda Kazvin, Hemedan, Nihavend ve Gucerat’a kadar, doğuda Sumenat
ve Surat, kuzeyde Tirmiz ve Merv’den Kasdar’a kadar ve güneyde Sind ve Kirman
hududuna kadar ilerlemiş olan geniş alanın kudretli aslanı kendine özgü ibadethanesine
oturdu, Allah’a ibadetle ve geniş ülkesinin tedbiri ve payitahtının imarı ile meşgul oldu.

Konular